iftah

Senin neş’et etmeni yalnız bu arz beklemedi

O kutlu gelişi on sekiz bin âlem bekledi

 

Senin teşrifinle bütün canlar sürûrla dolu

O kızgın çöl, âlemlerin merkezi oldu

 

Her bir kum tanesi elmaslara inkılâp etti

Sen gelmezden evvel çöller seraptan ibaretti

 

O ne teşrif yâ Rab, bütün puthaneler yerle bir

O teşrifattaki hülasanın adı; Allah bir

 

Doğar doğmaz dudaklardan verdi ilk işareti

Dudaklardan dökülen hece; ümmetî ümmetti

 

O muhteşem gelişle her yer nurlarla dolmuştu

Mevcudât âdeta zikir nöbetine tutulmuştu

 

Dağlar taşlar cezbeyle musâfaha ediyordu

Bütün yıldızlar “Hoş Geldin Efendim” diyordu

 

Sen gelmezden evvel her yeri sarmıştı deniyet

Senin gelmenle şahikaya çıktı medeniyet

 

Şelale gibi aktın bütün gönüllere doldun

Bundan büyük paye var mı Rabbin habibi oldun

 

O mübarek nazarınla ikiye böldün mahı

Sadece sensin muazzam kainatın miftahı

 

Huzurun menbaı bütün insanlığa hamisi

Vahşeti yıkan gül medeniyetinin bânisi

 

Ne kadar menfilik varsa hepsi oldu bertaraf

Mis gibi çiçeklerle müzeyyen oldu her taraf

 

İlahi gelişinle güzel ahlak tamamlandı

Son nokta konuldu, kainat allandı pullandı

 

Görmedi, göremez senin gibisini bir dide

Alemlere rahmet gönderilmiş bir pesendide

 

Senin yolunda gidenler şahsiyetini buldu

Her kim sana karşı çıktıysa yok oldu, mahvoldu  

 

Ezcümle seni seven bir dost, bize yâran

Seni sevmeyenin insan olmasına yok imkan

 

“Seni tanımayan beni tanımaz“ dedi Allah

Ademiyetin mümtaz peygamberisin Âliyullah

 

Allah huzuruna varmaya yoktur yüzümüz

Hepimiz pür günah kan akıtıyor gözümüz

 

Bizden âli şefkatinizi esirgemeyiniz

Tek tesellimiz sizin bize şefaat etmeniz

 

Olmasan nic’olurdu halimiz yâ Resulallah

Seni nümûne yarattı bize HAZRETİ ALLAH

 

Ummanlar yetmedi engin deryanı doldurmaya

Bir damlası yeter, dar gönlümüzü taşırmaya

 

Gelmedi gelemez, olamaz şeriki ve eşi

Hem ışıdın hem ısıttın kainatın güneşi

 

Kurtuluşu bulduk senin ferahlı âleminde

Sayende güzellikleri gördük her cihetinde

 

Seninle geçirmek vardı her anı, her demi

Susayan gönülleri sulayan şefkat zemzemi

 

Bir nigâhınla kirli ruhları temizledin

O beliğ kelamlarla gönülleri filizledin

 

 Sen gelene kadar gam ve kasavet zirvedeydi

 Sen geldin, masnuat seninle gülmeyi öğrendi

 

Aşkın doruk noktasından gönüllere süzüldün

Neler yaptılar sana yine güldün, yine güldün

 

Beddua etmedi, ne kini oldu, ne garazı

Zikirhaneye tadil eyledi küre-i arzı

 

Onlar insanlığını yitirmiş birer illetti

Sen zirvelere yükseldikçe onlar sükût etti 

 

Katlettiler bir çok masumla Hazreti Hamza’yı

Harp meydanları görmedi böyle bir şühedayı

 

Kim dayanır ashabın çektiği ıstıraplara

Habbab’ın çıplak sırtını uzattılar korlara

 

Ne bir taviz verdiler ne de yaptılar takiyye

Şehadetle ilk şereflenen Yasir ve Sümeyye

 

Ah! Ammar, dağladılar ateşlerle bedenini

Demir gömlek takıp erittiler iliklerini

 

Ey Talha, kılıçlarla vurdular her tarafına

Nasıl dayandın sen yetmiş beş kılıç yarasına

 

Ya sen Musab, senin haline yürek mi dayanır

Kolları kesik halde sancağı tutan bahadır

 

Tayyar, sen de Musab’la aynı kaderi paylaştın

Takılan kanatlarınla cennete havalandın

 

Hazreti Hudeyb’i mızraklarla şehit ettiler

Mübarek yüzünü kıbleden çeviremediler

 

Hazreti Zeyd’e bir söz dahi söyletemediler

Önce işkence sonra oklara hedef ettiler

 

Duasının kabulünde çok zor kabil-i kıyas

Okçulukta zirve İran fatihi Ebi Vakkas

 

