HİCRÎ BİRİNCİ VE İKİNCİ YILIN BAZI OLAYLARINA AİT BÖLÜMLER
1. Bölüm Resulullah (Sallaüahu Aleyhi Vesellem) Sâlim B. Avf Oğullan Mescidinde Cuma Namazı Kılması
3. Bölüm Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Hanımlarının Odalarını İnşası
4. Bolüm Ezanın Başlangıcı Ve Onunla İlgili Ortaya Çıkan Bazı Olağanüstü Olaylar
5. Bölüm Resûlullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Ashabını Birbirleriyle Kardeş Yapması
6. Bölüm Kıble Nasıl Değiştirildi?
2. Bölüm Abdullah B. Selam B. El-Hâris Ebu Yusuf'un Müslüman Oluşu
4. Bölüm Yahudiler'in Hz. Peygamber'e (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Ruh İle İlgili Soru Sormaları
6. Bölüm İhlas Sûresi'nin Nüzul Sebebi
8. Bölüm Âl-İ İmran Sûresi 181. Ve En'am Sûresi 91. Âyetin İniş Sebepleri
12. Bölüm (Yahudilerin) Hz. Peygamber'e (Salliiahualeyhiveseikm) Sihir Yapmaları
namazı kıldırdığı musalla olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu konu ileride ele alınacaktır. Tabii İd, O'nun bayram namazı kıldığı yer aslında bu beldenin büyük bir kısmını içine almaktadır.
Resülullah'ın (sallallahu aleyhi veselkm) Uhud hakkındaki sözü "(Bu dağ ki 0 bi^i sever, bh( de onu severi^"'û& onun, cennet ırmaklarından birisi olduğu, onun Bathan vadisinde cennet ırmaklarından birinin üzerinde bulunduğu Resûlullah'm Medine'nin vadisi Akik'i mübarek vadi diye nitelemesi, onun "D, bi'^i sever, bi% de onu severi-^" demesi Resûlullah'm (sallalkh sever, bi% de onu severi-^" demesi, Resûlullah'm (sallalkhu aleyhi vcsellem) Medine'nin meyveleri hakkında: "Acve, cennettendir" sözü Medine'ye özel hususiyetlerdendir. Bi'ru Gars (Gars kuyusu)'ndan ilerde bahsedilecektir Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem) rüyada kendisini, cennet kuyularından birisinin üzerinde görmüş ve onun üzerinde durmuştur. Peygamberlerin rüyası haktır.
Medine mescidinde, daha edepli olmak gerekmektedir. Medine mescidinde namaz kılan için, cehennem ve azaptan kurtuluş sözkonusudur. Üstelik o kişinin münafıklıktan uzak olduğu yazılır. Bunu, İmam Ahmed ve Taberânî güvenilir ravilerle rivayet ettiler. Mescid-ı Nebevi'de iyi Öğrenmek ve iyi öğretmek için alçak sesle konuşma edebini takmmalıdır. Şöyle bir hadis vardır: "Benim mescidimde, e^anı dıtymayıp bir ihtiyaç sebebiyle dışarı çıkan, sonra oraya dönen ancak münafıktır" [1] Bazılarına göre, vahiy meleklerine engel olduğu için, sarımsak yiyenin mescide girmesinin yasak olduğu; minberinin yanında yalan yere yemin eden kimseye ağır ceza gerektiği ve imam el-Gazali'nin açıkladığı gibi, oradaki amellerin iki kat olduğu, orada (Mcscid-i Nebevi'de) kılman namazın, Mescid-i haram hariç, başka yerlerdeki bîn cuma namazı gibi olduğu Medine'nin özelliklerindendir. Medine'de Ramazan ayında oruç tutmak, Beyhakî'nin Câbir b. Abdillah'tan, Taberânî'nin, el-Mu'cemıı'I-Kebh'&e. Bilâl b. el-Hâris'ten ve İbnu'l-Cevzi'nin İbn Ömer'den (radiyaliahu anhum) rivayet ettiğine göre, başka yerlerde tutulan bin ay oruç gibidir.
Medine halkı, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) kendilerine ilk şefaat edeceği kimselerdir. Ayrıca onlara daha fazla şefaat edeceği ve ikramda bulunacağı bildirilmiştir. Hadiste, Medine'de dmltilenin kıyamet gününde korkulardan kurtulacağı söylenmiştir. Medine'deki Baki mezarlığından, yetmiş bin kişinin dolunay şeklinde diriltileceği ve onların cennete hesapsız gireceği, Baki mezarlığında meleklerin görevlendirileceği, orası doldukça, uçlarından tutup cennete dökecekleri, Resülullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) oradan diriltileceği, Medine halkının, diğer insanlardan önce kabirlerinden diriltileceği anlatılmaktadır. Ayrıca sözkonusu kabristanda Resülullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) dua ettiği yerlerde dua etmek müstehap sayılmıştır ki, inşallah bununla ilgili açıklama ilerde gelecektir. Diğer taraftan bir sütunun yanında, minberin yanında, Baki'nin Dam Akil köşesinde ve Fetih mescidinde dua etmenin müstehap olduğu söylenmektedir.
Oradaki mescidin kudsiyeti ve yatırların çokluğuna rağmen otanm toprağını beğenmeyen kimse pis kabul edilir. Nitekim İmam Mâlik, "Oranın toprağı pistir" diyene otuz kırbaç vurulmasını ve dövüldükten sonra da takati kalmışsa hapsedilmesini emretti ve şöyle dedi: Resülullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) gömüldüğü toprağın iyi olmadığını söyleyenin, boynu vurul s ayeridir."
Medine'ye bir yoldan girip, başka bit: yoldan dönmek ve oraya girmeden önce gusletmek müstehap sayılır. Medine halkı, Mikat yerlerinin en uzağına sahiptirler. Seleften bazıları, umre ya da hac için Mekke'den önce oradan başlamanın daha İyi olduğu görüşündedirler. Hz. Peygambcr'in ashabından bazıları, hacca niyetlendiklerinde Medine'den başlıyorlar ve: "Biz, Resülullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ihrama girdiği yerden başlıyoruz" diyorlardı. Alkame, el-Esved ve Amr b. Meymun'un Medine'den başladıkları, Mâlikîlerdcn el-Abdi'nin, Hz. Peygamber'in kabrini ziyaret etmek için yürümenin Kabe'yi ziyaretten daha faziletli olduğunu söylediği rivayet edildi. Hz. Peygamber'in kabrini ziyaret etmeyi adayan kimsenin, bir söz olarak onu yerine getirmesi gerekir. Buna karşılık başkasının kabrini ziyaret etmeyi adayanın sözünü yerine getirmesinde İki açık kapı vardır. (Bunu İbn Kccc söylemiş, er-Râfı'î, Nevevî ve başkaları da kendisine muvafakat etmişlerdir) Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem) kabrini ziyaretle yetinmek, Medine mescidine gitmeyi adayan kimse için yeterlidir (yani adağı ifa edilmiş sayılır). Bu görüş şeyh Ebu Ah, Şafiî ve el-Buveyti'yc aittir. Medine'de bulunan kişinin O'nun mescidini ziyaret etmesi vaciptir, Şeyh Ebu Ali, Hz. Peygamber'i (sallallahu aleyhi vesellem) ziyaret etmeyi, "en büyük tâat ve ibadetlerdendir" diye yorumladı. İmam, ziyafetin mescitle ve ona saygıyla ilgisi olmadığı yönünden, bu konuda sessiz kalmıştır. O şöyle bir kıyasta bulundu: Eğer o mescitte bir sadaka verse veya bir gün oruç tutsa, bunlar ona yeter. Bu konuda iyi düşünmek gerekir. Oysa, doğru olan, Muhtasarda, oraya gitmenin gerekli olmadığının ifade edildiğidir.
Medine'nin çarşı ve pazarı hakkında gelen rivayetler vardır. Oraya mal getiren, Allah yolunda cihat eden gibidir. Malı stok (ihtikar) yapan da, Allah'ın kitabındaki mülhit (inkarcı) gibidir. Medine'nin Hicaz'da çıkacak ateşle ilgisi vardır; çünkü bulunduğu yer itibariyle orası ateşe karsı uyarılmıştır ve bu ateş oranın hareminde sönecektir. el-Hâkim ve başkalarının rivayet ettiği hadis hasebiyle bu, İlerde Mucizeler bahsinde ele alınacaktır. (Nesâî, Bezzar'm ve el-Hâkim'in rivayet ettiği hadis şöyledir (lâfız el-Hâkim'e aittir):) 'İnsanlaryakında yolculuğa çıkacaklar, Medine âliminden daha bilgilisini bulamayacaklar". Süfyan b. Uyeyne: Bu âlimin Mâlik b. Enes olduğunu zannediyoruz, derdi. Bir başkası da aynı iddiada bulunmuştur Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir: Medine halkının icmaı (ittifakı) haber-i vâhid'e tercih edilir. Çünkü onlar vahyin yatağında ikamet etmekte ve nâsihle mensuhu bilmektedirler.
Medineliler, Şâfîilerin meşhur görüşüne göre, Ramazan'da otuz altı rekât (teravih) kılarlar. İmam Şafiî, "Ben Medine halkının, üçü vitir olmak üzere otuz dokuz rekât kıldıklarını gördüm" demiştir. er-Rûyani ve başkaları Şafii'den şunu nakletmişlerdir: Bunun sebebi, Medine halkının yaptıkları tavafta ve ikişer rekât olarak kılınan teravih namazında Mekke halkıyla eşit olmak istemeleridir. Onlar, her yedinin yerine bir terviha (dinlenme) koymuşlardı. Şafii ilave etti: "Medine halkından başkasının Mekke halkıyla yarışması ve rekabet etmesi caiz değildir. Çünkü Allah onları, diğer kullarına üstün kılmıştır."
Mekke, ağaçların yaş yapraklarının, otlarının, av hayvanlarının avlanmasının, ürkütülme s inin, orada savaş için silah taşınmasının haram kılınması konusunda, Medine'yle aynıdır. Medine'de bulunan sahipsiz eşya ancak onu yüksek sesle duyurana helal olur. Toprağın ve benzeri şeyin oradan veya başka yerden oraya taşınması yasaktır. Oraya gömüldüğü takdirde, kâfirin kabirden çıkarılması gerekir. Peygamber (sailallahu aleyhi vesellem) mescidiyle Mescid-i Haram, kendisinde namaz kılmayı ve itikâfa girmeyi adayan kimse için Mescid-i Aksa'nın yerine geçer. Fakat bunları Medine mescidinde yapmayı adarsa, Mescid-İ Aksa onun yerine geçmez; Mescid-i Haram onun iki katı olduğu için onun yerine geçer. Birisi Beyt-i Makdis (Kudüs)'e kadar yürümeyi adarsa, o oraya veya bunlardan birisine yürümek arasında muhayyerdir. el-Bağavi'nin söylediği gibi Mescid-i Haram'm dışında yürümek doğru değildir.
Medine mescidini ve Mescid-i Aksa'yı kokulama adağında bulunan kimse hakkında İmamu'l-Haremeyn tereddüt etmiştir. el-Gazali'nin hükmüne göre, bunun iki mescit için de söz konusu olmasını gerektirmektedir. Çünkü, ta'zim yönünü düşünürsek, o ikisini de Kabe'ye veya üstünlük konusunda Kabe'nin imtiyazına ilave ederiz. Başkasını değil. Seyyid (Semhüdî) şöyle demiştir: ikamet edenine en üstün salât ve selam olsun, mübarek kabri kokulamayı adayanın, bunu kesinlikle yapması gerekir. Allah, aşağıdaki beyitleri söyleyen âmâ, Endülüslü ve Mâliki mezhebinden olan, İmam Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Câbir'e rahmet etsin:
Ey Tayheliler. O, burada, ne kadar parladı? Siz, insanlı hayırlısına yakın olmakla önde olma gererini elde ettiniz.
Oranın evlerinde oturan kimse, vahit geçip sabah olsa bile, oradan başkasına gitmez.
Nice kral, sizin ulaştığınız gibisine ulaşmak istedi, ama insanların kralları olsalar bile, bunu beceremediler.
Size müjdeler olsun! Rabbinizin inayetine nail oldunuz, işte siz, onun inayet denizine garkolmuş durumdasınız.
Siz, her saat Allah'ın Resulünü görüyorsunuz. Kim O'nu görürse, gerçekten o, bundan dolayı çok mutludur.
Ne zaman gelseniz, size kapı kapanmaz, ihsan sahiplerinin kapısı kapanmayı kabul etmez.
O sizin şikâyetinizi duyar, sıkıntınızı ortaya çıkarır, hiçbir zarar ve kötülük ihsana engel olamaz.
Sizin kalma yeriniz ve en sereni peygamber Taybe'dedir. O sizi \ seyrediyor, bizin bu durumunuzu zaman bile kıskanıyor.
Allah'ın orada size nice nimetleri vardır. Şükürler olsun. Allah'ın ! nimetleri şükürle devam eder. Siz orada Deccaidan emin oldunuz. :i Oranın etralmda, ondan başka yollan koruyan melekler var. ; Yine siz vebadan eminsiniz. Tepelerin yüzü size devamlı gülümsüyor. ,'', Sı'z sevgilinizin yüzünden başkasına hakmaym, dünya (sana) sırt ' çevirse de, gelse de, hiç farkı yoktur.
Sağlığınızda, ölüyken ve haşredilirken, siz onun rahmet ve iyiliği altındasınız. Makam örtüsü, sizin üzerinize atılmıştır.
Ey oradan dünyaya giden! Sen rani (geçici) olanı isteyip baki (kalıcı) olanı mı bırakıyorsunuz?
Sen Peygamher'in himayesinden başkasımnkine mi gidiyorsun. Bu durumda sen, başkaları tararından seni görülmeyi bak edeceksin.
Sen oradaki soylu davranışları bırakıp gidersen, yaratıkların hayırlısından daha üstününü bulamazsın.
Rızıh taksim edilmiştir. O, fazla değildir; nerdeyse utku yarıncaya kadar yürüsen bile.
Nice oturan vardır ki, Allah ona bol nzıle vermiştir. Nice gezen vardır ki, insanlar arasında rızkını zor temin eder. Eğer iki cihanda yükselmek istiyorsan, insanların en hayırlısının himayesinde yaşa ve onun himayesinde öl.
Taybe'de, Kabirle minber arasındaki yerde durduğunda, yücelik, senin için nerede duba hayırlıdır bil kişidir.
Bu konuda yazılan şiirlerin en önemlisi ve en enteresanı, İmam Arif-i billah veli Ebu Muhammed Abdullah b. ebî Ömer el-Biskcri'nin kasidesidir Bu kasideyi yazanın arkadaşlarından birisi olan allâme Bedruddin Ferhun şöyle demiştir: Salihlerdcn birisi Resûlullaü'ı (sallaliahu aleyhi vesellem) rüyasında gördü. -Bedruddin b. Ferhun, ''Şeyh miydi, başkası mıydı, şüphem var" demiştir.- Bu kasideyi okudu. Sonuna varınca, Resûhıllah (sallallahu aleyhi vesellem), "Onu beğendik, onu beğendik" dedi. İmam Ebu Abdillah et- Tunusi (ıahinıebullah) bu kasideyi, tahmis denilen şiir türünde vazdı. (Mısralarını beş beyitlik kıtalar halinde tamamladı) Bu şiiri de aşağıda sunmayı uygun gördüm.
Tayhe nin büyük adamları! Siz sadece orayı sevin. Çünkü âlemlerin Rahhinin nabibi (sevgilisi) orada ikamet etli.
Gönlünü, devamlı oranın sevgisiyle doldur. Sevgilinin yurdu, sevilmeye daha layıktır.
Kendinden geçerek orayı hasretle anarsın.
Oranın toprağını öp, yanağını ondan hiç ayırma. Her yıl oraya git. Bir dela ziyaret etme. Ona baktığın da edeple bak.
Ey kerîm (iyi) kimselerin oğlu! Oraya gitmen gerek.
Resulün bulunduğu bir beldede olmakla mutluysan, zamanını değerlendir. Çünkü o belde, en iyi topraktır.
Ona sığın ki, sıkıntıya düşmekten kurtulursun. Taybc'de oturduğunda, sen, sensin.
Ve sen oranın tepelerindeki gölgelerde rahat ve huzur içinde yaşarsın.
Orası, korktuğuma karşı kalkan ve henim cennetimdir. Ben orada canımı kurtaran kimsenin makammdayım.
Ben oraya baktığımda, ki hu henim arzumdur. Güzelliğin manası, hatırlarla ilgili arzular ve tatlılığı âşıkların akıllarını alan şeylerdir.
O evler ki, onların toprağı gibi nimet yoktur. O sular ki, onları içmede hize §ila vardır.
Oranın kokusu ve rüzgârı ne güzeldir! Uüzel kokan miski oranın toprağı gibi zannetme.
Heyhat! Oranın kokusunun yanında misk nedir ki?
Nasıl onun övgüsü güzel olmasın? Biz, nasıl doğma büyüme sereni olmayız. Çünkü Muştala, sağken de, ölüyken de oradadır.
Oranın meltemi, geldiğinde orayı güzelleştiren kokuyu anlatıyor. Ey genç kokulanmak istiyorsan, oranın toprağını, durmadan öp,
Eğer sen, beldelerin en güzeli ve on temizi olmasaydın Allah, Miraç 'ta, Resulü İçin orayı seçmezdi.
Onun güzelliğine ve temizliğine kesin olarak inan, iftira edeni bırak. Sevin, doğru haberde belirtilmiştir ki; Uâb, oraya Tabe ismini verdi.
Habibin yurdu bizimdir. Oranın cömerdinden hoşlan. Nelis, oranın Habib 'inin yurduna düşkündür.
Allah, nasibinden (şansından) dolayı orayı, onunla şerettendirdi. Güzelliği sebebiyle, iki iyiyi oraya has kıldı. Orayı seçti ve orada oturmaya çağırdı.
Nelisleri, sapıklıklarından meneden kimse için, ilah nı rahmeti, oraya gölgelerini yaydı.
Ülkede dolaş, oranın benzerine asla rastlamayacaksın. Hiçbir yer Medine gibi ve ona denk değildir.
Muhammed'in oraya yerleşme şerelinden dolayı.
Hahıh (sevgili) ile görüşmen ve onun ikamet ettiği yerden güzel bir koku koklamam için bana kim yardımcı olur?
Yine insanların sevdiği yerde yürüyenlerin en hayırlısının ve onların derecesi en yüksek olanın bicretiylc özellik kazanan yeri görmem konusunda bana kim yardımcı olur. Sen buna ne dersin?
Benim oraya olan sevgim Labîidir, zoraki değildir. Seçen kimseden dolayı, kalpler orayı samimiyetle sevdiler.
O yerin büyüklüğü, gizli değildir. Bütün ülkeleri isim isim saydığın zaman, Medinenin ismindeki barller göze çarparlar.
Orası, temiz kalpler için sevgilidir, oranın halkı ve orada oturanlar için
ise cömerttir. Orası bütün yeryüzünden üstündür. Çünkü o larkbdır. Kudüs denilen hariç, çünkü o, ona ve Mekke'ye yakındır. Hatta o, Mekke'nin ta kendisidir.
Ziyaretini vazile olarak üç yere yap. Mekke ve Medine 'de korkma. Her ikisi de kalpleri temiz kılar. Fark sadece, orada latil olmalarıdır. Ne zaman görülürse görülsün, onun tepesi karanlığı kovar. Anla, senin kendine gelmeni ve semanın üstünde olanın emrini anlamanı istiyorum.
Fazilet olduğunda, o ikisindedir. Herkes kesin olarak biliyor ki, yerin en hayırlısı, Muştala 'nm zatını kucaklayan ve ona sahip olandır.
Benim canım acayip şeyleri unutup rahata kavuştu. Anmed'in türbesi her şeyden üstün kılındı.
O, özünün kıymetli olması sebebiyle gerdanlıklar gibi değerlendi. Evet onlar doğru söylediler. Orası, ikamet edeni sebebiyle, can gibi yüksek oldu.
Can, temiz ve iyi olunca, onun sığındığı yer de temiz ve iyi oldu.
Diyorum ki: Kendine gel, onun hücresinin yanında saygıyla dur.
Sor, hayal kırıklığına uğrayanı göreceksin. Bununla Taybe'nin meziyeti ortaya çıktı.
Bütün laziletler onun mânâsında toplandı.
insanlar için, açık bir sünnet oradan çıktı. Ülkelerin ona büyük bir minneti vardır.
Oranm laziletlerine dair önemli hususlar vardır. Hatta orası cennet bahçesi olma özelliğine sahiptir.
Allah orayı bununla şerellendirdi ve hediye etti.
Orası, gören kalp için gizli değildir. Kalbini heva ve heveslerden yıka ve bak.
Oraya yanağını koy, onu Peygamber'in (sallctllahn aleyhi neselkm) kabriyle minberin arasında yere sürt.
ilâh Resulü'nü orada yaşattı ve orayı suladı.
Orası, gelebilecek her türlü vesveseden, Deccal'in girmesinden, tenkitçinin tenkidinden korunmuştur.
Oradaki kişinin kalbi, kanaatkardır, emindir. Bu, oranın güzellik ve iyiliİşlerindendir. Aşık olan oradan ayrılmak ister mi hiç?
Rahbim! Oranın benim üzerimdeki korumasını devanı ettir.
Oranın gözünün önünden kaybolmaya niyet ettiğimde, ölümümü oranm kıymeti kopmadan önce orada kıl. Ben oradan ayrılmayı beklemekten korkuyorum.
Kalbim, devamlı oranm hasretiyle yanar tutuşur.
Ey soru sorulanların en hayırlısı ve çağrılanların en değerlisi! Oraya gidip gelmemi hiç bitmesin.
Oradan ayrı kalmak zarara uğramaktır. Bazen veda eden birisini görsem, içini ona ve oranın üzüntüsüne dayanamaz, üzülür.
Oradan ayrılmaya kalkmayın. Ben bu gidişin bir kayıp olduğu görüşündeyim.
Kaldığınız takdirde bu, itaat olur. Ben sizin orada kalma isteğiyle başka bir grubun arkasından, topluca döndüğünüzü görüyorum.
Ne için gitmek? Çünkü sizin korunmanız (Medine)'dir. Yaratıkların en hayırlısının makamında size yardım edilecek.
iyilik sizin orada kalmamzdadır. Yemin olsun! Sizin ayrılığınız, üzüntüden benim kalbimi tutuşturdu.. Gözlerimden yaş akıttı.
Vallahi! Siz her iyiliği kaybettiniz. Dönün, oranın iyilik ve nimetle az değildir.
Kabul etmediğiniz takdirde, benim yapabileceğim hiçbir şey yok. Bir iyiliği islemek sizi rahatsız ediyorsa, Hayrın tümü, onun kaldığı yerdedir. Eğer sizi gitmeye, elde edilecek bir makam çağırıyorsa, Ahmed'in makamı en mükemmelidir.
Eğer siz susadıysanız, işte kaynak budur. Eğer oradaki bir zarardan korkuyorsanız, oranın herkese yetecek bereketlerini düşün. Onlar ne kadar çoktur!
Kişi, oradaki bir çıkıntıdan dolayı gitmiyor ve en basit bir vızılda yaşıyorsa, en küçük bir lokmayla da olsa orada yaşamaya razı ol. Asın isteklerinden ve sonunun ne olacağını bilmediği remhtan dolayı çoğu , isteyene yazıklar olsun.
Sakın aşın istek ve zevk için gitme. O himaye ve zevki düşün. Kişiyi ayakta tutacak şeyle yelin ve onunla beslen.
Yaşamak sana yeterli olan şey demektir. Helisleri azdıran değildir. Oradaki işlek ve arzular, aşağılık şeyler değildir.
Orada, açlığa aldırmayacak, taal ve ibadetten ayrılmadan yaşayan ve orada geçen yılları bir saat gibi gören kimse /Ulah'ın adamıdır. Rabhim! Senden, en az olana kanaat etme raziletini ve oranın himayesinde korunmayı istiyorum.
Orası nimet demektir. Bana oranın nimetini ver. Orayı ziyaret, edene
closl ol, orada ikamet edeni hoşnul kıl.
Bana, oraya gelmeyi, daima benden hoşnut olmayı ve ölünceye kadar oradan atılmamayı nasip edersen, çok mutlu olurum.
Rabhim! Bana oraya gelmeyi kolaylaştırdm. Ben kendimi, oraya girebilmeye teşvik ettim.
Ey kerim (cömert, yüce)! Nefis oraya kabulünü istiyor. Ben kendimi onu arzulamaya adamın.
Oranın davetini kabul ettim. Müjdeler olsun ona!
Eğer sen samimi ve himmet sahibiysen, ö'nun bulunduğu yerde hizmet el. O, hizmeti karşılıksız bırakmaz.
Orada kal, çünkü sen, âlemlerin sözünde en iyi duran ve yakında olmakla ö\ninülecek en iyi kişinin yanında devamlı nimet içindesin.
Taybe'ye giden her kafileyle sen de git. Az olsa da, a\nıç dolusu şeyle beslen.
Her yıl onu ziyaret et. O, kalplerin körlüğünü tedavi edip onları iyileşliren âyetleri ve nuru getirendir.
Onun en gereni derece olan, İsrâ'sı (Mirâc'ı) vardır. Yüce ve arzuları olan bir kişi olarak o, hize §elaai edecektir.
O, riiyet (Allah 'ı görme) özelliğine sahip şerelli birisidir.
"Vesile "si çağrılan ğerel çizgisinde yaratıkların en üstünüdür. Yine o\ "visel" verilenlerin en bayırhsıdır.
Bütün iyilikler, onun serinliğinin yaygınlığıudadır. Geldiği sırada o kainatı aydınlatmıştır.
Cömertliğini denize benzetsek, ilade edemeyiz. Kainatın göz bebeğidir Varhğjn sebebidir. O, Yasindir. Hayat iksiridir, Tâ-hâ'dır.
Mağaradaki güvercin, onu koruyanlardan birisidir. Çöldeki kurt, ona seslenenlerden birisidir.
Zatının celâletinden hangisini sayayım. Benim için bu kadar yeter. Çakılların sayısınca ağzını olsa, onun özelliklerinin bir kısmını hile sayamam.
Şelaat etme karan ve meselesi onun elindedir. Bir ceylan ona seslendi, o da, onun sıkıntısını giderdi.
Ruh ona geldiğinde, o ruhun derecesini yükseltti. Onun iyilil? ve hayırları çoktur. Onları saymak, mümkün değildir. Böylece benzerini bulamayacağımız bir durum ortaya çıktı.
Allah onu her türlü hidayetle gönderdi. Ona iki cihanda her türlü yardımı yaptı.
O, serene en son noktaya ulaştı. Ben, Kitab nıucizesiyle hidayete erdim.
Ve öğrendim ki onun derecesinde olmaya çalışılmaz.
Kesin olarak inandım ki, Allan Muhammecli larleh yarattı. O, semanın melekleriyle desteklendi, peygamberler taralından öviîldü. Ben âlemlerin faziletinin sınırlı olduğunu gördüm.
Muhtarın (seçilen peygamberin) lazilellerİ bilip tükenmez.
Onunla ilgili övgüler, zamanla birlikle devam eder. Bizim aramızdaki nice işaret, ona ait güzel bir övgüdür. Onunla ilgili övgüler edebiyatçıları aciz bıraktı.
ilah m kendisine: "Sana makam yeter" dediği kimseyi nasıl yeterince övebiliriz.
Adamınız hata etmedi. O laiklidir, şerefli ve yücedir "Kalp yalanlamadı' sözüyle yüçeldi.
Semanın Rahbinin söylediği şey ona yeler: Sana biat edenler, söylediklerinde ancak Allah a biat ederler.
Bütün peygamberler onun üstünlüğünü itiraf etliler. Onların sonuncusu olması için, hepsi ondan önce geldiler. Hamd sancağı mu:
onundur. Onu taşımak ona. aittir. Bu bir övgüdür. Benzerini duydun Onun mübarek varlığı ne iyi, ne hoş!
Ey hidayetçinin ümmeti! Kim, sizin gibidir? Ahmed'in Celâli, sizin
Kemâlinize şahittir.
O, sizin örtünüzclür. O, sizin sonunuz için azıktır.
Ona salât ve selam getirin. Bununla, nelisler doğruya ve mükemmele ulaşırlar.
Allah'ın kulları arasında Muhammed gibisi yoktur.
Onun Makam-ı Manmud'u ilerde öğrenilecek. En değerli kaynak, onun varılan Havuzudur. Allan ona sapsız olarak salât etsin, bereketler ihsan etsin ve onları daha da artırsın.
Ona salât, yarın bizi kurtaracak. Onlar, senin yanında (Muhammed'i) andıklarında, ona ve hidayet lambaları olan ailesinin büyüklerine salât getirmek suretiyle düşmanları çatlat. Onun akrabaları ve onların akrabaları ne kadar değerlidirler!
Munauımed'in ailesini aziz (üstün) kabul et. Arzu ve istekler onların yanında verilir. Cömertlik onların ellerindedir.
Övgümüzü ona ve onlara gönderiyoruz. Yine selam da ona, sonra onlara ve onun övdüğü topluluğadır.
Onlar, cömertlik, onun bulutunu aradığında ortaya çıktılar ve ihtiyaçlar esnasında, onun kapısına geldiler.
Onlar, asil şerelin özüne sahiptirler. Ben, kerim, akım, mütteki ve başkalarını hidayete erdiren ashabını kasdediyorum.
Övgüm Ahmed'edir. Ona sığınmak gibi, himaye yoktur. Eğer o bunu beğenir ve benim için bunu yapma lütrunda bulunursa, benim onun sığmağına sığınmam ne iyidir! Kerim olan Allah'a hamaolsun. Bunların hepsi gerçektir. Ben zannediyorum ki, o bunlara razı olacak.
Tahmis'i yazan Ebu Abdillah Muhammed (Allah Teâlâ, lütuf ve keremiyle onu affetsin, âmin) şu ilaveyi yapü:
El-Biskeri'nin kasidesi kabul gördü. Benden onun uzatılması istendi: Ben sevap kapısından girmek istedim. Bu konuda sözü uzattım. Bahçelerin yetiştiği ve kokularının arttığı söylendi.
ilah, onu, heni, ikramda bulunan ve Darun-nâim'de (cennette) bize nimet hazırlayan kimseyi bağışlasın.
Ona, ihlaslann ecrini verdi. Nimet bize aittir. Onun kasidesinde,
samimiyet parıltısı görülüyor.
Ona, uykuda gördüğü Lir rüya yetti.
Peygamber ona: "Beğendim" dedi. İyi niyet sebehiyle, elde ettiği büyük müjdedir hu.
Ben, onun benzerini elde etmekten memnun olursam, bu mutluluktur.' Bana hediye vermiş olur.
Orada, canını isteklerine ka\nı§uyor.
Rahhim! Muhtar (seçilen)îe İşimizi kolaylaştır. Hatalarımızı hağışla Zarar ve kötülüğümüzü gider.
Lütul ve ihsanlarımızı çoğalt Kusur ve günahlarımızı güzelce ört.
ikâmetimizi, Taybe 'nin hareminde kıl.
Metislerimizin isteğine ve duasına icabet et (kabul et).
Rahhim! Peygamber Muhammed e, ailesine, değerli, asil, namaz kılan, rüku ve secde eden ashaba, Resulü ve yerini sevdiği için, diliyle, etiyh malıyla dininin koruyucuları olmaları sebebiyle salût et.
Not: İnşallah, Mucizeler ve Hasais (Özellikler) bahsinde mübarek Medine'yle ilgili başka bazı bilgiler de verilecektir.
Bu, onun kıldığı İlk cuma namazı ve İslam'daki ilk hutbesidir. Nitekim el-Uyun'da. (Ebu Seleme b. Abdirrahman) İbn İshak'tan (naklen), Beyhakî, doğrudan Ebu Seleme b Abdirrahman b Avftan şunu rivayet ettiler: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ilk hutbeyi Medine'de okudu. Cemaatin arasında ayağa kalkıp Allah'a hamdetti ve onu layık olduğu şekilde Övdü. Sonra: "Ey cemaat! Sağlığınızda ahiretini^ için amel edin (ahirete hazırlık yapın). Kesinlikle Öğreneceksiniz Vallahi simden birinin (başına vurulacak). Derken sürüsünü çobansın bırakacak. Sonra Rabbi ona, tercümansın ve arada bir perde olmaksızın şöyle diyecek: <Sana benim Resulüm gelip tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim. Sana lütuf ve ihsan da bulundum, sen kendin için ne yaptın?> O kimse sağma soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, cehennemden başkasını göremeyecek. Kim, yarım hurmayla da olsa, kendini ateşten kurtarabüecekse, bunu yapsın. Onu da bulamazsa güzel bir sö^le kendisini kurtarsın. Çünkü onunla, bir iyiliğe on mislinden yedi yü^ mislim kadar sevap verilir. es-Selâmu (aleykum) ve ala Resülillahi ve rahmetullahi ve berekâtuh (Selam, Allah 'in rahmeti ve bereketleri, sizin ve Allah'ın Resulünün ürerine olsun)".
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir daha hutbe okudu ve bu hutbede şunları söyledi: "Hamd Allah'a mahsustur. Ona hamdederim, O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allah 'a sığının^ Allah 'in doğruya ulaştırdığım kimse saptıramaz- Allah'ın saptırdığını da hidayete ulaştıracak kimse yoktur. Allah 'tan başka ilah olmadığına, onun tek ve ortaksın olduğuna şehadet ederim. Sözjin en güreli, yüce Allah'ın kitabıdır. Allah'ın kalbini, Kur'an'la süslediği, kâfirken İslam'a dahil ettiği ve Kur'an'ı diğer söylere tercih eden kimse kurtuluşa erer. O (Kur'an), sözün en güzeli ve en beliğidir. Allah'ın sevdiğini sevin. Allah'ı bütün kalbinizle sevin. Allah'ın sökünden ve zikrinden usanmayın. Allah'ın kelâmından kalplerinize kasvet (sıkıntı) gelmesin. Çünkü o, Allah'ın yarattığı her şeyin iyisini aymp seçer. Amellerin hayırlısını ve kulların seçilmişi olan peygamberleri ve sözün iyisini zikreder. İnsanlara verilenlerin helal ve haram olanını açıklar. Allah'a ibadet edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ondan gereği gibi sakının. Dilinizle söylediğini^ güzel sözjerinizle Allah'ı tasdik edin. Aranızda Allah'ın rahmetiyle sevişin. Allah Teâlâ sökünde durmayanaga^ap eder. Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketleri üzerinim olsun!
ibn Cerîr, Saıd b. Abdimhman'dan, Resûlullah'ın (salklkhu aleyhi vesellem) Medine'de Salim b. Avf oğullarında kıldığı ilk cumada verdiği hutbev' rivayet etmiştir: "HamdAllah'a aittir. Ben ona hamdederim, ondanyardım, bağış 've hidayet dilerim. Ona iman ederim, onu inkâr etmem. Onu inkâr edenlere de düşmanlık ederim. Ben, Allah 'tan başka ilâh olmadığına, onun tek olduğuna ve ortağı olmadığına Muhammed'in de onun kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederim. Peygamberlerin gelmen kesildiği, ilmin azaldığı, insanların delâlete (sapıklığa) düştüğü, (gamanın kesintiye uğradığı), Kıyametin kopma ve âlemin sona erme gamanı yaklaştığı bir sırada, Allah onu, hidayetle, hak dinle, nurla ve öğütle göndermiştir. Allah ve Resulüne itaat eden doğru yolu bulmuştur. Allah 'a ve Mesulüne karşı gelen de, algınlık ve taşkınlığa, tam bir sapıklığa düşmüştür. Size Allah'tan korkmayı tavsiye ederim. Müslümanın müslümana en hayırlı tavsiyesi, onu âhirete teşvik etmesi ve ona yüce Allah 'tan korkmayı emretmesidir. Allah'ın sizj sakındırdığı şeylerden sakının. Bundan daha üstün bir hatırlatma yoktur. Kabbinden korkarak ibadet eden kimse için Allah'tan korkmak, istediğiniz âhiret (mutluluğu) için en doğru yardımdır. Kim, gi^li ve açık (betisinde) Allah'ın rızasını gözeterek, Allah ile arasını düzeltirse, dünyada onun adı hayırla anılır (Öldükten sonra da bu kendinden, önce göndermiş olduğu hayra muhtaç bulunduğu bir gamanda, kendisine a^ıkolur). Bunun dışındaki şeylerden u^ak durmayı, onlarla kendi arasında u^ı/n mesafeler olmasını ister. Allah, kendisine karşı gelmekten sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir" (Al-i İmıân, 30). Sökünü doğrulayan, vadini yetine getiren odur. Bundan cayma yok. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: "Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmetmem" (Kaf, 29) Şimdiki ve gelecekteki işlerinizde, gi^li ve açık yaptıklarınızdan dolayı Allah'tan korkun. Allah'tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını artırır." (Talâk, 5) Allah'tan korkan kimse, büyük bir kurtuluşa erer. Allah 'tan korkmak, insanı Allah 'in azap ve gazabından korur. Allah'tan korkmak, yüzleri ağartır. Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir. Nasibiniz? alın. Allah katında aşın hareketlerde bulunmayın. Allah, doğruları da, yalancıları da bilsinler diye, size kitabını ve yolunu açıkça öğretmiştir. Allah'ın size ihsan ettiği gibi, siz de ihsanda bulunun. Allah'ın düşmanlarına düşman olun. Onun yolunda gereği gibi cihat eden. Siz? ° se&P-> Müslüman adını koydu ki "Helak olan, açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helak olsun, sağ kalan da açık bir delille sağ kalsın." (Enfal 42) Allah 'tan başkasında güç ve kuvvet yoktur. Allah 'ı çok zikredin; ölümden sonrası için çalışın. Kim Allah 'la kendi arasını düzeltirse, Allah da, onun insanlarla arasını düzeltir- Çünkü Allah, insanlara hükmeder, insanlar ise Allah'a hükmedemezfer. Allah insanlar üzerinde tasarruf eder. İnsanlar ise, Allah'ın ürerinde tasarruf edemezler. Allah en büyüktür. Büyük olan Allah'tan başkasında güç ve kuvvet yoktur."1
1. er-Ravdda. şöyle denilmiştir: Resûlullah'ın (saîMahu aleyhi vesellem): 'Allah'ı bütün kalbinizle sevin" sözü, Allah Teâlâ'nm sevgisinin, kalbin bütün parçalarını kaplamasını kastediyor. Onu zikretmek ve onun için amel etmek, Allah için, kalbinin dışında gerçekleşir. Onun kuluna sevgisi ve kulun Rabbine sevgisi, "Rabibullah—Mish sevgilisi" isminden söz edilirken geçti. [-> cüt I, 403]
2. Cuma günü, Cahiliye döneminde ittifakla "elAmbe" adıyla anılmakla birlikte, Cuma isminin bu güne ilk olarak nasıl verildiğinde ihtilaf edildi. Ben derim ki: Ebu Cafer en-Nahhas, Sınaatu'l-Kitâbe adlı kitabında: "Lugatçiler onu, şaz olmasının dışında ancak elif lâmlı olarak (el-cumua şeklinde) bilirler. Bu kelimenin anlamı "saygı gösterilen farklı gün"dür. Kimilerince, yaratıklar o gün bir araya geldikleri için bu ad verilmiştir. Bunu, Ebu Huzeyfe el-Buhârî, el-Mubteda^ds. îbn Abbas'ın görüşü olarak zikretti. Ancak bu rivayetin isnadı zayıftır. Hz. Adem'in yaradılışı o gün emredildiği, yani bütün parçaları bİi araya getirildiği için bu isimle anılmıştır.
İmam Ahmed, Nesâî, Ibn Huzeyme ve Ibn Ebî Hatim, Selman'dan şunu rivayet etmiştir. Resûlullah (sailallahu aleyhi vesellem) "Sen cumayı ne zannediyorsun?" buyurdu. Ben: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedim. Hz. Peygamber (salhllahu aleyhi vesellem) bunu üç defa tekrarladıktan sonra: 'Atanız Adem'in yaratılışı o gün cemedildi, yani bütün parçaları bir araya getirildi" buyurdu. Bu hadisin, Ebu Hureyre'den gelen bir şahidi vardır ki İbn ebî Hatim bunu kavi bir isnatla, İmam Ahmed ise zayıf bir tavi zinciri ile merfü olarak rivayet etmiştir. Hafız (îbn Hacer) şöyle demiştir: "Bu sonuncusu, en doğru olanıdır. Ayrıca İbn Hacer kitabında Abdurrezzak'tan nakilde bulunur ki o, Musannefindç. kendisine ulaşan sahih bir senetle İbn Sîrîn'den, Ensâr'm Es'ad b. Zurâre'nin evinde bit araya gelmesi olayını rivayet etmiştir. Bu kıssa içinde geçtiğine göre onlar cuma gününe el-Arube adını veriyorlardı. Es'ad, kendi evinde o gün onlara namaz kıldırdı ve anlatacağını anlattı. Daha sonra ashâb, O'nunla bir araya geldikleri bu güne cuma günü adını verdiler.
Kimilerince, "Namaz için insanlar, o gün bir araya geldikleri için bu isim verildi" denilmiştir. İbn Hazm kesin olarak bu görüştedir ve şöyle demiştir "Bu, Cahiliyye'de kullanılmayan İslami bir isimdir. Önceleri bu güne el-Arube deniliyordu." Bu iddia su götürür. Nitekim dilbilimciler şöyle dediler el-Arube, Cahiîliye'ye ait eski bir isimdir. Cuma, el-Arube günüdür Görünen odur ki, onlar daha önce: Evvel (pazar), Ehven, Cubur, Dubar Mu'nis, Arube ve Şiyar iken, yedi günün ismini değiştirdiler.
el-Cevheri şöyle demiştir: Araplar, Pazartesi gününe eskiden "Ehven" derlerdi. Bu onların (günlerin) isimleri olduğunu ve bunların günümüze kadar bilindiğine delalet eder. el-Arubuye'ye, Cuma adını veren ilk kişinin Kab b. Lüey olduğu söylenmiştir. Adım Cuma'ya çevirip el-Arube demeyi bıraktılar diyen kimsenin bu iddiasını destekleyecek özel bir nakil getirmesi gerekir.
3. Yukarıda, Sahabenin Hz. Peygamber (sailallalm aleyhi veselkm) Medine'ye germeden önce orada (Salim Oğulları mescidinde) Cuma namazını kıldıkları geçti. Bu, Dârekutnfnin ibn Abbas'tan rivayet ettiği aşağıdaki hadise göre, Resûlullah'm izniyle gerçekleşmiştir: Resûlullah (sallalkhu aleyhi veselkm) kendisi Mekke'de cuma kıldıramamış ve onlara (açıklayamamıştı). Fakat daha sonra, Mus'ab b. Umeyr'e (ı-adîyaÜahu anlı) şöyle yazdı: "Yahudilerin cumartesi günleri toplanıp Zebur'u açıp okudukları güne bak. Sizler de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın, cuma günü gündüzün ortasından İtibaren meyledince, zeval vaktinden sonra İki rekatla Allah'a ibadet edin." Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesclJem) Medine'ye hicret edinceye kadar, ilk cuma namazı kıldıran zat, Mus'ab b. Umeyr'dir. Mus'ab, cuma günü öğleyin zeval vaktinde cuma namazı kıldırdı ve böylece emri yerine getirmiş oldu. Bunun senedinde Ahmed b. Muhammed b. Galib el-Bahili adlı bir ravi vardır. Bu zat hadis uydurmakla itham edilmiştir. e^-Zebr^de. söyle denilmektedir: "Bu metin mürsel olarak meşhur olmuştur İd onu biz Ebu Arube el-Harani'nin Kitabu'l-Evaı'/inde şu şekilde gördük: "Bize Hâşim b. el-Kasım, ona da İbn Vehb, ona da İbn Cüreyc, ona da Süleyman b. Musa rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), sözkonusu mektubu Mus'ab'a yazdı." Sahabenin kendi kararlarıyla kılındığını söyleyenler de vardır. Nitekim Abdurrezzak, sahih bir isnatla Muhammed b. Sîrîn'den şöyle rivayet etmiştir: Medine halkı, Resülullah (sallallshu aleyhi vesellem), oraya hicret etmeden ve Cuma âyeti inmeden önce cuma namazı kılmıştır. Ensâr şöyle demişti: "Yahudilerin yedi günde bir toplanıp ibadet ettikleri özel günleri vai"-Hıristiyanların da öyle. Haydi biz de kendimiz bir araya gelerek Allah'ı zikretmek, namaz kılmak ve şükretmek için bir gün ayıralım." Bunun için el-Arube gününü seçtiler. Bu maksatla Es'ad b. Zurâre'nin evinde toplandılar. Es'ad onlara, o gün namaz kıldırdı. Allah Teâlâ bundan sonra şu âyeti indirdi: "£y iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun" (Cuma, 9). Hafız (İbn Hacer) şöyle demiştir: Bu rivayet her ne kadar mürsel olsa da, basen bir isnatla şahidi vardır ki bunu Ebu Davud ile İbn Mâce rivayet etmiş, İbn Huzeyme de Sahibinde yer vermiştir. Bu üçü ve başkaları Ka'b b. Mâlik'ten şunu rivayet ederler: "Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), Medine'ye gelmeden önce, bize ilk cuma namazı kıldıran Es'ad b. Zurare'ydi." Bu, daha önce geçti. İbn Sirın'in mürseli, bu sahabilerin, cuma gününü aralarında içtihat ederek seçtiklerini göstermektedir. Öte yandan Hz. Peygamber'in, Mekke'deyken bunu vahiyle öğrenmiş olması onların böyle yapmasına mani değildir. İbn Abbas'm hadisinde ve ondan sonraki hadiste olduğu gibi, Resülullah orada cumayı kıldıramamış ti. Bu sebeple, İbn İshak'la başkalarının anlattığı gibi, Medine'ye ilk gelişinde onlara Cuma namazı kıldırdı. Buna göre Cuma hakkında bilgi, Resûlullah'm (sallalkhu aleyhi vesellem) haberi ile sabit oldu. Ayrıca şöyle denilmiştir: Cumayı seçmelerindeki hikmet, Hz. Adem'in o günde yaratılmış olmasıdır. İnsan ancak kulluk için yaratılmıştır. Onun, o gün ibadetle meşgul olması uygun düştü. Allah Teâlâ, varlığı o gün tamamladı, onlardan yararlanacak olan insanı da o gün ortaya çıkardı. İnsanın, bundan dolayı, o gün ibadet ederek Allah'a şükretmesi uygun düştü. Bununla ilgili, inşallah O'nun Hususiyetleri kısmında ek bilgiler yer alacaktır.
