EBÎ ve RESÛL OLMASI

Kur'ân-ı Kerim’de peygamberler için kullanılan ifadelerden birisinin de, “nebî” olduğunu görmekteyiz.[1] Lügatte “Nebî” kelimesi, hemzeli ve hemsezis olarak iki şekilde kullanılmak­tadır. Hemzeli olarak “en-nebeü”, haber demek olup, “en-Nebiyyu”ise haber veren anlamına gelmektedir ki,[2] Kur'ân’da: عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ (1) عَنِ النَّبَإِ الْعَظِيمِ (2) الَّذِي هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ “Onlar bir­birine neyi sorup duruyorlar? Hakkında ihtilafa düştükleri o mühim haberi mi?” (Nebe’ 78/1-3) şeklinde geçmektedir. Hem­zesiz olarak ise“nebî”, “nebve” kelimesinden türemiş olup, yükseklik, yüksek makam anlamlarına gelmektedir. Buna göre nebî, Allâh katında yüksek bir dereceye sahip olması ve insanların hidâyetine vesile olması sebebiyledir ki, yüce bir makam sahibi olarak vasıflandırılmıştır.[3] “Nebî” kelimesinin çoğulu, “enbiyâ” ve “nebiyyûn” olarak gelmektedir.[4] Istılahta ise, yeni bir kitap ve yeni bir şerîatle gönderilmeyip de, ken­disinden önceki bir peygamberin kitabını ve şerîatını ümmetine bildirmeğe görevli olan peygambere denir.[5] 

“Resûl”e gelince, bu kelime “resele” kelimesinden türemiş olup, belli bir görev verilerek bir yere gönderilen elçiye denir.[6] Çoğulul “Rüsul” olup, Kur'ân-ı Kerim’de, hem peygamberler, hem de melekler için kullanılmaktadır.[7] Istılahta ise, yeni bir kitap ve yeni bir şerîatla insanlara gönderilen peygambere denir.[8] Resûl ile nebî arasında bazı farkların olduğunu kabul edenler olduğu gibi, bunların ikisinin de aynı anlama geldiğini söyleyenler vardır. Aynı zamanda resûlün, nebîden daha umû­milik arzettiğini, her resûlün aynı zamanda nebî olduğunu, an­cak her nebînin resûl olamayacağını kabul edenler de vardır.[9]

Resûl ve nebî arasında fark olduğunu ileri sürenler delil olarak: وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلاَ نَبِيٍّ “Senden önce hiç bir resûl veya nebi göndermedik ki..” (Hacc 22/52), وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ

مُوسَى إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولاً نَبِيًّا “Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten O Allah tarafından ihlasa erdirilen bir kul idi, resûl ve nebi idi.” (Meryem 19/51) âyetleriyle, bu konuda rivâyet edilen şu hadisi kullanırlar: Hz. Peygamber (s.a.v)  şöyle buyurmuşlardır: “Nebîlerin sayısı yüz yirmi dört bin olup, resûllerin ise, üç yüz küsürdür.”[10]

مَا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلَكِنْ رَسُـــــــولَ اللهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا

“Muhammed, içinizden hiçbir erkeğin babası değildir, la­kin Allah’ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilir.” (Ahzâb 33/40) âyeti de göstermektedir ki, Hz. Muhammed’den (s.a.v) sonra, hem nübüvvet ve hem de risâlet son bulmuştur. Her kim ondan sonra kendisine Îlâhî bir vahiy geldiğini iddia ediyorsa, o ancak bir yalancı ve sapıktır. Zaten ondan sonra niceleri kendi peygamberliklerini iddia etmişlerdir ki, ancak bunların hepsinin kısa sürede yalan­ları ortaya çıkıvermiştir.[11]

Kur'ân-ı Kerim’de Hz. Peygamberin hem nebî, hem de resûl olarak vasıflandırıldığını görmekteyiz:

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّــــا أَرْسَــــلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّـــــرًا وَنَذِيرًا (45) وَدَاعِيـــــًا إِلَى اللهِ بِإِذْنِهِ وَسِــــــرَاجًا مُنِيرًا

“Ey şanlı Peygamber! Biz seni insanlar hakkında şahid, müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izniyle O’nun yoluna davet eden bir peygamber ve aydınlatan bir lamba olarak gönderdik.” (Ahzâb 33/45-46)

