HZ. PEYGAMBER'IN (SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM) SAVAŞLARI 6

1- Bölüm.. 6

Savaşa İzin Verilmesi; Ehl-i Kitap ve Müşrikleri Affetme Emrinin Neshedilmesi 6

Mülâhaza. 9

2. Bölüm.. 9

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Bizzat Katıldığı Savaşlar Ve Kaç Tanesinde Fiilî Çatışmaya Girdiğine Dair İhtilâf 9

Mülâhazalar 10

3- Bölüm.. 12

Ebvâ (Veddân) Gazvesi 12

4- Bölüm Buvât Gazvesi 13

Mülâhaza. 13

5- Bölüm.. 13

Sefevân Veya Küçük Bedir Gazvesi 13

Mülâhaza. 13

6- Bölüm.. 14

Uşeyre Gazvesi 14

7- Bölüm.. 14

Büyük Bedir Savaşı 14

Âtike Binti Abdulmuttalib'in Rüyası 15

İblis'in Kureyşlilere Surâka b. Mâlik Suretinde Görünmesi 17

Cuheym b. Sait'in Rüyası 18

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Medine'den Hareketi 18

Medine'ye Yaklaşan Ebû Süfyan'ın Resûlullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Korkusu. 22

Bedir Harbinin Başlaması Ve Çatışmanın İyice Kızışması 25

Bedir Günü Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Dua Etmesi Ve Gökten Yardım Meleklerinin İnmesi 27

Bedir Günü Müslümanların Kullandıkları Parola (Şiar) 32

Savaşın Kızışması Ve Umeyr b. Humam'ın (Radîyallahu Anh) Öldürülmesi 32

Avf b. Hâris'in Öldürülmesi 33

Ebû Cehil'in Kendisine Bedduası 33

Allah'ın Düşmanı Ümeyye b. Halefin Öldürülüşü. 33

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Kâfirlere Çakıl Taşlan Atması 34

İslam Ümmetinin Firavun'u Ebû Cehil b. Hişâm Ve Diğer Müşrik Liderlerin Öldürülüşü. 36

Ebü Zâti'l-Keriş'ın Öldürülmesi 37

Ağaç Dalının Kılıca Dönüşmesi 37

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Tükürük Ve Elinin Bereketi 38

Müşrik Ordusunun Hezimeti 38

Kureyşii Kâfirlerin Bedir'e Çekilmesi Ve O Günde Meydana Gelen Mucizeler 39

Bedir Savaşının Sonucunu Müjdelemek Üzere Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Zeyd b. Hârise'yi Aşağı Medine'ye Ve Abdullah b. Ravâha'yı Da Yukarı Medine'ye Göndermesi 40

Ashabın Ganimetler Konusundaki İhtilafı 41

Esirler Konusunda Ashabın İhtilafı 42

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Medine'ye Hareketi, Ganimetlerin Dağıtımı Ve Bazı Esirlerin Öldürülmesi 43

Esirlerin Medine'ye Ulaşması 45

Bedir'-de Öldürülenlerin Haberinin Ailelerine Ulaşması Ve Ebû Leheb'in Ölümü. 46

Mekkelilerin Önce Ölülerine Ağıt Yakıp Ağlamaları, Sonra Bunu Yasaklamaları 47

Bedir Savaşının Sonucuna Necâşî'nin Sevinci 47

Kureyş Halkının Esirlerin Fidyesini Ödemek İçin Adam Göndermeleri 48

Bedir Savaşına Katılan Müslümanlarla Müşriklerin Sayıları 51

Bedir'de Şehit Düşen Müslümanlar 52

Bedir'de Öldürülen Ve Esir Düşen Müşriklerin Sayısı 52

Bedir Esirlerinden Daha Sonra Müslüman Olanlar 53

Mülâhazalar 54

Künyeler 73

Sahabelerin Bedir Gazvesi Hakkında Okudukları Şiirlerden Bazıları 74

8- Bölüm.. 78

Küdr'de Benîsüleym Veya Karkaratü'l-Küdr Gazvesi 78

Mülâhaza. 78

9- Bölüm.. 79

Sevîk Gazvesi 79

10- Bölüm.. 79

Necid Bölgesine Yapılan Gafatân Gazvesi 79

Mülâhaza. 80

11- Bölüm.. 80

Buhran Taraflarında Furû' Gazvesi 80

12- Bölüm.. 80

Benî Kaynukâ' Gazvesi 80

Mülâhazalar 82

13- Bölüm.. 82

Uhud Savaşı 82

Kureşlilerin Mekke'den Hareketi 83

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Rüyası 84

Resuılullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Uhud'a Hareketi 86

Allah'ın Düşmanı Abdullah b. Ubey'in, Ordunun Üçte biri ile Geri Çekilmesi 87

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Savaş Öncesi Hutbesi Ve Savaşa Hazırlık. 87

Müşriklerin Savaş Vaziyeti Almaları 88

Savaşın Başlaması Ve Çatışmaların Kızışması 89

Okçuların, Peygamber'in Yerleştirdiği Mevzilerini Terk Etmeleri Ve Bunun Acı Sonucu. 91

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Kararlılığı (Sebat Göstermesi) 92

Müşriklerin Kendisine Yaptıklarına Karşılık Resûlullah'm (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Büyük Ecre Nail Olması 93

Allah'ın, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) İle Birlikte Sebat Eden Müslümanlara Uyku Vermesi 97

Uhud'da Yardım Meleklerinin Gelmesi Ve Fiilen Savaşa İştirakleri 98

Kaçan Bazı Müslümanların Tekrar Resûlutlah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Yanına Dönmeleri 98

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem)  Allah'ın Düşmanı Ubey b. Halefi Öldürmesi 99

Osman b. Abdullah b. Muğire El-Mahzûmî'nin Öldürülmesi 100

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Dağın Eteğine Çekilmesi Ve Yarasını Tedavisi 101

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Dağın Yamacında Bir Kayanın Üzerine Çıkıp İnsanların Durumunu Gözetleme Arzusu  101

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Rabbinden Yardım Dilemesi 101

Sabit b. Vakş Ve Huseyl'in (Radiyallahu Anhuma) Öldürülmesi 102

Usayrım Amr b. Sabit b. Vakş'ın Öldürülmesi 102

Hanzala'nın (Radiyallahu Anh) Öldürülmesi 103

Kuzman'ın Öldürülmesi 104

Enes b. Nadr'ın (Radiyallahu Anh) Öldürülmesi 104

Şehitlerin Efendisi Hamza b. Abdüfmuttalib'in (Radiyallahu Anh) Öldürülmesi 105

Abdullah B. CaLIş'ın (Radiyallahu Anh) Öldürülmesi 107

Ebû Sa'd Hayseme B. Ebî Hayseme'nin (Radiyallahu Anh) Öldürülmesi 107

Mus'ab B. Umeyr'in (Radiyadahu Anh) Öldürülmesi 107

Hind Binti Utbe Ve Onunla Birlikte Olan Müşrik Kadınların Müslümanlara Misillemede Bulunup Bazı Organlarını Kesmeleri 108

Müşriklerin Mekke'ye Dönüşleri 108

Müslümanların Ölülerini Araştırmaları 109

ResûluLLah'in   (Sallallahu Aleyhi Defnedilmesini Emretmesi Vesellem)  Uhud  Şehitlerinin. 111

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Uhud Savaşından Sonra Yaptığı Dua. 112

Resûlullah'ın  (Sallallahu Aleyhi Vesellem)  Uhud'dan Medine'ye Hareketi 112

Münafıklarla Yahudilerin Müslümanların Başına Gelenlere Sevinip Eğlenmeleri 114

Abdullah  B. Ubey'in Hutbe Vermeye Kalkışması  Ve Müslümanların Onu Engellemeleri 115

Uhud Savaşı Hakkında İnen Âyetler 115

Uhud Savaşı Hakkında Müslümanların Söyledikleri Şiirlerden Bazıları 115

Ka'b b. Mâlik'in (Radiyallahu Anh) Şiiri: 120

Abdullah  b. Ravâha'mtl  (Radiyallahu Anlı)   Hamza'ya  (Tadçaoahu Anlı) Metsiyesi: 120

Mülâhazalar 122

14- Bölüm.. 132

Hamrâu'1-Esed Gazvesi 132

Mülâhazalar 136

15- Bölüm.. 136

Benî Nadir Gazvesi 136

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Muhammed b. Mesteme'yi Yahudilere Göndermesi Ve Yahudilerin Onun Getirdiği Mesajı Benimsemeleri 138

Yurtlarından Çıkmalarından Sonra Abdullah b. Ubey'in Kendilerine Adam Göndermesi 139

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Nadîr Oğullan Üzerine Yürümesi 140

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Hurma Ağaçlarının Kesilmesini Emretmesi 140

Benî Nadîr'in Yurtlarından Çıkışı 141

Yahudi Amr b. Su'dı nin Resûlullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Hakkında Görüşmeleri 142

Nadîr Oğullan Gazvesi İle İlgili Olarak Söylenen Bazı Şiirler 144

Mülahazalar 145

16- Bölüm.. 146

Bedrü'l-Mev'id (Önceden Kararlaştırılan Bedir) Gazvesi 146

Gazve Hakkında Söylenen Bazı Şiirler 147

Mülâhaza. 147

17- Bölüm.. 148

Dûmetu'l-Cendel Gazvesi 148

Hendek Savaşının Yapıldığı Yer 148

18- Bölüm.. 148

Mustalık Oğullan Gazvesi 148

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Müreysî'ye Hareketi 149

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Esirlerin Bağlanmasını Ve Ganimetlerin Dağıtılmasını Emretmesi 150

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Cüveyriyye İle Evlenmesi Ve Bunun Bereketli Sonuçlan. 150

Müminlerin Annesi Cüveyriyye Binti Hâris'in Rüyası 150

Geri Kalan Esirlerin Fidye Mukabili Serbest Bırakılmaları 151

Mustalık Oğullan Gazvesinde Abdullah b. Ubey'den Sadır Olan Nifak Belirtileri 151

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Sırtına Masaj Yapılması 152

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Veseilem) Münafıklardan Büyük Bir Zatın Ölümünü Bildirmesi, Kaybolan Devesinin Yerini Söylemesi Ve Bazı Münafıkların Söylediklerini Haber Vermesi 153

Resûlullah'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) At Ve Develeri Yarıştırması 154

Resûlullah'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Kadınlara Geceleyin Ansızın Baskın Yapılmasını Yasaklaması Ve Ashabından Bazılarının Başlarına Gelenleri Bildirmesi 154

Haris b. Ebî Dırar'ın Gelişi Ve Müslüman Oluşunun Nedeni 155

Mustahk Oğullan Gazvesinde İbn Ubey Hakkında Nazil Olan Âyetler 155

Mülâhazalar 155

19- Bölüm.. 157

Hendek Savaşı 157

Kureyş Ve Onlarla Birlikte İsimleri Geçenlerin Yola Çıkışı 158

Hendek Kazarken Müslümanların Söyledikleri Şiirler 159

Hendek Kazım Çalışmaları Sırasında Sert Bir Kayanın Ortaya Çıkmasıyla Yaşanan Olağanüstü Haller 160

Selman Demiştir ki: Ben, Bütün Bunların Gerçekleştiğini Bizzat Gördüm. 161

Hendek Kazma Çalışmaları Sırasında Çektikleri Açlıkla Birlikte Yaşanan Olağanüstü Haller 161

Resûlullah'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Elinin Bereketi 162

Bazı Münafıkların Müslümanlara Yardımdan Geri Durması 162

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Veseilem) Çocuk Yaşta Olanları Teftiş Etmesi 162

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Veseilem) Müşriklerle Savaşa Hazırlanması Ve Müşriklerin Medine'ye Ulaşmaları 163

Müşriklerin, Hendek Kazma İşleri Tamamlandıktan Sonra (Medine'ye) Ulaşmaları 163

Orduları Karşılarında Görünce Müslümanların İlk Söyledikleri Sözler 164

Kurayza Oğullan Yahudilerinin (Resûlullah Vesellem)’e Yaptıkları Anlaşmayı Bozmaları 164

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Gatafan İle Muahede Yapmak İstemesi 166

Ali b. Ebî Talib'in (Radiyallahu Anh) Amr b. Abdivüd El-Amirî'yi Öldürmesi 167

Müşriklerin, Müslümanları Hendeğin Her Tarafından Kuşatma Fikrinde Birleşmeleri 169

Bazı Müşriklerin Sa'd b. Mu'âz'a (Radiyallahu Anh) Ok Atmaları 169

Resûlullah'ın (Sallauahu Aleyhi Vesellem) Kaçırdığı Namazları Kaza Etmesi 169

Müslümanların Müşriklerden Ele Geçirdikleri Ganimetler 170

Müslümanların Sıkıntılarının Artması Ve Resûtullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Ahzâb'a   (Ordulara)  Beddua   Etmesi Allah'ın Müşrik Ordularını Savması Ve Nu'aym B. Mes'ûd'un Gelmesi 170

Müşriklerin Mağlup Olması, Allah Teâlâ'nın Üzerlerine, Onları Sarsan Kesici Soğuk, Rüzgar Ve Melekler Göndermesi 173

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem), Müşriklerle İlgili Haber Toplamak İçin Huzeyfe B. Yemân'ı (Radiyallahu Anh) Göndermesi 173

Düşman Orduları Ayrılınca Resûlullah'm Da (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Hendek Bölgesinden Çekilmesi Ve Artık Kureyşlüerin Kendisine Savaş Açamayacağını, Aksine Kendisinin Onlara Savaş Açacağını Haber Vermesi 175

Ebû Süfyân'in Resûluüah'a (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Mektubu. 176

Yüce Allah'ın Hendek Savaşı Hakkında İndirdiği Ahzâb Süresindeki Âyetler 176

Hendek  Savaşı Şiirlerden Bazıları Hakkında  Müslümanların  Okudukları 177

Mülâhazalar 181

 


HZ. PEYGAMBER'IN (SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM) SAVAŞLARI

 

1- Bölüm

 

Savaşa İzin Verilmesi; Ehl-i Kitap ve Müşrikleri Affetme Emrinin Neshedilmesi

 

Alimlerin bildirdiğine göre Yüce Allah, Hz. Muhammed'e ilk olarak "Yaratan Rabbinin adıyla oku" (Alak 1) emrini vahyetmiştır ki bu olay, nübüvvetin başlangıcını oluşturmaktadır. Bu âyetle Rabbi ona, /vahyi) kendi kendine okumasını emretmiş, henüz tebliğ ile kendisini sorumlu tutmamıştı. Ardından "Ey örtüsüne bürünmüş yatan! Kalk ve (insanları) uyar" (Müddessir, 1,2) âyetini variyetti. Buna göre Allah, "oku" emriyle kendisini nebi, "Ey örtüsüne bürünmüş yatan" âyetiyle de resul yapmıştır (yani insanlara açıktan tebliğle memur kılmıştır). Yüce Allah kendisine, önce yakın akrabasını, sonra kavmini, daha sonra Mekke civarında yaşayan tüm Arap kabilelerini ve son olarak ta kıyamete kadar insanlardan ve cinlerden kendisine davetinin ulaşacağı herkesi uyarmasını emretmiştir. Allah Resulü, nübüvvete mazhar olduktan sonra on yılı aşkın bu- süreyle Mekke'de kaldı ve bu süre zarfında herhangi bir savaşa girmeksizin ve (Ehl-i Kitab'a) cizye uygulamaksızın sözlü davetle insanları uyardı. Bu süre içerisinde ona, sürekli bir biçimde şiddetten kaçınması, kendisine karşı yapılan eziyetlere sabretmesi ve bağışlaması emredilmekteydi. Sonra (Medine'ye) hicretine izin verildi. Medine'ye yerleşmesiyle birlikte Yüce Allah, gerek kendi yardımıyla, gerekse mümin kullan vasıtasıyla ona her zaman destek oldu. Allah, daha evvel aralarında kin ve düşmanlık duyguları hakim olan Medine halkının kalplerini birleştirdi. Böylece Allah'ın yardımcıları (Ensar) ve İslam ordusu konumunda bulunan Evs ve Hazrec kabileleri, Peygamberi siyah ve beyaz herkesten korudular, onun uğruna canlarını bile feda etmekten kaçınmadılar, onun sevgisini her zaman baba, oğul ve eş sevgisinden üstün tuttular. Zira onlar için Resûlullah (saflaEahu aleyhi vesellem) korunmaya ve sevilmeye kendi canlarından daha layıktı. İşte bu tutumları nedeniyle Yahudi ve müşrik Arap kabileleri onlara husûmet beslediler.

Bcyhaki ve başka kaynaklanıl naklettiklerine göre Ubey b. Ka'b şöyle anlatmıştır: Resûlullah ve ashabı Medine'ye ilk geldikleri zaman, Ensar (Medineliler) onlara kucak açtı. Bu yüzden Yahudi ve Araplar onlara tek yaydan (ok) atmaya başladılar (boy hedefi seçtiler), onlara olan düşmanlıklarını hepten dışa vurdular ve kendilerine savaş ilan ederek onları her gördükleri yerde çığlık atmaya başladılar. Öyle ki, müminler silahsız olarak ne gezebiliyorlar, ne de geceleri uyuyabiliyorlardı. Hatta ''Acaba Allah'tan başka hiçbrr şeyden korkmaksızın huzurlu ve rahat olarak uyuyacağımız bir güne kadar yaşayabilecek miyiz!?" demeye başlamışlardı. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi:

"Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirmekte oldukları) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağım vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl günahkarlardır." (Nur, 55)

"Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse âhiretin mükafatı elbette daha büyüktür.  (Onlar) sadece Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir" (Nahl,41, 42) mealindeki âyetler de yukarıdaki âyetle aynı anlamdadır. Bir kısım tefsir bilginine göre ise bu âyetler, daha evvel Mekke'de zulme uğrayıp İşkence görmeleri üzerine Medine'ye hicret eden müminler hakkında nazil olmuştur. Bu âyetlerle onlara, dünyada iyi bir yaşam, yani geniş rızık vadeden Yüce Allah, bilahare kendilerine olan bu vadini gerçekleştirmiştir. Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer, muhacirlerden bir zâta (Beytü'l-maldan) payına düşeni verirken şöyle demişti: "Al, Allah bereketini artırsın. Bu; Allah'ın sana dünyada İken vaat ettiği (rızık)tır. Senin için âhirete sakladığı ise daha değerlidir."

Medineli Yahudi ve müşrikler sürekli olarak Resûlullah ve ashabına eziyet mıelerifie  rağmen  Allah,  Müslümanlara  hep   sabretmelerini,  kendilerine eziyet edenleri bağışlamalarını ve onlara karşı müsamahalı davranmalarını . Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurmuştu: "Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok Üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvalı davranırsanız, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir." (Al-ı İmrân 186) Yine bir başka âyette söyle buyurmuştur;  "Ehl-i kitaptan çoğu hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz Allah onlar hakkındaki hükmünü verinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir." (Bakara 109) Ehl-ı kitaba hakikatin apaçık belli olmasından murad, Tevrat ve İncil'de Hz. Muhammed'm Allah'ın resulü olacağını yazılı olarak bulmuş olmalarıdır. Allah'ın onlar hakkındaki hükmünü vermesinden murad ise, onlara karşı savaşmaya ve cizye uygulamasına izin vermesidir.

Ebû Davud, İbnü'l-Münzir ve Bcyhakî, Ka'b b. Mâlik'ten şöyle nakletmişîerdir: "Resûlullah (saMahu aleyhi vesdlem), Medine'ye hicret edince orada yaşayan Yahudi ve müşrikler ona ve ashabına en kötü eziyetleri etmeye başladılar. Fakat Yüce Allah kendilerine, sürekli olarak bütün bu eziyetler karşısında sabırlı olmalarını ve yapılanları bağışlamalarını emrediyordu." Buhârî-Müslim, İbnü'l-Münzir, İbn ebî Hatim ve Tâberî'nin naklettiklerine göre Üsâme b. Zeyd de: "Allah Resulü ve ashabı her zaman Ehl-İ Kitab ve müşrikleri bağışlarlardı" demiştir.[1] O bu sözüyle Allah'ın bağışlama ile ilgili emrinin yürürlükte olduğu süredeki durumu kastetmiştir. Yoksa daha sonra bu emir kaldırılmış ve İşte ondan sonradır ki, müşriklerin İleri gelenleri öldürülmüştür.

İslam âlimlerinin bildirdiklerine göre Müslümanlar güç ve kuvvet bakımından belli bir seviyeye gelince Allah savaşmalarına İzİn verdi; ancak farz kılmadı. Bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle (savaş) konusunda izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir. Onlar başka değil sırf <Rabbimiz Allah'tır> dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir," (Hac, 39, 40) Ayette "uerildi"nin anlamı, "ruhsat verildi" demektir, "ezine" fiilinin malum okunması halinde cümlenin faili (öznesi) Allah'tır. "yukâtilûne" fiilinin malum okunması halinde, kastedilen müşriklerle savaşan müminlerdir. Bu durumda, bağlamdan da açıkça anlaşıldığı üzere cümleden "İzin verilen şey" hazfedilmiş tir. "yukâtilûne" fiilinin meçhul okunması durumunda ise anlam "Müşriklerin kendilerine savaş açtıkları kimselere (izin verildi)" şeklinde olur. "zulme uğramış olmaları sebebiyle" cümlesiyle ise müşriklerin, müminlere yaptıkları işkence ve eziyetlere işaret edilmektedir. "Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir" cümlesiyle Allah inananlara hem kafirlerin işkence ve eziyetlerini onlardan savacağını, hem de kendilerine zaferi vaat etmektedir. "Haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimseler" cümlesiyle, İnananların sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için Mekke'den göçe zorlandıklarına işaret edilmektedir ki bu söz, onların özyurtlarından haksız yere çıkarıldıkları hususunda bir gerçeği ifade etmektedir. "Eğer Allah bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi" ifadesinden maksat ise müminlerin kafirlere musallat kılınıp galip getirilmesidir. Ayette zikredilen "manastırlar (savamı)" rahiplerin ibadet yerleri, "kiliseler {biye)" Hıristiyanların ibadet yerleri, "havralar (salavât)" Yahudilerin ibadet yerleri ve "mescitler (mesâdd)" ise müminlerin ibadet yerlerini İfade etmektedir. Yahudi havralarını ifade eden "salavâf kelimesinin İbrânice'deki aslı "salevâtâ"dır. Bir görüşe göre de burada isim tamlaması (izafet terkibi) vardır ve tamlayan (muzaf) hazfedilmiş tir. Bu durumda cümlenin takdiri "mevâdi'u's-salevât" yani, "ibadet yerleri" şeklindedir. Ayette zikredilen bütün bu yerlerde kuşkusuz Allah'ın adı sıkça anılmaktadır. O nedenle oraların yıkılmasıyla (Allah'a karşı ifa edilen) bütün ibadetler de ortadan kalkacaktır.

Âlimlerin belirttiğine göre daha sonra, savaşmayanlara ilişmeksizin sadece k ndilerine savaş açanlarla savaşmak müminlere farz kılındı. Bu hususta yüce Allah "Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşın gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez" (Bakara, 190) buyurmuştur. Ayetin son cümlesiyle "Onlarla savaşırken aşırı gitmeyin, sonra içlerinden sizinle savaşmayanlara karşı da (hak etmedikleri halde) savaş kurallarını uygularsınız" anlamı murad edilmiştir. Son olarak ise yeryüzünde din (hakimiyet) yalnız Allah'ın oluncaya kadar müşriklerle (putperestlerle) savaş emri farz kılındı. Bu konuda Allah şu âyetleri indirmiştir: "Müşrikler nasıl sizinle top yekun savaşıyorlarsa, siz de onlara karşı top yekun savaşın." (Tevbe, 36), "Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür." (Bakara 216) Öyleyse İslam'da savaş önceleri yasaktı, sonra bu konuda ruhsat verildi, sonra sadece savaş ilan edenlere karşı savaşılması emredildi ve son olarak ta bütün müşriklere karşı top yekun savaş emredildi. Bu emir, ya şaz bir görüşe göre farz-ı ayındır, ya da meşhur görüşe göre farz-ı kifâyedir.

Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Hİbbân'm İbn Abbas'tan; İbn ebi Şcybe, Bcyhakî ve Abd b. Humeyd'in Mücahid'den; Abdürrezzâk ve İbnü'l-Münzir'in Zühri'den ve yine Beyhakfnin Süddî'den naklettiklerine göre savaşla İlgili olarak ilk inen âyet "Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle (savaş) konusunda izin verildi" (Hac 39) âyetidir.

Ahmed b. Hanbel, Buhârî, Ebû Davud, Nesâî, İbn Hibbân, Dârekutni ve Temmam'ın Enes'teıı; hadis imamlarının Ebû Hureyre'den; Ebû Davud et-Tayâlisî, Nesâî, İbn Mâce ve Ziyâ'nın Evs b. Evs es-Sekâfî yoluyla babasından -İbn Hacer el-îsâbe'de "doğrusu, bu zat, ondan öncekinden farklı biridir" demiştir-; Taberânî Câbir'den; Nesâî, Bezzâr ve Taberânî, Nu'man b. Beşır, İbn Abbas, İbn Mâlik cl-Eşca'î yoluyla babası, Ebû Bekre ve Semure'den; Ahmed b. Hanbel ve Kuti/b-u Hamse müellifleri Ömer'den; Buhârî ile Müslim, İbn Ömer'den; Müslim, Nesâî ve İbn Hİbbân'm Ebû Hureyre'den ve son olarak İbn Mâce'nin Mu'âz'dan naldettiklerine göre Resûlullah (sallallalıu aleyhi vesdlem) de şöyle buyurmuştur: "îmanlar, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Mıthammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahadet edip bisğm kıblemize yönelmedikleri,  Rekatı  vermedikleri,  bkqm kestiklerimi^ yemedikleri ve bilimle aynı namazı kılmadıkları sürece kendileriyle savaşmakla emrolunup (İslarda göre) haketmedikleri müddetçe kanlan m canlan bi-^e haram olur. Müslümanların sahip oldukları haklara onlar da sahip olurlar ve Müslümanların taşıdıkları yükümlülükleri onlar da (aşırlar. Hesaplan ise Allah'a aittir." (Ashap tarafından) "(Cezayı) hakketmeleri ne demektir?" diye sorulunca da: "Bir kimsenin evlendikten sonra -^ina yapması, bir kere müslüman olduktan sonra küfre dönmesi veya haksız yere bir cana kıyması ki, bu durumda ona karşılık kendisi de öldürülüp buyurmuştur.[2]

Hicretten sonra Hz. Peygamber ile İlişkileri balonundan kafirler üç farklı gruba ayrılmışlardı: Birinci grupla Resûlullah (salMhhu aleyhi veseflcm) baıiş yaptı ve kendisine karşı savaşmamaları, düşmanına destek vermemeleri ve buna mukabil malları ve canlarıyla güven İçerisinde küfür üzere kalmaları hususunda onlarla anlaştı, ikinci grup Peygamber'c (saEaMuı aleyhi veseflem) karşı harp ilan edip sürekli kendisine düşmanlık besledi. Üçüncü grup ise ne Peygamberle sulh yaptı, ne de ona karşı savaş ilan etti; aksine onun ve düşmanlarının durumunun sonuçta nereye varacağını bekledi. Bu üçüncü grup İçerisinde Resûlullah'ın (sallalL-ıhu aleyhi vesdlem) üstün ve muzaffer olmasını isteyenler bulunduğu gibi düşmanlarının baskın ve galip gelmesini arzu edenler de vardı. Diğer yandan her iki taraf yönünden güvende olabilmek için görünürde Resûlullah (sallalhhu aleylıı veselîem) ile birlikte olup hakikatte düşmanlarının safında yer alanlar da bulunmaktaydı ki, bunlar münafıklardı. Bütün bu gruplara karşı Hz. Peygamber (saflalhhu aleyhi vesdlem), Rabbİnın kendisine emrettiği şekilde muamelede bulundu. Bundan başka Medine Yahudileri ile de barış yaparak onlarla "güvenlik sözleşmesi" imzaladı. Bunlar Medine çevresinde yasayan Benİ Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza Yahudileri idi. Fakat hepsi de bu sözleşmeyi bozdular. Bu yaptıklarına karşılık başlatma gelenler ileride savaşlarla ilgili bölümde ele alınacaktır.

Allah, Resulüne (saBaHahu aleyhi vesdlem), akitlerine bağlı kaldıkları müddetçe anlaşma ve barış yaptığı kimselere karşı anlaşma maddelerine göre muamele etmesini emretmiştir. Onların herhangi bir hıyanet içerisine girip anlaşma şartlarına aykırı davranmalarından endişe etmesi durumunda ise, imzalanan anlaşmayı   derhal   feshetmesini;   ancak   anlaşmayı   feshettiğini   kendilerine bildirmeden onlara karşı harp ilan etmemesini; ancak anlaşmanın şartlarını fiilen ihlal etmeleri durumunda onlarla savaşmasını emretmiştir.

Berâe sûresi nazil olunca, bütün bu gruplarla ilişkileri düzenleyen hükümler de inmiş oldu. Buna göre Yüce Allah, Resulüne (saHaflahu aleyhi veselîem), İslam'a girinceye veya cizye verinceye kadar EhJ-i kitaptan olan düşmanlarıyla savaşmasını; kafirlere ve münafıklara karşı ise mücadele etmesini ve onlara karşı sert tavır takınmasını emretti. O da bu emir üzerine kafirlere karşı kılıç ve mızraklarla silahlı mücadele, münafıklara karşı ise dil ve delil ile aklî mücadele başlattı. Yine aynı sûrede Yüce Allah, kafirlerle yapılan bütün anlaşmaları feshetmesini Hz. Peygamber'e (saMahu aleyhi vesdlem) emretti. O zamana kadar kendileri ile anlaşma yapılanları üç kategoriye âWcdı. Birinci gruba dahil olanlarla savaşmasını emretti ki, bunlar anlaşmayı bozan ve anlaşma şartlarına uymayan kimselerdi. Resûlullah (sallaMıu aleyhi vesdlem) bu grupla savaştı ve onları yenilgiye uğrattı. İkinci grupta yer alanlar, Hz, Peygamber (sallalîahu aleyhi vesellaıı) İle anlaşma yapıp bu anlaşmaya riayet edenler ve onun düşmanlarına destek vermeyenlerdir. Yüce Allah, Resulüne (sallaDahu aleyhi vesdlem), bu gruba giren kimselerle yaptığı anlaşmaya süresi doluncaya kadar sadık kalmasını emretti. Üçüncü gruba girenler ise ne Peygamber ile anlaşma yapan, ne de onunla savaşan. kimselerden oluşmaktadır. Bunlar mutlak akıt çerçevesinde hareket ediyorlardı. Bunlara ise dört ay mühlet vermesini, dört ay çıktıktan sonra kendileriyle savaşmasını emretti. Bu aylar "Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün" (Tevbc, 5) âyetinde işaret edilen dört aydır İd, bunlarla kastedilen, müşriklerin güven içerisinde gezip dolaşmalarına müsaade edilen aylardır. Bu ayların başlangıç tarihi, söz konusu emrin ilan tarihi olan Zilkâdc'nin onuncu günü -ki, bu aynı zamanda müşriklere karşı savaş emrinin ilan edildiği "Büyük Hac (Hacc-ı ekber)" günüdür-, bitiş tarihi ise Rebiyülevvel ayının onuncu günüdür. Yoksa "Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır" (Tevbe, 36) âyetinde zikredilen aylar değildir. Zira bu aylardan biri tek, diğer üçü ise peş peşedir. Bunlar Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Allah bu dört ay içerisinde müşriklerin serbestçe gezip dolaşmalarına müsaade etmemiştir. Kaldı ki, hepsi peş peşe gelmedikleri" için bu mümkün de değildir. Halbuki Allah onlara dört ay mühlet vermiş ve bu dört ayın çıkmasıyla Peygamber'in onlarla savaşmasını emretmişti. Resûlullah (saflaHabu aleyhi veselîem) de Allah'ın emrine uyarak anlaşmayı bozanlarla savaşa, kendisiyle herhangi bir anlaşma! yapmayan -veya mutlak akit çerçevesinde hareket eden- kimselere de dört av mühlet tanıdı. Allah, kendisine, bu kimselerden anlaşmasına sadık kalanlara anlaşma süresi doluncaya kadar ilişmemesini emretmişti. Ancak bu gruba girenlerin tamamı, anlaşma süreleri doluncaya kadar kurur üzere kalmayıp müslüman olmuşlardır. Hz, Peygamber (saflaMuıdejiu vesellem), Ehl-i kitaba ise cizye vergisi koymuştur. Sonuç olarak Betâe sûresinin nüzulünden sonra kafirlerin durumu, savaşanlar {ehl-i harb), anlaşmalılar (ehl-i ahd) ve zimrnîler olmak üzere üç kategoride belirginleşmiş  oldu.  Daha sonra anlaşmalılar müslüman olunca, karşılıklı ilişkiler bakımından kafirlerden sadece iki farklı grup   kalmış  oldu. Biri,   güvence   altında   bulunan   zîmmîler,   diğeri   ise Peygamberden   korkan   ehl-i   harbden   olanlardır.Buna  göre Resûlullah (saflallahu aleyhi vcsellem) ile ilişkilerinde yeryüzünde yaşayan tüm insanlar üç gruba ayrılmaktadırlar. Birincisi ona inanan Müslümanlar, ikincisi güvence altında yaşayan   anlaşmalılar  ve   üçüncüsü de ondan çekinen muharipler (ehl-i harpten kimseler)dir. Münafıklar hakkında ise Resûlullah (salhMıu aleyhi vesellem), görünürdeki   durumlarına   göre   hareket   edip   gizliliklerini  Allah'a   havale etmek ve onlara karşı ilim ve hüccetle mücadele etmekle emr olunmuş tur. Zira Yüce Allah,  Peygamber'ine  (saflatiahu aleyhi vcsellcm),  münafıklardan yüz çevirmesini, onlara karşı sert kıvranmasını ve beliğ sözlerle kalplerine nüfuz etmesini emretmiştir. Diğer yandan cenaze namazlarını kılmasını ve kabirleri başında durup dua etmesini yasakladı; münafıklar için bağışlanmaları için niyazda bulunsa da bulunmasa da onları asla bağışlamayacağını kendisine bildirdi.  

 

Mülâhaza

 

Bazı mülhıtler, "Peygamber kılıçla ve (insanları) katletme emriyle gönderildi" demişlerdir. Bu iddiaya şöyle cevap verilebilir: Resûlullah (saÜaHahu aleyhi vesellem) önce aklî deliller ve mucizelerle gönderilmiştir. On seneyi aşkın bir süreyle insanları bu şekilde İslam'a davet etmiştir. Ancak onlar bu daveti kabul etmemişler; aksine inkar etme ve yalanlama tutumlarını ısrarla sürdürmüşlerdir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (saMahu aleyhi vesellem) onlarla savaşmakla emr olunmuş tur ki bu, peygamberlerini yalanladıklarında Allah'ın geçmiş milletlere gönderdiği azabın yerine vazedilmiş bir hükümdür.

 

2. Bölüm

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Bizzat Katıldığı Savaşlar Ve Kaç Tanesinde Fiilî Çatışmaya Girdiğine Dair İhtilâf

 

İbn Sa'd'ın İbn İshak, İbn Ukbe ve Ebû Ma'şer'e dayanarak bazı kimselerden naklettiğine göre Resülullah'm (sallallahu -aleyhi vesellem) bizzat katıldığı savaşların sayısı 27'dir. Bu sayının 26 veya 29 olduğu da söylenmiştir. Resûlullah'ın gazvelerinin 26 adet olduğu görüşünü savunanlar, Haybeı: ile Vâdi'1-kurâ gazvelerini tek gazve saymışlardır. Ayrıca bu rakamın 25 olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır. Abdülganî el-Makdisî asıl bu görüşün meşhur olduğunu ileri sürmüş ve onu İbn ishak, İbn Ukbe ve Ebû Ma'şer'e nispet etmiştir. Fakat bu âlimlerin konuyla ilgili gerçek görüşleri, İbn Sa'd'm kendilerine dayanarak naklettiği yukarıda zikredilen rivayettir ki, aynı görüşü e/-Te/ki/fde Ebûl-Feıec, ayrıca Dimyâti, Irâkî ve daha başkaları da kesin bir ifadeyle savunmuşlardır. el-Mevrid müellifi, Abdülganî el-Makdisî'nin söz konusu üç imamdan naklettiği yukarıdaki görüşü ondan başkasının zikrettiğini duymadığını belirttikten sonra Resûlullah'ın gazvelerini şu şekilde sıralamıştır:

1- Ebvâ. Buna Veddân da denmektedir.

2- Büvât,

3- Sefcvân. Bu, Kürz b. Câbir'i takip için çıkılan ilk Bedir gazvesİdir.

4- Uşeyre,

5- Büyük Bedir,

6- Küdür'deki Beni Süleym gazvesi ki, buna ayrıca Karkaratü'1-Küdr de denmektedir.

7- Sevîk,

8- Gatafân. Bu, Zî Emer gazvesİdir.

9- Hicaz'ın Bahran bölgesi yalanlarına gerçekleştirilen Furu' gazvesi,

10- Beni Kaynuka,

11- Uhud,

12- Hamrâü'1-Esed,

13- Beni Nadir,

14- İkinci Bedir gazvesi ki buna, Bedrü'l-Mev'id (Önceden Kararlaştırılan Bedir) de denmektedir.

15- Dümetü'l-Cendel,

16- Beni Mustalik (Müreysf gazvesi),

17- Hendek,

18- Beni Kurayza,

19- Beni Lıhyân,

20- Hudeybiye,

21- Zî Karcd,

22- Hayber,

23- Zâtü'r-Rıkâ'. Bu, Muhanb ve Beni Sa'lebe kabilelerine karşı yapılan bit gazvedir.

24- Umretü'1-Kazâ,

25- Mekke'nin fethi,

26- Huneyn,

27- Tâıf,

28- Tebük. Bir kısım mubaddislerin nakillerinde bazı gazvelerin sıralamasında takdim ve tehirler bulunmaktadır. Bunların ayrıntılı açıklaması ve doğru sıralaması ileriki bölümlerde gelecektir.

İbn İshak, İbn Sa'd, İbn Hazm ve İbnü'l-Esir'in belirttiklerine göre Nebi (sallallahu aleyhi vesellem) bu gazvelerden sadece dokuzunda fiilî çatışmaya girmiştir. Bunlar, Bedir, Uhud, Hendek, Beni Kurayza, Beni Mustalik (Müreysî'), Hayber, Mekke'nin fethi, Huneyn ve Tâif gazveleridir. Ayrıca Beni Nadir, Vâdi'JUkutâ ve Gâbe gazvelerinde de savaştığı söylenmiştir, İbn Ukbc   ise,   Peygamber'in   (sallaüahu aleyhi vesellem)   sadece   sekiz  gazvede   fiili çatışmaya   girdiğim    belirtmiştir.    Beni   Kurayza'yı   ise    bunlar    arasında zİkretmeyip,   hemen  peşinden  vuku  bulduğu  için  Hendek  savaşının  bir devamı saymıştır. Diğer âlimler ise, Hendek savaşında müşrik ordularının hezimete uğramalarından sonra meydana gelmiş olmasını dikkate alarak Beni Kurayza gazvesini, ayrı bir gazve olarak değerlendirmişlerdir,  tbn Ukbe ayrıca peş peşe vuku bulmaları nedeniyle Tâif ile Huneyn gazvelerini de tek gazve olarak değerlendirmiştir.

Müslim'in naklettiği bir habere göre ashaptan Büreyde b. Husayb[3] Hz. Peygamber'in yalnızca sekiz gazvede fiilen savaştığını söylemiştir. Nevevî, hadisi yorumunda Büreyde'nin Mekke'nin fethini fiilî çatışmaların yaşandığı gazvelerden   saymadığını,   dolayısıyla   onun   da   -Şafii   ve   taraftarlarının savunduğu   gibi-   Mekke'nin   sulh   yoluyla   alındığı   görüşünde   olduğunu söylemiştir.  Bana göre ise Önceki değerlendirme  daha  doğrudur.  Ebû'l-. Abbâs   cl-Harrânî,  Râfizîlerden  Ibnül-Mutahhir'e   cevabında   demiştir  ki: Sahabenin "Resûlullah (saBaflahu alejhİ vesellem) şu şu gazvelerde savaştı" gibi sözlerinden,   Peygamber'in   hayatına  vukufiyetı  kıt  olan   bazı   talebelerin anladığı gibi, onun bizatihi fiilî çatışmaya girdiği anlamı çıkmaz. Zira Hz. Peygamber'in  Uhud  savaşı dışında  herhangi  bir savaşta  bizatihi  çatıştığı bilinmemektedii". Uhud savaşında da elindeki bir mızrakla vurduğu Ubey b. Halef dışında herhangi bir kimseye vurduğu bilinmemektedir.

Öyleyse     Ebû'l-Abbas     el-Harmnî'nın     belirttiğine     göre     sahabenin "Resûlullah    (saflaHahu   aleyNi   vesellem)    şu   şu   gazvelerde   savaşmıştır"   gibi sözlerinden   murad,   Peygamber   ile   düşmanları   arasında   savaşın   vuku bulduğu ve diğerlerinin aksine bu gazvelerde onun gözleri önünde kendi ordusu  ile  müşrik   ordusu   arasında   fiilî   çatışmanın   yaşandığıdır.   Diğer gazvelerde ise hiçbir surette bir çatışma yaşanmamıştır. Ancak İbn Hacer Fethü'I-Bân'de   İbn   LJkbe'den,   Peygambet'in   (saDallahıı  aleyhi  vesdlem)   sekiz gazvede bizzat savaştığı yolunda bir görüş nakletmiş tir.  Fakat ben, İbn Ukbe'nin   Megâ?(i'&\nm   güvenilir   bir   nüshasında   şu   bilgilere   rastladım: "Resûlullah'tn savaştığı gazveleri: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) Bedir'de … Ayrıca  12  gazveye  daha katılmıştır;  ancak bunlarda  çatışma olmamıştır.”

İbn Ukbe, benim incelediğim nüshada Resûlullah'ın (saflaMıu aleyhi vesellem) fülî çatışmaya girip gitmediği konusunda bir şey söylememiştir. Muhtemelen bu bilgi eserin diğer bit nüshasmdadır. ileride daha geniş ele lınacağı üzere Uhud savaşında Hz. Peygamber (saMalıu aleylıi vesellem) kendi vayiyla ok atmış, hatta yayı parçalanmıştır. Yine kılıcını km Fatıma'ya vererek "kanımyıka!" buyurmuştur. Bir hadiste ise: "Bir müfreze veya ordu jje karşılaştığımızda İlk atan Resûlullah (saflaüatoı aleyhi vesdlem) olurdu" denilmiştir.

Büyük ana gazveler yedi tane olup şunlardır: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke'nin fethi, Huneyn ve Tebük. Bu gazveler hakkında özel âyetler nazil olmuştur. Bedir hakkında Enfâl sûresinden pek çok âyet, Uhud hakkında Ali- İmrân'dan J&U ss\Xa oi^j-Jı \s& £üÂ( [y c/fis- ilj "Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden izin almıştın..." (âyet 121) âyetıyle başlayıp sondan biraz öncesine kadar devam eden âyetler, Hendek ve Beni Kurayza gazvesi hakkında Ahzâb sûresinin baş kısmı, Beni Nadir hakkında Haşr sûresi, Hudeybiye ve Hayber gazveleri hakkında da Feth sûresi -ki bu sûrede Mekke'nin fethine de İşaret vardır-nazil olmuş, ayrıca Mekke'nin fethi Nasr sûresinde, Tebük seferi de Berâe sûresinde anılmıştır.

Bu savaşlardan yalnızca Uhud'da Resûlullah (saEalMuı aleyhi vesellem) yaralanmıştır. Bedir, Huneyn ve ileride açıklanacağı üzere ihtilaflı olmakla birlikte Uhud'da kendisiyle beraber melekler de savaşmıştır. Yine Hendek savaşı sırasında melekler yeryüzüne inerek müşrik ordularını dağıtmış, onları perişan ederek hezimete uğratmışlardır. Hz. Peygamber (saDaÜahu aleyhi vesellem) müşriklerin yüzlerine doğru kum serpmiş, hepsi bundan muzdarip olarak kaçışmışlardır. Yapılan gazvelerden ikisinde -ki bunlar Bedir ve Huneyn3 dir-tam galibiyet elde edilmiştir. Peygamber savaş aleti olarak yalnız bir gazvede -ki bu Tâif tir- mancınık kullanmış, bir gazvede de -ki/bu Hendek savaşıdır-hcndeklerlc savunma yapmıştır. Kendisine hendek kazına yöntemini Selmân Fârisî önermiştir.

 

Mülâhazalar

 

1- Hatib el-Bağdâdî'nin el-Câmfde ve İbn Asâkır'in TariB'mAt naklettiğine göre müminlerin emiri Hz. Ali'nin torunu Zeynelâbidîn b. Hüseyin, "Biz  (çocuklarımıza), Resûlullah'ın gazvelerini Kurân'dan bir sûre Öğretir gibf öğretirdik" demiştir. Yine aynı kaynaklatın zikrettiklerine göre İsmail b Muhammed b. Sa'd b. ebî Vakkas ez-Zührî el-Medcnî de şöyle söylemiştir' Babam bize Resûlullah'ın (saBallahu aleyhi vesellem) gazvelerim öğretirdi. Hz Peygamber'in hem gazvelerini, hem de seriyyelcrini bize sayardı ve derdi ki . "Evlatlarım! Bunlar sizin atalarınızın şerefidir. O nedenle sakın onları yad etmeyi unutmayın." Yine aynı kaynakların kaydettiğine göre Zührî de dünya ve âhiret saadetinin megâzî (gazveler) ilminde olduğunu belirtmiştir.

2- İbn İshak, Ahmed b.  Hanbel ve Buharı ile Müslim, Abdullah b Büreydc'den   şu   sözünü   nakle finişlerdir:   Zeyd   b.   Erkam'a   "Resûlullah (saDaHahu aleyhi vese31em) kaç gazvede bulundu?" diye sordum. "19 gazvede" dedi "Peki onunla birlikte sen kaç gazvede bulundun" diye sordum. "17 gazvede" dedi. Hafız (Ibn Hacer) 19 gazveden muradın, fiilen savaşmış olsun veya olmasın Rcsûlullah'ın (saUaUahu aleyhi veseüem) bizzat katıldığı gazveler olduğunu belirtmiştir.  Ancak Ebû Ya'lâ'nın  sahih bir  senetle  Câbir b.  Abdullah'a dayandırdığı ve aslı Müslim'de geçen bir rivayete göre bu tür gazvelerin sayısı 21'dir.  Buna göre  Zeyd b.  Erkânı iki gazveyi kaçırmıştır.  Bunlar, muhtemelen  Ebvâ  ve  Buvât gazveleridir.   Onların  vuku  bulduğu  sırada henüz yaşı küçük olduğundan hatırlayamamış olabilir. Müslim'in rivayetinde yer alan "Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ilk çıktığı gazve Zâtü'l-Uşeyre veya Zâtü'l-Uşeyre gazvesidir" şeklindeki ifade de bizim bu görüşümüzü teyit etmektedir. Zira Uşeyre gazvesi üçüncü gazvedir.

İbn Kesir ise Zeyd b. Erkâm'ın sözünün, kendisinin ilk defa katıldığı gazvenin Uşeyre gazvesi olduğu şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmiştir. Bu durumda cümle şu şekilde kurulmuş olacaktır: Ona "Resûlullah'm, senin de katıldığın ilk gazvesi hangisidir?" diye sordum. "Uşeyre" dedi. Bu, muhtemeldir. Ayrıca daha sonra yaşanan iki gazveyi unutmuş veya daha evvel Musa b. Ukbc'den aktarıldığı gibi iki gazveyi bir gazve saymış olması da muhtemeldir. Nitekim başkaları da bu şekilde bir değerlendirme yaparak birbirine yakın zamanlarda vuku bulmaları nedeniyle Tâif ile Huneyn gazvelerini tek gazve saymışlardır. Bu açıklamaya göre Zeyd b. Erkâm'n görüşü, Câbir b. Abdullah'ın görüşüyle örtüşmektedir.

İbn Sa'd, hocası Muhammed b. Ömer'in görüşünü benimseyerek meselevi daha eenis acıdan ele almış ve Resûlullah'ın bizzat katıldığı gazvelerinin sayısını 27'ye çıkarmıştır. Bu görüş İbn İshak'm verdiği rakama da uygun düşmektedir; ancak Ibn İshak, Süheylî'nin işaret ettiği üzere Vâdi'l-kurâ'yı  Hayber'den  ayrı,  müstakil bir gazve  olarak değerlendirmem iştir.