Daha önce, Resûlullah'm (salkllahu aleyhi vesellem) devesinin, mescidin kapısının yanında çöktüğü geçmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (saMahu aleyhi veseilem): 'İnşallah, men^ilımi^ (konaklama yerimi^} burasıdır" demişti. O, devesinden inip: "Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen iskan edenlerin en hayırlısısın" (Müminun, 29) buyurdu. Orası Sehl ve Süheyl adlı iki yetimin hurma kurutma yeriydi. Yahya b. el-Hasan, el-Belazuri ve başkaları şöyle dediler: "Bu iki yetim, Râfi b. ebî Amr b. Âiz b. Sa'lebe b. Ğanm b. Mâlik b. en-Neccar oğullarıdırlar. İbn Hazm da böyle açıklamıştır. Abu Amr bunu tercih etmiştir. Buhârî'nin Sahih'mde raviletınin çoğuna göre, o ikisi (Sehl ve Süheyl) Es'ad b. Zurâre'nin himayesindeydiler. Sabitfte, Resûlullah'm Mescidin yeri için, Neccar oğullarına haber gönderdiği geçmişti. O şöyle buyurmuştu: 'W Neccar oğullan! Bu arsamın bedelini bana söyleyiniz de, ödeyeyim." [2] Onlar da-''Vallahi! Biz onun bedelini, ancak Allah'tan isteriz" dediler. Bir rivayette de şöyledir: Resûlullah (sallalkhu aleyhi vesellem) yetimleri çağırttı. Mescit yapılması için, hurma kurutma yerini onlardan satın almak istedi. Onlar: "Allah'ın Resulü! Biz onu sana Allah rızası için bağışlarız" dediler. Resûlullah (saikUahu aleyhi vesellem) da arsayı bedelsiz almaya yanaşmadı. Sonunda, orayı o ikisinden satın alıp mescidi yapü. Es'ad, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) gelmeden önce hurma kurutma yerini mescit yapmıştı.
Yahya b. el-Hasan, Zeyd b. Sâbit'in annesi, en-Nevat binti Mâlik'ten şunu rivayet etmiştir: "Es'ad b Zurâre Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Medine'ye gelmeden önce, halka beş vakit namaz kıldırdı." Rafı b. ebî Amr b. Azİz'in oğulları Sehl ile Süheyl'in hurma kurutma yerinde yaptığı mescitte de onlara Cuma namazı kıldırdı. en-Nevar şunu da ilave etmiştir: "Geldiğinde, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem), onlara o mescitte namaz kıldırdığını görüyor gibiyim. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) daha sonra oraya kendi mescidini inşa etti." el-Belâzurî benzerini anlatmıştır.
Buhârî, Müslim ve Beyhakî, Enes'ten (radîyallahu anh) şunu rivayet etmişlerdir: Mescit, tavanı olmayan duvar halindeydi. Kıblesi de Kudüs'e doğruydu. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi veseİlem) emriyle hurma ve garkad denilen dikenli ağaçları kesildi. Orada müşrik kabirleri vardı. Onlar açılıp kemikleri başka yere götürülüp gömüldü. Mescidin arsasında su birikintileri vardı, onlar giderildi. Harap yerler (çukurlar ve tümsekler) düzeltildi. Mescidin kıble tarafına (mihrap yerine) hurma ağaçlarını dizdiler. Kapıların üzerine hurma dallarından çatı yapıldı. Kapıların yan söveleri de taştan örüldü.
İbn Aiz şunu rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (saliallahu aleyhi vesellem) on ikî gün, bir gölgelikte namaz kıldı. Sonra tavan yapıldı. Muhammed b. el-Hasan el-Mahzumi ile Yahya b. el-Hasan, Şehr b. Havseb'ten şunu rivayet etmiştir: Resûlullah (sallailahu aleyhi veseİlem), mescidi inşa etmek istediğinde: "Bana, Musa'nın gölgeliği gibi, sumen otundan ve kuru ağaç parçalarından bir gölgelik yapın. Durum bundan da âcildir" buyurdu. "Musa'nın gölgeliği nasıldır?" diye soruldu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şu cevabı verdi: "O ayağa kalkınca, başı tavana değerdi."
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) mescit yapılırken, sahabelerle birlikte bizzat kendisi de çalışmıştır. Sabib'te belirtildiğine göre, çalışmaya teşvik için onlarla birlikte kerpiç taşımaya başlamış ve şöyle buyurmuştur:
Allah 'ıml (Asıl) ecir, âbiret ecri! Esirge Ensâr't ve Muhacir'[3]
Bu beytin, Abdullah b. Revaha'ya ait olduğu zikredilmektedir, ez-Zühri'nin rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle diyordu: "Hayır ancak ahiret hayrıdır, Muhacirlerle Ensâr'a acı" O (sallallahu aleyhi vesellem), kendisi şair değildi, başkasının şiirini söylerdi.
Muhammed b. el-Hasan el-Mahzumi, Ümmü Seleme'den (radiyallahu anhâ) şunu rivayet etmiştir. Mescit yapılırken kendisinin çalışmasına ihtiyaç duyulmadığı halde, Resûlullah (sallalhhu aleyhi vesellem) kalkıp taş ve kerpiçlerin yanına yaklaşmış, onları taşımak üzere elbisesine koymuştu. İlk muhacirler ve Ensâr bunu görünce, rida ve elbiselerini atıp recezler söylemeye, çalışmaya ve şöyle demeye başladılar:
Peygamber çalışırken biz otunırsak, Bu boşa gitmiş, doğru olmayan şey olur.
Beyhakî, el-Hasan'dan şunu rivayet etmiştir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellera) mescidi inşa ederken, ashabına yardım ederdi. Onlarla birlikte kerpiç taşırken, bağrı to [4] içinde kalmıştı. Osman b. Maz'un, çıtkırıldım birisiydi. Kerpiçleri götürüp bıraktıkça, eğilerek üstünü başını silkelerdi. Bunu gören Hz. Ali şu şiiri söylemiştir:
Mescitleri imar edenler, orada dikilmeyi, Oturmayı âdet edinenlerle ve tozdan topraktan Eğilmiş görünenlerle elbet bir olmazlar.
Ammar b. Yâsir de, işittiği bu beyitleri kimin hakkında söylendiğini bilmeksizin, söylemeye başladı. Bir gün Osman ona: "Ey Sümeyye'nin oğlu! Senin kime tarizde bulunduğunu anlayamadım. Ya vazgeçersin, ya da şunu yüzüne vururum" diyerek elindeki değneği gösterdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) öfkelendi ve elini gözlerinin arasına koyarak: "Ammar b. Yasir benim iki gölümle burnumun arasındaki deridir (yani o benim tenim gibidir). Ona vuran bana vurmuş olur" buyurdu. İnsanlar Ammar'dan çekindiler, sonra ona: "Hz. Peygamber'in kızmasına sebep oldun. Hakkımızda Kur'an âyeti inmesinden de korkuyoruz" dediler. "Öfkelendiğine göre ben onu hoşnut ederim" dedi ve Hz. Peygamber'e: "Ey Allah'ın Resulü! Bana mı kızdın, ashabına mı? diye sordu. Hz. Peygamber (sallalkhu aleyhi veselîem): "Ne sana, ne de onlara" dedi Ammar; "Onlar beni öldürmek istiyorlar, kendileri kerpiçleri birer birer taşıdıkları halde, bana ikişer ikişer yüklüyorlar" dedi. Resûlullah (sallalkhu aleyhi vesellem) onun elinden tutup mescidi dolaştırdı ve elleriyle onun tozunu toprağını sîlkerek: "Sümeyye'nin oğlu! Seni onlar öldürmeyecekler. Seni atmn bir topluluk öldürecek. Sen onları cennete çağırıyorsun, onlar ise seni cehenneme Çağınyorlar. "Ammar da şöyle dedi: "Fitnelerden Allah'a sığınırım."
Abdurrezzak, Buharı ile Müslim'in şartlarına uygun bir senetle ÜmmÜ Seleme'den, Buhârî ile Beyhaki [5] Ebu Said el Hudri'den (radiyallahu aohumâ) şunu rivayet ettiler: Resûlullah (sallallahıı aleyhi vcsellem) İle ashabı, mescidi yaparlarken, herkes kerpiçleri birer birer taşıdığı halde, Ammar, birisi kendisi, diğeri de Resûlullah (sallallahu aleyhi veselîem) için olmak üzere, iki kerpiç taşırdı. Resûlullah (sallallahu aleyhi veselîem) onun sırtını sıvazlayıp: "Sümeyye'nin oğlu! Sana İki ecir var, başkalarına bir ecir var. Senin dünyadan son alığın, bir içim süttür. Seni a^gın bir topluluk öldürecek. Sen onları cennete çağırıyorsun, onlar da seni cehenneme çağınyorlar" buyurdu. Ammar da: "Fitnelerden Allah'a sığınırım" dedi.
Ebu Yâ'lâ, Sahih'in - ravileriyle, —ancak senette bulunan ve tâbiun halkasına dahil olan ravi, Hz. Aişe'den hadis dinlememiştir— Hz. Aişe'den şunu rivayet etmiştir: Resûlullah (sallaİlahu aleyhi veselîem) Medine mescidini yaparken, kendisi bir taş getirip temele koydu. Ebu Bekr de bir taş getirip temele koydu. Ömer de bir taş getirip onu temele koydu. Osman da bir taş getirip onu temele koydu. Bu durum Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) sorulunca: "Benden sonra halifelik böyle olacak "buyurdu.[6]
Beyhakî, kavi ve ceyyid bir ravi zinciri ile Sefînc'den [7] (radiyallahu anlı) benzerini rivayet etmiştir ki orada şöyle geçmektedir: "Bunlar, benden sonra işi yönetecek olanlardır."
İmam Ahmed, Ebu Hureyre'den (radiyallahu anh) onların, Resûlullah'la (sallalkhu aleyhi veselîem) birlikte, mescidin inşası için kerpiç taşıdıklarını rivayet etmiştir. Yİne o şunu nakletmiş tir: "Resûlullah'in (sallallahu aleyhi vesellem) kerpici karnına yasladığını gördüm ve onu çökerteceğini zannettim. "Ey Allah'ın Resulü! Onu bana ver" dedim. Bunun üzerine: "Başkasını al. Hayat, âhiret bayatıdır" buyurdu. Bu konuşma, mescidin ikinci inşasında geçmiştir. Çünkü Ebu Hureyre, birincide henüz müslüman olmamıştı.
Yahya b. Hasan, Usame b. Zeyd'in babasından şunu rivayet etmıstü;: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) taş taşırken, Useyd b. Hudayr'la karşılaştı. Useyd ona: "Ey Allah'ın Resulü! Onu bana ver" dedi. Hz. Peygambcr (salklhhu aleyhi vesellem) de: "Git, sen de başkasını taşı. Çünkü, sen Allah'a benden daha muhtaç değilsin "huyundu.[8]
İmam Ahmed ve Yahya b. el-Hasan, Talk b. Ali'den (radiyallahu anh) şunu rivayet etmiştir. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) mescidini yaparken ve müslümanlar da, onunla birlikte çalışırken, onun yanma varmıştım. Ben çamur karma işini yapan birisiydim. Benim toprağı, düzlük ve ince kumluk yerden alışım ve çamur karışım, Resûlulîah'm (sallallahu aleyhi vesellem) hoşuna gitti ve: "Bu Hanefi gerçekten çamurcudur" dedi. Şöyle büyütüyordu; "Yemameli'yi çamura yaklaştırın. Çünkü o sirkin, işi en sıkı tutanım^ ve pa^usu en
güçlü olanını-^dır."[9]
Yahya b. el-Hasan, Abdulaziz b. Umer Yezid b. es-Saib Hârice b. Zeyd b. Sabit tarikiyle şunu rivayet etmiştir: Resûlullah (sallallahu aleyhi veseUem) mescidini altmışa yetmiş zira' veya daha fazla olarak, Bakî'u'l-Habhaba kerpiçlerinden yaptı. Onu ilk önce bir duvar olarak yaptı. Direkleri, ikiye ayrılmış tahtalardandır. Ortasını geniş bıraktı ve iki eşi için de iki oda yaptı.
Yine Yahya, Ca'fer b. Muhammed'in babasından şunu rivayet etmiştir: Resûlullah'ın mescidi önce kerpiçler üst üste konularak yapılmıştı. Sonra, enine ve boyuna konularak yapıldı. Daha sonra halk çoğaldı ve: "Allah'ın Resulü! Buna İlave yapılsa" dediler. Bunun üzerine kerpiçler erkekli dişili konularak, yani birbirine bağlanarak örüldü. Onlar temeli, yaklaşık üç zira' boyunda, taştan yapmışlardı. Uzunluğu kıble yönünden geriye doğru yüz zira' idi. Eni de yüz zira' idi. O, murabba (dörtgen) şeklindeydi. Cafer'in rivayetinde şöyledir: Ona tavan yapılmamıştı. Sahabiler sıcaktan şikâyet ettiler. Hurma gövdelerinden direkler dikildi, üzerlerine de kalaslar atıldı. Üstüne önce hurma çubukları, sonra da hurma yaprakları örtüldü. (Yağmur yağıp da) üzerlerine yağmur suları akınca, tavanı çamurla sıvadılar. Ortasını geniş bıraktılar. Duvarı tavan yapılmadan önce, bir insan boyundan biraz fazlaydı.
Yahya, Usame b. Zeyd b. Hârise'nin babasından şunu rivayet etmiştir:
ResuluUah (sallallahu aleyhi vesellem), kıblesini Kudüs'e doğru yapü. Mescidin üç kapısı vardı. Birisi kıble tarafındaki kapı ki, bugünkü Ebu Bekr kapısıdır diğeri Babu'r-rahrne denilen Atike kapısı, Sonuncusu da bugün Âl-i Osman kapısı denilen kapı ki, Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem) girip çıktığı kapı bu idi. Bu iki kapı, kıble değiştirildikten sonra değiştirilmediler. Kıble, Kabe tarafına çevrilince, Resûlullah, gerisindeki kapıyı kapatıp bu kapıyı açü ki bu kapattığı kapının tam karşısındaydı.
İbn Zebâle, Ca'fer b. Muhammed'den şunu rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (sallalîahıı aleyhi veseUem), mescidini iki defa yaptı. Geldiğinde onu (eni ile boyu zira' olarak) yüze yüzden küçük yapmıştı. Allah, Hayber'in fethini nasip edince, mescide odalar da İlave ederek aynısını tekrar yapü,
Zubeyr b. Bekkar, Enes'ten şunu rivayet etmiştir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) mescidini ilk defa hurma dallarıyla yapmıştı. Hicretten dört yıl sonra onu kerpiçle yeniden inşa etti.
Taberânî, Ebu'l-Melîh'ten şunu rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi veseilem), Medine mescidine ilave edilen yerin sahibine —ki o Ensâr'dandı—, "Oranın karşılığı olarak sana cennette bir ev var" derdi. Hz. Osman geldi ve "Sana, oranın karşılığı olarak on bin dirhem var" dedi ve onu, o kişiden sarın aldı. Daha sonra Hz. Osman Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): "Ey Allah'ın Reeûlü! Ensârlıdan satın aldığım yeri benden saün al" dedi. O da orayı, cennette bir ev karşılığında ondan satın aldı. Hz. Osman şöyle dedi: "Ben onu on bir dirhem karşılığında satın almıştım." Resûlullah (sailallahu aleyhi veselîem) bir kerpiç koydu. Sonra Ömer'i çağırdı. O da bir kerpiç koydu. Sonra Osman'ı çağırdı, o da bir kerpiç koydu. Sonra halka: "Si^ de koyun " dedi ve onlar da koydular.[10]
İmam Ahmed ve Tirmizî'nin, Sumâme b. Hazen el-Kuşeyri'den rivayet ettiği ve Tirmizî'nin basen dediği, yine İmam Ahmed ve Dârakutnî'nin el-Ahnef b. Kays'tan rivayet ettiği hadiste şunlar anlatılmaktadır: Hz. Osman, halkın yanına varıp: "Ali burada mı?" diye sordu. Onlar, "Evet" diye cevap verdiler. Hz. Osman yine: "Talha burada mı?" diye sordu. Onlar, "Evet!" dediler. Hz. Osman "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah adına siz, Resûlullah'ın 'Falancaların yerini satın alan kimse, cennette oradan daha iyisi karşılığında, onu mescide ilave etsin" dediğini biliyor musunuz?" dedi. Bîr rivayette de şöyledir. "Allah onu bağışlasın. Onu ben öz malımdan yirmi bine satın aldım. Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) varıp ve onu satın aldığımı söyledim. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Onu mescidimize kat. Sana, onun için ecir vardır" buyurdu. Onlar da, "Allahımî Öyle olsun" dediler"[11]
Zubeyr b. Bekkar, Nâfi b. Cubeyr -*-» Davud b. Kays İbn Şihab İsmail b. Abdillah el-Ezdî kanalıyla Ensâr'dan birisinden; yine Taberânî, ravileti güvenilir bîr senetle eş-Şemus bint en-Numân (cadiyallahu anhâ)'dan; Yahya b. el-Hasan, el-Halil b. Abdillah el-Esedî kanalıyla Ensâr'dan bir adamdan, o da İbn Aclan'dan; el-Garafî, Mâlik b Enes'ten, o Zeyd b. Eşlem'den, o da İbn Ömer'den şunu rivayet etmiştir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), kıbleyi değiştirmeleri için, mescidin köşelerine adamlar dikti. Cebrail ona gelip: "Ey Allah'ın Resulü! Kıbleyi Kabe'ye bakarak yap" dedi ve eliyle işaret etti. Onunla, Kabe arasındaki bütün dağlar kaldırıldı. Resûlullah, arada hiçbir engel olmadan, Kabe'yi karşısında görerek, mescidi dört köşesiyle yerleştirdi, iş bitince Cebrail eliyle tamam işareti verdi. Dağları, ağaçlan ve diğer şeyleri tekrar eski haline getirdi ve mescidin kıblesi, Kabe'nin oluğuna bakar hale geldi. Bu nedenle Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), "Bu mescidimin kıblesini tayin ederken Kabe benim için kaldırıldı ve onu Kabe 'nin önüne getirdim " buyurdu.[12]
İmam Mâlik, el-Utbiyye'de de belirtildiği gibi şöyle demiştir: "Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi veseüem) İçin, Medine mescidinin kıblesini yapanın Cebrail olduğunu duydum." Buhârî ile Ebu Davud, Nâfi' tarikiyle; yine Ebu Davud, İbn Atiyye tarikiyle, her ikisi de İbn Ömer'den şunu rivayet etmiştir; "Mescidin direkleri, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) zamanında, hurma ağacı gövdelerindendi, tavanı da hurma dallarıyla örtülüydü. Onlar Hz. Ebu Bekr zamanında çürüdükleri için yenilendiler. Onun zamanında bir ilave yapılmadı. Hz. Ömer ona ilavede bulundu. O bunu, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) devrinde olduğu gibî, kerpiç ve hurma dallarıyla yaptı. Çürümüş direklerini hurma gövdeleriyle yeniledi. Hz. Osman zamanında ahşap malzemeler çürüdü. Ona büyük bir ilavede bulundu. Duvarlarını nakışlı taşlarla yapıp tavanına adına sac (Hind ardıcı) denilen ağaçlar döşetti, ü-Uyun'da şu ilave vardır: Yapı için gereken çakıl ve kumları Akik'tan taşıttı.
İlk maksure (mescitte müezzin ve hafızlar için etrafı parmaklıklı yüksek yer) Mervan b. el-Hakem tarafından nakışlı taşlardan yaptırıldı. (Onlara baca delikleri de koydurdu). Babasının yerine geçen el-Velid b. Abdilmelik b. Mervan'a kadar, hiçbir değişiklik yapılmadı. el-Velid, Medine valisi Ömer b. Abdilaziz'e mescidin yıkılıp yeniden yapılmasını emreden bir mektup yazdı. Ona, para, mozayik, mermer yanında Şamlı, Mısırlı, Bizanslı ve Kıbtilerden oluşan seksen usta gönderdi. O da mescide ilavede bulunarak yeniden yaptırdı. İnşaat için ve maaşları ödemek üzere Salih b. KeysarJ görevlendirmişti. Bu, 87 yılında, kimilerine göre 88 yılının başında gerçekleşti.
el-Mehdi halife oluncaya kadar öbür halifeler orada hiçbir sey yapmadılar. Muhammed b. Ömer şöyle demiştir: el-Mehdî, Abdulmelik b Şebîb el-Gassanî ile Ömer b. Abdilaziz'in torunlarından birini, mescidi yeniden yaptırmaları ve genişletmeleri için Medine'ye gönderdi. O sırada Medine valisi, Ca'fer b. Süleyman b, AH idi. Bunlar bir yıl çalışarak aeri tarafına yüz zira' ilave ettiler. Böylece onun boyu, üç yüz zira', eni de iki vüz zira' oldu." Ali b. Muhammed el-Medainî de şöyle demiştir: "el-Mehdi Ca'fer b. Süleyman'ı, Mekke, Medine ve Yemame'ye vali yaptı. O da Mekke ve Medine mescitlerini genişletti. Medine mescidinin inşası 162 yılında tamamlandı. el-Mehdi 160 yılında, hac mevsiminden Önce Medine'ye gelmiş maksurenin kaldırılıp mescidin eskisi gibi düz hale getirilmesini emretmişti. el-Me'mun'un da orayı genişlettiği söylenmektedir. Allah daha iyi bilir.
el-Me'mun'dan sonraki halifelerden hiçbiri ona ilavede bulunmadı. Onlar sadece küçük tamiratlar yaptırdılar. Nihayet, 654 yılında, Ramazan ayının ilk gününde, akşamleyin (Mescid-i Nebevî'de) yangın çıktı. Hizmetçi Ebu Bekr b. Evhad, mescidin minarelerine ait kandilleri çıkarmak için, batı köşesindeki ardiyeye girdi. Elindeki çırayı içinde paçavralar bulunan, kandil kafeslerinden birinin üzerine koydu. Orası tutuştu. Kendisi söndüremedi. Yangın halılara ve ardiyedeki diğer şeylere sıçradı. Alevler hızla tavana yükseldi. (Sonra kıble yönünde bütün tavana yürüdü) Halk onu söndürmeye koştu. Daha sonra Medine emiri geldi. Halkın büyük kısmı onun yanında toplandı. Yangını durduramadılar. Çok kısa zamanda yangın mescidin bütün tavanını, minberin, kapıların, dolapların, maksurelerin ve sandıkların bulunduğu her yeri kapladı. Bir tane tahta kalmadı. Aynı şekilde kitaplar ve Resûlullah'm hücresindeki örtüler de yandı. el-Kutb el-Kastallânî şöyle demiştir: O sırada Hücre-i saadetin üzerinde onbir Örtü vardı. Ateş razı olunmayan o süsleri yok etti. Bu yangından Kahr sıfatının, ilahi azametin şerefliye de şerefli görülene de galip geldiği görüldü. Bu yangın, Medine toprağına da sıçramasından korkulan Hicaz ateşinin zuhur etmesinin, halkın ondan korunmak için, mescide sığınmalarının ve ateşin mescidin haremine gelince durmasının hemen akabinde cereyan etmişti. Ben de derim ki: Bunu açıklaması, inşaallah Mucizeler konusunda gelecek.
Belki halkın aklına şöyle gelmişti: Oranın komşuluk bereketıyle kendilerinden korunması, günah işledikleri halde, âhirette de oranın onlardan korunmasını gerektirir. Durum, konuşma dilinden daha edebi olan hal diliyle açıklamayı gerektirdi. Ateş, günah kirlerini temizleyicidir. (Bu), o sırada Râfızîlerin Hz. Peygamber mescidiyle Medine'yi ele geçirmeleri yüzünden olmuştu. Kadı ve hatip onlardandı. İbn Cubeyr'in, gezisinde (tuttuğu notlarda) açıkladığına göre, onlar edepsizlik yapmışlardı. Bu sebeple, sandığın arkasından, mescidin duvarları üzerinde yazılı şu ifadeler bulundu:
Nebinin haremi, kendisine zarar vermesinden korkulan bir töhmetten ve ondaki utanç verici bir şeyden dolayı yanmadı.
Aııcak Ralizîlerin ellerinin bıraktığı izleri ateş temizledi.
Yine şu beyitler de bulundu:
Medine 'deki Ralizîlere şöyle söyle: Bütün dengesiz kişileri buraya getirdiniz, Ha rem-i şerif ancak, oradaki sahahilere sövmeniz sebebiyle yakılmış oldu.
Yangından sadece, en-Nasır Lİdînillah'm haremin zahirelerini muhafaza etmek için yaptırdığı kubbe kurtuldu. Tarihçiler şöyle derler: Mescidin direkleri hurma ağaçlarının gövdeleri gibi ayakta kaldılar. Rüzgâr esince onlar sallanıyorlardı. Bazı sütunların kurşunları eriyip yıkıldı. Hücre-i Saadet'in en üstündeki tavan, Resûlullah'm (salkllahu aleyhi vesellem) evindeki tavanın üzerine çöktü. Her ikisi de (daha sonra) Hücre-i Saadet'in İçine ve mukaddes kabirlerin üzerine yıkıldılar.
Cuma sabahı, halk namaz için başka bir yere gittiler. Bunu (Ramazan ayında) halife el-Mu'tasimbillah (Ebu Ahmed Abdullah) b. el-Mustansırbillah'a yazdılar. Hac mevsiminde, İrak kafilesiyle ustalarla birlikte âletler geldi. 655 yılının başında tamire başlandı. Mübarek kabirlerin üzerine tavandan düşenleri kaldırmaya niyet ettiler. Buna cesaret edemediler. O sırada Medine'nin idarecisi olan emir Munif b. Şeyha b. Haşim b. Kasım b. Muhcnni' el-Huseynî ile Harem-i Şerifin büyükleri bunun halife el-Mu'tasımbillah'a bildirilmesine ve onun vereceği emri yerine getirmeye karar verdiler. Halifeye bildirdiler. Fakat kendisi ve devlet adamları, o sene, Tatarların verdiği rahatsızlıklar ve Bağdat'ın işleri ile uğraşmaları sebebiyle onun cevabı gelmedi. Yıkıntıyı olduğu gibi bıraktılar ve oraya hiç kimse uğramadı. el-Mecdu'1-Luğavi şunu ilave etmiştir: Hiç kimse, beceremeyeceği bu büyük meseleyle ilgilenmeye cesaret edemedi. (O sırada) Yemen'in idarecisi (kral) el-Muzaffcr Şemsuddin b. Yusuf b. el-Mansur Ömer b. Resul'den alet ve malzemeler geldi. Daha sonta Mısır'ın idarecisi görevden alındı. Yerine babasının kölesi, gerçek adı Mahmud b. Memduh olan, annesi Sultan Celaluddin Harezmşah'm kız kardeşi ve babası amcasının oğlu olan el-Muzaffer Kutuz el-Muizzî geçti. O, Tatar saldırısında esir edilmiş ve Dimaşk'ta satılmıştı. Sonra (satış yoluyla) Mısır'a geçmişti. (Altı yüz elli) yedi
yılında, Zilkade ayının on sekizinde hükümdar oldu. 658 yılının Ramazan ayında, Allah islam'ı, Ayn-ı Calut savaşında onun vasıtasıyla üstün getirdi Savaştan bir ay sonra Kahire'ye girerken öldürüldü.
O yıl Mescid-i şerifteki çalışma, Babu's-Selâm'dan (eskiden Âtike kapısı diye bilinen) Babu'r-Rahme'ye, Cebrail kapısından, Babu'n-Nisâ'ya (kadınlar kapısına) kadar sürdü. Bu yılın sonunda Mısır'ın başına Sultan ez-Zahir Rükneddin Baybars es-Saühî el-Bundukdarî geçti. O, mescitle ilgilenip tahtalar, demir, kurşun, elli üç usta ve onların erzağını hazırladı. Yola çıkmadan önce onlara para verdi. Onlarla birlikte emir Cemaleddin Muhsin es-Salihî ve başkalarını gönderdi. Sonra onlara ihtiyaç duydukları âlet malzeme ve parayı göndermeye başladı. Onun günlerinde, kuzeydeki tavan hariç, yangından önce bir tavanın üzerinde, bir tavan olduğu gibi, mescidin tavanının kalan kısmı yapıldı. Kuzey tavanı tek tavanlıydı.
Mescit, henüz bu haldeyken mescit sahanının (=iç bahçe, avlunun) sağında ve solunda bulunan doğu tavaniyla batı tavanı yenilendi. Bu Sultan en-Nasir Muhammed b. Kalavun es-Salihî'nin idarecilik döneminin başlarında, 705 ve 706 yıllarında oldu. Onlar da, kuzey tavanına benzer (yani düz) tek tavan yaptılar. Sonra 729 yılında, zikredilen Sultan en-Nasır Muhammed, (kıble tarafındaki tavanlı yere) gerisine bitişik iki revak ilave edilmesini emretti. Oranın tavanlı kısmı, o revaklarla genişledi ve daha yararlı hale geldi. Daha sonra bu iki revakta çatlak meydana geldi. Onları, Sultan el-Eşref Barsbay, 831 yılında, Kıbrıs'taki azınlıklardan alınan vergilerle yeniledi. el-Eşref, Şam tarafındaki tavanın (Sincâriyye'ye bakan minarenin [sol arkadakininj) bir kısmını yeniledi.
ez-Zahir Çakmak idaredeyken, Ravza-i Şerifin ve mescidin tavanında çatlak meydana geldi. O bunu 853 yılında yeniledi. Sultan Melik el-Eşref Kayıtbay, mescidin tavanının çoğu yerini yeniledi.
886 yılında, Ramazanın 23. gecesinde, sabaha yakın Mescıd-i Nebevi ikinci defa yandı. Bunun üzerine baş müezzin ve baş müderris Şemsuddin Muhammed b. el-Hatib, Reyyisiyye diye meşhur olan, Yemen tarafındaki doğu minaresinde tehlîl getirmeye (lâ ilahe illallah demeye) başladı. Müezzinler de öbür minarelere çıktılar. Buludar yoğunlaştı. Şiddetli bir gök gürültüsü oldu. Bir kısmı, sözü edilen minarenin hilaline isabet eden bir yıldırım düştü. Mescidin doğu tarafına ateş gibi bir alev düştü. Minarenin tepesi koptu. Baş müezzin, o anda öldü. Yıldırım mescidin Hücre-i Nebevi'nin kubbesiyle baştaki minare arasındaki üst tavana isabet etti-Kalkan gibi onu delip geçti. Yangın oraya ve alt tavana sıçradı. Mescidin kapıları açıldı ve "Mescidde yangın var!" diye bağırdılar.
Medine emiri Kastal b. Zuheyr el-Cemmazî ve Medine halkı Mcscid-i Şerifte toplandı. İlk yardım için görevli kimseler, yangını söndürmek için hemen beraberlerinde getirdikleri sularla yukarı çıktılar. İki tavan çabucak tutuştu. Yangın kuzey ve batı tarafa da sıçradı. Söndüremediler. Yangının içinde kalmak üzereyken kaçtılar. Bazıları düşüp öldüler. Mescid'in sahanına kadar, sahanın ötesinde olan kimselerle birlikte bazıları kurtuldular. Bu sebeple ölenlerin sayısı ondan fazlaydı. Yangın çok büyüdü. Engin bir ateş denizi gibi oldu. Korkunç bir şekilde ses çıkarıyordu. Havaya yükselen kocaman alevler vardı. Saray gibi kıvılcımlar atıyordu. Yakındaki evler de yıkılmaya başladı. Buna rağmen yangın söndürülemiyordu. Bazı kitap, cüz ve mushaf dolapları taşındı. Onları depolardan hemen çıkarmadılar. Hepsİ on kadardı. Kıvılcım isabet edince, onlar da yandılar. Medine emiri Kastal el-Cemmazî, Araplardan ihlaslı ve dürüst birisinin bundan önce bir gece (rüyasında gök yüzünün çekirgelerle dolduğunu, arkasından büyük bir ateşin geldiğini ve Resûlullah'in (saflaUahu aleyhi vesellem) ateşi tutup; "Ümmetimden onu uzak tutuyorum" dediğini anlattı.
Seyyid (Semhûdî) şöyle der: Bazı kimseler, bana, onlara, kıvılcımların düştüğünü görünce, birçokları kaçmakla birlikte komşuların evlerinden uzaklaştırıyor gibi, yangının etrafında uçan beyaz kuş şekilleri gördüklerini anlattı. Bazıları, yaşadıkları büyük korku sebebiyle Medine'nin şehir kapısından çıktılar ve kendilerinin düşmanlar tarafından kuşatıldığını zannettiler. Yangın ikinci gün söndü. Sultan Kayitbay'a bunu bildirmeleri için adamlar gönderdiler. Kayıtbay (Allah layıkıyla ona rahmet etsin) bu meseleyle İlgilenip zamanımızda mevcut olan en sağlam şekliyle mescidi yeniden inşa etti.
1. Mescidin yeri kendilerine ait olan iki yetimin isminde ihtilaf edilmiştir. (Musa b. Ukbe: "Onlar, Rafı b. Amr b. ebî Amr'ın oğullarıdır" demiştir) Zührî ile İbn İshak, onların Amr'ın oğulları olduğunu söylemişlerdir, el-Uyun'da.: "En meşhuru budur" denilmiştir. es-Süheylî, iki görüşü şöyle uzlaştırmaya çalışmıştır: "Onlar, Rafı' b. Amr'ın oğullarıdır." Buna göre onlar dedelerine nisbet edilmiş olmaktadırlar. Hafız (İbn Hacer) de şöyle demiştir: "Tercih edilen, Zühri ile İbn İshak'm sözüdür."
2. İbn İshak, onların Muâz b. Afrâ'nin himayesinde olduklarını söylemiştir. Sabittin ravilerinden birisi olan Ebu Zerr el-Herevî ise Es'ad b. Zurâre'nin himayesinde olduklarını söylemiştir. Hafız (İbn Hacer) ve Seyyid (Semhûdî): "Tercih edilen budur" demişlerdir. İbn Zebale ve Yahya: "Onlar, Ebu Eyyub'un himayesindeydiler" demişlerdir. İki rivayet şöyle uzlaştırılabilir: O ikisinin önce onların himayelerinde olduğu zikredildi, Es'ad b. Zurare'den sonra da onların tek tek zikrine geçildi. Nitekim Muhammed b. el-Hasan el Mahzumi, İbn ebî Fudeyk'in şu sözünü rivayet etmiştir: "Bazı âlimlerin, Esad'ın, Resûlullah (sdhliahu aleyhi vesellem) mescidi yapmadan önce vefat ettiğini, Resûlullah'ın mescidin yerim Sehl ije Süheyl'den satın aldığını söylediklerini duydum."
3. Sahifftt şöyle denir: Resûlullah (saHalkhu aleyhi vesellem) Neccar oğullan topluluğuna, mescidin yeri sebebiyle adam gönderdi. Hz. Peygamber (saUalkhu aleyhi vesellem) şöyle dedi: "Ey Neccar oğullan! Bu arsamın bedelini söyleyin de, ödeyeyim." Onlar, "Vallahi olmaz. Biz onun bedelini ancak Allah'tan isteriz." Bir rivayet te şöyledir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), iki genci (Selil ile Süheyl'i) çağırttı. Mescit yapılmak üzere, hurma kurutma yerini onlardan satın almak istedi. İbn Uyeyne'nin rivayetinde şunlar vardır: O da: "Onu ne yapacaksın?" diye sordu. Onlara karşı dürüst olmaktan başka çare kalmadı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) orayı istediğini, onlara söyledi. Sehl ile Süheyl: "Biz orayı vereceğiz" dediler ve orayı Resûlullah'a verdiler. Resûlullah (sallalhhu aleyhi vesellem) de mescidi inşa etti. Bunu el-Cundî rivayet etmiştir.
İbn Zebâle ile Yahya, Ebu Eyyub'un: "Ey Allah'ın Resulü! Ben onları razı ederim" dediğini zikretmiştir. İbn Ukbe de Es'ad'ın arsanın yerine onlara hurma ağaçlan verdiğini ve "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) orayı onlardan satın aldı" denildiğini zikretmiştir. Hafız (İbn Hacer)in işaret ettiği gibi, bu rivayetleri şöyle uzlaştırabİliriz: Onlar: "Biz onun bedelini ancak Allah'tan isteriz" dediklerinde, onlardan oranın kime ait olduğunu sordu. Onlar da o iki gencin adını verdiler. Resûlullah (sallallahu aleyhi veseUem) arsayı onlardan veya buluğa ermemişlerse velilerinden satın aldı. O zaman, "Biz onun bedelini ancak Allah'tan isteriz" diyenlerin, iki gence vermek üzere, bedelini ödemeyi üstlendikleri ihtimali vardır. İbn Ukbe, Es'ad b. Zurare'nin, onun yerine, gençlere Beyaza'daki hurma ağaçlarım verdiğini nakletmiştir. Daha Önce, Ebu Eyyub'un: "Ben onları razı ederim" dediği geçmişti. Ebu Eyyub onları razı etti. Kimilerince Muaz b. Afrâ'nın onları razı ettiği söylendi. Bu, satın almadan sonradır. Es'ad, Ebu Eyyub, ibn Afrâ'dan her birinin ayrı ayrı, yetimleri bir şeyle razı ettikleri ihtimali de vardır. Razı etme işi bu nedenle onların her birine nisbet edildi.
İki yetimin bedeli kabul etmedikleri de rivayet edilmiştir. Bunun başlangıçta olması ihtimali vardır. Fakat el-Vakıdî söyle demiştir: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) onu, Afrâ'nın oğullarından on dinar karşılığında satın aldı. On alünı da Hz. Ebu Bekr (radiyallahu anh) geldiği sene, ilk defa mescidi inşa ederken, önce, hurma kurutma yerinin bir kısmını almıştı. Sonra, yukarıda mescidi ikinci kez inşa ettiğinden ve ona ilavede bulunduğundan bahsedildiğine göre, diğer kısmını almıştı. Parası birincisinde Ebu Bekr'den, ikincisinde diğerlerindendi.
4. Seyyid (Semhûdî), Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) Ammar'a: "Seni a-ygzn bir grup öldürecek" dediğini zikretmiştir. Bu söz, mescidin ikinci kez inşasında söylenmişti. Çünkü, Beyhakî, Delâifde Ebu Abdirrahman es-Sülemî'den Abdullah b. Amr b. el-As'ın, babası Amr'a şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu adamı (Ammar'ı) biz öldürdük. Resûlullah (salialkhu aleyhi vesellem) onun hakkında o sözünü söylemişti." Babası "Hangi adam?" dedi. O da: "Ammar b. Yâsir. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) mescidi yaptığı günü hatırlamıyor musun? Biz kerpiçleri birer birer taşıyorduk. Ammar'm ise ikişer ikişer yüklendiğini hatırlamıyor musun? O, Resûlullah'la karşılaştı ve: "Çok terlediğin halde ikişer ikişer mi taşıyorsun? Seni a-^gın bir topluhık Öldürecek, sen cennetliklerdensin'''buyurdu. Bunun üzerine Amr b. el-As, Muavİye'nin yanına gidip: "Bu adamı biz öldürdük. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) o sözünü söylemişti" dedi. Muaviye: "Sus! Vallahi sen hâlâ, çocukça davranıyorsun. Onu biz mi öldürdük. Ali'yle arkadaşları onu öldürdükten sonra getirip aramıza attılar" cevabını verdi. es-Semhûdî: "Ammar'a hitâbedilen bu sözün, mescidin İkinci inşasında söylenmiş olması gerekir. Çünkü Arnr. b. el-As hicri 5. yılda müslüman olmuştu" demiştir.
er-Ravdda. şöyle denilmiştir. "Onun (sallallahu aleyhi vesellem) evleri (odaları) dokuz tane idi. Onların bk kısmı, hurma dallarından yapılarak üzerleri, çamur harçla sıvanmış ve yine hurma dallarından ona tavan yapılmıştı. Bir kısmı da, üst üste konulmuş taşlardan yapılmıştı ve bunların tavanları da hurma dallarından di." Hafız ez-Zehcbi Bulbulu'r-Ravdd-a. şöyle der: "Bize, mescidi yapıncaya kadar Resûlullah (sallalhhu aleyhi vesellem) için dokuz ev yapıldığı haberi ulaşmadı. Onun bunu yaptığını zannetmiyorum. O sadece, mü'minlerîn annesi Şevde için bir ev istiyordu. İkinci yılın Şevval'inde Hz. Aişe'yle gerdeğe girinceye kadar başka bir eve ihtiyaç duymamıştı. Resûlullah (saüallahu aleyhi vesellem) onları (odaları) farklı zamanlarda yapmıştı."
Daha önce, ikinci bölümde, Resûlullah'ın (saüallahu aleyhi vesellem) Hz. Şevde ile Aişe için, mescidin yapıldığı esnada odalar yaptığı geçti. Çünkü her ne kadar Aise ile gerdeğe girmemİsse de, Hz. Aise o sırada esiydi. Sonra ihtiyaç oldukça diğer odaları yaptı.
