|
||
Haddi zâtında her peygamber, Allâh'ın insanlara bir lütfu ve rahmetidir. Ancak son peygamber olması, nübüvvetinin, cinler de dahil herkesi içine alması ve herkesin bir şekilde onun peygamberliğinden istifade etmesindendir ki o, âlemlere rahmet olarak tavsif edilmiştir: وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ “İşte bunun içindir ki ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.” (Enbiyâ 21/107) “Rahmet”, merhamete muhtaç olana iyilik etmeyi gerektiren şefkat duygusu olarak tarif edilmiştir. Bu kelime, bazen mücerred bir şefkat duygusu, bazen de şefkatten mücerred bir iyilik duygusu mânâsına kullanılmaktadır. Yani rahmette hem şefkat, hem de iyilik etmek mânâları vardır. Rahmet Allâh'tan olunca, ihsan, lütuf ve ikram mânâlarına; insanlardan olunca da şefkat ve acıyıp iyi muâmele etmek anlamlarına gelmektedir.[1] Rahmet, Allâh'ın sıfatlarından olup, Kur'ân'ın farklı âyetlerinde üzerinde durulmaktadır: وَلاَ تُفْسِدُوا فِي اْلأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَةَ اللهِ قَرِيبٌ مِنْ الْمُحْسِنِينَ “Düzeltilmiş olan ülkeyi ifsat etmeyin. Hem endişe, hem de ümit ile Ona yalvarın. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır.” (A’râf 7/56), وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَـــــبُوا لَعَجَّلَ لَهُمْ الْعَذَابَ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِهِ مَوْئِلاً “Sen’in mağfireti bol Rabb’in, merhametlidir. Eğer işledikleri suçları sebebiyle onları cezalandıracak olsaydı, azabı onlara hemen gönderirdi. Fakat onlar için belirlenmiş bir süre vardır ki o vâde geldiğinde Allah’ın cezasından kaçıp sığınacak hiçbir yer bulamazlar.” (Kehf 18/58), وَمَا كَانَ اللهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ “..Allah, imanınızı zayi edecek değildir. Çünkü Allah, insanlara karşı pek şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Bakara 2/143) أَلاَ تُحِبُّونَ أَنْ يَغْفِرَ اللهُ لَكُمْ وَاللهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ “Siz de Allah’ın sizi affedip müsamaha göstermesini arzu etmez misiniz? Allah gerçekten Gafurdur, Rahimdir.” (Nûr 24/22). Şefkat hissi, özellikle eğitimle ilgilenenler için bulunması gerekli olan bir vasıftır. Kalbi katı olan birisinin gerçek mürebbî olması düşünülemez. Zîra rahmet, kalbî bir kıpırdanış, rûhî bir teessür ve insanı, terbiye ettiği kimseleri hafife almaktan engelleyen bir duygudur.[2] Hz.Muhammed (s.a.v), bütün insanlığın muallimi olduğuna göre, rahmet duygusunun en fazla onda bulunması gerekir. Onun rahmeti sâdece inanan insanları değil, aynı zamanda bütün insanlığı içine alan bir rahmettir. Âyetin ifadesiyle o, bütün âlemlere rahmettir: وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ “İşte bunun içindir ki ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.” (Enbiyâ 21/107) Ve bu rahmet, hem dînî, hem de dünyevî yöndendir. Dînî yönden rahmet olması: Hz.Peygamber, insanlar câhiliye dediğimiz karanlık bir devrede, dalâlet içerisindeyken ve aynı zamanda ehl-i kitab’ın da, kendi kitaplarında ihtilafa düştükleri bir dönemde gönderilmiştir. Böylece Allah onu, gerçeği aramaya ve kurtuluş ile mükâfaatı kazanmaya hiçbir yolun bulunmadığı bir zamanda göndermiş, onunla insanlara, hidâyete giden yolları göstermiştir. Dünyevî bakımdan rahmet olması: İnsanlık onun sayesinde pekçok zilletden, harpden, kargaşadan kurtulmuş, gerçek sulha ve huzura kavuşmuştur.[3] Resûlullâh'ın rahmeti, müslümanları, gayr-ı müslimleri, dostları, düşmanları, hürleri, köleleri, büyükleri, küçükleri, hattâ insanların yanında hayvanları da içine alacak kadar geniş bir rahmettir.