Sa'd'ın, (Câbir b. Abdullah'ın verdiği rakama) ilave olarak zikrettiği kabildendir. Aynı şekilde Abdürrezzâk'ın, sahih bir senetle ıltı Müseyyeb'e dayandırdığı Resûlullah'ın 24 gazveye katıldığı yolundaki böyledir. Kaldı ki Yakub b. Süfyân'ın Abdürrezzâk'a dayandırdığı W-  rivayete   göre   Saîd   b. Müseyyeb,   önce   bu   gazvelerin   sayısının   18  açıklamış,  daha  sonra bunların 24 adet olduğunu belirtmiştir.

Huy üzerine Zührî de "Şeyh yanıldı mı, yoksa bu bizzat İşittiği bir şey idir? bilemiyorum" yorumunu   yapmıştır. Hafız   (İbn   Hacer)   ise,   söz usu ra]iamlaıı onun zikrettiği şekilde değerlendirmenin hata ihtimalini ortadan   kaldıracağım   ve   böylece   bütün   görüşleri   birleştireceğini   ifade etmiştir.

3- Megâzî sahasında ilk eser telif eden, tabiîn İmamlarından Urve b. Zübeyr'dir. Sonra onu öğrencileri Musa b. Ukbe ve Muhammed b. Şihab ez-Zührî takip etmişlerdir, imam Mâlik en sahih megâzî eserinin Musa b. Ukbe'ninki olduğunu söylemiştir. İslam'da ilk megâzî eserinin Süheylî'nİnkı olduğu yolundaki görüş İse doğru değildir. Muhammed b. İshak b. Yesâr el-Muttalibî el-Medenî'nin megazîsi ise bu üç eserden daha kapsamlı ve daha meşhurdur. Irak'a[4] yerleşen İbn İshak bazı âlimlerin beğenisini kazanırken diğer bazılarının eleştirilerine hedef olmuştur. Ancak doğrusu o, hadis rivayetlerinde tedlis yapmakla birlikte sadûk (güvenilir) bir âlimdi. Şayet rivayetlerinde "haddesenâ" gibi açık sıyga kullanmışsa, rivayet ettiği hadis basen derecesindedir.

imam Şafiî, megâzî konusunda derinleşmek isteyenlerin kesinlikle İbn Tshak'a muhtaç olduklarını belirtmiştir. Bu sahada sayılamayacak kadar pek çok âlim kendisine İtimat etmiş, bir çok ravi kanalıyla onun eserini rivayet etmişlerdir. Rivayetlerden bîrinde bulunan bazı bilgiler, diğerlerinde yer almayabilmektedir. Ebû Muhammed Abdüîmclik b. Hişâm JV^inde, Ebû Muhammed Ziyâd b. Abdullah b. Tüfeyl el-Amkî el-Bekkâî'nin rivayetini esas almıştır. Bu zât ta megâzî konusunda sadûk (güvenilir) ve sağlam olmakla birlikte İbn İshak dışındakilerden yaptığı nakillerinde biraz gevşektir. Ibn Hişâm Msgâyfyı ondan rivayet etmiş, sonra onu tashih ve tahkik etmiştir. Ayrıca esere bir çok ilavede bulunduğu gibi yer yer de kendisine daha sağlıklı yollardan ulaşan bazı nakillerdeki yanlışlıklara karşı çıkmıştır. O nedenle (esasen İbn İshâk'm eserinin bir özeti olan) siyer kitabı Ibn Hişâm'a nispet edilmiştir.

Ibn Hişam'm Siyer kitabı, sonraki dönemlerde pek çok âlimin ilgi odağı haline gelmiştir. Meselâ, Ebû Zeri: el-Haşenî müstakil bir eserde ondaki garib kelimeleri şerh etmiştir. Bu eser, muhtasar olmakla birlikte hakikaten yararlı bir şerhtir. Yine Ebûl-Kâsım cs-Süheylî müşkül kelimelerini şerh etmiş, Zehebî de bu şerhi Bülbiilü'r-'Rav^ ("Bahçe Bülbülü1') adıyla ihtisar etmiştir. Eseri ayrıca Zehrii'r-Rap^ adıyla Şemsü'd-dîn Muhammed b. Ahmed ed-Dımeşkî ve Takı Yahya b. Şeyhülislam Şems el-Kirmânî, Nûrü'r-'Rav^ adıyla Izzeddin b. Cemâ'a ve ayrıca Usanü%A.rab\n müellifi Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem b. Manzûr el-Mısrî oldukça aşırı derece özetlemişlerdir. Bundan başka bazı Hanefî muhakkiklerinin IW^'ın bir nüshası üzerine yazdıkları kıymetli haşiyeleri gördüm. Söz konusu nüshaya ben de pek çok nükte ile katkıda bulundum. Ayrıca Hafız Alâeddin el-Moğoltây'm kendi hattıyla Siyer ve Ra?;~ üzerine tek cilt içerisinde iki cüz halinde yazdığı bir talikini gördüm. Süheylî bu eserdeki hatalı bazı nakilleri eleştirmiş, yanlış şerh edilen pek çok garib kelimeye işaret etmiştir. Bir eser için bu, büyük bir kusurdur. Allâme el-Mercânî de eseri, Kevâihü \-Zehr adıyla ihtisar etmiştir. Yine Ebû Ahmed Muhammed b. Ayiz el-Kureşî ed-Dimeşkî'nin de siyer konusunda üç ciltlik bir eseri mevcuttur. Eserde, İbn Hİşam'm kitabında bulunmayan pek çok bilgi yer almaktadır. Ebû Osman Saîd b. Yahya b. Saîd el-Umevî el-Bağdâdî de hacimli bir eserde İbn İshak'tan aktarılan nakillerin ekseriyetini, bir çok ilavelerle beraber bir araya getirmiştir.

Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer b. Vâkıd el-Eslemî el-Vâkıdî ise megâzî konusunda hacimli ve kaliteli bir eser telif etmiştir. Vakıdî de bir kısım âlim tarafından sika (güvenilir) kabul edilirken, diğer bil" kısmı tarafından eleştmlmiştır. Ancak doğrusu o, metruk (rivayeti alınmaz) biridir. Bununla beraber ilimde derya olduğu ve güçlü bir hafızası bulunduğu da tartışmasızdır. Özellikle megâzî konusunda bazı âlimler kendisinden rivayette bulunmuşlardır. Meselâ, Delâii adb eserlerinde eskilerden Ebû Nuaym el-İsfehânî ile Beyhakî, sonrakilerden İbn Kesir Tarib'inin siyer-i Nebî İle ilgili bölümünde, İbn Hacer Fethi/'l-Bân'de., ayrıca daha başkaları Vâkidî'den de nakillerde bulunmuşlardır. Şeyhimiz (Suyûti) de ei-Hasâisü'l-kübrâ'da. kendisinden rivayette bulunmuştur. Ben de ona uyarak başka eserlerde bulamadığım bilgileri Vâkidî'den nakletme yoluna gittim. Sonra kendisinin Hudeybiye gazvesi hakkında Mikdâd b. Esved'den bir söz naklettiğini gördüm. Halbuki meşhur rivayete göre Mikdâd o sözü Bedir gazvesi hakkında söylemiştir.  Eserlerini incelediğim megâzî yazarlarından söz konusu rivayeti, Hudeybiye gazvesi hakkında rivayet ettiğine idim- O yüzden Vakıdî'den bilgi almayı bıraktım. Ancak daha sonra :flSt ^ıvâveti başka bir tarikle Urve b. Zübeyr'den Ebû Bekir b. ebî Şeybe'nin ,/înrle   naklettiğini   gördüm.   Bunun   üzerine   Vâkidî'den   rivayette ulunup bulunmama ve  onda yer alan bazı yararlı bilgilen de zikredip sikretmeme konusunda istihare yaptım. Çünkü, Ebû Bekir el-Hatib'in de ettiği gibi Vakıdî kendi döneminde megâzî konusunda zirve idi. Aynca bu konu helal ve haramlarla da ilgili değildir. Aksine Resûlullah'ın gazveleri ashabın seriyyelerinc ilişkin haberlerden ibarettir İd, onlara muhabbet besleyenler bunları okudukça tad alırlar. O nedenle İslam âlimleri bu sahada, sayısını ancak Allah'ın bileceği kadar çok eser kaleme almışlardır.

4- Sevh (Suyûtî) Fetva'sında Ebû'l-Hasan el-Bekrî'nin üre1 sının yalan ve yanlışlarla dolu olduğunu, dolayısıyla okunmasının caiz olmadığını söylemiştir. Zikri geçen Bekıfnin asıl adı Ahmed b. Abdullah b. Muhammed'dir. Zehebî Mi^ânül-i'tidâi'd^ İbn Hacer de e/-Usân'dz onun hakkında şu bilgileri vermektedirler: Ebû'l-Hasan el-Bekrî yalancı ve deceâl biridir. Gerçekte hiç yaşanmamış kıssalar uydurmuştur. Ne kadar da cahil! Ne kadar da hayasız biriymiş! İUm adına senedlı olarak bir harf dahi nakletmemiştir. Kitapçılar çarşısında esasen Hidâm b. Hacâfa ait olan IntıkâhiH-envâr, Simi'd-debi; Kulündiice, Htsnü'd-dûlâb, el-Husûnü's-seb'a gibi eserler onun adıyla pazarlanmaktadır. Kendisine ait en meşhur eserden brri ise e^-Zirve fi's-sîreti'n-nebeviyye'dÂî. Bu eserinde hiçbir gazveyi doğru nakletmemiş, zikrettiği her bilgiyi ya tamamen yanlış aktarmış, ya da ona, kendisinden bir takım İlavelerde bulunmuştur.

Zehebî, aynı şahıs hakkında el-Muğnî'dz de şunları kaydetmiştir: Bekri'tıin nakline güvenilmez. Durumu meçhuldür. Yeteri derecede olgunlaşmamış talebelere anlatilmaması gereken açık hataları dolayısıyla kalp, onun yalancı biri olduğuna hükmetmektedir.

5- "Megâzî", "magzâ" kelimesinin çoğuludur. Mag-â ise gazâ-yagzû-gazven ve magzâ fiilinden masdar olabileceği gibi "gazve yapılan yer" anlamında ısm-ı mekan da olabilir. Ancak burada masdar anlamında olduğu kesindir. Ga^ve de "eazv" kelimesinden masdar-ı binâi mene ("bir kere" anlamı Uade eden masdar) olup çoğulu, "gazevât" şeklindedir.

Ibn Side elMıthkem'de şöyle demiştir: Kişi bir şeyi isteyip arzu ettiği zaman   (gaza  eş-şeye-gazven)   denir.   Ga^v ise   düşmanla   savaşa  çıkmak anlamına   gelmektedir.   Sa'Ieb   de  ga'jye   kelimesinin   masdar-ı   binâi olduğunu söylemiştir. Bu konuda Cevheri ise şunları kaydetmiştir: (Ğazevtü el-adüvve gazven) "Düşman ile gazve yaptım" denir. Ga’â fiilinden türetilen isim gazet şeklindedir.  İsmi-İ fail ise gazin kalıbında olup racülü'n gazin (gazve  yapan  adam)   denir.   Çoğulu  ise  ya   kâdın-kudât  vezninde  güzâf şeklinde veya sâbık-subbak vezninde guzzân şeklinde veyahut haccün-hacîc vezninde gaziyyün ya da fâsi k-fussak vezninde guzzâün şeklindedir, agzaytu fulanen cümlesinin anlamı ise "falan kişiyi gazveye hazırladım" demektir Ga^P kelimesinin asıl anlamı "kastetmek"tir. Mağza'l-kelam "sözün maksadı amacı" demektir.

Buradaki megâzîden maksat Resülullah'm (sallallahu aleyhi vesdlem) bilinçli olarak (kasten), ya bizzat kendisinin veya kendisi tarafından hazırlanan bir ordunun hareket edip katıldığı savaşlardır. Bu noktada kastetme kelimesi, kendi ülkelerine veya Hendek ve Uhud savaşlarında olduğu gibi bulundukları yerlere yönelmekten daha genel bir anlam taşımaktadır.

 

3- Bölüm

 

Ebvâ[5] (Veddân[6]) Gazvesi

 

Ebû Ömer'in bildirdiğine göre Resûlullah (sallalkhu aleyhi vesdlem) Rebıyülevvel ayında Medine'ye ulaşmıştı. Ayın geri kalan günleri ile hicretin ikinci yılı Safer ayma kadarki günlerini Medine'de geçirdi. Sonra Safer ayında sefere çıktı, islam ordusunun sancağı beyaz renkte idi ve onu Hamza b. Abdulmuttalıb taşıyordu. İbn Sa'd ve Ebû Ömer'in belirttiklerine göre Hz. Peygamber (saBaBahu aleyhi vesdlem), Medine'de kendi yerine Sa'd b. Ubâde'yi bırakarak Kureyş'e ait bir kervanın önünü kesmek üzere Ensar'dan hiç kimsenin yer almadığı ve sadece Muhacirlerden oluşan bir ordu ile yola çıktı. Ancak herhangi bir çatışma yaşanmadı. Bu gazve sırasında yol üzerindeki Damre b. Abdi Menât b. Kinâne oğullarının liderleriyle bir anlaşma yaptı.

İbn İshak İbn Sa'd ve Ebû Ömer'in ifadelerine göre Mahşî[7] b. Amtr  ed--Kelbî've göre İse İmâre b. Mahşî b. Hüveylid b. Abdİfehjnrn b. b. Cudiy b. Damrc -el-Cemhere'de İbn Hazm da İmâr  b. î ismini kaydetmiştir- ordu toplamıştı. Resûlullah (saDaüahu alevin res^Dem) "kendisinin onlara karşı savaşmadığı gibi onların da MüslümaraJara savaşmamaları,   onlara   karşı   ordu   toplamamaları  ve   düşmanla olmamaları"  konusunda   anlaşma  çerçevesinde aralarında  şu yaptılar:

"Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla. Bu Allah'ın elçisi Muhammedtarafirsgdan J)amre  oğulları için yakılan  söyleşmedir.Bu söyleşme gereğince onlar mallars canlarıyla güvenliktedirler. Allah'ın dinine karşı savaşmamaları şartıyla d ıslattın sürece onlara savaş ilan edenlere karşı kendilerine yardım edilecektir, şekilde Peygamber de onları yardımına çağırdığı -^aman, çağasına icabet edeceklerdir-Buna karşılık Allah ve Resulünün koruması altında bulunacaklardır. Onlardan iyi davranan ve sakınanlara her -yamanyardım edilecektir."

Resûlullah (sallallalıu aleyhi vesellem) yukarıdaki anlaşmayı imzaladıktan sonra Medine'ye geri döndü. 15 gün süren bu sefer, Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesdlem) bizzat katıldığı ilk gazvedir.

 

4- Bölüm Buvât[8] Gazvesi

 

ibn Sa'd ve daha başka kaynakların naklettiklerine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vcseHem) Buvât gazvesine hicretin 13. ayı Rebiyülevvelin başında, yine sadece Muhacirlerden oluşan 200 kişilik bir ordu ile çıktı. Ebû Amr ve İbn Hazm ise olayın Rebiyülâhır ayında meydana geldiğini söylemişlerdir. Sancak yine beyaz idi ve bu defa onu Sa'd b. ebî Vakkâs taşıyordu. ,Hz. Peygamber (saHaUahu aleyhi veseüem) Medine'de kendi yerine İbn Sa'd'a göre Sâib b. Muâz'ı, ibn Hişam ve Ebû Amr'a göre ise Sâib b. Osman b. Mu'âz'ı bıraktı. Bu konuda el-Uyûn ve'l-işâra ve el-Mevrid müellifleri de İbn Hişâm ve Ebû Amr'la aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) bu gazve ile. yuz adamıyla birlikte Ümeyye b. Halefin idaresinde bulunan ve 250 deveden  oluşan bir ticaret kervanının önünü kesmeyi amaçlamıştı. Bu amaçla mevkiine kadar gittiyse de herhangi bu çatışmaya girmeksizin Medine’ye dondu.                                                            

 

Mülâhaza

 

Er-Ravz’da şöyle denilmiştir: "Ibn Hişam, Resûlullah'ın (saUallahu aleyhi veseHenîi Medine'de kendi yerine Sâib b. Maz'ûn'u bıraktığını naldetmiştir. Bu zât Osman b. Maz'ûn b. Habib'in kardeşidir. Sâib b. Maz'ûn ise onun kardeşinin oğlu olup Bedir'de şehit düşmüştür..." İbn Hişâm'ın bu sözleri Medine'de bırakılan zâtın Sâib b. Osman b. Maz'ûn değil, Sâib b. Maz'ûn olduğu sonucunu gerekli kılmaktadır. Ancak bu tartışmalıdır. Zira mevcut siyer nüshasında zikredilen, Sâib b. Osman b. Maz'ûn'dur.

 

5- Bölüm

Sefevân[9] Veya Küçük Bedir Gazvesi

 

İbn İshak'm bildirdiğine göre Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem) Useyre gazvesinden döndükten sonra Medine'de on gün bile kalmadan -İbn Hazm'a göre bu süre on gündür- hicretin 13. ayının başlarında Rebiyülevvel ayında, Cemmâ[10] ve civarlarında otlayan Medine halkına ait sürülere saldırıp onları gasbeden Kürz b. Câbir el-Fihrî'yi[11] takibe çıktı. Bu defa beyaz sancağı Ali b. ebî Talib taşıyordu. Resûlullah (saUallahu aleyhi vesdlem) Medine'de kendisinin yerine Zeyd b. Hârisc'yi bırakarak Kürz b. Câbİr'in peşine düştü. Bedir taraflarındaki Sefevân vadisine kadar ilerlediği halde Kürz'ü yakalayamadı Herhangi bir çatışma ile karşılaşmadan geri döndü.

 

Mülâhaza

 

İbn Sa'd, Zerr b. Hübeyş ve başkaları bu gazvenin Useyre'den Önce, Ibn Ishak ise sonra meydana geldiğini belirtmiştir.

 

6- Bölüm

 

Uşeyre[12] Gazvesi

 

tbn Sa'd'ın nakline göre Resûlullah (saflaHuı aleyhi vesellem) bu gazveye v,'   etin 16. ayı Cemaziyülâhırda çıknııştır. İbn İshak, İbn Hazm ve başkaları

bu avın Cenıaziyülevvel olduğunu İfade etmişlerdir. Bu gazvede beyaz ak j-jamza b. Abdülmuttalib'in elinde İdi. Resûlullah (salkllahu aleyhi vesellem) Medine'de kendi yerine Ebû Seleme b. Abdülesed'İ bırakarak hiçbir kimseyi zorlamaksızın sadece gönüllülerden oluşan 150 veya 200 kişilik bir ordu ile Kureys'e ait bir kervanın önünü kesmek amacıyla yola çıktı. Yanlarında ancak otuz deve bulunuyordu ve bunlara dönüşümlü olarak biniyorlardı. Kervanın, Şam'a gitmek üzere Mekke'den yola çaktığı haberi gelmişti. Kureysliler bütün mallarını bu kervanda toplamışlardı. Ancak Peygamber Yenbu'nun[13] İçlerinde Uşeyre denilen yere ulaştığında kervanın oradan bir kac gün önce geçtiğini öğrendi. Resûlullah'in, Şam'dan dönerken önünü kesmek üzere yola çıktığı ve Büyük Bedir gazvesinin sebebini teşkil eden kervan bu kervandır.

Ebû Amr'm belirttiğine göre Melel yoluyla Uşeyre'ye varan Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), Cemazıyülevvelin geri kalan günleri İle Cemaziyülahırın bir kaç gününü orada geçirip Müdlic oğulları ve onların müttefikleri Damre oğullarıyla bir anlaşma imzaladı. Sonra herhangi bir çatışmaya girmeksizin Medine'ye geri döndü. Denildiğine göre Resûlullah (saDaDahd aleyhi vesellem), ileride daha ayrıntılı olarak açıklanacağı üzere Hz. AIi'ye Ebû'l-Türnb lakabını bu gazvede takmıştır.

 

7- Bölüm

 

Büyük Bedir Savaşı

 

Bedir gazvesi, ayrıca Büyük Bedir (e/-Bedrü'l-u^mâ), Savaşılan Bedir (Bedm'l-kıtâl) ve YevmüH-jurkân (hak ile batılı birbirinden ayıran gün) gibi isimlerle de anılmaktadır. İbn Cerir, İbnü'l-Münzir ve Hâkim'in naklettiği ve İbnü'l-Münzir'in sahih gördüğü bir rivayete göre İbn Abbas, Bedir savaşının Yevmü'l-furkân adıyla anılmasının sebebini, "zira Allah o günde hak ile batılı birbirinden ayırmıştır" diyerek açıklamış tu-. Bedir savaşı, Yüce Allah'ın, islam'ın şanını yücelttiği ve küfür ve küfür yanlılarını perişan ettiği büyük bir olaydır. Bu günde pek çok olağanüstü haller (âyetler) ve (Allah'ın kudret ve yüceliğini gösteren) apaçık deliller (burhanlar) ortaya çıkmıştır. Bu suretle Allah, yine kendisinin bildirdiğine göre Müslümanlar Kureyş ordusu ile karşılaşmak yerine Şam'dan dönen kervanı ele geçirmek arzusunda olmalarına rağmen iki topluluktan biri hakkında kendilerine olan vadini gerçekleştirmeyi murad etmişti. O nedenle iki ordunun karşılaşması sırasında yağan yağmur müminler için bir nimet ve kuvvet olduğu halde kafirler için büyük bir musibet ve belâ olmuştur. Ayrıca Allah inananları semadan ordularla desteklemiştir. Öyle kİ, "İlerle Hayzum!"[14] diye gökten men askerlerin seslerini işitmişler, herhangi bir darbe veya kesme olmaksızın kellelerin omuzlardan düştüğünü görmüşler ve Ebû Cehil ve başka müşriklerin bedenlerinde nereden geldiği belli olmayan kırbaç izlerine rastlamışlardı, Resülullah (saDallahu aleyhi veseDem) de bu savaşta müşriklerin yüzlerine doğru kum ve toprak serpmiş, serptiği toprak- hepsine isabet etmişti. Yüce Allah, inananların kalplerinden korkuları defetmek ve onları bütün ruhlaııyla savaşa teşvik etmek amacıyla müşrikleri gözlerinde az göstermişti. Daha savaş başlamadan Resülullah (saMahu aleyhi veseflem) "Şurası falancanın öldürüleceği yer, burası falancanın öldürüleceği yer" diyerek müşriklerin isabet alıp öldürüldükleri yerlere işaret etmişti. Müslümanlar olayların, aynen onun  işaret edip  andığı şekilde  cereyan  ettiğine  tanık  olmuşlardır.   Hz. Peveamber'in (saMlahu aleyhi vesellem) daha evvel Ukbe b. ebî Muayt'a söylediği "Eğer seni Mekke dağlarının arkasında bulursam, mutlaka öldüreceğim" sözünü, Yüce Allah bu savaşta gerçekleştirmişti. Amcası Abbas'a Mekke'den ayrılırken Ümmü'l-Fazl'a emanet olarak verdiği altınları haber vermesi, onun doğruluğu ve peygamberliğin gerçekliği konusunda Abbas'm kuşkularım izale etmiş, böylece Hz. Peygamber'in getirdiği ilahî mesaj hakkındaki yakînî bilgisi ve basireti artmıştır. Yüce Allah  "Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan (fidyeden) daha hayırlısını size verir" (Enfâl, 70) âyetiyle (esirlere) vaat ettiğini gerçekleştirmiş, verdiği 20 okka altın yerine Abbas'a malıyla ticaret yapalak sermayesini artıracak 20 evlat nasip etmiştir. Yine Yüce Allah, Resulüne, Umeyr b. Vchb ve Safvan b. Umeyye'nİn Mekke'de kendisine yönelik öldürme planları kurduklarını haber vermiş ve böylece onu, bundan korumuştur. Bu olayı, ayrıca Umeyr b. Vehb'in müslüman olmasına vesile yapmıştır. Umeyr, müslüman olduktan sonra Mekke'ye gidip İslam'a çağrıda bulunmuştur. Bunlar gibi daha pek çok mucize ve burhanları Yüce Allah, Resulü (saflaMuı aleyhi vesellcm) eliyle izhar etmiş, onunla birlikte bulunan müminlere bunları göstermiştir. Bu durum elbette onların iman ve basiretlerinin daha da artmasına vesile olmuştur.

Resülullah'ın (sallaMıu aleyhi vescllem) bu savaş sırasında Katade'nin yanağından aşağıya doğru akan göz bebeğini yerine koyduğu da (olağanüstü hadise olarak) nakledilmiş olsa da, doğrusu bu olay Uhud savaşı esnasında gerçekleşmiştir. Ancak Büyük Bedir gazvesinin Müslümanlar açısından en önemli ve en bereketli savaş olduğunda hiç kuşku yoktur. Hz. Peygamber'in bu savaşa çıkış nedeni şudur: Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem), Ebû Süfyatı b. Harb'in liderliğinde değerli ticaret mallarıyla yüklü bin deveden oluşan Kurevşlilere ait bir kervanın Şam'dan yola çıktığı haberini aldı. Mekke'de yanında bir mıskal[15] veya daha fazla malı olup da bu kervana vermeyen kadın veya erkek hiçbir Kureyşli kalmamıştı. Denildiğine göre kervandaki malın miktarı 50 bin dinara ulaşmıştı. Daha az olduğu da ifade edilmiştir, ibn Ukbe ve İbn Âyız'in naklettiklerine göre kervanda 70 Kureyşli vardı, ibn tshak ise 30 veya 40 kadar Kureyşli bulunduğunu söylemiştir, içlerinde, sonradan müslüman olan Mahreme b. Nevfel ve Amr b. As da bulunuyordu. Bu kervan, daha evvel Hz. Peygamber'in (sallalhhu aleyhi vesellem) yolunu kesmek üzere çıktığı, ancak Uşeyre'ye vardığında oradan çoktan gitmiş olduğunu öğrendiği kervandır.

Resûlullah (saDallahu aleyhi çeseBem) Müslümanları mutlaka kendisine katılmaya ^ etmeksizin gönüllü olarak onunla beraber kervanın önünü kesmek "^e sefere çıkmaya teşvik ederek şöyle buyurdu: "îpe Kureyş kervanı! Onda >-" de mallarım^ bulunmaktadır. Onu karşılamaya çıkın. Umulur ki A.llah, onu olarak si^e nasip eder" Bu şekilde Hz. Peygamber (sâBaHalıüaleyhiveseBem)"; Atılan kervanın önünü kesmeye teşvik etti. Mecburiyet olmadığından kıları derhal sefere katılırken, diğer bazıları işi ağırdan aldılar. O nedenle \ çok insan bu seferde Resûlullah (saDaDahu aleyhi vesdlem) ile birlikte olmayıp , l!de kalmıştı. Ancak geride kalanlar, bu davranışlarından ötürü asla Anmadılar; çünkü onlar Resûlullah'm (saMahu aleyhi vesdlem) böyle bir savaşla taşacağını düşünmemişlerdi. Zaten Hz. Peygamber de bu konuda ısrarlı vi'anmayıp, "Kimin bineği yanında ise benimle gelsin" buyurmuştu. Hatta ^belerden bazıları Medeni tepelerinde bulunan develerini getirip fisine katılmaları konusunda izin istediklerinde "Hayır! Sadece bineği J nıHa olanla?'' buyurmuştu.

Sa'd b. Ubâde bu sefere çıkarken yirmi deve hazırladı. Resûlullah (saMaiıu ' ^vesellem) Medine'den çıkmadan on gün önce Talha b. Ubeydulîah ve Saîd Beyd'i kervan hakkında bilgi toplamak üzere Şam yolu taraflarına ° öderdi. Bu iki zat Huvvâr[16]  denilen yere vardıkları zaman Kuseyyir b. el-Cühenî'nin (radiy anlı) konağına indiler. Kuseyyir onları kendi ,  ması altına aldı. Ancak kervan gelip oradan geçinceye kadar kendilerine haber vermedi.  Kervan geçtikten  sonra  oradan  ayrıldılar.   Onlarla l]kte  koruyucu   olarak   Kuseyyir   de   çıktı  ve   kendilerini Zü'1-Merve[17] vkiıne kadar götürdü. Durumu haber vermek üzere Medine'ye geldikleri Resûlullah'm çoktan yola çıktığını öğrendiler. Resûlullah (saflallahu aleyhi "cin) Yenbu'yu ahnea orayı Kuseyyir'e vermek istemişti. Kuseyyir "Yalullah, ben yaşlandım. Orayı sen kardeşimin oğluna ver" demiş, Hz. Peygamber  (sallallahu alevhî vesdlem)  de kardeşinin  oğluna vermişti.  Ömer b. naklettiğine göre daha sonra o yeri ondan Abdurrahman b. Sa'd b. ' satın almıştır.

Mizzam kabilesinden bir adam Meân taraflarında Zerka[18] denilen yerde  Süfyân'a yetişip kendisine, Hz. Peygamber'in önceden kervanın yolunu tek üzere yola çıktığını, şu anda kervanın dönmesini beklediğini; ayrıca üzerinde bulunan kabilelerle de ittifak kurup anlaşma yaptığını haber verdi. Bunun üzerine Ebû Süfyân ve beraberindekiler büyük bir endişe ile etrafı gözetlemeye çıktılar. Hicaz'a yaklaştıklarında sağdan soldan haber toplamaya başladı. İnsanların mallarına bir zarar gelmesinden korktuğundan dolayı karşılaştığı her binekliye (Peygamber hakkında) haber soruyordu. Sonunda bazı yolculardan "Muhammed seni ve kervanını ele geçirmek için ashabını seferber etti" şeklinde bir haber aldı. Haber üzerine büyük bir korkuya kapılan Ebû Süfyan, 20 mıskal altına kiraladığı Damdam b. Attır el-Gifâri'yi Mekke'ye gönderdi. Gönderirken de Mekke'ye girdiği vakit devesinin kulağını kesmesini, eğerini ters çevirmesini, gömleğini önünden ve arkasından parçalamasını, sonra da Kureyşlilerin yanma varıp mallarını kurtarmaları için onları harekete geçirmesini, onlara, Muhammed'in arkadaşlarıyla birlikte kervanın yolunu kestiğini haber vermesini tembihledi. Bunun üzerine Damdam, hızla Mekke'ye doğru yola çıktı ve Ebû Süfyan'm dediklerini aynen yaptı.

 

Âtike Binti Abdulmuttalib'in Rüyası

 

İbn İshak, Hâkim, Beyhakî ve Musa b. Ukbe'nin değişik tariklerle Ibn Abbas'tan naklettiklerine göre Damdam'ın Kureyşlüere ulaşmasından üç gün önce Atİka binti Abdulmuttalib uykuya dalan herkes gibi bir rüya görmüştü. Sabaha ulaştığında Atike bu rüyasını' çok önemsedi ve kardeşi Abbas b. Abdulmuttalib'e bir adam göndererek çağırttı ve kendisine şunu anlattı: "Ey kardeşim! Dün gece gördüğüm bir rüya beni çok ürküttü. Mutlaka kavminin başına büyük bir bela ve musibet gelecektir." Abbas "Nedir o?" diye sorunca, "Kimseye anlatmayacağına dair bana söz vermedikçe sana bundan bahsetmeyeceğim. Çünkü Kureyşliler bunu duyarlarsa bize eziyet ederler, onlardan hoşumuza gitmeyecek şeyler işitiriz" dedi. Abbas bu hususta kendisine söz verince rüyasını anlattı:

Ebiab[19] tepesinin üzerinde deve sırtında bir adamın gelmekte olduğunu gördüm. Derken: "Ey Cemaat! Üç güne kadar sefere çıkın!" diye üç defa avazı çıktığınca bağırdı. Bunun üzerine insanların onun etrafında toplandığını gördüm. Sonra devesiyle Mescid'e (Kabe'ye) girdi ve halk onun etrafında toplandı. Derken devesi bir yerde durdu. Bir de baktım ki adam Kabe'nin tepesinde. Tekrar üç defa "Ey Cemaat! Üç güne kadar sefere çıkın!" diye seslendi. Sonra devesinin Ebû Kubeys[20] dağının tepesinde durduğunu gördüm. Adam yine: "Ey Cemaat! Üç güne kadar sefere çıkın!" diye seslendi. Sonra kocaman bir kayayı topraktan sökerek dağın tepesinden aşağıya doğru yuvarladı. Kaya büyük bir gürültüyle yuvarlanmaya başladı Dağın eteğine ulaştığında bir yere çarpıp parçalandı. Kavmine ait ne bir ev' ne de^ bir hâne kaldı, her birine ondan kopan parçalardan bir parça isabet etti. Atike'nın rüyasını dinleyen Abbas: "Vallahi bu hakikaten önemli bir rüya! Onu sakın kimselere anlatma!" ded;. Atike: "Sen de onu kimselere anlatma! Şayet bu Kureyşİllerin kulağına giderse, bize çok eziyet ederler" diye tembihledi. Sonra Abbas yanından ayrıldı. Giderken yolda Velıd b Utbe ile karşılaştı ve bunu ona anlattı. Daha sonra bu söylenti Mekke'de öylesine yayıldı ki, artık Kuteyşîiler onu toplantılarında anlatıp durur oldular. Bundan sonraki gelişmeleri Abbas şöyle anlatmıştır:

Beytullah'ı tavaf etmek üzere erkenden çıktım. Baktım Ebû Cehil ve onunla birlikte bir grup Kureyşli oturmuşlar Atike'nin rüyasını konuşuyorlardı. Ebû Cehil beni görünce "İçinizden bu kadın peygamber ne zaman çıktı?" dedi. "O da nedir!?" diye sordum. "Atike'nin rüyası" dedi. "Ne görmüş?" dedim. "Siz, ey Abdulmuttalib oğullan! Erkeklerinizin peygamberlik iddiasında bulunmalariyla yerinmediniz, şimdi de kadınlarınız peygamberlik iddiasında bulunmaya başladılar" dedi. İbn Utbe'nin ifadesi İse şöyledir: "Siz, ey Haşim oğulları! Erkeklerinizin yalanlarıyla yetinmeyip kadınlarınızın yalanlarını da yaymaya başladınız. Şunu iyi bilin ki, sizinle biz iki yarış atı gibiyiz. Öteden beri şeref konusunda birbirimizle yarışa geldik. Taraflar birbirleriyle denkleşince dediniz ki: <Bizden peygamber çıktı.> Çok geçmeden <bizde kadın peygamber de var> demeye başladınız. Kureyş kabilesi içerisinde sizden daha yalancısını bilmiyorum." -Bu şekilde Abbas'a dille çok hakaret etti- Güya Atike rüyasında bir adamın "Üç güne kadar sefere çıkın!" diye çağrıda bulunduğunu" görmüş! Üç gün bekleyip bakacağız. Eğer bu rüya doğru çıkarsa, kehaneti doğrulanmış olacak. Üç gün geçtiği halde rüyadan hiçbir şey gerçekleşmezse, sizin Arap kavimleri arasında en yalancı aile olduğunuzu belgeleyen bir belge yazacağız"

Bu hakaret dolu sözler karşısında, Abbas diyor ki: "Vallahi ona gerektiği gibi cevap vermedim. Sadece dediklerini inkar ederek Atike'nin bir şey görmediğini söyledim."

İbn  Ukbe'nin  konuyla  ilgili  naklinde  ise  İbn Abbas'm  Ebû  Cehıl'e "Sözlerini bitirdin mi? Aksine yalancılık sen ve senin ailenin bir özelliğidir şeklinde karşılık verdiği, orada bulunanların da (Abbas'a) "Ey Ebû'1-Fazl! Sen  ahmak ve  cahil  biri  değildin"   dedikleri yer  almaktadır.   Olayı  aynı ifadelerle anlatan İbn Ayiz de ayrıca İbn Abbas'm ona, "Yavaş ol! Ey kıçı boyalı herif”[21] dediğini İlave etmiştir. Sonra Abbas, rüyasını bu fasik herife anlattığı için Atike'den büyük azar ışıtmışttr.

Abbas diyor ki: Akşam olunca Abdülmuttalip oğullarının bütün kadınları ' nırnda toplandı ve "Bu kötü ve fesık herifin erkeklerinize hakaret etmesine çıkarmadınız- Şimdi de kadınlarınıza dil uzatmaya başladı ve sen bunu duyduğun halde gerekli karşılığı vermedin, işittiğin hakaretler karşısında söyleyecek bir sözün yok muydu?!" diye bana çıkıştılar. Ben de "Vallahi ben ona cevap verdim. Ama yine de pek bir şey yaptım sayılmaz. Allah'a yemin ederim ki, yarın onun karşısına çıkacağım. Yine aynı şekilde davranırsa, sizin adınıza ben kendisine hak ettiği cevabı vereceğim" dedim. Atike'nin rüyasının üçüncü gününde öfkeli bir halde erkenden evden çıktım. Kendimi sanki Allah düşmanına hak ettiği cezayı verememiş, şimdi o kusurunu telafi göneyi arzulayan biri gibi görüyordum. Mescid'e (Kabe'ye) girdiğimde Ebû CehiTin yine orada olduğunu gördüm. Vallahi, daha önce yaptığı hakaretleri tekrar yapsın da kendisine gününü göstereyim, diye ona ilişmek için bulunduğu tarafa doğru yürüdüm. Ebû Cehil sert şimali, sert dilli ve haşin bakışlı cevval biri idi. Ani bir hareketle birdenbire Mescid'm kapısına doğru yöneldi. Sıkıntılı bir hali vardı. "Ona ne oldu acaba! Allah'ın lanetlisi! Yoksa bütün bu halleri kendisine söveceğim korkusundan mı kaynaklanıyor?!" diye kendi kendime söylendim. Sonra anladım ki benim duymadığım bir ses duymuş! Damdam b. Amr el-Gıfârî'nİn sesini! Damdam vadinin ortasında devesinin üzerinde yüksek sesle bağırıyordu. Devesinin kulaklarını kesmiş, semerini ters çevirmiş, gömleğini yırtıp parçalamış bir vazıyette şöyle sesleniyordu: "Ey Kureyşliler! Ey Lüey b. Galip ailesi! Develere yetişin, develere! Ebû Süfyan'm gözetiminde olan mallarınız Muhammed ve arkadaşlarının saldırısına uğradı. Onları kurtarabileceğinizi sanmıyorum, imdat!   imdat!   Vallahi   onları   kurtarabileceğinizi   hiç   sanmıyorum."   Bu sözlerden sonra Kureyşlileri müthiş bit korku sardı. İşte o zaman Atike'nin rüyasından korkmaya başladılar. Bu durum onu benden, ortaya çıkan yeni hadise de beni ondan uzaklaştırdı. Rüyası gerçek çıkınca A tike şu beyti söyledi;

Rüyam gerçek değil miymi§?! I§te gerçekleşti, Kervandan kaçıp canım zor kurtaran bir adanıl Onu doğru/adı!

"Yalan söyledin   dediniz, yalan söylemediğim halde, Yalanlar ancak bizim doğrularımızı, yalancılar özünde!

Kureyş halkı derhal sefer hazırlıklarını tamamladı ve kendi kendilerine şöyle konuştular: "Muhammed ve arkadaşları bunun, Ibnü'l-Hadramî'nin kervanı gibi mi -bu konu ilende seriyyclcr bahsinde gelecektir- olacağını sandılar?! Hayır! Allah şahidimiz olsun ki, öyle olmadığını pek yakında mutlaka anlayacaklardır!" Mekkelilerm önünde iki seçenek vardı. Ya bizzat kendileri sefere katılacaklar ya da yerlerine başkalarını göndereceklerdi. Hazırlıklar İki veya üç gün sürdü. İçlerinde güçlü olanlar, zayıflara yardımcı oldular. Süheyl b. Amr, Zem'a b. Esved, Tu'ayme b. Adî ve Hanzala b. ebî Süfyân gibi Mekke'nin ileri gelenleri insanları sefere çıkmaları için teşvik ediyorlardı. Süheyl şöyle diyordu: "Ey Galip ailesi! Sizler, Muhammed ve beraberindeki isyankar gençlerinizle Yesriblilerin, kervanınız ve mallarınıza el koymalarına müsaade mi edeceksiniz?! Kim mal istiyorsa, işte benim malım! Kim kuvvet istiyorsa, işte benim kuvvetim!" Bu sözlerinden dolayı Umeyye b. ebi's-Salt kendisini bir kaç beyitle Övmüştür. Nevfel b. Muaviye de Kureyş'in maddi bakımdan güçlü olanlarına gidip sefere çıkmak isteyenlerin nafaka ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaları hususunda onlarla konuştu. Bunun sonucunda Abdullah b. Rabi'a: "Tşte sana 500 dinar (altın). Onu istediğin gibi harca" dedi. Nevfel, Huveytıb b. Abduluzza'dan da 200 dinar nakit aldı. Bu miktarın 300 dinar olduğu da söylenmektedir. Bu paralarla orduyu silah ve binek yönünden güçlendirdi. Tu'ayme b. Adî de 20 deve hazırlayarak Kureyşlilerin gücüne güç kattı. Ayrıca gerideki ailelerinin nafakalarını da üslendi. Kureyşlilcr, sefere çıkmak istemeyerek Muhammed ve arkadaşlarının safında yer aldıklarını düşündükleri veya Müslüman olduklarını bildikleri veyahut Haşim oğullarına mensup olan hiçbir kimsenin seferden geri kalmasına müsaade etmeyip yanlarına aldılar. Bundan sadece hiçbir surette kuşkulanmadıkları kimseleri muaf tuttular.  Zorla yanlarına aldıkları arasında Abbas b. Abdulmuttalib, Nevfel b. Haris, Talib b. ebi Talib ve Akîl b. ebi Talib gibi şahsiyetler de bulunuyordu. Kureyşlilcrden geride kalmak isteyen herkes mutlaka yerine birini gönderiyordu. Meselâ, Ebû Leheb'ın kapısına dayanan Kureyşliîer, kendisinden ya kendileriyle birlikte sefere katılmasını ya da yerine birini göndermesini İstediler. Bundan başkasını kabul etmediler. Denildiğine göre Ebû Leheb kendi yerme, daha sonra müslüman olan As b. Hişam b. Muğire'yi göndermiş. Bu zat, daha evvel kendisine olan 4000 dirhem faiz borcu nedeniyle Ebû Leheb'e bağlı kalmış, iflas ettiğinden dolayı borcunu Ödeyememişti. Ebû Lehcb de, kendi verine bu sefere katılması durumunda borcunu sileceğini söyleyerek onu kiraladı. Böylece Ebû Leheb geride kalmış, onun yerine As b. Hişam sefere katılmış oldu. Ebû Lcheb'i seferden alıkoyan, Atike'nİn rüyası idi; zira sürekli olarak "Atike'nİn rüyası ansızın yakalamaktır" deyip dururdu. Ümeyye b. Halef, Utbe, Şeybe, Zem'a b. Esved, Umeyr b. Vehb, Hakîm b. Hizam ve daha başkaları ise Hübel[22] putunun yanında "emreden ve nehyeden"[23] oklarla fallarına baktılar, kendilerini sefere çıkmaktan nehyeden ok çıkınca hep birlikte geride kalmaya karar verdiler; tâ ki, Ebû Cehil b. Hişam huzurlarını kaçrrıncaya kadar. Kocaman gövdeli, iri-yaıı bir İhtiyar olan Ümeyye b. Halef geride kalmaya karar verdikten sonra, bir ara kendi kavmi ile bitlikte Mescid'de (Kabe'de) oturuyordu. Tam o sırada yanlarına Ukbe b. ebî Muayt geldi ve beraberinde getirdiği içi ateş ve buhur dolu bir mangalı önüne koyarak "Ey Ebû Ali! Hadi buhurlan! Sen artık kadınlardan sayılırsın" dedi. Buna fena halde bozulan Ümeyye, "Allah senin de, senin getirdiğinin de cezasını versin!" deyip sefer için hazırlandı ve diğer insanlarla birlikte yola çıktı. Onun bu konuda ağırdan almasının nedeni, öldürülmesi İle ilgili bölümde açıklanacaktır. [—s. 77]

 

İblis'in Kureyşlilere Surâka b. Mâlik Suretinde Görünmesi

 

İbn İshak ve daha başka kaynakların naklettiklerine göre, Kureyşliîer hazırlıklarını tamamlayıp Mekke'den hareket ettiler. Yanlarında def ve benzeri çalgı aletleriyle şarkıcı cariyeler de olduğu halde dere-tepe demeden ilerlediler. Ancak bu arada Bekr b. Abdimenat b. Kinâne oğulları ile aralarındaki kan davasını hatırladılar ve "Biz, bunların arkadan saldırmalarından endişe ediyoruz" dediler. Bu endişeleri tam onları yollarından çevirecekti ki, Allah'ın düşmanı İblis (Allah lanet etsin) Kinâne oğullarının ilen gelenlerinden Suraka b. Mâlik b. Cu'sum el-Kinânî suretinde kendilerine göründü ve "Ben, arkanızdan Kinâne'nin, sizin hoşnut olmayacağınız bir davranışta bulunmayacağı konusunda size garanti veririm" dedi. Bunun üzerine 950 veya 1000 savaşçı ile hızla yollarına koyuldular. Ebû Leheb dışında eşraftan hiç kimse geride kalmamıştı. Mekke civarında yaşayan kabilelerden de adam topladılar. Kureyş kabilelerinden Benî Adî dışında hiçbiri bu seferden gen kalmadı. Benî Adî'den ise hiçbir fert onlara katılmadı. Yüce Allah'ın âyet-i kerimede buyurduğu gibi "çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah yolundan alıkoymak için" (Enfâl, 47) yurtlarından çıktılar.

İbn Ukbe ve İbn Ayiz de olayı şöyle nakle tmişlerdir: Müşrikler yola çıktıklarında yanlarında bulunan İblis, onları, geriden Kinâne oğullarının da harekete geçip yardımları için yola çıktıkları kuruntusu ve "Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur. Şüphesiz ben de sizin yardımcmızım" (Enfâl, 48) vadiyle avutuyordu. Onları Bedir'e ulaştırıp (inananlara) teslim edinceye kadar bu tür vaat ve kuruntularına devam etti. Bu konuda Hasan b. Sabit (radıyallahu anlı) aşağıdaki beyitleri söylemiştir:

Onlar da yürüdü Bedir 'e biz de, o vakitte,

Yürümezlerdi, kesin bilselerdi elbette,

Uururla onları aldatıp onları, teslim etti (ölüme),

Öyledir, o habis aldatır hep dostlarını,

Ben, dedi, sizin yardımcmiznn, sonra,

Alıp götürdü onları en kötü sona,

Ki, omda rezil-rüsvay olmak vardır,

Derken karşılaştık, o yardım dileyen şereflilerinden,

Bırakıp kaçtılar, bir grup ise içlerinden,

Hep onları aradılar.

el-îmîâ' müellifi de şöyle nakletmistir. Kureyşliler Menii \-Zebrâtı 'da[24] konaklarken Ebû Cehil onlara bir deve kesti. Askerlerin bulunduğu çadırlardan devenin kanından bulaşmayan kalmadı. Damdam b. Amr, Mekke vadisinin her tarafından kan aktığını gördü. Müşrikler 200 at ve 600 zırha sahipti. Ayrıca beraberlerinde def çalan ve şarla söyleyen cariyeler de vardı. Mekke'den yola çıktıkları ilk günde Ebû Cehil ordu için on deve boğazladı. Sonra Usvan'a vardıklarında Ümeyye b. Halef dokuz deve, Kudeyd'e[25] ulaş tiki arında da -daha sonra müslüman olan- Süheyl b. Amr on deve boğazladı. Kudeyd'den su yoluyla sahile doğru yöneldiler. Orada bir müddet kaldılar. Bu arada Utbe b. Rabi'a onlara on deve kesti. Sonra Ebvâ[26] denilen yere geldiler. Burada ise Haccac'ın oğulları Münebbih ve Nubeyh on deve kesti. Daha sonra beraberlerinde taşıdıkları azıklarından yediler ve akşam üzeri Cuhfe'ye varıp orada kamp kurdular.