Muhammed b. Ömer el-Eslemi şöyle demiştir: "Harise b. en-Nu'man'm mescidin yakınında ve etrafında evleri vardı. Resûlullah'ın yeni bir hanımı olunca, Harise, O'nun için bir evden vazgeçerdi; yani bk oda (hücre) yeri çıkardı. Böylece, Hârise'nin bütün evleri Resûlullah'la (sallallahu aleyhi veseüem\ eşlerinin oldu." Muhammed b. Ömer şöyle dedi: Abdullah b. Yezid e] Huzelî bize şunu anlata: el-Velid b. Abdilmelık'in emriyle Ömer b Abdulaziz Resûlullah'ın (salbllahu aleyhi vesellem) hanımlarına ait evleri yıktırdığında, onların kerpiçten yapıldıklarını ve çamurla sıvanmış hurma dallarından yapılmış odalar olduğunu gördüm. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) kapısından sonra gelen Aişe'nin evi ile, bugün Esma binti Hasan'ın evi arasında dokuz ev saydım. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) hanımı Üramü Seleme'nin evinin ve odasının kerpiçten olduğunu gördüm. Onun oğlunun oğluna sordum. O da şu cevabı verdi: Resülullah (saUaUahu aleyhi vesellem) Dûmetu'l-Cendel'de savaştayken, Ümmü Seleme odasını kerpiçle yaptı. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) gelince, kerpice bakıp hanımlarının ilki olarak onun yanına girdi ve "Bu bina da ne oluyor?" dedi. Ümmü Seleme: "Ey Allah'ın Resulü! İnsanların gözlerini engellemek istedim" dedi. Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Ey Ümmü Sekme! Müslümanın malının (heder olup) gittiği en kötü şey,yapıdır''buyurdu.[13]
Muhammed b. Ömer şöyle demiştir: Bu hadisi Muaz b. Muhammed el-Ensâri'ye anlattım. O da şöyle dedi: imran b. ebî Enes'in bulunduğu bir mecliste, Atâ el-Horasânî'nİn mübarek kabirle minber arasındayken şöyle dediğini duydum. Hz. Peygamber'İn (sallallahu aleyhi vesellem) hanımlarının odalarındaki hurma dallarına ve kapılarının üzerinde siyah kıldan yapılmış keçelere yetiştim. el-Velid b. Abdilmelik'in mektubu okunurken orada bulundum. O bize, Hz. Peygamber'in hanımlarının odalarının yıkılmasını emrediyordu. Ben onun, o günden daha fazla ağladığı hiçbir gün görmedim. Atâ da şöyle dedi: "Said b. el-Müseyyeb'in o gün şöyle dediğini duydum. "Vallahi, ben onların odaları olduğu gibi bırakmalarını, Medine halkından birisi çıkıp uzaklardan birisinin gelip Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) hayatında yeterli gördüğünü görsün ve bu, insanları övündüğü şeylerden uzaklaştıran şeylerden olsun." Muaz şöyle dedi: Atâ el-Horasani konuşmasını bitirince,- İmran b. ebî Enes şöyle dedi: Onlardan dördü kerpiçle yapılmışa. Hurma dallarından yapılmış odaları vardı. Beş ev de hurma dallarmdandı ve çamurla sıvanmışa, onların odaları yoktu. Kapıların üzerinde, kıldan keçeler vardı. Örtüyü kolumla ölçtüm ve onun, bire üç zira olduğunu gördüm. O günkü ağlamaya gelince; ben kendimi ve aralarında Ebu Seleme b. Abdırrahman b. Avf, Ebu Ümame b. Sehl b. Huneyf ve Halice b. Zeyd b. Sâbit'in [14] bulunduğu sahabe çocuklarından bir grubu mescitte gördüm. Onlar öyle ağladılar ki, göz yaşlarından sakallan ıslandı. O piin Ebu Ümame şöyle dedi: "Keşke onlar olduğu gibi bırakılıp yikılmasalardı da, halk yapıları (diğer) yapılardan ayırsaydı ve Allah'ın Peygamber'! (salkllahu aleyhi veseilem) için razı olduğu şeyleri ve onun elindeki dünya hazinelerini görseydi." İbn Sa'd, el-Buhârî (el-Edeb'te), İbn ebî'd-Dünya, Beyhakî (eş-Şu'ab'da) el-Hasanu'1-Basrî'den şunu rivayet etmiştir: aBen, ergenlik çağıma henüz basmış bir çocukken, Hz. Osman'ın halifeliği sırasında, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) eşlerinin evlerine girerdim. Elimle tavana yetişirdim." el-Buhârî (el-Edeb'de), İbn ebî'd-Dünya ve el-Beyhakî, Davud b. Kays'tan şunu rivayet etmiştir: "Ben, odaların hurma dallarından olduğunu ve dışarıdan, kıldan keçelerle öttüldüğünü gördüm. Evin eninin, oda kapısından, evin kapısına kadar, alü veya yedi zira' olduğunu zannediyorum. Evi de içerden on zira' olduğunu tahmin ediyorum. Derinliğinin de sekizle yedi arasında olduğunu zannediyordum."
Muhammed b. el-Hasan el-Mahzumî, Muhammed b. Hilal'den şunu rivayet etmiştir: "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) hanımlarının evlerini gördüm. Onlar, hurma dallarından kıl keçelerle örtülmüştü. Kıble, doğu ve Şam tarafındaydı. Mescidin batı tarafında hiçbir şey yoktu. Hz. Aişe'nin kapısı Şam'a bakıyordu. Tek kanatlıydı; ardıç ve sac (Hint ardıcı) ağacındandı." İbn Mende, Bişr b. Suhâr el-Abdi'den şunu rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber'in hanımlarının evlerine girerdim ve onların tavanına elimle değerdim." İbn Sa'd, Amr b. Dinar ve Ubeydullah b. ebî Mersed'den şöyle naklcüniştir: "Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem) zamanında, evinin duvarı yoktu, ona ilk duvar yapan Hz. Ömer'di." Ubeydullah şöyle demiştir: "Onun duvarı kısaydı. Sonra onu Abdullah b. ez-Zübeyr yapü."
Buharı (et-Tarih'inde ve —es-Sabîh'imn.— edeb bölümünde), Enes'ten (radiyallahu anh) ve Beyhakî (el-Medhald€), el-Muğîre b. Şu'be'den şöyle rivayet etmişlerdir: "Ashabı, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) kapısını, edep ve saygı için tırnaklarla çalarlardı." Çalmak için kapının halkası olmadığı söylenmiştir. es-Süheyli: "Birincisi gerçeğe daha uygundur" demiştir.
Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî, İbn Ömer'den; îbn İshak, İshak b Râhûye ve Ebu Davud, Neyevî'nin sahih olduğunu söylediği bir senetle Muhammed b. Abdillah b. Zeyd b. Salebe b. Abdi Rabbih'ten, o da babasından; Ebu Davud, sahih bir senetle İbn Ömer'den, o Enes b Mâlik'ten, o da Ensâr'a mensup amcalarından; İshak b. Rahuye, es Şa'bî'den, basen bir senetle mürsel olarak; Abdurrezzak ve Ebu Davud büyük tabiilerden birisi olan Ubeyd b. Umeyr'den; İbn ebî Şeybe, Ebu Davud, İbn Huzeyme, Ebu'ş-Şeyh, Dârekutnî, Beyhakî ve Tahâvî Abdurrahman b. ebî Leyla'dan, "Arkadaşlarımız bize anlattı" ifadesiyle; -ibn ebî Şeybe, ibn Huzeyme, Tahâvî ve Beyhakî'nin aktardığına göre ise Abdurrahman b. ebî Leyla, "Bize Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashabı şöyle anlattı" ifadesini kullanmıştır- şöyle nakletmişlerdir:
Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Medine'ye geldiğinde, namaz vaktî gelince herhangi bir çağrı yapılmadan halk namaz için toplanıyordu. Halk çoğalınca Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) cemaati namaz için nasıl toplayacağını düşünmeye başladı. Cemâatle meseleyi görüştü. Ona: "Namaz vakti gelince bir bayrak dik. Onu görenler birbirlerine haber verirler" denildi. Ona Kun [15] denilen bir şeyden, yanı Yahudilerin Şebbur'undan [16] bahsedildi. Bir diğer rivayette bu kelime "Bûk" (boru) olarak geçmektedir. Bir diğer rivayette de: "Yahudilerin, ibadete çağırmak için kullandıkları boynuz (boru)" şeklinde geçmektedir. Resûluîlah (sallallahu aleyhi vesellem) bunu beğenmedi ve "Bu, Yahudilerin işidir" dedi. Çandan bahsedildi. Resulullah (sallallahu aleyhi vesellemH "Bu, Hıristiyanların işidir" dedi. Onlar: "Yüksek bir yerde ateş yaksak" dediler. Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu, mecusilerin işidir" dedi.[17]
Buhârî, Müslim ve diğerlerinin rivayetlerinde şöyle geçmektedir: Hz. Ömer dedi ki: "Halkı, namaza çağırmak için niye bu- adam gönder iniyorsunuz?" Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) da: "Ey Bilal! Kalk, nama^ iM ses/en!" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) bu düşüncesiyle İlgilenen, Abdullah b. Zeyd geldi. O, ezanla ilgili bir rüya görmüştü. Rüyasını (şöyle) anlattı: Uyurken, iki parçadan yeşil elbisesi bulunan elinde bir çan taşıyan bir adam yanıma gelip beni dolaştırdı. Ona: "Ey Allah'ın kulu! Bu çanı satar mısın?" dedim. "Ne yapacaksın onu?" dedi. Ben de: "Onunla (mü'minleri) namaza çağıracağız" dedim. O: "Sana ondan daha hayırlı olan bir şeyi göstereyim mi?" dedi. Ben de: "Olur" dedim. O da: "Al/ahu ekber, Allahu ekber" dersin. Bu ibareler, Şa'bi'nin lâfzında şöyledir. Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) git ve ona: "Allahu ekber, Allahu ekber, Eshedu en la ilahe illallah, Bşhedu en lâ ilahe illallah, Eshedu enne Muhammeden Resulullah, Efhedu enne Muhammeden Resûlullab, Hayje ale's-salah, Hayye ale's-salah, Hayje ale'l-felâh, Hajye ale'l felah, Allahu ekber, Allabu ekber, Lâ ilahe illallah" demesini ona söyle, dedi. -İshak b. Rahuye'nin rivayetinde ise laûz şöyledir: O, yüksek bir yere çıkü— [18] Bir başka rivayette ise; Mescidin üzerine çıktı ye ezan okudu Benden biraz geri durdu. Sonra şöyle dedi: "Namaza kalkacağın zaman şöyle dersin: Allahu ekber, Allahu ekber, Eshedu en la ilahe illallah, Eşhedu enne Muhammeden Resulullah, Hayye ale's-salah, Allahu ekber, Allahu ekber, la ilahe illallah." Bir rivayette şöyledir: Ezan okudu; sonra bir defa oturdu. Sonra kalkıp: Ktid kametis-Salah müstesna aynısını söyledi. Sabah olunca, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) vardım. Gördüğümü ona haber verdim, insanlar ileri geri konuşmasından çekinme şeydim, uyanık olduğumu, uyumadığımı söylerdim.
İbn Mâce'deki İbn Ömer rivayeti şöyledir: Abdullah b. Zeyd bir gece Resûlullah'a geldi. -Yine onun İbn Sa'd'daki rivayetinin lafzı şöyledir: -Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem), İnsanları namaz için toplayacak bir şey bulmak istedi. Onun yanında borudan ve onu kullananlardan bahsedildi. Çandan ve onu kullananlardan bahsedildi. Sonunda Ensâr'dan Abdullah b. Zeyd isimli birisi ezanla ilgili bir rüya gördü. Aynı rüyayı Ömer b. el-Hattab da gördü. Hz. Ömer (radiyaflahu anh) anlatıyor: Sabah olunca Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) haber verdim. Ensârll kişi, geceleyin Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) gidip anlatmıştı. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem): 'İnşallah bu, doğru bir rüyadır"' [19] dedi. Bir başka rivayette ise şöyledir: 'Allah sana hayrı gösterdi. Bilal ile birlikle kalk da, ona gördüğünü öğret. "Başka bir rivayetin lafzı ise: "Bilal'e söyle de eyan okusun. Çünkü onun sesi seninkinden daha sürdür" seklindedir. Ben de Bilal ile birlikte kalktım. Ona öğretmeye başladım ve o da ezanı okumaya başladı. Ömer b. Hattab bunu işitir işitmez, ridasmı sürüyerek dışarı çıkü ve "Ey Allah'ın Resulü! Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, onun gördüğünün aynısını ben de gördüm" dedi.
Ebu Umeyr b. Enes'in rivayeti şöyledir: Ömer b. el-Hattab (radiyallahu anh) bu rüyayı yirmi gün önce görmüş, ancak gizlemişti. Ubeyd b. Umeyt'in hadisinde şu ibareler de yer almaktadır. "Ömer b. el-Hattab, çan için iki tahta satın almak istediği sırada, rüyasında şunu görmüştü: "Çan kullanmayın, ezan okuyun!" Hz. Ömer, gördüğünü Resûlullah'a (sallallahu aleyhi veseilem) haber vermeye gitti. Vahiy gelmişti. Ömer bunu, Bilal ezan okurken hatırladı. Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem) Ömer'e: "Seni bana haber vermekten engelleyen neydi?" dedi. O da: "Abdullah b. Zeyd benden önce davrandı utandım" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem): "Allah'a hamdols7dnt bu gerçekleşti" dedi. [20] ez-Zuhri, Nafi' b. Cubeyr ve İbnu'l-Museyyeb şöyle dediler: "es-Salatu câmi'atun" diye seslenilmeye, ezan yürürlüğe girdikten sonra da devam edildi. Sıradan bir olay olduğunda, namaz vakti olmasa bile insanlar böyle seslenilerek toplanır, olay onlara haber verilirdi.
İbn Mâce, şeyhi Ebu Ubeyd Muhammed b. Ubeyd b. Meymun el- Medeni'den şunu rivayet etmiştir: Ebu Bekir el-Hakcmi bana, Abdullah b. Zeyd'in, bu konuda şöyle bir şiir söylediğini bildirdi:
Ezandan dolayı, celal ve ihram sahihi Allah a hol bol bamdederİm. Getirdi onu bana, Allah 'tan bir müjdeci. Bana göre o, ne muhterem hir müjdeciydi.
Ardama geldi üç gece. Geldikçe, artırdı benim ğözümdeki vakar ve hürmetini.
Hafız İbn Kesir şöyle demiştir: "Bu şiir gariptir. Şiir, onun bunu üç gün gördüğünü, hatta bunu Resûlullah'a (sallallahu aleyhi veseilem) bildirdiğini belirtmektedir. Bana kalırsa bu rivayetin senedi munkatxhı (kesiktir). Ebu Bekir el-Hakemi durumu belirsiz bir ravidir."
Beyhakî, ed-Delaifdc, İbn Abbas'tan şunu rivayet etmiştir: Yahudilerden birisi ticaret yapıyordu. Müezzinin ezan okuduğunu duyunca, "Allah yalancıyı yaksın" dedi. Yine o böyle ticaretle uğraşırken, bir kadın, ateşle içeri girdi. Bir kıvılcım evin içine uçtu ve evi yaktı. İbn Cerîr, İbn ebî Hatim ve Ebu'ş-Şeyh, es-Süddi'den şunu rivayet etmişlerdir: Hırisuyanlardan bitişi, müezzinin, lfEşhedu enne Muhammeden Resûlullah" dediğini duyunca: "Allah yalancıyı yaksın" dedi. Hizmetçi kadın bir gece Hıristiyan adam ve ailesi uyurken ateşle içeri girdi. Ateş evi yaka, Hıristiyanın hem kendisi, hem de ailesi yandı.
Müslim, Süheyl b. ebî Salih'ten şunu rivayet etmiştir: Babam beni, bir hizmetçimiz (veya bir arkadaşımız) ile birlikte Beni Hârisc'ye gönderdi. Birisi çitin arkasından ona adıyla hitabetti. (Yanımdaki) çite baktım. Hicbir şey görmedim. Bunu babama söyledim. O da: (Böyle bir şeyle karşılaşacağını bilseydim, seni göndermezdim. Ancak) bir ses duyduğunda ezan oku. Çünkü ben Ebu Hureyre'nin Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi veseilem) şu sözünü aktardığını duydum. "Şeytan, e%an okununca, yellene yellene geri dönüp gider" [21] Beyhakî, Ömer b. el-Hattab'tan şunu rivayet etmiştir: "Gul denilen cinler size musallat olduğunda, ezan okuyun. O zaman, cin zarar veremez." Beyhakî, el-Hasan'dan şunu rivayet etmiştir: Hz. Ömer birisini Sa'd b. ebî Vakkas'a gönderdi. Yolda onun karşısına gul (cin) çıkınca, bunu Sa'd'a haber verdi. O da: "Bize gul (cin) musallat olunca, ezan okumamız emrediliyordu" dedi. Ömer'in yanına dönünce, ona kendisiyle birlikte yürümesini teklif etti. Ezanı okuyunca gul ondan uzaklaştı. Susunca tekrar karşısına çıktı. Ezan okuyunca, yine ondan uzaklaştı.
1. Ezanın sözlük anlamı, ilâm (bildirmek)tir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "... Allah ve Resulünden bir bildiridir."
(Tevbe, 3) Bu sözcük, ezen (dinlenmek) kelimesinden türemiştir. Dindeki anlamı ise: Belirli lâfızlarla, farz kılınan namazın vaktini bildirmektir.
2. Ezanın bazı hikmetleri ve getirdiği güzel şeyler: Kadı İyaz şöyle demiştir: "Ezan, iman akidesini bir araya getirmiştir. B'zan, imanın iki çeşidini de yani hem akliyyatı (akıl ile ilgili olanları), hem de sem'iyyatı (duyularak Öğrenilenleri, rivayetleri) içine alır. Ezanın illi sözleri, Allah'ın zatını, layık olduğu kemal sıfatlarını ve onların zıtlardan münezzeh olduğunu ispat eder. Bu ispat "Allahu ekber" lafzıyla yapılır. Bu ibare, pek kısa olmakla birlikte, bu söylediklerimize delâlet eder. Bundan sonra ezan Allah'ın birliğini, ortağı olmadığını ifade eder ki, her dinî vazifenin başında gelen iman ve tevhidin esası budur. Daha sonra peygamberliği ve Hz. Muhammed'e şehadeti ifade eder. Allah'ın birliğine şehadetten sonra bu da büyük bir kuraldır. Yeri de tevhidden sonradır. Çünkü peygamberlik meselesi, vukuu caiz fiillerdendir. Öteki öncüller ise gerekli olanlardandır. Bu kurallardan sonra Allah hakkında vacip, mustahil (imkânsız) ve caiz olan bütün akli akideler tamamlanmış oluyor. Bundan sonra ezan, kulları ibadetlere davet eder. Namaza, peygamberliği isbattan sonra davet etmesi onun vücubu, aklen değil, Hz. Peygamber (sallaUahu aleyhi vesellem) tarafından bildirildiği içindir. Bundan sonra ezan felaha davet eder. Felah (kurtuluş) daimi nimetler içinde ebedi hayat demektir. Bu cümle öldükten sonra dirilmek ve karşılık görmek gibi ahiret meselelerini bildirmektedir ki, İslam inançlarının en son konusu budur. Bütün bunlar namaza başlandığını bildirmek için, kamette de tekrar edilir. Bu tekrar, imanın tekidini ifade eder Böylece, namaz kılan kimse bu ibadete başlarken kalbi ve diliyle şehadet ve iman basireti ile girsin de, başladığı işin yüceliğini, ibadet ettiği Allah'ın hakkının büyüklüğünü, sevabının bolluğunu düşünsün." Nevevi söyle demiştir. "Bunlar çok güzel yorumlardır." Başarı Allah'tandır.
Ben de derim ki: İmam Hafız Burhanuddin el-Bikâ'î [22] (Allah ona rahmet ersin), ezanın hikmetleri hakkında el-î^an bi-Pethİ Esmri't-Teşehhüd ve'l-Evân adlı ince bir risale yazmıştır. Burada, istifade edilmesi için, ezan hakkında söylediklerini aktaracağım. Onun yaklaşımları gerçekten çok nefistir.
Rahmetli, ezan ve teşehhütle İlgili bazı hadisleri zikrettikten sonra şöyle demiştir: "Onun -ezanın— maksadı, dinin ortaya çıktığına, onun sancağının dalgalandığı yerlerin genişlediğine, ürünün arttığına, onun ülkelerde başlar üzerinde yürüdüğüne ve parladığma, zorbaları dize getirdiğine ve yendiğine, Muhammed'in dininin, Allah'ın hiç kimseden başka bir dini kabul etmediği İslam dini olduğuna göre, onun her dinin üstünde olduğunu, her muhalifin ortaya çıktığını, bir zamanlar gizliyken, şimdi bayraklarının dalgalandığını, daha sonra batılda olanların liderleri vasıtasıyla durulmuş olan sancaklarının dalgalandığı yerlerin belirdiğine dikkat çekmek İçin, namaz vakitlerini bildirmektedir. Halbuki, daha Önce şirk en son noktasındaydı. Bâtıl, tâbi olunan ve meşhur olan bir şeydi. Bunun, ezanla açıklanması ve ilan edilmesindeki gayeye göre hareket edilmesi uygun oldu. Onlar Allah'a ortak koşup ondan başkasına ibadet ederlerken, temel konulara uygun düşen büyüklüğün ve yüceliğin sadece ona ait olduğuna dikkat çekmekti. Zata delalet eden, bütün kemalatı toplayan İsm-i a'zamla başlayarak: "Allah" yani, dengi olmayan zıddı olmayan melik (hükümdar) dedi. Haberi (yüklemi) mutlak ve kesin olarak ona isnat ettiğini göstersin diye nekira (belirsiz) getirdi. Bunun, ona has olduğunda gizlilik yoktur. O: "Ekber" dedi. Genel olarak, gayelerin en üstüne gitsin diye bir mütaallik (bağlanan) zikretmedi. Sonları sona erdirmedi. Şirkin, zihinlere yerleştiği şey uzayıp azgınlar onunla saldırınca, durum bunun tekidini gerektü:di. Bundan dolayı, onlar tek oldukları halde kamette tekbîri çift yaptı.
Ezanın bütün kelimelerinden maksat, sırf vakti bildirmek, bu maksatlardan kastedilen de, kendisinden başkasını gidermek olunca cümlelerin hiçbirine atıfta bulunulmadan tekit etmek üzere: "Allahu ekber" dedi. Bütün kainatın gereksinimi şiddeth olunca, şirk döneminin uzun sürmesinden dolayı tekidi zikretmedi. Kainatın kulaklarını okşayacak ve susuzluğunu giderecek biçimde ".Allahu ekber" dedi.
Bu zihinlere yerleştirilince, tevhidin üstün olduğu ve onun bütün dinlere üstün geldiği tamamen öğrenilince, her dinleyen ondan sonra söylenecek şeyi bekledi ve bütün insanların zihnine daha iyi yerleştirmek için bu bildirmeyi tekrar ederek bir kez daha "Allahu ekber" dedi.
Bunun, sonsuza kadar olduğu bütün gayelerin kendisinde durduğu bir sınır olmadığı bilinince, getirdiği sonucu aktarmak, her duyana, üzerine gereken cevabı öğretmek, böylece bazı sırları gizlemek, başlangıçta bu dinin durumunu bildirmek ve bu tekidin güzelliğine delil olmak üzere: "Eşhedı/" yani "kesin olarak biliyorum" dedi. Gayet açık olarak, ben hissedilene bakan gibi, beni görmek isteyenin içindeyim: "La ilahe illallah". Daha önce geçtiği gibi, makamın (yerin) tekide çok ihtiyacı olunca, ikinci defa: "Eşhedu en la ilahe İllallah" dedi.
Makam tekitten payını alınca, ilaveye ihtiyaç kalmadı. Bu, kullar tarafından kabul gördü. Bu dini getirenin peygamberliği sabitleşti. O, bu din için inkar edenlerle savaştı. Nihayet o tek basma onları perişan ederek yendi. Kabul edilmiş neticelere göre —onun en meşhur, en iyi ve en tanınan isimlerini zikrederek— "Resûlullah"! hakla halk arasındaki rısalet (peygamberlik) vasfına tahsis ederek "Eşhedu eıme Muhammeden'1dedi. Çünkü makam onu gerektirmiş ve ona hasredilmiştir. Sonra hemen onu tazim etme konusunda gerekli olan tekidi getirdi ve şöyle dedi: "Eşhedu etme Muhammeden Resfdullah. "Makam, bildirmek için, İslam'ın sıkıntı ve açılarıyla, tekitten nasibini alınca, bunu bu sözle, buna rağmen, dinin baünıyla zahirinin eşit olduğunu işaret ederek, halin gerektirdiği, ses yükseltme takip etti. Onda, şeriata aykırı hakikat yoktur. Özellikle, dinle uğraşanın, din gibi, zahirinin de, batınının da aynı olması gerekir. Onda hiçbir şekilde münafıklık yoktur. O: "Eşhediı en la ilahe illallah"'dedi.
Bu duyurunun hikmeti zihinlere yerleşince, peşinden halin gerektirdiği bu dini getirenin, peygamberlik davasında, sözünün doğruluğuna şehadet etme geldi ve: 'Eşhedu enne Muhammeden Resûhıllah" dedi. Sonra onu, daha önceki gibi tekit etti: "Eşhedu enne Mtıhammeden Resûlu/lah". Bu kesinleşip karanlık şeyler aydınlanınca herkesin yolların en şereflisine girmesi kolaylaştı. O risâletin (peygamberliğin) seçtiği sapıklık ağlarından kurtulmayı, onun eğrj yollarını ve helak edici vadilerini zikrederek: "Hayya âla" yanı haydi, açıkça ve hiç kimseden korkmadan, dinin sonu olan, birleştirici ve dinin mensuplarını ayıran şeyde başlayarak "salat"& (namaza) koşun.
Bu hâle bakan, bu sona varmanın ilginçliğini gerektirince, tekit etmek üzere bir kez daha "Hayye ak's-sâiâh" dedi. Bu, kesinleşince, sanki şöyle denildi: Bunda başka iş var mı? Bunun üzerine: "Hayye a/e7-fe/âh" dedi. Her isteği elde etmeyi gerektiren her işe bir çağrı olmakla birlikte bu, en beliğ şekilde namaza çağrıyı tekit ediyordu.
Şüphe yok kİ, Mııvattdd^ zikredilen en güzel mevkuf rivayetlerden biri Muhammed b. el-Hasan'm rivayetidir. İbn Ömer'den (radiyallahu anlı) gelen bu rivayeti Abdürrezzâk da zikretmiş tir. Hadis hafızları, "Haydi işin hayırlısına (Hayye alâ hayri'l-amei)" sözünün Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'den sabit olmadığını açıkça belirtmişlerdir. Bu cümle Resûlullah'tan (sallallahu aleyhi vesellem) sabit olmamakla birlikte, llafiziler onun bütün salih amelleri içine almadığını söylemeyi şiar edinmişlerdir. Sabih\& gelen, iki yönden daha beliğdir. Bir yönden onun, her hayrı içine aldığıdır. Diğer yönden, sevindirmek ve teşvik etmek için, amele sebep olan gaye anlamına gelen zorunlu şeyle bunu ifade etmektedir. Gerçi o bunu: "Hayye ale'l-jelah"tan sonra söylemişti.
Boyun eğdirme ve üstün gelme hamlesinin uzaması, üstünlük yoluyla dini amellerin her birine yönelmede olumsuzluğu gerektirdiğine göre, bu yüzden ve güzelliğinden dolayı, tekide layık ve tesirlerinin büyüklüğü sebebiyle, miktarının bilinmesinin uygun olduğuna işaret için her hayra çağıran bu sözü tekit etti: "H.ayye a/e'l felah". Bunda, işin önemli, yolun çetin olduğuna işaret vardır. Sonunda rahat etmek için, ona en büyük hazırlığı yapmak gerekir.
Davet edilenin uyuyorsa ve uyku, ya ibadette güçlü ve sağlam olmak İçin vücudun dinlenmesi kasdıyla, ya da günahtan uzak durmak kasdıyla daha hayırlı ise ve uyuma daha çok gecenin sonunda olduğuna göre, sabah ezanına aît bir mükâfat olarak: "es-Salâtu hayrun mine'n-nevm" dedi. Kendisine uyku galip gelen kimsenin uyanmaya zorlanması gerektiğine göre, bu maksatla: "es-Salatu hayrun mine'n-nevm." Sabah için iki ezan olunca, mükafat, belki birincidedir. O, bu ezanın kendisi için getirildiği geceleyin kalkmaya (gece namazına) çağrı oldu. Nitekim bunun hikmetini, bazı rivayetlerde şu sözünde açıkladı: "Ayakta olanınızın dönmesi ve uyuyanınızın uyandırılmasi için. Belki ikinci idi ve bu, sabahın farzına çağrı oldu. Bu, birinciye daha uygundur. Çünkü farz için, bir teşvik eden ve ısrarla ona davet eden vardır. Bu, ihlal edenin cezalandırıldığı, haddini aşanın kınandığı ve azaba uğradığı bir zorunluluktur.
Din asıl, füruu söz, niyet ve emel olarak tamam olunca, teşvik etmek ve korkutmak üzere dini üstün getiren kendilerine galip gelinemeyeceğinden emin olduktan sonra haddini aşanlar rezil eden azametini (yüceliğini) tahayyül etmesi için başlangıçtakini hatırlatmak üzere, buna çağrıyı, "Allahu ekber" sözüyle açıkladı. Sonra, teşvik ve korkutmada buna çok muhtaç olduğunu teyit etti ve bir kez daha "Allahu ekber" dedi. İş tamam olup teşvik ve menetme belli olunca, birincide olduğu gibi burada tekbiri dört defa söylemeye hacet kalmadı. Dinden olan bir şeyin başından sonuna kadar, aynı derecede, ancak onunla kabul edileceğini bildirmek için başladığı tevhitle bitirdi ve "Lâ ilahe illallah"dedi.
O, fazlalığa gerek olmayan bir noktaya ulaşınca, hiçbir tekide, hatta vazgeçerse veya inat ederse, bunun gerisinde sadece kılıç olduğunu bildirmek için şehadet lâfzına bile ihtiyaç kalmadı. Daha önce geçtiği üzere, İslamın bütün dinlere üstün geldiğini, onun filizinin yapraklandığını, güçlendiğini, direğinin sağlam olduğunu, yardımcı ve askerlerinin güçlü olduğunu bildirmek, ezandan kastedilenin en üstün yönü olunca, her bir cümlesinin kendi başına bir rükün olduğuna ve sayarak izhar etmekten kastedilen şeyi açıkladığına dikkat çekmek için atıfta bulunmadan bu maksattan uzaklaşmadan, sayına, takrir etme ve tekit etme yoluyla geldi.
İşte bu, Allah Teâlâ'nın kullarına, üzerine ilavede bulunmadan tam olarak, uyurken ve uyanıkken, geceleyin ve gündüz, açıkladığı ezandır. Nitekim bunu, O'nun (sallalkhu aleyhi vesellem) şu sözünde açıklamıştır. "Bu tam davetin (çağrının) Rabbi olan Allahım! Bir harf ve bunun üstünde ilavede bulunan kimse, kötü iş yapmıştır, haddini aşmış ve haksızlık yapmıştır. Çok açıktır ki, dinleyen kimsenin onun lâfızlarına icabet etmesinde inancını açıklama, onun maksadını anlama vardır. Bu da, namaz ve felah çağrısına Öncelikle "Uj havle ve lâ kuvvete illâ biüah'\% cevap verilmesidir. Bundan maksat, işini ehline vermek ve onu aslından almak için, Allah'ın takdiri olmaksızın, hiçbir şeye gücü yetmeyeceğini belirtmek suretiyle o güzel fiillere karşı yardım istemektir. Buna karşılık kamet tek tektir. Çünkü vahdaniyet (Allah'ın tek olduğu) ve peygamberlik meselesi, ezanla sabit olunca ve davetli ona nisbet edileni bilince, meselenin tekide ihtiyacı kalmadı. Sadece, davet edildiği ve vakti bildiren şeyi yapmayı bildirmeye ihtiyaç kaldı. Tekbir, ezanla zikredilen şeyle, ilgiyi artırmak ve biraz dalgın veya gevsek olan kimseleri acele ettirmek için kameti ezan için bir çeşit tekit yaptı.
3. Ezanın, ilk defa ne zaman okunduğunda ihtilaf edilmiştir. Hafız (ibn Hacer) şöyle demiştir: "Ağır basan görüş, onun hicretin ilk yılında okunduğudur. İkinci yılda okunduğu da söylenmiştir."
4. Ibn Ömer'in şu sözü hakkındadır: Hz. Ömer şöyle demişti: "Halkı namaza çağırmak için, niye bir adam gönder miyorsun?" Resûlullah (sallallabu aleyhi vesellem) de şöyle buyurmuştur: "Kalk Bi/a/I Nama^ için seslen!" Bu çağn ezansız namaza çağrıdır. Bu namaz, ezandan önce kılınan namazdı. Hafız (Tbn Hacer) şöyle demiştir: Zahir olan, namaza çağıracak bir adam gönderilmesi tavsiyesi, yaptıkları istişarenin hemen akabindeydi. Abdullah b. Zeyd'in rüyası bundan sonraydı. İbn Sa'd ile Sa'îd b. Mansur'un Sa'îd b. el-Museyyeb'ten mürsel olarak rivayet ettiğine göre, Bilal'ın namaza çağırmak için söylediği (başlangıçta sadece) "es-Saiâtu câmi'atun""Namaz toplayıcıdır" sözüydü. Burada Kadı Ebu Bekr b. el-Arabi'nin İbn Ömer'in Sahih'teki hadisini tenkit ettiği iyi araştırma mahsulü olmayan bir ifadesi vardır. Hafız (İbn Hacer), ona uzun bir cevap vermiştir.
5. Taberânî, Ebu Bekr es-Sıddîk'in (radiyallahu anlı) ezanı rüyasında gördüğünü rivayet etmiştir. Bu rivayetin senedi zayıftır. el-Gazali'nin <?/-Veszfinde, ezanı on küsur kişinin rüyasında gördüğü yazılıdır. el-Cîlfnİiı Şcrhu't-Tenbiİfteki ifadesine göre onlar on dört kişidir. İbnu's-Salâh [23] bunu kabul etmemiştir. (O şöyle der: "Meseleyi iyice araştırdıoğım halde bunu bulamadım) Nevevî de: {et-Tenkih'mde şöyle demiştir: "Bu sabit de değildir, malum da. Sabit olan ancak, Ömer'in ridasım sürüyerek çıktığıdır.") Moğoltay, bazı fakihlerin kitaplarında, Ensâr'dan ondört kişinin adını gördüğünü nakletmiştir. Hafız (Ibn Hacer) şöyle demiştir: "Gerçek olan şu ki, rüyalardan ancak Abdullah b. Zeyd'e ait olanı sübut bulmuştur. Ömer olayı da bazı rivayetlerde geçmektedir."
Hafız İbn ebî Usame, Kesir b. Murra'dan [24] Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem) şu sözünü rivayet etmiştir: İlk namaz ezanı okuyan, gökte Cebrail'dir. Ömer'le Bilal onu duydular ve Ömer Bİlal'den önce Resûluüah'a (sallallahu aleyhi veseüem) gelip haber verdi. Sonra Bilal geldi ve Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Ömer bu konuda seni geçti" [25] buyurdu. Bunun senedi çok zayıftır. Senedinde Sa'îd b. Sinan vardır. [26] ez-Zehebî el-Muğm'de: "O, terkedilmiş ve yalancılıkla itham edilmiş birisidir" demiştir.
6. Ezanın, hicretten önce Mekke'de meşru kılındığına delalet eden hadisler gelmiştir. Bunlar arasında, Taberânî'nin, Abdullah b. Ömer'den rivayet ettiği şu hadis vardır: Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Mirâc'a çıktığında, Allah Teâlâ ona ezanı da bildirdi. Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Mirâç'tan döndükten sonra onu Bilal'e öğretti. Bu rivayetin senedinde Talha b. Zeyd er-Rakkî vardır ki o, işe yaramaz bir ravidir. Hafız Ebu'l-Ferec b. Receb: "Hadis, bu isnada, seksiz şüphesiz mevzu (uydurma) dır" demiştir. Ben de derim ki: Başka isnatlarla da uydurmadır. İbn Şahin'in Hz. Ali'den şöyle bir rivayeti vardır: "Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) ezanı Mirâc gecesinde öğrendi ve namaz ona farz kılındı." Bu rivayetin senedinde hadis uydurucusu olan Husayn b. Muhârık adlı bir ravi vardır. Darakutni'nin el-E//Wında, Enes'in (radiyallahu anh) şöyle bir rivayeti vardır: "Namaz farz kılındığında Cebrail, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) ezanı emretti." Bunun da senedi zayıftır.
İbn Murdeveyh'İn, merju olarak Hz. Aişe'den şöyle bir rivayeti vardır: "Mirâc'a çıkarıldığımda, Cebrail ezan okudu. Melekler onun namaz kıldıracağını zannettiler. Beni öne geçirdi ve ben namaz kıldırdım." Bu rivayetin senedinde tanınmayan bir ravi vardır. ez-Zehebi, îbn Dakik el-İyd'in [27] el-îimâmymm aslı olan el-İmâmhn muhtasarında: "Bu, münker bir hadistir, hatta uydurmadır" demiştir. el-Bezzar ve başkalarında şöyle bir hadis vardır: "Allah, Resûlü'ne ezanı öğretmek istediğinde, Cebrail ona Burak adlı bir hayvan getirdi. (Resûlullah ona binip Rahman'a yakın oları perdeye kadar geldi. O, bu haldeyken, perdeden bir melek çıkınca: "By Cebrail! Bu kimdir?" dedi. O da şöyle dedi: "Seni hak İle gönderene yemin olsun! Ben yaratıkların mekân olarak en yakınıyım. Yaratıldığımdan beri, su âna kadar bu meleği görmedim." Melek: "Allahu ekber, Allahu ekber!" dedi. Perdenin gerisinden: "Kulum doğru söyledi. Ben ekberim (en büyüğüm), ben ekberim" denildi ve ezanın geri kalan kısmını zikretti. Sonunda Melek elinden tuttu ve o semadakilere imam oldu..." Bu rivayetin senedinde Ziyad b. el-Munzir [28] vardır. O da metruk bir ravidir. Onun hakkında İbn Main [29] "Allah'ın düşmanı bir yalancıdır"; ez Zehebi ise şöyle demiştir: "Bu rivayet onun uydurmalarındandır" İbn Kesir diyor ki: es-Suheyli'nin sahih olduğunu iddia ettiği bu hadis, münkerdiı. Onu sadece Rafiziliğin Carudiyye kolu kendisine nisbet edilen Ziyad b. el-Munzir rivayet etmiştir. O, müttehem (yalancılıkla İtham edilmiş) kişilerdendir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bunu, Miraç gecesinde duysaydı, hicretten sonra mutlaka emrederdi. İbn Şahin'in, mezkur Ziyad tarikiyle şöyle bir rivayeti vardır: İbnu'l-Hanefîyye'nin yanında: "Ezanın bir rüya olduğunu konuşuyoruz" dedim. O da şöyle dedi: Vallahi, bu batıldır. Fakat Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Miraca çıkarıldığında, oiîa ezanı öğreten bir melek gönderildi." (Harız İbn Hacer) şöyle demiştir: "(Asıl) bu batıldır. Sahih olduğu kabul edildiği taktirde Mirâc'm birden fazla gerçekleştiğine hamledilebilir. Bu da, Medine'de vâki olmuştur. el-Kurtubi'nin, "Hz. Peygamber'in bunu Miraç gecesi duymuş olması, ezanın kendisine meşru kılınmış olmasını gerektirmez" şeklindeki sözüne gelince, başındaki "Allah, Resulüne ezanı öğretmeyi murat ettiğinde" sözünden dolayı, el-Kurtubî'nin bu iddiası söz götürür. Ezanın meşru kılınışının keyfiyeti hakkındaki tasrihi sebebiyle el-Muhibbu't-Taberi'nİn şu ifadesi de aynı şekilde tartışmalıdır: "Mirâc gecesindeki ezan, sözlük manasına, yani bildirmek manasına hamledilir."
İbn Şahin, yine Ziyad tarikiyle, el-Bakır'dan, o babasından, o Ebu Rafi'den, o da Hz. Ali'den şunu rivayet etmiştir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Ey Alil Allah bana namazı ve e^anı öğretti Cebrail bana Burak'ı getirdi." (Bu hadisin ravisi) Ziyad yalancıdır. Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbas'tan şunu rivayet etmiştir "Ezan Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem), namazın farz kılınmasıyla birlikte indi." Bu hadisin senedinde Abdulaziz b. Mervan [30] vardır ki, değersiz bir ravidir. Hafız (İbn Hacer) şöyle demiştir: "Gerçek olan şudur: Bu hadislerin hiçbiri sahih değildir. Ibnu'l-Münzir şunun kesin olduğunu söylemiştir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), namazın Mekke'de farz kılınmasından, kendisinin Medine'ye hicret etmesine ve Abdullah b. Ömer'le Abdullah b. Zeyd'in rivayet ettiği "hadislerde bildirildiği gibi bu konuda istişareler ortaya çıkıncaya kadar, ezansız namaz kılıyordu." es-Süheylİ bu iki rivayeti uzlaştırmaya çalışmış ve çeşitli zorlamalara gitmiştir. Sahih olanı almak daha uygundur. O bu rivayetin sahih olduğu hükmüne dayanarak ezanın, sahabî'nin rüyasında gösterildiğini ve onun da bunu anlattığını, Hz. Peygamber'in buna muvafakat gösterek "Muhakkak bu hak bir rüyadır" buyurduğunu söylemiş ve şöyle demiştir: O zaman anlaşıldı ki, Allah Teâlâ'nın Hz. Peygamber'e semada gösterdiği muradı, yeryüzünde sünnet olacaktır. Onun nazarında Hz. Ömer'in rüyası da Ensâr'lı sahabî'nin rüyasını takviye etmektedir. Çünkü sekînet Ömer'in lisanıyla konuşur.
Söz konusu olan takviye, Hz. Ömer'in gördüğü benzer rüyadır. Ancak Abdullah b. Zeyd'in rüyasıyla yerinmemesi sonucu çıkar. Fakat şöyle denilebilir. Hz. Peygamber niçin Ömer'le yetindi. Buna "Şehadet manasında olması için" diye cevap verilebilir. Aynı rüyayı Bilal'ın de gördüğü şeklindeki zayıf bir rivayet yukarıda geçmişti. Fakat o tevil edilmektedir. Lâfzı, "Bu konuda Ömer seni geçti" şeklinde olan bu rivayetteki "geçme" den maksat Abdullah b. Zeyd'in rüyası sebebiyle hemen ezan okuma olabilir.
7. Süheyli şöyle demiştir. "Hikmet-i ilahiyye, içinde, Allah'ın kulunu övmesi ve adını yükseltmesi olduğu için, ezanın, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) değil, müminlerin diliyle olması gerektirdi. Bu, başkasının diliyle olduğu için, onu daha çok övücü ve şanını daha yücelticidir. Bu, acık bir manadır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur. "Senin şanını ve ününü yüceltmedik mi?" (İnşirah, 4) Başkasının diliyle işaret etmesi de onun şanını yüceltmek kabilindendir." Bu, çok nefis bir açıklamadır.
8. Ezanın başlangıcı hakkında varit olan haberlerin en tuhaflarından birisi, Ebu'ş-Şeyh'in Abdulaziz b. Mervan -ki bu zâtin ele alınacak tarafı yoktur— tarikiyle Abdullah b. ez-Zübeyr'den aktardığı şu rivayettir: "Ezan Hz. ibrahim'in ezanından alınmıştır. Kur'an'da, "İnsanlar arasında haccı ilan et" (Hacc, 27) buyurulmuştur. Bu âyet indiğinde Hz. Peygamber de ezan oku (t) muş tur." Ebu Nuaym, içinde meçhul ravilerin bulunduğu bir senetle, Abdullah b. ez-Zübeyr'den şunu rivayet etmiştir: Adem (aleyhisselâm) cennetten çıkarıldığında, Cebrail, ona ezanla seslendi.
9. Bazıları, ezanın Bilal'le özel bir ilgisi olduğunu, İslam'dan dönmesi için işkence yapıldığında onun, "Ehad, ehad" (Allah birdir) dediğini, bu nedenle başlangıcından sonuna kadar tevhid ifadeleri ihtiva eden ezanın sahibi olmakla mükafatlandırıldığı söylendi.
10. Peygamber dışındakilerin rüyasına dayanılarak şer'î bir hüküm bina edilemezken, Abdullah b. Zeyd'İn rüyasıyla ezanın hüküm kazanması problemli bulunmuştur. Buna, vahiyle aynı zamana denk gelmesi ihtimaliyle, kendisinde karar kılınacak mı, kılınmayacak mı, Özellikle, nazmını görünce, vesveselerin gelmesini engelleyecek mi diye bakmak için, gereğini yapmakla emredildiğİ şeklinde cevap verilmiştir. Birinciyi, tabiilerin büyüklerinden biri olan Ubeyd b. Umeyr'in şu hadisi teyit eder. "Ömer ezanı rüyasında görünce, Hz. Peygamber'e (sallalkhu aleyhi veselîem) haber vermeye geldi. Vahyin de bu doğrultuda geldiğini gördü ve onu sadece Bilal'ın ezanı şaşırttı. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ona: '%u hususta vahiy senden önce davrandi [31] buyurdu. Bu daha sahihtir. Nitekim ed-Davudî de İbn Ishak'tan şöyle rivayet etmiştir: "Cebrail, ezanı, Abdullah b. Zeyd haber vermeden sekiz gün önce (Hz. Peygamber'e) getirdi."
11. Ezan cümlelerinin ikişer defa, kametin ise tek oluşundaki hikmet şöyle açıklanmıştır: Ezan cümleleri, orada hazır olmayanlara çağrıyı ulaştırmak için ikişer ikişer söylenir. Kamet ise, orada bulunanlar içindir. Bu sebeple, ezanın kametin aksine yüksek bir yerde söylenmez ve ezandaki sesin, kamettekinden daha yüksek olması müstehaptır.
