يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ
شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا (45) وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ
وَسِرَاجًا مُنِيرًا (46)
Ahzab Suresi 45-46 Ayetler
45- Ey Peygamber,(81) gerçekten biz seni bir şahid,(82) bir
müjde verici ve bir uyarıcı(83) -korkutucu olarak gönderdik.
46- Ve kendi izniyle Allah'a çağıran(84) ve nur saçan bir çerağ olarak
(gönderdik)
81. Müminlere tavsiyelerde bulunduktan sonra Allah,
Peygamberine teselli edici şeyler söylemektedir: "Biz sana böyle yüce bir makam
lütfettik ve seni şerefli bir mevkiye yükselttik. Düşmanların iftira ve suçlama
propagandalarıyla sana hiçbir zarar veremezler. Bu nedenle onların bu
fitnelerine gönül koymamalı, propagandalarına da önem vermemelisin. Onlar ne
söylerlerse söylesinler, sen görevini ifa etmeye devam etmelisin." Bunun
yanısıra hem kafirlere, hem de mü'minlere, hakkında konuştukları şahsın sıradan
bir kimse olmadığı, Allah'ın yüce mevki ve makamlar lütfettiği değerli bir şahıs
olduğu da söylenmektedir.
82. Peygamber'in şahit olmasının anlamı çok geniştir. Üç tür şehadeti kapsar:
1) Sözlü şehadet: Yani Peygamber, Allah'ın dininin temel dayanakları olan
ilkelerin gerçekliğine şehadet etmeli, bunların hak, buna aykırı olan herşeyin
ise batıl olduğunu açıkça söylemelidir. Korku ve tereddüte kapılmaksızın
Allah'ın varlığını, birliğini, meleklerin varlığını, vahyi, öldükten sonra
hayatın varolduğunu, cenneti, cehennemi, insanlara garip görünse, onunla alay
etseler bile açıkça ilan etmelidir. Aynı şekilde Peygamber, Allah'ın kendisine
vahyettiği sosyal hayat, medeniyet ve ahlâkın temelini oluşturan kavram, ilke,
değer ve kuralları bütün dünya bunları yanlış kabul etse ve praktikte karşı
gelse bile insanlara açıkça göstermeli; varolan veya bu ilkelere ters düşen
kavram ve düşünceleri reddetmelidir. Peygamber, Allah'ın kanunlarına göre ne
haramsa -bütün dünya o şeyi helal kabul etse bile- onu haram ilan etmeli ve
Allah'ın kanunlarına göre ne helalse -bütün dünya o şeyi haram kabul etse bile-
onu helal ilan etmelidir.
2) Uygulamada şehadeti: Yani Peygamber, bütün insanlara sunmak üzere
görevlendirildiği şeyleri illa önce kendi nefsinde uygulayarak göstermelidir.
Onun hayatı, kötü dediği şeylerden uzak olmalı ve kişiliği iyi, mükemmel diye
adlandırdığı davranışları yansıtmalıdır. Farz dediklerini ilk önce kendisi
yapmalı, günah dediklerinden sakınmaya en fazla kendisi dikkat etmelidir. Onun
karakter ve davranışları, davetinde ne kadar samimi olduğuna şehadet etmelidir.
Onun şahsı, getirdiği talimatın öyle bir modeli olmalıdır ki, onu gören bir
kimse, tüm dünya, davet ettiği iman ile nasıl bir insan oluşturmak istediğini, o
insana nasıl bir karakter yerleştireceğini ve bu insan sayesinde dünyada nasıl
bir hayat tarzı, nasıl bir sistem kuracağını hemen anlayabilmelidir.
3) Ahirette şehadet: Ahirette Allah'ın mahkemesi kurulduğunda, Peygamber,
hiçbir eksiltme ve değiştirme yapmaksızın kendisine emanet edilen tebliği
insanlara ulaştırdığına ve gerek söz, gerekse davranış olarak insanlara hakkı
açıklamamakta hiçbir zayıflık ve kaypaklık göstermediğine şehadet edecektir. Bu
şehadete dayanılarak müminlerin hangi mükafatı, kafirlerin ise hangi cezayı
hakettikleri belirlenecektir.