 

Cuheym b. Sait'in Rüyası

 

Beyhakî'nin İbn Şihab, İbn Ukbe ve Urve b. Zübeyr'den naklettiğine göre, Kureyşlilerın Cuhfe'de[27] konaklamaları sırasında aralarında bulunan Muttalip oğullarından Cuheym b. Salt b. Mahreme —ki daha sonra Huncyn'de müslüman olmuştur- adında bir adam başını bir yere koyup uyudu. Sonra ürperti ile uyandı ve yanındakilere "Az evvel başımda bulunan süvariyi gördünüz mü?" diye sordu. Arkadaşları: "Hayır! Sen deli misin ne!" dediler. O yine: "Az evvel başımda bir süvari durdu ve Ebû Cehil, Utbe b. Rabi'a, Şeybe, Zem'a, Ebû'l-Buhterî, Ütneyye b. Halef... (Bedır'de öldürülen daha başkalarını da saydı) öldürüldüğünü söyledi. Sonra devesinin boynuna vurarak kampa sürdüğünü ve kampta bulunan her çadıra onun kanından bulaştığım gördüm" dedi. Cuheym bunu anlatınca arkadaşları dalga geçip "Şeytan seninle oynamış" dediler. Bu söz Ebû Cehil'e intikal ettirilince Ebû Cehil: "Haşim oğullarının yalanından sonra şimdi de Muttalip oğullarının yalanını getirdiniz" dedi.

 

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Medine'den Hareketi

 

Resûlullah (sallallahu alevin yesefem) Medine'den Ramazan ayında hareket etti. İbn Sa'd'ın nakline göre o gün ayın 12. günü Cumartesi idi. İbn Hişam ise Ramazan'm 8. günü olduğunu söylemiştir. Medine'ye bir mil kadar uzaklıkta bulunan Ebû İnebe kuyusunun yanında kamp kurdu. Orada ashabı teftiş edip içlerinden yaşça küçük olanlarını geri gönderdi. O zaman Abdullah b. Ömer, Üsame b. Zeyd, Rafı b. Hudeyc, Beta b. Azib, Üseyd b. Hudayr, Zeyd b. Erkâm ve Zeyd b. Sâbit'i yaşları küçük olduğu için geri göndermişti. Umeyr b. ebî Vakkas'a ise "Geri dön" dediği zaman, Umeyr ağladı. Bunun üzerine kalması için ona izin yerdi. Umeyr, henüz on altı yaşında iken Bedir'de şehit düştü. Hz. Peygamber ashabına Suk]râ[28] kuyusundan su ihtiyaçlarını gidermelerini emretti, kendisi de su ihtiyacını aynı kuyudan giderdi. Sukyâ evlerinin yanında namazını kıldıktan sonra Medine için şöyle dua etti:

"Ey Allahım! ibrahim elbetteki senin kulun idi, halılin (yakın dostun) ve peygamberin idi. 0 Mekkelikr için sana dua etti. Ben M.uhammed de muhakkak ki senin kulun ve peygamberinim. Ben de Adedine/İler için sana dua ediyorum. Soylarına, müdlerine ve meyvelerine bereket ver. Allahım bie Medine'yi sevdir. Oradaki vebayı Humm'a[29] musallat kıl. Allahım! Halilin İbrahim'in Mekke'yi hareni bölgesi kıldığı gibi ben de (Medine'nin) iki taşlığı arasını harem bölgesi kıldım"

Hubeyb b. İsaf güçlü ve kuvvetli biriydi. O zaman henüz müslüman olmamıştı; ama hem ganimet elde etme arzusuyla, hem de Hazreç kabilesine mensup kavmine yardımcı olmak amacıyla sefere katılmıştı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ona ", sadece bivğmk aynı dini paylaşanlar katılsın" deyince, hemen müslüman oldu ve ondan sonra iyi bir müslüman olarak yaşamını sürdürdü.

Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Sukya kuyusundan pazar akşamı ayrıldı, ayrılırken de şöyle dua etti: "ylllahım! Bunların ayakları yalınayak, onları taşı; üsleri çıplak, onları giydir; karınlan aç, onları doyur; muhtaçlar, onları ja-^l-ı kereminle İbn   İshak'm   naklettiğine   göre   Resûlullah   (salhllahu aleyhi vcseBem)   Bedir gazvesinde beyaz sancağı Musa b. Umeyr'e verdi. Önünde, biri henüz 20 yaşında olan Ali b. ebî Talib'de, diğeri ise Ensarlı bit zatta bulunan iki siyah sancak daha vardı. Ali b. ebî Talib'in taşıdığı sancağa Ukâb denirdi.

Aynı konu hakkında İbn Sa'd ise şunları kaydetmiştir: Muhacirlerin sancağı Mus'ab b. Umeyr'de, Hazreçlilerin sancağı Hubab b. Münzir'de ve Evslilerin sancağı da Sa'd b. Mu'az'da bulunuyordu. Ebû'1-Feth ise demistir ki: "Bilinen o ki, Sa'd b. Mu'az o gün Resülullah'in çardağım koruyordu. Ayrıca Muhacirlerin sancağını da Hz. Ali (kerramalluhu vecheh) taşıyordu." Ancak doğrusu çardak Bedir'de kurulmuştu. İbn Sa'd'm zikrettiği ise yoldaki bir hadisedir.

Resûlullah (sallaflahu aleyhi veseîlem) Medine'de namazları kıldırmak üzere seride İbn Ümmü Mektûm'u bıraktı. Ebû Lübâbe'vi de Revhâ'dan seri çevirip Medine'nin muhafazası için görevlendirdi. Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) üzerinde, kendisine önemli yararlar sağlayan zırhı vardı. Ayrıca Sa'd b. Ubâde'nin kendisine hediye ettiği "adb (keskin)" lakabıyla anılan kılıcını da kuşanmıştı. O gün Müslümanların yanlarında 70 deve vardı ve bunlara dönüşümlü olarak biniyorlardı. Resûlullah (sallaMıu aleyhi vesellem), Ali b. ebî Talib ve Zeyd b. Harise -Mirsed b. ebî Mirsed'in olduğu da söylenmektedir- aynı deveyi paylaşıyorlardı. Denildiğine göre Hamza b. Abdulmuttalib, Zeyd b. Harise, Ebû Kebşe ve Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi veseBem) azatlısı Enes bir deveye; Ebû Bekr, Ömer ve Abdurrahman b. Avf bir deveye ve Rafı' b. Mâlik b. Aclân'm oğulları Rıfâ'a ve Hallâd ile Ubeyd b. Yezıd b. Amir b. Aclân da bir deveye dönüşümlü olarak biniyorlardı. Bu sonuncuların hepsi de Ensar'dan idi ve Ravhâ'ya vardıklarında develeri yorgunluktan çöktü. Durumu farkeden Resûlullah (sallallahu aleyhi veseliem) onlara doğru yöneldi. Kendisine develerinin yorgunluktan çöktüğünü haber verdiler. O da su istedi. Sonra bir kaptan ağzına su alıp abdest aldı. Sonra: "Ağcını acın!" huyundu. Onlar da dediği gibi yaptılar ve Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem) devenin ağzına, başına ve boynuna, sonra hörgücüne ve sırtına, daha sonra da kıçına ve kuyruğuna su döktü. Sonra: "Binin!" buyurdu. Deve hareket etti ve böylece diğerlerine yetiştiler. Bu gene develeri onları Medine'deki namazgaha döııünceve kadar sırtında taşıdı. Bcdir'den döndükten sonra namazgaha vardıklarında develeri çöktü. Hallad da onu kesip etini sadaka olarak dağıttı. Bu rivayeti Bezzâr ve Taberânî nakletmişlerdir.

Ahmed b. Hanbel ve İbn Sa'd, İbn Mes'ud'dan şöyle nakletmişler dır: Bedir günü her üç kişiye bir deve düşüyordu. Ebû Lübâbe ve Alı, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile bir deveyi kullanıyorlardı. Binme sırası Resûlullah'a geldiğinde: "Bin, ya Resûlullah! Biz yürüyelim" dediler. Peygamber de: "Yürümek için XR£ be&kn ^w tiSty değilsiniz ve ben sevaba simden daha at? muhtaç ta değilim" buyurdu. el-Bıdâye ve el-Uyûn'dz ise bu olayın, Resûlullah'ın Ebû •Lübâbe'yi Ravhâ'dan geri çevirmesinden önce vuku bulduğu, daha sonra Hz. Peygamberle aynı deveyi paylaşanların ise AH ve Zeyd oldukları belirtilmiştir. îbn Ukbc, İbn tshak, Zehebî ve İbnü'l-Kayyım ise Hz. Peygamber'in ortaklarının Mirscd b. Ebi Mirscd el-Ganevı ile Ali olduklarım, daha evvel de zikredildiği gibi Zeyd'in Hamza ile birlikte olduğunu söyletnişîerciir.

Ashap yalnızca iki ata sahipti. Bunların biri Mikdad b. Esved'ın Sebha veya Ba'reçe (süratli) adıyla bilinen atı, diğeri de Zübeyr b. Avvâm'm Sey/veya Ya'süb adıyla bilinen atı İdi. Tbn Sa'd ise Yezid b. Rûmân'dan nakledilen ve bir de Mirsed b. ebî Mırsed'e ait Seyl adlı at bulunduğunu bildiren rivayete dayanarak Müslümanların üç atı bulunduğunu söylemiştir. Resûlulîah (saMahu aleylıi veseîlan) yayaların (piyadelerin) başına Kays b. ebî Sa'saVyi -Babasının asıl adı Amr b. Zeyd b. Avf b. MebzûTdür- tayin etti ve Sukyâ evlerinden ayrılırken ona Müslümanları sayması emrini verdi. O da Ebû Tnebe kuyusunun başında hepsini toplayıp saydı. Sonra Hz. Peygamber'e (saMahu aleyhi vesdlem) adetlerinin 313 kadar olduğunu haber verdi. Peygamber bu habere çok sevindi ve "Talût'utı ordusu kadarmıf dedî.

Resûlullah (saMahu aleyhi veseîlem), Türban[30] mevkiinde bulundukları sırada Sa'd b. ebî Vakkas'a "Sa'd! Ceylana bak1. Hemen okum/ hasırla!"buyurdu. Sonra kalkıp çenesini Sa'd'm omuzu ile kulağı arasına koydu ve sonra "Allahım onun okunu isabet etiif diye dua ederek "Hadifırlat!"'buyurdu. Sa'd'm oku ceylanın tam boynuna isabet etti. Resûlullah (saflaBahti akyhi vesellem), bu duruma gülümsedi. Sonra Sa'd koşup onu yakaladı. Ceylan yaralı idi. O nedenle onu hemen boğazladı ve sırtına alıp Resûlullah'tn (saMahu aleyhi vesdlem) yanma getirdi. Ceylanın eti, Hz. Peygamber'in emriyle ashap arasında dağıtıldı. Ardından Resûlullah (sallallnhu aleyhi vesdlem), ashabına hareket emrini verdi. IrkuVZabye[31] mevkiine vardıklarında bir bedevi ile karşılaştılar. Ona etraftaki insanlar hakkında haber sordularsa da herhangi bir bilgi alamadılar. Ashap "Hadi, Peygamber'e selam ver" deyince, bedevi "Sizin aranızda peygamber mi var?" diye sordu. Onlar da "Evet" deyince Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesdlem) selam verdi ve "Sen gerçekten peygamber isen şu devemin karnında olanı bana söyle" dedi. Bu söz üzerine Seleme b. Selâme b. Vakaş kızgın bir halde "Onu Resûlullah'a sorma! Bana gel de ben sana orada olanı söylerim! Hanİ sen onunla cima yapmıştın ya! İşte o yüzden onun karnında senden olma bir yavru var" dedi. Bunun üzerine Hz. peygamber (saMahu afeyhi vesdlem) olaya müdahale edip ''Yavaş ol! Adama çok kaba davrandın!" buyurdu ve sonra Scleme'den yüz çevirdi.

Hz. Peygamber (saMahu aleyhi vesdlem), Ravha[32] kuyusu olarak bilinen Secsec[33] mevkiinde bir süre konakladıktan sonra tekrar hareket emri verdi. Munsaref[34] mevkiine geldiklerinde Mekke yolunu soluna alarak Bedir'c gitmek üzere Naziye'ye[35] doğru sağ yola girdi. Bu yol üzere devam edip Naziye mevkii ile Safra geçidi arasında yer alan Ruhkân[36] vadisini enine geçtikten sonra geçide ulaştı. Oradan inip Safrâ'ya yaklaştığında Beni Sâide'nin müttefiki Besbes b. Amr el-Cühenî ile Beni Neccar'ın müttefiki Adî b. cbî Zağbâ'yı Ebû Süfyan hakkında bilgi toplamak üzere Bedir'e gönderdi.

Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem) Medine'den yola çıktıktan sonra bir veya iki gün oruçlu olarak j^oluna devam etti, daha sonra tellalı (münadisi) aracılığıyla "Ey isyankarlar! Ben orucumu açttm.  de oruçlarınızı açın!" diye seslendi. Hz. Peygamher'ın böyle söylemesi şundandır: Daha evvel kendilerine " Qntçlarım-~ı açın!" buyurduğu halde onlar bu emre itaat etmemişlerdi. Resûlullah (salMkhu aleyhi vesdlem) ashabının Önünde yoluna devam etti, İki dağın arasında bulunan Safra[37] köyüne doğru yola çıktığında dağların ismini sordu. Ashap: "Birine Mus/ih, diğerine ise Muhri' denir" dediler. Sonra yöre halkının kimlerden olduğunu sordu. "Beni Gıfar'ın Beni Nâr ve Benİ Hurâk adlarıyla tanınan iki kolu" denildi. Resûlullah (saMahu alevin vesdlem) bu isimlerden hoşlanmadı ve bu yüzden onların arasından geçmek istemedi. Dağların ve yöre halkının İsimlerinde uğursuzluk hissetti. O nedenle dağlan ve Safra köyünü soluna alarak sağ taraftan Zefrrân[38] denilen vadiye doğru yöneldi. Vadiyi geçip kamp kurduğu bir sırada kendisine, kervanlarını kurtarmak üzere Kureyşlilerin harekete geçtiği haberi ulaştı. Bunun üzerine ashabını toplayıp konuyu görüştü. Konu hakkında önce muhacirler söz aldı ve olumlu görüş beyan ettiler. Sonra Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem) tekrar kendileriyle istişare etti. Bir başka rivayete göre önce Ebû Bekir, ardından Ömer b. Hattab ayağa kalkarak konu hakkında olumlu eörüs bildirdiler. Daha sonra Mikdad b. Esved ayağa kalkıp şöyle! konuştu: "Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın sana emrettiği üzere yoluna devam et. Bİz her zaman seninle beraberiz. Vallahi asla sana, Musa'ya kavminin dediği gibi ûy "Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada oturacağız" (Mâide, 24) demeyiz. Aksine "Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz de sizinle beraber savaşacağız. Sağından, solundan, arkandan, önünden (her tarafından seni müdafaa edeceğiz)" deriz. Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bizi Ğımâd bataklığına da görürsen asla usanmadan seninle birlikte oraya kadar geliriz. Bu sözlerden oldukça memnun kalan Resûlullah'm (saMahu aleyhi vesdlem) yüzü parıl parıl oldu ve Mİkdâd'a teşekkür edip ona hayır duada bulundu.

Musa b. Ukbe ve îbn Ayiz'in naklettiklerine göre Hz. Ömer de şu konuşmayı yapmıştır: "Ya Resûlallah! İşte Kureyşliler ve sahip oldukları şeref ve izzet! Onlar İzzete erdikten sonra zillete düşmedikleri gibi, İnkara yönelmelerinden ben kendilerini güvende de hissetmediler. Vallahi mutlaka onlar seninle karşılaşacaklardır. Ona göre hazırlığını yap ve gerekli kuvvetim hazırla!" Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) ashablyla üçüncü defa istişare edince Ensarlılar, asıl onların görüşlerini almak istediğini anladılar; zira oradakilerin çoğunluğunu kendileri teşkil ediyordu. Bunun üzerine Allah kendisinden razı olsun Sa'd b. Muaz kalktı ve "Ey Allah'ın Resulü! Sanki bize imada bulunuyorsun, öyle mi?" diye sordu. Peygamber de "Epef3 dedi. Resûlullah'm onların görüşlerini almak istemesinin nedeni şudur: Ensarklar Peygamber'e (saflallahualahi vesellem), sadece kendi yurtlarında onu siyah ve kızıl[39] herkesten korumak üzere biat etmişlerdi. O nedenle (bu farklı durum hakkında) kendileriyle istişare edip görüşlerini öğrenmek istedi. O zaman Sa'd şöyle konuştu: "Ya Resûlallah! Biz sana inandık, senin doğruluğunu tasdik ettik, senin getirdiklerinin hak olduğuna şahitlik ettik ve bunun üzerine dinleyip İtaat etme konusunda sana söz verdik. Dileğin gibi hareket et. Belki de sen, ya Resûlallah! Ensar'm sana sadece kendi yurtlarında yardımcı olacaklarını düşünüp endişe ediyor sundur. Ben Ensar adına diyorum ki, dilediğin yere kadar yürü! İstediğin kimselerle ilişkilerini düzelt, istediğin kimselerle ilişkilerini kes! Mallarımızdan istediğini al, istediğini bize ver! Bil ki, mallarımızdan aldığın bizi, bize bıraktığından daha fazla memnun eder. Bu konuda bize ne emredersen biz, senin emrine tabiiyiz. Vallahi, Yemen'dekİ Gumdân[40] -başka bir rivayete göre Gimad- bataklığına kadar yürüyecek olsan bile, muhakkak biz de seninle geliriz. Vallahi bizi şu denize sürecek olsan, elbette seninle birlikte ona dalarız, bizden hiç kimse bundan geri kalmaz. Yarın düşmanlarımızla karşılaşmaktan asla çekinmiyoruz. Muhakkak ki biz, savaşta çok sabırlı, düşmanla karşı karşıya geldiğimizde sözümüze çok sadıkızdır. Ümit ederim ki Allah, bizim hakkımızda seni memnun edecek davranışları sana gösterecektir. Belki, sen başka bir iş için yola çıktın, Allah sana başka bir iş takdir buyurdu. Allah'ın bereketi üzerine bizi (dileğin yere) götür. Sağında, solunda, önünde ve arkanda hep seninle beraberiz. Asla Musa'ya <Sen ve Rabbin gidin, savaşın; biz burada oturacağız> diyenler gibi olmayız. Aksine <Sen ve Rabbin gidin, savaşın; biz de sizinle beraberiz, size tabiiyiz> deriz." Bu sözlerden sonra Resûlullah'm yüzü sevinçten parıl parıl oldu. Sa'd'ın konuşmasından çok memnun kaldı ve "Allah'ın bereketiyle yürüyün. $i*e müjdeler olsun ki, Allah iki taifeden bitini bana vaat etti Vallahi sanki pı anda müşriklerin Öldürüldükleri yerlere bakıyor gibiyim" buyurdu.[41]

İbn Cerir et-Taberî ve İbnü'l-Münzir, Ibn Abbas'tan şunu nakletmişlerdir: Yüce Allah inananlara iki taifeden birini vaat etmişti. Ancak kervanla karşılaşmak onlara göre daha tercihe şayandı. Çünkü kervandakiler hem sayıca daha az, hem de daha zayıf idiler. Ne var ki kervanı ellerinden kaçırmaları üzerine Resûlullah (sallaMıu aleyhi vesdlem) Müslümanları müşriklerin üzerine şevketti. Ancak müşrikler sayı ve teçhizat yönünden daha güçlü olduğundan Müslümanların yanında yer alan bazı kimseler bundan hoşlanmadı.

Ibn ebî Hatim ve İbn Murdevcyh de Ebû Eyyûb'dan şöyle nakletmişlerdir: Bir iki gün yürüdükten sonra Resûlullah (saBaflahu aleyhi veseflem) bize hitaben "Kureyş kavmi hakkındaki göriışünü-\ nedir? Zira onlar sisin yola çıktığımın haberini çoktan almışlar" buyurdu. Biz: "Bizim onlarla savaşacak gücümüz yoktur. Biz, esasen kervanı ele geçirmek amacıyla yola çıktık" dedik. Sonra "Peki bu kavimle savaşmak konusundaki fikrini^ nedir}" diye sordu. Yine aynı şekilde cevap verdik... Bu konuyla ilgili olarak Allah (ödle celâtuhu) "Müminlerden bir grup kesinlikle istemediği halde Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı gibi..."

(Enfâl, 5) buyurmuştur. Sonra Hz. Peygamber, Zefıran'dan hareket edip Esâfır[42] denilen sarp yola girdi ve oradan, koca bir dağ misali yüksek bir tepe olan Hannân'ı[43] sağda bırakarak Debbe[44] isimli köye indi. Daha sonra Bedir'e yalan bir yere gelip kamp kurdular. Ebû Bekir ile birlikte bineklerine binerek bir Arap şeyhinin yanına vardılar ve ona Kureyş kabilesi, Muhammed ve arkadaşları ve onlar hakkında kendilerine ulaşan haberleri sordular. Şeyh: "Kim olduğunuzu bildirmedikçe size bu konuda bir şey söylemeyeceğim" dedi. Resûlullah da: "Sen hi%e bu konuda malûmat verirsen, bi\ de sana kim olduğumuzu bildiriri-^ buyurdu. Şeyh: "Öyleyse benim anlattıklarıma karşılık mı kim olduğunuzu söyleyeceksiniz?" diye sordu. Resûlullah (saflaflahu aleyhi vesellem) de ctEvef3 buyurdu. Onun üzerine şeyh şunları söyledi: Bana ulaşan haberlere göre Muhammed ve arkadaşları şu şu günlerde Medine'den hareket etmişler. Eğer bunu bana bildiren doğru söylemişse, onlar şu anda (Peygamber ve ashabının o anda bulundukları yere işaret ederek) şu şu yerde olmalıdırlar. Yine bana ulaşan haberlere göre Kureyşliler şu şu günde Mekke'den yola çıkmışlar. Eğer bana bunu bildiren zat doğru söylemişse, onlar şu anda (o anda Kurcyşlilerin bulunduğu yere işaret ederek) şu şu yerde olmalıdırlar. Adam söyleyeceklerini bitirdikten sonra "Peki siz kimlerdensiniz?" diye sordu. Resûlullah (sallalîahualeyhivesellem) de: "Bi-^sudam-^' buyurup oradan uzaklaştılar. Şeyh şaşkın şaşkın: "Hangi sudan! İrak suyundan mı acaba?!" diye kendi kendine söylenip durdu. Ibn Hişam, söz konusu şeyhin Süfyân ed-Damrî olduğunu belirtmiştir.

İbn İshak'in naklettiğine göre sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ashabının yanına döndü. Akşam olunca Ali b. ebî Talib, Zübeyr b. Avvâm ve Sa'd b. ebî Vakkas'ı bir grup ashabıyla birlikte haber toplamak üzere Bedir suyuna gönderdi. Orada Kureyş ordusuna su taşıyan bir grupla karşılaştılar. Aralarında Haccac oğullarının kölesi Eşlem ile As b. Saîd oğullarının kölesi Arız -etı-Nûr'da bu şekildedir- Ebû Yesar da vardı. Bu İkisini yakalayıp Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesdlem) huzuruna getirdiler. O sırada Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) namaz kılıyordu. O namaz kılarken kölelere Kureyşle ilgili malumat sordular. Köleler: "Biz, dediler, Kureyş kabilesinin sucularıyız. Bizi, kendilerine su temin etmek üzere buraya gönderdiler." Ashap onların bu cevabından hoşlanmadı ve Ebû Süfyan'rn adamlarından olmalarından şüphelendiler. Bu yüzden onları dövdüler. Köleleri iyice dayakla ıslattıklarında bu defa "Biz, Ebû Süfvan'ın kervanındanız" dediler. Bunun üzerine kendilerini serbest bıraktılar. Resûlullah (safialiahu aleyhi vesdlem) bir rüku ve iki secde ile namazını tamamladıktan sonra hemen selam verdi ve: "Si^e doğruyu söylediklerinde onları dövdünüz yalan söyledikleri yaman ise serbest bıraktım. Onlar doğru söylemişlerdir. Vallahi onlar gerçekten Kureyş ordrısundandırlaf* buyurdu. .Ardından kölelere dönerek: "Bana Kureyşliler hakkında bilgi verin" buyurdu. Köleler: "Vallahi onlar vadinin şu uzak kenarında gördüğün tepenin -tepenin adı Akankal’dır[45] arkasındalar" dediler. Resûlullah "Kaç kişiler?" diye sordu. "Bilmiyoruz" dediler. "Peki günde kaç deve kesiyorlar?" diye sordu. "Bir gün dokuz, diğer gün on deve" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (saflalLıhu alevin veseHem) "Öyleyse sayılan 900 ile 1000 arasındadır" buyurdu. Sonra yine kölelere dönerek: "Aralarında Kureyş liderlerinden kimler var?" diye sordu. "Ukbc b. Rabi'a, Şeybe b. Rabi'a, Ebû'l-Buhterî b. Hişam, Hakim b. Hizam, Nevfel b. Huveylid, Haris b. Amr b. Nevfel, Tuayma b. Adî b. Nevfel, Nadr b. Haris, Zem'a b. Esved, Ebû Cehil b. Hİşam, Ümeyye b. Halef, Haccac'm iki oğlu Nubeyh ve Münebbih, Süheyl b. Amr ve Amr b. Abdüvüdd" dediler. Resûlullah (saflaflahu aleyhi vesdlem), bu isimleri işitince ashabına dönerek "İşte Mekke! Ciğerparelerini' si^in Önünüze atrmfâr!" buyurdu.

İbn Ayiz, Cuhfe'ye ulaşıncaya kadar gerek hareket halinde, gerekse konaklama durumunda Müslümanların geçirdikleri sürenin toplam on gün olduğunu belirtmiştir. Besbes b. Amr ile Adî b. ebi'z-Zağbâ önceden yola çıkarak Bedir'e varıp develerini su kuyularına yakın bir tepecikte çoktürmüşlerdi. Kırbalarını alıp su doldurmak için kuyunun başına vardıklarında Mecdî b. Amr el-Cühenî de suyun başında bulunuyordu. Ayrıca o yöredeki cariyelerden ikisinin kuyunun başında münakaşa ettiklerini; birinin diğerine "En geç yarın ya da yarından sonraki gün kervan geliyor. Onlara çalışıp sana olan borcumu ödeyeceğim" dediğini, yanlan bulunan Mecdî'nin de "Doğru söyledin" diyerek onu doğruladığını ve son-aralarını ayırdığını gördüler. Bu konuşmavr taif elediğim, yanların "Doğru söyledin" diyerek onu doğruladığını ve son aralarım ayırdığını gördüler. Bu konuşmayı işiten Adî ve Besbes develeri binip  doğruca Resûlullah'm  (saMahu aleyJıi veseüem)  yanma gidip işittikleri ' aynen ona bildirdiler.

 

Medine'ye Yaklaşan Ebû Süfyan'ın Resûlullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Korkusu

 

İbn Ishak ve başka kaynakların bildirdiklerine göre Ebû Süfyan, kervanı ile Şam'dan   yola   akarken   çok  korkuyordu. Medine'ye  yaklaştıklarında Damdam b. Amr kervanı yavaşlattı. Nihayet Bedir'e ulaştılar. Ebû Süfyan hâlâ  korkuyordu.   Ebû  Süfyan  kervanın  yönünü  Bedk'e   doğru  çevirdi. Sabaha   Bedir   kuyularında   olmaları  gerekiyordu.   Önlerinin   kesilmemesi durumunda Bedir'de sabahlamak üzere yola çıkakları zaman son gecelerini Bedir'in arkasında bir yerde geçirmişlerdi. Ancak develer huzursuz olup azgınlaştılar. Ayaklarına bağ vurmalarına rağmen hâla böğürüyorlardı. Su ihtiyaçları olmadığı halde Bedir kuyularına indiler. Çünkü bir gün öncesinde su   ihtiyaçlarını   gidermişlerdi.   Bu   durum   üzerine   kervandakıler   "Yola çıktığımız günden  beri  develer  bize  böyle  bir şey  yapmadılar"  demeye başladılar.   O  akşam  hava  çok  karanlıktı;   öyle  ki  kimse  etrafta  bir şey gÖremiyordu. Neyse ki Ebû Süfyan dikkatli ve endişeli bir halde kervanın önüne düştü ve o şekilde suyun basma kadar geldiler. Orada Mecdî b. Amr el-Cühenî'yi   görünce   kendisine:   "Etrafta   tamdık   olmayan hiç kimseyi farkettin mi?" diye sordu. Mecdî: ''Hayır. Kendisinden kuşkulandığım hiç kimse   görmedim.Ancak   İki   bineklinin   -Besbes   ve   Adî'yi   kastediyor-develerinî şu tepecikte çöktürüp kırbalarıyla su aldıklarını; sonra da çekip gittiklerini gördüm" dedi. Ebû Süfyan develerinin eğleklerine kadar gidip tezeklerini inceledi. Tezekleri parçalayınca yem taneleri gördü ve "Vallahi bu Yesrib   yemidir" diyerek   hızlıca   arkadaşlarının   yanına   döndü.   Derhal kervanın yönünü çevirdi ve Bcdir'i solunda bırakarak sahil yoluna girdi, yakalanma korkusuyla gece gündüz demeden hızlı bu- şekilde yoluna devam etti.

Ebû Süfyan, kervanı selamete çıkardığını anlayınca Kays b. Imruü'1-Kays vasıtasıyla Kureyşlilere şu haberi gönderdi: "Sizler muhakkak ki kervanınız, adamlarınız ve mallarınızı savunmak üzere yola çıktınız. Şu anda Allah onları kurtarmıştır. Artık dönün." Haber müşriklere Cuhfc'dc bulundukları bir sırada ulaştı. Bu haber üzerine Ebû Cehil b. Hişam Kureyşlilere şu konuşmayı yaptı:  "Vallahi Bedir'e varmadan geri dönmeyeceğiz. Bedirin her sene bir araya gelip panayır kurdukları bir yer idi-Arap üç gün kamp kuracağız; develer kesip kendimize ziyafet ki içeceğiz, cariyeler bizim için def çalıp şarkı söyleyecekler, çekeceği^ , toplanıp buraya kadar geldiğimizi duyacaklar ve ondan sonra Ara°lalIbUen korkacaklardır." Ancak sağduyu sahipleri daha  fazla  ilerlemeyi uygun  görmediler.  Bu  birbirlerine  destek verdiler.  Müşriklerin  daha  fazla ilerlemelerini rdurmak isteyenler arasında Haris b. Amr, Ümeyye b.  Halef, Utbe b. Rabı'a, Şeybe b. Rabi'a, Hakîm b. Hizam, Ebû'I-Buhterî, Alı b. Ümeyye b. Halef ve As b. Münebbih gibi kişiler de bulunuyordu. Ancak Ukbe b. Ebî Muavt ve Nadr b.   Haris  b.  Kelede'nin  de  desteğiyle  Ebû Cehil  onları korkaklıkla itham  edip  kendilerine  sert çıkınca hepsi ilerleme  kararında birleştiler.

Müttefikleri olan Ahnes b. Şerik, Zühre oğullarına şöyle seslendi: "Ey Zühre oğullan! ASlalı mallarınızı kurtardı ve arkadaşınız Mahreme b. NevfeFin canını size bağışladı. Siz sadece onun canını ve malını korumak amacıyla bu sefere çıkmıştınız. Korkaklığı bana isnad edip geri dönün! Zira, siz bunların ne dediklerine bakmayın, herhangi bir kaybınız olmadığına göre daha fazla ilerlemeye ihtiyacınız yoktur." Bu sözlerden sonra Zühre oğullan geri döndü. Yaklaşık 100 kişi idiler. 300 kişi oldukları da söylenmektedir. Zühre oğullarından bu savaşa yalnızca İki adam katıldı. Bunlar Müslim b. Şihab ez-Zühıî'nin amcaları idî ve her ikisi de kafir olarak Öldürüldüler.

s İbn Sa'd da olayla ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: Kays b. İmruÜ'l-Kays, Ebû Süfyan'a yetişip kendisine Kureyşlilerin ilerlemeye devam ettikleri haberini verince Ebû Süfyan: "Yazık oldu kavmime! Bu kesinlikle Amr b. Hişam'ın -yani Ebû Cehil'in- işidir" dedi. Daha sonra Zühre oğullan Ahnes b. Şerik'in görüşlerine hep değer vermişler ve Ahnes, onların arasında itaat edilen ve saygı duyulan biri olarak yaşamıştıi'. Haşim oğulları da geri dönmek istemişti; ama Ebû Cehil onlara sert çıkarak: "Bu grup, biz geri dönünceye kadar bizden asla ayrılmayacaktır" deyince, bu arzularını gerçekleştıı-emediler.

Yine İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Adî b. Ka'b oğulları da Kureyş ordusunda yer almıştı. Left sarpına vardıklarında, Mekke'ye geri dönmek üzere sabah erkenden sahil yoluna döndüler. Kervan ile karşılaştıklarında Ebû Süfyan: "Ey Adî oğullan! Siz nasıl geri dönersiniz?! Ne kervandasınız, ne de orduyla birlikte!" diyerek onları azarladı. Onlar da bu sözlere: "Sen, Kureyşlilerin   geri   dönmeleri için   adam   göndermiştin"   diyerek   verdüer. Bilakis  Ebû   Süfyan'ın   onlarla   Merrü'z-Zehrân'da   ' söylenmektedir.

Kureyş ordusu yoluna devam etti. Akankai mevkiinin gerisinde vadin' yukarı kısmında ve ortasında kamp kurdular. Müslümanlar ise müşrikle Bedii- kuyuları arasında bir yerde konakladılar. Ancak ilk başta müsriklİ Müslümanlara baskın gelerek su kuyularını ele geçirmişlerdi Bundan dola! Müslümanlar   arasında   büyük sıkıntı   ve   susuzluk   baş   gösterdi  sevtal kalplerine kin ve fitne tohumları atmaya çalıştı, onlara, "Hani sız  Ali  dostları   olduğunuzu,   aranızda Allah'ın   peygamberi 'bulunduğunu  iddia ediyordunuz.   Halbuki müşrikler size galip  geldiler ve   su  kuyularım  ele geçıı-diler. Ayrıca namazlarınızı gizli gizli kılmaya başladınız" diyerek vesvese vermek istedi.  Derken o gece Yüce Allah gökten bol miktarda yağmur yağdırdı. Yağmur müşrikler için büyük sıkıntılara sebebiyet verdi. Onların daha fazla ilerlemelerine manı olduğu halde Müslümanlar için bir rahmet oldu. Allah onun sayesinde Müslümanların kalplerini şeytanın' attığı kurunru ve kuşkulardan temizledi, üzerinde bulundukları kumluk araziyi settlestırdi Böylece rahat hareket edebilmeleri için onlara sağlam bir zemin var etmis oldu.  Bu sayede kalplerini de birleştirdi.  Bedir vadisi selle  dolup  tastı Müslümanlar    kendileri    suya   kandıkları   gibi,    hem    hayvanlarının   'su ihtiyaçlarını giderme, hem de yanlarındaki kırbalarını suj'la doldurma imkanı elde ettiler. Ayrıca cünüp olanlar da gusletme imkanı buldu. Bu olayı Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle anlatmaktadır:  "0 zaman katından bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu; sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (verdiği vesveseyi) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve savaşta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu." (Enfâl, 11) o gece Müslümanlara hafif bir uyku bastırdı, hepsi uyukladi; öyle ki onlardan "bası öne doğru eğik bir vaziyette bulunan, ancak yanı üzere düştüğünde kendine geliyordu.

Ebû Ya'lâ ve De/âi/'de Beyhakî'nin naklettiklerine göre Hz. Ali (kerramalluhu vecheh) o gün ile ilgili olarak şunları söylemiştir: Bedir günü bizim aramızda Mikdad'dan başka süvari yoktu. O gün Resûlullah (saflallahu aleyhi vesdlem) dışında hepimiz ayaya kalmıştık. Resûlullah ise sabaha kadar bir ağacın altında namaz kılıyordu.

\bd b- Humeyd de Katâdç'nin şöyle dediğini nakletmiştir: O günkü hafif , Allah'tan gelen bir güven İdi. Bu şekilde biri Bedİr'de, diğeri Uhud'da İ   ak üzere iki defa uyuklama hâdisesi yaşanmıştır. O gece Cuma gecesi idi iki ordu arasında sadece bir kum tepeciği bulunuyordu. Resûlullah (salkllahu i -hi vesdlem) Ammar b. Yâsir ile Abdullah b. Mes'ûd'u müşrikleri kontrol etmeleri    için    gönderdi.    Kampın    etrafını    dolaştıktan    sonra    dönüp Peygamber'e (saBaHıu aleyhi veseüera) Kureyşlilerin korkuya kapıldıklarını, gökten üzerlerine şiddetli yağmurlar boşaldığını haber verdiler. Resûlullah (saBaBahu aleyhi vesellem), müşriklerden önce Bedir kuyularına varabilmek ıçm ashabına aksamdan hareket emri verdi ve onlardan önce kuyulara ulaştı. Allah'ın üzerlerine gönderdiği şiddetli   fırtına   müşriklerin   hareketini   durdurdu. Peygamber (s^aMıuakyhi vesellem.) Bedir'in en aşağıdaki kuyusunun yanına kadar gelip orada kamp kurdu. O vakit Habbab b. Münzir b. Curnûh, İbn İshak'ın nakline gorc, şöyle dedi: "Ya Resûlullah! Burası bir adım ileri, ya da geri durma seçeneğimiz olmayan Allah'ın senî indirdiği bir yer midir? yoksa, kendi içtihadına dayanan kişisel bir görüş, harp stratejisi veya taktik mıdır?" Peygamber "Hayır! Bu kişisel bîrgörüf, harp stratejisi ve taktiktik şeklinde cevap verince "Öyleyse ya Resûlullah! Bu yer uygun bir yer değildir. Müslümanları buradan kaldır, müşriklerin karargahına en yakın kuyuya kadar gidelim ve orada   karargahımızı   kuralım.   Diğer   kuyuları   ise    (taş   ve   topraklarla) dolduralım.   Sonra   bizim   yakınımızdaki   suyun   etrafım   yükseltip   havuz yapalım (sonra da onlarla savaşa tutuşalım). Bu surette biz su ihtiyacımızı karşıladığımız   halde,   onlar  bundan   mahrum   kalmış   olurlar."   Bu   öneri üzerine Resûlullah (saflaHahu aleyhi vesellem) "Hakikaten doğnı görüşe işaret ettin" buyurdu. İbn Sa'd'rn nakline göre Cebrail, Peygambcr'e (saflalHıu akySıi vesellem) gelip   doğru   görüşün   Habbab'm   önerdiği   görüş   olduğunu  bildirmiştir. Resûlullah (saMahaafc^ıiveseDem) ve beraberindekiler hareket edip müşriklere en yakın    olan   kuyunun   yanma   vardıklarında   gece   yarısı    olmuştu.    Hz. Peygamber'in   emriyle   geri   kalan   kuyular   taş   ve   toprakla   dolduruldu. Müslümanlar  kendi  yanlarındaki  su  kaynağının   etrafını  yükseltip   havuz haline getirdiler ve sonra onu ağzına, kadar suyla doldurdular.  Sonra da kovalarını havuza salarak su ihtiyaçlarını giderdiler. O sırada Sa'd b. Mu'az, Hz. Peygamber'e (saDaDahu akybi veseîlem) şöyle dedi: "Ya Resûlallah, senin için kalacağın bîr çardak koralim mı?!  Orada hemen yanı başında senin için binekleri de hazır tutarız. Sonra da düşmanla karşılaşırız. Eğer Allah bize üstünlük verir, düşmanımıza karşı bizi muzaffer kılarsa, ne âlâ, bu zaten bizim arzuladığımız bir şeydir. Şayet bunun aksı olursa, hemen yanı başında hazır bulunan bineklerden birine atlayıp geride bıraktığımız Müslümanlara katılırsın.  Geride öyle kimseler kaldı ki ya Resûlullah!, bizim sana olan sevgimiz onlannkindcn daha fazla değildir. Eğer onlar senin böyle bir savaşa gireceğini düşünselerdi, asla geride kalmazlardı. Allah onlar vasıtasıyla da seni   korur.   Onlar   da   sana   yardımcı   olurlar,   seninle   birlikte   mücadele ederler." Bu sözlerinden dolayı Hz. Peygamber (sallaKahu aleyhivesdîem) kendisini kutladı ve ona hayır duada bulundu. Sa'd b. MuâVın bu önerisi üzerine Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem) için savaş alanına bakan bir tepeciğin üstüne çardak kuruldu. Çardakta yalnızca Ebû Bekir ile kendisi kalıyordu. Derken Sa'd b, Muâz kılıcını kuşanmış bir vaziyette çadırın kapısında beliriverdi. Resûlullah (saliallahu aleyhi vesellem) savaş alanına inip elleriyle:  "burası falancanın Öldürüleceği yer, burası falancanın öldürüleceği yer, burası falancanın öldürüleceği yer -inşallah-" diyerek müşriklerin ileri gelenlerinin öldürülecekleri yerlere işaret etti. Öyle ki adını andığı şahıslardan hiçbirinin öldürüldüğü yer, onun işaret ettiğinin ötesine geçmemişti.[46]

Resûlullah (saMahu aleyhi veseflem), Bedir'de sabahladı. Müşrikler ise ancak sabah vakti harekete geçebildiler. Allah'a ve Resulüne harb ilan ederek bütün güçleriyle harekete geçtiler; ticaret kervanlarına el koyup orada bulunanları öldürmek istedikleri için Hz. Peygamber (saDaDahu aleyhi vesellem) ve ashabına kin kusarcasına, onları tamamen yok etine arzusu ve azmiyle kendilerini güçlü ve kudretli zannedip gazaba gelmiş bir halde ilerlediler. Müslümanlar daha önce de Amr b. Hadramî, onunla birlikte bulunan arkadaşları ve kervanlarına el koymuşlardı. İşte böylece Allah,  "Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilafa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekti olan emri yerine getirmesi için {böyle yaptı)" (Enfâl, 42) âyetinde ifade edildiği gibi onları daha evvel hiç kararlaştırmadıkları bir buluşma için burada topladı. Resûlullah (saDaDahu aleyhi vesellem) müşriklerin gelmekte olduklarını görünce, Bedir vadisine indikleri Akankal tepesine doğru yöneldi. İlk görünen Zem'a b. Esved idi. Zcm'a kendi atının sırtındaydı. Kureyş ordusuna uygun konaklama yeri bulabilmek için atıyla etrafı kontrol etti. Resûlullah (saDaDahu aleyhi vesefen) de: uAllahım! İşte Kureyş! Bütün gurur ve kibriyle gelmiş, sana savaş ilan ediyor, Resulünü yalanlıyor! Allahım! Senden, bi^e vaat ettiğin %aferi istiyormçl Allahım! Sabahın daha erken saatleıinde onları helak eyle!" diye dua ediyordu.

Utbe b. Rabi'a müşrik ordusunun ortasında kızıl bir devenin üzerinde görününce Hz. Peygamber (saflaDahü aleyhi veseDem): "Uğer kavim içerisinde bitişinde bir hayır varsa, ancak şu kî^ıl devenin sahibinde vardır; şayet ona itaat ederlerse, doğru yola ererler" buyurdu. Sonra: "Alı! bana Ham^a'yı çağır!" dedi. O esnada Hamza müşriklere en yalan mevkide bulunuyordu. Ona "Şu kı^ıl devenin sırtındaki şahıs kimdir?" diye sordu. Hamza "Utbe" dedi. Utbe, müşrikleri savaştan sakındırıp geri dönmelerini tavsiye etmiş ve onlara: "Bu işi, bugün benim başıma sarın ve <Utbe korkaklık gösterdi> deyin" demiş; ama, Ebû Cehil her defasında ona karşı çıkmıştı.

Hufaf b. imâ b. Rahada veya babası imâ b. Rahada -ki bu üç şahıs ta daha sonra müslüman olmuşlardır- oğlu vasıtasıyla hediye olarak müşriklere bazı develer gönderdi. Ayrıca: "Eğer silah ve asker yardımı yapmamızı isterseniz, onu da yaparız" diye de haber yolladı. Bunun üzerine müşrikler yine oğlu aracılığıyla: "Sen sıla-i rahmini korudun, üzerine düşeni yaptın, Andolsun ki, eğer insanlarla (Müslümanlarla) bir savaşa girersek, silah ve asker bakımından onlardan daha zayıf olmadığımız muhakkak. Ancak -Muhammed'in iddia ettiği gibi- gerçekten Allah'a karşı savaşıyorsak, Allah'a karşı koymaya da hiç kimsenin gücü yetmez" şeklinde bir cevap gönderdiler.

Müşrik ordusu, Bedir vadisine indikten sonra içlerinden, aralarında Hakim b. Hizam'in da bulunduğu bir grup Resûlullah'm (saBaMıualejdıiveseBem) su havuzunun yakınma kadar ilerledi. Hz. Peygamber ashabına: "bırakın gelsinler! Hakim b. Hi^am dışında onlardan havuzdan su içen herkes Öldürülecektir. Hakim ise öldürülmeyecektir" Hakîm daha sonra İslam'ı kabul etmiş ve iyi bir müslüman olarak yaşamıştır. O, yemin ederken bu güne işaretle hep "Hayır! Bedir günü beni kurtarana yemin olsun ki..." derdi.

Müşrikler vadiye İnip karargahlarını kurduktan sonra -daha sonra müslüman olan- Umeyr b. Vchb el-Cümehî'yi: "Bize, Aiuhammed'in arkadaşlarının sayısını tespit et!> diyerek Müslümanlar tarafına gönderdiler. Umeyr, Müslümanların karargahının etrafında atıyla bir tur attıktan sonra geri dönüp: "300 civarındalar; ama bana biraz daha zaman verin, arkalarında destek kuvvetleri veya mevzi almış askerleri var mı?! bir göz atayım" dedi. Sonra tekrar Bedir vadisine yöneldi. Ancak vadinin en uç noktalatma kadar gittiği halde etrafta hiçbir şey göremeyince geri dönüp "Etrafta bir şey göremedim; ama -ey Kureyşliler- sahipsiz (feda edilen) develerin ölüm taşıdıklarını; Yesrib develerinin taze ölüm taşıdıklarını gördüm. Karşımızda kılıçlarından başka ne korumaları, ne de sığınacakları yerleri bulunan bir topluluk vardır. Görmüyor musunuz?! Sanki dillerini yitirmişler, konuşmuyorlar! Ejderhalar gibi bir an önce avlarım yakalamak ıçİn iştah kabartıyorlar! Vallahi benim düşünceme göre onlardan öldürülen her nefere karşılık sizden de biri öldürülecektir. Onlar, kendi sayilarınca sizden insanı öldürdükten   sonra   da   nvuk kararmış verm" dedi.

Bu sözlerden   memnun   kalmayan   müşrikler   sonra   Ebû   Selem Cüşemî'yi gönderdiler. O da atıyla Müslümanların karargahının etrafind   ı tur attıktan sonra geri dönüp: "Vallahi/ O kadar büyük güç ve kuvvet   ve teçhizat veya önemli süvari birlikleri görmedim; fakat ben, ailelerine dönmek istemeyen  bir topluluk gördüm, kendilerini feda eden, kılıd dışında bir korumaları ve  sığınakları olmayan bir topluluk! Mavi gö3 kılıçlar' Sanki zırhların altında saklı çakıl taşları! Ona göre düşünüp kararını;?, verin!" dedi.