[4] Evet onun rahmeti, mü’mine hidâyet, münafığın hayatı için bir emân,[5] kâfire de İlâhî azabın te’hiri şeklinde tecellî etmiş,[6] münafıklar, bu rahmet sayesinde dünyada azap görmemişler, müslümanlarla içli dışlı yaşamışlar, onların istifade ettikleri haklardan istifade etmişler ve onların bu durumları yüzlerine vurulmamıştır. Daha önceki milletler, Allah'a karşı yaptıkları isyanlardan toptan helak edildikleri halde, Resûlullah geldikten sonra böyle bir durum söz konusu olmamıştır. Böylelikle kâfirler de bu rahmetten istifade etmişlerdir. Yani onun varlığı, azabın gelmesini önleyen bir özelliğe sahiptir: وَمَا كَانَ اللهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنْتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ “Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azap etmez.” (Enfâl 8/33) Ve Allâh Resûlü’nün bununla ilgili şu sözleri: “Ben rahmet olarak gönderildim, lanetçi olarak değil.”[7] “Ben Muhammed’im, Ben Ahmed’im, Ben Mukaffî -son peygamberim- Ben Hâşir’im. Ben tevbe ve rahmet peygamberiyim.”[8] Allah Resûlü’nün rahmetinin genişliğinden, Cibril’in dahi istifade ettiği rivâyet edilmektedir. Bir gün Hz. Peygamber Cibril’e sorar: “Sana da bu rahmetten birşey ulaştı mı?” Cibril: Evet Ya Resûlallah! Çünkü ben de âkibetimden emin değildim. Ne zaman ki: “Kuşkusuz o, değerli bir elçinin sözüdür. O elçi güçlü, Arş’ın sahibinin yanında çok itibarlıdır. Orada ona itaat edilir, güvenilir.”[9] âyeti nâzil oldu, ben de emniyete erdim.”[10] buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk, Resûlullâh'a merhametli olmasını, mü’minlere kanat germesini tavsiye etmiş: وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ “Ve müminlere kol kanat ger, şefkatle koru onları.” (Hicr 15/88), وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَالْمُؤْمِنِين َ “Sana tabi olan müminlere kol kanat ger.” (Şuârâ 26/215) gibi âyetlerle onlar için bir rahmet olduğunu bildirmiştir: وَمِنْهُمُ الَّذِيـنَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُـوَ أُذُنٌ قُلْ أُذُنُ خَيْـرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذِينَ آمَنُـوا مِنْكُمْ وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللهِ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için “O herkese kulak veren safın biridir” derler. De ki: “Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir, Allah’a inanır, müminlere güvenir. İman edenleriniz için bir rahmettir O!” İşte böylesi bir Allah Resûlünü incitenler yok mu? En acı azap onlara olacaktır.” (Tevbe 9/61) aynı zamanda kendisine âit iki isimle de onu vasıflandırmıştır: عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ “Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 9/128). Hz.Peygamber, ümmetine o kadar düşkündür ki, zaman zaman bu yüzden dolayı göz yaşı bile dökmektedir. Bir gün Resûlullâh, Hz.İbrâhim hakkındaki: فَمَنْ تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَحِيمٌ رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِنْ النَّاسِ “Ya Rabbi, doğrusu onlar (putlar) insanların bir çoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tabi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse o da senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafursun, Rahimsin.” (İbrâhim 14/36) âyeti ile, Hz.Îsâ hakkındaki: إِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ وَإِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Senin kullarındır. Onları affedersen, Aziz-u Hakim: Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi ancak Sensin.” (Mâide 5/118) âyetini okuyarak ellerini kaldırmış: “Ya Rabbi! Ümmeti! Ümmeti!..” diye duâ etmiş ve göz yaşı dökmüş. Bunun üzerine Allah: “Ya Cibril! Muhammed’e git, ona niçin ağladığını sor.-Rabbin onun niçin ağladığını pekalâ bilir ya.