Ebu Ömer (ei-Uyutfâa. ve el-Fetfrde, de kendisine muvafakat edildiği ve İbn Hacer'in e/-Fetb'de megazi âlimlerinden naklettiği üzere) 'şöyle demiştir: "(Sahabeler atasında) muâhât (kardeş kılınma) iki defa gerçekleşti:
1. Hicretten Önce muhacirler arasında, hakta ve eşitlik esasları üzerinde olmuştur. Hz, Peygamber (sailaHahu aleyhi vesellem), Ebu Bekr ile Ömer'i Hamza ila Zeyd b. Hâris'i kardeş yaptı. Ebu Ya'la, Sahih'in ravilerİyle, güvenilir bir ravi olan Abdurrahman b. Salih el-Ezedî'den, o da Zeyd b. Hârise'den şunu rivayet etmiştir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) benimle Hamza b. Abdilmuttalib'i, Osman ile Abdurrahman b. Avfı, ez-Zubeyr b. el-Avvam ile İbn Mes'ud'u, Ubeyde b. el-Hâris b. el-Muttalib b. Abdimenaf ile Bilal'ı, Mus'ab b. Umeyr ile Sa'd b. ebî Vakkas'ı, Ebu Huzeyfe'nin mevlası (azatlı kölesi) Salim ile Ubeyde'yi, Sa'd b. ebî Zeyd (b. Amr b. Nufeyl) ile Talha b. Ubeydillah'ı ve Ali b. ebî Talİb İle kendisini (sallallahu aleyhi vesellem) kardeş yaptı. el-Hâkim ve el-Hİla'î, İbn Ömer'den (radıyallahu anh) şunu rivayet etmiştir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ashabını birbiriyle kardeş yaptı. Ebu Bekr ile Ömer'i ve falancaları kardeş yaptı. Sonunda Ali (radiyaliahu anh) gözleri yaşarmış olarak şöyle dedi. "Ey Allah'ın Resulü! Sen sahabilerini birbirleriyle kardeş yaptın. Benimle hiçkimse arasında kardeşlik kurmadın." Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu akyhİ vesellem) şöyle buyurdu: "Benim kardeşin olmana ra%ı olma^ mısın?" Hz. Ali, "Tamam, Allah'ın Resulü! Razı oldum" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), "Sen dünyada ve ahirette benim kardeşimsin" buyurdu.
2. Enes b. Mâlik (radiyaliahu anh) şöyle dedi: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bizim evimizde, Muhacirler İle Ensâr arasında andlaşma yaptı." Bunu, İmam Ahmed, Buhârî, Müslim ve Ebu Davud rivayet etmiştir. İmam Ahmed, Ebu Davud et-Tayâlisî, Buhân, Ebu Davud (es-Sicistanî) Ebu'ş-Şeyh, Taberanî, İbn Abbas'tan kısa bir metinle; İbn ebî Hatim, İbn Murdeveyh, bir tarikten daha uzun bir metinle, İbn Sa'd ve Hâkim {sahih olduğunu söyleyerek) ez-Zubeyr b. el-Awam'dan; İbn Sa'd, ez-Zühri, İbrahim et-Teymi ve Damre b. Sa'id'den şöyle rivayet etmişlerdir:
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Medine'ye gelince, Muhacirler ile Ensâr'l hak ve eşitlik üzere kardeş yapa. Onlar, akraba olmadıkları halde, öldükten sonra birbirlerine mirasçı olacaklardı.
Ibn Abbas (radiyallahu anh) şöyle dedi: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Hamza b. Abdilmuttalıb ile Zeyd b. Hârise'yi, Ebu Bekr es-Sıddik ile Harice b. Zeyd b, el-Hâris'i, Ömer b. el-Hattab ile Itban b. Mâlik'i, ez-Zubeyr b. el-Avvam ile Seleme b. Selâme b. Vakş'ı, kendisiyle Abdullah b. Mes'ud'u Talha b: Ubeydıllah ile Ka'b b. Mâlik'i, Abdurrahman b. Avf ile Sa'd b. er-' Rebî'i kardeş yaptı. Diğer ashabına da: 'Kardeşlesin! Bu, benim kardeşimdir" dedi. Bu dediği Ali b. ebî Talib idi.
Enfal suresi nazil oluncaya kadar Müslümanlar böyle kaldılar. Yüce Allah'ın şu kavli, Peygamber'inin akdini destekleyen şeylerdendi:
"İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallanyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip te hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın {o Müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir. Kâfir olanlar da birbirleriyle yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur. İman edip te Allah yolunda hicret ve cihad edenler, muhacirleri barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır." (Enfal, 72-74).
Allah Teâlâ bu âyetlerle, Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem) Muhacirler ve Ensâr'dan olan ashabı arasında, Mekke'de oturan akrabalar dışında kardeş olanlar birbirlerine mirasçı olmak üzere yaptığı bu akdi sağlamlaştırdı. İnsanlar Allah'ın dilediği kadar, bu akit üzere kaldılar. Bedir'den sonra, Allan başka bir âyetini indirdi ve yukarıda söz ettiğimiz hükmünü neshetti. Allan Teâlâ şöyle buyurdu:
"Sonradan iman eden ve hicret edip te sizinle birlikte cihad edenler de sizdendir. Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine {varis olmaya) daha uygundur. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir." (Enfal, 75) Bu âyetle birlikte miras konusundaki kardeşliğe son verildi. Herkes nesebine döndü; insanlara ancak akrabaları vâris oldu.
el-Harâitî, Enes b. Mâlik'ten şunu rivayet etmiştir: Muhacirler şöyle dediler: "Ey Allah'ın Resulü! Yanlarına geldiğimiz bu insanlar (Ensâr) gibi, darlıkta en güzel yardımı yapan, bollukta en güzel harcamayı yapan başka insanlar görmedik. Onlar bizim külfetimize katlanıp kendileri gibi bizi de rahat ettirdiler. Hatta onların bütün ecri götürdüklerinden korktuk. O da şöyle buyurdu: "Hayır, sii^ onları Övdüğünü^ ve onlar için (Allah'a) dua ettiğini^ sürece (si^e de ecir vardır).[32]
Müslim, Nesâî ve el-Harâitî, Ibn Ömer'den (radiyaUahu anlı) şunu rivayet etmiştirler. "Bizim zamanımızda Müslüman kişi, dinar ve dirheme, Müslüman kardeşinden daha müstehak değildi."
ez-Zühri, ibrahim et-Teymi ve Hamza b. Sa'id, Ibn Sa'd'ın kendilerinden rivayet ettiğine göre, şöyle demişlerdir: "Birbirleriyle kardeş olanlar doksan kişiydiler. Kırk beş kişi muhacirlerden, kırk beş kişi de Ensâr'dandı." Kimilerine göre. "Onlar yüz kişiydiler. Ellisi muhacirlerdendi, ellisi de Ensâr'dandı." Ibn İshak, Süneyd b. Davud, Ebu Ömer ve Ebu'l Ferec şöyle demişlerdir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kendisini Ali b. ebî Talib İle kardeş yaptı." Ebu Ömer (bin Abdilberr) bildiriyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ona: "Sen benim dünyada ve ahirette kardeşimsin " dedi.
Ebu Bekr eş-Şâfiî, Ebu Umame'den (radiyallahu anh) şunu rivayet etmiştir. "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), insanları birbirleriyle kardeş yaptı. Kendisiyle Ali'yi, Hamza b. Abdilmuttalib ile Useyd b. Hudayr'ı, Ca'fer b. ebî Talib ile (o Habeşistandaydı) Muaz b. CebePi kardeş yaptı." -Bu ikisinin kardeşliği problemlidir. İrdelenmesi, inşallah 3. mülâhazada gelecek— "Ebu Bekr ile Hârice b. Zeyd'i, Ömer b. el-Hattab ile Itban b. Mâlik'i, Osman b. Affan ile Hassan b. Sâbit'in kardeşi Evs b. Sabit b. el-Munzir'i, Talha b. Ubeydıllah ile Ka'b b. Mâlik'i" -Ebu'l-Ferec, burada Ka'b b. Mâlikin yerine Ubeyy b. Ka'b'ı zikretmiştir. Ubey b. Ka'b ile Sa'id b.Zeyd'i kardeş yapağı da söylenmiştir—, ez-Zübeyr b. el-Avvam ile Seleme b. Selâme b. Vakş'r kardeş yaptı denilmiştir. Nitekim yukarıda geçen ez-Zübeyr hadisinde, Sa'd b. ebî Vakkas ile Muhammed b. Mesleme'yi, Sa'id b. Zeyd ile Ubey b. Ka'b'ı, Abdurrahman b. Avf ile Sa'd b. er-Rebî'i kardeş yaptığı zikredilmiştir.
Buhârî'nin, kitabu'l-buyuJ başında "Resûlullah (sallaîlahu aleyhi Ashabını Nasıl Kardeş Yapü?" bölümünde muallak (senetsiz) rivayetine Ve İmam Ahtned ile Buharı ve Müslim'in ravi zinciri ile rivayet ettiğine göre Enes şöyle demiştir: Resûlullah (sallaîlahu aleyhi veseilem) Abdurrahman b. Avf ile Sa'd b. er-Rebfi kardeş yapü. Sa'd, Abdurrahman'a malının yarısını vermeyi ve hanımlarından birisini boşayıp iddeti dolunca onunla evlenmesini teklif etti ve şöyle dedi. "Ben Medinelilerin en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırayım. Sonra bak, iki hanımımdan hangisini dilersen, onu senin için boşayayim. İddeti dolunca, onunla evlenirsin." Abdurrahman şu cevabı verdi: Allah, hanımını ve malını sana mübarek ve hayırlı etsin. Sen bana çarşının yerini göster." Böylece Abdurrahman çarşıda alışverişe başladı. [33] Bu hadis, İnşallah Mucizeler kısmında gelecektir.
Yine Resûlullah (sallaîlahu aleyhi veseilem), Ebu Ubeyde b. el-Cerrah ile Ebu Talha Zeyd b. Sehl el-Ensâri en-Neccarî'yi kardeş yapü. Bu, İbn İshak'ın ve Ebu Ömer'in zikrettiklerinden daha sahihtir. Ancak Ebu Ubeyde ile Sa'd b. Muaz'ı kardeş yapması müstesna. Süneyd, Sa'd b. ebî Vakkas ile Muhammed b. Mesleme b. Halid b. Adiy el-Evsî'yi, Said b. Zeyd ile Ubey b. Ka'b'ı, Mus'ab b. Umeyr ile Ebu Eyyub'u, Ammar b. Yasir ile Huzeyfe b. el-Yeman'ı kardeş yaptiğını zikretmiştir. Şöyle de denilmiştir: Ammar ile Sabit b. Kays b. eş-Şemmas'ı kardeş yapmıştır. Çünkü Huzeyfe, Uhud savaşı esnasında müslüman oldu. Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Rebî'a ile Abbad b. Vakş'ı, Ebu Zerr el-Glfari ile el-Münzir b. Ömer el-Mu'nik'i ölünceye kadar kardeş yapü.
Muhammed b. Ömer el-Eslemi bunu kabul etmemiştir. Çünkü Ebu Zerr, Medine'ye Bedir ve Uhud'dan sonra gelmiştir. Yanında da Tuleyb b. Umeyr ve el-Münzir b. Amr vardı. Bunun tartışması, İnşallah 3. mülâhazada gelecektir. Abdullah b. Mes'ud ile Sehl b. HuneyPi, Selman el-Farisî ile Ebu'd-Derda Uveymir b. Sa'lebe'yi kardeş yapü. Bu, Buhârî'nin Sabiffvaâş Ebu Cuhayfe (Vehb b. Abdillah) kanalıyla rivayet edilmiştir. Muhammed b. Ömer bunu kabul etmemiştir. Çünkü Selman, Uhud savaşından sonra müslüman olmuştur. Onun bulunduğu ilk savaş, Hendek'tir. Bunun irdelenmesi de ileride gelecektir.
(Ebu Bekr'in azatlı kölesi) Bilal (b. Rabah) ile adı Abdullah b. Abdirrahman el-Has'ami olan Ebu Ruveyha'yı, Hâüb b. ebî Belte'a ile Uveym b. Sâ'ide'yi, Abdullah b. Cahs ile Âsim b. Sabit b ebî'l-Aklah'ı, Ubeyde b. el-Hâris b. el-Muttalib b. Abdimenaf ile Umeyr b. el-Human'ı, Ubeyde'nin kardeşi et-Tufeyl b. el-Hâris ile Sufyan b. Nesr (el-Emîr'in de söylediği gibi Nesr'e Nuseyr de denilmiştir) İbn Zeyd b. el-Hâris el-Hazreci'yi, Ubeyde'nin kardeşi el-Husayn b. el-Hâris ile Abdullah b. Cubeyr (b. en Nu'man el-Evsî)'yi, Osman b. Maz'ûn (b. Habib b. Vehb el-Kuraşî el-Cumahî) ile el-Abbas b. (Ubade b.) Nadle'yi kardeş yaptı. Süneyd, burada el Abbas yerine Ebu'l-Heysem b. et-Teyyihan'ı zikretmiştir. Utbe b. Gazvan ile Muaz b. Mâ'ıs (Nâ'ıs da denilmiştir.) (b. Kays b. Halde b. Amir b. Zureyk)'ı, Safvan (b. Vehb b. Rebî'a el-Kuraşî el-Fihrî —İbn Beyda diye meşhurdur) ile Râfi'i b. el-Mu'alla (b. Levzân b. Hârise)'yi, el-Mikdad b. Amr ile Abdullah b. Ravaha'yi, Zü'ş-Şimâleyn (b. Abdi Amr b. Nadle b. Ğubşan) ile Yezid b. el-Hâris'i, Ebu Seleme b. Abdilesed ile Sa'd b. Hayseme'yi, Amir b. ebî Vakkas ile Hubeyb b. Adiy'i, Abdullah b. Maz'ûn ile Kutbe b. Âmir'i, Şemmas b. Osman ile Hanzala b. ebî Âmir'i, [34] el-Erkam b. ebî'l-Erkam ile Talha b. Zeyd el-Ensâri'yi, Zeyd b. el-Hattab ile Ma'n b. Adiy'i, Amr b. Suraka ile Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî'yi, Akil b. el-Bükeyr ile Mubeşşir b. Abdilmünzir'i, Abdullah b. Mahreme ile Ferve b. Amr el-Beyadî'yi, Huneys b. Huzafe İle el-Munzir b. Muhammed b. Ukbe b. Uhayha'yı, Ebu Sebre b. ebî Ruhm ile Ubade b. el-Haşhaş'ı, Mıstah b. Üsase ile Zeyd b. el-Muzeyn'i -Dârekutnî ile el-Emîr'in bu şekilde telaffuz etmelerine karşılık Ebu Ömer bin Abdilberr el-Müzeyyen şeklinde tesbit etmiştir. En doğrusunu Allah bilir—, Ebu Mersed el-Ganevî ile Ubade b. es-Sâmit'i, Ukkaşe —bu kelimenin bu şekilde okunması, Ukâşe şeklinde okunmasından daha doğrudur- b. Mihsan ile el-Mucezzer b. Ziyâd'ı -bu kelimenin Zeyyâd şeklinde olacağı da söylenmiştir-, Amir b. Füheyre ile el-Hâris b. es-Sımme'yi, Hz. Ömer'in mevlâsi Mihca' ile Suraka b. Amr b. Atıyye'yi kardeş yapti.
1. er-Ravdda şöyle denilmiştir. "Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem) Medine'ye yerleşince, yurttan, yuvadan, kavim ve kabileden ayrı düşmenin verdiği garipliği, mahzunluğu gidermek, Mekkeli ve Medinelileri birbirine ısındırmak, kendilerine kuvvet ve destek kazandırmak için, ashabını birbiriyle kardeş yaptı. İslam güçlenip müslümanlar toparlanınca ve yalnızlık gidince, Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "Allah'ın kitabına göre, yakın akrabalar birbirlerine (vâris otmaya) daha uygundur." (Enfal, 75) Daha sonra bütün müminleri, birbirini sevme ve davete dahil olmada kardeş yaptı.
2. Kardeşlik olayının ne zaman vaki olduğunda ihtilaf edilmiştir. Hicretten beş ay sonra, dokuz ay sonra, mescit inşa edilirken, mescit yapılmadan önce, mescit yapılmadan bir yıl önce, üç ay önce ve Bedir'den önce olduğu söylenmiştir. Enes b. Mâlik'ten, bu olayın kendi evinde gerçekleştiği rivayeti daha önce geçmişti. Ebu Sa'd en-Neysaburi, eş-Şerefte. bunun mescitte yapıldığını zikretmiştir. Allah en doğrusunu bilendir.
3. el-Vakıdî, Selman'm Ebu'd-Derda ile kardeş yapıldığını kabul etmemiştir. Çünkü ona göre Selman, Uhud savaşından sonra müslüman olmuştu ve onun ilk katıldığı savaş Hendek'ti. Hafız (Ibn Hacer) buna şu şekilde cevap vermiştir: Mezkûr tarih, ikinci kardeşliğe aittir, bu ise kardeşliğin başlangıç tarihidir. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)., İslam'a girenlere ve Medine'ye gelenlere göre kardeşlik olayını yenilemeye devam etti. Kardeş yapmanın bir defada gerçekleşmesi gerekmediğine göre itiraz söz konusu olmaz.
Ebu Zerr İle el-Munzir b. Amr'ın, Huzeyfe ile Ammar'ın ve Ca'fer ile Mu'az b. Cebel'in kardeş yapılmalarına da, Hâfız'ın yukarıda verdiği gibi cevap verilir.
4. Muhammed b. Ömer, ez-Zühri'nin, Bedir'den sonra gerçekleşen bütün kardeşlikleri kabul etmediğini ve onun, "Bedir mirasları kaldırılmıştır" dediğini nakletmiştir. Hafız (İbn Hacer) şöyle demiştir: "Bu, genel olarak kardeşliği kökünden kaldırmaz. Ancak, birbirlerine mirasçı olmalarını sağlayan özel kardeşliği kaldırır."
5. Hafız Ebu'l-Abbas b. Teymiyye, muhacirlerin kendi aralarındaki kardeşliği, özellikle de Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi veselîem)'m Hz. Ali ile kardeş olmasını kabul etmez. Gerekçesi şudur: "Çünkü kardeşlik, birbirlerinden yararlanmalarını sağlamak ve birbirlerine ısındırmak için yapılmıştır. O'nun birisiyle kardeş olmasının ve muhacirlerin de kendi aralarında kardeş olmasının hiçbir anlamı yoktur." Hafız (İbn Hacet) şöyle der: "Bu yaklaşım, kıyas yoluyla nassm reddedilmesi ve kardeşliğin hikmetim görmezden gelmek demektir. Çünkü bazı muhacirler, bazılarından mal, akraba ve güç bakımından daha üstündüler. O, düşük durumda olanın üstün durumda olandan yararlanması ve üstün durumda olanın düşük dutumda olandan yardım istemesi için bunları birbirleriyle kardeş yaptı. Böylece, Resûllulah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) Hz. Ali'yle kardeş olmasının hikmeti ortaya çıkar. Çünkü o, peygamberlik gelmeden önce, çocukluk döneminden beri Ali'yle ilgileniyor, ona destek oluyordu ve bu böyle devam ediyordu. Hamza b. Abdilmuttalib'le Zeyd b. Hârise'nin kardeş yapılması da böyledir. Çünkü Zeyd onların mevlasıdır (azatlı kölesidir). Bunların her ikisi de muhacirlerden oldukları sübut bulunduğu halde kardeş yapılmışlardır. Sahih-i Buhârzde, umretu'I-ka^â bahsinde, Zeyd'İn şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hamza'nın kızı, kardeşimin kızıdır." el-Hâkım ve İbn Abdilber, basen bir senetle, Ebu'ş-Şa'sâ'dan, [35] o da İbn Abbas'tan şunu rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ez-Zübeyr b. el-Avvam ile Abdullah b. Mes'ud'u her ikisi de muhacir oldukları halde birbirlerine kardeş yapmıştü;. Bunu, Ziyâu'l-Makdisî, el-Muhtârddz. rivayet etmiştir. İbn Teymiyye, el-Muhtâra'nm hadislerinin, el-Müstedrek'm hadislerinden daha sahih ve daha sağlam olduğunu açıkça belirtmiştir. Ben de derim ki, ınşaallah, Aşere-i Mübeşşere anlatılırken, Hz. Ali'nin biyografisinde, onun Hz. Peygamber'le kardeş oluşundan uzun uzun söz edilecektir.
6. İmam Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Nesâî, İbn Hibban, Şu'be b. et-Tev'em'den şunu rivayet etmişlerdir: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "İslam'da (cahiliye devrinin) yeminli ahitleşmesi yoktur" [36] Şu'be b. et-Tev'em şunu ilave etmiştir: "Fakat onlar Cahiliyye ahdine sarıldılar." "Cahiliyye devrinde olan herhangi bir ahdi -bit diğer rivayette "bütün ahideri"- İslam ancak hiddet ve şiddet yönünden artırmıştır. Dar'u'n-Nedve'deki ahdi bozma karşılığında kırmızı develerinin olması beni memnun etmez."
Buhârî, kefalet ve i'tisam bahislerinde, Müslim, fedai/de, Ebu Davud, ferai^de, Asım b. Süleyman el-Ahvel'den şunu rivayet etmişlerdir: Enes b. Mâlik'e, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) "İslam'da (Cahiliyye devrinin geleneği olan) yeminli ahitleşme yoktur"buyurduğu sana ulaştı mı?" diye sordum. Enes: "Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi veseliem) Medine'de benim evimde Kureyş'le Ensâr arasında kardeşlik akdi yaptı" dedi." [37] Taberanî şöyle demiştir: Enes'in ahdi isbat konusunda delil getirdiği şey onun olmadım konusunda gelen hadislere aykırı değildir. Çünkü mezkur kardeşlik hicretin başındaydı. Onlar bu sebeple birbirlerine mirasçı oluyorlardı. Sonra bu kardeşlik müessesesinden miras neshedildi. Kur'an'm iptal etmediği (mânevi kardeşlik) kaldı. Bu da, hak ve yardımlaşmada, zalime engel olmada kardeşlik aktidir. Nitekim îbn Abbas şöyle demiştir: "Ancak yardım ve nasilıatta (kardeşlik kaldı)." O, bunu tavsiye ederdi. Zira mirasçı olma artık söz konusu değildir.
el-Hattabî şöyle demiştir. İbn Uyeyne der ki: Birbirlerini ahitleştirdi. Yani onları birbiriyle kardeş yapü. Cahiliyye'deki ahdin manasının, İslam'daki ahid manasında ve dinin hüküm ve hadlerinde geçerli olduğunu kastediyordu. Cahiliyye ahdi, onların aralarında ittifak ettikleri hususlarda geçerliydi. Bunlardan İslam'ın hükmüne muhalif olanlar geçersiz oldu. Bunun dışındakiler olduğu gibi kaldı.
Hılf [38] hakkında, Nihaye'&e şöyle denilmiştir: Bu kelimenin aslı, yardımlaşmak ve ittifak etmek üzere, akit ve ahit yapmak demektir. Cahiliyye'de bu, fitneler, kabileler arası kavga ve yağmalar için yapılırdı. Bu, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) 'İslam'da yeminli ahit yoktur" sözüyle, hakkında yasaklama gelen şeydi. Cahiliye'de bu, Mutayyebun [39] ve benzerlerinin sözleşmesi gibi, mazluma yardım etmek akrabaları gözetmek şeklindeydi. Bu da Resûlullah'ın (sallailahu aleyhi vesellem)'in şu sözü içinde mevcuttur: "Cahiliye devrinde olan herhangi bir ahdi, İslam ancak şiddet ve hiddet yönünden artırmıştır. "Bununla, hayır üzere sözleşmeyi ve hakka yardım etmeyi kastediyordu. (Böylece iki hadis uzlaştrttlmaktadır. Bu, İslam'ın gerektirdiği ahittir. İslam'ın hükmüne aykırı olan ise bundan istisna edilmiştir) Allah Teâlâ daha iyi bilir.
İbn İshak, İbn Sa'd, İbn ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Kütüb-i Sitte sahipleri, Ebu Davud (en-Nâsih'inde), İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn ebı Hatim, Dârekutnî, Beyhakî, el-Bera b. Azib'ten; İbn Ishak, İbn ebî Şeybe, Ebu Davud ve en-Nahhâs (her ikisi de en-Nâsilfletınde), İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn ebî Hatim, İbn Abbas'tan (radiyallahu anh); Ebu Davud (en-Nâsih'ind&) Ebu'l-Aliye'den mürsel olarak; Yahya b. el-Hasan el-Alevî {Ahbâru'l-Medîne'de)y Rafı' b. Hadîc'ten (radiyallahu anh); İmam Mâlik, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebu Davud (en-Nâsib'inde) ve Nesâî, Yahya b. el-Hasan «-> Osman b. Muharnmed b. el-Ahnes <-> Abd b. Bekar <-> Osman b. Abdirrahman tarikiyle; İbn Sa'd, Muhammed b. Abdillah b. Cahş'tan; İbn Cerîr, Mücahid'den (bütün bu rivayetlerin bir kısmında kimi ziyadeler, bir kısmında da noksanlıklar vardır) şunu rivayet etmişlerdir:
"Kur'an'dan ilk neshedilen (âyet) kıble (İle ilgili âyet)tir. Resûlullah (sallailahu aleyhi vesellem) Mekke'de (Kudüs)e doğru yönelir, Kabe de kendisinin önünde bulunurdu." —İbn Cerîr'in de naklettiği gibi— İbn Cüreyc, şöyle demiştir: Hz. Peygamber (sallailahu aleyhi vesellem) ilkin Kabe'ye doğru namaz kılıyordu. Sonra O Mekke'deyken (kıble) Beyt-i Makdis'e çevrildi. Üç yıl Öyle namaz kıldı. Sonra hicret etti. Medine'ye hicret ettiğinde, halkın çoğu Yahudi olduğundan, Allah Teâlâ ona Beyt-i Makdis'tekı sahra (kaya)ya yönelmesini istedi. Yahudiler bunun dedikodusunu yaptılar. Resûlullah (sallailahu aleyhi vesellem) Kudüs'e doğru yöneliyor^ ama kıblesinin Kabe olmasını arzu ediyordu. Çünkü Yahudiler "Muhammed bize karşı çıktığı halde, bizim kıblemize uyuyor" diyorlardı.
Hz. Peygamber (sallailahu aleyhi vesellem) Cebrail'e: "Allah'ın yükümü, Yahudilerin kıblesinden Kabe'ye çevirmesini ar%u ediyorum" dedi, Cebrail (aleyhisselâm): "Ben ancak, senin gibi bir kulum.- Senin için, ancak bana emredileni yapabilirim. Sen Allah Teâlâ'ya dua et" dedi. Resûlullah (sallailahu aleyhi vesellem) Allah'a dua etmeye ve Allah'ın emrini beklemek üzere başını göğe kaldırmaya başladı. Bir seferinde Resûlullah (sallailahu aleyhi vesellem) Benu Seleme semtinde oturan Bişr b. Beta b. Ma'rûr'un annesini ziyarete gitmişti. O da Resûlullah'a (sallailahu aleyhi vesellem) yemek hazırlamıştı. Öğle vakti girince, oradaki mescitte ashabına namaz kıldırmaya durdu. İki rek'at kıldırdıktan sonra Cebrail geldi ve ona, Kabe'ye dönmesini söyledi. Cebrail Kabe'ye doğru namaza durdu. Resûlullah (sallailahu aleyhi vesellem) de Kabe'ye doğru dönüp tam Kabe'nin oluğuna karşı durdu. Kadınlar erkeklerin yerine, erkekler de kadınların yerine geçtiler. Bu, Allah Teâlâ'nın l*Q»y âCî i£3yü "İşte şimdi, senin memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz" (Bakara, 144) buyurduğu kıbledir. O mescide, iki kıbleli (Mescidu'l-Kıbleteyn) mescit denildi. O gün dört rek'atlık öğle namazının iki rek'aü Kudüs'e, iki rek'atı da Kabe'ye doğru kılındı. Resûlullah (sallailahu aleyhi veseilem) ile birlikte namaz kılmış olan Abbad b. Bişr çıktı. O, Benu Harise mescidinde, ikindi namazında rükû yapmakta (namaz kılmakta) olan bazı Ensârlılara uğradı, ve: "Allah şahit, ben Resûlullah'la (sallailahu aleyhi vesellem) birlikte Kabe'ye doğru namaz kıldım" dedi. Onlar da (namazda iken Mekke'ye doğru) döndüler.
Râfi' b. Hadîc şöyle demiştir: "Biz Abdu'l-Eşhel oğullann(ın toprağın)da namaz kılarken birisi gelip: "Resûlullah (saUallahu aleyhi vesellem) bize Kabe'ye doğru dönülmesini emretti. İmanlımız bizi Kabe'ye döndürdü. Biz de onunla birlikte döndük" dedi. İbn Ömer anlatıyor: "Cemaat Küba'da sabah namazındayken onlara birisi geldi -İbn Tahir el-Makdisî: O, Abbad b. Bişr'dir, demiştir- ve: "Resûlullah (saUallahu aleyhi vcsellem)'e âyet geldi, ve Kabe'yi kıble yapmaları emredildi. Artık Kabe'yi kıble yapıyorlar. Yüzleri Şam'a doğruydu, şimdi ise Kabe'ye döndüler" dedi.
Resûlullah (saUallahu aleyhi vesellem) Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) doğru namaz kıldığı sırada, Yahudiler ve diğer Ehl-i Kitap bundan hoşlanırlardı. O yüzünü Kabe'ye çevirince bundan hoşlanmadılar. Münafıklar da şöyle dediler. "Muhammed kendi yurduna tekrar döndü." (Mekke'de oturan) Müşrikler ise "Muhammed, bizi kendisine kıble ve vasıta yapmak istedi. Bizim dinimizin kendi dininden daha doğru olduğunu anladı. Pek yakında o bizim dinimize girecek" dediler.
Yahudiler müminlere: "Sizi, Musa'nın, Yakub'un kıblesinden ve peygamberlerin kıblesinden ne çevirdi? Vallahi, siz sadece fitneci kimselersiniz" dediler. Müminler de şöyle dediler: "Bizden önce Ölmüş bazı kimseler var. Biz mi doğru kıbledeyiz, onlar mı doğru kıbledeler? Onların namazı ne oldu? bilmiyoruz."
Rifa'a b. Kays, Kerdem b. Amr, Ka'b b. el-Eşref, Rafı' b. ebî Râfi', Ka'b b. el-Eşrefin müttefıği el-Haccac b. Amr, er-Rebf b. ebî'l-Hukayk'm oğulları er-Rebî' ile Kinâne, Resülullah'a (saUallahu aleyhi vesellem) gelip, "Ey Muhammed! Üzerinde bulunduğun kıbleden seni döndüren nedir? Sen kendinin İbrahim'in milletinden ve dininden olduğunu söylüyordun. Şimdiye kadar üzerinde bulunduğun kıblene tekrar dön de, sana tabi olalım, seni tasdik edelim" dediler. Onlar, bu sözleriyle onu dininden döndürmek istiyorlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyetleri indirdi:
"İnsanlardan bir kısım beyinsizler (cahiller, yahudiler, müşrikler ve münafıklar) <Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?> diyecekler. De ki: <Doğu da, batı da Allah'ındır. 0 dilediğini doğru yola iletir.> İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp ta şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kabe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmeniz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı (Beyt-i Makdis'e doğru kıldığınız namazı) asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir. Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. {Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, Ehl-i Kitap, onun Rabblerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir. Yemin olsun ki, sen Ehl-i Kitab'a her türlü âyeti (mucizeyi) getirsen, yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun." (Bakara, 143-145).
1. Kıble değişikliği, erkeklerin kadınların yerine, kadınların da erkeklerin yerine geçmesi, imamın, mescidin Önündeki yerinden mescidin arkasına geçmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Çünkü Medine'de Kabe'yi karşısına alan kimse, Kudüs'ü arkasına almış olur. Yerinde, olduğu gibi dönse, arkasında safları içine alan bir yer olmazdı. İmam yer değiştirince, erkekler de değiştirdiler ve böylece imamın arkasında oldular. Kadınlar da yer değiştirdiler ve böylece onlar da erkeklerin arkasında oldular. Bu, namazda amel-i kesiri (namazdayken namazı bozacak kadar çok hareket etmeyi) gerektirir. Bunun namazda amel-i keskin haram kılınmasından önce gerçekleşmesi muhtemeldir. Nitekim namazda konuşmanın haram kılınması da bu olaydan daha sonradır. Mezkûr amelin, belirtilen maslahat (kıblenin değişmesi)) sebebiyle bağışlanmış olması da muhtemeldir veya yer değişikliği bkbidni izleyen hareketler şeklinde değil de, parça parça yapılmış olmalıdır.
2. Kıblenin değişmesi olayının tarihinde ihtilaf edilmiştir. Buhârî'deki rivayete göre, el-Berâ b. Azib, Hicret'in 16. veya 17. ayının başında vaki olduğunu söylemiştir. İbn İshak'ta ve Ebu Davud'un ev-Nâszh'indeki rivayete göre, İbn Abbas: "Hicretten 17 ay sonradır" demiştir. el-Bezzâr ve Taberâni'deki rivayete göre, Amr b. Avf da aynısını ifade etmiştir: İbn ebî Şeybe'de, Ebu Davud'un en-Nâsiffin&e. ve Taberânî'de rivayet edildiğine göre, İbn Abbas; Beyhakî'deki rivayete göre, ez-Zührî; İmam Mâlik'in el-Muvatta'mâa., Ebu Davud ve İbn Cerîr'deki rivayete göre, Said b. el-Museyyeb; Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'deki rivayete göre Katâde: "Hicretin 16. ayının başında" olduğunu söylemişlerdir. el-Bezzâr ve İbn Cerîr'deki rivayete göre, Enes b. Mâlik, hicretten 19 ay sonra vaki olduğunu söylemiştir. Hafız (İbn Hacer) şöyh demiştir. "Hicretten on altı ve on yedi ay sonra olduğunu söyleyen rivayetlerle, bunda şüphe eden rivayetleri şöyle uzlaştırabiliriz: "Kesin 16 ay sonra" diyen, Resûlullah'ın geldiği ayla kıbleyi değiştirdiği ayı bir ay olarak birleştirmiş, fazla günleri atmıştır. "17 ay sonra olmuştur" diyenler, gelme ayıyla değiştirme ayını ayrı ayrı kabul etmiştir. Şüphe edenler, bunda tereddüd etmişlerdir. Şöyle ki, Resûlullah'ın (saliallahu aleyhi vesellem) gelişi, ihtilafsız Rebiulevvel ayındaydı. Kıble değişikliği, doğru olan görüşe göre, hicretin ikinci yılı, Recep ayının yarısında zevalden sonraydı. Alimlerin çoğunluğunun kesin görüşü böyledir. el-Hakim bunu, sahih bir senetle, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. İbn Hibban'm "17 ay 3 gün" şeklindeki tesbitı, Resûlullah'ın (saliallahu aleyhi veseilem) Medine'ye gelişinin Rebiulevel ayının ikinci gününde olduğuna dayanmaktadır. Kıble değişikliği hâdisesinin hicretten 2, 10, 13, 18, 19 ay sonra olduğunu söyleyen rivayederin ravi zincirleri zayıftır. Bu konuda, İlk üç rivayete itibar etmelidir.
3. Kıble değişikliğinin hangi ayda olduğunda ihtilaf edilmiştir. Muhammed b. Habib, Şaban'm ortasında olduğunu söylemiştir. Bu, Nevevî'nin er-Ravda'&z. zikrettiği ve katıldığı görüştür. Oysa Nevevî, Müslim'de 16 ay görüşü kesin bir şekilde belirtildiği için Sahîh-i Musliniz yazdığı şerhte bu görüşü tercih etmiştir. Kıble değişikliğinin vuku bulduğu ayın Şa'ban olduğunu söyleyebilmek için Hz. Peygamber'in Medine'ye geldiği ay ile kıble değişikliğinin meydana geldiği ayı hesaba katmamak gerekir. Musa b. Ukbe ise kesin olarak kıble değişikliğinin Cemaziyelâhir ayında olduğunu söylemiştir.
4. Kıble değişikliğinin hangi namazda olduğunda ihtilaf edilmiştir. Sahîh-i Buhârzde, el-Berâ b. Azib'in şöyle bir rivayeti vardır. "Kıble değişikliği esnasında Resûlullah'ın (saliallahu aleyhi vesellem) kıldığı namaz ikindi namazıydı." Buna karşılık çoğunluk ise onun öğle namazı olduğunu söylemiştir. Hafız (İbn Hacet) şöyle demiştir: "Gerçek şu ki, onun Benu Selime'de kıldığı ilk namaz, ikindi namazıdır. Mescid-i Nebi'de kıldığı ilk namaz ise ikindidir. Küba mescidinde ise İlk kılınan namaz sabah namazıdır."
5. Resûlullah'ın (saliallahu aleyhi veseikm) Mekke'de Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) doğru kıldığı namaz hususunda ihtilaf edilmiştir. İbn Mâce, Ebu Bekr b. Ayyaş tarikiyle el-Berâ'dan şunu rivayet etmiştir. "Biz, Resûlullah'la (saliallahu aleyhi vesellem) birlikte, 18 ay Beyt-i Makdis'e doğru namaz kıldık. O, Medine'ye girdikten iki ay sonra kıble Kabe'ye döndürüldü." Bu rivayetin zahirinden, O'nun Mekke'de iken, sadece Beyt-i Makdis'e doğru namaz kıldığı sonucu ortaya çıkmaktadır. ez-Zührî, onun namaz kılarken Kabe'yi tam arkasına mı, yoksa kendisiyle Beyt-i Makdis'in arasına mı aldığı konusunda ihtilaf bulunduğunu nakletmiştir. Bu görüşlerden ilki esas alınırsa Hz. Peygamber (saliallahu aleyhi vesellem), Kabe'deki oluğu arkasına almış demektir. İkinci görüşe göre ise iki Rükn-i Yemânî arasında namaz kılmış olur." Bazıları da, O'nun Mekke'de devamlı Kabe'ye karşı namaz kıldığını söylemişlerdir. Medine'ye gelince, bir süre Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılmış, sonra bu neshedilmiştİr. Hafız (İbn Hacer) şöyle der: "Bu zayıf bir görüştür ve kıble uygulamasının iki defa neshedildiğini söylemeyi gerektirir. Bu görüşlerden birincisi daha doğrudur. Çünkü o, her iki görüşü uzlaştırmaktadır. el-Hâkim ve başkaları bunun sahih olduğunu söylemişlerdir. Ebu Ömer (ibn Abdilberr) bu görüşü ikinciye hamle trniştir. Cebrail'in imamlığı da bunu teyit eder. Zira bunu anlatan rivayetin bazı tariklerinde, olayın Beyt'in (Kabe'nin) yanında olduğu zikredilmektedir. İbn Cerîr ve başkaları, ceyjid ve sağlam bir senetle, Ibn Abbas'tan şunu rivayet etmişlerdir: Resûlullah (sallalkhu aleyhi vesellem) Medine'ye hicret edip Allah Teâlâ kendisine Beyt-i Makdİs'i kıble yapmasını emredince..." Bunun zahiri, Beyt-i Makdis'in kıble yapılmasının, ancak Medine'ye hicretten sonra olduğunu göstermektedir. Fakat İmam Ahmed, başka bir tarikten, İbn Abbas'tan şunu rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (saliallahu aleyhi vesellem), Mekke'de bulunduğu sırada namaz kılarken, Beyt-i Makdis'e doğru yönelir, Kabe de kendisinin önünde bulunurdu." [40] Bunu İbn Sa'd da rivayet etmiştir. Onun senedi de cejyid kavzâis:. Bu iki rivayeti, Resûlullah (saliallahu aleyhi vesellem)'in, hicret ettiğinde, Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılmaya devam etmekle emredilmiş olduğunu söyleyerek uzlaştırmak mümkündür.
İbn Abbas'm ilk hadisindeki "Allah ona emretti" sözü, "O (saliallahu aleyhi vesellem), Beyt-i Makdis'e doğru, kendi içtihadıyla namaz kılınıştır" diyenin sözünü reddeder. İbn Cerîr, Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem'den bu görüşte olduğunu rivayet etmiştir. Ancak bu rivayet zayıftır. Ebu'l-Aliye'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sallailahu aleyhi vesellem) Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılmakla Ehl-i Kitab'm gönlünü alıyordu.
6. Namaz farz kılınmadan ve kıble değişikliğinden önce ölen müslümanlar on kişiydi. Mekke'de Kureyş'ten 1) Abdullah b. Şihab ez-Zühri, 2) el-Muttalib b. Ezher ez-Zühri, 3) es-Sekrân b. Amr eî-ÂmiJi Habeşistandakilerden 4) Hattâb b. el-Hâris el-Cumahî, 5) Amr b. Ümeyye el-Esedi; 6) Abdullah b. el-Hâris es-Sehmî, 7) Urve b. Abdil'uzza el-Adevî 8) Adiyy b. Nadle el-Adevî, Medine'de Ensâr'dan, 9) el-Berâ b. Ma'rûr, 10"! Es'ad b. Zürâre. Bunlar, ittifakla on kişidir. Bu süre içinde ölenlerden biri de İyas b. Mu'âz el-Eşhelî'dir. Fakat onun İslam'ı kabul edip etmediğinde ihtilaf edilmiştir.
7. Buhârî'nin Sabffîinde. ve başka eserlerde, Züheyr b. Mu'âviye tarikiyle gelen el-Berâ b. Azib hadisinde şöyle geçmektedir: "Kıble (Kabe'ye doğru) değiştirilmeden önce, Beyt-İ Makdis'e doğtu namaz kılındığı dönemde ölen ve öldürülen kimseler vardır (ve biz onlar hakkında ne söyleyeceğimizi bilmiyoruz)." Hafız (İbn Hacer) şöyle demiştir: "Buradaki "öldürülen kimseler" ifadesini sadece ez-Zührî'nin rivayetinde gördüm. Diğer rivayetlerde sadece "ölenler" İfadesi vardır. Hiçbir haberde, müslümanlardan birinin, kıble değişmeden önce öldürüldüğünü görmedim. Fakat, bunun zikredilmemiş olması, böyle kimselerin olmamasını gerektirmez. Eğer bu, mahjıı^ bir lafız ise, meşhur olmayan bazı müslümanların, bu süre içinde cihad dışında (başka nedenlerle) öldürüldüklerine hamledilir. O sırada tarihlere pek önem verilmediği için tesbit edilmemiş olabilir. (...) Sonra TarilJtc müslümanlığında ihtilaf edilen bir kişinin adının zikredildiğini gördüm. O da Süveyd b. es-Sâmit'tir." [41] Hâfiz (İbn Hacer), Ensâr'm İslam'ı ilk kabul edişi konusunda daha önce geçen sözleri söyledikten sonra ilave eder: "Kastedilenin bu şahıs olması muhtemeldir." Fazilet sahibi bilisi bana, bu rivayetle, Ammar'm, Mekke'de öldürülen ebeveyni gibi mustaz'af (zayıf görülen, ezilen) kişilerin kastedilme sinin mümkün olduğunu zikretti. Ben de derim ki: Onların Isra hâdisesinden sonra öldürüldüklerinin isbat edilmesi gerekir.
Konuyla ilgili birçok hadisi kitabın başında zikretmiştim. Bu bölümde de gerekli açıklamaları yapıyorum. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur;
"Ey İsrail oğullan! Size verdiğim nimeti hatırlayın ve bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Ayrıca sadece benden korkun." (Bakara, 40)
İbn İshak, İbn Cerîr ve İbn ebî Hatim, İbn Abbâs (ı.-adiyalkhu anhuma)'dan, İbnu'l-Münzit: de İbn Mes'ud (radiyalhhuanh)'dan bu âyetle ilgili olarak şunları rivayet etmişrii"
"Allah Teâlâ, Yahudi bilginleri hakkında "Size verdiğim nimetimi hatırlayın", yani dedelerinizi Fiiavun'dan ve kavminden kurtardığımızda atalarınızı nasıl bir imtihana tabi tuttuğumuzu hatırlayarak Hz. Muhammed (sallaUahu aleyhi veseiiem) size (nebi) olarak geldiğinde (ne yapacaktınız)? Bu konuyla ilgili atalarınızdan abnan (sözünüzü tutun) ki ben de sizden razı olacağıma ve sizi Cennet'e sokacağıma dair (verdiğim sözü yerine getireyim)."
Ibn Cerîr, Ebu'l-Aliye'den âyet hakkında şunları rivayet etmiştir: Cenab-t Allah bu âyetle demek istiyor ki:
"Ey Ehl-i Kitap! Sizin yanınız dakileri tasdik edici olarak Muhammed'e indir-diğim (Kur'an'a) iman edin." -Çünkü onlar, ellerindeki Tevrat ve İncil'de (Muhammedi ve özelliklerini) yazılmış halde buluyorlardı-Muhammed (salMahu aleyhi veselicm) 'i inkâr edenlerin ilki olmayın.
Ibn Cerîr, Ibn Abbâs (radiyallahu anh)' m şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hakla batılı karıştırmayın" (Bakara, 42) âyeti; "doğru ile yanlışı birbirine karıştırmayın", "Bile bile hakkı gizlemeyin" (Bakara, 42) âyeti ise; "Muhammed'in (sallallahu aleyhi veseîlem) Allah'ın Resulü olduğunu bile bile gerçeği saklamayın" mânâsına gelmektedir.