Hakim b. Hizam   bu   sözleri  İşitince   müşriklerin   yanma  varıp  geri dönmeleri konusunda onları ikna etmeye çalıştı. Önce Utbe b. Rabi'a'nın yanı varıp insanları geri çevirmesi içîn kendisiyle konuştu. Ona: "Ey Ebû Velid! Sen Kureyş'in yaşlısı ve efendisisin! Sana saygı duyulur ve itaat edilir! Kıyamete kadar hayırla yâd edilmek istiyor musun?!" dedi. Utbe "O nasıl olacak ey Hakim?" diye somnca Hakim: "İnsanları (bu işten vazgeçirip) geri çevirmek ve müttefikin Arar b. Hadrami'nin diyetini üstlenmekle" dedi. Utbe:  "Tamam, kabul ettim. Sen buna şahitsin.  O benim mütte fi kimdi. Öyleyse onun hem diyetini ödemek, hem de yağmalanan mallarını tazmin etmek bana aittir. Fakat sen İbnü'l-Hanzaliyye'ye -yani Ebû Cehil'e- git. Ondan    başkasının,    insanların    geri    dönmelerine    karşı    çıkacağından korkmuyorum" şeklinde mukabelede bulundu ve sonra etrafındaki halka şöyle hitap etti: "Ey Kureyşliler! Allah'a yemin ederim ki sız, Muhammed ve arkadaşlarıyla karşı karşıya gelmekle iyi bir iş yapmıyorsunuz!. Vallahi onu mağlup etmiş  olsanız bile, insanlar artı birbirlerinin    yüzlerine bakamayacaklardır.  Çünkü  sonuçta  ya  amcasının   oğlunu,  ya  dayısının oğlunu veya kendi aşiretinden birini öldürmüş olacaktır!. O nedenle derhal geri dönün ve Muhammed ile diğer Arapları baş başa bırakın!. Şayet Araplar üstün gelirse, bu zaten sizin arzu ettiğiniz bir sonuçtur. Böyle değil de aksi olursa, o zaman kendisine ilişmediğiniz için ondan size bir zarar gelmez!. Vallahi,   karşımda   canlarını   bile   feda   etmekten   sakınmayan   insanlar görüyorum! Sizin onları alt etmeniz mümkün değildir. Sizde (az da olsa bir) hayır vardır! Bu işi siz benim başıma sarın ve <Utbe'yi korku sardi> deyin. Siz de biliyorsunuz ki, sizin en korkağınız ben değilim..." Hakim diyor ki: İlerleyip Ebû CehiTin yanma kadar vardım. Çantasından zırhını çıkarmış, hazırlıyordu. Kendisine "Ey Eba'l-Haketn! Utbe benim aracılığımla sana şu haberi gönderdi" dedim.  Ebû Cehil habere şiddetli tepki göstererek "O, dedi, Muhammed ve arkadaşlarım görünce, iyice büyülenmiş! Allah'a yemin

Muhammed ile bizim aramızdaki hükmünü vermeden ederim ki' utbe böyle bir şey  söylemezdi;  fakat o,  Muhammed ve dönmeyeceğiz deve etiyle doyacak kadar az[47] olduklarını gördü. İçlerinde arkadaŞlarım",    buıuııduğundan  ona  bir  şey  yapmamızdan  korkmuştur" :endi oğIu   verici  Sonra Âmir b.  Hadramî'ye haber yollayarak: "Şu  Utbe,  insanları geri döndürmek istiyor!  Nasıl intikam yanıp tutuştuğunu kendi gözlerinle gördün!  Öyleyse ^zimmet ™  kirdesinin  diyetini  talep   et!"   dedi.   Bunun  üzerine   Âmir  b. nü de kalkıp kıçını açtı ve: "Vay Amir! Vay Amr!" şeklinde savaş -1 klan atmaya başladı. Böylece harb kızıştı, insanların ged dönme planları ldu   hepsi daha  evvelki  çirkin  planlarında  birleştiler ve  bu  surette Utbe'nin insanlara önerdiği görüş sonuçsuz kaldı.

Ebû Cehil'in "İyice büyülenmiş" sözü Utbe'nin kulağına ulaşınca "Kıçı boyalı herifi[48] Kimin iyice büyülendiğini, kendisinin mi, yoksa benim ini? birazdan görecektir!" şeklinde cevap verdi. Sonra Utbe, basma geçirmek için miğfer aradı, ama başı çok büyük olduğundan ordu içerisinde kendisine uygun bir miğfer bulamadı. Öyle olunca da başına kendisine ait bir. bez sarmak zorunda kaldı.

Ebû Cehil kılıcını çekip onunla atının sırtına vurdu. Bunu gören İmâ b. Rahada ise: "Bu ne kötü bir faldır!" dedi.

Muhammed b. Ömer el-Eslemî, Belâzürî ve el-lmta müellifi, demişlerdir ki: Kureyşliler Bedir vadisine inince Resûluilah (saHlahualej'hİvcsellem), Ömer b. Hattab vasıtasıyla onlara şu haberi gönderdi: "Geri dönün! Başkasının bana karşı böyle bir harekette bulunması, benini için sirkin böyle bir işe kalkışmanıza iyidir" Bu sözleri duyan Hakîm b. Hizam kendi kavmine hitaben- "el nasihatte bulundu. Kabul edin! Vallahi size bu nasihati verdikten sonr ^ karşı asla muzaffer olamayacaksınız!" şeklinde seslendi.  Ama Ebû r°u "Allah onları bizim elimize teslim etmişken asla geri dönmeyeceğiz" «u karşılık verdi.

Ibn Ayiz de şöyle nakletmiş tir: Müşriklerden bazı kimseler Resûlullal' (saJlalIalıu aleyhi vesellem)   ashabının   sayı   bakımından   az   olduklarını  görün "Bunları dinleri aldatmış" dediler. Bunu söyleyenler arasında Ebû'l-Buhte b. Hişam, Utbe b. Rabi'a, Ebû Cehil b. Hisam gibi şahıslar da vardı. CünlT bu    kişiler   Peygamber'in   ashabını   sayıca   azımsayarak   galibiyetin   Sav çokluğunda olduğu zannına kapılmışlardı. Yüce Allah onlar hakkında s âyeti indirmiştir: "0 zaman münafıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar,  (sizin için) <Bunlan,  dinlen aldatmış>  diyorlardı.  Halbuki kim Allah'a dayanırsa, bilsin ki AUah mutlak galiptir, hikmet sahibidir." (Enfâl, 49) Yani asla mağlup edilmez, güçsüz de olsalar yardımı hak edenlere yardım eder; zira onun izzet ve hikmeti, kendisine tevekkül eden gruba yardımı gerektirmişti. Ayette Allah, zaferin   sayı   çokluğunda   değil,   kendisine tevekkülde olduğunu ifade etmiştir.

İbnü'l-Münzir ve İbn ebî Hatim'in İbn Cüreyç'ten naklen bildirdiklerine göre Ebû Cehil, Bedir günü: "Onları yakalayıp iplerle sıkıca bağlayın! Hiçbirisini öldürmeyin!" demiştir-. Bu hususta da Allah (cdle ceiâluhu)  "Biz, vaktiyle 'bahçe sahiplerine' bela verdiğimiz gibi onlara da bela verdik" (Kalem, 17) buyurmuş ve 'bahçe sahipleri'nin bahçeyi devşirmeye muktedir oldukları zannına kapıldıkları gibi müşriklerin de Müslümanlara üstün gelecek güç ve kudrete sahibi oldukları zannına kapıldıklarını ifade etmiştir.

 

Bedir Harbinin Başlaması Ve Çatışmanın İyice Kızışması

 

Sabah olunca ResÛlullah (saîlalkhu aleyhi vesellem), müşrikler henüz Bedir vadisine inmeden ashabına (savaşa hazırlık olarak) saf vaziyeti aldırdı-Müşrik ordusu ufukta göründüğü vakit Hz. Peygamber (saflaHahu aleyhi veseHaS ashabını saf vaziyetine geçiriyor ve safları düzeltiyordu. Elindeki bu" okuh safları ok gibi dümdüz yapıyor gibiydi. İşaretle birine "sen ileri çık","diyordu- Böylece Müslümanlar dümdüz saf vaziyetine geçtiler. Mİ h fsaflallahu aleyhi vesellem) o gün sancağı Mus'ab b. Umeyr'e verdi ve ilerleyip  onu> Hz. Peygamber'in  emrettiği yere  dikti.  ResÛlullah levhi vesellem) durup saflara şöyle bir baktıktan sonra güneşi arkasına  döndü. Müşrikler ise güneşe karşı ilerlemek zorunda kaldılar. İlah (saüaBahu aleyhi vesellem) vadinin Şam tarafına, müşrikler ise Yemen inip karargah kurdular.  Derken bir adam gelip  "Ya  Resûlallah! 'ia  atimce  vadinin  yüksek yerine  çıkmamız   daha  uygun   olacak!   Zira inin en yukarı taraflarından bir fırtına koptuğunu gördüm! Ben, onun yardım için gönderildiğini düşünüyorum!" dedi. Peygamber ise buna ılık "Ben, ashabımı saf va-^iyetine geçirdim ve sancağımı diktim. Artık bu durumu A "iitirmeml" buyurdu. ResÛlullah (saflaDahu aleyhi vesellem) ordusunu saf vaziyetine recirirken Sevad b. Ğaziyye safların önüne geçmişti. Hz. Peygamber de onun karnına dürterek "Düzgün saf tut, Sevâd!" buyurdu. O zaman Sevâd: "Ya Resûlalkh! Karnımı acıttın! Seni hak ile gönderen aşkına kısas yapmama müsaade  et!"   dedi.   Hz.  Peygamber  de karnını açarak  "Hadi kısas yap" buyurdu. Sevâd onu kucaklayıp öptü. ResÛlullah (salhîlahu aleyhi vesellem) "Seni bu şekilde davranmaya iten sebep  nedir?"  diye  sorunca  Sevad, "Gördüğün  gibi Allah'ın emri gelip çattı. Belki savaşta Öldürülürüm diye bu dünyadaki son anlarım seninle olsun istedim ve seni kucakladım" şeklinde cevap verdi.

ResÛlullah (saltolLıhu aleyhi veseflem) savaş başlamadan Önce ashabına hitap etti ve hitabında, Allah'a hamdü senadan sonra şöyle buyurdu: "Şüphesi^ ki ben si-yj, Allah 'in teşvik ettiği davranışlara teşvik ediyor, Allah 'in yasakladığı davranışlardan men ediyorum! Allah 'in şanı elbetteki çok yücedir. O ancak hakkı emreder, doğruluğu sever. Dünyada iken hayır işleyenlere kendi katında üstün mevkiler verir ki, onlar artık onunla anılırlar, onunla birbirlerine üstün olurlar. Şüphesi^ ki, bugün si~ de hakkın mevkilerinden bir mevkide bulunmaktasınız Böyle bir mevkide Allah, ancak kendi rızası için yapılan davranışları kabul ederi Şüphesi^ ki, (savaşgibi) %pr anlarda gösterilen sabır sayesinde Allah sıkıntıları giderir, darlık ve hüsünleri kaldırır. Sider o sayede âhirette kurtuluşa erersiniz İste aranırda Allah'ın Resulü! H*37 uyanyor ve emrediyor! Bugün Allah'ın, sie karşı garbını celbedecek bir W$ muttali olmasından sakının! Zira Yüce Allah Allah'ın gazabı, sizin kendinize olan kötülüğünüzden elbette daha ^yüktür" (Gâfır, 10) buyurmaktadır. Kitabında si%e emrettiği buyruklarım, si%e gösterdiği âyetlerini (muzicelerini) düşünün, daha evvel %ayıf olduğunu- halde si-^i nasıl HSun kıldığını hatırlayın ve emirlerine bağlı kalın ki, Rabbini* simden ray olsun. Bu -'e/de Kabbini^in hiçbir emrini çiğnemeyin ki, siıçe vaat ettiği rahmet ve mağfiretine olasını-y. Şüphesi^ ki 0 'nun vadi haktır; 0 'nun sö-^ii doğrudur; ancak

şiddetlidir. Ben ve si-r/er Hap (Ölümsüz) ve Kayyûm (kainatın tek idarecisi) Allah'la birlikteyim sırtımızı sadece O'na dayadık! Sadece O'na bağlandık' S O 'na tevekkül ettik ve dönüş te ancak O 'na olacaktır! Allah bi?<i ve tüm Müslüma i bağışlasın!"'Savaş vaziyeti alan müşriklerden Şeytan hiç ayrılmıyordu.

Ibn Sa'd'ın bildirdiğine göre müşriklerde üç sancak vardı; biri Ebû Ab. Umeyr'de, diğeri Nadr b. Hâris'te, üçüncüsü de Talha b. ebî Talha'da i ki, üçü de Abdüddâr kabilesine mensuptu. Densiz ve kötü ahlaklı bir ad olan Esved b. Abdülesed el-Mahzûmî ileri çıktı ve: "Allah'a andolsun k' mutlaka havuzunuzdan ya su içeceğim ya onu yerle bir edeceğim ya da ona ulaşmak: için öleceğim!" diyerek Müslümanlara meydan okudu. Bu arzusunu gerçekleştirmek için ilerlediği zaman karşısına Hamza b. ebî Talib çıktı m karşılaştıklarında Hamza, su   havuzuna ulaşamadan   bir   kılıç   darbesiyle bacağını baldırının yarısından kopardı.  Öyle olunca sırtının üzerine vere düştü ve bacağından, kendi arkadaşları yönünde kanlar fiş kırıyordu. Sonra güya  yeminini  yerine  getirmek  amacıyla  su  kuyusuna  doğru   sürünmek istediyse de Hamza yetişti ve suya ulaşamadan onu öldürdü. Ancak kılıç darbesini yeyince su havuzunun içine düştü, o surette suyundan içti, sağlam bacağıyla da orayı yıktı.

Yine İbn Sa'd'ın naklettiğine göre, sonra Umeyr b. Vehb oltaya çıktı ve Müslümanlara ok ata. Buna rağmen Müslümanlar oldukları gibi kaldılar, asla yerlerinden kıpırdamadılar. Derken Amir b. Hadramî saldırıya geçti ve böylece harb başlamış oldu. Müslümanlardan ilk ileri çıkan Ömer b. Hattab'rn azatlısı Mihce' b. Aiş b. Arif oldu ve onu, Amir b. Hadramî öldürdü.

Ensar'dan ille öldürülen sahabe ise Harise b. Surâka idi. Bir rivayette onu Öldürenin Hibbân b. Arika, diğer bir rivayette Umeyr b. Humâm olduğu söylenmiştir. Bu sonuncusunu da Hâlid b. A'lam el-Ukaylî öldürmüştür.

O arada Resûlullah (saüallahu aleyhi vesdlem) ashabına şöyle hitap etti: "Ben st% iyin vermeden sakın savaşa girmeyin! Si%e yaklaştıklarında onlara ok atın, onlar sı%? iyice saldırmadan kılıçlarınızı sıyırmayın ve oklarınızı tamamen tüketmeyin!" Bunun üzerine Ebû Bekir: "Ya Resûlallah! Müşrikler oldukça yaklaştılar! Hatta bize zayiat bile verdirdiler!" dedi. O vakit Hz. Peygamber (vecd halinden) uyandı. Allah müşrikleri kendisine sayıca az göstermişti. Bunu, kalpteni? sağlamlaştırmak için hemen ashabına haber verdi.

İbn İshak ve Îbnü'l-Münzir'in bildirdiklerine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Bedir günü ashabı saf vaziyetine geçirip düzene soktuktan sonra kendisi için kurulan çardağa geçti. Bir süre sonra (vecd halinden) uyandı ve: VMüjdeler olum, Ebû Bekr! Allah'ın yardımı ulaştı! İşte Cebrail! Atını, dingininden utmuş Bedir tepelerinde koşturuyor!" dedi.

Utbe b. Rabi'a, bir yanında kardeşi Şeybe b. Rabi'a diğer yanında oğlu Velid b. Utbe olduğu halde meydana çıktı ve saflara yaklaştığında Müslümanları cenge (düelloya) davet etti. Bunun üzerine karşılarına üç Hnsarlı çıktı: Avf b. Haris, kardeşi Muâz b. Haris ve Abdullah b. Ravâha.

İbn Ukbe, İbn Sa'd ve Ibn Ayiz de şöyle nakletmİşlerdir: Müşriklerin Müslümanları cenge davet etmeleri üzerine karşılarına (Ensar'dan) üç kişi çıkınca Resûlullah (saDaöahrf aleyhi veseîlcm) çok utandı. Çünkü bu, aralarında Resûiullah olduğu halde Müslümanlarla müşriklerin karşı karşıya geldikleri ilk çatışma idi. O yüzden müşriklerin karşısında ilk cesaret gösterenlerin kendi amca çocukları ve kavminden birilerinin olmasını arzu etmişti. Müşrikler karşılarına çıkanlara: "Siz kimsiniz?" diye sordular. Onlar da "Ensar'dan bir grup" deyince, "Sizler saygıdeğer rakiplerimiz siniz! Ama bizim sizinle bu- işimiz yoktur!" dediler. Sonra biraz daha yaklaşıp: "Ey Muhammedi Bizim karşımıza kendi kavmimizden rakipler çıkar!" dediler. O zaman Resûlullah (saDaflahu aleyhi vesellem) öne çıkan Ensarlı Müslümanlara: "Hadi, saflarımda geri dönün. Onların karşısına kendi anıca çocukları çıksın!" buyurdu.

Ibn Ishak ta şunları nakletmiş tir: O vakit Resûlullah (saMiahu aleyhi vesellem) "Ka/k i)beyde b. Haris! Kalk Hanıma! Kalk Ali! —Hz. Ali, alnına beyaz bir bez şerit bağlamıştı- Peygamber'ini^le gönderilen hak uğruna savaşın! Güya bunlar kendi batıllarıyla Allah'ın nurunu söndürmek için gelmişler!" buyurdu. Bunun üzerine ybeyde, Hamza ve Ali kalkıp rakiplerine doğru ilerlediler. Yaklaştıklarında müşrikler: "Kendinizi tanıtın. Siz kimsiniz?" diye sordular. Ubeyde "Ben Ubeyde", Hamza "Ben Hamza", Ali de "Ben Âli" diye cevap verdiler. O i&man "Tamam, şimdi oldu! Değerli rakipler!" dediler. En yaşlıları olan ^b, Utbe b. Rabi'a ile, Hamza, Şeybe b. Rabi'a ile ve Ali de Velid b.  İle ecnee tutuştu. Hamza çok geçmeden Sevbe'yi öldürdü. Ali de çok geçmeden Velid'i öldürdü. Ubeyde ile Utbe ise karşılıklı olarak vuruştular ve her biri diğerini bir darbe ile yaraladı. Utbe bir kılıç darbesiyle Ubcyde'nm bacağını koparınca, derhal Ali ve Hamza kılıçlarıyla Utbe'nin üzerine saldırıp °nu Öldürdüler. Sonra Ubeyde'yi sırtlarına alıp ashabın yanma taşıdılar, ^esûlullah'ın   yanma   getirdiklerinde   onu   Hz.   Peygamber'in   mevkiinin yanında bir yere yatırdılar, Resûlullah (sallailahu aleyhi vesellem) de onun için mübarek ayağını yaydı. O vakit Ubeyde dedi ki: "Ya Resûlallah! Eğer Ebû Talib sağ olsaydı onun şu sözlerine en layık kişinin ben olduğumu bilirdi:

Yalanladınız! Beytul/an a anaolsun ki! Boğun eğeriz!

rAunammed e, etrafında çarpı§ır, mücadele ederiz,

Onu asla teslim etmeyiz, tâ ki çevresinde vurulup ölmeden,

Oğullarımızdan ve helalleri'mizdetı mahrum kalmadan.

Bu sözler üzerine Resûlullah da: "Şahidin olayım ki sen, şehitsin"buyurdu.

Bunu Şafii rivayet etmiştir.[49] Kays b. Ubad'dan da şöyle dediği nakledilmiştir: Ebû Zerr'in yemin ederek: "Şu iki grup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır" (Hacc, 19) âyetinin Bedir günü cenkleşenler hakkında; yani Hamza, Ali ve Ubeyde b. Haris ile Velid b. Utbe ve Rabi'a'nın iki oğlu Utbe İle Şeybe hakkında nazil olduğunu söylediğini işittim. Bu haberi Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir.

Ayrıca Ali (kerramallahu veçheli) de yukarıda geçen âyetin Bedir günü cenkleşenler hakkında; yani Hamza, Ali ve Ubeyde b. Haris ile Velid b. Utbe ve Rabi'a'nın iki oğlu Utbe ile Şeybe hakkında nazil olduğunu belirtmiş ve "Kıyamet günü Yüce Allah'ın huzurunda husumet (mücadele) konusunda ilk diz çökecek olan benim" buyurmuştur, Buhârî'nin kendisine dayanarak naklettiğine göre Ali (kemmaHahu vecheh) " Şu iki grup, Rabteri hakkında çekişen iki hasımdır" âyeti bizim hakkımızda nazil olmuştur" demiştir.[50]

Ebû'1-Aliye demiştir İd: Cenge çıkan müşrikler öldürüldükten sonra Müslümanlar kendi karargahlarına dönünce Ebû Cehil ve arkadaşları inananlara hitaben "Bizim Uzza (adıyla tanrı)mız var; sizin ise Uzzâ'nız yoktur" diye seslendiler. Resûlullah'ın (saDaMıu aleyhi vescliem) münadisi (sözcüsü) de onlara şöyle cevap verdi: "Bi^im dostumu^ Allah'tır; siîğn ise dostunu-^joktur. Ayrıca bivçrn '6ljikrimi\ cennettedir; si-^in ölülerini-^ ise cehennemdedir" Bunu İbn ebî Hatim rivayet etmiştir. Yüce Allah, müşrikleri Müslümanların gözünde, Müslümanları da müşriklerin gözünde sayıca az göstermiştir. Öyle ki Ebû Cehil:   "Muhammed   ve   arkadaşları   bir   deve   etiyle   iktifa   edecek  kadar azdırlar" demiştir.

İbn Utbe, savaşın başladığını görünce Müslümanların hep birlikte Allah'a dua ve niyazda bulunduklarını belirtmiştir.

 

Bedir Günü Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Dua Etmesi Ve Gökten Yardım Meleklerinin İnmesi

 

İbn İshak bildiriyor: Sonra Hz. Peygamber (saBaHm aleyhi vesdlem) çardağına döndü. Çardakta yanında Ebû Bekir dışında kimse yoktu. Rabbİnden kendisine vaat ettiği yardımı dilerken, "Allahım! 'Bugün bu topluluk helak olursa (yok olursa) artık yeryüzünde sana ibadet eden kalma^ şeklinde dua ediyordu.[51] Ebû Bekir de: "Yâ Resûlallah! Rabbinden dileklerinde kendini o kadar yorma! Elbette Allah, sana olan vadini yerine getirecektir" diyerek ona teselli veriyordu. İbn Getir et-Taberî, İbn ebî Hatim ve Taberânî'nin Ebû Eyyûb el-Ensârî'den naklettiklerine göre Abdullah b. Ravâha da şöyle demiştir: "Ey Allah'ın Resulü! Sana bir fıkır vermek istiyorum. Elbette Allah Resulü kendisine fikir verilmekten çok yücedir!. Şüphesiz ki AUahü Teâla, vadini yerine getirmesi konusunda kendisine niyazda bulunulmasından çok daha yüce ve uludur." Hz. Peygamber de buna karşılık: "Ey İbn Ravâba! Mutlaka Allah'a vadini gerçekleştirmesi için niyazda bulunacağım; çünkü Allah vadini bo-^ma^ bu^rmuştur.[52]

İbn Sa'd ve ibn Cerîr et-Taberî, Ali b. ebî Talib'den şöyle dediğini nakletmislerdir: Bedir günü bir süre çarpıştıktan sonra ne yaptığına bakmak için hızla Nebfnin (saMahu aleyhi vesdlem) yanına gittim. Baktım secde halinde! 'Ya Hayy (ölümsüz) ya Kayyım?! (kulların idaresi elinde olan)" diyor, bunlar üzerine bir şey ilave etmiyordu. Savaşa geri dönüp bir süre çarpıştıktan sonra tekrar geldim. Allah Resulü hâlâ secde halinde aynı şekilde dua ediyordu. Sonra tekrar savaş meydanına döndüm. Bir müddet sonra yeniden geldiğimde Resûlullah (sallaMuı aleyhi vesellem), yine secde halinde aynı şekilde niyazda bulunuyordu (sonra Allah zaferi nasip etti).[53]

Beyhald de basen bir senetle İbn Mes'ûd'dan şöyle nakle telistir: Bedir günü Rcsûlullah'ın (sallallalıu aleyhi vesellem) Rabbine niyazda bulunduğu kadar, sert bir üslûpla niyazda bulunan hiç kimse duymadım. Peygamber (saDaDahu aleyhi vesellem) o gün söyle niyazda bulunuyordu: "Allahım! Senden (bana olan) ahdini ve vadini gerçekleştirmeni Taleb ediyorum. Aliahıml Eğer bu topluluk helak olursa artık yeryüzünde bir daha sana ibadet edilmez/* Sonra bize döndü ve sanki mehtap (ay) yüzünde parlıyordu. uAkşama müşriklerin öldürülecekleri yerleri görüyor gibiyim" diyordu.[54]

Yine Beyhakî, İbn Abbas, Hakim b. Hîşam ve İbrahim et-Teymî'den şöyle nakle telistir: Savaş başladığında Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem) ellerini (semaya) kaldırarak Allah'tan zafer ve vadini yerine getirmesini talep ediyor, şöyle diyordu: "Allahım! Eğer (müşrikler) bu topluluğa galip gelirlerse, (yeryüzünde) şirk hakim olur, senin dinin artık yücelme^/' O böyle dua ederken Ebû Bekir de kendisine: "Vallahi! Allah elbette sana yardım edecek ve senin yüzünü güldürecektir" diyerek ona teselli veriyordu. Derken Peygamber (sallallalui aleyhi vesellem) çardakta şiddetli bir çarpma ile sarsıldı, sonra kendine geldi. Bu sırada Allah (celie celâluhu) düşmanın üzerine ardarda akınlar düzenleyen melekler indirmişti. Resûlullah (saMaluı aleyhi veseliem) durumu fark edince şöyle dedi: "Müjdeler olsun, Ebû Bekr! İşte Cebrail! Sarı bir sarık bağlamış, atının dingininden tutmuş sema ile yer arasında! Yeryüzüne indiğinde bir süre gölden kayboldu. Sonra Bedir tepelerinde göründü ve <Senin duan ürerine Allah'ın yardımı geldi> diyordu.[55]

İbn ebî Şeybe, İbn Hanbel, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî ve daha başka kaynakların naklettiklerine göre Ömer b. Hattab şöyle demiştir: Resûlullah (sallnllalıu aleyhi vesellem) müşriklere baktı ve bin kişi olduklarını gördü. Kendi arkadaşları ise 310 neferden ibaretti. Bunun üzerine kıbleye döndü ve ellerini (semaya) kaldırarak şöyle niyaz etmeye başladı: "AUahtm! Bana olan vadini gerçekleşti/: Allahım! Bana vaat ettiğin (zafer)/ nasib eyle! Allahım! Eğer İslam milletini oluşturan bu topluluk, helak olursa, artık yeryüzünde sana ibadet eden kalrna^" Bu şekilde kıbleye dönük olarak ellerini kaldırıp Rabbine niyazda bulunmaya devam etti. Öyle ki fidası (elbisesi) omuzlarının üzerinden düştü. Ebû Bekir gelip onu aldı ve tekrar omuzlarına atü. Sonra ridasım üzerinde tutarak: "Ya Resûlallah! Arak Rabbine niyazın yeter! O mutlaka sana olan vadini yerine getirecektir" dedi. Bu konuyla ilgili olarak Allah (cdle celâluhu)

"Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurmuştu" (Enfâl, 9) âyetini İndirdi. İşte âyette belirtildiği üzere Yüce Allah, Resulünü meleklerle destekledi.[56]

Sa'id b. Mansûr da Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den şöyle nakletmiş tir: Bedir günü Resûlullah (saMahu afejdıi vesellem) müşriklere baktı ve onları gözünde büyüttü. Sonra Müslümanlara baktı ve  onları da gözünde küçülttü. Bunun üzerine iki rekat namaz kıldı. Ebû Bekir de sağ yanına durdu. Resûlullah (saBaflahu aleyhi vesellem) namazında şöyle dua etmişti: "Allahım! Beni yalnız bırakma! Allahım! Beni terk etme! Allahım! Senden bana olan vadini gerçekleştirmeni talep ediyorum.[57]

Buhâri, Nesâî ve İbnü'l-Münzır İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletmişlerdİr: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Bedir günü çardağında şöyle dua etti: "Allahım! Senden bana olan ahdini ve vadini gerçekleştirmeni talep ediyorum! Allahım! Dilersen, bu günden sonra sana (yeryüzünde) ibadet edilmez? O zaman Ebû Bekir elinden tutarak: "Yeter! Ey Allah'ın Resulü! Rabbine karşı çok ısrarlı   davrandm!"   dedi.   Bunun  üzerine   Resûlullah   (saflaflahu aleyhi vesellem) çardaktan çıktı. Bir taraftan zırhı içerisinde ileri atılıyor, bir taraftan da "0 topluluk yakında bozguna uğrayacaklar ve arkalarına dönüp kaçacaklar. Bilakis asıl randevuları {vaat edilen buluşma) kıyamet saatindedir ve o saat (onlar için) daha belalı ve daha acıdır" (Kamer, 45, 46) âyetini okuyordu. Allah bu konu hakkında aşağıdaki âyetleri indirmiştir:

"Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. 0 da, ben peş peşe gelen bin melek ile müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle rabbinizin

sizi takviye etmesi sizin için yeterli değil midir?" (Al-i İmrân, 124), "Hani Rabbin meleklere: <Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; ben kafirlerin yüreğine korku saracağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmak uçtarına!> djye vahyediyordu." (Enfâl, 12) İbnü'I-Enbârî bu son âyetle ilgili olarak-. "Melekler insanoğlunu nasıl öldüreceklerini bilmiyorlardı. Allah böylece onlara bunu öğretti. "Vurun boyunlarına"dan maksat başları, "bütün parmak uçhnhâan murad ise eklem yerleridir" demiştir.

Ebû Ya'lâ, Hâkim ve Beyhakî, Hz. Ali'den (kerramallulm vecheh) şöyle dediğim nakletmişlerdir: Ben Bedir kuyusundan su çekerken daha önce benzerine hiç rastlamadığım derecede şiddetli bir rüzgar geldi. Sonra kayboldu. Sonra yine biraz önceki dışında daha önce benzerine hic rasdaınadığım derecede şiddetli bir rüzgar geldi. Sonra yine şiddetli bir rüzgar geldi. İlk rüzgar, bin melekle birlikte yeryüzüne inen Cebrail'in rüzgarı; ikincisi yine bin melekle birlikte Resûîullah'ın (sallailahu aleyhi vesdlem) sağ cenahına inen Mikâil'in rüzgarı; üçüncüsü de yine bin melekle Resûîullah'ın sol cenahına inen İsrafil'in rüzgarı idi. Ben de O'nun (saHaHahu aleyhi vesellem) sol cenahında yer alıyordum. Yüce Allah düşmanlarını hezimete uğratınca Resûlullah (saUaHahu aleyhi vesellem) beni tutup atına bindirdi. At birden hızlandı; hızlanınca atın boynuna düştüm. O vakit rabbime dua ettim; beni aün üzerinde tuttu. Üzerine iyice yerleşince, onu insanların arasına sürdüm. Öyle ki (koltuğunun altına işaretle) buralarım terlere karıştı.

Buhârî ve Beyhakî'nin İbn Abbas'tan naklettiklerine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) Bedir günü: "İşte Cebrail! Atının dingininden tutmuş (bekliyor). Ürerinde de savaş aletleri "buyurmuştur.[58] İbn İshak ve İbn Cerîr et-Taberî, İbn Abbas yoluyla Ğıfar oğullarından bir adamdan şöyle nakletmişlerdir: Ben ve bir amcamın oğlu Bedir savaşında hazır bulunmuştu. O gün henüz müşrik idikV Bir dağın tepesinden "acaba kim mağlup olup kaçacak, biz de mallarını yağmalayacağız" diye savaşı seyrediyorduk. Derken bir bulut çıkageldi, dağa yaklaştığında, orada at kişnemeleri işittik, bir süvari (atlı): "İlerle, ey Hayzûm!" diyordu. Arkadaşım, kendisine perde açılınca (dehşetten) derhal öldü. Ben de az kalsın ölüyordum, sonra kendime geldim.

Muhammed b. Ömer el-Eslemî de Ebû Rahm el-Ğıfârî[59] yoluyla onun bir amcasının oğlundan şöyle   nakletmiştir: Amcalarımdan birinin oğlu   ile birlikte Bedir'de bir kuyunun başında idim. Muhammed'le birlikte olanların müşriklerin   ise   çok   olduklarını  görünce   "iki   ordu   karşılaşınca  biz Muhammed ve arkadaşlarının karargahına doğru gideriz" dedik. Ashabının ol cenahına doğru ilerledik. Biz sol taraftan yürürken birdenbire bir bulut cikageldi ve tepemizden bizi sardı. Başımızı kaldırıp ona baktığımızda asker ve silah sesleri işittik. Bir adamın atma: "İlerle, ey Hayzûm!" dediğini duyduk. Birbirlerine: "Yavaş olun, işin sonuna gelindi!" diyorlardı. Gelip Resûîullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) sağ cenahına indiler. Sonra onun benzeri bir başka bulut çıkageldi ve onlar da Hz. Peygamber ve arkadaşlarıyla birlikte oldular. Böylece birdenbire sayıları Kureyş ordusunun iki katına çıkıverdi. Amcamın oğlu gördüğü bu manzara karşısında (korkudan) öldü; ben İse kendimi güç belâ tutabildim. Olayı daha sonra Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesdlem) anlatıp müslüman oldum.

Müslim ve İbn Murdeveyh, ibn Abbas'tan şöyle nakletmişlerdrr: O gün Müslümanlardan bir adam hırsla müşriklerden birinin peşinden koşuyordu. Derken onun başının üstünde bir kırbaç darbesi ve: "İlerle, ey Hayzûm!" diyen bir atlı sesi İşitti. Birde baktı ki önündeki müşrik sırt üstü devrilmiş yatıyordu. Biraz daha yakından bakınca birde ne görsün, adamın burnu kesilmiş, yüzü parçalanmıştı. Sankİ (önceden) kırbaç darbeleri almış gibi vücudunun her tararı mosmor kesilmişti. Sonra o Ensark zat Hz. Peygamber'e gelip karşılaştığı olayı anlatınca Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem): "Doğru! 0, üçüncü kat semadan gelen destekti!'' buyurdu.[60]

İbn İshak ve İshak b. Râhaveyh'in naklettiklerine göre İbn Üseyd es-Sâidî, kör olduktan sonra demiştir ki: "Gözlerim sağlam bir vaziyette şu anda sizinle birlikte Bedir'de olsaydım, meleklerin çıkageldiklerı tepeyi size gösterirdim. Bu konuda ne kuşkum var, ne de gerçekliğini tartışırım."

Ahmed b. Hanbel, Bezzar ve Hâkim, ravileri Sahih hadis ravisi olan bir tarikle Hz. Ali'den (kerramalluhu vecheh) şöyle dediğini nakletmişlerdir: Bedir günü ben ve Ebû Bekir'den, birimize "Cebrail seninle", diğerimize de "Mikâil seninle" denildi. Büyük bir melek olan İsrafil ise safların arasında fiilen savaşa girmeyİp taraflar arasındaki çatışmaları seyrediyordu.

ibrahim el-Harbî de Ebû Süfyân b. Hâris'ten şöyle nakletmiş tir: Bedir günü yer ile gök arasında ayakları ve alınları sekili atkra binmiş beyaz giysili adamlarla karşılaştık. Sahih bir senetle Hâkim en-Nisâbûrî ve onun dışında Beyhâkî ve Ebû Nuaym, Süheyl b. Hanîf den şöyle dediğim nakletmişlerdir: Bedir savaşında öyle haller yaşıyorduk ki, bizden biri kılıcıyla bir müşrikin başına işaret ediyor, kılıç daha kendisine ulaşmadan müşrığin başı düşüyordu.

Beyhakî'nin Rabî' b. Enes'ten naklettiğine göre o gün Müslümanlar kendi öldürdükleri ile meleklerin öldürdüklerini birbirlerinden ayırabiliyorlardı. Çünkü melekler tarafından öldürülenlerin boyunlarında darbe izi, parmak uçlarında da sanki ateşte yanmış gibi yanık izi vardı.

Yine Beyhakî ve İbn Asâkir'in naklettiklerine göre Süheyl b. Amr şöyle demiştir: Bedir günü yer ile gök arasında ayakları ve alınları sekili atlara binmiş beyaz giysili ve alınlarında şerit (savaşçı şerîdİ) bağlı adamlar gördüm; müşriklerden kimisini öldürüyorlar, kimisini de esir alıyorlardı.

Yine Beyhakî, Hârice b. ibrahim tarikiyle babasından naklettiğine göre Resûlullah (saflaflahu aleyhi veseBem) Cebrail'e: ''Bedir günü meleklerden <I/erle Hay^ûm!> diyen kimdi?" diye sormuş. Cebrail de: "Ben, bütün gök ehlini tanımam" şeklinde cevap vermiştir.

Yine Beyhakî, Hakîm b. Hizâm'dan şöyle dediğini nakletmiştir: Bcdir günü şu olaya bizzat şahit olduk: Semadan vadiye bembeyaz giysilere bürünmüş bir gi'up indi; ufku tarmmen kapamışlardı. Birdenbire vadi sanki karınca kaynıyordu. O vakit bunların, Muhammed'e destek için gönderilen kuvvetler olduğu içime düşmüştü. Zaten çok geçmeden de (müşrik ordusunda) hezimet baş gösterdi. (O zaman anlaşıldı ki,) onlar meleklermiş.

Muhammed b. Ömer el-Eslemî'nin bildirdiğine göre Resûlullah (saEaMuı aleyhi veseDem) o günü: "işte bu Cebrail'dir!Dıhyetü'l-Kelbt suretinde rüzgar? yönetiyor^.. Bana sabâ rü^ganyiayardım edildi, A.d kavmi ise debûr rih^gan - sabânın tersi Batı rüzgarı- ile helak olmuştu" buyurmuştur.

Yine Muhammed b. Ömer el-Eslemî ve İbn Asâkir'in naklettiklerine göre Abdurrahman b. Avf şöyle demiştir: Bedir günü biri Resûlullah'm (salkllahu aleyhi vesellem) sağında, diğeri solunda iki adam gördüm. Kahramanca çarpışıyorlardı. Derken arkasında bir adam daha belirdi ve böylece üç kişi oldular. Bir süre sonra önünde biri daha belirdi ve böylece sayıları dörde çıka.

İbn Sa'd'ın naklettiğine göre Huveytib b. Abdüluzzâ demiştir ki: Bedir günü müşrikler tarafında savaşa katılmıştım. O gün ibrete medar bir takım hadiselere şahit oldum. Yer ile gök arasında meleklerin (Müslümanlar yanında yer alarak) müşriklerden bir kısmını öldürüp, diğer bir kısmını da esir aldıklarını gördüm.

Beyhakî'nin naklettiğine göre Sâib b. ebî Hubeyş de şöyle anlatırdı: Vallahi beni İnsanlardan hiç kimse esir almadı. "Öyleyse seni kim esir aldı?" dive sorulduğunda ise "Kureyş ordusu hezimete uğrayınca onlarla beraber ben de hezimeti taddım. Derken gökle yer arasında alnı ve ayakları sekili bir atın üzerinde beyaz giysili uzun boylu bir adam bana yetişti ve beni iplerle sıkıca bağladı. Sonra Abdurrahman b. Avf geldi ve beni iplerle sıkıca bağlanmış vaziyette bulunca askerlere: "Bu adamı kim esir aldı?" diye seslendi. Beni esir aldığını ileri süren hiç kimse çıkmadı. Sonra beni alıp Resûlullah'm (sallaHahu aleyhi vesellem) yanına götürdü. Hz. Peygamber bana: "Ey Ebû Hııbeyfin oğlu! Seni kim esir aldı}" diye sordu. Ben de kendi gözlerimle gördüklerimi ona haber vermek istemediğim için "Bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine "Öyleyse seni meleklerden bir melek, esir almıf buyurdu.

Muhammed b. Ömer el-Eslemî ve Beyhakî'nin naklettiklerine göre Ebû Bürde b. Niyâr şunu anlatmıştır: Bedir günü Resûlullah'm (salîalfohu aleyhi vesellem) huzuruna üç baş (kelle) getirdim ve: "Ya Resûlallah! Şu iki baş, benim öldürdüklerimin başıdır. Üçüncüsünü ise ben öldürmedim. Beyaz giysilere bürünmüş uzun boylu bir adamın o müşrikin boynunu vurduğunu gördüm ve ben de başını alıp sana getirdim" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu alevin vesellem): "O, meleklerden falancasıdıf^ buyurdu.[61]

Beyhakî, İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletmiştir: Melekler, o günü Müslümanlarca tanınan kimselerin suretlerine bürünüyorlar ve böylece onlara destek oluyorlardı. Ben, falanca kimselerin yakınına kadar vardım ve birbirlerine, "Eğer bize saldmrlarsa direnç (sebat) gösteremeyiz. Bunlar hiçbir sevdir ..." gibi sözler konuştuklarını işittim.

İbn Râhaveyh, Ebû Nu'aym ve Beyhâkî basen bir senede İbn Cübeyr b. Mut'im'den şöyle nakletmişlerdir: Müşrikler henüz yenilgiye uğramamışlardı. İnsanlar hâlâ çarpışmaya devam ediyorlardı. Bu sırada etrafı kaplamış siyah elbise gibi bir görüntüye tanık oldum. Derken bu görüntü bütün vadiyi kapladı. O zaman bunların melekler olduğuna kanaat getirdim. Zaten çok geçmeden müşrikler de hezimete uğramışlardı.

Ahmed b. Hanbel, İbn Sa'd ve İbn Cetir'in İbn Abbas'tan; Beyhakî'nin ise Ali'den naklettiklerine göre Abbas'i esir eden zat Ebû'l-Yescr[62] idi. Ebû'l-Yeser toplu biliydi. Abbas ise iriyari bir adamdı. Resûlullah (saDaMhu aleyhi vesdlem): "Ey Eba'/-Yeser, Sen Abhas'ı nasır esir aidin?" diye sorunca "Yâ Resûlullah!, dedi, bu konuda ne daha önce, ne de daha sonra hic görmediğim bir adam bana yardım etti. Sureti şöyle şöyle idi." Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Öyleyse onu esir alırken sana yüce bir melek yardım etmiş''' büyürdü.

ibn Sa'd ve Ebû'ş-Şeyh'in Atıyye b. Kays'tan naklen bildirdiklerine göre Resûlullah (salîaMuı aleyhi vesellem) Bedir günü savaştan çıktıktan sonra kendisine, kırmızı bir kısrağın sıranda, üzerinde zırhı ve elinde mızrağı olduğu halde Cebrail geldi ve: "Ey Muhammedi Allah beni sana gönderdi ve sen memnun kalmadan yanından ayrılmamamı emretti. Şu anda (yapılan yardımlardan) memnun kaldın mı?" dedi. Peygamber de: "Em?/, memnun kaldım" şeklinde cevap verince oradan ayrıldı.[63]

Ebû Ya'lâ da.Câbir'dcn şöyle dediğini nakletmiş tir: Bedii savaşı sırasında bir defa, birlikte namaz kılarken Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) namazında tebessüm etî. Namazdan. sonra: "Ey Allah'ın Resulü! Namaz sırasında tebessüm ettiğini gördük (Bunun sebebi nedir?)" diye sorduk. "Mikâil bana uğradı. Kanatlannda to~ vardı. Meğer müşrikleri takipten dönüyormuş. O bana gülümsedi, ben de (ona) tebessüm ettim" buyurdu.[64]

Buhârî'nin Rifâ'a b. Rafı' ez-Zurakl den naklettiğine göre Cebrail, Nebi'ye (saüalkhu aleyhi vesdlem) gelip: "Aranızda Bedir ehlini nasıl bilirsiniz?" diye sordu. Biz de: "Biz, onları Müslümanların en üstünlerinden addederiz" şeklinde veya buna benzer bir cevapla karşılık verdik.[65]

İbn Sa'd'm İkrimc'ye dayanarak bildirdiğine göre o gün müşriklerden bir adamın kafası uçuyor; ama onu kimin uçurduğu bilinmiyordu, eli kopuyor; ama onu kimin kopardığı ani aşılamıyordu.

İbn Cerir ve İbnü'l-Münzir, İbn Abbas'ın âyetin (Enfâl 9) Arapça aslında geçen (ve inen melekleri betimleyen) "mürdifîn" kelimesini, "arka arkaya, peş peşe gelenler" şeklinde açıkladığını bildirmişlerdir. Abd b. Hutneyd ve İbn Cerir de Katâde'nin âyetle ilgili olarak "yani peş peşe (gelmişlerdir); Allah Müslümanları önce bin, sonra da üçbin melekle desteklemiş, daha sonra ise bunların adedini beş bine çıkarmıştır" dediğini nakletmişlerdİr.

İbn İshak ve Beyhâkî, Ebû Vâkıd el-Leysî'den şöyle dediğini nakletmişlerdİr: Ben Bedir günü boynunu vurmak için müşriklerden bir adamın peşine düşüyorum, daha kılıcım kendisine ulaşmadan kellesi uçuyordu. O vakit anladım kİ, onu öldüren ben değildim.

Beyhakî de Hamza b. Suhayb yoluyla babasından şöyle dediğini nakletmiştir: Bedİr savaşında ne kadar kesik el, kanamayan ne kadar derin kılıç yarası gördüm, hatırlamıyorum.

Ebû Nu'aym'm naklettiğine göre Ebû Dâre demiştir ki, kendi kavmim olan Sa'd b. Bekr oğullarından bir adam bana şu olayı anlattı: Bedir günü hezimete uğramıştım. Derken önümde benim gibi hezimete uğramış birini daha gördüm ve kendi kendime: "Şuna yetişeyim de onunla yakınlık kurayım" dedim. Birden adam bir çukura düştü, yanına vardığımda bir de baktım ki, kellesi bedeninden ayrılmış! Ama yakınlarında hiç kimseyi göremedim!?

Taberânî, Rifâ'a b. Râfi'den; İbn Cerir, İbnü'l-Münzir ve İbn Murdeveyh ise İbn Abbas'tan şöyle nakîetmişlerdir: Allah (cefle celâluhu) Bedir savaşında Peygamberini ve inananları bin melekle desteklemişti; beş yüz melekle Cebrail bîr kolda, yine beş yüz melekle Mikâil de diğer kolda duruyordu. O vakit İblis de elinde sancağı Müdlic oğullarından bazı kimseler suretinde şeytanlardan oluşan bir kıta askerle çıkageldi. Şeytan'm kendisi Surâka b. Mâlik b. Cu'şum suretinde idi. Şeytan müşriklere: "Bugün insanlardan kimse size galin gelemez; ben sizin vatuimcımzım" dedi. O zaman Cebrail İblis'in üzerine yürüdü. İblis onu görünce -o sırada eli, müşriklerden bir adamın elinde idi- hızla elini çekti, ordusuyla birlikte arkasını dönüp kaçtı. Bunu gören adam: "Surâka! Sen, bizim yardımcımız olduğunu söylemiyor muydun!?" diye bağırıyor, İblis de ona "Ben sizin görmediklerinizi görmekteyim! Ben Allah'tan korkuyorum! Zira Allah'ın azabı şiddetlidir" şeklinde karşılık veriyordu. Bu hâdise, (Şeytan) melekleri görünce yaşanmıştı. Daha sonra müslüman olan Hâlis b. Hişam, onun bu sözlerini duyunca hemen yakasına yapışıverdi. Çünkü, onun Surâka olduğunu düşünüyordu.

Derken Şeytan Hâris'in göğsüne sert bir darbe indirdi. Darbenin etkisiyle Haris yere düştü, iblis ise arkasına bakmadan hızla oradan uzaklaştı; tâ ki

denize düştü ve ellerini semaya kaldırarak: "Ya Rabbil Hani bana vaat ettiğin süre! Allahıml Senden, bana tanıdığın mühleti talep ediyorum!'[66] diye niyazda bulundu. Çünkü, öldürülmekten korkmuştu. Ebû Cehil ise müşriklere şöyle hitap ediyordu: "Ey insanlar! Sakın Surâka'nın bizi terk edişi sizi meşgul etmesin! Zira o, Muhammed ile sözleşmışti. Utbe ve Şeybe'nm öldürülmeleri de sizi meşgul etmesin; çünkü onlar acele etliler. Lât ve Uzzâ'ya yemin olsun ki, Muhammed ve arkadaşlarını bağlara vurmadan geri dönmeyeceğiz. Sakın sizden   birinizin  onlardan  bir  kimseyi  öldürdüğünü rörmevevim!   Bilakis onları sımsıkı yakalayın ki, yaptıklarının kötülüğünü kendilerine gösterelim." Rivayet edildiğine göre müşrikler daha sonra Surâka'yı Mekke'de gördüklerinde kendisine: "Sen safları bozdun ve böylece bize hezimeti tattırdın!" diye çıkışmışlar; Surâka da: "Vallahi! Siz yenilgiye uğrayıncaya kadar başınıza gelenlerden hiç haberim olmadı; ne savaşa katıldım, ne de ondan haberim vardı" şeklinde karşılık vermiş. Ancak müşrikler kendisine inanmamışlardı. Ne zamanki müslüman oldular ve Allah'ın onun hakkında indirdiği âyetleri işittiler, o zaman öğrendiler İd, o kişi, şekil değiştirerek kendilerine insan suretinde görünen İblis imiş.