Buradan, Allah'ın Peygamberi şahit kılarak ona nasıl büyük bir sorumluluk
yüklediği ve bu yüce makama layık olan şahsın ne kadar büyük bir şahsiyet olduğu
fikri ortaya çıkmaktadır. Dinle ilgili Hz. Peygamber'in (s.a) sözlü olarak ve
uygulamada şehadet etme konusunda hiçbir gevşeklik ve ihmal göstermediği
sabittir. İşte bu nedenle, o, insanlara hakkı ve Allah'ın kendilerini nasıl bir
hesaba çekeceğini açıkça tebliğ ettiği hususunda şahitlik edebilecektir.
Aksi takdirde eğer Hz. Peygamber (s.a) -Allah korusun- bu dünyada sözlü ve
uygulamalı şehadetinde bir gevşeklik ve ihmal göstermiş olsaydı, ne ahirette
insanlar aleyhine şahitlik yapabilir, ne de hakkı inkâr edenler için bir mahkeme
kurulabilir.
Bazı insanlar "şahitlik" kelimesine başka bir anlam vermişlerdir. Onlar, Hz.
Peygamber'in (s.a) ahirette insanların amel ve davranışlarına şehadet edeceğini
söylerler. Buradan yola çıkarak, Hz. Peygamber'in (s.a) bütün insanların
amellerini gözlediği, aksi takdirde bu konuda şahitlik yapmayacağı sonucuna
varmışlardır. Fakat Kur'an'a göre bu yorum tamamen yanlıştır. Kur'an, Allah'ın
insanların amellerini kaydetmek için değişik bir sistem kurduğunu söyler. Bu
amaçla Allah'ın melekleri herkes için ayrı bir amel defteri hazırlamaktadırlar.
(Bu konuda bkz. Kaf Suresi: 17-18, Kehf: 49) Bundan başka insanların kendi
uzuvları işledikleri şeylere şahitlik edecektir. (Yâ-sîn: 65, Hâ Mîm es-Secde:
20-21) . Peygamberlere gelince, onlar insanların yaptıklarına şahitlik
etmeyecekler, sadece kendilerinin hakkı tam anlamıyla insanlara tebliğ
ettiklerine şehadet edeceklerdir. Kur'an şöyle der:
"Allah, peygamberleri topladığı gün: 'Size ne cevap verildi?' diye sorar. Onlar
da: 'Bizim bilgimiz yok, muhakkak sen gaybları en iyi bilensin.' derler." (Maide:
109)
Aynı konuda Kur'an, Hz. İsa'ya (a.s) Hıristiyanların sapıklıkları hakkında
sorulduğunda onun şu cevabı vereceğini söyler: "İçlerinde kaldığım sürece
üzerlerinde şahittim. Ne zamanki beni vefat ettirdin, üzerlerinde sen
gözetleyeci oldun." (Maide: 117)
Bu ayetler açıkça peygamberlerin insanların amellerine şahitlik etmeyeceğini
göstermektedir. Onların neye şahitlik edecekleri konusunda ise Kur'an açıkça
şöyle der:
"Ey Müslümanlar, böylece sizi vasat ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız.
Peygamber de size şahit olsun." (Bakara: 143)
"(Ey Muhammed! Uyar) O gün her ümmetin içinden kendilerine bir şahit
getireceğiz. Aynı şekilde seni de bunların üzerine şahit getireceğiz." (Nahl:
89)
Bu, kıyamet gününde Hz. Peygamber'in (s.a) şehadetinin doğal olarak Hz.
Peygamber'in ümmetinin şehadetinden ve bütün diğer ümmetlerin şehadetinden
farklı olmayacağını göstermektedir. Eğer bu, amellerle ilgili bir şahitlik
olsaydı, o zaman bütün bir ümmetlerin ameller üzerinde gözcü olması gerekirdi.