Abd b. Humeyd, Katâde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Yahudilik ve Hıristiyanlık ile İslâm'ı birbirine karıştırmayın. Çünkü sizler biliyorsunuz kİ, Allah'ın dini İslâm'dır. Hıristiyanlık ve Yahudilik isimleri Allah'tan gelmeyen, sonradan konulmuş isimlerdir. Bildiğiniz halde hakkı (yani Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğunu) gizliyorsunuz.
"Halbuki onlar, ellerindeki Tevrat ve İncil'de kendilerine iyiliği emreden, fenalıkları yasaklayan onlara temiz şeyleri helâl kılan, pis şeyleri de haram kılan (Muhammed'in ismini) yazılı olarak buluyorlardı." (A'raf 157) İbn Cerîr, es-Süddi'den; "Hakkı gizliyorsunuz" sözündeki Hak'tan kastın Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) olduğunu rivayet etmiştir.
Beyhakî, İbn Abbâs'ın (radıyallahu anhuma) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Hz. Muhammed, Tevrat'ta gözleri sürmeli, orta boylu, kıvırcık saçlı ve güzel yüzlü olarak vasıflandırılmıştıi'. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) peygamber olarak geldiğinde ise Yahudi âlimleri haset ederek kitaplarındaki bu sıfatları değiştirmişler ve "Biz O'nun özelliklerini kitabımızda bulamıyoruz. Bizim kitabımızda; ümmi, uzun boylu, mavi düz saçlı olarak zikrediliyor" dediler. Halka da; "Peygamber hakkında şunları şunları haram ediyor gibi sıfatlar da Peygamberdin sıfatı değildir" dediler ve (kitaplarında) anlatılan özellikleri halktan gizlediler. Yahudi din adamları Tevrat konusunda (bilgi sahibi oldukları için) halktan menfaat sağlıyorlardı. Halkın iman etmesinden ve bu suretle çıkarlarının kesilmesinden korktular.
Beyhakî, İbn Abbâs, İbn Mes'ud ve bir grup sahabiden (radiyallahu anhum) şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
"Araplar (bazen) Yahudiler'e eziyet ediyorlardı. Yahudiler de Tevrat'ta ismi yazılı (son peygamberi) göndermesini ve böylece Araplarla savaşmayı temenni ediyorlardı. Peygamber gönderilince ise İsrail oğullarından olmadığı için İnkâr ettiler."
İbn İshak, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn ebî Hatim, İbn Abbâs (radiyallahu anhuma)'dan; Ebu Nu'aym yine İbn Abbâs'dan çeşitli senetlerle; Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr ve Ebu Nu'aym, Katâde'den rivayet etmişlerdir;
Medineli Yahudiler Esed, Gatafan, Cüheyne, Uzra gibi müşrik Araplarla savaştıkları zaman kâfirlere karşı şöyle diyerek dualarına başlıyorlardı: "Alkhım! Ümmi peygamber Muhammed hakkı için yardım istiyoruz. Onlara karşı ancak sen bize yardım edersin." Dedikleri gibi yardım da görüyorlardı.
Üstelik şöyle de diyorlardı: "Allahım! Tevrat'ta ismini bulduğumuz ve âhir zamanda göndereceğini vadettiğin Ümmi Peygamberi gönder."
Bu ümmi peygamber kendilerine geldiğinde ise, Allah'ın Resulü olduğunu bildikleri halde sırf Araplara hasetlerinden dolayı Muhammed'i (sallallahu aleyhi vesellem) İnkâr ettiler.
Muaz b. Cebel İle Beni Seleme'nin kardeşi Beşir b. Berâ ise onlara şöyle dedi:
"Ey Yahudiler! Allah'tan korkun ve İslâm'ı kabul edin. Biz şirk içerisinde iken siz bize karşı Muhammed'in (adını zikrederek Allah'dan) fetih istiyordunuz. (Yakında) gönderileceğini haber veriyor, sıfatlarını anlatıyordunuz."
İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cureyc'den, onun Ehl-i kitaptan müslüman olmuş bazı kimselerden naklen şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Allah'a yemin ederim ki, bizler kitabımız Tevrat'ta anlatılan Özelliklerinden dolayı Hz. Muhammed'i (sallallahu aleyhi vesellem) kendi öz oğullarımızdan daha iyi tanıyoruz. Halbuki kadınların dünyaya nasıl bir çocuk getireceğini bilemeyiz."
Ibn Ishak, Beyhakî ve Ebu Nu'aym, mü'minlerin annesi Huyey binti Safiye (radiyallahuanhâ)'dan rivayet etmelerdir:
Babam Huyey ve amcam Ebû Yâsir evlatları içerisinde en çok beni severlerdi. Hz. Peygamber (sallaliahu aleyhi vesellem) Küba köyüne geldi&j zaman babam ve amcam sabah erkenden gittiler; tam güneş batarken geri döndüler. Son derece bitkin bir halde bana Ebû Kebşe'nin haberini getirdiler. Her zaman yaptığım gibi sevinçle onlara koştum. Allah'a yemin ederim ki hiçbiri yüzüme bile bakmadı. Amcam Ebu Yâsir'in babam Huyey b- Ahtab'a şöyle dediğini işittim;
-Bu, O mu?
-Evet
-Sıfatlarından ve özelliklerinden mi tanıdın? -Evet, vallahi.
-Onun hakkında ne yapmayı düşünüyorsun? -Vallahi! Hayatta kaldığım sürece düşmanlık.
İbn Ukbe, ez-Zührî'nin şöyle dediğini zikretmiştir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Medine'ye geldiğinde Ebû Yâsir b. Ahtab Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldi. O'nu dinledi ve onunla konuştu. Sonra kavmine döndü ve şöyle dedi:
"Ey kavmim! Bana itaat edin! Allah, beklediğinizi gönderdi, O'na uyun, O'na karşı koymayın!"
Kardeşi Huyey b. Ahtab -ki o gün için Yahudilerin efendisi durumundaydı, her ikisi de Beni Nadir kabilesinden idiler- ayrıldı, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına oturdu, O'nu dinledi. Sonra kavmine döndü, kavmi Ebû Yâsir'e itaat etmiş durumdaydı. Şöyle dedi.
"Kendisine daima düşman olacağım bir adamın yanından geldim."
Kardeşi Ebu Yâsir kendisine şöyle söyledi:
"Ey anamın oğlu! Bana bu konuda itaat et, başka istediğin her konuda karşı çık."
Huyey şu karşılığı verdi:
"Allah'a yemin ederim ki sana itaat etmeyeceğim.
Şeytan'a yenik düştü. Kavini de onun görüşüne uydu.
Abdullah b. İmam Ahmed, Zevaidu'l-Müsnecha&e Câbir b. Semure'den (tadiyallahu anh) rivayet etmiştir:
Bir Cermekani [42] Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashabının yanına geldi ve şöyle dedi: "Peygamber olduğunu iddia eden arkadaşınız nerede? Sorduklarım konusunda beni bilgilendirirse nebidir, yoksa değildir." Bir süre sonra Cermekani şunları söyledi:
"Bütün bunlar vallahi, Musa'nın getirdiklerinin aynısı."
-Cermekani, Ceramika'ya mensub kimse demektir. SzbaFâ% "aslı Acem olan bir kavim olduğu söylenmiştir. Bazılarına göre onlar, "Şam Ceramikalarının soyundan" gelmişlerdir.—
Beyhakî, Ibn Abbâs (radiyallahu anhumaj'dan rivayet etmiştir:
Yahudi din adamlarından birisi Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) huzuruna girdi. Biraz bekledi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Yusuf Suresi'ni okuyordu. Şöyle dedi:
-"Ey Muhammedi Bu sureyi sana kim öğretti?" Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)
- *M^£ ve Celil olan sUlah öğretti7' cevabını verdi.
Dinledikleri Yahudi din adamının hoşuna gitti. Yahudilerin yanma döndü ve şöyle dedi:
-"Muhammed aynen Tevrat'taki gibi, Kur'an okuyor."
Bunun üzerine Yahudilerden bir grup ayrıldılar ve Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) huzuruna girdiler, son peygamberin sıfatlarını O'nda gördüler, iki omuzu arasında nübüvvet mührüne baktılar. Yusuf Sûresi'nin okunuşunu dinlemeye başladılar. Hoşlarına gitti ve bu esnada müslüman oldular.[43]
Muhammed b. Ömer el-Eslemî anlatıyor:
Nu'man es-Sebei, Yemen Yahudi din adamlarından idi. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) zuhurunu işittiğinde geldi ve O'na bazı şeyler sordu. Şunları anlattı:
"Babam bazı eski kâğıtları (sandığa) kilitler ve şöyle derdi: <Bu kâğıtlarda yazılı olanları hiçbir Yahudiye okuma ki, Yesrıb'de bir peygamberin zuhur edeceğini işitmesinler. Fakat sen işitirsen hemen onları aç.>"
Nu'man şöyle devam etti:
"Son peygamberin zuhurunu işittiğimde kağıtları açtım, bir de baktım ki şu an seni gördüğüm gibi tüm özelliklerin orada yazılı. Helâli helâl haramı haram kıldığın, son peygamber olduğun, ümmetinin son ümmet olduğu, isminin Ahmed olduğu, her savaşta Cebrail'in de ümmetinle beraber olduğu, kuş nasıl yavrularına özen gösteriyorsa Allah'ın da onlara öyle özen gösterdiği (tüm bunlar kağıtlarda yazılıydı). Sonra bana şöyle dedi:
"-O'nun zuhurunu işittiğinde git ve O'nu tasdik et."
Resûlullah (sallaUahu aleyhi veseüem) ashabına Nu'man olayını dinletmeyi çok istiyordu. Bir gün Numan geldi, Resûlullah (sallalîahu aleyhi vesellem), "Ey Numan! Hadi bi^e anlat!" dedi. Numan, olayı en başından itibaren anlattı. Bil" de baktı ki Resûlullah (sallaUahu aleyhi veseUem) gülümsüyor ve şöyle diyor:
"Şehadet ederim ki, ben şüphesi^ Allah'ın Resulüyüm." İşte bu Nu'man'in, yalancı peygamber el-Esved el-Ansi'yi öldürüp lime lime doğrayan kişi olduğu söylenir. Numan, (el-Esved el-Ansi'yi öldürdükten sonra): "Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de O'nun Resulü olduğuna şehadet ediyorum. Şüphe yok ki sen, Allah'a iftira atan yalancının birisin" diyerek yalancı peygamberi yakmıştır.
Bu konuda sayılamayacak kadar çok rivayet vardır.
O, Efendimiz Hz. Yusuf es-Sıddîk'ın (aleyhisselâm) soyundan, Hazrec'den, el-Kavakil'in müttefiki, İsrail oğullarından ve Ensar'dandır (radiyallahu anhura). "el-Husayn" olan ismini Hz. Peygamber (sallalîahu aleyhi vesellem) değiştirdi. Ehl-İ Kitab'm âlimlerindendi. Beyhakî'de Abdülaziz b. Suheyb'in rivayetinde geçtiği gibi o, Resûlullah (sallalîahu aleyhi vesellem)'m Ebu Eyyub'un evine ilk geldiği gün müslüman olmuştur. İbn İshak, Abdullah b. Selam (radiyallahu anh)'ın kabilesinden bir adamın şöyle dediğim rivayet etmiştir: ''Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Küba'ya Beni Amr b. Avfa geldiğinde, bir adam eelip Rcsûlullah'ın geldiğini haber verdi— Hadisin içerisinde; "Peygamber'in huzuruna çıktım. Müslüman oldum ve aileme döndüm" ifadesi de yer alır.
Hafız İmaduddin b. Kesir de şöyle demiştir: "Öyle zannediyorum k* bu olay, Hz. Peygamber (sallalîahu aleyhi vesellem)'! Küba'da ilk defa gördüğünde vaki olmuştu."
Buhâri ve Beyhakî Enes'den; İbn İshak, Abdullah b. Selâm'ın ailesinden bir şahıstan; İmam Ahmed ve Yakub b. Süfyan, Abdullah b. Selâm'dan; Beyhakî, Musa b. Ukbe ile İbn Şihab kanalıyla Abdullah b. Selâm'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Resûlullah (sallaUahu aleyhi vesellem)'i işittiğim zaman sıfatlarından, isminden, görünüşünden ve kendisini beklediğimiz zaman [44] itibariyle hemen tanıdım. Ancak o (sallalîahu aleyhi vesellem) Medine'ye gelinceye kadar bunu sakladım ve sustum. Medine'ye gelip Küba'da Amr b. Avf oğullarında konakladığında bir adam bana O'nun geldiğini haber verdi. Ben o an bir hurma ağacının üzerinde çalışıyordum. Halam Halide binti el-Hâris de altında oturuyordu. Resûlullah (sallaUahu aleyhi veseUem)'in geldiği haberini duyunca tekbir getirdim. Halam tekbirimi duyunca şöyle dedi:
"Şayet Musa b. İmran'ın geldiğini duysaydın daha fazlasını yapmazdın."
Kendisine şöyle dedim: "Halacığım! O, Musa b. İmran'ın kardeşidir. Musa'nın dini üzeredir. Musa ne ile gönderilmiş ise O (sallallahu aleyhi vesellem) de onunla gönderilmiştir."
Bana şöyle karşılık verdi: "Ey kardeşim oğlu! Kıyamete yalan [45] gönderileceğini haber verdiğin Nebi yoksa O mu (sallallahu aleyhi vesellem)?"
Kendisine "Evet" dedim. "Tamam o zaman" karşılığını verdi. Abdullah b. Selam anlatmaya devam ediyor:
Resûlulkh'ın (sallallahu aleyhi vesellem) huzuruna vardım. Yüzünü gördüğümde anladım ki bu yüz yalancı bir yüz değildir. Kendisinden duyduğum ilk sözler ise şunlardı:
"Selâmı yayın, yemek, yedilin, akrabayı ^iyaret edin. İnsanlar uyurken nama\ kılın, böyle yaparsam-^ selâmetle Cennet'e girersiniz.[46]
Beyhakî'de yer alan bir rivayette Enes şöyle demiştir:
Abdullah b. Selâm, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) (Medine'ye) geldiğini duydu. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldi ve şöyle dedi:
Sana ancak peygamberlerin bilebileceği bazı şeyler soracağım:
"Kıyametin alâmetleri nelerdir? Cennetliklerin ilk yiyeceği nedir? Annesine veya babasına çeken çocuğun durumu nedir? Aydaki siyahlığın anlamı nedir?"
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): "Cebrail faleyhisselâmj a% önce bunları bana haber verdi" buyurdu.
Abdullah b. Selâm: "Cebrail mi!?" Peygamberimiz (saUallahu aleyhi vesellem): "Evet"
Abdullah b. Selâm: "Melekler içerisinde Yahudi düşmanı olan." Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şu mealdeki âyeti okudu:
"De ki: Kim Cebrail'e düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kuran'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve mü'minler için de müjdeci olarak o indirmiştir." (Bakara, 97)
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vcsellem) şöyle devanı etti: "Kıyametin alâmetlerine -gelince; Doğu'dan çıkıp insanla/7 batıya sevkedm bir ateş. Cennetliklerin ilk yemeğine gelince; balık ciğerinin piyadesi. Çocuğa gelince; erkeğin suyu, kadın suyunun önüne geçerse çocuk babaya, kadının suyu erkeğin suyunun önüne geçerse çocuk anneye çeker. Ay üzerindeki siyahlığa gelince, o ikisi birer güneştir. Cenab-ı Allah (celle celâluhu): "Biz geceyi ve gündüzü birer delil olarak yarattık. Ve gecenin karanlığını silip..." (İsra, 12) buyurmuştur kİ gördüğün karanlık (bu âyette geçen "mahv", 'silinmezdir)"
Bunun üzerine Abdullah b. Selâm şöyle dedi: "Allah'dan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ediyorum."
Sonra ailesine döndü, müslüman olmalarını emretti. (Hep beraber İslâm'ı kabul ettiler.) Ancak müslümanlıklarını gizlediler. Sonra Abdullah b. Selâm Resülullah (sallallahu aleyhi veseilcm)'in huzuruna çıktı ve şöyle dedi.
"Ey Allah'ın Resulü! Yahudiler bilir ki ben onların efendisiyim, efendilerinin oğluyum. En bilgilileriyim ve en bilgililerinin oğluyum. Ancak onlar, yalancı ve iftiracı bir kavimdir. Eğer benim müslüman olduğumu bilseler onlara danışmadığım için bana iftira ederler ve ben de olmayan birçok şeyi bana isnad ederler. Senin beni saklamanın faydalı olacağını sanıyorum. Resülullah (saMalıu aleyhi vesellem), Abdullah'ı bir odaya sakladı. Yahudilere de haber gönderdi, Yahudiler Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) huzuruna girdiler. Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlara:
"Ey Yahudiler! Yapmayın! Kendisinden başka ilah olmayan .Allah'a yemin ederim ki sikler benim Allah'ın Resulü olduğumu ve si-^e hak olanı getirdiğimi biliyorsunuz Gelin müslüman olun"dedi. Onlar: "Bilmiyoruz" dediler.
Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Husayn b. Selâm'ı nasıl biiİrsini^?" dedi. Onlar: "Efendimizdir, efendimizin oğludur. En bilgilimizdir, en bügilimizİn oğludur" dediler. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem):
"Müslüman olduysa ne dersini:??" dedi. Onlar: "Böyle bir şeyden Allah onu korusun" dediler.
Bunun üzerine Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem):
"Ey îbn Selâm! Buhurlarına çık!" buyurdu. Abdullah b. Selâm Yahudilerin huzuruna çıktı ve şunları söyledi:
"Ben Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum. Ey Yahudiler! Allah'tan korkun ve size geleni kabul edin. Allah'a yemin ederim ki sizler, O'nun gerçekten Allah'ın peygamberi olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Elinizdeki Tevrat'ta da ismivle ve sıfatıyla yazılı halde buluyorsunuz. Ben O'nun Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik ediyor, O'nu tasdik ediyor, O'na inanıyor ve O'nu biliyor, tanıyorum."
Yahudiler şöyle karşılık verdiler: "Yalan söyledin! Sen en kötümüzsün, en kötümüzün oğlusun." Böylece Abdullah'ı kınadılar. Abdullah şöyle dedi:
"İşte korktuğum buydu ey Allah'ın Resulü! Yahudilerin iftiracı, hain, yalancı ve fakir bir kavim olduğunu söylememiş miydim. Ben, ailem ve halam Halide bint el-Hâris Müslüman olduk. Çok da güzel oldu."
İbn İshak anlatıyor: Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ensar ve Muhacir arasında bir metin yazdırdı. Bu metinde Yahudilerle ilgili anlaşma (maddeleri de) vardı. Yahudiler dinleri ve malları üzerine söz vermişler lehlerine ve aleyhlerine bazı şartlar ileri sürmüşlerdi. Yanı Yahudiler, Hz Peygamber'e (saDallahu aleyhi vesellem) tâbi olmaktan kaçınırlarsa -kİ bu savaşa izin verilmeden önceydi- İslâm'dan kaçınan kimselerden cizye almak konusundaydı.
İbn İshak yazılı metni de zikretmiştir ki, yaklaşık iki sahıfedir, ancak bunun ravi zinciri yoktur. Ebu Ubeyd İse Kitabu'l-Emval [47] isimli eserinde ez-Zührî'den sağlam bir zincirle anlaşma metnini rivayet etmiştir. Biz de bunu Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) Mektupları bölümünde zikretmeyi umuyoruz.
İbn Aiz, Urve b. ez-Zübeyr'den şöyle rivayet etmiştir: Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) ille gelen Yahudi, Huyey b. Ahtab'ln kardeşi Yâsir b. Ahtab idi. Peygamberi (sallallahu aleyhi vesellem) dinledi, kavmine döndü ve şöyle dedi:
"Bana itaat edin! Hiç şüphe yok ki, beklemekte olduğumuz son peygamber O'dur."
Kardeşi Huyey ona karşı çıktı. Kavmi arasında sözü geçer birisiydi. Şeytan onlara galip geldi ve Huyey b. Ahtab'a uyarak (İslâm'dan yüz çevirdiler).
Ebu Sa'îd en-Nisaburî, eş-Şeref iskr^i eserinde Sa'îd b. Cübeyr'den şunları rivayet etmiştir:
Yahudilerin ileri gelenlerinden biri olan Meymun b. Yamin Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) geldi ve şöyle dedi:
"Ya Resûlullah! Beni Yahudiler'e gönder ve aranızda hakem yap. Yahudiler bana güvenirler."
Hz. Peygamber (saflaflahu aleyhi vesellem), Yahudiler'e birisini gönderip onları çağırttı, geldiler. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) onlara hitabetti ve şöyle buyurdu: "Aratmada hakemlik yapması için birini seçin." Dediler ki: "Meymun b. Yamin'e razıyız."
Meymun, huzurlarına çıktı ve şöyle dedi: "Muhammed'in, Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ediyorum." (Fakat ne yazık ki) Yahudiler Meymun'u tasdik etmekten kaçındılar.
İmam Ahmed ve Buhârî ile Müslim, Ebu Hureyre (radiyaîlahu aah)'dan rivayet ediyorlar, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
"Şayet, Yahudi âlimlerinden on tanesi bana inanmış olsaydı, yeryüzündeki bütün Yahudiler inanırlardı"[48]
Aynı hadisi İbn ebî Hatim ve Ebu Sa'îd en-Nisaburî de rivayet etmişlerdir. Ancak sonunda Ka'b'm; "On iki Yahudi âlimi" dediğini belirtmişlerdir ki Maide süresindeki, "Yahudilerden on iki nakib gönderdik" (Mâide, 1) âyeti de bu rivayeti tasdik etmektedir. Hafız (İbn Hacer) ise şöyle demiştir:
"Burada kastedilen özel on tane (Yahudi âlımi)dir. Çünkü Resûlullah'a (sallalhhu aleyhi vesellem) inanan Yahudi âlimlerinin sayısı ondan fazladır."
Kastedilen mânânın şu olduğu da söylenmiştir:
"Geçmişte örneğin, Peygamber (salkllahu aleyhi vesellem) Medine'ye gelmeden önce veya tam geldiği zaman (bu on Yahudi âlimi) iman etseydi (bütün Yahudiler iman ederlerdi)."
Hafız (İbn Hacer) şöyle demiştir: Öyle anlaşılıyor ki bu Yahudiler o gün için Yahudiler'in reisleri durumundaydı. Diğer Yahudiler bunlara tâbi idi. Sadece Abdullah b. Selâm gibi birkaç tanesi müslüman olmuştu. Ki Abdullah b. Selâm, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellcm) Medine'ye geldiğinde Kaynuka oğulları Yahudilerinin ele başlarından biriydi. Diğer taraftan Nadir oğullarından Ebu Yâsir, İbnu Ahtab, Kardeşi Huyey b. Ahtab, Ka'b b. Eşref, Ebu Rafı1 Selâm b. er-Rebi' b. ebî'l-Hukayk; Kaynuka oğullarından Sa'd b. Huneyf, Finhas, Rifâ'a b. Zeyd (Ebu't-Tabût); Kurayza oğullarından ez-Zebir, İbnu Bâtâ b, Vehb b. Ka'b b. Esed -ki Kurayza oğulları, adına anlaşmayı imzalayan, Hendek günü de anlaşmayı bozan kişidir- ve Şemvil b. Zeyd. Bunların her biri Yahudi reislerindendi. Şayet müslüman olsalardı Yahudilerden büyük bir topluluk da reislerine tâbi olurlar ve hadiste kastedilen şeylerin vukuu mümkün olabilirdi,
Ebu Nu'aym Deiâii isimli eserde yine Ebu Hureyre'den başka bir kanaldan ve şu lâfızlarla rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) buyurmuştur ki: "Şayet e^-Zebir b. Bâtâ hana inansaydı, diğer Yahudi reislen de onu takip etseydi, Yahudilerin tamamı müslüman olurdu."[49]
es-Süheylî bunu garip bularak; "Yahudi din adamlarından sadece ikisinin: Abdullah b. Selâm ile Abdullah b. es-Sûri'nın Müslüman olduklarını" söylemiştir.
Hafız (İbn Hacer) ise, Abdullah b. es-Sûrî'nin Müslüman olduğuna dair sahih bir rivayet görmediğini, sadece es-Süheylİ'nin böyle bir nispette bulunduğunu söylemiştir.
İbn İshak şöyle .demiştir-. Bundan sonra Yahudilerin din adamları Allah'ın peygamberliği Araplara tahsis etmesinden ve son peygamberi Araplardan seçmesine olan haset, kin ve nefretlerinden dolayı Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) aleyhine düşmanlık tohumlarını ektiler. Yahudi âlimleri gerçeklerle yanlışları birbirine karıştırıyorlar ve Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) canını sıkmak için (olmadık) sorular soruyorlardı. Soruları hakkında ise Kur'an âyetleri iniyordu. Helâl haram konusunda ise çok az sorular soruyorlardı. Bu konudaki sorular genelde Müslümanlardan geliyordu.
İbn İshak ve diğerleri bu Yahudiler'in isimlerini de zikretmiştir. Bizim burada bütün bu isimleri zikretmemize gerek yok; ancak, zaten bahsedilmesi gerekenlerden de bahsettim. Bu Yahudiler şu üç kabiledendi:
-Kaynuka: Kaynuka oğulları, Medine Yahudilerinin merkezi.
-Kurayza: Nadir oğullarının kardeşidirler. Medine Yahudilerinin merkezi.
-Nadir oğulları.
Her üçü de ileride Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ile harp etmiş ve aralarında bulunan anlaşmayı bozmuşlardır. Kaynuka oğullarına yumuşak davramlmıştır. Nadir oğullan sürgün edilmiştir. Kurayza oğulları da öldürülmüş, aileleri ise esir edilmiştir. Haşr Sûresi Nadir oğulları hakkında, Ahzab Suresi ise Kurayza oğulları hakkında indirilmiştir. Bu konuyu Allah nasip ederse "Hz. Peygamber'in Savaşları" bölümünde genişçe ele alacağız.
İmam Ahmed, Buhârî ile Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerir, İbnul-Münzir ve diğerleri, İbn Mes'ud (radiyallahuanh)'dan rivayet etmişlerdir:
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile beraber Medine tarlalarında -bir başka lafızda Ensar'm tarlasında, bir diğer lafızda bir hurmalıkta-yürüyordum. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bir hurma dalına dayanıyordu, -bir başka lâfızda yanında bir hurma dalı vardı- Ansızın bir Yahudi rastgeldi. -bir lâfızda; ansızın bit grup Yahudi çikageldi-Birbirlerine "O'na ruhdan sorun" dediler.
Bazıları ise "Hiç bir şey sormayın, işittikleriniz hoşunuza gitmeyebilir" dediler. -bir başka lâfızda "hoşlanmayacağınız bir cevapla karşılaşmayasınız"- Bazıları şöyle dediler: "Mutlaka sormalıyız."
İçlerinden biri Resûlullah'a (salkllahu aleyhi vesellem) geldi ve:
"Ey Muhammedi -bir rivayette: Ey Ebu'l-Kasım!- Ruh nedir?" -bit rivayette: "Bize ruhtan bahset. Ruh, Allah'tan olduğuna göre cesetteki ruh nasıl azab olunur?" diye sordular.
Hz. Peygamber (sallalkhu aleyhi vesellem) cevap vermedi. —Bit rivayette: elindeki hurma dalına dayanmaya devam etti- Vahiy geldiğini anladım. Vahyin bitiminden sonra;
"Sana ruhtan soruyorlar. De ki; Ruh rabbimin emrindendir. Ve bu konuda size çok az bilgi verilmiştir" (İsra, 85) âyetiyle cevap vermiştir.
İbn Cerîr'in güvenilir ravilerden oluşan Muğire <-» ibrahim <-» Alkâme zinciri ile İbn Mes'ud'dan (radiyallahu anh) Yahudilerin "Kitabımızda da aynen böyle buluyoruz" sözünü rivayet etmiştir. Bazıları ise diğerlerine daha sonra: "Biz size <O'na soru sormayın!> demedik mi?" diye (sitem etmişlerdir.)
1. İbn Mes'ud'dan rivayet edilen hadis, bu âyetin Medine'de indirildiğinin bir göstergesidir. İmam Ahmed ve Tirmizî de bunu rivayet etmişler; Tirmİzî hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
İbn Hibban ise İbn Abbâs'dan şöyle rivayet etmiştir:
Kureyş, Yahudiler'e: "Bize bir şey söyleyin de bu adama soralım" dediler.
Yahudiler de: "O'na ruh hakkında sorun" dediler. Bunun üzerine "Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin işlerindendir. Size, bu konuda az bir bilgi verilmiştir" (İsra, 85) mealindeki âyet indirilmiştir.
Bunun üzerine Yahudilerin: "Bize bir çok bilgi verilmiştir. Bize Tevrat verilmiştir. Kime Tevrat verildiyse o kimseye birçok hayır verilmiştir" demeleri üzerine Cenab-ı Allah (celle celâluhu):
"De ki; Rabbimin sözlerini yazmak için okyanuslar mürekkep olsa, bir o kadar da ilave getirsek Rabbimiz sözleri bitmeden önce denizler tükenirdi"
(Kehf, 109) âyetini indirdi.
Bu rivayetin senedindeki şalııslar, Müslim'in Sahi/finde de rivayetleri bulunan ravilerdendir. Bu rivayeti, İbn İshak ta benzer bir başka yolla rivayet etmiştir. Ki bu rivayet müşriklerin, ancak peygamberlerin bilebileceği bazı şeyler hakkında Resûlullah'ı (salkllahu aleyhi vesellem) imtihan etmeleri bölümünde geçmiştir.
İbn Cerîr ve İbn İshak, Ata b. Yesar'm şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Size ruh hakkında çok az bilgi verilmiştir" âyeti Mekke'de nazil olmuştur. Hz. Peygamber (sallalkhu aleyhi vesellem) Medine'ye hicret ettiğinde Yahudi âlimleri kendisine gelmiş ve: "Ey Muhammedi <Si%e ruh hakkında çok a-? bilgi veriimiştir> dediğini işittik. Bizi mi, yoksa kavmini mi kastediyorsun" demişlerdir..
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ise şöyle buyurmuştur: "Hayır kavmimi deği/> aksim si^İ kastediyorum."
Bunun üzerine Yahudi âlimleri: "Sen bize zaten Tevrat'ta verilenleri okuyorsun. Tevrat'ta her şey açıkça izah edilmiştir" demişlerdir. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
'Tevrat, Allah'ın ilmi konusunda çok a^ bir şeyi ifade eder, Allah si%e Tevrat'ı verdi ki, Tevrat'a göre amel ettiğini^ sürece ondan faydalanasını^." Bunun üzerine Cenab-ı Allah şu âyeti indirdi:
"Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa ve hatta buna yedi deniz daha eklense, yine de Allah'ın sözleri yazmakla tükenmez. Şüphe yok ki Allah galip ve hikmet sahibidir. (Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Allah her şeyi işiten ve görendir." (Lokman, 27-28)
Ibn Mes'ud'dan [50] rivayet edilen hadis ve Atâ'nın haberi (bahse konu olan) âyetin Mekke'de indiğim göstermektedir. Söz konusu âyetin nüzulünün teaddüt ettiği (âyetin bir kez Mekke'de,, bir kez de Medine'de indiği) var sayılarak o ikisinin rivayeti ile İbn Mes'ud hadisinin arası bulunmuştur. Hz. Peygamber'in (sallalkhu aleyhi veseilem) ikinci kez susması kendisine sorulan konuda vahyin daha fazla açıklama getirmesini beklemesine hamledilir. Yoksa Sabîif teki rivayet daha sahihtir. Şeyh (Suyûtî) (rahmetullalıi aleyh) el-Itkatf\nda. şunları söylemiştir: "İki isn'ad arasında hangisinin daha sahih olduğu konusunda tercih söz konusu olduğunda ravinin rivayetinin canlı şahidi olması gibi tercih sebeplerinden biriyle iki hadisten biri tercih edilir." Sonra yukarıda zikredilen İbn Mes'ud ve Ibn Abbâs hadislerini örnek göstermiş ve şöyle devam etmiştir: "Bu, —yani İbn Abbâs hadisi— ilgili âyetin Mekke'de nazil olduğunu gösterir. İbn Mes'ud ise bunun aksidir." Suyûtî böylece, Buhârî'nin rivayet ettiği hadisin daha sahih olduğu ve İbn Mes'ud'un olayın canlı şahidi olduğu görüşünü tercih etmiştir.
2. Ebu Nu'aym şöyle demiştir: Kendisine ruh hakkında soru sorulduğunda felsefeci ve mantıkçıların varsayımları ve tahminleriyle değil de ruh hakkında hakiki bilgileri, menşeine ve yaratıcısına havale etmesi Efendimiz Muhammed (sallalhluı aleyhi vesellem)'İn indirilmiş kitaplardaki alâmetlerinden dır. Yahudiler bu soruyu sorarak Hz. Peygamber (sallalhhu aleyhi vesellem)'i imtihan etmek istemişler, o da kutsal kitaplarında yazdığı gibi müsbet sıfatlarına uygun olarak (sorunun) üstesinden gelmiştir.
3. İbnu't-Tin şöyle der: Hx. Peygamber'e (sallalîahu aleyhi veseilem) sorulan ruhun ne olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir. Bu konuda şunlar söylenmiştir:
1. İnsan ruhu. 2. Hayvan ruhu. 3. Cebrail. 4. Hz. Isa (aleyhısselâm). 5. Kur'an. 6. Vahiy. 7. Kıyamet günü tek başına saf olacak bir melek. 8. Yetmişbin yüzü, her yüzünde yetmiş bin dili, her dilinde yetmiş bin lügati, bu lügatlarm bütünüyle Allah'ı zikreden melek ki, Allah bu meleğin her tesbihiyle bir başka melek yaratır ve bu melek te diğer meleklerle birlikte uçar. Bu meleğin ayaklarının arzın dibinde, başının ise arşın üzerinde olduğu söylenir. 9. Ademoğlu gibi yiyen ve içen bir yaratık. Gökten inen her melekle birlikte bu yaratıklardan da birer tane iner. Bu yaraüğın melekler arasında yiyen içen bir sınıf melek olduğu rivayet edilmiştir-
Hâûz (İbn Hacer) ise; "Bunların sadece bu âyetteki "ruh" kelimesiyle değil de bütün Kur'an-ı Kerim'de geçen ruh kelimeleriyle ilgili olarak tefsir âlimlerinin görüşlerinin toplamıdır. Kur'an-ı Kerim'de ruh kelimesinin geçtiği âyetlerden bazıları şunlardır.
1. "Ruhu'l-Emin'i gönderdi." (Şuara, 193)
2. "İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik." (Şûra, 52)
3- "Emrinden ruhu indirir." (Mü'mın, 15)
4- "Katından bir ruh ile onları desteklemiştir." (Mücadele, 22)
5. "Ruhun ve meleklerin saf saf durduğu gün." (Nebe', 38)
6. "Allah melekleri emrinden bir ruh ile indirir." (Nahl, 2)
Bu âyetlerde geçen ruhlardan birincisinde kastedilen Cebrail; ikincisinde kastedilen Kur'an; üçüncüsünde kastedilen vahiy; dördüncüsünde kastedilen kuvvet; beşincisinde ve altıncısında kastedilen ise muhtemelen Cebrail veya bir başka melektir. Ruh kelimesinin Hz. İsa hakkında kullanıldığı da vâkidir.
İshak b. Râhûye sahih bir senetle İbn Abbâs'dan şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Ruh, Allah'tandır. Allah'ın yaratıklarından biridir. Ademoğlu gibi suret sahibidir. İnen her melekle birlikte bir de ruh iner."
el-Hattâbî ise şöyle demiştir: Ayette geçen ruh kelimesinden neyin kastedildiği konusunda birçok görüş hikâye edilmiştir. Ancak çoğunluk, ''cesetteki hayatiyeti temin eden ruh hakkında sordular" demişlerdir.
Ehl-i nazar ise, ''Ruhun bedene girmesi ve onunla karışması hakkında sordular. Halbuki Allah bu konuyu kendi ilmiyle gizlemiştir" demişlerdir.
el-Kurtubî ise şunları söylemiştir: "Tercih edilen görüşe göre sorulan soru, insan ruhu hakkındadır. Çünkü Yahudiler, İsa'nın Allah'ın ruhu olduğunu kabul etmiyorlardı. Bizler ise Cebrail'in bir melek, meleklerinde ruh şeklinde yaratıklar olduğunu kabul ediyoruz."
İmam Fahreddin (Râzî) de şöyle demiştir: "Tercih olunan kavle göre Yahudiler, hayatın sebebi olan ruh hakkında sormuşlar ve kendilerine en güzel şekilde cevap verilmiştir."
Yapılan yorumlara göre: Ruh ile ilgili soruyla ruhun mahiyetini kastetmeleri muhtemeldir. Ruh boşlukta bir yer kaplar özellikte midir değil midir? Boşlukta yer kaplayan bir şeyin içinde midir, değil midir? Kadim midir, hadis midir? Cesetten ayrıldıktan sonra yaşamakta mıdır ölmekte midir? Mükâfatının veya cezasının mahiyeti nedir? Bu ve bunlara taalluk eden bazı konularla ilgili soru sormuşlardır.
İmam Fahreddin Râzî diyor ki: Sorulan soru, bu konulardan hiç birine has değildir. Sadece ruhun mahiyeti, yani kadîm veya hadis olması hakkındadır. Verilen cevap ta; Ruhun mürekkep olmayan, basit, mücerred bir cevher olduğunu Allah'ın "kun" emriyle var olmuş hadis bir varlık olduğunu göstermektedir. Ruh etkisini, cesedin hayatiyetini sağlamak konusunda ifade etmektedir. Bir şeyin, özel durumunu bilememek, o konuyu inkâr etmeyi gerektirmez.
4. İlim adamlığı taslayan bir kısım insanlar ise "Ruh hakkındaki görüşler açıklığa kavuşmuştur. Ruh, dahilde ve hariçte bulunan nefistir; ruh, hayattır; ruh; tüm bedenlere girebilen lâtif bir cisimdir; ruh, kandır; ruh, arazdır. Hatta bu konudaki görüşler 100'e ulaşmıştır. Ibn Mende ise bazı kelâmcılardan; her peygamberin beş, her mü'minin üç, her canlının ise bir ruhunun var olduğunu söylediklerini nakletmiştir.
5. Kadı Ebu Bekir b. el-Arabi şöyle demiştir: Ruh ve nefs konusunda ihtilâf edilmiştir. Farklı şeyler olduğu söylenmiştir ki, doğru olan budur. Bazılarına göre ise ikisi aynı şeydir; bazen ruh yerine nefs, bazen nefs yerine ruh, bazen her ikisinin yerine kalp, bazen kalbin yerine nefs veya ruh kelimesi kullanılır. Ruhun, hayat kelimesiyle ifade edildiği de olmuştur. Hatta akılsızlar veya cahiller için dahi mecazen kullanıldıkları olur.
Öğrencisi es-Süheylî ise; ruh ve nefs kelimelerinin ayrı ayrı mânâlara geldiğini söylemiş ve liLs "Âdem'i insan şekline koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman..." (Hicr Sûresi 29) âyeti ile "Sen benim nefsimdekileri bilirsin ama ben senin nefsindekileri bilemem..." (Mâide Sûresi 116) âyetındeki nefs ve ruh kelimelerini birbirinin yerine koymanın mümkün olmadığını şayet aynı manâya gelmiş olsalardı bunun mümkün olabileceğini ifade etmiştir.
6. Rabbimin emrindedir" âyeti hakkındadır.
İmam Fahruddin er-Râzi; buradaki "emi" kelimesinden kastedilen manânın; "Oysa Firavun'un emri (işi) doğru değildi." (Hud, 97) âyetinde olduğu gibi fiil, yani iş anlamına gelmekte olduğunu söylemiştir.
O zaman verilen cevap; "Ruh, rabbimin bir fiilidir" şeklinde olmaktadır. Şayet soru; ruhun kadîm mi, yoksa hadis mi? olduğu noktasında ise cevap; hadis olduğu şeklindedir. Bu sebeple selef bu gibi konularda susmuş ve fazla derinlere dalmamıştır.
el-İsmailî ise şunları söylemiştir: "Cevabın, ruhun Allah'ın emrinden bir cümle olması muhtemeldir. Kasıt ise konunun, Allah'ın (celle celâluhu) ilmine has kılınmasıdır. Nitekim konuyla ilgili başka soru sorulmamış tır."
es-Süheyli âyetten neyin kastedildiği konusundaki görüşleri sıraladıktan sonra şunları eklemiştir: Bazıları; "Yahudilerin sordukları ruh insan ruhudur" demişlerdir. Sonra bu görüşe sahip olanlar da kendi aralarında ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazıları: "Yahudiler bu soruyu Peygamber'i (sallalkhu aleyhi vesellem) zor durumda bırakmak ve O'nunla alay etmek için sorduklarından Peygamber kendilerine cevap vermemiştir. Bunun üzerine Cenab-ı Allah (celle celaluhu); "De ki; ruh Rabbimin emrinden bir (iştir)" âyetini indirerek Peygamber'e bu âyet dışında herhangi bîr açıklama yapmasını emretmemiştir.
Bir başka grup ise şöyle demiştir: Cenab-ı Allah (celle celaluhu) Peygamberine (salklhhu aleyhi vesellem): "De ki: ruh, rabbimin emrinden bir iştir" açıklaması İle aynı zamanda Yahudiler'in sordukları soruyu da cevaplamıştır. Çünkü Rabbİn işi, şeriattır, gönderdiği kitaptır. Kim şeriat dairesine girer, kitap ve sünneti incelerse ruhu da bilmiş olur. Netice olarak Yahudiler'e söylenmek istenen şudur: Dine girin, işte o zaman sorunuzun cevabını öğrenirsiniz. Çünkü ruh, rabbimin bir işidir, yani, Alllah'dan size tebliğ etmek için getirdiğimdir. Çünkü ruhu; tabiat, felsefe, rey ve ma'rifet yollarıyla bilmek mümkün değildir. Ruh ancak şeriat yoluyla bilinir.
Kitab ve Sünnet'te ruh konusunda zikredilenlere baktığın zaman, Allah'ın (celle celaluhu) şu sözünde olduğu gibi; "Sonra onu (Âdem'i) şekillendirmiş ve ona kendi ruhundan üflemiştir." (Secde, 9) Buradaki ruhtan kasıt hayat veten (canlılığı sağlayan) ruhtur ki, hayat, Allah (sübhanehû ve-teâlâ)'nın sıfatlarından biridir.
Diğer taraftan Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'in ümmetine bildirdiği haberlere bakalım: Ruhlar, öldükten sonra cesetlerden kabzolunur, kabir sualine muhatab olur, soruyu anlar, dinler, görür, nimetlenir, azap olunur lezzet ahr, acı duyar. Tüm bunlar cesetlerin özelliklerindendir. Bu delillerden hareketle ruhun cisim olduğunu zannedebilirsin; ancak ruhun cesetlerde olduğu gibi yoğunluğu, ağırlığı ve gölgesi yoktur. Ayrıca cisimler topraktan, şekillenmiş balçıktan yaratılmıştır, yani asılları topraktır. Ruhlar ise Cenab-ı Allah'ın dediği gibi sudan yaratılmıştır. Biraz önce geçen nejh (üfleme) ise meleklere izafe olunur. Melekler ise sahih rivayetlerden anlaşıldığına göre nurdan yaratılmışlardır. Bazen nefhin Allah'ın nefsine izafe olunduğu da vakidir. Ruhların kabzedilmesini nefsine izafe etmesinde olduğu gibi Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:
"Allah ölüm zamanı gelince kişinin canını alır." (Zümer, 42). j"De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak" (Secde, 11) âyetinde ise aynı şekilde meleğe İzafe edilmiştir. Yapılan işin meleğe nispeti mecazidir, hakikatte ise işin sahibi Allah'tır.
O halde ruh, bir cisimdir, ancak rüzgar cinsinden bir cisimdir. Bundan dolayı rih~rüzgâr lafzının bir türevi olan ruh kelimesiyle isimlendırrlmiştir. Melek nefhası da rüzgar mânâsına gelir. Ne var ki melek, miranı bir varlık olduğu için melek kelimesinin önüne ilave edilmiştir (nejha kelimesi). BJh kelimesi "hareket halindeki hava" demektir. Şeriat, bizlere ruhun mânâsı ve sıfatları hakkında sadece bu kadar bilgi vermiştir. Allah (cdlecelâluhu) "Size bu konuda çok az bilgi verilmiştir" (İsra, 85) buyurarak konunun bu yönünü de bildirmiştir.