İbn ebî Hatim de Şa'bî'den şöyle nakletmiştrt: Kürü b. Câbir el-Muhâribî'nin müşriklere yardım etmek istediği haberi Resûlullah ve Müslümanlara ulaşınca, bu çok ağırlarına gitmişti. Bunun üzerine Allah (celie cdâluhu)

"0 zarnan sen, müminlere şöyle diyordun: <İndirilen üç bin melekle rabbinizin sizi takviye etmesi sizin için yeterli değil midir?> Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder" (Al-i İmrân, 124, 125) âyetlerini indirdi, çok geçmeden müşriklerin hezimet habeıi Kürz'e ulaştı; onun üzerine bu İşten vazgeçti ve müşriklerin yardımına gelmedi. Bunun üzerine Yüce Allah ta Müslümanları beş bin melekle desteklemedi. O gün Müslümanlara destek olarak sadece bin melek gönderilmişti. Abd b. Humeyd ve İbn Cerir ise Katâde'nin âyetin Arapça askıda geçen "mürdifîn" kelimesi ile İlgili olarak "yani peş peşe (gelmişlerdir); Allah, Müslümanları

Önce  bin,  sonra  da üçbİn  melekle desteklemiş,  daha  sonra ise bunların adedini beş bine çıkarmıştır" dediğini nakletmişlerdir.

Bedir Günü Gökten İnen Meleklerin Görünüşleri

İbn Sa'd'm naklettiğine göre Abbâd b. Hamza b. Zübeyr, Bedir savaşında meleklerin sarı sarık taktıklarını söylemiştir. Aynı gün Zübeyr de başına sarı bir kumaş parçası sarmıştı.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbas, meleklerin nişanının (üniformalarının), Bedir'de uçlarını arkalarına doğru sarkıttıkları beyaz şarıldar; Hayber'de ise kırmızı sarıklar olduğunu belirtmiştir.

Taberânî ve İbn Murdeveyh de ilgili âyetin (Al-i İmrân 125) Arapça aslında geçen "müsevvemîn" kelimesi hakkında -^ayz/hk senetle merfû olarak yine İbn Abbas'tan şöyle nakletmişlerdir: "Musep/semîn" kelimesinin anlamı, "mualkmîn; yani nişâmli olarak''' demektir. Zira meleklerin nişanesi (üniforması) Bedir savaşında siyah sarıklar; Uhud savaşında ise kırmızı şarıldar di.

İbn ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbn Murdeveyh'in Abdullah b. Zübeyr'den naklettiklerine göre babası Zübeyr, Bedir günü sarı bir sarık sarmıştı. Bunun üzerine gökten melekler de sarı sarıklı olarak indiler. Taberânî'nin sahih bir senedle Urve'ye dayandırdığı bir rivayete göre de Bedir savaşında Cebrail, o gün sarı sarıkla savaşa çıkan Zübeyr'in kılığında inmiştir. Bu konuda Ibn îshak ta yalancılıkla itham etmediği biri kanalıyla Abdullah b. Hâris'in azatlısı Miksem'den, onun da İbn Abbas'tan naklettiği bir rivayette, Bedir savaşında Cebrail dışında bütün meleklerin işaretinin, uçlarını arkalarına doğru sarkıttıkları beyaz sarıklar olduğunu; Cebrail'in ise sarı sarık sardığını bildirmiştir.

Ebû Nu'aytn Fe^âıli/s-sahâbeıd& ve İbn Asalar, Abbâd b. Abdullah b. Zübeyr'den kendisine ulaşan bir habere göre şöyle dediğini nakletmişlerdir: Bedir günü (gökten) melekler, başlarında sarı sarıklar olduğu halde beyaz kuşlar suretinde indiler. O gün insanlar arasında Zübeyr'in başında da sarı bir sari bulunuyordu. Resûlullah (salhliahu aleyhi vedian) de "Melekler Ebû Abdullah'ın kılığı ile inmişlerdir" buyurdu. RcsûmMı'ın kendisi de sarı sarıklı olarak gelmişti.[67]

İbn Sa'd demiştir ki: Bedir savaşında meleklerin nişanı, uçlarını omuikmdan aşağı sarkıttıkları yeşil, sarı ve kırmızı renkli nurdan sarıklarla  atlanma almlarındaki sekilerdi. Resûlullah (saüallahu aleyhi vesellem) de ashabına: " kendilerine nişan takmışlar, si* de kendinize bir nişan ediniri* buyurdu. Onlar da miğfer ve sarıklarında (beyaz) yünle kendilerine nişan edindiler. Meleklerise alınları ve ayaklarında sekileri bulunan atlara binmişlerdi.

İbn ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in Umcyr b. îshak'a dayanarak bildirdiklerine göre i defa Bedir savaşında nişan olarak yün kullanılmış Ur. Resûluîlah da ashaba: "Kendini^ için nişan (alâmet) kullanın; ?(ira melekler kendileri için nişan kullsmıkr" buyurdu. O gün, nişan olarak yünün kullanıldığı ilk gündür.[68] Yine İbn ebî Şeybe ve İbnü'l-Münzir'in nakline göre Hz. Ali ise: "Meleklerin Bedirdeki nişanı (işareti), atlarının alınlarmdaki beyaz yün (seki) idi. Ondan soflrabızını de (nişan olarak) yün kullanmamıza izin verildi" demiştir.[69]

İbnul-Münzir ve İbn ebî Hatim'in naklettiklerine göre Ebû Hureyre, âyetteki "müsevvemîn" kelimesinin "kırmızı yün takanlar" anlamına geldiğini söylemiştir.

JbnCetir ve İbn ebî Hatim'in bildirdiklerine göre İbn Abbas, meleklerin gökter. nışâneli olarak İnmeleri üzerine Hz. Peygamber (salLıllahu aleyhi vesdlem) ve ashabının da hem kendilerini, hem de atlarını melekler gibi yün ile nişanladıklarını belirtmiştir. Ayrıca Abd b. Humeyd'in naklettiğine göre Katâdedc ashabın kendilerine şunu anlattıklarını belirtmiştir: O gün (Bedir günıı1 meleklerin nisanı, atlarının alınlarında bulunan yün (seki) idi. Ondan sonra bizim de bu şekilde nişan edinmemize müsaade edildi. Ayrıca o gün mele^r. alınları ve ayakları sekili atlara binmişlerdi.

 

Bedir Günü Müslümanların Kullandıkları Parola (Şiar)

 

Bevbkİ'nin Urve'den naklettiğine göre Bedir savaşında Muhacirlerin paroh "Ey Abdurrahman oğulları!"; Hazrec kabilesinin parolası "Ey AbduM oğulları!" ve Evs kabilesinin parolası da "Ey Ubeydullah oğulları!" seklinde idi. (Ubeydullah) kendi atını, "Allah'ın atı" (haylullah) diye isimlendirmişti.   İbn   Sa'd'ın   nakli   de   böyledir.   Ayrıca   hepsinin   (ortak) parolalarının "Ey Yardım gören! Öldür! (Yâ Mansûr, Emıt!)" şeklinde olduğu söylenmiştir.

Haris b. ebî Üsâme'nin Zeyd b. Ali'den naklen bildirdiğine göre Bedir'de Hz. Peygamber'in (salkllahu aleyhi vesellem) parolası "Ey Yardım gören! Öldür!" şeklinde idi. Ayrıca bunun, "Allah bir! Allah bir! (Ahad Ahad)" şeklinde olduğu da ifade edilmiştir. Destek için gökten inen melekleri, o sırada hafif vecd halinde bulunan Resûlullah (sallaflahu aleyhi vcsdicm) görünce çardağından dışarı çıktı ve bir yandan cennetle müjdeleyerek, diğer yandan meleklerin nüzulü ile cesaret vererek Müslümanları savaşa teşvik etmeye başladı. O sırada Müslümanlar henüz düşman üzerine saldırıya geçmemiş, saf vaziyetinde beklemekteydiler. Bu müjdeli haber üzerine kalpleri sakinleşti ve ruhen rahatladılar. Allah'ın "0 zaman katından bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu" (Enfâl, 11) âyetinde belirttiği gibi üzerlerine hafif bir uyku çöktü ki, bu onların ruhen rahatlamalarının, İmanlı ve kararlı olmalarının bir göstergesidir. O nedenle İbn Mcs'üd demiştir İd: "(Savaşta) saf vaziyetindeki uyku ımanm alâmeti, namazdaki uyku ise nifakın (münafıklığın) alâmetidir."

 

Savaşın Kızışması Ve Umeyr b. Humam'ın (Radîyallahu Anh) Öldürülmesi

 

ibn Ishak ve daha başka kaynakların naklettiklerine göre sonra iki ordu ilerledi ve birbirlerine iyice yaklaştıklarında Resûlullah (saMahu aleyhi vesdlem) ashabının yanına vardı ve: "Hadi kapladığı alan göklerle yer kadar olan cennete koşun!. Nefsimi kudret elinde tutan (Allah)a yemin olsun ki, bugün geri dönüp kaçmaksı^tn ileri atılarak ve sevabını yalm Allah'tan bekleyerek sabırla çarpışıp ta öldürülen hiçbir kimse yoktur ki, Allah onu cennete koymasın" buyurarak onları savaşa teşvik etti. O sırada elindeki bir kaç hurmayı yemekte olan Seleme oğullarının kardeşi Umeyr b. Humam bu sözleri duyunca "Bah! Bah[70] Ey Allah'ın Resulü? Cennetin genişliği yerle gökler arası kadar mı?" diye merakla sordu. Hz. Peygamber: "BW deyince, "Öyleyse benimle cennete girmem atasında sadece şu insanların beni öldürmeleri kadar mi süre var!?" dedi. Rivayetin başka bir versiyonunda ise "Eğer şu hurmalarımı yiyınceye kadar yaşarsam bu hakikaten uzun bir hayat olur" deyip elindeki hurmaları butarafa   atmış,   eline   kılıcını   alarak   öldürüiünceyc   kadar   müşriklerle çarpışmıştır.[71] İbn Cerır'in bildirdiğine göre Umeyr çarpışırken şu beyitleri okuyordu:

Yürü Allan a! Düşünme asla azık!

Varsa yanında takva ve amel-İ şalin, Allan içirt sabır gerek cinaaaa, Zira tükenir bir gün her azık, Olmazsa takva, doğruluk ve iyilik.

Bedir'de Müslümanlardan ilk öldürülen zat, İbn Ukbe'ye göre Umeyr b. Humam; İbn Sa'd'a göre ise Ömer b. Hattab'm azatlısı Mihce'dır.

 

Avf b. Hâris'in Öldürülmesi

 

Ibn Ishak'm Asım b. Ömer b. Katâde'ye dayanarak bildirdiğine göre Afrâ'nm oğlu Avf b. Haris: "Ey Allah'ın Resulü! Rab kulunun hangi davranışından memnun kalır da güler?" diye sordu. Resûlullah da: "Ürerinde *^ırhı olmadığı halde düşman saflanna dalmasından" şeklinde cevap verince üzerindeki zırhı çıkarıp attı, sonra kılıcını eline alarak öldürülünceye kadar düşmanla çarpıştı.

O gün Resûlullah (sallailahu aleyhi vesellem) de, Ebû Bekir de şiddetli çatışmalara girmişti. Bu ikisi ayrıca çardakta dua ve niyazla da kendilerini parçalıyorlardı. Sonra savaş alanına inip hem halkı savaşa teşvik ettiler, hem de iki makama da (dua ve fiilî savaş) erişmek için fiilî çatışmaya katıldılar. Öyle ki, Ibn Sa'd ve Firyabfnin naklettiklerine göre Hz. Ali (ken-armlluhu vecheh) demiştir ki: Bedir günü savaş iyice kızışınca Resûlullah (saDallahu aleyhi vesdkm) bize öncülük yaptı. Hepimiz kendimizi onunla savunduk. O gün insanlar içerisinde en cesuru ve en şiddetlisi o idi. Müşriklere ondan daha yakın kimse yoktu. Bu rivayeti Ahmed b. Hanbel: "Bedir günü hepimizi Resûlullah'ın (saMahu aleyhi vcsdlem) yanına sığınırken gördüm." Nesâî İse "Ortam iyice kızışıp iki taraf karşılaşınca Resûlullah (saMahu aleyhi veseüem) ile kendimizi korumaya çalışıyorduk" ifadeleriyle vermiştir.

 

Ebû Cehil'in Kendisine Bedduası

 

İbn İshak ve Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Salebe el-Uzrî'den; İbn Cerir ve İbnü'l-Münzir de İbn Abbas'tan nakletmîşlerdir: İnsanlar karşı karsıya gelip birbirlerine yaklaştıkları vakit Ebû Cehil: "Allahım! Kim daha cok akrabalık bağlarını koparmış ve daha önce bilinmeyen şeyler söylemişse onu helak et! Allahım! Kimi daha çok seviyor ve kimden daha çok razı isen bugün ona yardım et!" diye dua etti. Aslında o böyle dua etmekle fethin

(zaferin) kendinde olmasını temenni ediyordu. Allah bu hususta "(Ey kafirler!) Eğer siz fetih (zafer) istiyorsanız, işte size fetih geldi!" (Enfâl, 19) buyurmuştur.

 

Allah'ın Düşmanı Ümeyye b. Halefin Öldürülüşü

 

Buhârî, İbn Mes'ûd tarikiyle Sa'd b. Muaz'dan şöyle nakletmiştir: Sa'd b. Mu'az, Ümeyye b. Halefin arkadaşı idi. Ümeyye Medine'ye uğradığında Sa'd'm yanında konaklar (misafir olur); Sa'd da Mekke'ye uğradığında Umeyye'nin yanında konaklardı. Resûlullah (saitollahu aleyhi vcsdiem) Medine'ye hicret ettiğinde Sa'd da umre yapmak üzere yola çıkmıştı. Mekke'ye vardığında Umeyye'nin yanında misafir oldu. Ümeyye'ye: "Benim için boş bir vakit kolla da belki tavaf ederim" dedi. Tavaf için gün ortasına doğru evden çıktıkları zaman yolda Ebû Cehil'e rastladılar. Ümeyye'ye: "Bu yanındaki kim ey Ebû Safvan?" diye sordu. Ümeyye de: "Sa'd" dedi. Bu defa Sa'd'a dönerek: "Bakıyorum da güven içerisinde Beytullah'ı tavaf ediyorsun! Halbuki siz, isyancıları kendi yurdunuza kabul edip onlara maddi yardım ve destek verdiğinizi söylemiştiniz! Şunu iyi bil ki, vallahi eğer Ebû Safvan ile birlikte olmasaydın kesinlikle ailene sağ salim dönemezdin" dedi. Buna karşılık Sa'd yüksek sesle: "Sen de şunu iyi bil ki vallahi eğer sen beni bundan engellersen ben de seni, sana bundan daha ağır gelecek bir şeyden engellerim; senin Medine yolunu keserim" dedi. Ümeyye hemen müdahale ederek Sa'd'a: "Mekke vadisinin efendisi Ebû'l-PIakem'e karşı sesini yükseltme!" dedi. Sa'd ona da: "Ümeyye! Sen aramıza girme! Vallahi Resülullah'm bizzat kendisinden, seni öldüreceğini -bir başka rivayette, "seni öldüreceklerini"- söylerken işittim" diyerek sert çıktı. Ümeyye dehşet içinde "Beni mi!?" diye sorunca Sa'd: "Evet, seni!" dedi. Ümeyye "Peki Mekke'de mı?" diye sordu. Sa'd da: "Bilmiyorum" dedi. Bu sözler üzerine Ümeyye büyük bir korkuyla ürperdi ve: "Vallahi! Muhammed bir şey söylerken yalan konuşmaz" dedi. Ailesinin yanma dönünce, eşine: "Ümmü Safvan! Sa'd'm bana dediğini duymadın mı?" diye sordu. Eşi: "Ne dedi sana?" diye sorunca, Ümeyye şöyle cevap verdi: "Muhammed'in onlara, beni öldüıcçeklerini haber verdiğini ileri sürüyor. <Mekke'de mi?> diye sordum. <Bilrniyorurn> dedi." Sonra Ümeyye: "Allah'a yemin olsun ki asla Mekke'den dışarı çıkmayacağım" diye ant içti. Bedir günü gelip çattığında Ebû Cehil bütün insanları sefere çağırarak "Kervanınıza yetişin!" dedi. Ümeyve başta Mekke'den çıkmak istemedi. Bunun üzerine Ebû Cehil ona geldi ve: "Ey Ebû Safvan! İnsanlar, Mekke vadisinin efendisi olarak senin seferden geti kaldığını görürlerse, onlar da seninle birlikte kalırlar" dedi. Ebû Cehil ısrarlı davranınca, sonunda Ümeyye razı olup, "Beni ikna ettin! Bu iş için Mekke'nin en iyi devesini satın alacağım" dedi.

İbn Ishak'm bildirdiğine göre ise Ümeyye b. Halef geride kalmaya karar verince, Mescıd'de (Kabe'de) kendi kavminden insanlarla birlikte otururken Ukbe b. ebî Muayt elinde, içinde buhur ve ateş bulunan bir buhurdanla çrkageldi ve onu Umeyye'nin önüne koydu. Sonra ona: "Ey Ebâ Ali! Buhurlan! Çünkü sen artık kadınlardan sayılırsın!" dedi. Bunun üzerine Ümeyye: "Allah senin de, bu getirdiğinin de belasını versin!" deyip eşi Ümmü Safvan'a döndü ve: "Ümmü Safvan! Sefer için hazırlıklarımı yap " dedi. Eşi: "Ebû Safvan! Yoksa Yesribli dostunun sana anlattıklarını unuttun mu?" dedi. Ümeyye de: "Hajor! Ama onlarla birlikte olmak istiyorum" şeklinde karşılık verdi. Sonra yola çıktığında her konakladıkları yerde mutlaka devesini bağlardı. Bedır'de öldürülünceye kadar da böyle devam etti.

Buharı ve Ibn İshak, Abdurralıman b. Avfdan (radıyalbhu anh) şöyle nakletmişlerdir: Ümeyye b. Halef benim Mekke'deki bir dostum idi. Daha evvel benim ismim Abdü Amr idi; müslüman olunca Abdurrahman ismini aldım. Mekke'de bulunduğumuz bir sırada bana her rastladığında "Ey Abdü Amr! Sana babanın verdiği istnİ beğenmedin mi?" der, ben de: "Evet, beğenmedim" diye cevap verirdim. Bir keresinde demişti ki: "Ben Rahman'ı tanımam. Öyleyse ikimiz için geçerli olan seni çağırabileceğim bir isim söyle; çünkü ne sen, ilk İsminle hitap ettiğimde bana cevap verirsin, ne de ben tanımadığım bir adla seni çağırırım." Hakikaten beni "Abdü Amr" diye çağırdığında ona cevap vermezdim. Ben de "Ey Ebû Ali! Öyleyse aramızda geçerli olacak dilediğin bir isim söyle" dedim. "Sen Abdüîılah'sın" dedi. Ben de: "Tamam" dedim. Ondan sonra yanına her uğradığımda bana "Abdülilah" diye seslenir, ben de ona karşılık verir, kendisiyle konuşurdum. Medine'ye hicret edince kendisine bir mektup yazıp darda kaldığımda onun beni korumasını, buna karşılık Medine'de o darda kaldığında benim de onu korumamı önerdim. Bedir günü onu ölümden kurtarmak için yola çıktığım zaman kendisini oğlu Ali b. Umeyye'nin yanında buldum. Oğlu elinden tutmuştu. Bende de bir kaç tane zırh vardı (Ben, bunları yağmalamış elimde taşıyordum). Beni görünce "Ey Abdü Amr!" diye seslendi; ama ona cevap vermedim. Bu defa "Abdülilah!" diye seslendi. Ben de "Buyur!" dedim. "Bana yardım eder misin? Ben senin için o elindeki zırhlardan daha hayıi'lryım?" dedi. Ben de: "Elbette, Allah için yardım ederim" dedim ve elimdeki zırhları bir tarafa atıp onunla oğlunun elinden tuttum. "Hayatımda böyle gün görmedim, sizin hiç süte ihtiyacınız yok mu?" dedi. Sonra birlikte biraz yürüdük. Oğlu bana: "Abdülilah! Şu göğsünde deve kuşu teleğinden nişan bulunan adam kim?" diye sordu. Ben de "Hamza b. Abdulmuttalib" dedim. "O bize yapmadığını bırakmayan adam mı?" dedi. Vallahi onları götürürken, onun benimle olduğunu Bilal fark etti. Mekke'de iken İslam'ı terk etmesi için Bılal'e işkence eden zat bu idi. Bilal onu görünce "Küfrün başı Ümeyye b. Halef! Eğer o kurtulursa, ben kurtuknayayım!" dedi. Sonra "Ey Ensar topluluğu!" diye seslendi. Onunla birlikte bir grup Ensarlı peşimize düştüler. Bize yetişmelerinden endişe ettiğimden onları oyalaması için oğlunu geride bıraktım. Ümeyye ağır cüsseli bir adamdı. "Çök" dedim, o da çöktü. Sonra, onu korumak için üzerine kapandım. Derken etrafımızı sardılar ve bizi bir ev gibi tamamen kuşatma akma aldılar. Ben sürekli onu korumaya çalışıyordum. İçlerinde biri arkadan gelerek kılıçla oğlunun bacağına bir darbe indirdi. Darbenin etkisiyle oğlu yere yıkıldı. O anda Ümeyye öyle bir çığlık attı ki, o güne kadar onun gibisini hiç işitmemiş tim. Ben de, "Artık kendi kendini koru, bugün sana kurtuluş yoktur. Bugün ben de sana bir fayda sağlayamarn" dedim. Sonra Müslümanlar kılıçlarıyla saldırıp onu paramparça ettiler. Hatta birisi beni de, kılıcıyla ayağımdan yaraladı. Abdurrahman hep: "Allah Bilal'e merhamet etsin; hem zırhlarım gitti; hem de iki esirime kötü davrandı"  derdi.

 

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Kâfirlere Çakıl Taşlan Atması

 

Yüce Allah "Attığın zaman sen atmadın, fakat (onu) Allah attı" (Enfâl, 17) buyurmuştur. Konu ile ilgili olarak Muhammed b. Ömer el-Eslemî şöyle demiştir: Allah'ın emriyle Resûlullah (saHa]khu aleyhi vesellem) yerden bir avuç kum aldı ve onu müşriklerin üzerine doğru attı; atarken de: "Yükleri kara çıksınl Allahıml kalplerine korku ver, ayaklarım kaydır!" diye onlara beddua etti. Neticede Allah'ın düşmanları hezimete uğradı, arkalarına bile hiç bakmadan zırhlarını atıp kaçtılar. Onlar kaçarlarken Müslümanlar da peşlerinden koşup yakaladıklarını öldürüyorlardı.

İbn ebî Hatim'in Ebû Zeyd'den naklettiğine göre ise Resûlullah (saliallahu aleyhi veseilem) yerden üç adet çakıl taşı aldı. Bunların birini müşriklerin sağ cenahına, diğerini sol cenahına, üçüncüsünü de ortalarına açıverdi; atarken de: "Yükleri kara çıksın!'' diye onlara beddua etti. Çok geçmeden müşrik ordusu yenilgiye uğradı.

Taberânî, İbn Cerir ve İbn ebî Hatim basen bir senede (savaş şuasında henüz müşrik olan) Hakîm b. Hizâm'dan şöyle dediğini nakletmişlerdir: Bedir günü semadan yeryüzüne düşen bir ses işittik, sanki boş bir kabın içine düşen çakıl sesi gibiydi. O çakıl taşını Resûlullah (saflaflahu aleyhi vcsellem) atmıştı, atarken de: "Yükleri kara çıksın!" diye beddua etmişti. Derken yenilgiye uğradık.

Ebû'ş-Şeyh, Ebû Nu'aym ve İbn Murdeveyh, Câbir'den şöyle dediğini nakletmişlerdir: Bedir günü gökten yere düşen bir kaç çakıl sesi işittik; sanki boş bir kabın içine düşmüş gibi ses çıkardılar. İnsanlar savaş için saf vaziyetine geçtiklerinde Resülullah (saflaflahu aleyhi veseflem) bu taşlan alıp müşriklerin yüzlerine doğru attı. Neticede müşrik ordusu hezimete uğradı.

Taberânî ve Ebû'ş-Şeyh'in Sahih ravileri yoluyla  İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletmişlerdir: ResûluUah (saflallahu aleylıi vesdlem) Ali'ye hitaben: "Bana bir avuç kum ver''' dedi. Sonra o kumu kafirlerin yüzlerine doğru savurdu; Öyle ki müşrikler içerisinde gözleri kumla dolmayan hiçbir fert kalmamıştı.[72]

İbn Cerir, İbnü'l-Münzİr ve Beyhakî'nin İbn Abbas'tan; Umevî'nin ise i Abdullah b. Sa'lebe b. Su'ayr'dan naklettiklerine göre Resûlullah. (sallaüahu aleyhi veseilem) Bedir günü: "Ya Rabbi! Eğer bu topluluk yok olursa artık ebediyen yeryüzünde sana ibadet edilme^ şeklinde niyazda bulununca, Cebrail: "Bir avuç \ toprak al ve yüklerine doğm serp" dedi. Resûlullah (sallaflahu aleyhi veseflem) de dediği gibi yaptı. Bunun sonucunda müşriklerden gözleri, burun delikleri ve ağzı toprakla dolmayan hiçbir fert kalmadı; hepsi arkalarını dönüp kaçıştılar. O zaman Peygamber (saflallahu aleyhi vesdlem) de ashabına "Hücum!" emrini verdi. Çok geçmeden müşrik ordusu hezimete uğradı. Allah, onların liderleri konumunda bulunanlardan kimisini öldürdü, kimisini de esarete duçar etti. Nitekim bu hususta Allah "Onları siz Öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı" (Enfâl, 17) âyetini indirdi, ibn Ukbe ve İbn Ayiz de demişlerdir ki: Çakıl taşları hâdisesi çok önemlidir; zira bu hâdisede müşriklerden hiç kimse kalmamış, hepsinin gözleri kumla dolmuştu. O sayede Müslümanlar, kafirleri kovalayıp onları kâh öldürüyorlar, kâh esir alıyorlardı. Çünkü müşriklerden her biri (kumun etkisiyle) tökezleyip yüzüstü düşüyor, ne tarafa yöneleceğini bilemeyip yolunu bulmak için gözlerinden kumları temizlemeye çalışıyordu.

İbn İshak ta anlatıyor: Derken müşrikler mağlup oldu. Allah Kurevs'in ileri gelenlerinden kimisini öldürdü, kimisini de esir aldı. Resûlullah (saflallahu aleyhi veseilem) kılıcım kuşanmış olarak bir grup Ensarhnm korumasında çardağına döndü. Çünkü düşmanın tekrar saldırmasından endişe ediyorlardı. Sa'd b. Mu'az da kılıcını kuşanmış çardağın kapısında bekliyordu.

Beyhakî'nin Zührî'den naklettiğine göre Resûlullah (saflaflahu aleyhi vesdlem) "AllahımlNevfel b. Huveylid'i basımdan sav"[73] diye dua etmişti. Bu zatı Cebbar b. Sahr esir almış, Hz. Ali de öldürmüştü. Hz. Ali ayrıca As b. Saîd'i de katletmişti. Resûlullah (sallallahu aiq'hi vesellcm) sonra: "Nevfel hakkında bilgisi olan var mı?" diye sorunca Ali: "Ben, onu öldürdüm" dedi. Peygamber (saflaMıu aleyhi vcscllcm) bu haberi duyunca, "Onun hakkındaki duamı kabul eden Allah'a hamd olsun" diyerek şükretti.

Yine ibn İshak'm naklettiğine göre Resûlullah (saflallahu aleyhi vesdlem) o gün ashabından bazılarına şöyle seslenmiştir: "Ben biliyorum ki Haşim oğullan ve diğer ba^ı aşiretlerden bir takım insanlar -^orla bu savaşa çıkarıldılar. Onların bibimle savaşmaya ihtiyaçları yoktur. 0 nedenle kim Haşin? oğullanndan birine rastlarsa onu öldürmesin, kim Ebû'l-Iit/bterf'ye rastlarsa onu öldihvıesin^ -Hz. Peygamber'in bu zatın öldürülmesini yasaklamasının nedeni, onun, Mekke'de iken müşrikler arasında Peygamber'c en az ilişen ve ondan en fazla uzak duran kimse olmasıdır. O, Resûlullah'a hiç eziyet etmez, ona karşı, hoşlanmadığı bir davranış içerisine girmezdi. Ayrıca Müslümanlara karşı başlatılan boykot sözleşmesini yutan kişilerden biridir.- Kim Abbas b. Abdulmuttalib'e rastlarsa onu da öldümıesin; çünkü o, Mekke'den %orla çıkarılmıştır" Bu hitap üzerine Ebû Huzeyfe: "Biz kendi babalarımızı, kardeşlerimizi ve aşiret üyelerimizi Öldüreceğiz de Abbas'ı mı bırakacağız. Vallahi eğer rastlarsam onun yüzünü kılıcımla parçalayacağım" dedi. Ebû Huzcyfc'nin sözleri kulağına ulaştığında Hz. Peygamber (saflalhhu aleyhi veseilem), Ömer b. Hattab'a: "Ey Ebû Ha/s! Hiç Peygamber'in amcasının yüzü kılıçla parçalanır mi?.'" buyurdu. Ömer de: "Ya Resûlallah, bana müsaade et te kılıçla onun -yani Ebû Huzeyfe'nİn-boynunu vurayım. Vallahi o, münafıklık yapıyormuş!" dedi. Ondan sonra Ebû Huzeyfe hep: "O gün söylediğim o sözden dolayı kendimi hiç emin hissetmiyor, hâlâ o yüzden korku duyuyorum. Herhalde beni bundan ancak şehitlik kurtaracaktır" derdi. Sonra Yemâme savaşında şehit oldu. Hz. Ömer demiştir ki: "Resûlullah (sallaMıu aleyhi vesellem) bana Ebû Hafs künyesini ilk defa o günde vermişti."[74]

Mücezzer b. Ziyâd el-Belevî, Ebû'l-Buhterî'yle karşılaşınca ona "Resûlutlah bize, seni öldürmeyi yasakladı" dedi. O sırada Ebû'l-Buhten'nin yanında, Mekke'den onunla birlikte çıkan Cünâde b. Muleyha adında bir arkadaşı da bulunuyordu. Ebû'l-Buhterî: "Ya arkadaşım ne olacak?" diye sordu. Mücezzer de: "Asla! Vallahi arkadaşını bırakmayız; zira Peygamber yalnız senin hakkında bize bu emri verdi" dedi. Bunun üzerine Ebû'l-Buhterî de: "Asla! Vallahi, öyleyse o da, ben de birlikte ölürüz. Böylece Mekke'nin kadınları daha fazla yaşama hırsıyla arkadaşımı feda ettiğimi söyleyip dedikodumu da yapmazlar" dedî. Mücezzer, arkadaşını korumayı bırakmasını önerdiği halde Ebû'l-Buhterî, teklifi reddetti ve onu korumak için çarpışmayı göze alacağını belirterek

Teslim etmeyecektir! arkadaşını hür kadının oğlu!

Uğurunda ölmeden veya görmeden serbest yolu!

mısralarını söyledi. Bunun üzerine karşılıklı çatışmaya girdiler. Çarpışma sırasında Mücezzer, onu öldürdü. Sonra Resûlullah'a (şaDaDahu aleyhi vesellem) gelerek: "Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, onu esir edip sana getirmek için çok uğraştım; ama benimle çarpışmayı göze alıp teslim olmayı reddetti ve ben de onu öldürdüm" dedi.

İbn Ukbe demiştir ki: Bazı kimseler Ebû'I-Buhterî'yi Ebû'l-Yesar'ın öldürdüğünü ileri sürmektedirler.    Uzmanların    çoğunluğu    ise    onu, Mücezzer'den başkasının öldürdüğü iddiasını kesinlikle reddetmektedirler. Halbuki onu öldüren zatın, Ebû Davud el-Mazinî olduğu kuşkusuzdur. Hatta onu öldürdükten sonra kılıcını da almıştı. Bu kılıç, sonraki yıllarda onun çocuklarından biri Ebû'l-Buhterî'nin çocuklarından bitine sattncaya kadar oğullarında kalmıştır.

 

İslam Ümmetinin Firavun'u Ebû Cehil b. Hişâm Ve Diğer Müşrik Liderlerin Öldürülüşü

 

Ahmed b. Hanbel, Buharı, Müslim ve başka kaynaklar Abdurrahman b. Avf tan şöyle dediğini nakletmişîerdir: Bedir günü safta duruyordum. Bir ara sağıma ve soluma baktığımda, kendimi henüz dişleri yeni bitmiş iki Ensarlı gencin arasında buldum ve "Keşke onlardan daha güçlü kimselerin arasında olsaydım" diye temennide bulundum. Derken onlardan biri arkadaşından habersiz olarak bana işaret edip: "Amca! Ebû Cehil'i tanıyor musun?" diye sordu. "Evet, tanıyorum; ama sen, onu ne yapacaksın?" dedim. "İşittim ki, o Resûlullah'a sövüyormuş! Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim İd, eğer onu görürsem, İkimizden eceli önce gelen ölmedikçe peşini bırakmayacağım" dedi. Sonra diğeri de arkadaşından habersiz olarak bana işaret edip aynısını sordu. Ben buna çok şaşırdım. Derken Ebû Cehil'in şu beyitleri okuyarak İnsanlar arasında dolaştığını gördüm:

Asla yıpratmaz geçmiş savaglar beni!

Onu görür görmez gençlere dönerek: "Görmüyor musunuz? işte şu, sizin sorduğunuz adamdır!" dedim. Aniden kılıçlarıyla adamın üzerine saldırıp onu Öldürdüler; bedeni soğuduktan sonra (yani İyice canı çıktıktan sonra)[75] Resûlullah'm (saMahu aleyhi vesellem) yanına gidip olayı kendisine haber verdiler. Hz. Peygamber (salîaMıuaîeylıî vesellem): "Hangini^ öldürdü?" diye sordu. Her bili: '"Onu ben öldürdüm" dedi. Hz. Peygamber (saMlahu aleyhi vesellem): "Kihçlannı^t şildini-^ mi?" diye sordu. "Hayır" dediler. İkisinin de kılıcına baktıktan sonra: "Onu ikini^ birden ölditrmüşsiinik^' buyurdu. Ancak selebinin (üzerinden çıkan kıymetli eşyanın) Muaz b. Amr b. Cemûh'a verilmesine hükmetti. Ebû Cehıl'ı öldüren iki zat Muaz b. Amr b. Ccmûh ve Muavvig b Afra'idi.[76]

Ahmed b. Hanbel ve Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan; İbn İshak'm, Muaz b. Amr'dan ve yine Beyhâki'nin İbn Ukbc ve İbn îshak'tan naklettiklerine göre Muaz demiştir ki: Ebû Cehil, etrafı dallarla iyice sarılı ağaç misali bir grup insanın ortasında idi ve insanlar "Ebû'l-Hakem'e ulaşılamaz" diyorlardı. Ben, bu sözü duyunca onun işini bitirmeye karar verdim ve kendisine doğru ilerledim. Uygun bir vaktini bulunca da bir hamlede üzerine saldırıp ona şiddetli bir darbe indirdim. Darbenin etkisiyle ayağı baldırından ikiye ayrıldı. Ayağı kopup bir tarafa fırladığın dala halını, ancak el değirmeninde öğürülen ve yediği darbelerden sağa sola sıçrayan çekirdeğe benzetebildim. Derken oğlu Ikrime -ki daha sonra müslüman olmuştur- arkadan omzuma bir darbe indirdi ve kolumu kopardı. Kolumu sadece bir deri parçası tutuyordu. Ancak çatışmaların şiddetlenmesi beni, ondan uzaklaştırabildi. O gün boyunca çarpıştım; çarpışırken hep arkamdan kolumu çekiyordum. Böyle yapmak bana eziyet verince kolumu ayaklarımın üzerine koydum ve sonra güçlü bir çekişle onu koparıp attım. İbn İshak, bu zatın Hz. Osman zamanına kadar yaşadığını söylemiştir. Kâdî İyâz'a göre, İbn Vehb rivayetine ayrıca şunu da ilave etmiştir: "Muâz, kolunu elinde taşıyarak (Hz. Peygamber'in yanına) geldi. Resûlullah (salhlhhu aleyhi vesdlem) de yarasına tükürdü ve böylece kolu yerine yapıştı." el-Uyûn müellifi, Kâdî İyâz'dan bu şekilde naklctmiştir. Kadı İyaz'ın kendi eseri eş-Şifa'du ise aynı rivayet şu şekilde yer almıştır: Ebû Cehil Bedir günü Muavviz b. Afrâ'nın kolunu kesti. Muavviz kolunu elinde taşıyarak (Hz. Peygamber'in yanma) geldi. Resûlullah (sallaLıhu aleyhi vesdlem) de yarasına tükürüp kolunu yeline iliştirdi ve böylece kolu yerine yapıştı." Bu rivayeti İbn Vehb nakletmıştir. İbn İshak ta şu ilaveyi vermektedir: "Sonra Ebû Cehil'ın yanma Muavviz uğradı. Ebû Cehil yaralı idi. Ona şiddetli bir darbe indirerek tam İsabet ettirdi; ama hâla canlı idi. İyice canı çıkıncaya kadar onunla çarpıştı. Sonra Abdullah b. Mes'ûd Ebû Cehil'in yanına vardı..."

İbn İshak devamla anlatıyor: Resûlullah (saDalIahu aleyhi vesdlem) öldürülenler arasında dolaşıp tek tek onları kontrol ediyordu. Öldürülenler arasında Ebû Cehil'i aradı, ama bulamadı. Öyle ki onun bu hali yüzünden anlaşıldı. Sonra "Allahım! Bu ümmetin Firavun'u beni ati^ bırakamaz]"[77] diye yakardı. Ardından ashabına dönerek şöyle buyurdu: "Ebû Cehil'in durumunu bi^e kim araştıracak?

Şayet öldürülenler arasında onu tespit etmek, sî^e t(pr gelirse, dibindeki yara iığne bakın. Çocukluk çağlarımızda bir gün ben ve o Abdullah b. Ced'ân'ın ziyafetinde itiştik. Ben ondan btra\ daha hafif idim ve onu ittim. İtince diklerinin ürerine düştü ve diklerinden biri yaralandı. O yaranın i%i hâlâ durmaktadır" Abdullah b. Mes'ûd da demiştir ki: "Bunun üzerine Ebû CehiFin yanına vardım. Hâlâ canlı idi. Onu tanıdım. Yüzünü demirden bir miğferle kapamış ve kılıcını dizlerinin üzerine koymuş bir vaziyette idi. Yaralı değildi, ama (zırhının içerisinde) o halde bir organını dahi hareket ettirecek takati yoktu, yüzüstü yatmış yere bakıyordu." İbn Mcsûd onu bu halde görünce kendisini öldürmek için etrafında dolaştı. Kılıcıyla ona bir darbe indirmek istedi, fakat kılıcının bir yarar sağlamayacağından korktu. Sonra arkasından yaklaştı. Devamını İbn Mes'ûd sovle anlatmıştır; Bende kötü bir kılıç; onda İse iyi bir kılıç vardı. Derken kılıcımla kafasına peş peşe darbeler indirmeye başladım. Bir yandan da basımdaki örgüyü düşünüyordum. Nihayet elleri güçten düşüp çözülünce kılıcını aldım. O sırada başını kaldırıp "Kim mağlup oldu?" diye sordu. Ben de "Allah ve Resulü galip geldi" dedim ve ardından sakalından tutarak: "Ey Allah'ın düşmanı! Seni rezil-rüsva eden Allah'a hamd olsun -bir başka rivayette "Ey Allah'ın düşmanı! Nasıl! Allah seni rezil-rüsva etti mi?" şeklindedir- dedim. Bana "Allah, beni neyle rczil-rüsva etti ki?! Öldürdüğünüz bir adama mı şaşayım![78] Beni sanki bir fcllahtan başkası mı (yani önemli biri mi) öldürdü" şeklinde karşılık verdi. Ben de başından miğferim çıkarıp kellesini uçurdum. Başı önüme düştü. Sonra üzerindeki kıymetli eşyaları aldım." İbn Ukbe de demiştir ki: İbn Mes'ûd Ebû Cehil'e baküğı zaman onda kılıç darbesiyle yaralanmamış olduğunu; ancak boyun bölgesinde morluklar, elleri ile ayaklarında da kırbaç izleri gördü. Sonra Resûlullah (saüallahu aleyhi vesellem)'c gelerek durumu ona anlattı. Peygamber (sallallahu aleyhi vesdlem): "Onlar meleklerin darbe (idleridir" buyurdu. İbn Mes'ûd devamla anlatıyor: Sonra başını koparıp Resûlullah'a getirdim ve "Ey Allah'ın Resulü!, dedim, Bu Allah'ın düşmanı Ebû Cehil'in başıdır." Hz. Peygamber üç kere: "Kendisinden başka ilah olmayan Allah aşkına öyle mı?" diyerek bana yemin ettirdi. Ben de başını önüne attım. Bunun üzerine üç defa: "İslam ve Müslümanları yüce kılan Allah'a hamd olsun" deyip secdeye kapandı. Bir diğer rivayette ise iki rekat namaz kıldığı nakledilmiştir.

Kâdî İyâz anlatıyor: İbn Mes'ûd gördüğü bir rüyayı, gerçekleştirmek için ayağını Ebû Cehil'in boynuna koydu. Çünkü İbn Kuteybe'nin naklettiği bir habere göre Ebû Cehil, İbn Mesûd'a "Seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Buna karşılık İbn Mes'ûd da ona: 'Vallahi, rüyamda kabak bir karpuzu (olgunlaşmamış) alıp ayakkabılarımla senin iki omuzun arasına koyduğumu gördüm. Eğer bu doğru çıkarsa, kesinlikle ayaklarımla boynuna basıp bir koyunu boğazlar gibi seni boğazlayacağım" demişti.

İbn Ayiz'in Katâde'den naklettiğine göre Resûlullah (saMalıu aleyhi vesellem); . "Her ümmetin bir Firavunu vardır. Bu ümmetin Firavunu da Ebû Cebirdir. Allah onu en kötü biçimde öldürmüştür. Onu Afra 'nın iki oğlu öldürmüştür. Onu melekler Öldürmüştür. İbn Mes'ûd da tepesine çıkıp işini bitirmişti?' buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünya da Men âşe ba'de'l-mept ("Öldükten Sonra Yaşayanlar") adlı eserinde Şa'bî'den şöyle nakletmiştir: Bir adam Nebî'ye (saflallahu aleyhi vesellem): "Bedir'e uğradım. Bir adam gördüm, topraktan çıkıyor, bir başka adam da elinde demirden bir kırbaçla, tekrar toprağın altına girinceye kadar ona vuruyordu. Adam yeniden topraktan çıkıyor, diğeri de ona yine aynısını yapıyordu. Bu olay defalarca tekrarlandı" dedi. Peygamber de: "O Ebû Cehil b. Hişâm, kıyametgününe kadar öyle a^ab görecekti?" buyurdu.[79]

Taberânî, Kitâbü İbn Ebi'd-Dünya, es-Sünne'de. Lâlekâî ve ayrıca İbn Mende, Abdullah b. Ömer'den şöyle dediğini nakletmişlerdir: Bedir j sırtlarında yürürken aniden bir çukurdan boynuna zincir vurulmuş bir adam -çıkıverdi ve: "Abdullah! Bana su ver" diye seslendi. Bilemiyorum, acaba beni tanıdı mı, yoksa Arapların "âdeti üzerine "Abdullah" dîye mi çağırdı? Derken aynı çukurdan eli kırbaçlı bir başka adam çıktı ve bana: "Abdullah! ona su verme! Çünkü o kafirdir" dedi. Sonra elindeki kırbaçla ona vurdu. O da çukura geri döndü. Bu olay üzerine koşarak Resûlullah (sailallahu aleyhi vesdlem)'e geldim ve gördüklerimi ona anlattım. Bana "Bunu hakikaten gördün mü?" diye sordu. Ben de "Evet" dedim. O zaman: "0 adam Allah'ın düşmanı Sbû Cebirdir. 0 gördüğün de onun kıyamete kadarki a^abıdı?' buyurdu.[80]

 

Ebü Zâti'l-Keriş'ın Öldürülmesi

 

Buhârî, Zübeyir b. Avvâm'dan şöyle dediğini nakletmiştir: Bedir günü Ubeyde b. Saîd b. As ile karşılaştım. Zırhlı idi ve gözleri dışında hiçbir yeri görünmüyordu. Ebû Zâti'l-Keriş künyesi ile anılırdı. "Ben Ebû Zâti'l-Keris'im" diye seslendi. Ben de sopayla üzerine saldırıp gözüne soktum ve bundan muzdarip olarak öldü. Hişam b. Urve'nin bildirdiğine göre Zübeyr. daha sonra yaptıklarını şöyle anlatmıştır: Sonra ayağımı üzerine koyup (zırhını) çekip aldım. Onu çekip çıkarırken çok zorlandım. Bir tarafı da ezilmişti. Urve demiştir ki: Sonra o zırhı kendisinden Resûlullah (saHlahu aleyhi vesellem) istedi. O da verdi. Ama vefat ettiği zaman onu geri aldı. Daha sonra Ebû Bekir istedi, ona verdi. Ebû Bekir vefat ettiği zaman yine geri aldı. Sonra Ömer istedi, ona da verdi. Ömer de vefat edince yine geri aldı. Sonra Osman istedi, ona da verdi. Osman öldürüldüğü zaman zırh Ali'nin ailesine geçti. Sonra Abdullah b. Zübeyr onu geri istedi ve zırh, öldürülmesine kadar onun yanındaydı.[81]

 

Ağaç Dalının Kılıca Dönüşmesi

 

İbn Sa'd'ın Zeyd b. Eşlem, Yczid b. Rûman ve daha başkalarından ve ayrıca Beyhakî ve İbn İshak'm naklettiklerine göre Ukkâşe b. Mihsan (radiyallahu anh) Bedir savaşında kılıcı ku3.Tin.caya kadar çarpıştı. Sonra Resûlullah.'a geldi ve Resûlullah (saMahu aleyhi vesdlem) ona bir ağaç dalı vererek: "Bunun/a savaş ey Ukkâşe!" buyurdu. Dalı Hz. Peygamber'den (sailallahu aleyhi vesdlem) alıp şöyle bir salladığı zaman, elinde uzun, sağlam ve parlak bir kılıca dönüştü. Allah, Müslümanlara zafer verinceye dek Ukkâşe onunla çarpıştı. "Avn (destek-yardım)" diye anılan kılıç, daha sonra Ukkâşe'de kaldı ve Ukkâşe, Resûlullah'la (salkllahu aleyhi veseBem) birlikte bütün savaşlara onunla katılırdı. Talha b. Huveylid el-Esedî tarafından riddet hadiseleri sırasında öldürüldüğü ana kadar hep böyle devam etti.

Beyhakî de Davud b. Husayn kanalıyla Abdüleşhel oğullarına mensup bazı kimselerden şöyle nakletmiştir: Bedir savaşı sırasında kılıcı kırılan Seleme b. Haris, bir süre silahsız kaldı. Sonra Resûlullah (sallaîlahu aleyhiveseliem) kendisine, o sırada elinde bulunan ve İbn Tâb'm hurmalarına ait dallardan yapılmış olan bit sopayı vererek "Bununla vur!" buyurdu. Eline alır almaz sopa kaliteli bir kılıca dönüştü. Ebû Ubeyde'nin köprüsü ile ilgili olayda (yetme cisr) öldürüldüğü ana kadar bu kılıç onda idi."[82]

 

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Tükürük Ve Elinin Bereketi

 

Beyhakî'nin ıbn İshak'a dayanarak verdiği bir habere göre Hubevb b, Adî, Bedir günü bir kılıç darbesiyle yaralanmıştı. Resûlullah (saBaDahu alevli veseflem) yafasına tükürdü ve bunun sonucunda yarası iyileşip kapandı.