Bu şahitler Allah'ın mesajının insanlara ulaşıp ulaşmadığına şahitlik
edeceklerine göre, Hz. Peygamber (s.a) de aynı konuda şahitlik edecektir.
Aynı nokta, Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn Mace, İmam Ahmed ve diğer muhaddislerin
Abdullan bin Mes'ud, Abdullan İbn Abbas, Ebu'd-Derda, Enes bin Malik ve diğer
birçok sahabeden (Allah hepsinden razı olsun) rivayet ettikleri bir hadis
tarafından da desteklenmektedir: "Hz. Peygamber (s.a) kıyamet gününde bazı
ashabının getirildiğini görecektir. Fakat onlar Peygamber'in yanına
geleceklerine, ya başka tarafa gidecekler veya zorla itileceklerdir. Bunun
üzerine Hz. Peygaber (s.a) "Allah'ım, onlar benim ashabım' diyecektir. Allah da:
'Sen onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun' buyuracaktır." Bu
hadis çok sayıda sahabe ve birçok zincirle rivayet edilmiştir. Öyle ki hadisin
sıhati konusunda hiçbir şüphe yoktur. Bu da, Hz. Peygamber'in (s.a) ümmetinden
her ferde ve o ferdin bütün amellerine şahit olmadığını göstermektedir.
Ümmetinden kimselerin amellerinin ona arz edileceğini bildiren hadis de bununla
muhalefet etmemektedir. Çünkü bu hadis, Allah'ın Peygamberi'ne ümmetinin
amelleriyle ilgili bilgi verdiğini bildirmektedir, yoksa Hz. Peygamber'in (s.a)
bizzat ümmetinden her ferdin amellerini gözlemekte olduğu anlamına gelmez.
83. Bir kimsenin sadece kişisel kapasitesi ile başkalarını, iman ve salih
amellerin sonucu olan iyi bir akıbetle müjdeleyip, küfür ve kötü amellerin
sonucu olan kötü akibetle korkutmasının başka, Allah tarafından ahiretteki iyi
sonla müjdeleyip kötü sonla korkutması için görevlendirilmesinin başka bir şey
olduğuna dikkat edilmelidir. Allah tarafından bu göreve atanan kimse, müjdeleme
ve uyarıp-korkutma konusunda bir yetkiye sahiptir. Bu da onun bu müjdelemesinin
ve korkutmasının meşruiyet temelini teşkil eder. Onun bir amel hakkında müjde
vermesi, onu gönderen büyük Hakim'in bu ameli tasdik ettiği ve buna bir
mükafatla karşılık vereceği, bu nedenle de ya farz, ya vacip, ya da müstehap
olduğu, yani yapana mutlaka mükafat verileceği anlamına gelir. diğer taraftan
onun bir korkutması, yaratıcının onu yasakladığı, bu nedenle onun günah veya
haram olduğu ve bu ameli işleyişinin mutlaka cezalandırılacağı anlamına gelir.
Allah tarafından tayin edilmeyen bir kimsenin müjde ve uyarılarının ise böyle
bir otorite ve dayanağı yoktur.
84. Burada da, yukarıda işaret edildiği gibi sıradan bir insanla Peygamber'in
tebliği arasındaki farka değinilmektedir. Her tebliğci Allah'a çağırabilir fakat
Allah tarafından tayin edilmemiştir. Bunun aksine bir Peygamber, ancak Allah'ın
izni ile insanları Allah'a çağırabilir. Onun çağrısı sadece bir tebliğ değildir,
aynı zamanda onu gönderen Alemlerin Rabbinin verdiği yetkinin desteğine de
sahiptir. İşte bu nedenle Allah'a çağıran davetçiye karşı çıkmak, nasıl hükümet
görevini ifa eden bir memura karşı çıkmak, hükümete karşı çıkmak sayılırsa,
bizzat Allah'a karşı çıkmak olarak kabul edilir. |