Ayette geçen; "Rabbirnin emrinden bir iş" ifadesi de aynı şekildedir. Dikkat edilirse; "Allah'ın işinden" veya "Rabbmızın işinden" gibi ifadeler kullanılmamış tır. (Bu durum âyette) Özel bir ifadenin kullanıldığını ve daha önce de söylediğimiz gibi ruhu ancak; Allah'a ve Resulüne (sallallahu aleyhi vesellem) doğru ve kesin bir şekilde inandıktan sonra Allah ve Resûlü'nün bu konudaki sözlerini alan ve dini güzel bir şekilde anlayan kimselerin bilebileceğini göstermektedir. Şayet soru sorduklarında Yahudiler'e bu konuda bilgi verilmeseydi, başka türlü bu konuda bilgi sahibi olmak mümkün olmazdı.
7. İbnu'l-Kayyım şöyle demiştir: Bu âyetteki "emi" kelimesinden "talep" kelimesinin kastedildiği konusunda (âlimler) ittifak halindedirler. "Emr" ile kastedilen "me'mur"dur. Nasıl ki "halk" kelimesinden "mahluk" kelimesi kastediliyorsa "emr" kelimesi de mutlak olarak "me'mur" mânâsında kulanılmaktadır. Nitekim; "Rabbinin emri (azabı) geldiği zaman..." (Hud, 101) âyetindeki "emr" kelimesinden kastedilenin, bu emri alan azap melekleri yani "me'mur" olduğu gibi.
8. Ibn Battal şöyle demiştir: Bu haber göstermektedir ki; ruhun gerçek mânâsı hakkındaki bilgiyi Allah kendi tekeline almıştır. Bu konuyu müphem bırakmasının hikmeti, kullarını denemek, anlayamadıkları konularda aciz düştüklerini göstermek ve bu konulan Allah'ın bildiğini (itiraf ve kabul etmek) zorunda bırakmak içindir.
Kurtubî ise şöyle demiştir: Bunun hikmeti kişinin aczini göstermektir. Çünkü varlığını kesin olarak bildiği ruhunun hakikatini bilememesi, hakkın hakikatini idrakten âciz olduğunun ifadesidir.
9. (Böylece) Ibn Abbâs (mdiyallahu anh)'m, âyette geçen ruh kelimesine belli bir manâ vermeyerek tefsir etmemesinin de (sebebi) anlaşılmış oldu. Ruh konusunda susmanın gerektiği görüşünde olanlardan biri de sûfilerin üstadı Ebu'l-Kasım el-Cüneyd (rahimehulhh)'tır. Avarifu'l-Maalifte, ruh hakkındaki görüşler nakledildikten sonra; "Bu konuda en güzel olanı susmak ve Peygamber (sallallahu aleyhi vesclkm)'in edebiyle edeplenmektir" denilmiş ve el-Cüneyd'den, şöyle dediği nakledilmiştir: "Ruh, bilgisini Allah'ın kendi tekeline aldığı bir şeydir. Hiç bir mahluk bu konuda bilgi sahibi olamaz. Ruh hakkında mevcut olan (bilgilerden) daha fazla şey söylemek te doğru değildir."
Ibn Atıyye ve bir grup müfessir de bu görüştedir. Ruh konusunda görüş ileri süren müfessirlere ise şöyle cevap vermişlerdir: Ruh kelimesi mutlak manâda birçok şey hakkında kullanıldığı için Yahudiler, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) kinlerinden ve O'nu aciz bırakabilmek maksadıyla art niyetle ruh hakkında soru sormuşlardır. Üstelik vereceği cevap hakkındaki (düşüncelerini) içlerinde gizlemişlerdir. Allah Resûlü'nün verdiği cevapta ise hiçbir şey kastedilmemiştir. Sadece Yahudilerin sordukları mücmel soruya uygun olarak mücmel bir cevap verilmiş ve Yahudiler'in hileleri boşa çıkarılmıştır.
elzAsânfht şöyle denilmiştir: Allah'ın (bu gibi) âyetlerim tefsir etmenin haram, te'vil etmenin ise caiz olmasından dolayı bu konuda da te'vil mesabesinde söz söylemek caizdir. Çünkü tefsir sadece naldlle olur. Te'vil ise akılla ulaşılabilecek bir mânâdır ki, âyetin kesin olmayan manâlarının bitinin zikredilmesidir. Bu konuda da durum böyledir. Söylenenler sadece görüş ve ihtimallerdir. Ayetin zahiri de bu konuda fazla bir şey söylenmesini men etmektedir ki âyet Cenab-ı Allah'ın şu sözüyle son bulmaktadır: "Size ruh hakkında çok az bilgi verilmiştir." Yani; ruhun hükmünü de size bilgileri verilmeyen birçok şeyden biri kabul edin ve hakkında soru sormayın. Çünkü ruh, sırdır.
10. Ibn Mende, er-Rub isimli kitabında İmam, hafız, Sahabe asrından müctehid imamlar dönemine kadar ahkâm konusundaki tüm ihtilâfları bilen Muhammed b. Nasr el-Mervezi'den; "Ruhun mahluk olduğu konusunda icma bulunduğunu" söylediğini nakletmiş tir. Ancak Rafıziletin ve Mutasavvıra'nın aşırılarından bazılarının; "ruhun kadîm olduğu görüşünde olduklarını" nakletmiştir.
11. Ruhun dirilişten önce âlemin fena bulmasıyla birlikte fena bulacağı veya baki olarak devam edeceği konusunda ihtilâf edilmiştir. Her İki görüşte olan bulunmakla birlikte çoğunluğa göre tercih edilen görüş ikincisi (yani baki olması)dır.
12. Bazı müfessirlere göre ise; "Ademoğlu'nun ruhu (hakkında) sadece Allah'ın bilgi sahibi olduğu zaten Tevrat'ta yazılıdır. Yahudiler'in ruh hakkında soru sormalarının asıl nedeni "Gizlenmiş olan bu sırrı acaba açıklar mı? Soralım, eğer açıklarsa peygamberdir" düşüncesidir. Nitekim "Sonra size hoşunuza gitmeyecek bir cevap vermesin" sözleri de bunu desteklemektedir.
13. İbnu'l-Kayyım'ın ise er-Ruh isimli eserinde; sorulan ruhtan maksat; Lûs Wij ^jj\ {yi fji "Ruhun ve meleklerin saflar halinde durduğu gün" (Nebe', 38) âyetinde geçen "ruh" kelimesi olduğu görüşünü tercihe yöneldiği (anlaşılmaktadır). Çünkü Ademoğlunun ruhu Kur'an-ı Kerim'de sadece "nefs" kelimesiyle ifade edilmiş tir.
Hafız (İbn Hacer) ise şöyle demiştir: Bu konuda İbnu'l-Kayyım böyle demiştir. Ancak bu durum tercihinin (doğru olduğunu) göstermez. Aksine tercih edilen görüş birincisi (yani Ademoğlunun ruhunun kastedildiğidir). İbn Cerîr, el-Avfî yoluyla Ibn Abbâs (radiyallahu anh)'dan bu kıssa ile ilgili olarak Yahudilerin şu sözünü rivayet etmiştir: "Bize ruh hakkında, yani, bedendeki ruhun nasıl azaplandığı hakkında bilgi ver..." Karşılıklı konuşmanın devamı daha önce aktarılmıştı.
14. Birisi de şöyle demiştir: Bu âyet, Allah'ın (celle celâluhu) peygamberini, ruhun gerçek mânâsına muttali kılmadığını göstermez. Aksine bu konuda yeterli bilgiyi vermiş olması muhtemeldir. Ancak bunu Yahudiler'e bildirmesini emr etmemiş tir. Nitekim kıyamet konusu da böyledir. İnşallah bu konudaki geniş açıklamalarımızı da ileride yapacağız.
15. Yahudilerin bu soruyu sormaları, Sahih-i Bubâtfnin ilim, i'tisam ve kvhid bölümlerinde geçmektedir. Müslim'in rivayetinde "Ansızın bİr (Yahudiye) rastladık"; İbn Hacer'de İse bir başka yolla: "Ansızın bir gmp Yahudiye irasdadık" şeklinde ibareler mevcuttur. Olayın açıklaması şöyledir: Rivayetler ayrı iki Yahudi grubuyla alâkalıdır. Bir grup karşılaşmış ve tasdik etmiştir, daha sonra başka bir grup Yahudiyle karşılaşılmış (onlar ise inkâr etmişlerdir).
Ibn İshak, Abdullah b. Abbâs'dan ve Câbir b. Abdillah'dan geldiği zikredilen şeyler hakkında şunları söylemiştir:
"Ebu Yâsir b. Ahtab, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'e uğradı. O esnada Resûlullah, Bakara Suresi'nin "Elif Lâm Mîm. Bu kitap ki, onda hiçbir şüphe yoktur. (0) müttakiler için hidayet kaynağıdır" şeklindeki ilk iki âyetlerini okuyordu. Kardeşi Huyey b. Ahtab da yanında bir grup Yahudi ile geldi. Ebu Yâsir kardeşine şöyle dedi: "İyi bilin. Allah'a yemin ederim İd Muhammed'i kendisine indirilen "Elif lâm mîm. Bu kitap ki..." âyetleri okurken işittim."
"Gerçekten işittin mi? diye sordular. "Evet" cevabını alınca Huyey b. Ahtab ve yanındakiler doğruca Resûlullah'm (saHaBahu aleyhi vesellem) huzuruna vardılar ve O'na şöyle dediler:
"Ey Muhammed! Sana indirilen "Elif tâm mîm. Bu kitap ki..." âyetlerini okuduğunu işittik, doğru mu?
"Evet!
"Sana onları Allah katından Cebrail mi, getirdi?"
"Evet!"
Sonra şöyle dediler: "Allah senden önce de birçok peygamber göndermiştir. Ancak biz kendisine mülkünün ve ümmetinin süresinin bildirildiği (senden) bir başka peygamber bilmiyoruz.5'
Yahudi ve Münafıklarla ilişkiler Huyey ayağa kalktı, beraberinde olanlara döndü ve şöyle dedi: "[Ebced değeri olarak] Elif, 1; Lâm, 30, Mim ise 40; toplam 71 sene eder. Mülkü ve ümmetinin süresi 71 yıl olacak bk peygamberin dinine mi giriyorsunuz!?"
Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'e döndü ve şöyle dedi:
"Bunun gibi başka var mı?
"Evet!
"Nedir?
"Elif, Lâm, Mîm, Sâd." (A'raf, 1)
"Bu daha ağır ve daha uzun. Elif 1, Lâm 30, Mim 40, Sâd 90; toplam 161 sene yapar. Ey Muhammedi Buna benzer başka var mı?
t(Eveti"
"Peki hangisi?"
"Elif, Lâm, Mim, Râ." (Yusuf, 1)
"Bu daha ağır ve daha uzun. Elif 1, Lâm 30, Ra 200; toplam 231 sene. Buna benzer başka var nıı^y Muhammed?"
"Evet", ^l "Elif, Lâm, Mim, Râ" (Ra'd, 1)
"Vallahi bu daha ağıt ve daha uzun. Elif 1, Lâm 30, Mim 40, Râ 200; toplam 271 sene." Sonra şöyle devam etti:
"Senin hakkında aklımız karıştı. Mülkünün uzun mu, yoksa kısa mı süreceğini tam manâsıyla anlayamadık, ey Muhammed!"
Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vcseUem)'in huzurundan ayrıldılar. Ebu Yâsir kardeşine ve beraberlerinde bulunan Yahudi âlimlerine şöyle diyordu:
"Süreyi idrak edemediniz. Belki de Muhammed'e tamamı verilmiştir. O zaman 71 + 161+231+271 toplam=734 yıl yapar."
Şu cevabı verdiler:
"Muhammcd'in işi bize miitesabih (yoruma açık) görünüyor." Tefsirciler şu âyetin bu kimseler hakkında indiğini iddia ederler:
"Sana Kitab'ı indiren O (AUah)'tır. 0 kitabın bazı âyetleri muhkemdir ki bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri ise müteşabihtir." (Al-i İmran, 7)
İbn İshak şöyle demiştir: İlim sahibi sayamayacağım bazı kişilerden, yukarıdaki âyetin Meryem oğlu Isa hakkında soru sormak için Resulullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) gelen Necranhlar hakkında indirilmiş olduğunu işittim. (Aynı zamanda) bana, Muhammed b. Ebî Umame b. Huneyf bu âyetlerin bir grup Yahudi hakkında indiğini işittiğini söylemiş; ancak başka bir açıklama yapmamıştır. Böyle olup-olmadığım en iyi bilen Allah'tır/
1. Buhârî, Tarih'înâe; Ibn Cerîr, Ibn Ishak kanalıyla el-Kelbî'den, o da Ebu Salih'den, o da İbn Abbâs'dan, o da Cabir b. Abdillah'dan yukarıdaki
hadisi zikretmiştir. Yine bu hadisi Yunus b. Bukeyr, İbn İshak-Muhammed b. Ebî Muhammed - İkrime - Ebu Said kanalıyla rivayet etmiştir. Îbnu'l-Münzir ise hadisi îbn Cerîr'den bir başka yolla daha mufassal olarak rivayet etmiştir.
2. es-Suheyli şöyle demiştir: Bu söz Yahudıler'e ait bir haberin (ifadesidir). Mukattaa harflerini şu ana kadarla muhtemel manâlarından birine te'vil etmişlerdir. Resûlullah (salhîlahu aleyhi vesellem) ise bu konuda onları (Ebced hesaplarını) ne yalanlamış, ne de tasdik etmiştir. Bir diğer hadisinde ise: "Ebi-i Kitabı ne tasdik edin, ne de yalanlayın. Sadece <A.llahya ve Resulüne inandık> deyin" [51] buyurulmaktadır.
Şayet (hadis olarak sübut bulmasına) bit İhtimal dahi bulunsa bu defa konuyu şer'i çerçevede araştırmak gerekir. Kur'an ve Sünnet buna İşaret ediyor mu bakılmak?
Bu durumda Kur'an-ı Keritn'de "Hiç şüphe yok ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduğunuz bin gün gibidir" (Hacc, 47) âyetini ve Zümel el-Huzâ'î hadisini buluruz. Şöyle ki Zümel el-Huzâ'î bir rüya görmüş ve Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'e olayı şöyle anlatmıştır:
"Ya Resulallah! Seni yedi basamaklı bir minber üzerinde gördüm. Yanında da sıska bir deve vardı. Sanla sen o deveyi (bağını çözüp) salıveriyorsun."
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) rüyayı şöyle yorumladı: "Deve, benim si-^i hakkında ı/yardığım kıyamettir." Minber ve basamakları hakkında ise şunları söylemiştir:
"Dünyanın Ömrü 7 000 senedir. Ben son hinindegönderildim' [52]
Her ne kadar bu hadisin senedi ıçayıf olsa da sahih yollarla İbn Abbâs'tan: "Dünya 7 gündür. Her günü 1000 senedir" [53] şeklinde sözü rivayet edilmiştir.
Bu durumda Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilera), (7 günün) son gününde gönderilmiştir. Üstelik onun da birçok veya birkaç yüz senesi geçmiştir (Bu yorum Süheyli'ye aittir)
Bizim bu konudaki düşüncelerimiz: "Resûlullah (sallalkhu aleyhi veseilem) son bin yılda gönderildi ve bunun da bir kısmı geçti. Bunun ötesinde surelerin başındaki mukattaa harflerine bakarsak, on dört tane harf buluruz. Bu harfler; (elif-lâm-mim-ya-sin-tı-ayn-nûn-sad-ha-kaf-kef-ra-he)dir. Sonra da Ebced hesabına göre hesaplarsak; kaf 100, ra 200, sin 300, bunların toplamı 600; ayn 70, sad 60, toplamı 730; nün 50, kef 20, toplamı 800; mim 40, lâm 30; toplamı 870, ye 10, ü 9, elif 1; toplamı 890; ha 8, he 5, toplamı 903 sene olur.
Cenab-ı Allah'ın surelerin başına diğer harfleri değil de bu 14 harfi koymasının; Hz. Peygamber (sallalkhu aleyhi veselkm)'in 7000 yıldan bahseden hadisinde olduğu gibi bazı senelere işaret etmesi ve bazı sebeplerinin olması uzak bir ihtimal değildir. Ancak hesap, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'in ya gönderildiği, ya da vefat ettiği ya da hicret ettiği zamana göre olmalıdır.
Yakın olan şeyler de birbirine yakındır. Kıyamet alâmetleri ortaya çıkmıştır; ancak, kıyamet ansızın gelecektir. Rivayet edilmiştir ki Abbasi halifelerinden el-Mütevekkil yine kendisi gibi bir Abbasi olan Cafer b. Abdilvahid el-Kâdî'ya; "Dünyanın ne kadar ömrü kaldı?" diye sorduğu sorduğu soruya Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vese!lem)'den merfuan şu hadisi rivayet ederek cevap vermiştir.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Eğer ümmetim iyi davranışlarda bulunursa, (bu dünyada) kalacağı föaman), âhiret günlerinden 1 gün miktarıdır ki bu da 1000 senedir. Eğer kötülük işlerse (âhiret günü ile) yatım gündür."
Bu hadis yukarıdaki hadisi tamamlamakta ve açıklamaktadır. Beş yüz yıl geçmiştir, ümmet ise hâlen bakidir. Allah'a hamdolsun. Süheyli'nin sözleri burada bitmektedir.
Bu konuda e-^-Zebr ve el-Feth'de. bazı münakaşalar yer almıştu:. Başka kaynaklardan da eklemeler yaptığımız bu münakaşalara değinelim:
1- Süheyli'nin; "Zümel el-Huzâ'î'nin hadisinde şunları buluyoruz..." sözünü ele alalım. Doğrusu İbnu'z-Zümerdir. Bu zatı bazıları Abdullah, bazıları Dahhâk, bazıları ise Abdurrahman olarak isimlendirmişlerdir. Hafız (Ibn Hacer) el-İsabe'sinde birincinin (Abdullah'ın) doğru olduğunu belirtmiştir. el-Huzâ'î nisbesine gelince bunun doğrusu da e-y-Zehfdc geçtiği üzere el-Cühenî şeklindedir.
2- Süheyli'nin; "Şayet hadis zayıf olsa da..." sözü, hadisi zayıf derecesinde göstermektedir. Halbuki Ibn Hacer el~Fetlfde; "İsnadının cidden %aytf olduğunu söylemiş, el-lsabe'dc ise şöyle demiştir: "Onun hadisini Müslim b. Abdillah el-Cühenî'den rivayette Süleyman b. Ata el-Kuraşî el-Harranî yalnız kalmıştır." Ben de derim ki: Süleyman b. Ata hakkında ez-Zehebî, el-Aîugmdc; "Çok zayıf birisidir, hatta hadis uydurmakla itham olunmuştur"; ayrıca Hafız (İbn Hacer) et-Takrtb'de; "Hadisleri münkerdir" demişlerdi]:. İbnu'l-Cevzfye gelince o, bu rivayeti son derece zayıf rivayetler arasında zikretmiş ve bazı ravilerini hadis uydurmakla tavsif etmiştir. İbnu'1-Esır ise, "Kelimeleri süslenmiş uydurma bir sözdür" şeklinde bir İfade kullanmıştır.
Ibn Adiy, Enes'den meffu olarak şöyle rivayet etmiştir: "Dünyanın yedi gün ömrü kalmıştır." Bu rivayetin senedinde bulunan el-Alâ b. Zcydel hadis uydurmakla itham edilmiştir. Diğer taraftan bu rivayeti İbn Asâldr, Ebu Ali el-Huseyn b. Davud el-Belhî yoluyla aktarmıştır. el-Hatıb ise bu zâtın güvenilir olmadığını ve hadisinin uydurma olduğunu söylemiştir, el-Hâkim de, "Bir gruptan rivayette bulunmuştur ki, kendisinin yaşı, onlardan hadis alacak kadar büyük değildi. Ayrıca Ehl-i Hadis'in elinde, onun gerçek durumunu gösteren acaip rivayetleri vardır" demiştir. Yine bu rivayetin senedinde Ebu Hâşim el-Eylî adlı bir ravi daha vardır. Diğer taraftan bu hadisi el-Hâkim ve en-NepâdiSınde el-Hakîmu't-Tirmizî, Ebu Hureyre'den aktarmışlardır ki, bu rivayetin senedi: Salih b. Muhammed Ya'la b. Hilâl Leys Mücahid şeklindedir.
3- Süheyli'nin; "Sahih yollarla İbn Abbâs'dan mevkuf olarak rivayet edilmiştir" sözünü ele alalım. Ben derim ki: Bu sözün sadece sahih olmayan bir yolla geldiğine vakıf olabildim. Bunu da İbn Cerîr Tarih'imn mukaddimesinde rivayet etmiştir ki bunu da ondan cs-Süheyli, esas adı Ebu Talib el-Kâs el-Ensari olan Yahya b. Ya'kub yoluyla aktarmıştır. Bu zat hakkında Buharı; "Hadisleri münkerdir" hükmünü vermiş, Ebu Hatim ise "Kökeninde doğruluk vardır" demiş, İbn Hibban de onu es- Szkafuıda. güvenilir raviler arasında zikretmiş ve zaman zaman hatâlar yaptığını belirtmiştir.
4- Harflerin (Ebced) karşılığı olan sayıları Batılılara göre Sin 300, Sâd isi 70 değerindedir. Halbuki Doğululara göre; Sin 60, Sâd ise 90'dır. Bu durumda Batılılara göre yekûn 693 olur ki 935 olarak zikrettikleri senelerin çoğu geçmiş demektir. Bu noktalardan ele alındığında bu tür değerlendirmelerin hepsi asılsız haberlerdir.
5- ibn Abbâs'dan Ebu Câd'ın rakamlarının adedine göre daha fazla bir rakamın sabit olduğu (rivayet edilmiştir). Hâfiz (İbn Hacer) ise, "Böyle bir hesabın şeriat açısından asılsız olması durumu da uzak bir İhtimal değildir" demiştir.
6- Süheyli'nin şeyhi olan el-Kâdı Ebu Bekt b. el-Arabi, "Ben ve kıyamet söyleyip diyerek işaret ve orta parmağım gösterdi"-ki orta parmak, İşaret parmağının 1/7'nin yarısı kadar daha uzundur. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in gönderilişi ile kıyamet arasında bu kadar bir zaman mesafesi kalmıştır— hadisi hakkında şunları söylemiştir: "Dünyanın tam ömrü bilinmiyor ki, parmağın 1/7'nin yarısının ne kadar bir süre olduğunu hesaplayabilelim. Doğrusu, bu tür meselelerden uzak durmaktrr." Kadı (İyaz), el-lkmaAnde şunları söylemiştir "Bazıları iki parmak arasındaki fark ile dünyanın geçmiş olan ve gelecekteki ömrünü kıyas ederek teVİl yoluna gittiler. Dünyanın yaşını 7000 sene olarak varsayıp, birçok sahih olmayan rivayeti de kendilerine dayanak yaptılar. Diğer taraftan Ebu Davud'un tahric ettiği rivayette bildirilen "Ümmetin
yanm gün ömrü kaldı" hadisindeki yarım günü de 500 sene olarak tefsir ettiler. Buradan da (ümmetin ömrünü) yedi de bir olarak hesap ettiler ki bu rakam iki parmağın uzunlukları farkına eşittir. Ancak tüm bu hesapların aksi sabit olduğu için zaten bu rivayederin doğru olmadığı ortaya çıkmıştır. Eğer bu rivayetler sahih olsaydı olayların aksi vuku bulmazdı.
Kadı İyaz'm zamanından günümüze kadar yaklaşık 400 sene daha geçmiştir. İbn Arabî de kendi rıhletinden bahsederken şunları söylemiştir: "Surelerin bazılarındaki huruf-u mukattaalardan hareketle hesap yapmak batıl bir ilimdir. Ben 20'den daha fazla kere aksine şahit oldum. Hesaplayıp ta hesabına uygun olarak olayların cereyan ettiği hiç kimseyi de bilmiyorum..." Ben onun bu konuda söylediklerinin tamamını ei-Kavlu'l-Cami'u'I-Vect\ el-Hâdim li'İ-Kur'âni't-A%\ isimli eserimde bu harflerle ilgili birçok yararlı bilgi ile birlikte sunmuştum ki, bunların tamamını başka bir eserde bulmak mümkün değildir.
7- Hafız (İbn Hacer) şöyle demiştir: "Harflerin adedi hakkındaki haberler Yahudiler'dcn nakledilmiştir. Sadece zikredilen harfler de&il bütün harfler -şeddeliler çıkarılmaksızm— hesaba katılmalıdır. Çünkü her bir harfin kendine has sırları vardır. Mukattaa harfleriyle başlayan sure sayısı 29'dur. Harfler ise 68 tanedir. Elif-lâm-mim: 6, Ha-mîm: 7, Elif-îâm-râ: 5, Ta-sin-mîm: 2, Elif-Iâm-mim-sâd, Kâf-hâ-ayn-Sâd, Ta-ha, Tâ-sin, Yâ-sin, Sâd, Kâf ve Nûn: birer kere. Tekrar edilenlerden 5 tane Elif-Lâm-mîm, 6 tane Ha-mîm, 4 tane Elif-lâm-râ, ve bir tane Ta-sîn-mim hazfedildiği zaman geriye 14 sure ve 38 harf kalır.
Mağriblilere göre hesaplandığında sayı 2624'e ulaşır. Doğululara göre ise sayı 1754 olur." Hafız (İbn Hacer) sözlerine devam ediyor: "Bu rakamları, dayanak olmaları için değil, Süheyli'nin kabule meylettiği görüşün itimada şayan olmadığı ortaya çıksın diye zikrettim. Zira bu meselede oldukça önemli ihtilaflar vardır."
8- Ma'mer'in el-Câmi isimli eserinde Allah'u Teâlâ'nın "... mikdan ellibin sene olan gün..." (Meâric, 4) âyeti hakkında Ikrıme ve Mücahid'den naklettiğine göre; "dünyanın ömrünün ne kadarı geçti, ne kadarı kaldı bilinemez; ancak Allah bilir."
9- Cafer b. Abdilvahid'den naklettiği ise aslı olmayan uydurma bir şeydir. Cafer'den başka hiçbir yolla bilinmemektedir. Cafer ise bütün hadis imamlarınca hadis uyduran biri olarak tanmmıştrr. Üstelik Cafer, söz konusu rivayetinde herhangi bir ravİ zinciri de zikretmemiştir. Cafer'in bu durumunu bildiği halde susması da Süheyîî İçin garip bir durumdur.
Ebu'ş-Şeyh, Enes b. Malik'ten; İbn ebî Hatim, İbn Adiy, el-Esma ve's-Sıfat İsimli eserinde Beyhaki, İbn Abbâs'dan; es-Sünne isimli eserinde Tabcrânî, Dahhak'tan; İbn Cerîr ve Tbnu'î-Münzir, Katade'den rivayet etmişlerdir:
İçerisinde Ka'b b. Eşref ve Huyey b. Ahtab'm da bulunduğu bir grup Yahudİ Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'e gelerek şöyle dediler:
"Ey Muhammedi Her şeyi Allah yarattı. Allah'ı kim yarattı?" Nebi (sallailahu aleyhi vesellem) benzi atacak derecede sinirlendi. Neredeyse onların üzerine yürüyecekti. Cebrail geldi ve "Sakin ol ey Muhammedi" diyerek kendisini sakinleş tirdi. Yahudilerin bu sorusuna karşılık Cenab-ı Allah (cdle celâluhu): "De ki: 0 Allah birdir" (İhlas, I) [54] âyetini indirdi.
Buradaki "Ehad" kelimesinin aslı "Vâhid"dir. Çünkü "Ehad", "Vâhid" manâsına gelir. Kelimedeki "vav", "elife çevrilmiştir. Bu kelime, Allah'ın bütün kemal sıfatlarına delâlet ettiği gibi bütün celâl sıfatlarına da delâlet eder. Çünkü hakiki mânâda vâhid olan biri, karışım ve çoğalmadan münezzehtir. Cisim veya herhangi bir şeye karışmak O'na yaraşmaz. "Allah Samed'dir." İhtiyaçlar süreklidir. İnsanlar muhtaç oldukları şeyler için Allah'a ihtiyaç duyarlar. Yaratılmış her şey O'nun rahmetine muhtaçtır. Allah bütün kemal sıfatlara sahiptir. Ne yemek yer, ne de def-i hacet yapar. Bütün mahrukat fâni, o ise bâlâdır. Bütün bu sıfatlar mutlak mânâda Allah'ındır. O her şeyden müstağnidir. O'nun haricindeki her şey her yönüyle Allah'a muhtaçtır. S amediyy etinin tarifi, ehadiyyetinin aksinedir. Bu sıfatla muttasıf olmayan bir varlığın uluhiyyete müstahak olması mümkün olmadığından isnı-i kerim tekrar edilmiştir. Cümle bir öncekine de atfedilmemiş tir. Çünkü ikinci âyet birincisinin neticesi veya delili gibidir.
"Doğurmamıştır." Rab (Sübhanehu ve-Teâlâ)'mn varlığı zorunludur, zatıyla kadimdir ve ezelidir. Her şeyden önce O (cdle celâluhu) vardı. Doğan her şey muhdestir. Allah (cdle celâluhu) için "Lem yelid" âyetinin ifadesiyle kendisinde validelik, doğurma Özelliğinin sübutu mümkün değildir. Allah, yaratılmışlardan hiç birine benzemez. Cinsi gibi bir şey de yoktut ki, kendi benzeri bir de hanımı olsun ve bu hanımdan çocuğu olsun. Doğurması bu yönüyle de mümkün değildir. Ccnab-ı Allah'ın şu sözü de bu mânâdadır: "... O'nun eşi olmadığı halde, nasıl çocuğu olabilir..," (En'am, 101) [fVe lem yekun lehû küfüven ehad": Yani O'na denk bir varlığın veya kadın gibi O'na benzer bir varlığın olması mümkün değildir.
Bu sûre çok kısa olmasına rağmen ilahiyatla ilgili konuların tamamını kapsamakta ve inkarcılara güzel bir şekilde cevap vermektedir. Bir hadiste bu surenin, Kur'an-ı Kerim'in üçte birine denk olduğu bildirilmiştir. Bu denklik kapsadığı konular cihetiyledir.[55]
İbn İshak şöyle demiştir: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) onlara bu âyetleri okuduğunda, "Ey Muhammedi Bize Rabbinden bahset. Yaradılışı nasıl, kolu nasıl, pazusu nasıl?" dediler. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ilkinden daha fazla kızdı. Hırsından neredeyse onların üzerine yürüyecekti. Cebrail geldi ve daha önce dedikleri gibi şeyler söyleyerek O'nu sakinleştirdi ve sorduklarına cevap mahiyetinde olan âyetleri getirdi:
"Yahudiler Allah'ı layık olduğu şekilde takdir edemediler. Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler O'nun sağ eliyle durulmuş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir." (Zümer, 67)
Yani Allah'ı, gerçek bilgilerle bilemediler, lâyık olduğu yüce değeri vermediler, şirk koştular ve O'nu yarattığı şeylere benzettiler. Ayetteki ve'l-ordu cemîan'dan kasıt yedi kat yeryüzüdür. Kabdatuhû ifadesinden kasıt yani herşey kıyamet günü Allah'ın mülkünde ve tasarrufundadır, demektir. Ve's-semâvâtu matviyyâtun cümlesindeki matviyyat kelimesi "toplanmış" anlamına gelir, bi-yemînihî kelimesi ise Allah'ın kudretinin İfadesidir.
Mülâhaza: Ibn İshak bu âyetin sebeb-i nüzulünü bu şekilde zikretmiştir. Buhâıî, Müslim ve diğerleri ise Ibn Mes'ud (radiyallahu anh)'dan bu âyetle ilgili değişik sebeb-i nüzuller zikretmişlerdir. En doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak, Ibn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve diğerleri Zeyd b. Eslem'den uzun bir metinle, el-Firyabî, Ibn Cerîr ve diğerleri İbn Abbâs'dan kısa bir metinle; İbnu'l-Münzir, İkrime'den; İbn Cerîr ve İbn ebî Hatim es-Süddî'den aynı şekilde rivayet etmiştir. Buradaki lâfız İbn Cerîr'e aittir.
Şe's b. Kays yaşlı biriydi. İsyankârdı, büyük kâfirdi, Müslümanlar'a karşı son derece kindar ve onlara karşı son derece hasetçiydi. Resûlullah'm ashabından olup Evs İle Hazrec'i bir araya toplayıp onlarla sohbet eden bir grup müslümana rastladı. İki kabileyi aralarındaki kırgınlıkları bırakmış, bir araya gelmiş ve islâm üzere barışmış görünce çok öfkelendi. Çünkü onlar Cahiliye döneminde birbirlerine düşman idiler. İslâm'ın gelmesiyle barıştılar, Allah da aralarına sevgi verdi. (Şe's, Evs ve Hazrec kabilelerini böyle görünce) şunları söyledi: Kayle oğullarından bir grup bir araya gelmişler. Hayır vallahi onların böyle bir karar almaları bizi hiç ilgilendirmez." Yanındaki Yahudi bir gence emrederek şöyle dedi:
"Evs ve Hazrec'e git. Aralarına otur. Buas gününden bahset. O günde birbirlerine karşı okudukları bazı şiirleri kendilerine oku." Genç adam söyleneni yaptı. Vaktiyle birbirleriyle savaşırken karşılıklı söyledikleri bazı şevleri okudu. (Evs ve Hazrec kendilerini o günlerde gibi düşünerek) havaya girdiler. "Şairimiz o gün şöyle şöyle diyordu" diyerek birbirlerine lâf atalar, münakaşa ettiler, kendileriyle övündüler. Sonunda Evs kabilesi Haris b. el-Hârise oğullarından Evs b. Kayzi ve Hazrec kabilesi Seleme oğullarından Cebbar b. Sahr ortaya fırladılar. Biri diğerine; "Dilerseniz kozlarımızı şimdi paylaşalım!" dedi. iki kabile birbirlerine son derece hiddetlendi ve: "Biz de sözünüzü gerçek zannetmiştik. Haydi silahlarımıza sarılalım" dediler. Evs ve Hazrecliler birbirlerine eklenerek tıpkı Cahiliye döneminde olduğu gibi karşı karşıya geldiler.
Olay Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'e ulaştı. Çıktı ve beraberinde bulunan muhacirlerle birlikte Evs ve Hazrec'e vardılar. Resûlullah şöyle hitab ettiler:
"Ey Müslümanlar! Allah, Allah! Ben aramadayken, Allah si*t İslâm ile hidayete erdirmiş vs ikramda bulunmuşken, İslâmla aranırda Cahilce döneminde olan şeyleri sona erdirmişken, sikleri küfürden kurtarmışken, aranıra muhabbet vermişken hâlâ Cahiliye iddialarınızı gündeme getirerek eskiden olduğunu^ inkarcı dumma mı dönmek istiyorsunu%?n[56]
Bu konuşma üzerine Evs ve Hazrec; bunun şeytanın bir kışkırtması düşmanlarının bir hilesi olduğunu anladılar, ellerindeki silâhları attılar ağladılar, birbirleriyle kucaklaştılar. Sonra da işitmiş ve itaat etmiş olarak Resûlullah (sailallahu aleyhi vesellem) ile birlikte oradan ayrıldılar. Allah, düşmanları ve Allah'ın düşmanı olan Şe's b. Kays'ın hilesini boşa çıkarmıştı. Bunun üzerine Allah (celle celâluhu):
"De ki: Ey Ehl-i kitap! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz? De ki: Ey Ehli-kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek mü'minleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz. Allah, yaptıklarınıza tamamıyla şahittir" (Ali İmran Suresi 98-99) mealindeki âyetlerini indirdi.
Şe's'in aralarına sokup, Cahiliyye döneminde olduğu gibi (fitne çıkarmak isteyen casusun) yaptıklarına alet olan Evs b. Kayzî, Cebbar b. Sahr ve beraberlerindeki kişiler hakkında İse Allah (celle celâluhu):
"Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirip kâfirler haline getirirler. Size Allah'ın âyetleri okunurken üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız. Her kim Allah'a dayanırsa, kesinlikle doğru yola iletilmiştir" (Al-i İmran 100-101) mealindeki âyetlerini indirmiştir.
İbn İshak, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn ebî Hatim, İbn Abbâs'tan; İbn Cerîr, es-Süddi'den; İbn Cerîr, İkrime'den şöyle rivayet etmişlerdir Ebu Bekir (radiyallahu anh); "Allah'a güzel bir borcu kim verir..." (Bakara 245) mealindeki âyet indikten sonra Midras'ın evine girdi. Yahudileri, Finhas b. Âzûra ismini verdikleri, ilim ve din adamlarından birisi olan bir şahsın yanında toplanmış olarak buldu. Ebu Bekir (radiyallahu anh) şöyle dedi:
"Yazıklar olsun ey Finhas! Aziz ve Celil olan Allah'tan kork ve Müslüman ol. Allah'a yemin ederim ki sen, Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğunu, getirdiğinin hak olduğunu biliyorsun ve bu bilgiler elinizdeki Tevrat'ta da mevcut..."
Bunun üzerine Ebu Bekir'e lanetler okuyan Finhas şunları söyledi:
"Allah'a yemin ederim ki Ey Ebu Bekir, biz Allah'a değil Allah bize muhtaç; biz O'na değil o bize yalvarıyor, biz O'ndan daha zenginiz. O, bizden daha zengin değil. Bizden daha zengin olsa arkadaşının iddia ettiği gibi mallarımızı borç olarak istemezdi. Sizi faizden men ederken bize onu vermezdi. Şayet bizden daha zengin olsa bize riba (faiz) vermezdi."
Ebu Bekir çok kızdı, Finhas'm yüzüne şiddetli bir yumruk indirdi ve şöyle dedi:
"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer sizinle bizim aramızda bir antlaşma olmasaydı boynuna vururdum ey Allah'ın düşmanı!"
Finhas, derhal Peygamber'e gitti ve: "Bak, arkadaşın bana ne yaptı, ey Muhammedi" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ebu Bekir'e, "Seni bu işi yapmaya sevkeden nedir?" diye sordu. Ebu Bekte şöyle cevap verdi.
(<Ya Resulallah! Bu Allah'ın düşmanı çok büyük bir lâf etti. Alah'm (celle celâluhu) fakır, kendilerinin ise O'ndan daha zengin olduğunu iddia etti. Bunu söylediğinde söylemiş olduğu sözden dolayı Allah için kızdım ve }>üzüne vurdum." Finhas (olayı) inkâr etti ve: "Bunu söylemedim" dedi. Allah (celle celâluhu) Finhas'ı reddetmek ve Ebu Bekir'i tasdik etmek mahiyetinde "Gerçekten <Allah fakir, biz zenginiz> diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu sözünü, haksız yere peygamberlerini öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve <tadın o yakıcı azabı!> diyeceğiz" (Al-i İmran, 181) mealindeki âyetini indirdi.
Ebu Bekir (radiyaUahu anh) ve kızgınlığı hakkında ise;
"...Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden bir çok üzücü söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız muhakkak ki bu (yapılacak) işlerin en değerlisidir" (Âl-ı İmtan, 186) mealindeki âyet inmiştir..[57]
Ibn ebî Hatim ve Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den; "...<Çünkü Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi> dediler. De ki: <O halde Musa'ya gönderilen kitabı kim indirdi?>...." (En'am, 91) mealindeki âyetin bir Yahudi olan Fınhas'ın; "Allah, Muhammed'e bit şey indirmedi" sözü üzerine indirildiğini rivayet etmişlerdir. Ancak Süddî; "Meşhur olan görüşe göre bu âyet Malik b. ed-Dayf hakkında indirilmiştir" demiştir.
Ibn Cerîr ve İbnü'l-Münzit bu âyet hakkında İkrime'den şu sözünü rivayet etmişlerdir: "Bu âyet, Malik b. ed-Dayf hakkında inmiştir."
Ibn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ibn ebî Hatim, Said b. Cübeyr'den; İbn Cerîr ise Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den şöyle dediklerini rivayet etmişlerdir:
Mâlik b. ed-Dayf adında bir adam ve yanında bir grup Yahudi Hz. Peygamber'e (salhllahu aleyhi vesellem) geldiler ve O'nunla tartışmaya giriştiler. Bir rivayete göre şöyle dediler: "Ey Ebu'l-Kasım! Musa bize levhaları nasıl getirdiyse sen de öyle bir kitap getirdin mı?"
Bunun üzerine Allah şu mealdeki âyeti indirdi:
"Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişlerdi de; <Bize Allah'ı apaçık göster> demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilahare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Bundan dolayı da onları affettik. Nihayet Musa'ya apaçık delil (ve yetki) verdik." (Nisa, 153). Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) onlara şöyle dedi:
"Ben si^e Tevrat'ı Musa'ya indirenin indirdiği şeyleri okuyorum. Si^ Tevrat'ta; yillah'ın şişman âlimlere buğr(ettİğİnİ bilmiyor musunutç!" Mâlik te şişman bir (Yahudi) âlimi idi. Kâzdı ve: "Allah'a yemin ederim ki, Allah hiçbir beşere bir şey indirmemiş tir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Allah, onların sözlerini nakzetmek ve onlara cevap niteliğinde şu mealdeki âyetleri indirdi:
"Yahudiler Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Çünkü <AUah, hiçbir beşere bir şey indirmedi> dediler. De ki: <Öyle parça parça kağıtlar halinde koyup açıkladığınız (fakat işinize gelmediği için de) çoğunu gizlediğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler (Kur'an'da) size öğretilmiştir.> (Ey Muhammed!) Sen <Allah> de, sonra onları bırak daldıkları bataklıkta oynayadursunlar." (En'am, 91)
İbn İshak, Tayâlisi, el-Firyâbî, İmam Ahmed, Abd b. Humeyd, Ibn Cerîr ve Beyhakî ve Ebu Nu'aym ve başkaları basen bir seneüe İbn Abbâs (tadiyaUahu anh)'dan; Buhâri, Tarihinde, İbnu'l-Münzir ve İbn ebî Hatim kendisinden bir başka yolla kısa bir metinle rivayet etmişlerdir:
Bir grup Yahudi, Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) geldiler ve şöyle dediler:
"Ey Ebu'l-Kasım! Sana ancak peygamberlerin bilebilecekleri bazı şeyler soralım, sen de bize onları anlat." Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem):
"Dilediğinizi sorun ancak Allah'ın peygamberi Yakup'tan aldığı "Eğer si^e anlatırsam kabullenip bana tâbi olacaksını^' sö^ii gibi bana Allah (celle celâluhujs için kb\ verin!" deyince, "İşte sana söz!" dediler ve: "Sana dört konuda soru soracağız" diyerek (şu soruları sordular):
"Bize, israil'in, Tevrat inmeden önce kendisine hangi yiyeceği haram ettiğini haber ver."
"Bize kadının ve erkeğin suyundan, yani erkek çocuğunun nasü, kız çocuğunun nasıl yaratıldığından haber ver."
"Ümmı peygamberin uykusundan ve melek dostlarından haber ver." "Gökgürültüsü nedir? Bize haber ver."
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi veseilem) tekrar; "Si^e haber verdiğimde bana biat edecekrifth^*'diyerek Allah adına ahit ve yemin vermelerini istedi. Onlar da istediği sözü ve yemini verdiler. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem):
"Tevrat'ı Musaba indiren Allah hakkı için; bilir misini^! İsrail bir hastalığa tutulmuştu; rahatsızlığı uzayıma Allah 'a; iyileştiği takdirde en sevdiği yiyeceği ve en sevdiği içeceği kendisine haram kılacağına dair sö\ vermişti. En çok sevdiği yiyecek deve eti, en sevdiği içecek ise deve sütü idi." Bİr başka rivayette İse: ifVahada yaşıyordu. Siyatik hastalığından şikayetçi idi. Hastalığım sadece deve eti veya deve sütü tedavi edebiliyordu."
Bunun üzerine Yahudiler: "Allahım, evet. Ailahım, şahit ol!" dediler.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için!" dedi ve (Şöyle devam etti):
ıcBilir misini?! Erkeğim suyu beya^ ve yoğundur. Kadının suyu ise sarı ve incedir. Hangisi üstün gelirse Allah 'in (celk celâlubu) izniyle çocuk ona benler. Şayet erkeğin suyu üstün gelirse çocuk, Allah'ın (celk celâlubu) izniyle erkek olur. Şayet kadının suyu üstün gelirse çocuk Allah 'in izniyle kı^ olur."
Yahudiler; "Allahım, evet! Allahım şahit ol" dediler.
Hz. Peygamber (sallailahu aleyhi vesellem), "Siî(e Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah'ın indirdikleri hakkı için, bilir misini*??! Ümmipeygamberin gö\ü uyur, kalbi uyumam" buyurdu.
Yahudiler; "Allahım, evet! Allahım, şahit ol" diyerek, "Şimdi de meleklerden hangisi senin veîindir, dostundur, bunu anlat. Buna göre ya seninle birleşeceğiz veya ayrılacağız" diye ilave ettiler.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şu cevabı verdi:
"Benim dostum Cebrail'dir. Allah'ın gönderdiği bütün peygamberlerin dostu da Cebrail'dir."