Yine Beyhakî'nin Katâde b. en-Nu'mân'dan naklettiğine göre Katâde, Bedk savaşında darbe yemiş ve göz bebeği yerinden çıkarak yanağına doğru akmıştı. Arkadaşları bunu kesmek istediler; ancak önce Resûlullah'a danıştılar. Resûlullah (sallaMıualcyİTİvesdlem): "Olma^ buyurdu. Sonra Katâde'yi yanma çağırıp avucuyla göz bebeğini yerine koydu. Katâde, hangi gözünün isabet aldığını bilmiyordu (yani eski haline dönmüştü). (Beyhakî) Rifâ'a b. Rafı' b. Mâlik'ten şöyle dediğini nakletmiştir: Bedir günü bana bir ok isabet etti ve gözümü çıkardı. Resûlullah (sailaH-ıu aleyhi vesdlem) okun yerine tükürüp (iyileşmem için) bana dua etti. Ondan sonra o göz bana hiç rahatsızlık vermedi.

İbn İshak demiştir ki: (Bedİr'de) Müslümanlar elleriyle müşrikleri esir alırlarken Hz. Peygamber (saBaDnhu aleyhi vesellem) çardağında bunuyordu. Sa'd b. Muâz da bir grup Ensarh ile birîikte müşriklerin geri dönerek tekrar saldırmaları korkusuyla çardağın kapısında nöbet tutarak Rcsûlullah'ı (saMahu aleyhi vesellem) koruyorlardı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Sa'd'ln yüzünden, insanların yaptıklarından hoşlanmadığım anladı ve: "Vallahi Sa'd! Sanki şu kavmin yaptıklarından hoşlanmamış gibisini, öyle mı?" dedi. Sa'd da: "Evet, yâ Resûlullah! Bu, Allah'ın müşriklere verdiği ilk hezimettir. O nedenle bu mevkide mümkün olduğu kadar çok adam öldürülmesini, erkekleri hayatta tutmaya yeğlerim" şeklinde cevap verdi.

 

Müşrik Ordusunun Hezimeti

 

İbn Sa'd şöyle nakletmiş tir: Nihayet Müşrikler mağlup olarak Mekke'ye yöneldiler. Bozguna uğrayarak kaçışmaya başladıkları zaman Resûlullah'ın (saMahu aleyhi veseliem) kılıcını çekerek peşlerine düştüğü gözlendi. Bir taraftan da:"0 topluluk yakında bozguna uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklar" (Kamer, 45) âyetini okuyordu.

Abdürrezzâk, İbn ebî Şeybe, İshak b. Râheveyh, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr et-Taberî, İkrime'den; yine İbn Cerîr ayrıca İbn Abbas'tan; İbn ebî Hatim,   Taberânî  ve   İbn   Murdeveyh   Ebû   Hureyre'den   şöyle   rivayette bulunmuşlardır: Allah Tcâlâ, Bedir savaşından çok önce henüz Mekke'de iken Nebî'sine "0 topluluk yakında bozguna uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklar" âyetim inzal buyurmuştu. Ömer b. Hattab demiştir ki: "Ayet inince, ya Resülallah! Hangi topluluk bozguna uğratılacak?" diye sormuştum. Daha sonra Bedir günü müşrikler hezimete uğrayıp kaçışmaya başlayınca Hz- Peygamberdin kılıcını çekmiş olarak onların peşlerinden koşarken ve her adım atışında "0 topluluk yakında bozguna uğratılacak ve arkalarına dönüp kaçacaklar" âyetini okurken gördüm. İşte o zaman âyetin tevilini (gerçek anlamını, işaretini) anladım. Müşriklerin hezimeti Cuma günü güneşin gün ortasından batıya doğru kaydığı zeval vaktinde gerçekleşmişti.

Firyâbî, İbn ebî Şeybe, Ahmed b. Hanbel, Tirmizî -Tirmizî, rivayetin hasen olduğunu söylemistir-, İkrime'den şöyle nakletmişlerdir: Bedİr'de müşriklerin işini bitirdikten sonra Resûlullah'a (saMahu aîeybivesellem): "Şimdi de kervanın peşine düşmelisin; zira artık buna mani bir engel kalmamıştır" denildi. O sırada eli-kolu bağlı bir esir olan Abbas: "Bu sana helal değildir" diye seslendi. Peygamber: "Neden}" diye sorunca, "Çünkü Allah sana iki topluluktan birini vaat etmişti. Şu halde sana vaat ettiğini vermiş durumdadır" şeklince karşılık verdi. Peygamber de "Doğru söyledin" buyurarak onu tasdik etti.

Umevî'nin zikrettiğine göre Resûlullah (saMahu aleyhi veseöem), savaştan sonra Ebû Bekir İle birlikte ölülerin arasında dolaşırken, "Bi^fer efendiler olarak ^.." şeklinde bit beyit okuyor, Ebû Bekir de

'...dağıtarak oiıe kar§ı kendilerini güçlü-kudretlı görenleri,

kavmine karşı o kadar zalim ve gaddarca hareket edenleri'   şeklinde devamını getiriyordu.

Buhârî'nin Cübeyr b. Mut'im'den naklettiğine göre Resûlullah (saüaBahu aleyhi vesellem) Bedir esirleri ile ilgili olarak: "Eğer (şu anda) Mufim b. Adî sağ olsaydı da şu çürümüş leşler hakkında benimle konuşsaydı, onun halın için mutlaka onları serbest bırakırdım" buyurmuştur. Bu sözleriyle Hz. Peygamber (saMahu aleyhi vesellem) şunu kastetmiştir: Onun hatırı için ve onun aracılığını kabul ederek esirleri sağ bırakır, onlardan fidye almayı reddedip kendilerini Öldürmezdim. Çünkü Mut'im b. Adî müşriklerin Müslümanlara karşı uyguladıkları boykot sözleşmesini yırtanlardandı.[83]

 

Kureyşii Kâfirlerin Bedir'e Çekilmesi Ve O Günde Meydana Gelen Mucizeler

 

Müslim ve Nesâî, Örner b. Hattab'dan; Buharı ve Müslim Ebû Talha'dan; İbn İshak, Ahmed b. Hanbel ve Müslim Enes'den; yine Buhârî ve Müslim Urve yoluyla İbn Ömer'den; Tabcrânî Sahih hadis ravilerinden oluşan bir senetle İbn Mes'ûd'dan ve Ahmed b. Hanbel güvenilir (sika) raviler. aracılığıyla Aişe'den (radiyaMaıanha) şöyle nakletmişlerdir:

Resulullah (sallallahu alejdıi veseilem), elini yere koyarak: "Burası inşallah yann falancanın Öldürüleceği yer olacaktır. Burası inşallah yarın falancanın öldürüleceği yer olacaktır, burası inşallah yarın falancanın öldürüleceği yer olacaktır" diyerek bir gün öncesinden ashabına, Bedir savaşma katılan müşriklerin öldürüldükleri yerleri gösteriyordu. Ömer (ı-adiyalkhu anlı) demiştir ki: "Kendisini hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, müşıiklcr, Resûlullah'ın kendileri için belirlediği sınırlar dışına taşmadılar. Aynen belirlenen sınırlar içerisinde öldürüldüler ve pis ve iğrenç bir şekilde üst üste Bedir kuyularından bir kuyuya atıldılar."

Ebû Talha bunların yirmi küsur veya diğer bir rivayete göre 24 kişi olduklaıını belirtmiştiı/Aişe ise şöyle demiştiı: "Ümeyye b. Halef bundan müstesnadır. Çünkü o zırhı içerisinde iyice şişip sıkışmıştı. Onu haıeket ettirmek için gittiklerinde dağıldı. Bunun üzerine olduğu gibi bıraktılar ve cesedini iyice Örtecek şekilde üzerine toprak ve taş attılar. Ebû Talha'nın belirttiğine göre. Yüce Allah müşrikler karşısında kendisini muzaffer kıldıktan sonra Resulullah (saMLıhu aleyhi veseilem) Bedir'de üç gün kalmıştır.

Enes (radiyallahu anlı) demiştir ki: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi veseilem), Bedir ölülerine hiç dokunmadan üç gün bekledikten sonra yanlarına geldi. Bundan sonrasını   Ebû  Talha   şöyle   anlatmıştır:   Bedir'de   geçirilen   üçüncü gün İçerisinde Resulullah (sallallahu alcjiıi veseilem) devesinin hazırlanmasını emretti. Devesine    semeri    vurulduktan    sonra    yola    koyuldu.    "Heıhalde    bir \ ihtiyacından dolayı hareket etmiştir" diyerek arkasından ashabı da onu taldp etti. Soma bir kuyunun kenarına gelip durdu. -Yine Enes'c dayandırılan bazı rivayetlerde vaktin gece olduğu belii'tilmİştiı- Öldürülenlere, kendilennkiyle birlikle babalarının adlarını da anarak "Ey Falan oğlu falan, Ey Falan oğlu falan, \ Ey Falan oğlu falan" diye seslenmeye başladı. Bir başka rivayette Peygamber \ (saMalıu aleyhi veseilem) şöyle buyurmuştur: "Ey Ebû Cehil b. Hişâm, ey Ümeyye b. \ Halef ey Vtbe b.  Rabi'a, ey Şeyhe b.  Rabi'a! Keşke Allah'a ve Resulüne itaat e/seymişsini^ mi?! Allah ve Resulünün uyarılarının gerçek olduğunu (şimdi) anladım mı? Ben Rabbİmin bana vaat ettiklerinin gerçekleştiğini gördüm. Sikler, Peygamberinize karşı ne kadar kötü davrandınız!- Sikler beni yalanladın^, diğer İnsanlar ise tasdik ettiler. Beni kendi yurdumdan çıkardım^ insanlar ise beni kendi yurtlarına kabul ettiler. Bana karşı savaş ilan ettiniz, insanlar ise bana yardımcı oldular. Şimdi de benim namıma Yüce Allah siz} çok kötü bir biçimde cezalandırdı. Sikler, ben emin biti olduğum halde bana hıyanet ettiniz- Ben sadık (dürüst) biri olduğum halde beni yalanladım^" Bu sözler üzerine Hz. Ömer (radiyallahu anlı): "Ya Resulullah! Aradan üç gün geçtikten sonra sen onlara sesleniyorsun, öyle mi?! Cansız cesetler nasıl konuşabilir ki?" -bir diğer rivayette "Nasıl işitebilirler ki? veya bedenleri leş olduktan sonra sana nasıl cevap verebilirler ki?"- diye sorunca, Hz. Peygamber: "Benim söylediklerimi, sikler onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz Onlar şu anda kendilerine söylediklerimi duydukları halde bana cevap verememektedirler buyurmuştur.[84] Bu hususla ilgili olarak Katâde, kendilerini cezalandırmak, küçük düşürmek, pişmanlıklarını ve hasretierİni izhar etmek amacıyla Allah'ın, öldürülen müşrikleri dirilterek onlara Resûlullah'm (salklkhu aleyHvescUem) sözlerini duyurduğunu söylemiştir.

Urve de bu olayla ilgili olarak şu haberi naklctmiştir: Aişe, hâdise hakkında İbn Ömer'in anlattıkları kendisine ulaşınca, buna şu şekilde itiraz etti: "Doğrusu öyle değildir. Peygamber (saHalkhu aleyhi veseilem) sadece 'Kanlar şu anda, benini daha evvel kendilerine söylediklerimin hak olduğunu elbette bilmektedirler. Onlar cehennemdeki yerlerine hazırlanmışlardır[85] buyurmuştur. Çünkü Yüce Allah "Sen ölülere işittiremezsin" (Nemi, 80),  "Sen kabirdekilere işittiremezsin! Sen sadece bir uyarıcısın" (Fâtır, 22, 23) buyurmaktadır." Ahmed b. Hanbcl'in güvenilir lavilcrden oluşan iki ayrı tarikle Aişe'den naklettiği bir rivayette ise Resulullah (salklklıu aleyhi veseilem): "Si% benim söylediklerimi onlardan daha iyi anlıyor değilsini^ veya "Elbette şu anda onlar, benim sökerimi simden daha iyi anlamaktadırlar buyurmuştur.[86] Bezzâr ve Taberânî'nin İbn Mes'ûd'dan naklettiğine göre, Ebû Cehil sürünerek (öldürülenlerin atıldığı) kuyuya getirildiği zaman Resulullah (sallaHıu aleyhi veseilem) "Ebû Talip (şimdi) sağ olaydı, kılıçlarımızın onlann şereflilerine tepesine İndiğini görürdü" buyurmuştur.[87] Zİra Ebû Talip şu beyitleri okurdu:

Yalanladınız! Beylullah'a ando/sun ki! Boğun eâerizi

Muhammed'e, etrafında çarpışır, mücadele ederiz,

Onu asla teslim etmeyiz, tâ ki çevresinde vurulup ölmeden,

Oğullarımızdan ve helallerimizden mahrum kalmadan.

Kargınıza dikilir bir topluluk demirlerle, Asla dönmez, kahramanlar gibi zincirlerle,

Görmeden, ürkek devenin mahmuzdan parladığını,

Kaçarken korkudan tökezleyip yuvarlandığını, Allah şahidim olsun ki, olursa eğer gördüğüm benim, İner o zaman e/bette kılıçlarımız baslarına eşrafın.

Ibn Ishak şöyle nakletmiştir: Resûlullah (sallalkhu aleyhi vesellem) müşriklerin ölülerinin kuyuya atılmalarını emretmişti. Ütbe b. Rabi'a tutulup kuyuya atılırken, oğlu Ebû Huzeyfe b. Utbe'nin yüzüne bakü ve onu, yüzünün rengi değişmiş, üzgün bir halde görünce: "Ey EbırHu-yeyfe, babanın bu dummundan dolayı ütülmüş gibisin, öyle mi?" buyurdu. Ebû Huzeyfe "Hayır, Ey Allah'ın Resulü! Ben babam hakkında da, onun öldürüleceği hakkında da hiç kuşku duymadım; ama, babamın basiretli, hilim sahibi ve değerli biri olduğunu biliyordum ve bu özelliklerinin onu bir gün İslam'a hidayet edeceğini umuyordum. Daha evvel onun için beslediğim ümitlerimden sonra şu basma gelenleri görüp de küfür üzerine öldüğünü düşününce, bu durum beni üzdü" dedi. Hz. Peygamber de (saBallahu aleyhi vesellem) ona iyi davrandı ve onun içîn hayır duada bulundu.

 

Bedir Savaşının Sonucunu Müjdelemek Üzere Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Zeyd b. Hârise'yi Aşağı Medine'ye Ve Abdullah b. Ravâha'yı Da Yukarı Medine'ye Göndermesi

 

Hâkim, Üsâme b. Zeyd'den; Bcyhakî de Muhammed b. Ömer el-Eslemi ve îbn Ishak kanalıyla Üsâme b. Zeyd'den nakletmişlerdir: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesdlem), Bedir savaşı sırasında Osman b. Affan ve Üsâme b. Zeyd'i kızı Rukeyyc ile ilgilenmeleri için geride bırakmıştı. Bildirildiğine göre Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesdlem), Useyl denilen yerde iken Zeyd b. Harise ve Abdullah b. Ravâha'yı önceden Medine'ye gönderdi. Zeyd ve Abdullah Medİne'ye Pazar günü kuşluk vaktinde güneşin sıcaklığının kızıştığı bir anda ulaştılar. Abdullah b. Ravâha, Akîk[88] denilen yerde Zeyd b. Hârise'den ayrıldı ve sonra, daha bineğinden inmeden şöyle seslenmeye başladı: "Ey Ensar topluluğu! Müjdeler olsun sîze! Resülullah selamettedir! Müşrikler ise ya öldürüldüler, ya esir edildiler! Rabi'a'nın iki oğlu, Haccac'm iki oğlu, Ebû Cehil, Zem'a b. Esved ve Ümeyye b. Halef öldürüldüler. Sühe]'l b. Amr esir edildi." Asım b. Adî demiştir ki: Bunu duyunca hemen yanına vardım ve "Bu söylediklerin gerçek mi Ibn Ravâha?" diye sordum. Abdullah da: "Allah'a yemin ederim ki: Resûîullah (sallallahu aleyhi vesellem) yarın esirlerle birlikte gelecektir" dedi ve sonra Yukarı[89] Medine'de bulunan Ensar evlerini tek tek dolaşarak hepsini müjdeledi. Çocuklar da onunla birlikte: "Fasık Ebû Cehil öldürüldü" diye bağılıyorlardı. Bu şekiîde Ümeyye b. Zeyd oğullarına kadar gidip bütün halkı müjdelediler.

Üsame b. Zeyd, Resûlullah'ın (satiaBabû aleyhi vesdlem) devesi Kasvâ'nın üzerinde -Vakıdî demiştir ki, Üsâme devenin adının Adbâ olduğunu söylemiştir- gelip Aşağı Medine halkını müjdeledi. Namazgaha girince devesinin sırtından: "Rabi'a'nın oğullan Utbe ve Şeybc, Haccac'm iki oğlu (Nübeyh ve Münebbih) öldürüldüler! Ebû Cehil, Ebu'l-Buhterî, Zem'a b. Esved ve Ümeyye b. Halef öldürüldüler. Başka pek çok esirle beraber azılıları olan Süheyl b. Amr da esir edildi" diye bağırdı. Bazı insanlar Zeyd b. Hârise'ye inanmadılar ve: "Zeyd olsa olsa hezimete uğramış bir asker gibî (cepheden) kaçıp geldi" demeye başladılar. Öyle ki, bu haber Müslümanları bile kızdırdı ve endişelenmeye başladılar.

Olayla ilgili olarak Üsâme demiştir İd: Bir çığlık duydum ve bunun üzerine dışarı çıktım. Baktım ki Zeyd! Adbâ isimli devenin sırtında müjdeyi getirmişti. Vallahi esirleri kendi gözlerimle görünceye kadar ona inanmadım. Zeyd, Resûlullah'ın (saBaBahu aleyhi vesdlem) kızı Rukeyye'yi Baki[90] kabristanına defnettikleri sırada gelmişti. Onu gören münafıklardan birisi, Ebû Lübâbe b. Abdülmünzir'e:  "Arkadaşlarınız   öyle   bir   dağılmışlar   ki,   artık   ebediyen birleşmeleri mümkün değildir. Ashabının ileri gelenleri öldürüldü, Muhammed öldürüldü. İşte devesi! Biz bunu tanıyoruz. İşte Zeydî Korkudan ne dediğini bilmiyor, hezimete uğramış bir asker gibi kaçıp gelmiş" dedi. Ebû Lübâbe: "Allah senin sözlerini pek yakında yalana çıkaracaktır" şeklinde cevap verdi. Yahudiler de: "Zeyd hezimete uğramış bir asker gibi kaçıp gelmiş" dediler. Üsâme b. Zeyd demiştir ki: Kalktım babamın yanma geldim ve yalnız bulunduğumuz bir sırada: "Baba! Bu senin söylediklerin gerçek itli?" diye sordum. "Vallahi söylediklerim gerçek oğlum" dedi. Bunun üzerine cesaretimi topladım ve o münafığın yanma vararak: "Sen ResuluUah ile Müslümanlar hakkında fitne uyandırıyorsun. VaUahi ResuluUah (sallallahu aleyhi vesdlem) gelince mutlaka seni onun huzuruna çıkaracağız ve muhakkak senin boynunu vuracaktır" dedim. Bana: "Ey Ebû Muhammed! Bu, benim insanlardan işittiğim bir şeydir" dedi. Daha sonra başlarında ResuluUah!ın (sallallahu aleyhi vcsellem) azatlısı Şükran olduğunu halde esirler getirildiler.

 

Ashabın Ganimetler Konusundaki İhtilafı

 

Saîd b. Mansûr, Ahmcd b. Hanbel, İbnül-Münzir, İbn Hibbân, Hâkim ve es-Sünen 'de Beyhakı, Ubâde b. Samit'ten nakletrnİşlerdir: iki ordu karşılaştı ve AUah düşmanı hezimete uğrattı. Müslümanlardan bir grup müşriklerin peşine düşerek yakaladıklarını ya öldürüyor, ya da esir alıyorlardı. Müslümalardan diğer bir grup ise müşriklerin geride bıraktıkları mallara hücum ederek ganimet toplamaya başlamışlardı. Üçüncü bir giup ise düşmanın anı bir saldırısına maruz kalıt korkusuyla ResuluUah'm (sallalkhu aleyhi vesdlem) etrafını sarmışlar, onu koruyorlardı. Akşam olunca insanlar hep bir araya geldiler. Ganimet toplayanlar dediler ki: "Bunları biz topladık ve biz koruduk. O nedenle bunlarda hiç kimsenin hakkı yoktur." Düşmanı takibe çıkanlar da: "Siz, onlarda bizden daha fazla hak sahibi değüsiniz. Çünkü düşmanı onlardan biz uzaklaştırdık ve onları hezimete biz uğrattık" şeklinde karşılık verdiler. Resûluilah'ı (sallaliahu aleyhi vesdlem) savunanlar ise bunlara karşılık: " Siz bu hususta bizden daha fazla hak sahibi değilsiniz. Biz, ani bir düşman baskısı korkusuyla ResûluUah'm (sallallahu aleyhi veseliem) etrafında siper

olup onu savunduk ve onunla meşgul olduk" dediler. Bu konuda  "Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: (ey Muhammed) Ganimetler Allah'a   ve   Peygamber'e   aittir   (Onlar   hakkında   diledikleri   gibi   tasarruf yetkisine sahiptirler).  0 halde (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin (münakaşayı bırakıp karşılıklı sevgiyle aranızdaki anlaşmazhklan düzeltin), Allah ve Resulüne itaat edin" (Enfâl, 1) âyeti nazil olmuştur.[91]

İbn ebî Şeybe, Ebû Davud, Nesâî, İbn Hibbân, el-Musannefte -Vbdürrezzak, Abd b. Humeyd, İbn Ayiz, İbn Murdeveyh ve İbn Asâkir, İbn \bbas'tan şöyle nakletmişlerdir: Bedii' günü Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) buyurdular ki: "Kim birini Öldürürse şu ve şu gibi şeyler onun hakkıdır; kim birini esir alırsa, şu ve şu gibi şeyler onun hakkıdır." İbn Ayiz'in ibaresi ise: "Kim birini öldürürse, üzerindeki kıymetli eşyalar onundur; kim birini esir alırsa, üzerindeki kıymetli eşyalar onunduk şeklindedir. Müslümanlardan yaşlı olanlar sancakların altında durup kaldılar. Gençler ise müşrikleri takibe çıkarak onları öldürdüler ve mallarını ganimet olarak aldılar. O zaman yaşlılar gençlere: "Ganimetlere bizi de ortak edin; zira bizler, sîzin için koruyucu vazifesi görüyorduk. Eğer size bir şey olsaydı, muhakkak bize sığınacaktınız" dediler. Sonunda meseleyi Resûlullah'a (salkllahu aleyhi veseliem) götürdüler. Ebû'l-Yesar iki esirle birlikte gelip: "Ya Resülullah! Sen bize böyle söylemiştin" dedi. Sa'd b. Mu'az da ayağa kalkarak şöyle konuştu: "Ya Resûlailah! Eğer bütün ganimetleri bunlara verirsen ashabına bir şey kalmaz. Şüphesiz bizi, bundan alıkoyan âhirette sevap umuduyla züht anlayışı veya düşman korkusu ya da hayatta kalma düşüncesi değildi. Bizi, kardeşlerimiz gibi davranmaktan alıkoyan asla bunlar değildi):. Aksine hepimiz senin tek başına kaldığını gördük. Sana bir zarar gelmesini istemedik ve burada kalışımızın tek nedeni, düşmanın arkadan saldırması ihtimaline karşı seni koruma düşüncesidir." Ashap bu şekilde Resûlullah'in (sallallahu aleyhi vesdlem) huzurunda karşılıklı münakaşaya tutuşunca, haklarında "Sana savaş ganimetlerini soruyorlar..." âyeti nazil oldu. Böylece Allah, ellerinden ganimet mallarını aldı ve onun dağıtım işini Hz. Peygamber'e (saîlaHıu aleyhi vesdlem) havale etti. Hz. Peygamber ise, ganimet mallarını, ileride geleceği üzere, eşit olarak Müslümanların arasında bölüştürdü. İşte, âyette belirtilen Allah'tan korkmak, O'na ve Resulüne itaat etmek ve aralarını düzeltmekten maksat budur.

İbn ebî Şeybe, Ahmed b. Hanbel, Abd b. Humeyd ve İbn Murdeveyh, Sa'd b. ebî Vakkas'tan rivayet ediyorlar: Bedir savaşında kardeşim Umeyr öldürüldü. Ben de Saîd b. Âs'ı öldürüp "koruyucu" anlamında Zü'l-kenîfe diye isimlendirilen kılıcını aldım. Sonra Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhiveseBem) gelip: "Yâ Resûlailah! Bugün Allah, beni müşriklerden kurtardı. Bu kılıcı bana ver. Sen beni tanıyorsun" dedim. Bana: "Bu kılıç ne sana, ne de bana aittir; dolayısıyla ünü bırak" buyurdu. Ben de kılıcı bıraktım. Sonra dönüp kendi kendime: "Belki bu kılıç, bugün benim gibi mücadele etmeyen birine verilir" dedim ve tekrar kılıçla birlikte Hz. Peygamber'in (sallalhhu aleyhi vesellem) yanına vardım. Yine: "Git! Onu ganimetlerin içine #//" buyurdu. Ben de geri döndüm; ama hem kardeşim öldürülmüş, hem de kendi öldürdüğüm zatın üzerinden aldığım kıymetli eşyalar elimden alınmıştı. Bundan dolayı İçimde bir üzüntü vardı. Kılıcı tam bırakacağım anda bu davranışımdan dolayı nefsim beni kınadı ve tekrar Hz. Peygamber'e (saltollahu aleylıi vcseilem) gidip: "Bunu bana ver" dedim. Bu defa bana sert çıktı. Oradan pek uzaklasmamıştım İd, Enfâl sûresi nazil oldu. Onun üzerine Resûlullah (sallailnhu aleylıi veseîlem) bana: "Git, kılıcını "buyurdu.[92]

Nehhâs'm Tariff'mde Saîd b. Cübeyr'den naklettiğine göre Sa'd (bin ebî Vakkâs), Ensarlı biriyle birlikte ganimet toplamaya çıkmışlardı. O arada yere?: atılmış bir kılıç buldular ve önce kapabilmek için aynı anda ona saldırdılar. Sonra Sa'd:  "Bu benimdir" dedi. Ensarlı da: "Hayır! O benimdir.  Gidip Resûlullah'a (saHaflahu aleyhi vesdlem) danışmadan onu kimse3'e vermem" dedi. Sonra   birlikte   Hz.   Pej'gamber'in   yanma   vardılar.   Olayı   anlattıklarında  I Peygamber (sallallahu aleyhi vesdlem): "Bu ne sana ait, Sa'd!, ne de Ensarlı'ya; o bana

aittir" buyurdu. Bunun üzerine "Sana savaş ganimetlerini soruyorlar" âyeti nazil oldu. Ancak daha sonra bu âyet  "Bilin ki, ganimet olarak   aldığınız   herhangi   bir   şeyin   beşte   biri   Allah'a,   Resulüne,   onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir"  (Enfâl, 41) âyetiylej nesholmuş tur.[93]

İbn Cerir, İbnü'l-Münzir, İbn ebî Hatim ve es-Sütıetf&e. Beyhakî, İbn Abbas'tan rivayet etmişlerdir: <(Bnfâf* ganimetler demektir. Ganimetler sadece Resûlullah'a (stÜaDahualeyhiveseflem) aitti ve ondan başkasının bunda bir hakkı yoktu. O nedenle ashap, esirlerden aldıkları her şeyi Hz. Peygamber'e (saflaBahu aleyhi veseflem) getirdiler. Bir iğne veya iplik dahi olsa ganimet mallarından bir şey saklayan kimse, ganimet malından çalmış sayılıyordu. Sonra   ashap,   Resûlullah'tan   (snllaflahu  aleyhi  vesdlem),   ganimet   mallarından kendilerine de bir şeyler verilmesini talep ettiler ve bunun üzerine Allah:"Sana savaş ganimetlerini soruyorlar... 0 halde Allah'a ve Resulüne itaat edin (gerçek) müminler iseniz" (Enfâl, X) âyetim indirdi. Ayette ona "De ki: Ganimetler bana aittir. Onu sadece peygamberlerime hâs kıldım. Sizin onda bir hakkınız yoktur. Öyleyse Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin" buyurdu. Daha sonra da "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri ..." âyetini inzal ederek ganimetlerin beşte birim Peygamber'e, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, muhacirlere ve Allah yolunda savaşanlara dağıttı. Geri kalan beşte dördü ise İnsanlar arasında eşit olarak dağıtıldı. Dağıtılırken yayaya bir hisse, atlıya da bir hisse; ancak atın kendisine iki hisse verildi. Resûlullah (saBaBahu aleyhi vesellem) tranimetlerle ilgilenmek üzere Abdullah b. Ka'b'ı görevlendirmişti.[94]

 

Esirler Konusunda Ashabın İhtilafı

 

Ahmed b. Hanbel, Enes'ten; İbn Murdeveyh Ebû Hureyre'den; İbn ebî Şeybe, Ahmed b. Hanbel, -basen olarak- Tirmizî, İbnü'l-Münzir, Taberânî ve daha başka kaynaklar İbn Mes'ûd'dan; İbn Murdeveyh İbn Abbas'tan; İbnü'l-Münzir, Ebû'ş-Şeyh, İbn Murdeveyh ve Ebû Nu'aym da İbn Ömer'den şöyle nakletmişlerdin

Bedir savaşı bitince esirler getirildi. Aralarında Abbas da vardı. Onu Ensarlı bir adam esir almıştı. Ensarlılar onu Öldürmeye yemin ettiler. Haber Hz. Peygamber'e (soMahu aleyhi vesellem) ulaşınca ashabına: "Amcam .Abbas nedeniyle bu gece uyuyamadım; çünkü Ensarlılar onu öldüreceklerim söylemektedirler dedi. Bunun üzerine Ömer: "Onlarla gidip konuşayım mı?" diye sordu. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Süet (iyi olur)" buyurdu. Ömer o sözü sarf eden Ensarhların yanına gidip "Abbas'ı serbest bırakın!" dedi. Ensarlılar: "Vallahi, onu asla serbest bırakmayız" şeklinde cevap verdiler. Hz. Ömer: "Resûlullah (sâflkahu aleyhi vesellem) bunu istese de mi?" dedi. O zaman Ensarhlar: "Eğer Resûlullah bunu istiyorsa, o zaman al!" dediler. Ömer, Abbas'ı teslim altıktan sonra ona: "Ey Abbas! Müslüman ol. Vallahi senin müslüman olman beni, Hattab'ın müslüman olmasından daha fazla sevindirir. Bunun tek sebebi, Resûlullah'ın senin müslüman olmanı çok arzu ettiğini görmemdir" dedi.

Peygamber (saflallahu aleyhi veseBem) esirler meselesi hakkında Müslümanlarla istişare etti ve: "Bu esirler hakkında ne düşünüyorsunuz? Allah onları elinize teslim etti. Halbuki daha düne kadar onlar si^in kardeşlenmedi* buyurdu. Önce Ebû Bekir söz alarak şöyle konuştu: "Ey Allah'ın Resulü! Bunlar senin kendi ailen ve kendi milletindir (kavmin). Allah sana onlar karşısında zafer verdi ve sana yardım etti. Bunlar amca çocuklarımız, kardeşlerimiz ve bizimle aynı kabileye mensup yakınlarımızdır. Öyleyse onların hayatlarını bağışla. Kanaatimce onlardan fidye alman daha uygundur. Bu fidye, kafirler karşısmda gücümüzü artırmamıza vesile olur. Ayrıca umulur ki, Allah bunlara hidayet veril: de böylece sana destek olurlar."

Peygamber: "Şen ne düşünüyorsun? Hattab oğ/u!" âiye sorunca, Ömer şunları söyledi: "Ya Resûlallah! Bunlar seni yalanladılar, seni yurdundan çıkardılar ve seninle savaştılar. Ben Ebû Bekir gibi düşünmüyorum. Ben şöyle düşünüyorum: Bana müsaade etsen de falancanın -Ömer'in bir yakını-boynunu vursam; Ali'ye müsaade etsen de Ukayl'in boynunu vursa; Hamza'ya müsaade etsen de kardeşinin boynunu vursa ve böylece Allah bilsin ki, kalbimizde müşriklere karşı en ufak bir sevgi dahi yoktur. Bunlar Kureyş'in liderleri, önderleri ve ileri gelenleridir. Hepsinin boyunlarını uçur! Bence sana esir almak yaraşmaz. Bizler ancak kalpleri birleştirilmiş çobanlarız."

Abdullah b. Ravâha da kendi fikrini: ı<Ya Resûlallah! İçİ odun dolu bir vadi bakayım ve onları orada ateşe vereyim" şeklinde beyan etti. Bu sözleri duyan Abbas: "O zaman sıla-i rahiminî koparmış olursun" dedi. Ebû Eyyûb demiştir ki: Biz Ensarlılar: "Ömer'i öyle konuşmaya iten sebep, bize olan kıskançlığından başkası değildir" dedik.

Bu konuşmalardan sonra Resûlullah (sallaflahu aleyhi vcsdlem) bir şey söylemeden evine girdi. Onun üzerine insanlar fikir yürüterek, bir kısmı: "Ebû Bekir'in görüşünü alacak"; diğer bir kısmı "Hayır, Ömer'in görüşünü alacak"; diğer bir kısmı ise "Hayır, Abdullah b. Ravâha'nm görüşünü alacak" demeye başladılar. Derken Hz. Peygamber (saMahu aleyhi veseBem) evinden çıktı ve şöyle hitap etti: "Allah bir kısım insanların kalplerini öyle yumuşatır ki, onlar sütten daha yumuşak olurlar. Diğer yandan Allah bir kısım kimselerin de kalplerini öyle katılaştırır ki, onlar da taştan daha katı olurlar. Ebû Bekir! Melekler arasında senin benlerin, rahmet yağdıran Mikâil'dir. Peygamberler arasındaki benlerin ise uyarsa ° bendendir. Kim de bana karşı gelirse,  artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin"

 (İbrahim, 36) şeklinde niyat^ eden İbrahim 'dir. Yine senin benlerin, ey Ebü Bekri, "Eğer kendilerine azab edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin" (Mâide, 118) diyen İsa'dır. Melekler arasında senin benlerin ise Ömer, Allah düşmanlarına bela, musibet ve ga^ap indiren Cebrail'dir. Peygamberler arasındaki benlerin de "Rabbim! yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma!" (Nuh, 26) diye beddua eden 'Nuh'tur. Yine peygamberlerden benlerin "Ey Rabbimiz! onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver (ki iman etsinler). (Onlara bu nimetleri) Onlar acı azabı görmeden inanmasınlar diye mi verdin" (Yûnus, 88) diyen Musa'dır. Eğer aynı görüşü savılmaydım^, asla spçe muhalefet etmendim. Sikler fakir kimselersiniz O nedenle elinizden hiç kimse kurtulamamaya fidye verir veya boynu vurulur.'" Resûlullah böyle söyleyince Abdullah b. Mesûd: "Süheyl b. Bayda dışında. Ben onun müslüman olmaktan bahsettiğini işittim" dedi. Resûlullah (saHıllahu aleyhiveseHem) sustu, cevap vermedi. Abdullah diyor ki: Resûlullah (saDaDahu aleyhi veseDem) cevap vermeyince, hiçbir günde o günkü gibi başıma gökten bir taş düşmesinden korkmamıştım. Neyse ki Hz. Peygamber (saflaflahu aleyhi veselkm) bir müddet sonra: "Süheyl b. Bayda dışında" buyurdu da rahatladım. Ertesi günü olunca, Ömer Peygamber'in (salkllahu aleyhi vesdlem) yanına gitti. Yanına vardığında Ebû Bekir ile beraber ağlamakta olduğunu gördü ve: "Ya Resûlallah! Sizi ağlatan nedir? Ağlamayı gerektirecek bir durum varsa, ben de ağlayayım. Yoksa sizin ağlamanızdan dolayı ben de sizinle birlikte ağlarım" dedi. Peygamber de: "A^ kalsın Hattapoğlu'na karşı çıkmaktan dolayı büyük bir a^aba duçar olacaktık. Eğer arap gelseydi, ondan Hattapoğlundan başka biç kimse kurtulamazdı. Başınıza gelecek a^ap -yakındaki bir ağaca işaretle- şu ağaçtan daha a^mesafeden bana gösterildi" buyurdu. Bu hususta Allah şu âyeti indirmişti:

"Yeryüzünde tam hakim oluncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını (esirlerden alınan fidyeyi) istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti (esirleri  öldürmekle orada  kazanacağınız sevabı)  istiyor.  Allah  güçlüdür, hikmet sahibidir." (Enfâl, 67) Sonra bu âyet *) "Savaş sona erince de (esirleri) ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin" (Muhammed, 4)

"Allah tarafından önceden verilmiş (ganimetlerin helal kılınması ve esirler hakkında) bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. Artık elde ettiğiniz ganimetlerden helal ve temiz olarak yeyin, Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah bağışlayan, merhamet edendir" (Enfâl, 68, 69) âyetleriyle nesholmuştur.

Rcsulullah (sallallahu aleyhi veseüem) esirlerin başına azatlısı Sükrân'ı görevlendirdi. Şükrân'a her esir başına bir pay verdiler; öyle ki hür olsaydı ganimet dağıtımında bile kendisine o kadar hisse düşmezdi.

İbn ebî Şeybe, Tirmızî -hasen olarak-, Nesâî, İbn Sa'd, İbn Cerîr, İbn Hibbân ve Beyhakî, Hz. Ali'den (kerramallahu vecheh) şöyle nakletmişlerdir: Cebrail (aleyhisselam), Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesdlem) gelerek: "Ey Muhammedi Allah, kavminin esirlerden fidye alma konusundaki tavırlarından memnun kalmadı. Şu halde sana, onları şu iki seçenekten birini tercihte muhayyer bırakmanı emretti: Ya esirler meydana çıkarılıp boyunları vurulacak, ya da onların sayısınca kendilerinden de öldürülmelerine karşılık onlardan fidye alacaklardır" buyurdu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) insanları toplayıp kendilerine durumu bildirdi. İnsanlar da: "Ey Allah'm Resulü! Bunlar bizim kendi aşiretimiz ve kardeşlerimizdir. Onlardan fidye alıp düşmanlarımızla savaşında gücüne güç katmanı öneririz. Sonra da onların sayısınca bizden insanlar şehit olsun. Bunda memnuniyetsizlik doğuracak bir şey yoktur" dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) o yerde üç gün kaldı.

 

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Medine'ye Hareketi, Ganimetlerin Dağıtımı Ve Bazı Esirlerin Öldürülmesi

 

Resûlullah (saîlallahu aleyhi vesdlem), Allah'ın yardım ve desteği sayesinde galip ve muzaffer olarak beraberinde müşrik esirlerle birlikte sevinçle Medine'ye hareket etti. Esirler arasında Ukbe b. Mu'ayt ve Nadr b. Haris gibi zatlar da vardı. Ayrıca elde ettikleri ganimetleri de beraberlerinde götürdüler. Safra geçidinden çıktıktan sonra geçit ile Nâziye'nin[95] arasında yer alan ve adına Seyer[96] denilen bir tepecikte bulunan büyük bir ağacın gölgesinde konakladı. Orada Allah'ın, müşriklerden alıp Müslümanlara lütfettiği ganimetleri ashabı arasında eşit olarak dağıttı. Ancak orada ganimetleri dağıtmayıp onları korumak üzere Habbab b. Eret'i görevlendirdiği de söylenmiştir. Ganimetler arasında 150 devenin yanında, ayrıca bir çok yiyecek ve giyecek maddesi ve deri malzemesi de vardı. Müşrikler bunları ticaret amacıyla beraberlerinde alınışlardı. Bütün bunları Müslümanlar ganimet olarak aldılar. Ayrıca on adet savaş atı ve pek çok silah ele geçirdiler. Ebû CehiTin erkek devesi de ganimet mallan arasındaydı. Bu deve Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) payına düşmüştü. Resûlullah (sallallahu aleyhi veseliem), Hudeybiye seferinde hediy -kurban- olarak sevk edinceye kadar onunla hem develerini döllüyor, hem de savaşa çıkıyordu. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ganimetlerin eşit olarak bölüştürülmesini emredince Sa'd b. Muâz: "Ya Resûlallah! Bizzat kavmin kendisini koruyan süvariye, zayıf ve güçsüz birine verdiğin miktarda mı pay veriyorsun!?" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) de: i riay senin annen evlatsı^ kahini İçlerinizde -^ayıflar olmasaydı hiç si-^e %afer nasip olur mı/ydul?" buyurdu. Sonra Peygamber'in münâdisi (sözcüsü) şöyle ilanda bulundu: "Kim bir kimseyi öldürmüşse, onun üzerindeki kıymetli eşyalar kendisine aittir; kim bir kimseyi esir almışsa, o kendisine aittir" Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem) öldürülen bîr zatın üzerinden çıkan kıymetli eşyaları onu öldürene veriyor; savaş meydanında bulunan veya ashabın çatışmaya girmeden elde ettiklerini ise aralarında bölüştürüyordu. Ganimetler 317 paya ayrılmıştı. Asker sayısı ise 313 idi. İkİ süvari vardı ve bunlara dört pay verildi. Savaşa katılmayan sekiz askere de Resûlullah (sallallahuafeyhiveseBem) hisse ayırıp ganimet mallarından pay verdi. Bu zatların üçü Muhacirlerden, geri kalanları ise Ensar'dan idi. Muhacirlerden olanlar Osman b. Aftan, Talha b. Ubeydullah ve Sa'îd b. Zeyd'dir. Resûlullah (saMahu aleyhi veseîlem) Osman'ı, o sırada hasta olan kızı Rukeyye ile ilgilenmesi için Medine'de bırakmıştı. Rukeyye, Zeyd b. Hârise'nin Bedir zaferini müjdelemek üzere geldiği sırada vefat etmişti. Diğer iki zatı ise Hz. Peygamber, Kureyş kervanı hakkında bilgi toplamak üzere göndermişti. Ensar'dan olanlar ise Ebû Lübâbe b. Abdülmünzir, Asım b. Adî, Haris b. Hâtıb, Havvât b. Cübeyr ve Haris b. Sımme'dir. Resûlullah (saDallahu aleyhi vesellem) Ebû Lübâbe'yi Medine halkının, Asım b. Adî'yi Kubâ ve Yukarı Medine (Âliye) halkının başına bırakmış, Hâlis b. Hatıb'a da Amr b. Avf oğulları ile ilgili bir görev vermişti. Diğer iki zat ise Ravhâ'da yorgun düşüp kalmışlardı. Denildiğine göre Resûlullah (saMalıu aleyhi veselîem), ayrıca Sa'd b. Ubâde, Sa'd b. Mâlik es-Sâidî ve yine Ensardan olan iki zata daha ganimetlerden pay ayırıp vermiştir.

Haris b. Üsâme ve Hâkim, Ca'fer b. Muhammed yoluyla babasından Şöyle nakletmişlerdir: Ca'fer b. ebî Tâlib de Bedir günü (savaşa katılmadıkları halde) kendilerine ganimet payı ayrılan kimselerdendi. Bedır'de öldürülen 14 zata da pay ayrılmıştı. Bedir savaşında hazır bulunan kölelere ise Resulullah (saflaflahu alevin vesellem) ganimetlerden pay vermeyip sadece hediye kabilinden bir şeyler verdi. Bezzâr ve Taberânî'nin İbn Abbas'tan naklettiklerine göre Resulullah (saflaîlahu aleyhi vesellem) ile birlikte Bedir savaşına 20 kadar azatlı köle katılmıştı. Üz. Peygamber (sallaMıu aleyhi vesellem), Müslümanlarla birlikte aldığı ganimet payından ayrı olmak üzere kumandan hakkı olarak Nübeyh b. Haccac'a ait olduğu söylenen Zif't-Fikâr&âk kılıcını da almıştı. Onun payına düşen ganimetler arasında Ebû Cehil'in sarı erkek devesi de bulunuyordu.

Ubeyde b. Haris, ayağındaki yaradan kurtulamayıp Safrâ'da öldü. Hind binti Üsâse b. Ibâd b. Abdülmuttalip onun hakkında şu mersiyeyi okudu:

 

Verildi toprağa Safra da yüce ve kahraman bir er

Ağır başlı, asalet sahibi, büyük bir deha ve akıl,

Ubeyde! Artık ona ağla, gelen yalnızlık misafirlerine,

Başı gitmiş gövdesi kalmış ağaç gibi yuvarlanan dala,

Onun için çok ağla! Zira'doldu her yer cimrilerle,

Gökyüzü kıpkızıl kesildiğinde açlık ve sefaletle,

Rüzgar fırtınalar estiriyor, ağla! geride kalan yetimlere,

Kaynamaktan köpük atardı hep kazanları, şimdi kim tutuştum

Söndü iste şimdi, ışığıyla etrafı aydınlatan ateşleri,

Yakar idi sönmesin onlar diye, koca koca mertekleri,

Gece yolcularına veya kalacak bir yer arayan zavallılara,

Yanında sükûnete kavuşan, şaşkın köpek tellallarına.

 

Safrâ'da Nadr b. Haris b. Kelede de öldürüldü. Onu, (isevi'de[97] kılıçla kısas cezası tatbik ederek Ali b. ebî Talib öldürdü. Kuteyle binti Haris de- ki doğrusu bu kadın, Nadr'ın kız kardeşi değil, kızıdır- ona mersiye olarak aşağıdaki beyitleri okumuştur. Kuteyle, Ebû Ömer bin Abdılberr ve Menhecü'l-medlf&c Ebû'l-Feth'in naklettiklerine göre daha sonra Müslüman olmuştur. Ancak Hafız İbn Hacer el-îsâbe'&ç. bu bilgiyi kaydetmemiş, sadece "Onun müslüman olduğuna dair açık bir İfadeye rastlamadım, ama Mekke'nin fethine kadar yaşamışsa, müslüman sahabe kadınlardan olduğu muhakkakta-" şeklinde bir ifade kullanmışta-. Kuteyle'nin şiiri şöyledir:

Ey binekli! Oldu artık Üseyl kuşkulu bir yer muhakkak!

Beşinci giinün sabahından berİ, sen olursan eğer muvaffak!

Ulaştır! orada yatan bir ölüye selam benden,

Geçersen eğer develerinle mutlaka o yerden,

Bir de haber ver ona gözlerimden akan yaşları,

Boşaldı tamamen biri gözümün, taşıyor diğeri',

Acep duyar mı beni seslensem Nadr e,

Nasıl işitir ki ölü, konuşmayan bir kere,

Ya Muhammed! Kavmi içinde değerli bir kaamm,

En hayırlı evladı! Aynı şekilde değerli bir babanın,

Onu bağışlasaydın da elbette olmazdı zararın,

Çok olurdu bağışlaması, kızgınken genç insanın.

Veya ne olurdu! Kabul ediverseydin fidyesini,

O zaman elbette verirdi malının en değerlisini,

Nadr'dır elbette sıla-i rahim yapacağın en yakının,

içlerinde azat edilecek biri varsa buna en layık olan,

Hiç durmadı kılıçlan kendi öz kardeşlerinin, sürekli vurdu,

Allah adına yok ediliyordu hep nice akrabalıklar meydanda.

Zorla götürülüyordu ölüme yorgun ve bitkin bir şekilde, Yürüyordu yavaş yavaş eli ayağı bağlı bir esir misali zincirde.

Bu sözler ResûîuLlalı'a (salMahu aleyhi vesdlem) ulaşınca öyle ağladı ki, göz ^şiarından sakalları ıslandı ve: "Eğer Kj-tteyle'nin şiiri bana, Nadr'ı öldürmeden 'fince ulaşsaydı, onu öldürmeydim" buyurdu. Ebû Ömer bin Abdılberr demiştir ki: au ibareler ravi Abdullah b. Idrîs'e aittir. Zübeyi; b. Bekkâr'm rivâyetindeki ;fa.de ise: "Resûlullah (sallallahu aleylıi vesellem) ona çok acıdı, öyle ki gözleri aşardı ve Ebû Bekir'e: "Eğer Kuteyle'nin şiirini daha evvel duysaydım, babasını 'Miimıe^dim " buyurdu" şeklindedir.