-” demiş. Cibril de ona gelerek sormuş. Resûlullâh da kendisinin ne söylediğini ona haber vermiş. -Halbuki Allah onun ne söylediğini pekalâ bilir.- Nihayet Allah: “Ya Cibril! Git Muhammed’e şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında razı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz.” buyurmuştur.[11] Ayrıca: “Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın.” (Duhâ 93/5) âyetiyle de bu durum te’yid edilmiştir. Hz.Peygamber (s.a.v), insanları inanmadıkları zaman karşılaşacakları kötü âkibet karşısında uyarıyor ve onları hidâyete da’vet ediyordu. Ancak onlar, kendilerini hayra çağıran bu insana karşı koyuyorlar ve inanmak istemiyorlardı. Bu durum karşısında şefkat ve merhamet timsali Allâh Elçisi dayanamıyor, sıkıntılı anlar geçiriyordu: فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ عَلَى آثَارِهِمْ إِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهَذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا “Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin!” (Kehf 18/6), لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ أَلاَّ يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ “Onlar iman etmiyor diye üzüntüden neredeyse kendini yeyip tüketeceksin.” (Şuârâ 26/3). Resûlullah'ın bu sıkıntısını gidermek, onu rahatlatmak ve üzülmemesini sağlamak için, İlâhî bir îkaz geliyor, hidâyet ve dalâletin Allâh'ın elinde olduğu belirtiliyordu: أَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَنًا فَإِنَّ اللهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ فَلاَ تَذْهَبَ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ إِنَّ اللهَ عَلِيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ “Hiç kötü işleri kendisine güzel görünen kimse, iyilik edip dürüst işler işleyen kimse gibi olur mu? Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini doğru yola iletir. O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir.” (Fâtır 35/8). Resûlullâh (s.a.v), son derece hassas ve gözü yaşlı bir insandı. Fakirlere acır, bütün canlılara ve hayvanlara şefkat ve merhametle muamele ederdi. Halka da hayvanlara karşı şefkatli olmalarını tavsiye ederdi.[12] Rahmet, Hz.Peygamber’in âdeta rûhuydu. Onun devamlı süründüğü güzel bir kokusu ve yaratılıştan kendisinde bulunan güzel bir hasletiydi. O, şefkat ve merhamete, içinden gele gele inanıyor ve onu özellikle tatbik ediyordu. Rahmetle ilgili sözlerine ve tatbikatlarına baktığımızda, bunu açıkça görmek mümkündür.[13] Bu rahmet duygusundan dolayıdır ki o, namazı uzun kıldırıpta başkalarına sıkıntı verdiğinden dolayı birini azarlamış,[14] namazda çocuk sesini duyunca, namazı kısa kesmiş,[15] bazılarının bütün bir seneyi oruçlu geçirdiğini duyunca onlara bunu yasaklamış,[16] çocuklarını sevip okşamayanı îkaz etmiş,[17] bir köpeğe acıyıp, onun susuzluğunu gideren günahkar bir kadının bu davranışını övmüş ve cennete gitmesine sebep göstermiş,[18] kedinin ölümüne sebep olan ibâdete düşkün başka bir kadını ise cehennemlik olarak tavsif etmiştir.[19] Merhametle ilgili Hz.Peygamber (s.a.v)’in bazı sözleri: “Allah, ancak merhametli kullarına merhamet eder.”[20] “Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”[21] “Allah, herşeye iyilikle, güzellikle muâmele edilmesini ister. Hayvanları kestiğinizde zahmet vermeden güzelce kesiniz. Biriniz hayvanı boğazlayacağı zaman bıçağını iyice keskinleştirsin ve hayvana kolaylık göstersin.”