Bunun üzerine Yahudiler şöyle dediler: "İşte senden bu noktada ayrılıyoruz. Şayet dostun Cebrail'den başka bir melek olsaydı, sana tâbi olacak ve seni tasdik edecektik."
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): "nem tasdik etmenime engel olan nedir?" dedi.
"Cebrail, melekler içerisinde bizim düşmanımızdır" karşılığım verdiler. Bunun üzerine Cenab-ı Allah (celle celâluhu): "De ki; Cebrail'e düşman olan şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, Önce gelen kitapları doğrulayıcı ve mü'minler için müjdeci olarak
indiren O'dur" (Bakara, 97) mealindeki âyeti ile; ".... gazap üstüne gazaba uğradılar..." [58] (Bakara, 90) âyetini indirdi.
Başka bir rivayette şöyle dedikleri bildirilmiştir:
"Ey Ebu'l-Kasım! Sana beş şey soracağız..." Sonra yukarıda anlatılan dört şeyin benzeri zikredildikten sonra şöyle dedikleri ilâve edilmiştir:
"Bize gök gürültüsü hakkında bilgi ver."
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
'O, Allah'ın (celkcelâhhn) meleklerinden biridir, bulutlarla ilgili görevlidir. Elinde ateşten bir kılıç vardır, bulutları bu kılıçla sürer ve Allah'ın emrettiği yere sevk eder."
"Peki çıkan bu ses nedir?" dediler.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): "Onun sesidir" buyurdu.
"Doğru söyledin" dediler.
İmam Alımed, el-Bezzar ve Taberânî, Ibn Mes'ud'dan rivayet etmişlerdir:
Yahudilerden biri Hz. Peygambcr'e (sallallahu aleyhi vesellem): "İman hangi şeyden yaratılmıştır" diye sordu. Hz. Peygamber (salkllahu aleyhi veseilem):
"Ey Yahudi! îman kadının ve erkeğin spermlerinden yaratılır. Erkeğin spemıleti yoğundur, kemikler ve sinirler bundan yaratılır. Kadının mıtfesi ise incedir. Et ve kemikler de bundan yaratılır"[59]
Bunun üzerine Yahudi: "Senden öncekiler de böyle diyorlardı" dedi.
Tirmızî, Nesâî, İbn Mace, el-Hâkim -ki hadisin sahih olduğunu belirtmişti*- Beyhakî ve Ebu Nu'aym, Safvan b. Assâl'dan rivayet etmişlerdir:
Yahudilerin birisi arkadaşına: "Haydi şu peygambere gidelim ve (bazı sorular) soralım." Arkadaşı ona şu karşılığı verdi: "Peygamber deme! Ya Peygamber dediğini duyarsa. Çünkü peygamberlerin dört gözü olurmuş."
Resûlullah'a (salkllahu aleyhi veseilem) gittiler ve "Andolsun .ki biz Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik..." (İsra, 101) mealindeki âyeti sordular. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi veseilem) şu karşılığı verdi:
"Hiçbir şeyi Allah 'a eş koşmayın, .Allah 'in haram kıldığı canı haksız^ yere Öldürmeyin, zina etmeyin, hırsızlık yapmayın, sihir yapmayın, faizjemeyin, namuslu kadınlara iftira atmayın, savaştan kaçmayın, özellikle ve özellikle ey Yahudiler Cumartesi günü haddi aşmaktan sakının."
Yahudi ve arkadaşı, Hz. Peygamber'in (salkllahu aleyhi veseilem) ellerini ve ayaklarım öptüler ve: "Senin peygamber olduğuna şahitlik yapıyoruz" dediler.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi veseilem) onlara: 'Teki, sizin müslüman olmanıza engel olan nedir?" dedi.
Onlar da: "Hz. Davud, zürriyetinden peygamberliğin devamı için dua etmişti. Müslüman olursak, Yahudiler'in bizi öldürmesinden korkuyoruz" dediler.[60]
Müslim, Sevban (radiyalkhuanh)'dan rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi veseilem) yanındaydım. Bir Yahudi âlımı geldi ve şöyle dedi:
"Yerin başka bir yere çevrildiği o gün (kıyamet günü) insanlar nerede olacaklar?"
Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem): ''Zifiri bir karanlığın içerisinde" buyurdular. Yahudi âlimi: "İnsanlar içerisinde ilk beraatı kim alacak?" diye sordu.
Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem): "Muhacirlerin fakirleri" karşılığını verdi. Yahudi âlimi: "Onlara Cennet'e girdiklerinde ne hediye edilecektir" dedi.
Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem): "Balık ciğeri, -piyadesiyle" buyurdu. Yahudi âlimi: "Peşinden öğle yemekleri nedir?" diye sordu.
Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem): "Onlar için Cennet ökü^ü kurban edilir ve her yerinden yerler" buyurdu. Yahudi âlimi: "Cennetteki içecekleri nedir?" diye sordu.
Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem): "Sekebil diye isimlendirilen kaynaktır" buyurdu.
Yahudi âlimi ise: "Doğtu söyledin" dedi ve şöyle devam etti: "Geldim ve sana yeryüzünde bir peygamberin, ya da ancak bir veya iki kişinin bilebileceği şeyler sordum. Şimdi asıl soruma geleyim; çocuğun cinsiyeti hakkında soruyorum."
Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem) şöyle buyurdu: "Erkeğin suyu beyaz, kadının suyu ise sarıdır. 'Erkeğin menisi kadının menisine üstün gelirse çocuk erkek; kadının menisi erkeğin menisine galip selirse çocuk kız olur Allah'ın izniyle."
Yahudi ise şöyle karşılık verdi: "Doğru söyledin. Şüphesiz ki sen peygambersin." Sonra ayrıldı. Peşinden Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem) şöyle buyurdu: "Bana sorduğu tüm somları ben de Rabbmza sordum. Allah (celle celâlubü) bana haber verinceye kadar bu konuda hiçbir bilgim yoktuk [61] İbn ebî Şeybe, Ahmed b. Meni', Abd b. Humeyd, Nesâî Sünen el-Kübra'da, Taberani sahih bir senetle Zeyd b. Erkanı (radiyallahuanh)'dan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Yahudilerden Salebe b. el-Hâris adında bir adam Resülullah'a (sallallahu aleyhi veseilem) geldi ve şöyle dedi:
"Ey Ebu'l-Kasim! Cennetliklerin yiyip içtiklerini mi iddia ediyorsun?" Sonra arkadaşlarına dönüp: "Eğer ikrar ederse O'nun hasmıyım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallalkhu aleyhi vescllem) ile aralarında şöyle bir konuşma geçti.
Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem): "Misk ağacına inanıyor musun?"
Yahudi: "Evet!" .
Resûlullah (sallalkhu aleyhi vesellemj: "Kitabınızda buluyor musun?"
Yahudi : "Evet!"
Resûlullah (salhllahu aleyhi vesellem): "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Cennette her kişiye jü% kişilik yeme, içme ve cinsel münasebet gücü verilir."
Yahudi: "Yiyen ve içen kimse def-i hacetini nasıl yapıyor?"
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): (%)nlann def-i haceti ciltlerinden akan ve misk gibi kokan terdir. Böylece (yediklerini) hatmetmiş olurlar."
Said b. Mansur, Ebu Ya'la, İbn Cerir, ibn ebî Hatim, el-Bezzar, el-Hâkim ve Beyhakî, Câbir b. Abdillah (radiyallahu anh)'dan rivayet etmişlerdir:
Hz. Peygamber (saîlallalm aleyhi vesellem)'e bk Yahudi geldi ve: "Ey Muhammedi Bana, Yusuf un kendisine secde ederken gördüğü yıldızların isimlerini bildir" diye sordu.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vcselkm), hiçbir cevap vermedi. Cebrail indi ve o yıldızların isimlerini haber verdi. Hz. Peygamber (salhlkhu aleyhi vesellem) Yahudiyi çağırttı ve: "O yıldızların isimlerini söylersem, islâm'ı kabul edecek misin?" diye sordu. Yahudi: "Evet" deyince Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vcsellem): 'Unlar; Harsan, Tank, Zeyjal, Zül-Kenefat, Zül-Ferğ, l^essab, A?nudan, Kabis, Darûc, Mıısabbah, Felik, Dtya, Nur. Yusuf (akyüsselâm) bunları gökyüzünün ufkunda kendisine secde ederken gördü" dedi.
Yahudi; "Allah'a yemin ederim ki, bunlar onların isimleri."
Hadisin ravılennden biri olan Hakem b. Zuheyr; [62] "Dıya yani güneş, yani babası; Nur yani ay, yani annesidir" demiştir.[63]
Hafız (İbn Hacer), Mecmau\-Zepaid'm haşiyesinde: "Tashih edilmiş bir nüshada bu ravinin el-Ukayli'nin ed-Duafâ1 sında geçen ravılerden biri olduğunu gördüm" demiştir.
İbn İshak, İbn Ceıİr, İbnu'l-Münzır ve ism^'inde Beyhakî Ebu Hureyre (raHahu anh)'dan; Abdurıezzak, Ahmed, Abd. b. Humeyd, Ebu Davud İbn Cerir, DelâHmâz bk başka yolla Beyhakî yine Ebu Hureyre G-adrndhhu aradan; Ahmed, Müslim, Ebu Davud, eh-Nasib'üıde en^Nahhâs, Ibn Cerîr, İbnu'l-Münzk, İbn ebî Hatim, el-Bera b. Azıb'den; Buharı ve Müslim İbn Ömer (radıyallahu anh)'dan; İbn Cerîr ve Taberânî Ibn Abbâs Mtyalkhu anh)'dan; Müsmdmde Abd b. Humeyd, Ebu Davud, Ibn Mace ve İbnu'l-Münzır, Câbir b. Abdullah (tadıyallahuanh)'daa rivayet etmişlerdir:
Peygamber (salkllahu aleyhi veseikm) (Medine'ye) geldiğinde Yahudi âlimleri Midras'ın evinde toplanmışlar ve zina eden (muhsan evli) bir erkek ile evli (muhsan) bir kadının durumlarını görüşüyorlardı.
Câbir diyor ki: Zina edenler Fedekliydiler. Medineli Yahudiler'e: "Muhammed'e konuyu sorun. Eğer sopa cezası verirse kabul edin, recm cezası verkse kabul etmeyin" diye yazmışlardı. Ebu Hureyre (tadıyaüahu anh) anlatiyor:
Midras'ın evinde toplandıklarında (içlerinden biri) şöyle dedi: "Bu kadını ve bu adamı Muhammed'e gönderin."
Başka bu- rivayetin lafzı ise şöyledir: "Bu Peygamber'e gidin. Çünkü o, hafifletmek üzere gönderildi. Şayet size recm dışında bu- hüküm verrrse biz de bu hükümle hükmederiz. Allah'ın huzurunda da; <Peygamberlennden birinin fetvasıdır> deriz."
Bir başka rivayette ise şöyle dedikleri geçmektedir: "O ikisi hakkındaki hükmü Muhammed'e havale edin. Şayet sizin yaptığınız gibi tecbiye ile -yani liften yapılmış bir ip ile zina edenleri dövmek, yüzlerini siyaha boyamak ve iki ayrı eşeğe ters olarak bindirmek (böylece teşhir etmek)-hükmederse O'na uyun. Çünkü bu durum O'nun, kavminin efendisi olduğunu göstermektedir. Eğer recm ile hükmederse bilin İd O peygamberdir. Artık elinizde avucunuzda ne varsa onları sizden alması konusunda O'ndan sakının."
ResÛlullah'a (sallallâhü aleyhi vesellem) geldiler. O (sallallahu aleyhi vesellem) ashabıyla birlikte mescİdde oturuyordu. Şöyle dediler:
"Ey Ebu'l-Kasım! Bu evli erkek ile bu evli kadın zina ettiler. Aralarındaki hükmü sana havale ettik, haydi hükmünü ver!"
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Bu konuda Tevrat'ta ne buluyorsunu%?i\ dedi.
Onlar: "Ayıplıyoruz ve sopa cezası veriyoruz" dediler.
Bir başka rivayette ise: "Tevrat'ı bırak, sende olanı söyle" dediler.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) recm ile hükmetti, kabul etmediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlarla başka bir şey konuşmadı, Mıdras'm evine geldi, kapıda dikildi ve şöyle buyurdu:
<eBy Yahudileri Bana âlimlerinizi gösterini"
Abdullah b. Suriye, Ebu Yâsir b. Ahtab ve Vehb b. Yahuza'yı gösterdiler ve: "İşte âlimlerimiz bunlar" dediler.
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlara: 'Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah hakkı için söyleyin. EvM biri tnna ederse bu konuda Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" dedi.
Yahudi âlimleri: "Yıkanır ve kurtulur" dediler.
Abdullah b. Selâm: "Yalan söylediniz. Tevrat'ta recm âyeti var" dedi. Bunun üzerine Tevrat'ı getirdiler. İçlerinden biri recm âyetini parmağıyla kapatarak öncesini ve sonrasını okudu. Abdullah b. Selam: "Elini kaldır!" dedi. Elini kaldırınca bir de baktılar ki recm âyeti orada. Abdullah b. Selam: "Muhammed, doğru söyledi" dedi.
Bir başka rivayette ise şöyle geçmektedir:
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Yahudiler'den yemin etmelerini istediğinde bir gencin sustuğunu, yemin etmediğini gördü. Meseleyi bir de ona sordu. Genç: "Sen bizden yemin aldın. Hiç şüphe yok ki Tevrat'ta recm (âyetini) bulmaktayız" dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): "İlk defa ne bu emri uygulamayıp, ruhsat verdini^" deyince genç şu cevabı verdi.
"Şereflilerimizden biri zina ettiğinde cezayı uygulamadık. Normal biri zina edince ise uygulamak İstediler. Kavmi araya girdi ve: <Aynı ceza sizin arkadaşınıza da uygulanmadığı sürece bizim arkadaşımıza da uygulatmayız> dediler. Böylece bu cezanın (uygulanmaması konusunda) aralarında anlaştılar."
Bir başka rivayet ise şöyledir:
"Şereflilerimiz arasında zina olayı çok yaygınlaştı. Biz de şereflilerimizden biri zina edince recm cezasını uygulamayıp, zayıf birisi zina ettiğinde bu cezayı uygulamaya başladık. Daha sonraları şöyle dedik:
< Gelin hem şereflimize, hem de zayıfımıza uygulayabileceğimiz tek bir ceza bularım." Neticede yüzünü karartma ve sopa cezaları üzerinde karar kıldık. Ancak Allah'a yemin ederim ki; Ey Ebul-Kasım! Yahudiler senin gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyorlar, ancak seni çekemiyorlar."
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
"A.llahıml Ben, eskiden sırf hevesleri için Öldürdükleri senin emrini ihya eden ilk kim şeyim.[64]
Dört şahit getirdiler. Şahitler erkeğin zekerinin, kadının fercine sürmenin sürmedanlığma girdiği gibi girdiğini gördüklerine şahitlik yaptılar. Resûluîlah (sallallahu aleyhi vesellem) de her ikisinin mescidin kapısında recm edilmelerini emretti. Bir başka rivayette ise Bulat mevkiinde recm edilmelerini emrettiği belirtilmiştir.
İbn Ömer şöyle demiştir: "Kadını günaha sokan adamı, recin esnasında, gelen taşlardan üzerine eğilerek kadını korumaya çalışırken gördüm."
Bu- başka rivayette ise şöyle geçmektedir: "Zina eden kadını ve erkeği recmedenlerin arasında ben de vardım. Adamı, taşlara kendisini siper ederek kadını korumaya çalışır bir halde gördüm."
Allah Teala (celle celâluhu) şöyle buyurmuştur:
Ey Muhammed, onlara de ki: "Şayet (iddia ettiğiniz gibi) âhiret evi Allah katında diğer insanlara değil de Özel olarak yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım)." (Bakara, 94)
İbn Cerîr, Ebu Aliye'den rivayet etmiştir:
Yahudiler, "Cennet'e sadece Yahudi ve Hıristiyanlar girecek. Çünkü biz Allah'ın çocuklarıyız, O'na daha yakınız" dediler. Cenab-ı Allah bu olay üzerine yukarıdaki âyeti indirdi. Ancak hiç biri âyetteki isteğe uygun bİr harekette bulunmadı.
Beyhakî, Delaihn.de. Ibn Abbâs (radıyalkhuanh)'dan şöyle rivayet etmiştir:
Yukarıdaki âyet İndiğinde Resûlullah (sallallahıı aleyhi veseliem) onlara şöyle dedi: 'Eğer söylediğinizde sâdık işenip, <Allahım, bi-yj Öldür!> deyini-^. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, içinizden hiç kimse bunu dîyeme\, sadece salyası boğanına tıkanır ve olduğu yerde geberir."
Nitekim Yahudilerden hiç biri bu temennide bulunmadı. Resûlullah'ın kendilerine söylediklerini de beğenmediler. Bunun üzerine İse, "Onlar, ellerinin yapıp koyduğu işler (günah ve isyanları) sebebiyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zâlimleri iyi bilir" (Bakara, 95) mealindeki âyetler indi. Bu âyet İndiği esnada Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem): "Asla ölümü istemeyeceklerdir" buyurdu.
İmam Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Murdeveyh ve Ebu Nu'aym, İbn Abbâs (radiyallahu anhumâ)'dan Resûlullah (salklkhu aleyhi veseUem)'m şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Şayet Yahudiler ölümü isteseler, ölürler ve ateşteki yerlerini görürlerdi."
Buhârî, Müslim, el-İsmailî, İbnu Mutdeveyh ve Beyhakî, Hz. Aişe (radiyallahu anhâ)'dan; İmam Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî ve Nesâî, Zeyd b. Erkam'dan; İbnu Murdeveyh, Enes b. Mâlik'ten; İbn Sa'd, Ömer b. el-Hakem'den (radiyallahu anhum)'dan mürsel olarak şöyle rivayet etmişlerdir:
Ömer b. el-Hakem anlatıyor:
Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem), Zİ'1-hicce ayında Hudeybiye'den döndüğü, Muharrem ayının girdiği -ki hicretin yedinci senesidir-(Hudeybiye'ye gitmeyerek) Medine'de kalan ve münafık oldukları halde kendilerini Müslüman gibi gösteren Yahudi elebaşları Lebid b. el-A'sam'a geldiler. Lebid, Zureyk oğullarının müttefiki ve sihirbazdı (Buradan hareketle bu Yahudinin aralarında sihir ve zehirler konusunda bilgi sahibi bir kişi olduğunu anladım).
Lebid'e şöyle dediler: "Ey Ebu'l-A'sam! Aramızda sihri en iyi bilen sensin. Muhammed bize sihir yaptı, biz O'na bir şey yapamadık. Aramızda sebep olduğu olayları ve dinimize karşı direnişini görüyorsun. Seni Muhammcd'in sihrini ortadan kaldıracak bir sihir yapmakla görevlendiriyoruz." Sonra yapacağı sihre karşılık kendisine üç dinar verdiler.
Abdullah b. Umeyr, Hz. Aişe'nin (radiyallahu anhâ) şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Zureyk oğullarından bit Yahudi, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi veseilem) sihir yaptı." Uyeyne rivayetinde "Zureyk oğullarından Yahudiler'in dostu ve münafık olan bir adam" [65] şeklinde geçmektedir.
İbn Sa'd'm Abdurrahman b. Ka'b b. Mâlik'ten rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçmektedir:
Sihri yapan A'sam'm kızları ve Lcbid'in kızkardeşleriydi. Çünkü onlar, hem Lebid'den daha iyi sihirbaz, hem de daha habis idiler. Lebid ise yapılan sihri götürdü ve çölde terkedilmiş bir kuyunun dibine yerleştirdi. Sihir düğümleri düğümlendiğinde Resûlullah (salîallahu aleyhi veseilem), o andan itibaren gördüğünü inkâr etmeye başladı. A'sam'm luzlarmdan biri diğerine fısıldadı. Sonra Hz. Aişe'nin huzuruna girdi. Âışe, Resûlullah'ın (sallalkhu aleyhi vesellem) gördüğü şeyleri inkar etmeye başladığını ona haber verdi. Bunun üzerine kız, Lebid'e veya kız kardeşlerine durumu anlattı. İçlerinden birisi şöyle dedi:
"Şayet Peygamber ise işin aslını haber verir. Şayet Peygamber değilse bu sihir aklının gitmesine ve perişan olmasına sebep olur."
Buhârî'nin Sahih'inde geçen bir rivayette ise Hz. Aişe'nin; "Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) sihir yapılmıştı. Kadınlara temas etmediği halde münasebet kurduğunu (söylerdi)" [66] şeklinde geçmektedir. Süfyan şöyle demiştir."Eğer gerçekten böyle ise ne kötü olmuş!" Yahya b. Ya'mer'in Abdurrezzak'tan yaptığı mürsel rivayette ise şöyle geçmektedir: "Gördüğünü inkâr etmeye başladı. Ashabı huzuruna giriyor, ziyaret ediyorlar ve çıkıyorlar ve Peygamber'e sihir yapıldığını görüyorlardı."
Beyhakî'nin Hz. Aişe (mdiyallahu anhâ)'dan bir diğer rivayetine göre: "Gittikçe zayıflıyor ancak hastalığının ne olduğunu bilemiyordu. Bu konudaki rahatsızlığı günlerce sürdü."
Ebu Damre'nin el-Ismaİli'de bulunan bir başka rivayetine göre ise Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) kırk gün bu hal üzere kaldı.
İmam Ahmed'deki rivayet ise şöyledir: Ala ay böyle devam etti. Bir gün yine benim yanımdayken Allah'a çokça, tekrar tekrar dua etti. Sonra şöyle buyurdu:
"Ey AişeJ Allah 'in (cM celâlnbu) kendisinde?} istediğim fetvayı verip vermediğini hissedebildin mi?"
"O neydi ey Allah'ın Resulü?" dedim. Şöyle buyurdu:
"Bana iki'. adam geldi [67] -İbn Abbâs hadisinde: Cebrail ve Mikailgeldi- Birisi başımın yanına oturdu. -Dimyatı bunun Cebrail olduğunu söyler- Diğeri de ayak ucuma oturdu. Sonra biri arkadaşına şöyle dedi: -İbn Abbâs hadisinde ise: Mikail şöyle dedi:- "Ey Cebrail! ylrkadaşın rahatsı^."
Cebrail: "Evet" karşılığın? verdi.
Mikail: 'Verdi nedir?" diye sordu.
Cebrail: "Sihiryapılmış"karşılığım verdi.
Mikail: "Sihri kim yapmış?" deyince, Cebrail: "Bir Yahudi olan Lebid b. el-A 'sam " cevabını verdi.
Mikail: "Sihir materyali nerede?" diye sordu.
Cebrail: "Tarakta ve taranırken dökülen kıllarda" -bir başka rivayette ise: "Tarak ve taranırken düşen kıl"-
İbn Uyeyne kanalıyla gelen Aişe hadisinde "Başucumda bulunanlar şöyle dediler..." şeklinde geçmektedir. Hafız (İbn Hacer): "Bu rivayet daha doğru görünmektedir" demiştir.
Beyhakî'de yer alan İbn Abbâs hadisinde ise: Mikail: "Sihir (materyali) nerede?" âiyz sormuş. Cebrail: "Zi Ervan veya Zırvan kuyusunda" demiştir.
İbn Murdevcyh'in naklettiği İbn Abbâs hadisinde: "Meymun kuyusunda; sudaki kayanın altındaki sert toprağın içinde" şeklinde yer almaktadır.
'Mikail: <Çaresi nedir?>diye sorunca Cebrail: <Kuyıı boşaltılır, kaya ters çevrilir kudye [68] sökülür. Onhir düğüm yakılır. Allah'ın izniyle (Peygamber) sihirden kurtuluf> "
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Hz. Ali ile Ammar'l gönderdi -başka bir rivayette- Resûlullah (saîlallahu aleyhi vesellem) ashabından bir grupla gitti ve kuyuya baktı, üzerinde hurma vardı. Bir adam kuyuya girdi ve kayanın altında bir çukur gördü. Bir de baktı ki, Hz. Peygamberin (sallalkhu aleyhi vesellem) tarağı orada. Ve üzerinde onbir adet iğneli düğüm bulunan bir ip. Cebrail, Mu'avvizeteyn (Nas ve Felâk) surelerini indirdi. (Nitekim bu suredeki âyet sayısı da düğümlerin sayısı kadar 11 idi. Bu âyetlerle Allah'a sığınmasını emretti). Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) her bir âyeti okudukça bir düğüm çözüldü. İğne çekilirken acı hissetti ancak sonrasında rahatladı. Zincirinden kurtulmuş gibi ayağa kalktı.
Kuyudan döndüğünde şöyle buyurduğunu Hz. Aişe validemiz bildirmektedir: ''Kuyunun suyu kına bitkisinin suyu (kahverengi) gibiydi, hurması da şeytanların başlan gibiydi."
Ben de kendisine: "O sihri oradan çıkarsaydın ya!" dedim. Şu cevabı verdi: "Allah'ayemin ederim ki, olmajç. Artık Yüce Allah bana afiyet ve şifa verdi. Sihri çıkardığımda bu yünden insanlara herhangi bir kötülük dokunmasından korktum."
Bir başka rivayette ise: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Lebid'i yakalattı. Lebid yaptığını itiraf etti. Ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), onu öldürtmedi, affetti."
1. Sihir mutlak bir ifadedir. Sihir kelimesiyle kendisiyle sihir yapılan âlet veya sihirbazın yapağı iş kastedilir. Alet bazan bir sihir materyali olur ki rukye veya düğümlere üflemek bu manâdadır. Bazen özel bir anlamda olur. Bazen hissi, bazen de daha beliğ olan manevi olur.
2. Sihrin mahiyeti konusunda muhtelif görüşler ileri sürülmüştür. Kimileri: "sihir gerçek değil, sadece hayaldir" demişlerdir. Şafiilerden Ebu Ca'fer el-Esterâbâzî, Hanelilerden Ebu Bekir ed-Darimi, Zahiri mezhebinden Ibn Hazm ve bir grup İlim adamı bu görüştedir.
Nevevî şöyle demiştir: "Doğrusu sihir gerçektir. Ulemânın çoğunluğu bu görüştedir. Kitap, Sünnet, sahih ve meşhur rivayetler böyle olduğunu göstermektedir."
Tartışılan konu ise; kişinin görmediğini gördüm diyeceği derecede etkili olup olmadığı, mizacı değiştirecek kadar bit hastalık oluşturup oluşturamayacağı, neticede kişinin tekrar eski haline dönüp dönemeyeceği noktalarındadır. Çoğunluk sihrin hakikat olduğunu kabul ettiğinden yukarıda sayılan hususların da olabileceği, az sayıda ilim adamı ise sihri hayal olarak değerlendirdiğinden yukarıdaki söz edilenlerin olamayacağı görüşündedir.
Olayı ilâhi kudrete havale ettiğimizde sihrin olabileceğini kabul ederiz. Vakıaya baktığımızda ise bir tartışma ile karşı karşıya kalırız. Sihrin gerçek olamayacağını iddia edenler iddialarım ispat edebilmek için hiçbir delil ileri sürememekte sadece inatçılık ederek sihrin bir hayal olduğunu s öylemektedirler.
el-Mâzerî şöyle demiştir: "Alimlerin çoğunluğu sihri ispat etmişler ve hakikat olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise hakikat olduğunu kabul etmeyip asılsız bazı hayaller olduğunu iddia etmişlerdir. Sihri ispat eden, hakikat olduğunu gösteren deliller mevcuttur. Akıl ise, sihirbazın bazı Özel şeyleri karıştirafak ve sihirli sözler söyleyerek (sihir yapması neticesi) Allah'ın âdetini değiştirebileceğini kabul etmektedir. Nitekim maharetli bir doktorun bazı bitkilerden terkipler yaparak zararı faydaya (hastalığı sihhata) çevirmesi de böyledir.
Şöyle de denilmiştir: Sihrin etkisi; "Karı ^e kocanın arasım ayırıyorlar..." (Bakara, 102) mealindeki âyette belirtilenden daha fazla olamaz. Şayet daha fazla tesir gücü olsaydı âyette bu da zikredilebilirdi.
el-Mâzerî ise; "Akla göre doğru olan, sihrin tesirinin, âyette belirtilen örnekten daha fazla olabilmesİdir. Biz "âyetten anlaşılan budur" desek bile âyet, daha fazlasının mümkün olmadığını göstermez" dedikten sonra sihir, mucize ve keramet arasındaki farkları anlatmıştır. Ancak onun bu değerlendirmelerini biz, Mucizeler bölümünde zikredeceğiz.
3. Nevevî şöyle demiştir: Sihir yapmak haramdır ve icma ile büyük günahlardan biridir. Peygamber (sallailahu aleyhi vesellem) sihri, helak edici yedi büyük günah arasında saymıştrr. Sihrin küfür olanı da, büyük günah olanı da vardır. Şayet sihrin içerisinde şeytana veya yıldızlara ibadet etmek gibi küfrü gerektiren bir hal varsa küfür olur. Öğrenmek te, öğretmek te haramdır. Şayet içerisinde küfrü gerektiren bir şey yoksa bu sihiri yapan kimse tevbeye davet edilir, ancak öldürülmez. Tevbe ederse tevbesi kabul edilir ve şayet küfrü gerektirmeyen şey içermiyorsa tazir cezası verilir.
İmam Mâlik'ten şu sözü rivayet edilmiştir: "Sihir yapan kâfirdir. Tevbeye çağrılamaz, öldürülür, zındıklar gibi katli gerekir."
Kadı (Iyâz) şöyle demiştir: "Ahmed de Malik'in görüşündedir. Sahabe ve tabiinden bîr grup da aynı görüşü paylaşmaktadır."
Buhârî de bu görüşte olanlara meyletmiştir.
4. Hafız (İbn Hacer) şöyle demiştir: "Bazı ilim adamları iki şartla sihri öğrenmeyi caiz kabul etmişlerdir.
1-Yapılan sihrin küfrü gerektirip gerektirmediğini ayırabilmek için, 2-Kendisine sihir yapılandan, sihrin tesirini gidermek için.
Küfür olduğunu bilerek öğrenirse birincisinin mahzuru yoktur, inanç sağlam olduktan sonra sadece öğrenmenin herhangi bir sakıncası söz konusu olamaz. Örneğin puta tapanların ibadederini öğrenmek te böyledir. Sihirbazın yaptığını öğrenmek sadece yaptığı işin veya söylediği sözlerin hikâyesinden ibarettir. Bunları- öğrenmek ayrıdır, onları uygulamak ayrıdır.
İkincisine gelince; bazılarının iddia ettiği gibi (bir sihri gideren kimse) kâfir ya da fâsık olmaz. Yukarıda hadiste anlatıldığı şekilde (sihri bozmak ta) caizdir. Bu konuda Resülullah (sallalkhu aleyhi vesellemyin ismet sıfatını anlatırken daha geniş bilgi vereceğiz.
5. Lebid b. el-A'sam bir rivayette "Zureyk oğullarından bir Yahudi", bir diğer rivayette ise "Zureyk oğullarından Yahudilerle anlaşmalı münafık bir adam (kişi)" olarak vasıflandırılmıştır. Bu iki rivayet; "Lebid'in yaptığı işin iç yüzüne bakarak Yahudi olması, zahirine bakarak ta münafık olması şekliyle" birleştirilebilir.
Ebu'I-Ferec şöyle demiştir: '"Yaptıkları Lcbid'in açıkça münafık olduğunu göstermektedir."
6. Resûlullah (sallalkhu aleyhi vesellem)'ın sihirli olarak kaldığı süre ise Ismaîlî'nin Sahiffin&e yer alan Ebu Damre rivayetine göre 40 gecedir.
İmam Ahmed'in Hişam'dan, onun da Vuheyb'den rivayetine göre ise bu süre, 6 aydır.
iki rivayeti şöyle birleştirmek mümkündür. Altı ay sihrin başlangıcını ve Hz. Peygamber'in (salialiahu aieyhi vesellem) mizacının değişmesi dönemini 40 gün ise sihrin tamamen etkisini göstermesini ifade etmektedir.
Süheyli şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) ne kadar bir müddetle sihrin tesirinde kaldığına dair meşhur bir hadise rastlamadım. Ancak Ma'mer b. Râşid'in eİ-Capmndc ez-Zührî'den şu rivayeti buldum: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir sene sihrin tesirinde kaldı. (Yaptığı bir işi "yapmadım" sanıyordu)." Biz bu rivayete sahih memul bir ravi zinciri bulduk.
7. Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem): "Allah'a (celle celâluhu) dua etti, sonra yine Allah'a (celle celâluhu) dua etti" sözüne gelince; bu hadis, İtişinin başına hoşlanılmayan bir şey geldiğinde tekrar tekrar dua etmenin, bu musibeti üzerimizden kaldırması için güzel bir şekilde Allah'a sığınmanın müstehab olduğunu ifade etmektedir.
Hafız (İbn Hacer) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bu konuda Allah'a havale etme ve sebeplere sarılma yollarını takip etti. Önce işi Allah'a havale etti ve başına gelen belâya sabrederek ecrini Allah'dan istedi. Rahatsızlığı devam etti. Daha da sürmesinden ve bunun neticesinde zayıf düşüp ibadet edememekten korktu, tedaviye ve sonra da duaya yöneldi. Her İkisi de (yani; sabır İle tedavi ve dua) insanı olgunlaştıran araçlardır.
8. İbn Sa'd'm rivayet ettiği İbn Abbâs hadisinde; "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Cübeyr b. İyas'ı çağırdığı, Zervan kuyusuna Cübeyr'in girdiği, kuyudaki sihri çıkardığı" belirtilmiştir.
İbn Sa'd ise: "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) emriyle sihri çıkaranın Kays b. Mihsan ez-Zurakî" olduğunun söylendiğini ifade etmiştir. Bu konu, "Kays, Cübeyr'e bu konuda yardımcı olmuştur. Ancak bulma
müjdesini Kays verdiği için olay kendisine nispet edilmiştir" şeklinde telif edilebilir.
İbn İshak ve bir grup yazar, münafıkların isimlerini üstelemişlerdir. Ben İse burada münafıkların durumlarını gözler önüne seren âyetlerden bazılarını vereceğim. Ancak hepsinden önce nifak kelimesi hakkında bilgi vermek istiyorum.
Nifak kelimesi İslâmi bir ıstılahtır. Araplar bu kelime İle kastedilen özel mânâyı bilmezlerdi. Nifak münafığın inkarını gizlemesi ve imanının göstermesi şekliyle zuhur eden bir iştir. Tıpkı adamın tünele girmesi ve karanlıklara karışması gibi. Münfak kelimesinin nefk ("tünel/geçit") kökünden türediği iddia edilmiştir. Arap tavşanı yuvasına girip kaybolduğunda Arapça'da nefeka ifadesi kullanılır. Arap tavşanının dört tane yuvası vardır. Avcı kendisini görünce yuvasına dalar. Kendisini yuvanın birindeyrniş gibi gösterirken öbür yuvasına geçer ve saklanır. Yuvanın birine kafasını vurur (toprağı kabartır), hemen bir diğerine geçer. Yuvaları birbirine bağlantılıdır. Kendisini hangisinde gösterirse mutlaka onda değil de bir diğer yuvasına geçmiştir. (Böylece avcıları oyalar durur) Münafık ta böyledir. Bir taraftan imana girer, diğer taraftan da imandan çıkar. Münafığın bu hali Arap tavşanının yukarıda anlatılan haline benzediği için bu kelime de Arap tavşanının bu fiilinden (nefaka'dan) türemiştir.
Arap tavşanının fiilinden değil de nâfikâ kelimesinden türedığini söyleyenler de olmuştur. Tünel mânâsına gelen bu kelime, bir anlamda giriş, bir anlamda ise çıkış, yani kaçma yeri gibidir. Münafık ta böyledir. Zahiri iman, batını ise küfürdür. Nifakın yeri ise kalptir.
Resûlullah (sallailahu aleyhi vesellcm) Medine'ye geldiğinde Allah'ın kendisine hidayet nasip ettiği bir çok kişi İslâm'a girdi. (Ancak) Evs ve Hazrec kabilelerinden Cahiliye döneminde de isyan içerisinde olan bazı kimseler ise Yahudiler'e katıldılar. İşte bunlar, babalarının dinleri konusunda da nifak içerisindeydiler, öldükten sonra dirilmeyi de zaten inkâr ediyorlardı. Ancak İslam'ın zuhuru onları kahretti. Kabileleri İslam'a girince öldürülmekten korunmak için Müslüman göründüler, münafıklıklarını ise gizlediler. İslam'ı (gizlice) inkâr ederek, Resûlullah'ı (sallalîahu aleyhi vesellem) gizlice yalanlayarak Yahudiler'in tarafında yer aldılar.
Allah, münafıklarla ilgili haberleri Berae (Tevbe) suresinde ve diğer bazı surelerde zikretmiştir. el-Cülas ile Suveyd b. es-Sâmit te münafıklardandır. İbn İshak bu iki zatın Tebuk pazarında Resûlullah'a muhalefet edenlerden olduğunu söylemiştir.
İbn İshak ve İbn ebî Hatim, Ka'b b. Malik'ten; İbn ebî Hatim, İbn Abbâs'tan; Abdurrezzak, İbn Sa'd, İbnu'l-Münzir, İbn ebî Hatim ve Ebu'ş-Şeyh, Urve'den rivayet etmişlerdir:
Kur'an nazil olup, münafıklar zikredildiğinde Culâs şöyle demiştir:
"Allah'a yemin ederim ki şayet bu adam (Allah Resulü) efendilerimiz ve iyilerimiz konusunda haklıysa, biz eşekten daha kötüyüz."
Umeyr b. Sa'd (radiyallahu anh) Culâs'm odasında ve anne babasının arkasındaydi; onun bu sözünü işitti ve Culâs'a şunları söyledi:
"Ey Culâs! Allah'a yemin ederim! İnsanlar İçerisinde benim için en sevimli, en güzel, en aziz sensin. Senin başına hiçbir kötü şeyin gelmesini istemem. Ancak sen öyle bir söz söyledin ki eğer söylediğini sana iade etsem hoş olmayacak, sussam inancım buna müsaade etmiyor. İkisinden hangisi benim için daha uygun (bilmiyorum)."
Umeyr doğruca Resûlullah'a (sallaîlahu aleyhi vesellem) gitti ve Culâs'm söylediklerini aktardı. Resûlullah (sallalîahu aleyhi vesellem) Culâs'ı çağırttı. Culâs yemin ederek Resûlullah'a: "Umeyr benimle ilgili yalan konuşmuş. Asla onun söylemiş olduğu şeyleri söylemedim" dedi.
Umeyr İse şu karşılığı verdi: "Hayır! Allah'a yemin ederim ki onların hepsini söyledin. Çabuk Allah'a tevbe et. Şayet Kur'an inmezse dediğinden dolayı (Resûlullah) beni de seninle birlikte değerlendirecek."
Hz. Peygamber (sallalîahu aleyhi veselkm)'e vahiy geldi, herkes sustu, hiç kimse hareket etmedi. Vahiy indiği zaman böyle yapıyorlardı, hiç hareket etmiyorlardı. Hz. Peygamber (sallalîahu aleyhi vesellem)'den vahiy hali kalktı. Şu mealdeki âyetleri okudu:
"(Ey Muhammedi Senin hakkında söyledikleri çirkin sözleri) söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü söylediler ve müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye (Peygambere suikast yapmaya da) yeltendiler. Sırf Allah ve Resulü kendi lütuflarından onları zenginleştirdiği için öç almaya kalkıştılar. Eser (münafıklıktan vazgeçip) tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Eeer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, âhirette de acıklı bir azaba çarptıracaktır. Yeryüzünde onların ne dostu, ne de yardımcısı vardır " (Tevbe, 74)
Bunun üzerine Culâs şöyle dedi: "Söylemiştim. Allah tevbe etmemi murad etti, ben de tevbe ediyorum." Tevbesi kabul edildi yoksa, müşriklerden olmaya niyetlenmişti.
İbn Sîrin ise şöyle demiştir: Bu âyet indiğinde Resûlullah (sallalSahu aleyhi veseUem) Umeyr'in kulağını tuttu ve: <cKıılağın vefah çıktı, Rabbın da seni tasdik " buyurdu.
1. Bu âyetin sebeb-i nüzulüyle ilgili olarak bir başka şey daha zikredilmektedir. O da (münafık) Abdullah b. Übey'in Müreysf pazarında sarfettiği şu sözüdür: "Muhammed ile bizim durumumuz adamın şu sözüne benziyor: Besle kargayı, oysun gözünü! Allah'a yemin ederim ki, Medine'ye döndüğümüzde aziz olan, zelil olanı şehirden çıkaracak."
Zeyd b. Erkam, Abdullah'ın bu sözünü hızla Resûlullah'a ulaştırdı. Resûlullah (sallalîahu aleyhi vesellem) İbn Übey'e yemin verdirdi; ancak o bunu söylemediğine dair yemin etti. Bunun üzerine Allah yukarıdaki âyeti indirdi. Bu hadisi İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn ebî Hatim, Katade'den rivayet etmiştir. Bunun daha geniş açıklaması inşallah Mureysî' gazasını açıklarken gelecektir.
2. Muhammed b. Ömer, Abdulhamid b. Ca'fer'den rivayet etmiştir: "Culâs tevbe etti, tevbesi de güzel oldu. Umeyr'e yaptığı, hayrından hiçbir şey eksiltmedi. Bundan dolayı Culâs tevbesiyle tanınır oldu.
Münafıklardan birisi de Nebtel b. el-Hâris'tir. Esmer, uzun boylu iri-yan biriydi. Saçları dağınık, kırmızı gözlü, yanakları, siyah idi. Resûlullah (salhlklm aleyhi vesellem) Nebtel hakkında şöyle buyurmuştur: "Şeytanı görmekten hoşlanan kist Nebtel b. el-Hâris'e baksın." İbn İshak, Aclan oğullarından birinden rivayette bulunmuştur: Cebrail (aleyhisselâm), Resûlullah'a (sallalkhu aleyhi vesellem) geldi ve şöyle dedİ:
"Yanında esmer, uzun boylu, saçları dağınık, yanakları siyah, gözleri bakır kadranı gibi kıpkızıl, ciğerleri eşek ciğerinden daha kalın bir adam var. Senin sözlerini münafıklara aktarıyor. Ondan sakın." Bu özellikler Nebtel bin el-Hâris'e aitti. Resûlullah (saüalkhu aleyhi vesellem)'e geliyor, yanına oturuyor, O'nu dinliyor sonra da sözlerim münafıklara naklediyordu. Nebtel münafıklara şöyle diyordu: "Muhammed sadece bit kulaktır. Kim kendisinden bir haber veriyorsa onu tasdik ediyor."
Bunun üzerine Allah Teâlâ fceüe celâluhu):
"(Yine o münafıklardan), <0 (Peygamber, her söyleyeni dinleyen) bir kulaktır> diyerek peygambere eziyet edenler de vardır. De ki: <0, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o, Allah'a inanır ve o içinizden iman edenler için de bir rahmettir.> Allah'ın Resulüne eziyet edenler için her halde acıklı bir azap vardır" mealindeki (Tevbe, 61) âyetleri indirmiştir.
Münafıklardan biri de Mirbe' b. Kayzî'dir. Resûlullah (salhlkhu aleyhi vesellem), onun duvarına yaslanmış Ulıud dağına yöneldiği bir sırada Resûlullah'a (saİMahu aleyhi vesellem) şöyle demiştir: "Ey Muhammed! Sen gerçekten peygamber olsaydın benim duvarıma uğramazdın."
Sonra eline bir avuç toprak aldı ve şöyle dedi: "Şayet senden başkasına isabet etmeyeceğini bilsem, bu toprağı sana atardım."
Oradaki topluluk onu öldürmek istediler. Peygamber: "Bîrakın şu körü. Hem kalbi kör, hem değpşii"buyurdu.
Onlardan biri de Abdullah b. Ubey b. Selül'düt. Selül, Ubey'in annesidir. Ubey b. Mâlik el-Avfi, el-Hublâ oğullarından biridir. Münafıkların lideri konumundaydı ve münafıklar onun başkanlığında bir araya geliyorlardı. Mustalik oğulları pazarında şöyle demişti: "Medine'ye döndüğümüzde aziz olan, zelil olanı (şehirden) çıkaracak." Bunun hemen akabinde Münafıkûn Suresi indi. Resûlullah (saUallahu aleyhi vesellem) Medine'ye geldiğinde Abdullah b. Selül kavminin efendisiydi, şerefine ortak olacak ikinci bir kişi yoktu. Evs ve Hazrec kabileleri de ne Abdullah'tan önce, ne de sonra bir başka adamın başkanlığında hiçbir zaman bir araya gelmemişlerdi. İşte tam bu sırada islâm geldi. Kavmi kendisini hükümdar yapmak için taç dahi hazırlamıştı. Tam bu sırada Allah (celie celâluhu) Resulünü gönderdi, kavmi de onu terketti. Abdullah b. Selül bu olaya son derece sinirlendi, Resûlullah'ı da (sallallahu aleyhi vesellem) hükümdarlığı elinden çekip alan kişi olarak gördü. Kavmini de İslâm'a girmiş vaziyette görünce istemeyerek ve zorunlu olarak İslâm'a girdi; ancak kin ve nifakını içerisinde saklıyordu.