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ ِلأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَنْ يُعْرَفْنَ فَلاَ يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللهُ غَفُورًا رَحِيمًا

“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle, ev dışına çıktıkları zaman dış elbiselerini üzerlerine salı­versinler. Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve ken­dilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır. Allah Gafurdur, Rahimdir.” (Ahzâb 33/59)

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللهُ يَعْصِمُكَ مِنْ النَّاسِ إِنَّ اللهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ

“Ey Peygamber! Rabb’inden sana indirilen buyrukları teb­liğ et! Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olur­sun. Allah seni, zarar vermek isteyenlerin şerlerinden koruya­caktır. Allah kâfirleri muradlarına erdirmez.” (Mâide 5/67) وَأَرْسَـــلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللهِ شَهِيدًا “Ey Resûlüm! Seni bütün insanlara Elçi gönderdik. Allah’ın buna şahit olması yeter de artar!” (Nisâ 4/79)

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَاْلإِنجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُم إِصْرَهُمْ وَاْلأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمْ الْمُفْلِحُونَ

“Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve incillerde vasıfları yazılı o Peygambere tâbi olurlar. O Peygamber ki kendilerine meşrû şeyleri emreder, kötülükleri yasaklar. Kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar şeyleri ise haram kılar, üzerlerindeki ağır­lıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar.Ona iman eden, onu destekleyen, ona yardımcı alan ve onunla beraber indirilen nûra tabi olanlar var ya, işte felaha erenler onlardır.” (A’râf 7/157),

مَا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلَكِنْ رَسُولَ اللهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا

“Muhammed, içinizden hiçbir erkeğin babası değildir, la­kin Allah’ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilir.” (Ahzâb 33/40)

Netice itibariyle diyebiliriz ki, bazı peygamberler sâdece nübüvvetle vazifelendirilmiş, bunun için de o, nebî olarak anıl­mış; bunun yanında bazı peygamberler de hem nübüvvet ve hem de risâletle görevlendirilmiş olup, dolayısıyla her iki sıfatla da vasıflandırılmışlardır. Resûlullah da, hem nebî ve hem de resûl olup, Kur'ân’da bu her iki adla da isimlendirilmiştir.[12]


[1] Abdulbâkî, Muhammed Fuad, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, s. 686-687.

[2] İbn Manzûr, a.g.e, 1/162.

[3] Râğıb, a.g.e, 481-482; Fîrûzâbî, Kâmus, s. 67; İbn Manzûr, a.g.e, 1/163.

[4] Bkz: Abdulbâkî, a.g.e, s. 687.

[5] Zemahşrî, a.g.e, 3/164; Râzî, Tefsîr, 23/43-44; Âlûsî, a.g.e, 17/172-173; Eşkar, er-Rüsul ve’r-Risâlât, s. 14; Kılavuz, A. Saim, Anahatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelâm’a Giriş, s. 146; Ayrıca bkz: Ebu’l-İzz, Ali b. Ali b. Muhammed, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, 1/155; Cürcânî, a.g.e, s. 239; Reşîd Rızâ, a.g.e, s. 10; Elmalılı, a.g.e, 1/310-311.

[6] Râğıb, a.g.e, s. 195; Dâmeğânî, Hüseyn b. Muhammed, Kâmûsu’l-Kur’ân, s. 203-204.

[7]  Râğıb, a.g.e, s. 195.

[8] Râzî, Tefsîr, 23/43-44; Âlûsî, a.g.e, 17/172-173; Eşkar, a.g.e, s. 14; Elmalılı, a.g.e, 5/496-597.

[9] Bu tartışmalar için bkz: Kurtubî, a.g.e, 12/80; Râzî, Tefsîr, 23/43-44; Âlûsî, a.g.e, 17/172-173; Sâbûnî, a.g.e, s. 17-19; Eşkar, a.g.e, s. 13-15; Elmalılı, a.g.e, 5/496-497.

[10] Ahmed b. Hanbel, 5/266.

[11] Reşîd Rızâ, a.g.e, s. 10.

[12] Nebi ve Resûl kavramıyla ilgili daha geniş bilgi için bkz: Soysaldı, Mehmed, Kur'ân Semantiği Açısından İnaçla İlgili Temel Kavramlar, s. 140-151.