[22] [1] Râğıb, a.g.e, s191; Fîrûzâbâdî, Besâir, 3/53. [2] Kalacı, a.g.e, 264-265. [3] Râzî, Tefsîr, 22/199. [4] Hûfî, a.g.e, s. 195. [5] Kâdı Iyaz, a.g.e, 1/17; Sâbûnî, a.g.e, s. 294. [6] Kâdı Iyaz, a.g.e, 1/17; Âlûsî, a.g.e, 17/105; Sâbûnî, a.g.e, s. 294. [7] Müslim, Birr 87. [8] Müslim, Fezâil 126; Ahmed b. Hanbel, 4/395. [9] Tekvîr 81/19-20. [10] Kâdı Iyaz, a.g.e, 1/17. [11] Müslim Îman 346. [12] Nedvî, Ebu’l-Hasan, Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed, (Çev: Abdulkerim Özaydın), s. 423-424. [13] Muhammed Hâlid, Hâlid, İnsâniyyât-u Muhammed, s. 14-15. Bu kitabın 13-57. sahifelerinde, Hz. Peygamber’in şefkat ve merhametiyle ilgili geniş bilgiler bulmak mümkündür. Ve bu konuda edebî bir üslupla yazılan, önemli bir eserdir. [14] Ashaptan birisi Resûlullâh'a gelerek, sabah namazlarını cemaatla kılamadığını, bunun da sebebinin imamın namazı uzatmasının olduğunu söylemiş. Hz. Peygamber de vazifeli şahsı çağırarak, onu sert bir şekilde uyarmış ve şöyle demiştir: “İçinizde nefret ettirenler var.Kim namaz kıldırırsa onu kısa tutsun. Zîra cemaatin içerisinde zayıf, ihtiyar ve ihtiyacı olanlar vardır.” Buhârî, İlim 28; Ezan 61,63; Edeb 75; Ahkâm 13; Müslim, Salat 182; İbn Mâce, İkâme 48; Dârimî, Salat 46; Ahmed b. Hanbel, 4/118,119; 5/273. [15] Bununla ilgili olarak Resûlullâh şöyle buyurmuştur: “Ben namaza duruyor ve onu uzun kılmak istiyorum. Sonra bir çocuk ağlaması duyuyorum. Annesinin ona duyacağı heyecanı bildiğim için hemen namazı kılıp bitiriyorum.” Buhârî, Ezan 65; Müslim, Salat 192. [16] Bir defasında ashaptan üç kişi, Resûlullâh'ın ibâdetini sormak için onun hanımlarının yanına gitmişlerdi. Bunlara Hz. Peygamber’in ibadeti haber verilince güya bunu az görerek: “Biz nerede, Resûlullâh nerede? Muhakkak ki Allah, Peygamber’nin geçmiş olan ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan bütün güNahl,arını mağfiret etmiştir.” dediler. Sonra da içlerinden birisi: “Ben geceleri daima namaz kılacağım.” dedi. Diğeri: “Ben de her zaman oruç tutacağım.” dedi. Üçüncüsü de: “Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim.” dedi. Onlar bu söz üzerindeyken Resûlullâh bunların yanına gelerek: “Siz şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz değil mi? Fakat şunu iyi biliniz ki: Ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve korunanınızım. Bununla beraber ben kâh oruç tutarım kâh tutmam. Gecenin bir kısmında namaz kılarım, bir kısmında uyurum. Kadınlarla da evlenirim. (İşte benim sünnetim budur.) Her kim benim bu yolumdan yüz çevirirse, benden değildir.” buyurdular. Buhârî, Nikah 1. [17] Akra b. Hâbis, Resûlullâh'ın Hz. Hasan ve Hüseyn’i kucağına alıp sevdiğini görünce: “Benim on çocuğum var; daha hiçbirini öpmüş değilim.” deyince Allah Resûlü: “Allah senin kalbinden merhamet duygusunu almışsa, ben sana ne yapabilirim ki?” buyurmuştur. Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil 64; İbn Mâce, Edeb 3; Ahmed b. Hanbel, 6/56. [18] Hz. Peygamber, bununla ilgili şöyle buyurmuştur: “Allah, bir köpek yüzünden, ahlaksız bir kadını affedip cennetine aldı. Köpek bir kuyunun başında, susuzluktan dili sarkmış bir vaziyette soluyup duruyordu. Tam o esnada oradan geçmekte olan bu kadın, köpeğin halini görünce dayanamadı. Hemen belinden kemerini çıkarıp ayakkabısına bağladı, bununla kuyudan su çıkarıp köpeğe içirdi, böylece köpek ölümden kurtuldu. İşte bu tadının bir köpeğe karşı bu davranışı, onun affına sebep oldu ve Allah, onu cennetine koydu.” Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selam 153. [19] “Bir kadın bir kedi yüzünden cehenneme girdi. Ne o kediye yedirdi, içirdi ne de salıverdi. Ve kedi açlıktan öldü. O kadın da bu yüzden cehenneme girdi.” Buhârî, Musâkât 9; Ahmed b. Hanbel, 2/507. [20] Buhârî, Cenâiz 32; Eymân 9; Müslim, Cenâiz 9,11; Ebû Dâvûd, Cenâiz 24; Edeb 58; Nesâî, Cenâiz 22; İbn Mâce, Cenâiz 53; Ahmed b. Hanbel, 5/204, 206, 207. [21] Tirmizî, Birr 16. [22] Ebû Dâvûd, Edâhî 12; Tirmizî, Diyât 14; Nesâî, Dehâyâ 22, 26, 27; İbn Mâce, Zebâih 3. |
||