|
||
Şüphesiz her peygamber, her dâvâ adamı, her lider, uğrunda hayatını feda ettiği düşüncelerini, planlarını hayata geçirmek için gayret sarfeder. Onun biricik hedefi, kendisinin herkes tarafından anlaşılması ve getirdiği düsturların kabul edilip uygulanmaya konulmasıdır. Ancak bu, herkes için ulaşılacak bir netice değildir. Bazıları daha işin başında, bazıları ortasında, bazıları sonuna doğru ömürlerini bitirir, hedeflerine ulaşmadan bu dünyadan ayrılırlar. Meselâ hiç kimse Hz. Îsâ’nın davetini tamamladığını söyleyemez. Pek çoklarının hayatına kıyıldığı Benîisrâil peygamberleri için de aynı durum söz konusudur. Ancak Hz.Muhammed’in (s.a.v) hayatına baktığımız zaman, getirdiği dini tamamıyla tebliğe muvaffak olduğunu, hedeflerini gerçekleştirdiğini ve neticeyi elde ettiğini görmekteyiz. Tebliğini tamamlayamayan peygamberler, bir yönüyle hayatları son bulduğu için, diğer bir yönüyle de, kendilerinden sonra başka bir peygamber, onların eksik bıraktığı şeyleri tamamlayacağı için böyle bir özellik taşımaktadırlar. Giden peygamberler, kendilerinden sonra başka peygamber geleceğini haber vermişlerdir. Meselâ Hz. Yahyâ: “Ben sizi günahlarınızdan dolayı af ve mağfirete eresiniz diye su ile vaftiz ediyorum, fakat benden sonra gelecek ve eğilip önünde pabuçlarının iplerini çözmeye dâhi lâyık olamayacağım kadar büyük ve muhteşem bir peygamber sizi ateş ve rûhla vaftiz edecektir.” diyerek, kendisinden sonra Hz.Peygamberin geleceğini bildirmiştir.[1] Hz.Îsâ: “Ve ben Baba’dan isteyeceğim. Ve O size, sizinle dâima kalacak olan başka bir Periqlytos gönderecektir.”[2] demektedir ki, burada “Periqlytos”’tan kasdedilenin Resûlullah olduğu söylenmiştir.[3] Zaten Kur'ân'ın bir âyeti de, Hz.Îsâ’nın, İsrâiloğullarına bununla ilgili olarak söylediği şu sözü nakletmektedir: وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَابَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُــــولُ اللهِ إِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِنْ بَعْدِي اسْــــــمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُبِينٌ “Vakti geldi, Meryem’in oğlu İsa da: “Ey İsrail oğulları!” dedi, “Ben size Allah’ın Resûlüyüm. Benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek, benden sonra gelip ismi “Ahmed” olacak bir Resûlü müjdelemek üzere gönderildim. Ne zaman ki o Resûl, açık açık delillerle kendilerine geldi:”Bu, kesin bir büyüden ibarettir” dediler.” (Saf 61/6) Halbuki Resûlullâh'ın nübüvvetinde, kendisinden sonra başka bir peygamberin geleceği haberi yoktur. Çünkü onun eksik bıraktığı birşey yok ki, onu tamamlamak üzere diğer bir peygamber gelmeğe ihtiyaç görülmüş olsun.[4] Kur'ân-ı Kerim de, dinin kemâle erdirilmek sûretiyle Yüce Allah'ın insanlara olan nimetinin tamamlandığını haber vermektedir: الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ اْلإِسْلَامَ دِينًا “İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.” (Mâide 5/3) Yani size bütün iman, akâid ve ahlâk kurallarını koydum ve en mükemmel teşrî usûlü ve ictihad kanunlarını öğrettim, bundan sonra bu ahkâmın nesholma durumu kalmadı. Sizi tevfik ve hidâyetle tam saâdete eriştirdim, gâlip ve muzaffer kıldım. Mücâhedelerinizin meyvelerini toplattırarak, özetle sizi kuvvetli bir güce ve hâkim bir devlete mazhar kıldım. Şu halde müslümanlar bundan böyle başka tebliğleri beklemeyerek ve haramların kaldırılabileceğini hatıra getirmeyerek bu din gereğince akitlerini yerine getirmeğe ve Îlâhî nimetler ile nimetlenmiş olmağa devam etmelidir.[5] Sosyal bir teşkilatçı olarak tam bir karışıklık ve vuruşma hali yaşayan bir ülkede o, bir hiç ile başlamış ve on sene içinde, Irak ve Filistin’nin güney bölgeleri de dahil bütün Arap Yarımadası’nın tamamını kapsayan, yüzölçümü üç milyon kilometrekareden fazla bir devlet kurma sonucuna ulaşmıştı. Bu Devleti o, kendisinden sonra onbeş yıl gibi kısa bir müddet içinde Avrupa, Asya ve Afrika gibi üç kıtaya olmak üzere aynı ülkeyi genişleten haleflerine emânet edip çekildi. Bir Fâtih sıfatıyla giriştiği savaşlarda, her iki taraftan da verilen kayıplar bir kaç yüz kişiyi aşmaz; bununla beraber bütün bu fetholunan topraklarda yaşayan insanlar tam bi itâat altına alınmışlardır. Gerçekte o, bedenler üzerinde olmaktan çok, kalplere hükmediyordu. Kendi hayatında iken din tebliğinde elde ettiği başarı, Vedâ Haccı esnasında Arafat’ta 150.000 kişilik bir mü’min topluluğuna hitap edecek kadar büyük olmuştur ki, bu târihî olayın cereyan ettiği esnada, çok daha büyük sayıda müslümanın o yıl Hacc’a iştirak edemeyip kendi bölgelerinde kalmış olduklarını düşünebiliriz.[6] Hz.Peygamberin (s.a.v) tebliğini tamamlamasına ayrı bir işaret de, onun, hayatının son dönemlerinde, refîk-i a’lâyı istemesiydi.[7] Zâten Vedâ Hacc’ının sonunda da: “Size benden sorulacak, ne diyeceksiniz?” demiş, asbap da: “Şehâdet ederiz ki sen tebliğ ettin, vazîfeni yerine getirdin. Samimiyetle görevini yaptın.” deyince o, parmağını göğe kaldırarak: “Allahım şâhid ol! Allahım şâhid ol! Allahım şâhid ol! demişti.[8] Demek ki o, gönderiliş gayesini gerçekleştirmiş, tebliği herkese ulaşmış, artık bundan sonra varacağı yer olan İlâhî kurbiyeti arzu ediyordu. [1] Bu konuda daha geniş bilgi için bkz: Abdulahad Dâvûd, a.g.e, s. 206-214. [2] Yuhannâ, 14/16 vd. [3] Bkz: Abdulahad Dâvûd, a.g.e, s. 282-299. [4] Süleyman Nedvî, er-Risâletü’l-Muhammediyye, s. 165. [5] Elmalılı, 3/158-159. [6] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/6. [7] Buhârî, Merdâ 19; Megâzî 83, 84; Rikâk 42; Müslim, Selâm 46; Tirmizî, Daavât 76; İbn Mâce, Cenâiz 64; Muvatta, Cenâiz 46, 47; Ahmed b. Hanbel, 6/45, 48, 74, 89. [8] Buhârî, Hacc 132; Ebû Dâvûd, Menâsik 56; İbn Mâce, Menâsik 84; Dârimî, Menâsik 34. |
||