Zübeyi" b. Bekkâr, bazı âlimlerin bu beyitleri eleştirilip düzmece olduklarım söylediğini işittiğini belirtmiştir. Cahiz ise sözü edilen kadının asıl ,Jınm Leylâ olduğunu, tavaf ettiği bir sırada Hz. Peygamber'in (sallallalıu aleyhi t#\\em) elbisesinden tutup çektiğini ve ona yukarıda zikredilen beyitleri ,knduğunu naldetmiştir.

Resûlullah (saBaBahu aleyhi vesdlem) îrku'. ulaşınca (esir) Ukbe b. ebî uavt'm öldürülmesini emretti. O zaman Ukbe: "Ya Muhammedi Tocuklara kim bakacak?" diyerek bu hükme itiraz etmek istedi. Hz. peygamber (saBaBahu aleyhi vesellem) de: "A.tef buyurdu. Ukbe bu defa: "Kurcyş gerisinde kısas olarak ben ini öldürülüyorum!?" dedi. Bunun üzerine Hz. Arîier: "Torbadaki yabancı ok şaku'dadı" dedi.[98] Sonra onu, ibn Ishak'a göre \sim b. Sabit b. ebi'l-Aklah el-Ensârî, İbn Hişam'a göre ise Ali b. ebî Talib j]dürdü -Doğrusunu Allah bilir-. Onu, Abdullah b. Seleme esir almıştı. Allah, Resulünün Ukbe'yc: "Eğer seni Mekke'nin dışında bulursam kısas mutlaka boynunu vuracağım" sözünü gerçekleştirmiş oldu. Taberânî'nin fhn Abbas'tan naklettiğine göre Hz. Peygamber (sallaliahu aleyhi vesellem,), Bedir jüîlü üç kişiyi; yani Nadr b. Haris, Tu'ayme b. Adî ve Ukbe b. ebî Mu'ayt'ı j-ısâsen öldürdü.

Sonra Hz. Peygamber (sallallalıu aleyhi vesdlem), Medine'ye doğru hareket etti. Bdpba denilen yere ulaştığında Müslümanlar kendilerini karşılayıp onu ve l,eraberındekilerı Allah'ın verdiği zaferle kutladılar.  Seleme b.  Sclâme b. \'akş   onlara:   "Bizi   neden   dolayı   kutluyorsunuz?   Biz   saçları   dökülmüş | utiyarlardan  başka  kimselerle   karşılaşmadık  İd!   Onlar   da   ayakları  bağa develer gibi (hareket edemiyorlardı). Bize de sadece boyunlarını  kalmıştı" dedi. Bu sözlere Resûlullah tebessüm ederek: "Eyyeğenim! Onlar seçkin kimselerdi1. Sen onları gorseydin heybetlerinden ürkerdin; şayet sana bir şey emretseler, itaat ederdin; sen şu yaptığını anlatın yaptıklarıyla karşüaşlırsaydın, onu küçük görürdün. Kendi peygamberlerine karşı ne kadar da kötü davranan bir şr buyurdu.

Muhammed b. Ömer el-Eslemî'nın bildirdiğine göre Peygamber (saMahu alevhi vescllem) yoluna devam ederek esirlerden bir gün önce mansûr ve muzaffer olarak Medine'ye girdi. Medine ve çevresinde ona düşman olan herkes kendisinden korkmaya başladı. Bu olaydan sonra Medine'de bir çok insan müslüman olmuştu. O zaman Abdullah b. Ubey b. Selûl de zahiren İslam'a girmişti. Yahudiler de: "Şimdi kesin olarak anladık ki, o, Tevrat'ta özelliklerini bulduğumuz nebinin tâ kendisidir" demeye başladılar.

Resûlullah (sallalialıualeylııveselîem), Medine'ye Semyyetü'1-vedâ'dn.n girdi. el-İmtâ' müellifinin belirttiğine göre Bedir dönüşü Medine'ye girdiği zaman Ramazan'rn 22'si Çarşamba günü idi. Kendisini cariyeler def çalıp aşağıdaki beyitlerle şarkı söyleyerek karşıladılar:

Üzerimize aolun ay (Bedir) doğdu,

Seniyyâtüi-oeaâ dan,

Artık şükretmek bize jarz oldu,

Kesilmedikçe Allah'a ana eden, duadan.

 

Esirlerin Medine'ye Ulaşması

 

İbn Ishak'ın naklettiğine göre esirler Medine'ye getirildiğinde Hz. Peygamberin (saBaDahu aleyhi vesellem) eşi Şevde binti Zem'a Afrâ'nm iki oğlu Avf ve Muavvez'e ağıt ve matemleri dolayısıyla Afra ailesinin yanında bulunuyordu. O zaman henüz örtünmeleri ile ilgili emir gelmemişti. Şevde o zamanı şöyle anlatmıştır:

Vallahi esirler getirildiğinde onların yatımda bulunuyordum. Derken, "Esirler getirildi", denildi. Ben de hemen eve döndüm. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de evdeydi. Bir de baktım ki, Ebû Yezîd Süheyl b. Amr, bir iple elleri boynuna bağlanmış bit vaziyette odanın bir köşesinde duruyor. Vallahi Ebû Zeyd'i o vaziyette görünce kendimi tutamadım ve; "Ey Ebû Zeyd! (Korkaklar gibi) kendi ellerinizle kendinizi teslim ettiniz, şereflice ökeydiniz ya!" dedim. Bu haldeyken beni ancak Hz. Peygamber'in (saflallahu aleyhi vesdlem) (saJlaflalıu aleyhi vesellem) "Şevde! (Onu) Allah'a ve Resulüm karşı mı kışkırtıyorsun^ şeklindeki uyarısı kendime getirdi. Ben de: "Ya Resülallah! Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, Ebû Zeyd'i elleri boynuna bağlanmış btc halde görünce kendime hakim olamayarak bu sözü söylemiş bulundum. Ya'; Resülallah! Benim için (Allah'tan) istiğfarda bulun!' dedim. O da; "Allah seni. bağışlasın!" diye dua etti.[99]

Belâzürî'nin naklettiğine göre Usâme b. Zeyd, Süheyl'i görünce: "Ya Resülallah! Bu zat insanlara serid yemeği yedirirdi?" dedi. Resûlullah (sallaBaluı aleyhi vesdlem) de cevaben: "Svet, Ebû Zeyd insanlara yemek yedirirdi; ama o, aynı gamanda Allah 'in nurunu söndürmek için de çalıştı, Allah da onu ele verdi" buyurdu.

Esirler Medine'ye getirildiğinde Resûlullah (saUallahu aleyhi vesdlem) onları Müslümanlar arasında bölüştürerek "Esirlere iyi davranın!"'buyurdu. Mus'ab b. Umeyr'in ana ve baba bir kardeşi Ebû Aziz b. Umeyr b. Hişam da esirler arasında bulunuyordu. Kendisi olayı şöyle anlatmıştır: Kardeşim Mus'ab b. Umeyr, beni esir almak üzere Ensardan bir adamla birlikte yanıma geldi ve arkadaşına: "Onu ellerinle sıkıca tut. Annesi varlıklı biri, belki onu kurtarmak için sana fidye verir" dedi. Ben de: "Ey Kardeşim! Bana karşı iyi muamelen bu mu!?" dedim. Mus'ab beraberindeki zata: "Bu kardeşimdir; ama bana, senden daha yalan değildir" dedi. Sonra annesi bir esiri kurtarmak için verilen en yüksek fidye miktarını sordu. 4000 dirhem olduğu söylenince, o da 4000 dirhem gönderip fidye mukabili oğlunu esirlikten kurtardı. Ebû Zeyd anlatıyor: Bcdir'den dönüşümüzde bir grup Ensarlı ile beraberdim. Öğlen ve akşam yemeklerinde Resûluîlah'm (salhîlalıu alevin vcscllcm) bizimle ilgili vasiyetinden dolayı kendileri hurma yedikleri halde, bana ekmek verirlerdi. İçlerinden birine eline bir ekmek parçası geçti mi onu hemen bana verirdi. Ben de utanır onu başka birine verirdim. O da ekmeğe hiç dokunmadan onu] tekrar bana iade ederdi.

 

Bedir'-de Öldürülenlerin Haberinin Ailelerine Ulaşması Ve Ebû Leheb'in Ölümü

 

Kasım b. Sâbit'in ed-De/âil'dc Abdülaziz b. ebî Sâbit'ten naklettiğine göre Kureyş kabilesi kervanlarım korumak amacıyla yola çıktıktan sonra geride kalanlar zaman zaman Abdah[100] ve Zû Tuva'ya[101] çıkar, orduyla ilgili haberle* araştırırlardı. Derken Müslümanların müşrikleri bozguna uğrattıkları gün Mekke'nin en yüksek tepesinde kendisi görünmediği halde ava2i çıknğınca aşağıdaki beyitleri okuyan birinin sesini işittiler:

 

Hanefiler bir büyük olay yaşattı Bedir'a,

Yıkılacak oradan mülkü Kisrâ ve Kayserin,

Yok etti Lüey oğullarından bir çok adamı,

Ortada bıraktı göğüslerine vuran bekar kızları.

Van vali! o Munammea e düşman olarak akşam/ayana,

O doğru yoldan sapan, ne yapacağını bilemeyen şaşkına.

 

İçlerinden biri: "Hanefiler de kimdir?" diye sorunca, "Muhammed ve arkadaşları! Kendilerinin hanif olan İbrahim'in dininden olduklarım iddia ediyorlar" dediler. Sonra hesapladılar ve o vaktin, sabahında Müslümanların Bedİr'de müşrikleri bozguna uğrattıkları gece olduğunu gördüler.

Bozgun haberini Mekke'ye ilk getiren Haysuman b. Iyâs el-Huzâî idi -ki, bu zat daha sonra müslüman olmuştur-. Kendisine: "Ne haberler var?" diye sorduklarında: "Utbe b. Rabi'a, Şeybe b. Rabi'a, Ebû'l-Hakem b. Hişam, Umeyye b. Halef, Zem'a b. Esvcd, Haccac'm oğulları Ncbîh ve Münebbih ve Ebû'1-Buhterî b. Hişam öldürüldü" dedi. Kureyşin ileri gelenlerinin adlarını saymaya başlayınca HzV/de oturmakta olan Safvan b. Ümeyye: "Bu adamın eğer aklı başında ise basireti (kalbi) uçmuştur; ona beni sorun bakalım" dedi. "Peki SarVan b. Ümeyye ne yaptı?" diye sorduklarında ise: "Aha! O şurada Hict'&e. oturuyor. Vallahi babasıyla ikî kardeşinin de öldürüldüğünü gördüm" dedi.

İbn İshak, Resûlullah'ın (saMahu ateşli vesdlcm) azatlısı Ebû Râfi'den şöyle nakletmiş tir: Abbas b. Abdülmuttalib'in kölesi idim. Bizim aileye de İslam girmişti. Abbas ve ümmü'1-Fazl müslüman olmuşlardı. Ancak Abbas kavminden korkuyor ve onların hoşlanmadığı bir şeyi izhar etmekten kaçınıyordu. Kavmi içerisinde çok malı olan varlıklı biri idi. Ebû Leheb ise Bedir'den geri kalmıştı. Bedir'de müşrildcrin ileri gelenlerinin Öldürüldüğü haberini duyunca, Allah onu rezil rüsvay etti. Biz ise kendimizde güç ve^ kuvvet hissettik. Zemzem kuyusunda ok yapıyordum. Vallahi oturmuş oklarımı yontuyordum. Ümmü'1-Fazl da benim yanımda oturuyordu. Gelen haber bizi çok sevindirmişti. Derken Ebû Leheb kötü bir amaçla ayaklarını sürüye sürüye çıkageldi ve kuyunun kenarına oturdu. Sırtı benim sırtıma dönüktü. O orada otururken insanlar: "iste Ebû Süfyân b. Haris b. Abdulmuttalıb geldi" dediler. Bunu duyan Ebû Leheb: "Yanıma gel yeğenim! Yemin olsun İd haberler sende" diye seslendi. O da yanına gelip oturdu. İnsanlar da etrafına birikti. Ebû Leheb: "Yeğenim! Söyle bakalım, diğer insanlardan ne haber, durumları nedir?" diye sordu. Ebû Süfyân: "Vallahi Müslümanlarla karşılaştığımızda kendi ellerimizle boyunlarımızı onlara teslim ettik; bizi diledikleri gibi öldürüyorlar, diledikleri gibi esir alıyorlardı. Allah'a yemin olsun ki, buna rağmen ben kendi insanlarımızı asla suçlamadım; zira biz, gök ile yer arasında alınları ve ayaklarında sekiler bulunan atlar üzerinde beyaz giysili bir takım adamlarla karşılaştık ki, vallahi ne onlara karşı direnen, ne de karşılarına çıkıp da hayatta kalan oluyordu." Ebû Rafı' diyor ki: Ellerimle kuyunun ipini kaldırarak: "Vallahi bunlar meleklerdir" dedim. O zaman Ebû Leheb elini kaldırıp suratıma şiddetli bir tokat attı. Ben de kalkıp ona saldırdım; ama beni kaldırıp yere vurdu, sonra da üzerime çöküp dövmeye başladı. Ben güçsüz biriydim. O sırada Ümmü'l-Fazl kalkıp kuyunun direklerinden birini aldı ve ona öyle bir vurdu ki, i başında korkunç bir yara açtı. Ona: "Efendisi yoktur diye onu kimsesiz ve güçsüz mü buldun!?" diye çıkıştı. Bunun üzerine Ebû Leheb de zelil bir vaziyette arkasını dönerek çekip gitti. Vallahi o günden sonra yedi gün geçmedi ki, Allah ona büyük bir çıban musallat etti ve bundan muzdarip olarak öldü.

İbn Cerir bu noktada şu açıklamayı yapmıştır: ifadenin Arapça aslında geçen "<adese"den maksat, Arapların kötümserlik hissettikleri ve hızla başkalarına geçtiğine inandıkları bir çıbandır. Ebû Lehcb'de böyle bir çıban çıkınca oğulları ondan uzaklaştılar. Ölümünden sonra üç gün boyunca ne cesedinin yanına yaklaşan, ne de onu defnetmek için gayret gösteren oldu. Babalarının cesedini o halde bırakmaları dolayısıyla insanlann kendilerini kınamalarından korktukları için bir süre sonra uzaktan bir sopa ile kendisi için kazılan çukura attılar. Sonra da üzerini iyice kapatıncaya kadar mezarını taşlarla doldurdular.

İbn İshak ise Yunus b. Bükeyr'den naklinde şöyle demiştir: Ebû Leheb icüı çukur kazmadılar; bilakis onu bir duvarın dibine yatırıp üzeri iyice kapanmeaya kadar duvarın arkasından taş atıp üzerini örttüler. Rivayet edildiğine göre Aişe (radiyaflahu anlıa) onun bulunduğu yerden geçerken yüzünü kapatırmış.

 

Mekkelilerin Önce Ölülerine Ağıt Yakıp Ağlamaları, Sonra Bunu Yasaklamaları

 

İbn İshak'ın Abbâd b. Abdullah b. Zübeyr'den naklettiğine göre Kureyş halkı Bedir'de öldürülen Ölüleri için Mekke'de -İbn Ukbe ve el-İmtâ' müellifinin nakline göre bir ay boyunca- ağıt yakıp ağladı. Özellikle kadınları saçlarını başlarını yoldular. Öldürülen zatın (varsa) devesi veya atı getirilip kadınların ortasında durdurulurdu. Kadınlar da onu bir kumaş parçasıyla örterek etrafında ağıt yakarlar, ardından meydana çıkarlardı.

Bir müddet sonra dediler ki: "Böyle yapmayın; sonra bu, Muhammed ve arkadaşlarının kulağına gider de size gülerler. Esirlerinizi kurtarmak İçin kimseyi göndermeyin, fidyelerini biraz geciktirin ki, Muhammed ve arkadaşları sizden aşırı bir fidye talebinde bulunmasınlar."

Müşriklerden Esved b. Muttalib'in Zem'a, Akıl ve Haris adında üç oğlu öldürülmüştü. O da kendi oğulları için ağıt yakıp ağlamak istiyordu. O bu halde iken geceleyin ağıt yakan bir kadın duydu. Gözleri kör olduğundan kölesine: "Git, bak; etrafta ağıt yakıp ağlayan hiç kimse var mı? Kureyş halkı kendi ölüleri için ağladı mı? Belki ben de Ebû Hukeyme'ye -yani ZcmVya-ağlanm; zira acım büyük, (onun için) içim kan ağladı" dedi, Kölesi geri dönüp o ağıt yakanın, kaybettiği bir devesine ağlayan bir kadın olduğunu haber verince Esved şu beyitleri okudu:

 

Bir kadın o kadar ağlar mı hiç devesi kayboldu diye

Gözlerine asla uyku girmez, onu bulurum ümidiyle,

Genç bir deve için ağlama: kğer ağldyacaksan mutlaka,

Ağla Bedir'e ki, ulaşamadı ona ne bant, ne mutluluk asla,

Ağla! Bedir'e, öldürülen Husays oğullarının aslanlarına,

Manzum oğullarına birde Ehû'l-Velid'in topluluğuna,

ille de ağlayacaksan ağla! Akil'e,

Ağla! O aslanlar aslanı Hâris'e,

Ağla! Hepsine birden, tek tek İsim verme,

Yoktur akran ve denk zira Ebû Hukeym 'e,

Onlar gittikten sonra oldu başkaları efendi ki,

Asla olamazlardı efendi, olmasaydı Bedir eğer ki.

Zübeyr b. Bekkâr'a göre ise Esved, son sözleriyle Uhud'da müşrik ordusunun başında bulunan Ebû Süfyân b. Harb'i kastetmiştir. Allah Resulü (saHaBahu aleyhi veseHem) bu Esved'e, "Allah göklerini kör etsin, evlatlarım alsın!" diye beddua etmişti. Allah duasını kabul etti ve önce gözleri kor oldu, sonra da Bedİr'de evlatlıktan reddettiği oğullan öldürüldü.

 

Bedir Savaşının Sonucuna Necâşî'nin Sevinci

 

Beyhakî'nin naklettiğine göre Necâşî bir gün Ca'fer b. ebî Talib ve arkadaşlarına haber yollayarak yanma çağırttı. Bir evde yanma girdiklerinde Necâşî üzerinde eski bir elbise, yerde oturuyordu. Ca'fer b. ebî Talib anlatıyor: Onu bu halde görünce önce korktuk. Yüzümüzden bizim korktuğumuzu anlayınca: "Sizi sevindirecek bir haberi müjdeleyeceğim. Sizin topraklarınız tararından bir gözcüm geldi ve bana, Allah'ın, Peygamberine zafer nasip edip falanca ve falanca düşmanlarını helak ettiğini haber verdi. Dikenli ağaçları bol olan Bedir denilen bir vadide karşılaşmışlar. Sanki şu anda gözlerimin önüne geldi, oraya bakıyor gibiyim. Ben orada Damre oğullarına mensup efendimin develerini otlatırdım" dedi. Ca'fer b. ebî Talib: "Neden böyle yerde oturuyorsun? Altında halı bile yoktur, üzerinde de şu] eski elbiseler var?" diye sorunca Necâşî: "Biz Allah'ın İsa'ya (aieyhissdam ) indirdikleri arasında şunu görmekteyiz: Allah kendilerine bir nimet verdiğinde kulların da buna karşılık yapmaları gereken, Allah için tevazu göstermeleridir. Allah, Peygamberine zafer nasip edince ben de onun için bu tevazuyu gösterdim" şeklinde cevap verdi.

 

Kureyş Halkının Esirlerin Fidyesini Ödemek İçin Adam Göndermeleri

 

İbn Sa'd'ın Şa'bî'ye dayanarak naklettiğine göre Mekkelilerin yazı zfflaslîıı bilmelerine karşılık Medineliler bilmiyorlardı.  O nedenle fidye verecek malı olmayan esirlere Medineli on çocuk verilir, onlara okuma-zma öğretirlerdi. Çocuklar tam olarak okuma-yazma öğrendiklerinde bu öğreticilerinin fidyesi sayılırdı.Zeyd b. Sabit de bu şekilde okutulanlardandı.

Ebû Davud da İbn Abbas'tan şöyle nakletmiş tir: Resûlullah (saflaflahu aleyhi vesdlem) Bedir günü Cahiliye çağmdakilerin fidye miktarlarını 400 dinar olarak belirlemişti. O vakit Abbas hiç malı olmadığını ileri sürünce Peygamber (sallaHıu aleyhi vesellem): "Peki Ümmu'l-Fa^l ile birlikte gömdüğün malın nerede? Hani ona demiştin ki, eğer bu sejerde öldürülürsem bunlar oğullarım Fa-^l, Abdullah ve Kusem'zn olsun" buyurdu. Bunun üzerine Abbas: '^Vallahi ben elbette senin Allah'ın elçisi olduğunu biliyorum. Bu sadece benimle Ümmü'l-Fazl'ın bildiği bir mesele İdi" dedi.

Beyhakî'nin nakline göre, Abbas ile yeğeni Akü ve Nevfel'den her birinin fidye miktarı 400 dinar idi. İbn İshak'm bildirdiğine göre de Bedir esirleri arasında en fazla fidye ödeyen Abbas idi. Kendisini kurtarmak için 100 okka altın vermişti.

İbn Sa'd'm İshak b. Abdullah b. Haris b. Nevfel'e dayanarak verdiği habere göre Nevfel, Bedİr'de esir alınınca, Nebî (sallallahu aleyhi veseilem) kendisine: "Kendim kurtarmak için Cüdde'deki mı-^raklanm fidye olarak ver" buyurdu. Nevfel de: "Vallahi Allah'tan ve benden başka hiç kimse benim Cüdde'de mızraklarım olduğunu bilmiyordu. Şahadet ederim ki, sen Allah'ın Peygamberisin" dedi ve oradaki bin mızrağı kendisi için fidye olarak verdi.[102]

Buharı ve Beyhakî de Enes b. Mâlik'ten şöyle nakletmişlerdir: Ensardan bazı kimseler Hz. Peygamber'den (saüallahu aleyhi veseliem) müsaade isteyerek: "Ya Resûlallah! Bize müsaade et te kız kardeşimizin oğlu Abbas'ın fidyesini bırakalım" deyince Resûlullah (salhllahu aleyhi veseflem): "Asla! Vallahi onda bir dirhem bile bırakmayıp alacaksın^ buyurdu. Resûlullah (saîl^ualejfaveseEem) bazı esirlerin fidye miktarını 4000, bazısınınkini 2000 ve bazısınmkıni de 1000 (dirhem) olarak belirlemişti. İçlerinden malı olmadığı için karşılıksız serbest bıraktıkları da olmuştu.

İbn îshak şöyle bildirmiştir: Esirlerin arasında Ebû Vedâ'a b. Dubayre cs-Sehmî de vardı. Resûlullah (saHaBahu aleyhi vesellem): "Onun Mekke'de ticaretle uğraşan varlıklı ve akıllı bîr oğlu vardı. Zannedersem fidye mukabili babasını kurtarmak için si-^e gelmif buyurdu. Kureyşliler "Esirlerinizin fidyelerini Ödemede aceleci olmayın ki, bu hususta Muhammed ve arkadaşları sizden aşırı bir talepte bulunmasınlar" dedikleri zaman, -Mekke'nin fethinde müslüman olan- Muttalıp b. ebî Vedâ'a: "Evet, doğru söylediniz, acele etmeyin" dedi, ama kendisi geceleyin gizlice Mekke'den çıkıp Medine'ye geldi ve 4000 dirhem karşılığında babasını kurtarıp götürdü. Bu zat fidye mukabili serbest bırakılan ilk esir idi. Daha sonra Kureyşliler de esirlerini fidye mukabili kurtarmak için adamlar gönderdiler. -Daha sonra müslüman olan- Cübeyr b. Mut'im esirlerin fidyesini ödemek üzere gelenlerdendi. Mikrez b. Hafs da Süheyl b. Amr'm fidyesini ödemek İçin gelmişti. Süheyl'i esir alan zat, Nebhân b. Avf oğullarından Mâlik b. Dühşüm idi ve bu hususta şu beyitleri söylemiştir:

 

Süneyl’i esir ettim, artık istemem ona karşı,

Hangi milletten olursa olsun bir başkasını.

Elbette bilir Hindej kabilesi, Süneyi in kim olduğunu,

Zulme uğrayınca kendisini savunan tek genç olduğunu.

indirdim tepesine keskin kılıcımı, nihayet dize geldi,

Zorladım kendimi yakalamak İçin o dudağı yarık herifi.

 

Süheyl'in alt dudağı yarıktı. Mikrez onun İçin Müslümanlarla konuşup kendilerini razı edince "Hakkımızı ver" dediler. Mikrez de "Öyleyse onun yerine beni alıkoyup kendisini serbest bırakın ki, hakkınız olan fidyeyi size j göndersin" dedi. Müslümanlar da Süheyl'i serbest bn-akıp onun yerine Mikrez'i alıkoydular. Daha önce ifade edildiği üzere Süheyl, Ebû Süfyân kervanı korumak için halkı harekete geçirdiğinde Kureyşlilere hitap etmişti. O nedenle Ömer b. Hattab: "Ya Resûlallah! Müsaade et te Süheyl b. Amr'm azı dişlerini sökeyim, dili çıksın ki, ondan sonra artık hiçbir yerde senin aleyhinde konuşma yapamasin" dedi. Resûluilah'm (salhllahu aleyhi vesdlem) buna cevabı ise şöyle oldu: "Ona misilleme yapamam; sonra, nebi de olsam, Allah da \ bana misilleme yapar. Belki ilerde kendisini yenmeyeceğin bir makama ulaşır"

Amr b. ebî Süfyân b. Harb da Bedir esirlerinden olup Resûlullah'm (saDaBabu aleyhi veseflem) elinde idi. Onu Ali b. ebî Talib esir almıştı. O zaman (babası) Ebû Süfyân'a: "Oğlun Amr'm fidyesini ver!" denildiğinde, "Aynı anda hem bir can, hem de mal mı kaybedeceğim. Oğlum Hanzala'yı zaten Öldürdüler, bir de Amr için fidye mi ödeyeceğim! Bırakın, diledikleri vakte kadar onu ellerinde tutsunlar!" şeklinde cevap gönderdi. Amr, Medine'de Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesdlem) yanında tutuklu bulunurken Amr b. Avf oö-ullarının kardeşi ve ayrıca Muaviye oğullarından biri olan Sad b. Nu'mân b. Ekkâl sütlü bir devesiyle umre yapmak üzere yola çıktı. Kendisi Nakfde koyunları ile ilgilenen ihtiyar bir müslümandı. Umre yapmak üzere oradan yola çıkmıştı. Kendisine yapılacaklardan korkmuyor, Mekke'de alı konacağını ise hiç düşünmüyordu; çünkü sadece umre için gelmişti ve daha önceden biliyordu ki, Kureyşliler umre veya hac için gelenlere asla kötü maksatla ilişmezler, onlara hep iyi davranırlardı. Fakat Ebû Süfyân b. Harb Mekke'de ona saldırıp oğlu Amr'a karşılık kendisini hapsetti. Sonra da şu beyitleri okudu:

 

Ey Ibn Ekkâl topluluğu! Koşun şimdi çağrısına onun hadi,

Ant içmiştiniz ya! Yaşlı efendinizi teslim etmemeye hani,

Amr oğulları olacak zelil ve hakir kuşkusuz,

Çözmezlerse şayet esirlerinden bağı, umutsuz.

Hasan b. Sâbıt de ona şöyle karşılık verdi:

O/saydı eğer Sa d, Mekke günü tam özgür,

Öldürürdü elbette çok er sizden, olmadan esir,

Öldürürdü! Elbet o keskin kılıcıyla ya da yayıyia,

Çekti mi tellerini vmlatırdı, deler geçerdi okuyla.

 

Bu olay üzerine Amr b. Avf oğulları Resûîullah'a (saBaBahıı aleyhi vesdlem) gidip durumu kendisine ilettiler ve Amr b. ebî Süfyân'ı kendilerine vermesini istediler. Onu serbest bırakıp kendi adamlarını kurtaracaklardı. Peygamber (saBalkhu aleyhi vesdlem) onların bu talepleri kabul edip isteklerini yeline getirdi. Sonra onu Ebû Süfyân'a gönderdiler, buna mukabil o da Sa'd'ı serbest bıraktı.

Yine esirler arasında Resûlullah'ın (saBaBahü aleyhi vesellem) damadı, kızı Zeyneb'in eşi Ebû'l-As b. Rabî' de bulunuyordu. Onu Hirâş b. Sımmc esir almıştı. Kureyşliler kendi esirlerinin fidyelerini gönderdikleri zaman Peygamber'in kızı Zeyneb de Ebû'l-As ve kardeşi Amr'ın fidyesi olarak mal göndermişti. Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem) bunu görünce kızı için çok üzüldü ve: "Eğer uygun görürseniz esirini serbest bırakıp malını gen iade edin!" buyurdu. Ashap da: "Tabi, derhal ya Resülallah!" deyip onu serbest bıraktılar, kızının malını da kendisine iade ettiler.

Ancak Resûîullah (salîalîahu aleyhi vesellem) Ebû'l-As'tan, yanına gelmesi için Zeyneb'i serbest bırakması hususunda söz almıştı. Kendisinin serbest brrakılması için bunu şart koşmuştu. Duyulmaması için de bunu, ne o, ne de Resûîullah (saUalhhu aleyhi vesdiem) kimseye belli etmişti. Ebû'l-As yola çıktığı zaman Resûîullah (sallallahu aleyhi vesdiem), Zeyd b. Harise ile kendi yerine Ensardan bir adamı onunla birlikte yolladı ve onlara: "Ye'cet[103]»adîsinin ortasına kadar narın. Orada Zeyneb si-^e katılacak. Bana gelinceye kadar ona eşlik edin" buyurdu. Gidecekleri yere varmak üzere yola çıktılar. Bu, Bedir savaşından bir ay kadar sonra meydana gelen bir hâdisedir. Ebû'l-As Mekke'ye vardığında, Zeyneb'e babasına katılmasını söyledi. Zeyneb de yola çıkmak için hazırlandı. Bu konuyla İlgili geniş bilgi ileride gelecektir.

İçlerinde Abbas'ın da bulunduğu bir grup esir Resûlullah'a (sallaflahu aleyhi vesellem) dediler İd: "Bizler zaten müslüman idik. Zorla bu savaşa çıkarıldık. Öyleyse neden bizden fidye alınıyor?" Bunun üzerine Allah (cclle celâluhu) şu âyetleri indirdi:

"Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır (yani  iman  ve  ıhlas)  olduğunu  bilirse,   sizden  alınandan   (fidyeden)  daha hayırlısını {yani onu dünyada kat kat artırarak ve ahirette büyük mükafat I bahşederek) size verir  ve  sizi   (günahlarınızı)   bağışlar.   Çünkü   Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

Eğer   (dilleri   izhar   ettikleri   sözleriyle) sana  hainlik   etmek   isterlerse (üzülme, çünkü) daha önce (Bedir'den önce kafirlikleriyle) Allah'a da hainlik etmişlerdi de Allah onlara karşı (Bedir'de kâh öldürerek, kâh esir alarak) sana imkan ve kudret vermişti (Eğer döneklik yaparlarsa aynısını beklesinler). Allah (yarattıklarını) bilendir, (yaptıklarında) hikmet sahibidir." (Enfâl, 70-71)

İbn Cerır, İbnü'l-Münzir, İbn ebî Hatim, Beyhakî, ed-Delâitde, Ebû Huaym, İshak b. Râheveyh, Taberânî ve Ebû'ş-Şeyh değişik tariklerle İbn Abbas'tan; yine İbn Cerir ve Ebû Nuaym Câbir b. Abdullah b. Riâb'dan söyle nakletmişlerdir:

Resûîullah (saMaiıu aleyhi vesellem) Bedir savaşında 70 Kureyşlıyi esir almıştı. Aralarında Abbas ile Akil de bulunuyordu. Bunların fidye miktarlarını 40 okka altın olarak belirledi. Saîd b. Cübeyr ise Hz. Peygamber'in (saMahu aleyhi vcsellem), (amcası) Abbas için 100 okka altın biçtiğini söylemiştir. Abbas için 40 okka, Akil için ise 80 okka fidye biçildiğini söyleyenler de olmuştur. Abbas'm Hz. Pcygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): “Yaşadığnn sürece benİ Kureyşin fakiri yaptın!" diyerek buna itiraz etmesi üzerine Yüce Allah "Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki..." âyetlerini (Enfâl 70-71) indicmiştit. Ayet inince Abbas, Resûlullah'a (saMahu aleyhi vesellem): "Keşke benden onun kat kat fazlasını fidye olarak akaydın. Allah bana ondan daha hayırlısını verdi; bana her birinin elinde malı olup ticaret yapan kırk kul nasib etti. Ayrıca Allah'ın beni bağışlayacağını da umuyorum" dedi.

Buhârî ve İbn Sa'd, Enes'ten rivayet ettiler: Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) Bahreyn'den mal geldi, o da: "Mescid'de dağıtın" diye emir verdi. Ona (sal-ülahu aleyhi vesellem) en fazla mal, Abbas kendisine gelip: "Ya Resülallah! Bana da ver. Çünkü ben hem kendimin, hem de Akil'in fidyesini Ödemiştim" dediği zaman gelmişti. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesdiem) de Abbas'a "Al!" buyurdu. Abbas o maldan eteğini öyle doldurdu ki, alıp götürmek İstediğinde taşıyamadı. Bunun üzerine Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesdiem): "Birine söyle de onu sırtıma kaldırsın" dedi. O da (sallallahu aleyhi vesellem): "Olma^" buyurdu. Abbas: "Öyleyse sen kaldır" dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesdiem) yine "Hayır, kaldırmam" buyurdu. Bir kısmını dağıttıktan sonra tekrar alıp götürmek istedi, ama yine güç yetiremedi. Tekrar Peygamber'e: "Birine söyle de onu sırtıma kaldırsın" dedi. O (sallallahu aleyhi vcseîlem) yine "Ölmat^ buyurdu. Abbas: "Öyleyse sen kaldır" deyince, yine "Hayır, kaldırmam" buyurdu. Birazını daha dağıttı. Sonra omzuna vurup "Ben sadece Allah'ın vaat ettiğini alıyorum. Allah vadini gerçekleştirdi" diyerek oradan ayrıldı. Resûîullah. (saMalıualeyİTİvesdlan), onun mala karşı olan  o kadar şaşırdı ki, gözlerden tamamen kayboluncaya kadar bakışlarını ondan ayıramadı. Sonra Peygamber (saMahudeyHvesdlem), son dirhemine kadar bütün malları dağıtmadan oradan ayrılmadı.[104]

Resûlullah (sallallahu akyhî vesdlem) Bedir günü bir kısım esirleri ise karşılıksız serbest bıraktı. Bunlardan biri de çoluk çocuk sahibi muhtaç biri olan Ebû izzet Amr b. Abdullah el-Cümehî idi. Peygamber (saUaüahu aleyhi vesdlem) ile konuşarak: "Ya Resûlallah! Sen de biliyorsun ki benim malım yoktur. Ben başkasına muhtaç, çoluk çocuk sahibi biriyim. Beni bağışla!" dedi. Resûlullah (ssıîlallahu aleyhi vesdlem) de onu bağışladı, ama kendisine karşı hiç kimseye destek vermemesi konusunda ondan söz aldı. Ebû İzzet bu olayla ilgili olarak kendi kavmi arasında Resûlulkh'ı (saMalıu aleyhi vesdlem) metheden, onun üstün faziletlerini anlatan şu beyitleri okumuştur:

 

Kim ulaştırır benden Muhammed Resûlullah 'a şu haberi,

Hak peygambersin sen, hamda layıktır sadece mülkün sahibi,

Sen öyle bir zatsın ki hakka ve hidayete davet edersin,

Yüce Allan tandır bu konuda şahidin senin,

Öyle bir yer edindin ki sen içimizde,

Inişleri-gıkış/arı olan derecelerinde,

Savaşırsan eğer biriyle o muharib ve şakı kuşkusuz.

Sulh yaptıkların ise elbet mutlu ue mesul şüphesiz,

Fakat ne zaman hatırlatı/sa bana Bedir ve ashabı,

Canlanıyor hep hatıramda onun hasret ve kasveti.

 

İbn Ukbe şöyle nakletmiştir: Müslümanlar, Bedir'de esir alındıktan sonra Ebû Izzet'in islam'a girmesi için çok uğraş tılarsa da o hep, "Hazteciyye'de geceye kadar bir gün geçirmeden asla!" şeklinde cevap vermişti. Ebû Rabî' demiştir ki, eğer sahihse Ebû Izzet'in şiiri ve Peygamber'le muhaveresinin (konuşmasının) kaynağı hakkında bir bilgim yoktur. Ancak bu sözleriyle Ebû İzzet Resûlullah'i (sallallahu aleyhi vcsdlcm) aldatmak istemiş olabilir. Fakat Allah'ın düşmanının kötü niyeti kendi aleyhine dönmüş, farkında olmadan sadece

Şeridini  aldatmıştır. Bu konuyla ilgili ayrıntılı açıklama Uhud savaşından sonra meydana gelen Hamrâii 'hesed gazvcsiylc ilgili bölümde gelecektir.

Yine esirler arasında bulunan Velıb b. Umeyr b. Vehb el-Cümehî'nın fidyesini ödemek üzere babası Umeyr gelmişti. Safvan b. Ümeyye ile anlaşarak Resûlullah'a (saMahu aleyhi vesdlem) suikast planı kurmak istediler, fakat Yüce Allah bunu Resulüne (sallallahu aleyhi vesdlan) bildirdi, ileride mucizeler bölümünde daha ayrıntılı olarak geleceği üzere bu olay onun müslüman olmasına sebep olmuştur.

 

Kureyş Kabilesinin Amr b. Âs ve Abdullah b. ebî Rabî'a'yı, Kendisine Sığınan Müslümanları Geri İade Etmesi İçin Necâşî'ye Göndermeleri

 

Ebû Ömer bin Abdilberr ve ona tâbi olarak Ebû'l-Hattab b. Dihye'nin bildirdiğine göre Allah Tcâlâ, Bedir'de müşrikleri bozguna uğratıp liderlerini helak edince dediler ki: "İntikamımızı Habeşistan topraklarında alacağız. Habeşistan kralına bir elçi gönderelim de kendisine sığman Muhammed taraftarlarını bize iade etsm, Bedir'de öldürülenlere karşılık biz de onları öldürelim." Bu amaçla Amr b. As ve Abdullah b. ebî Rabî'a'yı bir çok hediye ve armağanlarla Necâşî'ye gönderdiler. Onların yola çıktıkları haberi Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesdfem) ulaşınca, denildiğine göre o vakit henüz İslam'a girmemiş bulunan Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi Müslümanlara iyi davranması talebini iletmek üzere Necâşî'ye gönderdi. Amr ve Abdullah, Necâşî'nin yanına git(ip isteklerim bildir)dikleri zaman, Necaşî onları hayal kırıldığına uğratarak taleplerini geri çevirdi.

Ebû Davud'un nakline göre İbn Şıhâb demiştir ki: Bana ulaştığına göre Amr b. Âs ile İbn ebî Rabî'a'nm Habeşistan'a sığınan Müslümanların peşinden Habeş topraklarına gitmeleri Bedir savaşından sonra olmuştur. Onların bu " amaçla yola çıktıkları haberi kendisine ulaşınca Resûlullah (saMalıu aleyİTİveseüem), Medine'den Amr b. Ümeyye eliyle Necâşî'ye bir mektup gönderdi.

 

Bedir Savaşına Katılan Müslümanlarla Müşriklerin Sayıları

 

Buhârî, Berâ b. Azib'den şöyle nakletmiştir: Biz Resûîullah'm ashabı, kendi aramızda: "Bedir savaşına katılan sahabelerin sayısı, Tâlût'un kendisi ile birlikte nehri geçen askerlerinin sayısınca -onunla birlikte nehri sadece mümin olanlar geçmiştir- 310 küsurdur" diye konuşurduk.[105]

İbn Cerîr, İbn ebî Hatim, Beyhakî ve Taberânî de Ebû Eyyûb el-Ensârî'den şöyle nakletmişlerdir: Henüz Medine'de iken ResûluUah (sallallahu aleyîâ veseflem) ashabına: "Şehir dışına çıkıp şu kemanı karşılayalım mı? Ne dersinim belki slllab Teâlâ onu ganimet olarak bi-^e nasip eder" buyurdu. Biz de: "Tabi neden olmasın" dedik ve böylece yola çıktık. Bir ya da iki gün yürüdükten sonra Peygamber (saHaHahu aleyhi veseBem) bize, sayımızın tespit edilmesini emretti. Sayıldığımızda 313 kişi çıkük. Sayımızı kendisine bildirdiğimizde Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesdlem) buna sevindi ve Allah'a hamd ederek "Talût'un askerlerinin sayısı kadarmış" buyurdu."[106]

İbn ebî Şeybe, Alımed b. Hanbel, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Ebû Avâne ve İbn Hibbân'm Ömer b. Hattab'dan naklettiklerine göre ise Bedir günü ResûluUah (saBaflahu aleyhi vesdlem) ashabına şöyle bir baktı, sayıları 310 küsurdu. Müslim'in İfadesine göre 319 kadardı. Müşriklere baktı, onların sayısı ise 1000'den fazla idi...

Bezzâr da basen bir senede Ebû Musa el-Eş'arî'den şöyle nakletmiş tir: Bcdir'e katılan Müslümanların sayısı Câlût'la karşılaştıkları gün Tâlût'un askerlerinin sayısı olan 317 kadardı. Benim Heysemî'nin Mecmau\-vevâiâ'm&<z gördüğüm nüshada da aynı sayı, yani 317 sayısı vardı. Ancak ibn Hacer Fethu'l-Bârî'dc bu rakamı 313 şeklinde vermiştir. Düzeltilmesi gerekir.

Buhârî ve İshak b. Râhaveyh, Berâ b. Azib'den bildiriyorlar: Bedir günü ben ve İbn Ömer yaşça henüz küçük bulunmuştuk. O gün Muhacirlerin sayısı 60 küsur, Ensar'm sayısı ise 240 küsur idi. Hâkim'in yine Berâ'dan naklettiğine göre ise Muhacirlerin adedi 80 küsurdu. Hafız İbn Hacer, Şu'be'nin öğrencilerinin Buhârî'dekı rivayet konusunda ittifak etmeleri nedeniyle bu rivayetin hatalı olduğunu belirtmiştir. Ya'kub b. Süfyân'ın Ubeyde el-Ensârî'den mürsel olarak naklettiği bir rivayette Ensar'm sayısının 270 olduğu belirtike de bu nakil sabit değildir. Saîd b. Mansûr, Ebû'l-Yemân Âmir el-Hûzcnî'den mürsel olarak, Taberânî ve Beyhakî de başka bir tarikle yine ona dayanarak Ebû Eyyûb cl-Ensârî'den şöyle naldetmişlerdir; ResûluUah (saEafiahu aleyhi vesdlem) Bedir savaşma çıktığı zaman ashabına "Sayınımı tespit edinip buyurdu. Sayımdan sonra 314 kişi olduklarını öğrendi. Sonra tekrar "Sayımdı tespit edin" buyurdu. Böylece iki defa sayılmış oldular.

Tam sayılırlarken zayıf ve genç bir devenin üzerinde bit adam çıkagcldi. Böylece sayılan 315'e tamamlandı.[107]

Hasen bir senetle Ebû Davud ve Beyhakî, Abdullah b. Amr b. Âs'tan, Resûlullah'ın (saMlahu aleyhi vesdlem) Bedir günü 315 kişiyle yola çıktığını ifade eden bir rivayet nakletmişler dır. Ancak bu rivayet, sayılarının 313 olduğunu ifade eden rivayete aykırı değildir. Çünkü muhtemelen birinci rivayette Hz. Peygamber (saLaHahu aleyhi vesdlem) ile sonradan kendilerine katılan zat s ayırmamış tır. Ashabın sayısının 319 olduğunu belirten rivayet ise şuna yorulmahdır: Bu sayıya, Berâ b. Azib, İbn Ömer ve Enes gibi yaşları küçük bulunduğundan o gün savaşa çıkmalarına müsaade edilmeyenler de dahil edilmişti. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in sahih bir senede kendisinden naklettiği bir rivayette Enes b. Mâlik'e: "Bedir savaşma katıldın mı?" diye sorulunca "Bedir'den nasıl uzak kalırdım ki?!" diye cevap vermiştir. Öyle anlaşılıyor ki Enes o gün ResûluUah'ın (sallnlhhu aleyhi veseBem) hizmetinde bulunuyordu. Çünkü yine kendisinden sabit olduğu üzere on yıl Peygamberdin hizmetinde bulunmuştu. Bu, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesdlem) Medine'ye geldikten sonra onun hizmetine başladığı sonucunu doğurmaktadır. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, Bedİr'c ya Peygamber (sallallahu aleyhi veseBem) veya annesinin kocası amcası Ebû Talha Ue birlikte çıkmıştı. (Buhârî'de) Musa b. Ukbe yoluyla sahih olarak nakledilen bir rivayette Zührî, Bedir'e katılıp ta kendilerine ganimederden hisse ayrılan Kureyşlilerin tam sayısının 81 olduğunu belirtmiştit.

İbn Hacer bu rivayetle Berâ b. Azib'in rivayetini şu şekilde uzlaştırmıştır: Berâ'nm rivayeti bizzat savaşa katılanlarla ilgilidir. Zührî'nin sözü ise sayı bakımından hem bizzat katılanlar, hem de hükmen katılmış sayılıp kendilerine ganimet payı ayrılanlarla Ugilİdir. Veya birinci rakamdan murad sadece hür olanlar, ikincisine ise azatlı kölelerle kendilerine tabi olanlar da dahil edilmiştir. Eğer rivayetleri bu şeküde uzlaştırma doğru kabuî edilirse, bundan herkesin çatışmaya girmediği; ancak 305 veya 306 kişinin fiili çatışmaya katıldığı sonucu çıkartılabilir.

İbn Cerir'in İbn Abbas'tan naklettiğine göre Bedir'e katılanların sayısı 306 nefer idi. İbn Sa'd ise bu rakamı 305 olarak açıklamıştır. Öyle anlaşılıyor ki, İbn Sa'd ResûluUah'ı (sallallahu aleyhi veseBem) bu sayıya dahil etmemiştir. İbn Sa'd'm bu durumu açıklaması da şöyledir: Sekiz kişi Bedir savaşma katılmadığı halde savaşa iştirak edenlerden sayılmışlardı. Resûîullah (saflallahu aleyhi vesdiem), zarurî nedenlerden dolayı geri kaldıkları için bu kişilere de ganimetlerden pay ayırmıştı. SühcyK'nin naklettiğine göre Müslümanların yanında Bedir savaşına 70 kadar da cm katılmıştı.

Müşriklerin adedi ise 1000 idi. Sayılarının 950 olduğu da söylenmiştir. Yine denildiğine göre beraberlerinde 700 deve ve 100 at vardı.

 

Bedir'de Şehit Düşen Müslümanlar

 

Bedir günü Resûlullah'la (sallaMıu aleyhi veseilem) birlikte savaşa katılan Müslümanlardan Ubeyde b. Haris, -henüz 16 veya 17 yaşında olan- Umeyr b. ebî Vakkâs, Seleme oğullarından Umeyr b. Humâm, Evs kabilesine mensup Amr b. Avf oğullarından Sa'd b. Hayseme, Zühre oğullarının müttefiki Zü'ş-Şimâleyn b. Abdi Amr b. Nadle el-Huzâî, Amr b. Avf oğullarından Mübcşşir b. Abdülmünzir, Akıl b. Bükeyr cl-Leysî, Adi oğullarının müttefiki PIz. Ömer'in azatlısı Milice', SafVân b. Beyzâ el-Fihrî, Haris b. Hazreç oğullarından Yezîd b. Haris, Rafı' b. Muallâ ve Enes b. Mâlık'in halasının oğlu Harise b. Surâka şehit düştüler. Harise henüz çocuk yaşta idi ve gözetlcyıcı olarak sefere katılmıştı. Kendisine isabet eden okla öldü. Bunlardan başka  yaşları henüz 14 olan, Afrâ'nm iki" oğlu Avf ve Muavvez de şehit olmuştu. Yukarıda adları geçenlerin hepsi muhacirlerdendi. Ayrıca altısı Hazreç, ikisi Evs kabilesinden olmak üzere Ensar'dan da sekiz kişî şehit olmuştu.