Yalnız Kur’ân ve Hadis hıfzetti Ashab-ı Suffa

Dünya nimetlerini geri tepen ehli vefa

 

İlk talebesi oldular mektebi Kur’ân’ın

Paspas, halı oldular yolunda Resulullah’ın

 

Suffa’nın cefakâr muallimi Ebu Hureyre

Yoktur halis yüreğinde menfilikten bir zerre

 

İslâm’ın kara elması sabır taşı mehveşi

Dinimizin ilk müezzini Bilal-i Habeşi

 

Resulullah’a kalkan olan Hazreti Nesibe

Celadette olabilsek keşke ona talebe

 

Harika çocuk zeka âbidesi akl-ı münbit

Bir ayda iki lisanı alt eden Zeyd bin Sabit

 

Hür olmasına vesile üç yüz hurma fidesi

Hendek fikrinin mucidi Selman bin Farisi

 

Gönlü tertemiz Resulullah’ın sadık yaveri

Aşk vecd ve coşku deryası Ebu Zerr-i Gifari

 

Vefatıyla arş-ı ala titredi avaz avaz

Defninde yetmişbin melek bulunan Sa’d Bin Muaz

 

Ey Hamza, burnunu kulaklarını koparttılar

Yetmedi, paraladılar ciğerini mahluklar

 

Yazıldı göğe Allah ve Resulü’nün aslanı

Şühedalar cumhuriyetinin cumhurbaşkanı

 

O yüce merhametle Vahşi ve Hint'i affettin

Mızrakla değil güler yüzünle zulmü altettin

 

Zulümlerin artması yıldıramadı o ruhu

O ruhun peşinden giden o güzide güruhu

 

Sana zulüm edenlerin başındaydı Ebu Cehil

Kahhar ismi başında patladı oldu sersefil

 

Uhud’ta mübarek yüzünü kanattı müşrikler

O anda her şey devreye girdi başta melekler

 

Kanın yere akmasın diye oldular seferber

Bir damla yere düşse âlem olurdu zir-ü zeber

 

Doğduğun yer Mekke seni hicrete zorlamıştı

Bazıları hakaret etmiş seni horlamıştı

 

Mekke’nin kapıları seni görünce açıldı

Sana zulüm edenler boncuk gibi saçıldı

 

Hakaikin karşısında çam gibi devrildiler

Mekke’ye girince ne kadar yanıldık dediler

 

Bir şey olacakmış gibi evlere saklandılar

Çok şükür hakikati geç de olsa anladılar

 

Bizim için en büyük nasihat Veda Hutbesi

Seni yolunda kurbanız hakikatin gür sesi

 

Bir an bezminde olaydım bin yıl yaşamaktansa

Devenin bir kılı olaydım böyle yaşamaktansa

 

Seni sırtıma alıp bir ömür çölde gideydim

Sana verilen zehirden üç öğün ben içeydim

 

Ummanlar yetmezdi sana akıtılan yaşlara

Ben hedef olaydım Taif’te atılan taşlara

 

Bir saniyelik nazarından bir nazar alaydım

O nazarın feyziyle, feyizyâb olup kalaydım

 

Muhabbet meclisinize bir defacık geleydim

Bereketli sofranızdan bir kırıntı yiyeydim

 

Hira dağında yuvarlanan bir kaya olaydım

Senin ayağından uçuruma yuvarlanaydım

 

Seni koruyan mağaranın tek bir tozu olaydım

Seninle Sıddığın sohbetini bir an duyaydım

 

Bir tel ben olaydım ankebutun yaptığı ağdan

Tek bir çalı olaydım güvercinin yuvasından

 

Bari yüzünü göreydim Medine’ye giderken

Medineli kendinden geçmiş seni karşılarken

 

Defleri ellerine aldı vurdu her birisi

Olaydım vurulan deflerden birinin derisi

 

Saldılar deveyi seçti Eyyüb’ün pak evini

Cilalayaydım ben devenin yattığı zemini

 

Olaydım Eyüp Sultanın evinin ayaktaşı

Medineli olmuş onun gönüldaşı, yoldaşı

 

Olaydım içtiğin deve sütünün bir damlası

Ne güzel yenir yanında ballı balçık hurması

 

Bir balçık olaydım Kuba Mescidi’nin harcında

Ben duraydım el pençe divan bir ömür karşında

 

Hele Mescid-i Aksa’dan Miraç’a yükselirken

Temaşa edeydim Kudüs’ün en güzel yerinden

 

O ne konuşma, o ne belagat her şeyiyle enfes

Olaydım sohbetinde ağzından çıkan bir nefes

 

Dinlemek vardı o güzel, o nezih sohbetleri

Serin çöl gecelerinin çadır muhabbetleri

 

Tebessüm eden dudaklarında çıkan hoş sözlere

Bakaydım keşke bir nebze için gülen gözlere 

 

Yolunda bir geda olup bulabilsem yönümü

Bir damlası düşse taşırır fukara gönlümü

 

Kaybolaydım bir katre gibi sonsuz ummanında

Eriyip biteydim sinenin hoş sıcaklığında

 

AHMET GÜRSEL (1968)

Neş’et: Oluşma, yetişme, ileri gelme

Teşrif: Şeref verme, şereflendirme

Sürûr: Sevinç

İnkılap: Bir halden başka bir hale dönme

Serap: Çöllük arazide ışık kırılması sonucu görülen hayâl

Teşrifat: Resmî toplantılarda uygulanan kabul sırası, protokol

Hülasa: Kısaca, sözün kısası

Ümmetî: Benim ümmetim

Zikir: Anmak

Cezbe: Çekme, Allah’ın kulunu kendisine çekmesi ve bundan doğan hal.