İbn Ishak, İmam Ahmed, Buharı ve Müslim, Üsame b. Zeyd (radıyalhhu anh)'dan rivayet etmişlerdir:
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), üzerinde Yemen kadifesinden bir semer bulunan, liften bir iple de burnu bağlanmış bir eşeğe bindi. Beni de arkasına bindirdi. el-Hâris b. el-Hazrec oğullarından Sa'd b. Ubâde'yi ziyarete gidiyordu. Bedir olayından önceydi.
Abdullah b. Übey'e rastladı. Bu olay Abdullah'ın müslüman olmasından önceydi. Abdullah puta tapan müşrikler ile müslümanların oluşturduğu bir mecliste bir yüksek binanın gölgesinde oturuyordu. Yahudiler ise (müslüman olan) Abdullah b. Revâha'nın meclisinde idiler. Meclisteki hareketlilik nedeniyle etraftan toz kalkınca Abdullah b. Selül kaftaniyla burnunu kapadı ve şöyle dedi: "Üzerimizi tozlamayın!"
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) selâm verdi, durdu, indi, haklarında dua etti, kendilerine Kur'an okudu, sakındırdı, korkuttu ve müjdeledi. Bunun üzerine Abdullah b. Übey kendisine şöyle dedi:
"Ey kişi! Şayet gerçekse senin bu sözlerinden daha güzeli yoktur. Meclisimizde bize eziyet etme. Yoluna devam et, karşılaş aklarına bunları anlat."
Bunun üzerine İbn Revaha söze karışü: "Bilâkis ey Allah'ın Resulü! Meclislerimizi Kur'an ile ört! Çünkü senin konuşmanı seviyoruz."
Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirlerine hakaret ettiler. Neredeyse birbirlerine gireceklerdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onları sakinleştirdi, hayvanına bindi ve Sa'd b. Ubade'nın yanına vardı ve ona şöyle dedİ: "(Abdullah b. Übey'i kasteden'k)Ey Sa'd.1 Sbu Hııbab'ın dediğini duydun mu?"
Sa'd şu cevabı verdi: "Ya Resulallah! Onu affet, özrünü hoş gör!. Allah (celle celâluhu) sana vereceğini verdi. Buhayra halkı Abdullah'ın etrafında toplanmış ve onu başkan seçmek üzereydiler ki sana verilen peygamberlik ile geri tepti ve (plân) bozuldu. Gördüğün şeyleri bu sebepten yapmıştır."[69]
Enes (mdiyalkhuanh)'dan nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Dedim ki: "Ey Allah'ın Peygamberi! Abdullah b. Ubey'e gitsen, nasıl olur?" Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilcm) eşeğine bindi ve yanındaki müslümanlarla birlikte Abdullah b. Ubey'e gitmek üzere ayrıldı. Toprak çoraktı. Resûlullah (saİlallahu aleyhi veseliem) Abdullah b. Ubey'e varınca Abdullah şöyle dedi: "Benden uzak dur. Allah'a yemin ederim ki eşeğinin kokusu beni rahatsız etti."
Bunun üzerine Emsar'dan birisi: "Alah'a yemin ederim ki Resûlullah'rn eşeğinin kokusu senin kokundan çok daha güzeldir" karşılığını verdi.
Kendi kavminden biri Abdullah'a kızdı, kendisine hakaret etti; daha sonra her biri kendi arkadaşlarına kızdı. Çıkan kavgada sopalarla, elleriyle ve ayakkabılarıyîa birbirlerine girdiler. Haklarında Allah'ın şu âyeti indirdiği bize ulaştı:
"Şayet mü'minlerden iki grup çatışırlarsa aralarım bulun." (Hucurat, 9). Hadisi Buhâri ve Müslim rivayet etmiştir.
İbn İshâk, Abdullah b. Übey'in kavminin muhalefetini gördüğünde şöyle bir şiir okuduğunu söylemiştir:
Ne zaman dostun düşmanın olur Artne alçalmaktan kurtuluşun yoktur Güreştiğin kimseler alt ederler seni Atmaca kanatsız nasıl havalansın? Kırıldığı zaman kanalları dü§üveriryere
Ebu Âmir el-Fâsık ta münafıklardan biridir. İsmi Amr b. Sayfi b. en-Nu'man el-Evsî'dir. Dubey'a b. Zeyd oğulatındandır. Meleklerin yıkadığı Hanzala'nın babasıdır. Cahiliye döneminde rahiplik yapıp, Hıristiyanlığa girdiğinden dolayı kendisine rahip te denir. Kavmi arasında şerefli ve itaat edilen birisiydi.
Resûlullah (sallallahu aleyhi veseliem), Medine'ye geldiği zaman Ebu Amir Mekke'ye çıkmadan Önce Peygamber'e (sallallahu aleyhi veseliem) geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammedi Getirdiğin din nedir?"
Resûlullah (salkllahu aleyhi veseliem) şöyle buyurdu: "ibrahim'in dini olan banifliği getirdim."
Ebu Âmir: "Ben de hanif dinindeyim" dedi.
Hz. Peygamber (sailaikhu aleyhi veseliem): "Hayır, sen bu dinde değilsin; sen ona içinde olmayan şeyleri soktun. "
Ebu Amir: "Ey Muhammedi Özünde olmayan şeyleri sen bu dine sokmuş olmaksın!"
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi veseliem): "Ben yapmadım. .Aksine katıksın bîr beyazlık getirdim."
Ebu Amir: "O halde aramızdan yalan söyleyenimiz kim ise Allah, onun kovulmuş ve tek başına kalmış bir halde canını alsın!" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi veseüem) Mekke'den çıkarken bu söz kendisine iletildi.
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: 'içimimdenyalana olanın Allah canım alsın!"
Ebu Amir, Allah'ın düşmanıydı. Mekke'ye gitti. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'yi fethedince Taife kaçtı. Taif halkı müslümanlığı kabul edince Şam'a kaçtı. Şam'da kovulmuş, garip ve tek başına öldü.[70]
[1] Münzirî, et-Tergîh ve't-Terbib, 1/189.
[2] Buhârİ, 1/117; Müslim, mesadd, 9; Ebu Davud, 453; İbn Mace, 86.
[3] ei-Bidaye ve'n-Nibâye, III/215.
[4] el-Vidaye ve'n-Nihâye, IH/216.
[5] Beyhakî, Detöit, U/269.
[6] Ebu Ya'lâ, Müsned, VIII/295 (4884). Bunu Heysemi, MemdâA (\r/116) zikredip Ebu Ya'la'ya nİsbet etmiş ve "Ravileri, tabii hariç Sahiffva. ravileridir. Çünkü mezkûr tabü'nin adı zikredilmemektedir" demiştir. Ayrıca bkz. İbn Hacer, Metâ/ib, 3841.
[7] Sefine, Resûlullah'ın (sallaltahu aleyhi vcsclltm) azarlı kölesidir. Adının Mihran, Tahman, Mervan, Necran, Rûman, Zekvan, Keysan ve Süleyman adlarından birisi olduğu söylenmiştir. Bunlardan başkası da zikredilmiştir. (Jsâbe, III/109)
[8] Ahmed, Mösned, 11/381.
[9] İbn Sa'd, Tabakât, V/402.
[10] Taberani, el-Mu'cemıt'l-Kebîr, 1/163; Heysemî, Mecma\ IX/7ö.
[11] Nesâî, VI/234.
[12] el-Muttakî el-Hindî, Ken^uHAJmmâl, 34834.
[13] el-Muttakî el-Hindî, Kent-, 41521.
[14] Hârice b. Zeyd b. Sabit el-Ensâri Ebu Zeyd, Medine'deki yedi fakülten biridir- O güvenilir bir râvidir. Babasından Usame b. Zeyd'den ve Ümmü'I-Alâ'dan rivayette
bulunmuştur. ez-Zühri ve Ebu'z-Zinad'dan rivayette bulunmuştur. Ibiml-Medidi şöyle demiştir: 100 yılında öldü. 99 yılında öldüğü de söylenmiştir. Bunu Fellas söylemiştir. Ömer b. Abdilaziz onun öldüğünü duyunca: Vallahi bu, İslam'ın büyük bir kaybıdır, demiştir, (el-Hulasa, 1/273)
[15] İbnu'1-Esiî, en-JSSihâyidt şöyle der: Ezan hâdisesindeki: "Cemaati namaz için nasıl toplayacağını düşünmeye başladı. Ona Kun' denilen bir şeyden bahsedildi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bunu beğenmedi" cümlesinde geçen Kuıı'un "Şebbur" olduğu söylenmiştir. Şebbur, "boru" demektir. Bu kelimenin zabtında (telaffuzunda) İhtilaf edilmiştir.
[16] Şebbur: Bora demektir. İbnu'1-Esir: "Lâfız, İbranİce'dir" demiştir. (en-Nihâye, JI/440)
[17] el-Muttaki el-Hindî, Ket% 23153.
[18] en-Nibaye, 1/252.
[19] Ebu Davud, 499; Ahmed, Müsmd, V/43; Beyhakî, Suma, 1/399; İbn Hibban, 287; Darimi, î/269; İbn Mâce, 706.
[20] Ebu Davud, 498; el-Muttakî el-Hindî, Ken^ 23145.
[21] Müslim, salaî, 16; Ahmed, Müsned, H/483; Beyhakî, Delâil, VIi/103; Hâkim, IV/119; İbn Huzeyme, 393.
[22] İbrahim b. Ömer b. Hasan er-Ribat b. Ali b. ebî Bekr el-Bikâ'î, Ebu'l-Hasan Burhanuddin. Tarihçi ve edebiyatçıdır. Aslı Suriye'deki Bika'dandır. Şam'da ikamet etti. Kudüs ve Kahire'ye gitti. Şam'da vefat etti. Onun Unvanu\:Zeman fi Teracimi'f-Şuyûb ve'l-Akrân, bu eserin muhtasarı olan Unvânu'l-Unvân, Esvâkul-Esvâk (bu, MesâriVl-Uşşâk adlı eserin ihtisarıdır) ei-Bâba fi İlmeyi'l-Hisâb ve'l-Misâba, Abbaru'l-Cilâdfi Fethi'l-Bilâd, Na^mu'd-Durer fi Tenasubi'l-Âyâii pe's-Suver, Be^lı/n-Nushi ve's-Şefaka li't-Ta'rİf bi Subbeti Varaka adiı eserleri vardır. Jş'âru'l-Vâ'î bi Eş'âri'l-Bikâ't adını verdiği bir şiir divanî da vardır. Hicri 8ö3 yılında vefat etmiştir. (el-Alâm, 1/56)
[23] Osman b. Abdİrrahman b. Osman b. Musa b. ebî Nasr, İmam, allâme, İslam'ın müftüsü. Takİyyuddİn, Ebu Atat b. Salahiddin Ebu'l-Kasım, en-Nasri. Dedesi Ebu Nasr'a nisbet edilmiştir. Kürt asıllı ve Şehrezur'ludur. Musul'da yetişmiştir. Dimaşk'ta kalmış ve orada vefat etmiştir. 577 yılında Şehrezur'da doğdu. Babası tarafından yetiştirildi. İbn Hallİkan şöyle der: ''Tefsir, hadîs ve fıkıhta çağının fazileflİ kişilerinden birisiydi." îbnu'l-Hâcib de, "Muttaki, alulk, ahlâklı, usul ve fümda çok bilgili bir imamdır" demiştir. Onun "Ömrümde, küçük günah bile işlemedim" dediği rivayet ediür. Eserleri arasında şunlar vardır: Muşkilu'l-Vesit (bü;Hik boy bir cilt), Kitabu'J-Fetâva (çok faydalıdır), Ul/mu'I-Hadis, Kitaba Edebi'I-Mufti ve'I-Musteftî. Dimaşk'ta Havarizmiyyc hisarında, altı yüz kırk üç yılında, Rabiuİ-ahir ayında vefat etmiştir. (İbn Kâdi Şuhbe, et-Tabakat, 11/113, 114, 115; es-Subki, Tabakâtıı'ş-Şâfi'iyye, V, 137; Vefyatu'l-A'yân, 11/408; İbn Hidayetillah, et-Tabakat, s.84; el-Bidaye ve'n-Nikaye, XIII/168)
[24] Kesir b. Murra el-Hadramî, Ebu'I Kasım er-Rehivî. Sonra Humuslu olmuştur. Tabmndandır. Hz. Ömer ve Mu'az'dan rivayette bulunmuş, kendisinden de Halid b. Ma'dan ve Yezid b. ebî Habib hadis rivayet etmiştir. Iclî onun güvenilir olduğunu söylemiştir. Ebu Mushir'e göre o, Abdulmeük'in halifeliği sırasında vefat etmiştir.
[25] Fe!hu'/-Bârrtl/1&.
[26] Sa'îd b. Sinan el-Burci eş-Şeybanî Ebu Sinan el-Kûfî el-Asğar. Kazvin'de oturmuştur. Tavus ve ed-Dahhak'tan hadis rivayet etmiş, ondan da es-Sevrî rivayette bulunmuştur. İbn Main ile Ebu Hatim, onun güvenilir olduğunu söylemiştir. 160 yılından Önce ölmüştür, {el-Hulasa, 1/318)
[27] Muhammed b. Ah b. Vehb b. Muti b ebî't-Taaü'l-Kuşeyri, şeyh, imam, Şeyhülislam Takiyyuddin Ebu'1-Feth b. Mecdiddin el-Menfeluti el-Mısri îbn Dakiki'1-İyd, 625 yıhnın Şaban ayında doğdu. Babası Maliki mezhebindendi. Şeyh îzzuddin b. Abdisselam'dan ders aldı ve iki mezhebi İnceledi. İbn Kesir, Tabakafinda: "Zamanının âlimlerinden birisiydi, hatta onların en üstünü, en âlimi, en dindarı, en müttakisİ ve en zahidiydi, ilerlemiş yaşma ve idarecilikle vazifesine rağmen, gece gündüz ilimle uğraşırdı" demiştir. Meşhur kitapları vardır. Birçok ilimde, özellikle hadis ilminde üstündü. Akranlarını ve zamanındakileri geride bırakmıştı. Çeşitli yerlerden ona Öğrenciler gelirdi. İlmi, takvası ve zühdü konusunda İttifak hasıl olmuştur. Eserleri arasında, hadis konusunda, el-llmam\ vardır. Bu kitabı temize çekmeden vefat etti. Kitabu'l-lmam da onundur. Bu, büyük ve önemli kitap el-İlmam\n
serilidir. 702 yılının Safer ayında vefat etmiştir. Dakîku'1-îyd, dedesi oian Vehb'in lakabıdır. (İbn Kadı Şefabe, et-Tabakat, 11/229-231; el-İsnevi, et-Tabakat, s.336; es-Subkî, et-Tabakat, Yl/2;Fevâtu'l-Vefeyât,ll/2AA)
[28] Zİyad b. el-Munzİr eİ-Hemdanî -nisbesinİn es-Sekafî veya en-Nehdî olduğu da söylenmiştir- Ebu'l-Carud el-Kûfi* cl-A'nıâ. Ebu Bürde ve el-Hasan'dan hadis rivayet etmiştir. Mervan b. Muaviye, Muhammed b. Sinan el-Avaki ve bazı kişiler de ondan hadis rivayet etmiştii". İbn Main onun hakkında "Kezzab (yalancı)dır" demiştir. Nesâî ve başkaları, onun metruk olduğunu söylemişlerdir- İbn Hibban şöyle demiştir: "O, Rafİ2İ" idi. Fezail ve mesalib (iyi ve kötü ameller) hakkında hadis uydururdu. ed-Darakutnî: "O, Munzir b. Ziyad'dır ve metruktür" demiştir. Başkası da şöyle demiştir: "Carudiyye (fırkası) ona nisbet edilir. Onlar şöyle derler: Ali, Sahabe'nin en faziletlisidîr. Ebu Bekr ve Ömer'den beri (uzak) olduklarını ve imametin, Faüma'nın çocuklarına (onun soyundan gelenlere) has olduğunu iddia ederler. Bazıları da, ric'at (Hz. Ali'nin kıyametten önce geri geleceği) görüşünü kabul ederler ve mut'a nikâhını mubah görürler." (Mi^anu'l-Vtidal, 11/93)
[29] Yahya b. Main b. Avn el-Gatafani Ebu Zekeriyya el-Bağdadî, hafız ve büyük imam. Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: Yahya'nın bilmediği hiçbir hadis hadis değildir. İbn ebî Hayseme: 233 yılında Medine'de Öldü. Hz. Peygamber'in taşındığı salla taşındı. Onun huzurunda, "Resûlullah (sa)isıllahu aleyhi vcscllcm) hakkında yalan söylenmesine engel olan kişi!" diye seslenildi. (e/-Hutâsa, 111/161)
[30] Abdulaziz b. Mervan b. el-Hakem b. ebî'l-As b. Ümmeyye Ebul-Asbağ: Mısır'ın emiridır. Medine'de doğmuştur. Hicri 65 yılında babası adına Mısır'da görev yapmıştır. Hilvan'a yerleşti ve orayı çok beğendi. Orada evler ve mescitler yaptırdı. Üzüm bağlan ve hurmalıklar oluşturdu. Orada vefat etti. O, halife Ömer b. Abdilaziz'in babasıdır. Hicri 85 yılında vefat etmiştir. (ef-A.'lam, IY/28).
[31] Ebu Davud, el-Merasil, 81 hadis no. 20. Suyuti, e/-Cami'u'I-Kebir'de eş-Şa'bî'nin mürsel rivayeti olarak zikretmiş ve Ziyâu'I-Makdisi'ıım e?-Muhtâtv'sme nisbet etmiştir.
[32] Ahmed, Müsned, m/200; îbn ebî Şeybe, EK/68 (Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, İÜ/28).
[33] Buhârî, IV/337 (2049).
[34] Hanzala b. ebî Amir b. Sayfı b. Malik b. Umeyye b. Dubey'a b. Zeyd b. Avf b. Amr b. Avf b. Malik b. el-Evs b. Harise el-Ensâri el-Evsî. Melekler tarafından yıkanan kişi diye meşhurdur. Babası, Cahilİyye'de Rahip diye tanınıyordu. Adı Amr idi. Abdu Amr da denilmektedir. O, ba's (öldükten sonra dirilmek) ve Hanifıîikten bahsederdi. Peygamber (sallallahu aleyhi vcscllcm) gönderilince, haset edip karşı koydu. Medine'den çıktı. Uhud savaşında Kureyş'in yanında yet aldı. Sonra Kureyş'le birlikte Mekke'ye döndü. Daha sonra Bizans'a gitti. Hicretin dokuzuncu yılında orada Öldü. Onuncu yılda öldüğü de söylenmiştir. Herakliyus onun mirasını, Kinane b. Abdiyâleyl es-Sekafi'ye verdi. Oğlu Hanzala iyi bir müslüman oldu. Uhud'da şehit edildi. Mağazİ sahipleri bu konuda ihtilaf etmemişlerdir.
[35] Câbir b. Zeyd el-Ezdi Ebu'ş-Şa'sâ el-Cevfî el-Basrî. Fakihtir, imamlardandır. İbn Abbas'tan ve pek çok kişiden, iUu'aviye ve Ömer'den rivayette bulunmuştur. Katâde, Amr b. Dinar, Eyyub ve bazı kişiler de ondan rivayette bulunmuştur. İbn Abbas şöyle demiştir: O âlimlerdendir. Ahnıed, "93 yıhnda öldü" demiştir. İbn Sa'd, 103 yılında öldüğünü söylemiştir. (el-Hulâsa, 1/156)
[36] MiishmJ'edaifu's-sababe, ÎV/1961 (206,253); Ebu Davud, 2925; Ahmed, Müs/ıed, 1/190; Beyhakî, Sünen, YI/262; Abdurrezzak, 10437; Taberanî, el-Kebtr, XI/2S2; Hâkim, H/220; Dârimî, 11/243.
[37] Buhârî, X/517 (6083); Müsümjedaik's-sababe, 205 (2528).
[38] Yukarıda "ahid" diye tercüme edilen kelimenin Arapçası "hılf dır. (Mütercim)
[39] Mutayyebun: Beş kabile ismidir: Abdumenaf, Benu Esed, Benu Teym, Benu Zuhre ve Beııu Hârİs. (Mütercim)
[40] Ahmed, Müsned, 1/325; Heysemî, MeWda (11/15) zikretmiş ve Taberânî'nin M. KebîA ile Bezzâr'a nisbet ederek, "Havileri Sabîb ricalidir demiştir.
[41] Süveyd b. Sabit b. Hâlid b. Ukbe el-Evsî. îbn Şahin onu zikreder ve şöyle der: "Onun müslüman olup olmadığında şüphe vardır." Ekra Ömer (bin Abdilberr) de şöyle demiştik "Onun İslam'a girip girmediği konusunda başkaları gibi ben de şüphe etmekteyim." (Jsâbe, m/189)
[42] Kelime için bkz. Umnu'l-Arab, 1/607.
[43] Suyuti, Dürr, 4/2 -Beyhaki, Delâil.
[44] Nihaye 5/221
[45] Nihaye 5/94.
[46] Tirmizi, 4/286 (1854). "Hasen sahih garib bir hadistir".
[47] Ebu Ubeyd, Tütabu'l-'Emvalİsimli eserinde şöyle demiştir: Bana Yahya b. Abdiîlah h Bükeyr ve Abdullah b. Salih bildirdiler: Bİze el-Leys b. Sa'd bildirdi: Bana Ukayl b Hâlid, Ibn Şihâb'dan onun şöyle dediğini bildirdi:
Bana Resululah'ın (sallallahu aleyhi vesellem)'in yazdığı şu mektup ulaştı: ıcBu mektup (vesika), Nebi ve Allah'ın, Kureyşliler, Yesrib (Medine)'liler, onlara tâbi olanlar, katılanlar ve onların yanına yerleşip kendileriyle birlikte savaşanlar arasmda resul olarak gönderdiği Muhammed'dendir. Onlar, diğer insanlar dışında bir ümmettirler. Kureyş'in muhacirleri kan diyetlerini -Buradaki "rabâ'ûiihim" kelimesini İbn Bükeyr "reb'âtihîm" şeklinde kaydetmiştir. Ebu Ubeyd der ki: Bizsm İndimizde mahfuz olan lafız, "rQbâ'atihim"dîr-kan diyetlerini, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında ödemeye iştirak ederler. Ve her taife esirlerini, mü'minİer ve müslümanlat arasında bilinen mutad esaslara ve adalet ilkelerine göre fidye ödemeye iştirak ederek kurtaracaklardır. Benu Avf, kan diyetlerini ödemeye, kendi âdetleri doğrultusunda evvelki kaidelere uyarak ödemeye ve her zümre, esirlerinin kurtuluş fidyesini mü'minler arasında mevcut belirli esaslara ve adalet hükümlerine göre iştirak edeceklerdir. Benu Haris b. Hazrec, kendi aralarında âdet olduğu üzere evvelki kaidelere göre kan diyetlerini ödemeye katılırlar ve her zümre, savaş esirlerinin kurtuluş fidyesini mü'minler arasında hakim olan belirli esaslara ve adalet ilkelerine göre ödemeye iştirak ederler. Benu Sâide, kendi aralarında âdet olduğu üzere evvelki kaidelere göre kan diyetlerini ödemeye katılırlar ve her zümre, savaş esirlerinin kurtuluş fidyesini mü'minler arasında hakim olan belirli esaslara ve adalet ilkelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir. Benu Ceşem, kendi aralarında âdet olduğu üzere evvelki kaidelere göre kan diyetlerini ödemeye katılırlar ve her zümre, savaş esirlerinin kurtuluş fidyesini mü'minler arasında hakim olan belirli esaslara ve adalet ilkelerine göre Ödemeye İştirak edeceklerdir. Benu Neccat, kendi aralarında âdet olduğu üzere evvelki kaidelere göre kan diyetlerim ödemeye katılırlar ve her zümre, savaş esirlerinin kurtuluş fidyesini mü'minler arasında hakim olan belirli esaslara ve adalet ilkelerine göre Ödemeye iştirak ederler. Benu Amr b. Avf, kendi aralarında âdet olduğu üzere evvelki kaidelere göre kan diyederini ödemeye katılırlar ve her zümre, savaş esirlerinin kurtuluş fidyesini mü'minler arasında hakim olan belirli esaslara ve adalet ilkelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir. Benu Nebît, kendi aralarında âdet olduğu üzere evvelki kaidelere göre kan diyetlerini ödemeye katılırlar ve her zümre, savaş esirlerinin kurtuluş fidyesini mü'minler arasında hakim olan belirli esaslara ve adalet ilkelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir. Benu Evs, kendi aralarında âdet olduğu üzere evvelki kaidelere göre kan diyetlerini ödemeye katılırlar ve her zümre, savaş esirlerinin kurtuluş fidyesini mü'minler arasında hakim olan belirli esaslara ve adalet ilkelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir. Mü'minler, kendilerinden olan hiç kimsenin, ağır mali yükümlülükler altında kalmasına kayıtsız kalmayacaklar, kurtuluş
fidyesini ve kan diyeti gibi borçlarının ödenmesine, bilinen esaslara göre vardımcı olacaklardır. Takva sahibi mü'mmler kendi aralarında mütecavize veya haksız bir fiili tasarlayan yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veya mü'minler arasında fitne çıkarmaya yeltenen kimseye karşı koyacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır. Hiçbir mü'min, bir kâfir için bir mü'mini öldüıernez ve mü'min aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez. Mü'minler, sair insanlardan ayrı olarak birbirlerinin mevlası (dostu, yardımcısı) durumundadırlar. Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramaksızın ve aleyhlerine yardımlaşmaksızm yardım ve destecimize hak kazanacaklardır. Mü'minlerin barışı birdir. Hiçbir mü'min, Allah yolunda girişilen bir savaşta diğer bir mü'mini hanç tutarak barış anlaşması yapamaz. Ancak o anlaşma mü'minler arasında eşit ve adil şartlarla yapılırsa o başka. Harbe katılan her birlik, birbiri ardından gaza edecektir. Takva sahibi mü'minler buna en güze! ve sağlam bir şekilde uyacaklardır. Hiçbir müşrik, bir Kureyşlinin malını himaye edemez ve hiçbir mü'min aleyhine onlara yardım edemez. Kim bir mü'mini öldürürse, Öldürülenin velisi kan diyeti konusunda rıza göstermedikçe, kısas hükmüne tabî olur ve bu durumda bütün mü'minler ona karşı dururlar. Bu sabifenin ihtiva ettiği hükümleri kabul eden, Allah'a ve ahıret gününe inanan hiçbir mü'minİn bir katile yardım etmesi ve ona sığınacak bir ver temin etmesi helal olmaz. Kim ona yardım veya sığınacak bir yer temin ederse, kıyamet gününe kadar Allah'ın lanet ve gazabı onun üzerine olsun. O kimsenin ne tevbesi, ne de bir fidyesi kabul edilmeyecektir. Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir konuda hüküm Allah'ın (celle celâluhu) ve Resul'ündür (salblbhu aleyhi vcscllcm). Yahudiler, mü'minler harp halinde bulundukları sürece onlarla birlikte harcamalara katılacaklardır. Benu Avf yahudilerinın kendileri ve azatlıları, mü'minlerden bir ümmettirler. Yahudilerin dinlen kendilerine ve mü'minİerin dinleri de kendilerinedır. Ancak kini bir zulüm veya cürüm işlerse, o sadece kendisine ve aile efradına zarar vermiş olur. Benu Neccar yahudilerİ de Benu Avf yahudilerİ gibi aynı haklara sahiptirler. Benu Haris yahudileri de Benu Avf vahudileıi gibi aynı haklara sahiptirler. Benu Ceşem yahudileri de Benu Avf yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. Benu Evs yahudileri de Benu Avf yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. Benu Sâ'ide yahudileri de Benu Avf yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. E,vs yahudileri de Benu Avf yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. Fakat zulüm işleyen, ancak kendi nefsine ve aile fertlerine zarar vermiş olur. Bunlardan (zikredilen Yahudi kabilelerinden) İliç kimse, Muhammed (sallallahu aleyhi vcsellem)'in İzni olmadan (savaşa) çıkamaz. Bu sahifede zikredilen kimselere karşı onlar kendi aralannda yardımlaşacaklardı. Onlar, kendi aralarında birbirlerine nasihatta ve mazluma yardımda bulunacaklardır. Medine'nin içi, bu sahifede zikredilenler için harem (dokunulmazlık) bölgesidir. Bu sahifede zikredilenler arasında zuhurundan fesada sebebiyet vermesinden endişe duyulan konular hakkında hüküm Allah'a ve peygamber Muhammed (sallallahu aleyhi vcsc!lem)'e aittir. Bu sahifede zikredilenler, Yesrib'e saldıranlara karşı kendi aralannda yardımlaşacaklardır. Onlar (müslümanlar) yahudileri, kendi müttefikleri olan kimselerle sulh yapmaya davet ettikleri zaman onlar bu kimselerle sulh yapacaklardır. Onlar da bizi aynı şeyi yapmaya davet ederlerse, mü'minler. de onlara karşı aynı sorumluluğa sahiptir. Ancak dine karşı savaş açanlar bundan müstesnadır. Taraflardan herbiıi, kendi payına düşen harcamaları karşılamakla yükümlüdür. Evs yahudilerinin kendileri ve azatlıîan, bu sahifede zikredilen muhsin ve iyilik sahibi kimselerle (hak ve sorumluluklarda) birliktedirler. Benu Şatba, Cüfne'uin bir koludur, Şüphesiz iyilik, kötülükle bir değildir. Binaenaleyh kim bir cürüm işlerse, onu ancak kendi aleyhine işlemiş olur. Allah, bu sahifede zikredilen hükümleri en doğru ve iyi şekilde yerine getirenlerle beraberdir. Bu mektup (vesika), zalim ve cürüm işleyen kimselerce bunlara verilecek cezanın arasına) girmez (buna engel olmaz). (Bu sahifede zikredilenlerden savaşa) çıkan kimse emniyettedir. (Savaşa çıkmayıp da Medine'de) oturan kimse de emniyettedir. Ancak zulüm ve cürüm işleyenler bundan müstesnadır. Bu sahifeye en iyi ve en mükemmel şekilde riayet edenler (himajre edileceklerdir).
Ebu Ubeyd der ki: (Yukarıda geçen) "Bcnu Fulân ala rabâ'atihim" cümlesindeki "rabâ'a" kelimesi, kan diyetleri demektir. Bazan da kavminin işlerini (sorumluluğunu) yüklenen ve emirlere niyabeten temsilci olarak (bir yere giden) kimse için "fulânun ala rabâ'ati kavmini" denir. "İrtne'l-mü'mirîne lâ yetrukûne mufrahan..." sözündeki "tnuf rah", ağır borç altında olan demektir. "Ağır mali yükümlülükler aitında kalmasına kayıtsız kalmayacaklar" cümlesinin anlamı şudur: Eğer böyle bir kimse esir bulunuyorsa, esaretten kurtarılacaktır. Eğer sehven bir cinayet işlemişse (adam öldürmüşse) onun yerine kan diyetini Ödeyeceklerdir. "Hiçbir müşrik, bir Kureyşlinin malını himaye edemez" sözünden maksat, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vcscllcm)'in kendileriyle mütareke yaptığı yahudilerdır. Yani kendileriyle yapılan mütareke gereğince Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vcsdlcm)'in düşmanlarının mallarını koruyamayacak ve O'na karşı düşmanlarına yardım edemeyeceklerdir. "Ve men i'tebata mü'minen kütlen fe huve kûd" sözündeki "İ'tibat", haksız yere, kanı haram kılınmışken öldürmesi demektir. Aslen develer hakkında bu kelime, hastalığı olmadığı halde devenin kesilmesi anlamını İfade eder. "İllâ en yerdâ evliyâu'l-maktûl bi'l-akl" cümlesi ile Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellcm), katilden diyet veya kısas isteme konusunda maktulün velilerini muhayyer bırakmıştır. Bu, bir başka hadîsinde ifade ettiği şu husus gibidir: "Kimin bir yakını Öldürülmse, o kişi şu iki şıktan birini seçebilir: Dilerse (katili) öldürür, dilerse (katili öldürmeyip, ondan) diyet alır," Bu hadis, "Kasten öldürmede maktulün diyetini ödeme durumunda bulunan kimsenin (âkil) rızası olmadan ve onunla sulh yapmadan maktulün velîsi diyet alabilir" diyenlerin bu görüşünü reddetmektedir. "Ve IS yehlllu İİ mü'minin en yensura muhdisen ev yüevvîhi" sözündeki "muhdis", Allah'ın hadlerinden birisinin tatbikini gerektiren bir suç işleyen kimsedir. O halde böyle bir suç İşleyen kimseye gereken cezayı uygulamaya hiç kimse mani olamaz. Bu da Resulullah'm, bir başka hadisinde ifade ettiği şu hususa benzemektedir: ':'Allah'ın hadlerinden birisinin uygulanması konusunda kimin şefaati (aracılığı) araya girerse, o kimse Allah'ın emrine muhalefet etmiş olur." Yİne bu metindeki, "lâ yukbel minhu sarfım vela adlun" cümlesinde geçen "sarf" ve "adi" kelimeleri hakkında bize Huşeym, adını zikrettiği (ve fakat benim unuttuğum) bir adam vasıtasıyla MekhûTün şöyle dediğini rivayet etti: "Sarf, tevbe; adi ise fidye demektir."
Ebu Ubeyd der ki: Bu açıklama bana, "Sarf farz, adi ise tatavvu'dur" diyenin bu sözünden daha makbuldür. Çünkü Allah Teala "Ondan fidye kabul edilmeyecektir" (Bakara 48) buyurmaktadır. Şu halde, birşey için fidye olarak verilen her şey, onun adli demektir. "Enne'l-yehûd yunfikûne ma'a'l-mü'minîne mâdâmû muhâVİbîn" cümlesinde geçen "nafaka" (harcama), Özellikle savaş durumu İçin söz konusudur. Burada Hz. Peygamber, onlara, düşmanlarına karşı kendisine yardım etmelerini şart koşmuştur. Hz. Peygamber'in, ancak savaş harcamaları konusunda şart koştuğu biçimde mü'minlerin yanında savaşa katıldıkları zaman Yahudilere ganimetten pay verdiğini görüyoruz. Eğer böyle olmasaydı, yahudiler için müslümanlarm ganimetlerinden pay verilmezdi. isl-'Emvâl, 193-197)
[48] Ahmcd b. Hanbel, Müsmd, 11/346; İbn Adiy, ef-Kâml, IH/2221; el-Muttakî el-Hindî, el-Ken^, 1347.
[49] Fetbu'I-Bâfi,\7275.
[50] Metinde böyle geçmektedir. Doğrusu İbn Abbas olmalıdır. (Mütercim)
[51] Buhârî, Sabîh, III / 237 ; Beyhaki, Sünen, X/163
[52] Fefto'fââri, 11/351.
[53] Te^kiratulMevdıYât, 224.
[54] er-Râzî bu surenin sebeb-i nüzulü ile ilgili olarak şunları söylemiştir: Bu konuda birçok görüş vardır:
1. Müşriklerin sordukları somlar sebebiyle indirilmiştir. Dahhak anlatıyor: Müşrikler, Amir b. et-Tufeyl'i Nebi (sallaüakı aleyhi vcscllcm)'e gönderdiler ve şöyle
dediler:
"Bizi parçaladın, tanrılarımıza sövdün, atalarının dinine muhalefet ettin, {bu iddialarından vazgeçmen İçin) fakir isen seni 2engin yapalım, delirdiysen tedavi ettirelim bir kadına âşık olduysan o kadını sana nikahlıyaiım." Bunun üzerine Allah Resulü (sallallahu aleyhi veseflem) şöyle cevap verdi:
"Fakir de değilim, deli de değilim, âşık ta değilim. Ben A.llah 'in Resulüyüm ve sikleri putlara değil de A.llah 'a ibadet etmeye çağırıyorum. "
Yahudiler ikinci bir şahsı gönderdiler ve, "Mabudunun cinsinin, altından mı yoksa gümüşten mi" olduğunu sormasını istediler. Bunun üzerine Allah, İhlas Sûresini indirdi. "360 tane put bizim ihtiyaçlarımızı gideremezken bir tane ilâh nasıl bütün mahlûkaün ihtiyaçlarını karşılar" dediler. Bunun üzerine de Saffat Suresi 1-4. âyetler indirildi. "Saf, saf dizilmişlere, toplayıp sürenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilahınız bir tek ilahtır."
Bir başka şahsı göndererek, "Allah'ın fullerini açıklamasını iste" dediler. Bunun üzerine de, "Şüphesiz ki sizin Rabbiniz yeri ve gökleri yaratandır..." (Yunus, 3) mealindeki âyetindi.
2. Bu âyetler Yahudilerin soruları sebebiyle inmiştir. İkrime, İbn Abbas'tan şöyle rivayet etmiştir:
Yahudiler yanlarında Ka'b b. Eşref olduğu halde Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vcsellcm) geldiler ve şöyle dediler:
"Ey Muhammedi Bütün mahlukatı Allah yarattı. Peki Allah'ı kim yarara?" Bunun üzerine Resûlullah çok kızdı. Cebrail indi; "Şefkatli, merhametli ol ey Muhammedi" diyerek Hz. Peygamber'i sakinle ştırdi. Cenab-ı Allah da (İhlas Suresi'nin birinci âyeti olan): "De ki: 0 Allah birdir" âyetini indirdi. Peygamber Efendimiz inen âyeti Yahudiler'e okuyunca şöyle dediler.
"Rabbini bize anlat pazuları nasıl, kollan nasıl?"
Peygamberimiz bu defa birincisinden daha fazla kızdı. Bunun üzerine de Cebrail: L*j ajli %~ Ûi\ Ujli "(Yahudiler!) Allah'ın kadrim hakkıyla takdir edemediler..." (En'am, 91) mealindeki âyeti getirdi.
3. Hıristiyanların sordukları soru sebebiyle inmiştir. Atâ, İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmiştir.
Hz. Peygamber'e Necran'dan bir heyet geldi ve şöyle dedi:
"Bize Rabbini anlat! Zeberced midir, yakut mudur, altın mıdır, gümüş müdür?" Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
"Rabbim dediklerinizden hiçbirine bensgmesr. Çünkü kainattaki her şeyin yaratıcısı O'dur." Bunun üzerine; "De ki: Allah birdir" mealindeki (İhlas Suresi 1) âyet İndİ. Necran heyetindekiler "O bir, sen de birsin" dediler. Hz. Peygamber, "O'nun benleri yoktur" dedi. "Başka sıfatlarını söyle!" dediler. Hz. Peygamber, "Bütün mahlukat ihtiyaçları konusunda O'na muhtaçtır" buyurdu. "Başka sıfatı var mı?" denilince; "(Meryem gibi) doğurmamış, (İsa gibi) doğmamıştır. (Yaratılmış olan hiçbir şey) kendisine benzer bir denk değildir" âyetleri inmiştir. (Râsj Tefsiri, 32/161)
[55] er-Râzî anlatıyor: Meşhur bir hadiste, "Bu sureyi okumanın Kur'an'ın üçte birine okumaya denk olduğu" haber verilmiştir. Kur'an-l Kerim'de; ibadet, şeriat ve Allah'ın zatı ve sıfatlarıyla ilgili âyetler vardır. Bu sure, Allah'ın zatiyla ilgili bilgileri içermektedir. İçeriği ile bu sure Kur'an'ın üçte birine denk olmuştur. Kâfinin Suresi ise Kur'an'ın dörtte birine denktir. Çünkü Kur'an'daki âyetler; ya bir şeyleri yapma3'i veyahut terk etmeyi ifade eder. Bu işler de ya kalple yapılır veya organlarla. Böylece dört çeşit iş karşımıza akar. Kâfirim Sûresi de kalben terk edilmesi gereken fullerden bahsettiği İçin gerçek manâda Kur'an'ın dörtte birine denktir. Bu cihetle Kâfirim ve İhlas Sureleri müşterektir. Her ikisi de kalbin, Allah dışında her şeyden beraetİni ifade etmektedirler. Her ikisi de kalbin Allah dışında her şeyden kurtarılmasını ve sadece Allah ile meşgul edilmesini ifade etmektedirler. (er-Rizî Tefsir 32/192)
[56] Bu olayı es-Suyuti, Dürrisimli eserinde (2/57) zikretmiştir. Bu nakli İbn İshak, İbn Cerir, İbnu'l-Münzir, İbn ebî Hatim ve Ebu'ş-Şeyh'c dayandırmıştır.
[57] Suyûü, ed-Dün'dt 2/105 bunu zikretmiş ve İbn İslıak, İbn Cerir, İbnu'I-Münzii ve İbn ebî Hatim'e dayandırmıştır.
[58] Hadisi Ahmed b. Hanbel tahrıc etmiştir. 1 /2/8
[59] el-Heysemi, Meana' isimli eserinde (8/244) bunu zikretmiş, iki senetle Alımed, el-Bczzat* ve Taberânî'ye dayandırmış ve senetlerin birindeki Amir b. Müdrik'i İbn
Hibban'in güvenilir, diğerlerinin ise zayıf kabuî ettiğini, diğer ravîlerin ise güvenilir kimseler olduğunu söylemiştir. Öteki rivayetin senedindeki Atâ b. es-Sâib ise ihtilat etmiştir (hafızası bozulmuştur).
[60] Ahmed, el-Müsned, 4/240; et-Taberani, el-Kebir, 1/'43; el-Hakîm, el-Müstedrek, 4/351; Ebu Nuaym, e!-Hilye, 5/98; el-Beylıakı, Delâit, 6/268.
[61] Müslim, 1/252 (314-315); Beyhaki, 1/169; Taberâm, el-Kebir, Y/88; Ebu Nuaym, 1/351.
[62] Hakem b- Zuheyr el-Fezarî el-Kûfî. Bu ravinin; İbn Main, "güvenilir olmadığını", Buhârî ise münker hadîsler rivayet ettiğini ve tcrkedilmesi gerektiğini, söylemişlerdir. 180 yılına kadar yaşamıştır. (Mı^anu'l-Î'tidal, 1/571).
[63] Suyuti ed-Düır isimli eserinde şöyle demiştir: Said b. Mansur, d-Bezzar, Ebu Ya'Ia, İbn Cerir, Ibnu'l-Münzir, İbn ebi Hatim, ed-Duafa smda el-Ukayii, EbuVŞeyh, el-Hâkım -ki sahih olduğunu söylemiştıı*- İbn Murdeveyh, Ebu Nuaym, Delai/dc Beyhaki, Câbir b. AbdiHah'ın (radıyallahu anlı) şöyle dediğini rahric etmişlerdir:
Bir Yahudi, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'e geldi ve: "Ey Muhammedi Yusuf (aleyhisselâm)'ın, rüyasında kendisine secde ederken gördüğü yıldızlatın isimlerini haber ver!" dedi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vcselleın) sustu, cevap vermedi. Cebrail geldi ve kendisine yıldızların isimlerini haber verdi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Yahudiyi çağırttı ve: 'İsimlerini haber verdiğimde islam'ı kabul edecek misin?" dedî. Yahudi: "Evet" deyince Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): "Harsâ/ı, Tank, Zeyjal, Zü'l-Kefetan, Kabis, Dennan, Hevdan, Felik, Mu^abbab, Daruh, Fetih, Dıya ve Nur. Yusuf (akyhisselâm) bunları gökyüzünün ufkunda kendisine secde ederken gördü. Yusuf (akyhisselâm) olayı babası Yakup (akybmdâm) 'a anlattığında H%. Yakup (akyhisaelâm): <Bu sonradan Allah 'm sende cem edeceği müjdeli bir iştir> dedi" buyurdu. Bunun üzerine Yahudi: "Allah'a yemin ederim ki doğru. İsrail kaynaklarında da bu şekilde geçmektedir" dedi. (Dürr, s. 306).
[64] Müslim; 1327; Ebu Davud; 4442; İbn Mace; 2555-2557; Ahmed, el-Müsned, IY/286; Taberâtıi, el-Kebir, YI/150.
[65] Buhârî,X/232(5763)
[66] Buhâri, X/243 (5765)
[67] Buharı, VII/177, İbn Mâce, 261.
[68] Kudye, balta işlemez kalın, sert kaya parçasıdır. Kuyuyu kazan kimse ona ulaştığı zaman artık âlet İşlemez, kazma işlemi durur. (Nîbâye, 4/156).
[69] Buhârî, 7/154; Müslim, cibad, 116; Ahmed, Müsned, V/203; Abdürrezzak, 9784; Taberânî, e/-Kebir, VI/68.
[70] Ebu Nuaym, Delâil;\l\ 9; el-Kurtubî, VII/320.