Musâfaha: Karşılıklı olarak elleri iç içe almak suretiyle yapılan selamlaşma, el ele tutuşma

Deniyet: Vahşet

Şahika: Doruk, zirve

Paye: Derece, rütbe

Nazar: Bakış

Mah: Ay, sevgili

Muazzam: Büyük

Miftah: Anahtar

Menba: Kaynak

Hami: Himaye eden, koruyan

Bâni: İnşa eden veya ettiren, kurucu

Menfi: Olumsuz

Bertaraf: Bir tarafa atılan, ortadan kalkan

Müzeyyen: Süslenmiş, süslü

Dide: Göz, görmüş

Pesendide: Beğenilmiş

Ezcümle: Belli başlı, başlıca

Yâran: Dostlar, yarlar

Ademiyet: İnsaniyet, insanlık

Mümtaz: Meziyetleriyle başkalarından ayrılan, seçilmiş

Âliyullah: Allah’ın yücesi

Pür: Dolu

Âli: Yüksek, yüce, büyük

Şefaat: Araya girme, ricâcı olma. Âhirette Peygamberimizin bazı müminler için ricâcı olması

Nümûne: Örnek

Umman: Okyanus

Derya: Deniz

Şerik:  Ortak

Cihet: Yön, taraf, vesile

Dem: An

Zemzem: Süryanice “dur, gitme“ anlamında, Kâbe‘nin yanındaki meşhur su

Nigâh: Bakmak

Beliğ: Sözün kısa, açık ve sanatlı söylenmesi

Gam: Keder, tasa

Kasavet: Kasvet, tasa, keder

Masnuat: Yaratılan herşey 

Beddua: Hayırduanın zıddı

Garaz: Düşmanca niyet, maksat

Tadil: Düzeltme, değiştirme

İllet: Sebep, hastalık

Sükût: Konuşmama, susma

Şüheda: Şehidler

Ashab: Arkadaşlar, Peygamberimiz Hz. Muhammed’i gören ve onun sohbetinde bulunan müslüman kimseler

Takiyye: Sakınmak, birinin mensup olduğu mezhebi gizlemesi

Şehadet: Şehid olma

Dağladılar: Kızgın demirle yaktılar

Bahadır: Yiğit, kahraman

Kabil-i kıyas: Düşünülebilen

Hıfzetti: Ezberledi

Ashab-ı Suffa: Peygamber Efendimizin Medine’deki mescidinde ikâmet eden ve ilimle uğraşan arkadaşları

Vefa: Sevgi ve dostlukta sebat ve devam

Muallim: Öğretmen

Mehveş: Ay yüzlü, güzel

Müezzin: Ezan okuyan

Celadet: Yiğitlik

Âbide: Gelecek nesillere yâdigâr kalacak eser,  anıt

Münbit: Ekilmiş olan bir şeyi iyi yetiştiren, verimli

Mucid: İcad eden, yeni bir şey bulup ortaya koyan

Yaver: Yardımcı, emir subayı

Vecd: İlahi aşkla kendinden geçme

Aşr: Dam, çatı, Allah’ın kudret ve azametinin tecelli ettiği yer

Âlâ: Daha iyi, daha yüksek

Avaz: Ses, seda

Defn: Defin, gömme

Mahluk: Allah tarafından yaratılmış

Güzide: Seçilmiş

Güruh: Kalabalık, topluluk

Kahhar: Kahreden, mahveden, kahreden kuvvet ve kudret sahibi, Allah

Sersefil: En sefil

Müşrik: Şirk koşan, bir Allah’ı inkar eden

Zir-ü zeber: Alt-üst, baş aşağı

Hicret: Hz. Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göç etmesi.

Nasihat: Tavsiye, öğüt

Hakaik: Gerçekler

Bezm: Sohbet meclisi

Feyz: Artma, çoğalma, bereket

Feyizyab: Feyiz dolu

Muhabbet: Sevgi

Ankebut: Örümcek

Balçık: Koyu kıvamlı yapışkan çamur

Temaşa: Bakma, seyretme

Belagat: Ulaştı, söz ve yazıda; düzgün, sanatlı ve tesirli ifade

Nezih: Temiz, pak

Geda : Dilenci, yoksul

Katre: Damla