Taberânî ravileri güvenilir olan bir senetle İbn Mes'ûd'dan sövle nakletmiş tır: Allah, Resûlullah'm (saMahu aleyhi vcsdlcm) Bedir'de öldürülen on sekiz ashabının ruhlarını cennette uçuşan yeşil renkli kuşların midesine koydu. Onlar bu halde iken Rableri bir şekilde onların haline muttali oldu ve: "Ey kullarıml Ne ar^u edersini^?" buyurdu. Şehitler: "Ey Rabbimiz! Bundan daha büyük bir nimet var mı ki?" şeklinde karşılık verdiler. Allah (cdle cdâluhu) tekrar: "Ey kullarıml Ne ar\u edersini^?" diye (bir kaç defa) sorar. Onlar da dördüncü defaki sormasında: "Ruhlarımızı tekrar bedenlerimize iade etmeni ve daha evvel Öldürüldüğümüz gîbı tekrar öldürülmeyi arzu ederiz" şeklinde cevap verirler.

 

Bedir'de Öldürülen Ve Esir Düşen Müşriklerin Sayısı

 

İbn İshak, Bedir'de öldürülen tüm müşriklerin sayısının toplam 50 kişi olduğunu belirtmiştir. İbn Hİşam'ın Ebû Amr'dan naklettiğine göre ise Bedir'de hem öldürülen, hem de esir alınan müşriklerin adedi 70 kişi idi. Bu aynı zamanda İbn Abbas ve Saîd b. Müseyycb'in de görüşüdür. Kurân'da "{Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi <Bu nasıl oluyor! > dediniz" (Al-i Imrân, 165) anlamındaki âyetle Uhud'a katılanlara hitap edilmektedir. Uhud'da Müslümanlar 70 esir 70 de ölü vermişti. Ebû Zeyd el-Ensârı bana, Bedir'de öldürülenlerle ilgili olarak Ka'b b. Mâlik'm şu kasidesini okudu:

Kaldı yetmiş ki§i kirli deve uğrağında, Utue de vardı bîr de Esved aralarında.

el-Bidâye müellifi Ibnü'1-Esir de şöyle demiştir: Birden fazla hadiste bildirildiği üzere meşhur olan, Bedir günü müşriklerden öldürülenlerin de, esir alınanların da sayılarının (ayrı ayrı) 70 olduğudur.

Buhâri ve Beyhakî, Bcrâ b. Azib'den şöyle nakletmişlerdir: îlcsûluüah (saMlalıu aleyhi veseilem) 50 kişiden oluşan okçuların başına Abdullah b. Cübeyr'i atamıştı. O gün -yani Uhud günü-bizden 70 kişiyi şehit ettiler. Peygamber ve ashabı ise Bedir'de 70 ölü, 70 esir olmak üzere müşriklerden toplam 140 kişiyi etkisiz hale getirmişlerdi. Hafız İbn Hacet bu konuda şunları söyler: Bedir'de öldürülen müşriklerin adedi hakkında asıl doğru olan, bu bilgidir. Bu konuda İbn Abbas ve daha başkaları da Berâ ile aynı görüştedirler. İbn Abbas'ın görüşünü Müslim nakletmiştir. Yüce Allah "(Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi <Bu nasıl oluyor!> dediniz" (Al-i Irnrân, 165) buyurmuştur. Siyer âlimlerinin ittifakıyla âyetin muhatapları Bedir'e katılanlardır ve "iki katım (düşmanınızın) başına getirdiğiniz" ifadesiyle Bedir savaşı kastedilmektedir. Uhud'da şehit düşen Müslümanların sayısı ise 70 idi. Yine siyer âlimlerinin ittifakıyla Bedir'de öldürülen müşriklerin sayısı da ortalama 50 idi. Ancak tam sayıları bu rakamın biraz altında ya da üstünde olabilir. İbn İshak bunların tek tek isimlerini zikretmiştir. Onun zikrettiklerine göre sayıları 50'ye baliğ olmuştur. Vakidî bu takama üç veya dört kişi daha ilave etmiştir. Bir çok megazî yazan ise kesin bir biçimde bunların 40 küsur olduğunu belirtmiştir. Ancak öldürülenlerin adlarını açık bir şekilde bilmek, bütün öldürülenlerin onlardan ibaret olduğu anlamına gelmez.   -

Beyhakî'nin  nakline  göre  Zührî:  "Bedir'de müşriklerden  70'ten  fazla adam  öldürüldü,  bir  o  kadarı  da  esir  edildi"  demiştir.  Beyhakî bunun, müşriklerden öldürülen ve esir edilenlerin sayılarına ilişkin nakledilen rivayetlerin en sahihi, ayrıca Berâ'nm rivayetinin de bunun şahidi olduğunu belirtmiştir. Vakidî daha da ileri giderek Berâ'nm rivayetinde zikredilen rakam konusunda icma oluştuğunu söylemiştir. Ebû Ömer (bin Abdilberr) öldürülenler arasında en meşhur olanlarını şöyle sıralamıştır: Zeyd b. Harise ' tarafından öldürülen Hanzala b. ebî Süfyân b. Harb, Zübeyr b. Avvâm tarafından öldürülen Ubeyde b. Saîd b. As, Hz. Ali veya bir başka görüşe göre başka biri tarafından öldürülen Ube}rde'nın kardeşi As b. Saîd, daha evvel de geçtiği üzere Hamza, Ubeyde ve Ali tarafından öldürülen Utbe b. Rabfa, Şeybe b. Rabî'a ve Velid b. Utbe, Asım b. Sabit tarafından kılıçla kısas tatbik edilerek öldürülen Utbe b. ebî Muayt —ki bu şahsı Hz. Peygamber'in emriyle Hz. Ali'nin öldürdüğü de söylenmiştir-, Ali tarafından öldürülen Haris b. Amir b. Nevfel, Hamza tarafından öldürülen TVayme b. Adî -Bir başka rivayete göre bu şahıs ta kısas yoluyla öldürülmüştür; ancak meşhur olanı birinci görüştür-, Zem'a b. Esved b. Muttalib b. Esed, oğlu Haris b. Zem'a, kardeşi Akîl b. Esved, daha evvel de ifade edildiği üzere kim 1 tarafından öldürüldüğü tartışmalı olan Ebû'l-Buhterî As b. Hİşâm, Ali veya Zübeyr tarafından öldürülen Nevfel b. Huveylid b. Esed, Safrâ'da kısas yoluyla öldürülen Nadr b. Haris, Ali b. ebî Talıb tarafından öldürülen Talha'nın amcası Umeyr b. Osman, yine AK b. ebî Talib tarafından öldürülen müminlerin annesi Ümmü Seleme'nin kardeşi Mesüd b. ebî Ümeyye el-Mahzûmî, yine Ali (kerramalluhu vecheiı) tarafından öldürülen Hâlid b. Velid'in kardeşi Ebû Kays b. Velid, Hamza b. Abdulmuttalib tarafından öldürülen Ebû Kays b. Fâkih b. Muğire, Zübeyr b. Avvâm tarafından öldürülen Sâib b. ebî Sâib el-Mahzûmî. İbn İshak ve başkaları ve onlara tabi olai'ak Zübeyr b. Bekkâr kesin bir dille bu zatın Bedir'de kafir olarak öldürüldüğünü söylerlerken, İbn Hişâm ve daha başkaları bunu reddetmişler ve Sâib'i sahabeden saymışlardır. Ebû Ömer (bin Abdilberr) de söz konusu zatın, müellefe-i kulûbdan (kalpleri İslam'a ısındırılanlardan) olduğunu ve daha sonra iyi bir müslüman olarak yaşadığını belirtmiştir. Doğrusunu Allah bilir. İbn Hacer ise "Muhtemelen Zübeyr b. Bekkâr'm bahsettiği zat, Sâib b. ebî Sâib değil, Hz. Peygamber'in ortağı Sâib b. Safî'dir" diyerek görüşleri uzlaştırmaya çalışmıştır.

Ahmed b. Hanbcİ, Sâib b. Safî'den şöyle nakletmiş tır: Mekke'nin fethi günü Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem) huzuruna getirildim. Beni Osman b. Affân ve Züheyr getirmişlerdi. Hz. Peygamber'in huzurunda bana övgüler yağdtrmaya başladılar. Bunun üzerine Rcsûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem): "Onu bana anlatmayın; çünkü o Cahiliye döneminde benin dostumdiJ" buyurdu. Ardından bana: "Sen ne iyi bir dosttun" dedi. Bu rivayet onun Mekke'nin fethine kadar yaşadığını gösteren bir delildir. Ondan sonra da Muaviye dönemine kadar yaşamişür. İbnü'1-Esir onun muammerinden, yani uzun ömür sürenlerden olduğunu belirtmiştir.[108]

İbn İshak demiştir ki: Bize bildirildiğine göre Bedir'de öldürülen grup hakkında aşağıdaki âyet nazil olmuştur:

"Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken "Ne işte idiniz?" dediler. Bunlar, "Biz yeryüzünde çaresizdik" diye cevap verdiler. Melekler de, "Allah'ın topraklan geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir." (Nisa, 97) Ayette bahsedilen kimseler Haris b. Zem'a, Ebû Kays b. Fâkih, Ebû Kays b. Velid, Ali b. Ümeyye ve As b. Münebbih'tir. Bu zatlar Hz. Peygamber (şaflaüahu aleyhi veseflem) henüz Mekke'de iken müslüman olmuşlardı. Hz. Peygamber (saMkhu aleyhi vesellem) Medine'ye hicret ettiği zaman babaları ve aşiretleri onları Mekke'de alıkoydu. Onları dinlerinden döndürmeye çalıştılar, onlar da kabilelerinin fitnesine kapılarak dinden döndüler. Sonra kendi kavimleriyle birlikte Bedir savaşma katıldılar ve savaşta hepsi de öldürüldü.

Bedir savaşında Hâşim oğullarından esir alınanlar arasında Abbas b. Abdulmuttalib de vardı. Onunla ilgili olarak Ebû Nu'aym, İbn Abbas'tan şöyle nakletmiş tir: Babama: "Baba! Ebû'l-Yeser seni nasıl esir aldı? Çünkü, isteseydin, onu avucunda ezerdin" diye sordum. Bana: "Böyle konuşma, yavrucuğum! Karşıma çıktığı zaman, bana Mekke'deki Handeme dağından daha büyük göründü" şeklinde cevap verdi. Esirler arasında Hâşim oğullarından ayrıca Akîl b. ebî Talib ve Nevfel b. Haris b. Abdulmuttalib de bulunuyordu.

Muttalib b. Abdi Menâf oğullarından Sâib b. Ubeyd[109], Numan b. Amr; Nevfel oğullarından Adî b. Hıyar[110]; Abdüddâr oğullarından Ebû Aziz b. Umeyr; Teym b. Mürre oğullarından Talha b. UbeyduHah'ın kardeşi Mâlik b. Ubeydullah; ayrıca Mahzûm oğulları ve müttefiklerinden 24 İçişi; Abdü Şems ve müttefiklerinden, aralarında Amr b. ebî Süfyân b. Harb, Haris b. ebî Vecze ve Peygamber'in damadı Ebû'l-As b. Rabî'nin de bulunduğu 12 kişi; geri kalan Kureyş aşiretlerinden de Sâİb b. ebî Sâib[111], Haris b. Amir, Ebû Cehil b. Hişam'm kardeşi Hâlid b. Hişam, Safî b. ebî Rüfâ'a ve kardeşi Münzk b. ebî Rüfâ'a, Muttalib b. Hantab ve Hâlid b. A'lam da esir edilenler arasında idi. Hâlid b. A'lam şu beyti söyleyen zattır:

 

Akmıyor yaralarımızdan kanlar topuklar arımıza,

Ancak düşüyor bir kaç damla an auakiarımvza.

 

Ne var kî o, bu sözleriyle doğru söylememiştir. Çünkü kendisi Bedir günü ilk kaçan kişi idi. Daha sonra yakalanıp esir alındı. Diğer esirler ise şunlardır: Kureyş'in müttefiki Osman b. Abdı Şems b. Câbir el-Mazinî, Ümeyye b. ebî Huzeyfc b. Muğire, Hâlid b. Velid'in kardeşi Ebû Kays b. Velid. el-Vyûn müellifi, Ebû Ömer (bin Abdilberr)'e tâbi olarak bu sonuncu zâtı hem Bedir esirleri arasında, hem de öldürülen müşrikler arasında zikretmişlerdir. Öyleyse bu iki bilgiden'.bin kesin yanlıştır. Ayrıca Osman b. Abdullah b. Muğİre, Ebû Ata Abdullah b. Sâib b. Aiz el-Mahzûmî verEbû Vedâ'a b. Dubeyre es-Sehmî —İd bu fidyesi ödenen ilk esirdir-, Abdullah b. Ubey b. Halef el-Cümehî ve kardeşi Amr, Ebû İzzet el-Cüfnhî, Süheyl b. Amr el-Amirî, Abdullah b. Zem'a b. Kays el-Amirî, Abdullah b. Humeyd b. Züheyr el-Esedî de esirlerdendi, işte buraya kadar sayılanlar, müşriklerden öldürülen ve esir edilenlerden Ebû Ömer'in adını zikrettiği meşhur kişilerdir.

 

Bedir Esirlerinden Daha Sonra Müslüman Olanlar

 

Bedir esirlerinden daha sonra müslüman olanların adları ise şöyledir: Abbas b. Abdulmuttalib, Akil b. ebî Tâlib, Nevfel b. Haris, Ebû'l-As b. Rabî', Ebû Aziz Zürâra b. Umeyr el-Abderî, Sâib b. ebî Hubeyş, Hâlid b. Hişam el-Mahzûmî, Abdullah b. ebî Saib, Muttalib b. Hantab, Ebû Vedâ'a cs-Sehmî, Abdullah b- Ubcy b. Halef el-Cümhî, Vehb b. Umeyr el-Cümhî, Süheyl b, Amr el-Amirî, Sevde'nin kardeşi Abdullah b. Zem'a, Kays b. Sâib ve Ümeyye b. Halefin azatlısı Nistâs.

Bu isimler Ebû'l-Feth'in naklettikleridir. Aşağıdakileri ise müslüman oldukları halde zikt-etmemiştir: Sâib b. Ubeyd. Alimlerin Kadı Ebû't-Tayyib eoTaberfden naklettiklerine göre bu zat, Bedir günü kendi fidyesini Ödedikten sonra müslüman olmuştur. Adî b. Hıyar. Bu zat ise Mekke'nin fethinde müslüman olan sahabelerdendir. Velid b. Muğite. Bu zatı ise kardeşleri Hişam ve Hâîid esirlikten kurtarmışlardı. Ancak fidyesi ödenir ödenmez müslüman oldu. Bu davranışından ötürü kendisini azarlayan akrabalarına "Esirlikten korkup da müslüman oldum, samlmasrn istedim" seklinde karşılık vermiştir. Müslüman olunca dayıları onu hapsettiler. Bundan dolayı Resûlullah (salîaEahu ale^ıi vesellem), kunûdarda hep ona dua ederdi. Daha sonra kaçmayı başardı ve Umretü'l-Kadâ'da Nebî'yc (sallalkhu ;ılafoivesellem) katildi.

 

Mülâhazalar

 

1- Bedir, Medine-i Münevvere'ye dört. merhale (deve ile dört günlük) mesafede  bulunan  meşhur yerin  adıdır.  Bedir b. Muhallcd  b. Nadr b. Kınâne'ye veya Bedir b. Hâris'e veyahut Bedir b. Kelcde'ye nispetle bu adla anıldığı söylenmiştir. Ayrıca denilmiştir ki: Bedir orada bulunan bir kuyunun adıdır. Kuyunun yuvarlak oluşu ya da suyunun berraldığmdan dolayı bu adı almıştır. Öyle ki, dolunay (Bedir) suyun yüzünde yansıyordu. Ancak Ğıfâr oğullarından bir çok şeyh bu görüşleri reddedip oranın kendi suları ve yerleri olduğunu;   Bedir   adında   hiç   kimsenin   daha   evvel  o  topraklara   sahip olmadığını, bu ismin diğer beldeler gibi o yerin özel adı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Begavî de bunun, çoğunluğun görüşü olduğunu belirtmiştir.

2- Bedir   savaşı   Ramazan   ayının  17.   gününde   meydana   geldi. Hz. Peygamber (saflallahu aleyhi vcsdlem), Bedir savaşı ve Bedir esirleri meselesini ise ancak Şevval ayında bitiıebildi.

3- Bedir olayı anlatılırken zikredilir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) iki dağla karşılaşmış   ve   isimlerini    sormuştur. Birinin İsminin "Muslih" diğerininkinrn ise "Muhri" olduğu kendisine bildirilince yolunu değiştirmiş, oradan  geçmemiştir. Ebû'l-Kasım  el-Has'amî  bunun,  Allah  Resûlü'nün (sallaMıu a!eyhivesellem) yasakladığı falcılık kabilinden olmayıp, sadece kendisinin çİîkın İsimlerden hoşlanmadığının bir ifadesi olduğunu belirtmiştir. Nitekim Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) emirlerine (kumandanlarına) sürekli: "Bana bir posta gönderdiğinizde yü\ü ve ismi gü^el birini gönderin"[112] diye yazardı. Bezzâr aynı hadisi BiiteydeMen; yine Bezzâr, Ukaylî ve Taberânî de Ebû Hureyre'den: "'Bana bir adam göndereceğini^ %aman, yih^iı ve ismi gü-^e/ birini gönderin" ifadesiyle nakletmişlerdir. Bu iki rivayet birbirini kuvve tlendirmektedir.

Yine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) sütü bol olan bir deve ile ilgili olarak "Bunu kim sağar}" diye sorunca bir adam kalkmış "Ben" demiş. Peygamber ona: "ismin nedir}" diye sormuş. Adam da "Mürre (Acı manasında)" deyince "O/ur!" buyurmuştur. Bir başkası kalkmış. Ona da "İsmin nedir}" diye sormuş. Adam "Cemre (Ateş manasında)" deyince ona da "Otur!" buyurmuştur. Sonra bir başkası kalkmış. Ona da "ismin nedir}" diye sormuş. Adam "Ya'îş (Yaşar manasında)" deyince "Hadi sağ!" buyurmuştur. Bu rivayeti İbn Sa'd ile İbn Kani' nakletmişlerdir.

İbn Vehb'in rivayetinde ise şu ilave yer almaktadır: "Ömer b. Hattab ayağa kalkarak "Ya Resûlallah! Sen bizi falcılıktan men etmiş tin?" deyince Peygamber (saüaflahu aleyhi vesdlem): uBen falcılık yapmadım; sadece gülsel ismi tercih ettim" buyurmuştur."[113]

4- Müslim Sahi/finde Enes'ten şöyle nakletmiştir: Resûlullah (sallallahu akyhî vesdlem), Ebû Süfyân'm yola çıktığı haberi kendisine ulaşınca ashabıyla İstişare etti. Önce Ebû Bekİr konuştu, ancak Hz. Peygamber (saBaliahu aleylıi vesdlem) bununla tatmin olmadı. Sonra Ömer konuştu. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) onun konuşmasıyla da tatmin olmadı. Bunun üzerine Sa'd b. Ubâde ayağa kalkarak: "Ya Resûlallah! Sanırım bizim konuşmamızı istiyorsun. Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki, bize bineklerimizi denize sürmeyi bile emretsen elbette süreriz, ciğerparelerimizi Gımâd bataklığına sürmemizi bile emretsen, hiç kuşkun olmasın, bunu dahi yaparız" dedi. Bu sözler üzerine Resûlullah (saîlallahu aleylıi vesellem) ashabını yola çıkmaları için teşvik etti ve böylece harekete geçip Bedır'e kadar geldiler...

el-Uyun müellifi bu sözleri asıl Sa'd b. Muaz'ın sarf ettiğinin bilindiğini belirtmiştir. İbn Ukbe, İbn İshak, İbn Aiz ve daha başkaları da bu şekilde nakletmişlerdir. Buna göre doğrusu Sa'd b. Ubâde Bedir'e katılmamıştı. Aksine sefere katılmak üzere hazırlıklarını tamamladığı halde yola çıkmadan rahatsızlandığı için geride kalmıştı. Hafız İbn Hacer de Fetbü'I-Bârı'de. bunun benzeri bir rivayet zikretmiş ve sonra şöyle demiştir: Bu iki rivayeti şu şekilde uzlaştırmak mümkündür: Peygamber (sallallahu aleyhi vesdlem) Bedir gazvesi hakkında iki defa istişare etmiştir. Biri Medine'de Ebû Süfyân'm kervanının haberi kendisine ilk ulaştığı anda ki, bu Müslim'in rivayetinde gayet açıktır, diğeri İse es-Sahih'te İbn Mes'ûd'dan nakledilen rivayette belirtildiği gibi yola çıkaktan sonra olmuştur. Sa'd b. Muaz ise savaşla ilgili pörüsünü ikincisinde beyan etmiş olmalıdır.

Taberânî'nin naklettiği bir habere göre ise Sa'd b. Ubâde bu sözleri Hudeybiye'de sarf etmiştir ki, bu doğruya daha yakındır. İleride bu konuda ilave açıklama gelecektir.

5- Süheylî demiştir ki: Konu içerisinde geçen "yudhiku er-rabbe (Rabbi güldürür)" şeklindeki ifadenin anlamı "Rabbi çok memnun eder" demektir, [—»s. 76] Bu gerçekte müjde ve ikram ihtiva eden bir memnuniyettir. Çünkü "gülme" "gazap etme"nİn zıddıdır. Bazen efendi gazaba gelir, ama sadece azarlamakla kalır, gerisini bağışlar. Ama memnun kalırsa bu mücerret bağışlamaktan daha fazlasını ifade eder. Gülmesi ise memnuniyette doruk demektir. Çünkü bazen memnun kaldığı halde bu memnuniyetini izhar etmeyebilir. Beliğ olduğu kadar veciz bir lafızla bütün bu manaları da ifade etmesi bakımından Allah Teâlâ hakkında memnuniyet ve bunun izharı mecazî olarak "gülme" kelimesi ile ifade edilir. O nedenle Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Talha b. Berâ'ya: "A ilahım! Talha'yı o sana, sen de ona ^ilerek karşıla* diye dua etmiştir. Bunun anlamı, "Onu, birbirlerini seven ve birbirlerine olan içlerindeki sevgi ve muhabbetlerini izhar eden kimselerin buluşması gibi karşıla" demektir. "Rab falan kimseye güldü" ifadesi son derece veciz bir ifade olup müjde ve ikram anlamı da ihtiva eden memnuniyet ve muhabbet manasına gelmektedir. Bu söz, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi veseSem) verilen ifadesi özlü; ama anlamı geniş sözlerdendir (cevamiu'l-kelim).

el-Metâli' müellifi de bu ve benzeri hadislere, keyfiyetim araştırılma veya herhangi bir şekilde yorumlamaya gidilmeksizin iman edilip asıl anlamlarının onların hakikatini bilen ve onları söyleyen zata bırakılması gerektiğim beliı-tmiştir.

6- İmam  Ebû  Süleyman  el-Hattâbî özetle  şöyle demiştir:   Hiç  kimse J Peygamberin (saDaSahu aleyhi veseUenı) çardakta Rabbine yakardığı su-ada Ebû Bekir'in Allah'a olan güveninin Resûlullah'mkindcn daha sağlam olduğu vehmine kapılmamalıdır; zira Nebî'yi (sallallahu aleyhi vesdlem) bu şekilde yakarışa iten,   ashabına   olan   şefkati   ve   onların   maneviyatlarını   kuvvetlendirme arzusudur.   [—s.   65]   Çünkü bu karşılaştığı ilk büyük olaydı.O nedenle Müslümanların kalplerini teskin etmek amacıyla Allah'a yönelip, ona dua ve yakarışta    bulunurken  mübalağa   yapmıştır  (sert   davranmıştır).    Çünkü Müslümanlar Resûlullah'ın (salL-ıMıu aleyhi veseflem) duasının müstecab olduğunu bilmiyorlardı.   Ebû   Bekir   kendisine   dediklerini   deyince,duasının kabul edildiğini anladı ve daha fazla yakarıştan vazgeçti. Çünkü Ebû Bekir kendi maneviyatının yükseldiğini, ve  kalbinin mutmain  olduğunu görmüştü.  O nedenle Rcsüluilah (sallallahu aleyhi vesdlem) duayı biralar bırakmaz "0 topluluk yakında bozguna uğratılacak" (Kamer, 54/45) âyetim okumuştur.

Bu olayı Ebû Bekir b. Arabî de şöyle açıklamıştır: Resûlullah (salbdiahu aleyhi vesdlem) o sırada havf (korku) makamında, arkadaşı Ebû Bekir ise recâ (ümit) makamında bulunuyordu. Bu her iki makam da üstünlük bakımından eşittir. Öğrencisi Süheyl! ise onun üzerine şu yorumu yapmıştır: O, bu açıklamayla Nebî (saDaüahu aleyhi vesdlem) İle Ebû Bekir'in eşit olduğunu kastetmemiştir. Aksine havf ve recâ makamlarının imanın ayrılmaz iki unsuru olduğunu belirtmek istemiştir. Ebû Bekir o saatte Allah'tan recâ makamında, Peygamber (saMahu aleyhi vesdlem) ise Allah'tan havf makamında bulunuyordu. Çünkü Allah dilediğini yapma kudretine sahiptir. Resûlullah (saMbhu aleyhi veseUenı) bu olaydan sonra yeryüzünde bir daha Allah'a ibadet edilmemesinden korkmuştu. Kasım b. Sabit de Defâifinde. söyle demiştir: Ebû Bekir es-Sıddık, Hz. Peygamber'i (saMaluı aleyhi vesdlem), omuzlarından elbisesi düşecek kadar aşırı dua ve tazarru sebebiyle bitkin düşmüş bir halde görünce ona olan şefkatinden kendisine yardımcı olmak amacıyla o sözleri söylemiştir. Ona "Bu kadar dua etmen gerekmez ey Allah'ın Resulü!" derken, "Allah sana zafer vaat etmişken neden kendim bu kadar çok yoruyorsun?!" demek İstemiştir. Kendisi Nebî'ye (sallallahu aleyhi veseBem) karşı son derece merhametli ve yumuşak kalpli biri idi. Bu noktada mutasavvıf geçinen, ama ilimden irfandan nasibi olmayan bazı kimseler büyük hata J işlemişlerdir. Onlara itibar edilmez. Belki Hattâbî'nin işaret etmek istediği de A budur.

7- er-Ravz müellifinin olayı açıklaması ise şöyledir Resûlullah'ın (saMahu aleyhi vesdlem) aşm bir tarzda dua ve niyazda bulunmasının nedeni, melekleri savaş meydanına akın ederken, Cebrail'i toza dumana karışmış bir vaziyette ve Allah'ın yardımcılarını ölüm maceralarına atılırken görmesidir. Cihat iki çeşittir: Biri kılıçla yapılan cihat, diğeri ise dua ile yapılan cihattır. Ayrıca komutanın ordunun gerisinde olup onlarla fiili çatışmaya girmemesi savaş örfündendir. Böylelikle herkes sanki bîr mücadele ve uğraşı içerisinde olmaktadır. Allah'ın yardımcıları ve melekler rahatlığı bk tarafa bırakıp mücadele ederlerken, Allah'ın ordusu düşmanlarıyla çatışırken, Hz. peygamber (sallallahu aleyhi vesdlem) asla bu iki uğraşı ve iki cihattan birinden bile ereri kalıp kendisini kurtarmak istemiş değildir.

8- "Allah,  olacak bir işi yerine getirmek için {savaş alanında) karşılaştığınız zaman   onları   sizin  gözlerinizde  az  gösteriyor,   sizi   de  onların  gözlerinde azaltıyordu" (Enfâl, 44) âyeti ile "(Bedir'de) karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir grup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kafir bir grup. Allah dilediğini yardımı ile destekler" (Al-i İmrân, 13) âyeti arasında herhangi bk çelişki yoktur. Zira en doğru görüşe göre ikinci âyetin anlamı şöyledir: Kafir grup ta müminleri kendilerinin sayıca iki katı olarak görüyorlardı; ama bu harbin ve çatışmanın iyice kızıştığı bk anda böyle olmuştur. Böylece Allah Teâlâ, inkar edenlerin kalplerine korku vermiş, onların maneviyatını kırmıştır. İlk karşılaşma sırasında önce müminleri onların gözlerinde az göstererek kendilerini savaş meydanına çekmiş, sonra müminleri kendi yardımı ile destekleyerek onları kafirlerin gözünde kendi sayılarının iki katı göstermiştir. Böylece müşriklerin maneviyatları kırılmış, kendilerini güçsüz hissetmişler ve sonuçta yenilmişlerdir. O nedenle Allah "Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır" (Al-i imrân, 13) buyurmuştur.

Bu olayla ilgili olarak İbn Sa'd, İshak b. Raheveyh, îbn Meni' ve Beyhakî İbn Mes'üd'dan şöyle nakletmişlcrdk: Bedir günü kafirler gözümüze o kadar az gösterildiler İd, yanjmdaki bk adama "Sence 70 İtişi varlar nal?" diye sordum. "Bence 100 kadarlar" diye cevap verdi. Sonra onlardan bir adamı esk aldık ve kendisine "Kaç kişisiniz?" diye sorduk. "Bin kişiyiz" dedi.

9- Şeyhu'l-İslâm Ebû'l-Hasan es-Subkî şöyle demiştir: Bana, Cebrail kanadındaki bk telekle bütün kafirleri bertaraf etmeye muktedk olduğu halde meleklerin Bedir'de Peygamber'in (saHahu aleyhi vcseüem) yanında çarpışmalarının hikmeti soruldu. Buna şöyle cevap verdim: Bu şekilde yapılmakla, görünürde Allah'ın kulları için var ettiği sebep sonuç kanunları gözetilerek asıl fiilin (mücadelenin) Peygamber (saîlaüahu aleyhi vesdlem) ve ashabından gelmiş olması, meleklerin ise orduların destek birlikleri gibi sadece destek vermeleri murad edilmiştir. Asıl her şeyin faili ise Allah'tır.

Zemahşerî ei-Ke^afta. "Biz ondan sonra, onun milletini helak etmek için üzerlerine gökten her hangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik" (Yâsîn, 28) âyetini tefsir ederken şöyle demiştir: Eğer sorarsan ki, neden Bedir ve Hendek savaşlarında gökten ordular indirildi? Nitekim Allah "Biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin göremediğiniz ordular göndermiştik" (Ahzâb, 9), "peş peşe bin melek" (Enfâl, 9), "indirilen üç bin melek" (Âl-i İmân, 124) ve "nişanlı beş bin melek" (Al-i tmrân, 120) buyurmuştur. Ben de derim ki, sadece bir melek de yeterdi. Nitekim Lût (aleyhissdam) kavminin yaşadığı şehirler Cebrail'in kanadının bir teleği ile, Semûd ülkesi ve Salih'in (aleyhissekm) kavmi de sadece bir çığlıkla helak edilmişti. Ama Allah, Habib'ine lütfederek Muhammed'i (saMlahu aleyhi vesellem) her konuda, azim sahibi diğer büyük peygamberlere üstün kılmış, başka hiç kimseye vermediği üstünlükleri ona nasip etmiştir ve işte bu cümleden olmak üzere onun için gökten ordular indirmiştir. Sanki; "Biz ondan sonra, onun milletini helak etmek için üzerlerine gökten her hangi bir ordu indirmedik ve indirecek te değildik" (Yâsîn, 28) âyetiyle şuna işaret etmek istemiştir: Gökten ordular indirmek elbette büyük olaylardandır ki, buna ancak senin gibi değerli biri layıktır. Biz bunu senden başkası için yapmazdık.

10- Müfessirler: "0 zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder" (Al-i İmrân, 124-125) âyetinde bahsedilen vaadin Bedir'de mi, yoksa Uhud'da mi olduğu konusunda farklı görüşler beyan etmişlerdir. Ibn Abbâs, Hasan cl-Basrî, Katâde, Âmir eş-Şa'bî, Rabi' b. Enes ve daha başkalarının benimsediği ve Sahibinde- Buhârî'nin, ayrıca İbn Cerîr et-Taberî'nin tercih ettiği görüşe aöre "0 zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda Üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder" (Âl-i İmrân, 124-125) âyeti "Allah Bedir'de size yardım etmişti" (Âl-i İmrân, 123) âyetiyle ilişkilidir. Çünkü bağlamdan bu sonuç çıkmaktadır; zira Allah "Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız. 0 zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?.. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı" (Âl-i İmrân, 123-126) buyurmuştur. Bu görüşte olan âlimler şöyle demişlerdir; Müslümanlar Allah'tan yardım dileyince önce onlara bin melekle destek verdi, ardından sakınmaları ve sabır göstermeleri sebebiyle bu desteğini beş bin meleğe çıkardı. Desteğin hepsinin bir defada olması yerine aşamalı ve sürekli olması, müminlerin üzerinde daha etkili idi. Bu onların maneviyatlarını daha fazla yükseltmekte ve kalplerini daha fazla rahatlatmakta idi. Bu aynen vahyin bir defada olmayıp aşamalı olarak sürekli gelmesi gibi bir şeydir. Peki bu âyetle "Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. 0 da, <ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim> diyerek duanızı kabul buyurdu." (Enfâl, 9) âyetini nasıl uzlaş arıyorsunuz? diye sorulursa, bunun cevabı da şöyledir: Âyette açıkça bin rakamının belirtilmesi, "peş peşe" kelimesinden dolayı üç bin veya daha fazlasına aykırı değildir. Zira söz konusu kelimenin anlamı, "onların peşinden onlar gibi daha binlerce melek gelir" demektir. Bu bağlam, Âl-i İmrân süresindeki âyetin bağlamının bir benzeridir. Anlaşılan o ki, bu destek Bedir günü idi ve yine bilinmektedir ki, meleklerin bizzat savaşa katılması ancak Bedir'de olmuştu. Azınlık bir grup ise üç bin ve beş bin melekle yardım vadinin Uhud günü olduğunu söylemiştir. Onlara göre bu vaat, takva sahibi olmaları (sakınmaları) ve düşman karşısında sabır göstermeleri şartına bağlı şartlı bir vaat idi. Ancak onlar düşman karşısında sabır gösteremeyip kaçtılar. Yardım şartını yerine getiremedikleri  için   ilahî  yardım   gelmedi,   bir   tek   melekle   dahi   destek

Hz. Peygamber'in  Savaşları tek melekle dahi destek görmediler. Olay esasen Uhud'la ilgilidir. Ayette Bedir'in zikri ise yalnızca anekdot (itirâzî) olarak geçmiştir. Çünkü Allah "Hani sen sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın... Allah hakkıyla işiten ve bilendir. 0 zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların  yardımcısı  idi.  Müminler yalnız Allah'a  dayanıp  güvensinler"  (Âl-i İmrân, 121-122) buyurmuş, sonra da  Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız" âyetiyle (Al-i Imrân, 123) onlara, Bedir'de güçsüz oldukları halde kendilerine yardım ettiği zamanki lütfunu hatırlatmıştır. Ardında yine Uhud olayına dönmüş "İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?" âyetiyle Resulünün sözünü aktarmıştır. Sonra sakınmaları ve düşman karşısında sabır göstermeleri şartıyla kendilerine beş bin melekle destek sözü vermiştir ki bu, Allah Resulünün (saflaliahu aleyhi vesel]em) sözüdür. Bedir'deki destek sözü Allah'ın "Beş bin" ifadesinin yer aldığı âyetindedir. Ama Bedir'deki asıl destek bin melekle olmuştur. Çünkü "Beş bin melek"le destek sözü şarta bağlı İdi; "Bin melek"le olan destek ise şartsızdı. Al-i îmrân sûresinde geçen kıssa, Uhud olayının ayrıntılı ve geniş bir anlatımıdır. Orada Bedir sadece bir anekdot (parantez cümlesi) olarak geçmiştir. Nitekim Enfal süresindeki kıssa bunu açıklamaktadır.

Hafız İbn Hacer demiştir ki: Ibn ebî Şeybe, Ibn Cerîr ve Ibn ebî Hâtim'İn sahih bir senetle Şa'bî'den naklettikleri aşağıdaki rivayet te çoğunluğun görüşünü teyit etmektedir: Bedir günü Müslümanlara, Kürz b. Câbir b. el-Muhârİbî'nin müşriklere destek vereceği haberi ulaşınca bu çok ağırlarına gitmişti. Bunun üzerine Allah  "İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?" âyetini indirdi. Ancak mağlubiyet haberi Kürz'e ulaşınca, müşriklere yardımdan vazgeçti. O nedenle Müslümanlara vaat edilen destek de gelmedi. İbn Hacer bir başka yerde de asıl doğru görüşün, bu görüş, yani birinci görüş olduğunu belirtmiştir.

11- Allah'ın "Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı"  (Enfâl,  17)  âyetinin anlamı ile ilgili olarak Zâdü'l-Meâd müellifi şöyle demiştir: Âlimlerden bir kısmı, âyetten muradın, Resûlullah'ın (salîaHıuaieyhivesdlem) fiilini iptal edip gerçekte onu Allah'a izafe etmek olduğu kanaatine  vararak  bunu  cebir." anlayışına,  yani  fiillerin  kullara  nispetinin iptaline ve sadece Allah'a   nispet   edilmesi   gerektiği. anlayışına   esas yapılışlardır.    Bu açıklama, onların  Kurân'ı    yanlış  anlamalarından kaynaklanan hatalı bir yorumdur. Eğer onların bu anlayışı doğru olsaydı bu, bütün fiiller hakkında geçerli olmalıydı ve "Namaz kıldığın zaman gerçekte sen  kılmadın;   fakat Allah  kıldı";  "Oruç  tuttuğun  zaman  gerçekte   sen tutmadın; fakat Allah tuttu", "Bütün bunları sen yapmadın; fakat Allah yaptı" denmeliydi. Eğer bu şekilde bir anlayış doğru ise bunu, kulların tüm fiilleri; taatlan ve isyanları hakkında söylemeleri icab ederdi; zira kullardan sudur   etmeleri   bakımından   aralarında   bir   fark  yoktur.   Bunu   yalnızca Peygamber'in (saMahu aleyhi veseflem) bütün fiilleri veya sadece tek bir atışla sınırlı tutarlarsa kendi kendileriyle çelişkiye düşmüş ve kendi görüşlerini çürütmüş olurlar. Allah, âyetten muradı anlamada bu kimseleri muvaffak kılmamıştır. Malumdur ki, hiçbir beşerin attığı kum o noktaya ulaşmaz, öyleyse   atış   Resülullah'tan   (saMahu aleyhi vesellem)   geldiği   halde   onu   asıl hedefine ulaştırmak Allah'ın fiilidir.  O nedenle Allah (cdle cdâluhu) olayın başlangıcını teşkil eden atış işini Hz. Peygamber'e (saMalıu aleyhi vesellem) izafe edip, onu asıl hedefine ulaştırma işini ondan nefyederek kendisine nispet etmiştir. Yine Allah'ın "Onları siz öldürmediniz; fakat Allah öldürdü onları" (Enfâl, 17) şeklindeki sözü de yukarıdaki âyetin bir benzeridir. Allah (cdle cdâhıhu) "Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı" âyetiyle kum tanelerini kafirlerin gözlerine sadece kendisinin ulaştırdığını, bunun Hz. Peygamber'in (saHaBahu aleyhi vesdbn) kendisinden kaynaklanan bir olay olmadığını bildirmiştir. Allah âyetle şuna işaret etmiştir ki, Hak Teâlâ (maddi olaylar için) insanların görebileceği bir takım sebepler var etmektedir. Asıl fail Allah olduğundan dolayı savaşta müşriklerin bozguna uğratılması, öldürülmesi ve zafere ulaşılması gibi sonuçlar gerçekte O'na nispet edilmiştir. O yardımcıların en hayırhsidır.

12- Büyük Süddî, Urve, Mücahid, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, Muhammed b. Kays, İbn Zeyd ve başkaları âyetin Bedir gazvesi hakkında nazil olduğunu; ancak Resûlullah'ın (saflaöahu aleyhi veseHem) o işi Huneyn gazvesinde yaptığını belirtmişlerdir.

13- Bir  hadiste  Resûlullah'm   (saHaüahu aleyhi veseDem)   Bedir'de  öldürülen müşriklerin öldürülecekleri yerleri olaydan bir veya bir kaç gün önce haber verdiği bildirilmesine karşın, diğer bir hadiste bunu olay günü haber verdiği ifade edilmiştir. el-Bidâye müellifi bu   iki   hadisin   uzlaştırılabileceğini; Peygamber'in (saîkîlahu aleyhi veseDem) bunu olaydan bir veya bir kaç gün Önce bildirmiş, diğer hadise göre olay günü çatışmadan bir kaç saat önce tekrar ifade etmiş olması muhtemeldir.

14- Hz. Ömer, Ebû Talha, İbn Mes'ûd ve Abdullah b. Ömer'in ittifakla naklettiklerine göre Müslümanlar kendisine: "Ya Resûlallah! Ölülerle nasıl konuşuyorsun?" diye sorduklarında Peygamber (saliallahu aleyhi vcsdlem):  "Ne/sim kudret elinde olan slllah'a yemin olsun ki, benim söylediklerimi sikler, onlardan daha iyi işitiyor değilsini^ buyurmuştur. [—»s. 91] Bu zatlardan ilk üçü olaya bizzat tanık olarak  bu    sözleri   Nebî'den    (sallaflahu   aleyhi vesellem) işitmişlerdir. Abdullah'ın ise bunu, muhtemelen sonradan babasından veya Resûlullah'tan duymuştur.Taberânî'nin sahih bir isnatla naklettiği üzere İbn Mes'ûd'un ibaresi:"Si^in   işittiğini^ gibi   onlar  da İşitiyorlar;   ama   cevap   veremiyorlar şeklindedir. Bu haber Abdullah b. Ömer kanalıyla Aişe'ye (radiyaflahu anha ) ulaştığında onu reddetmiş ve "Sen kabirlerde olanlara işittiremezsin" (Fâtır, 22) âyetıyle de istidlal ederek Resûlullah'm (saHahu aleyhi vesellem) ancak: 'Onlar şu   anda,   benim   daha   evvel  kendilerine söylediklerimin gerçek olduklarını bilmektedirler' anlamında bir söz söylediğini belirtmiştir. Böylece Aişe, İbn Ömer'in zikredilen rivayetini reddetmiştir. Ancak bu konuda cumhur kendisine katılmamış ve aynı olayı daha başkaları da naklettiklerinden dolayı İbn Ömer'in hadisini kabul etmişlerdir. Aişe'nin istidlal   ettiği   âyetle   ilgili   olarak   ise   şu   yorumu   yapmışlardır:   Ayetten kastedilen "Sen onlara isittirsen bile bu kendilerine artık bir fayda sağlamaz. Allah dilemedikçe de sen onlara işittiremezsin" manasıdır. İsmâilî demiştir ki: Aişe'de daha fazlası düşünülemeyen üstün bir zeka ve anlayış vardı. O, çok   rivayeti   olan   ve   ilmin   incelikleri   ve   gizliliklerine   dalmaktan   asla çekinmeyen biriydi. Ama mensûh veya özel bit konuyla ilgili olduğunu gösteren bir nas olmadıkça ya da gerçekleşmesi aklen imkansız olmadıkça güvenilir bir ravinin rivayetini reddetmeye imkan yoktur. Kaldı İd burada Aişe'nin   reddedip   diğerlerinin   kabul   ettiği   rivayet   ile   âyetin   arasını uzlaştırmak mümkün İken onu reddetmek hiç mümkün değildir. Çünkü "Sen kabirlerde olanlara işittiremezsin" âyeti Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesdiem) "Onlar şm anda beni duymaktadırlar sözüne aykırı değildir. Zira ''İşittirme" nin anlamı, işittirenin, (bir yolla) sesini işitenin kulağına ulaştırmasıdır. Burada Hz. Peygamber'in (saMalıu aleyhi vesellem) sesini onların kulağına ulaştırmak suretiyle asıl işittiren Allah'tır. Peygamber'in (sallflllalıu aleyhi vesellem) ayrıca "Onlar şu anda ... bilmektedirler" dediğini de ileri süren görüşe ise şöyle cevap verilebilir: Eğer Aişe bunu bizzat duymussa, bu diğer "işitmektedirler" şeklindeki rivayete aykırı değil, aksine onu teyit etmektedir. Beyhakî de demiştir ki; Bilme işitmeye mani değildir. Âyetle istidlale cevap ise şöyledir: Peygamber (sallallahu aleyhi veseDem) onlara, ölü oldukları halde is ittirmemiş tir. Aksine Allah, Katâde'nin belirttiği gibi kendilerine söylenenleri işitecekleri şekilde onları diriltmiştir.

Süheylî de özetle şöyle demiştir: Bizzat haberin içeriği Peygamber (sallallahu aleyhi vesdiem) eliyle gerçekleşen harikulade bir olaya işaret etmektedir. Nitekim sahabe kendisine: "Sen ederi kemikleri çürümüş cîfe (leş) olmuş kimselere mi hitab ediyorsun?" diye sormuşlar, Hz. Peygamber (sallaüalıu aleyhi veseDem) de onlara gerekli cevabı vermiştir. O halde iken kendilerine söylenenleri bilmeleri mümkün ise söylenenleri işitmeleri de mümkündür. Bu da çoğunluğun görüşüne göre ya başlarındaki,  ya  da kalplerindeki kulaklar vasıtasıyla olmuştur. Aişe'nin "Sen kabirlerde olanlara işittiremezsin" (Fâtır, 22) âyetiyle istidlali doğru değildir. Zira ayetten muradı "(Resulüm!) Sağırlara sen mi işittireceksin, yahut körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi ileteceksin?" (Zuhıruf, 40) mealindeki diğer bir âyet açıklamaktadır. Bunun anlamı şudur: Asıl hidayete erdiren, muvaffak kılan, nasihatleri kalplerdeki kulaklara ulaştıran sen değil, Allah'tır. Allah ölülere ve sağırlara teşbihle kafirleri ölü ve sağır konumunda görmüştür. Asıl onlara hakikati işittiren ne Peygamber, ne de bir başkasıdır, eğer dilerse, Allah'tır. Öyleyse iki açıdan olayın âyetle bir ilgisi yoktur: Birincisi: âyet, kafirlerin imana daveti hakkında nazil olmuştur. İkincisi; burada Allah, ölülere asıl işittirenin Peygamber olduğu düşüncesini reddetmiştir. Allah doğru söylemiştir. Zira, isterse onlara sadece kendisi işittirebilir, çünkü o, dilediğini yapma kudretine sahiptir. O, her şeye kadirdir.

15- İşin tuhafı İbn İshak'm Megâ^i'sindc Yunus b. Bükeyr tarafından güvenilir bir senedle Ebû Talha'nm rivayeti gibi Aişe'den de nakledilen bir livâyet yer almaktadır. Rivayette "Sen, benim sÖyledîklenmi onlardan daha iyi işitiyor değilsin şeklinde bir ifade yer almaktadır. Aynı rivayeti Ahmed b. Hanbel de basen bir senetle nakletmiştir. Eğer bu rivayet rnahfu-^ (sabit) ise, sanki   Aişe   (radiyallahu  anha),   bu   sahabelerin   nakillerinin   sabit   olduğunu öğrenmiş ve daha evvelki görüşünden dönmüş gibidir. Çünkü kendisi bizzat

olaya şahit olmamıştı.

16- [—»s.  90]  er-Rav^ müellifi demiştir ki: Eğer "Kafirlerin cesetlerini kuyuya atmanın anlamı nedir? Fıkhı açıdan bu ne ifade etmektedir?" diye bir soru yöneltitirse, buna şöyle cevap veririz: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) gazvelerinde çürümüş bir insan cesediyle karşılaştığı zaman onun mümin mi kafir  mi olduğunu    sormadan defnedilmesini  emrederdi. Bu onun sünnetindendİ. Darekutnî es-Siinen'inde, bu şekilde nakletmİştir. Onları bir kuyuya atması da  bu   kabil bir davranışıdır. Ancak   burada   kafirlerin cesetlerinin fazla   oluşları  nedeniyle onların  defnedilmelerini  emrederek ashabına zorluk çıkarmak istememiştir. Çünkü cesetleri sürüyüp bir kuyuya atmak onlar için daha kolaydı. Vakıdî'nin naklettiğine göre kuyuyu Beni Nâr kabilesinden Bedir adında bir adamın kazmış olması da ayaca bir tevâfuktu. Böylece orası, onlar için önceden hazırlanmış uğursuz bir kuyu oldu.

17- Allâme İbn Merzûk ei-Biırde şerhinde şöyle demiştir: Pek çok hacıdan işittiğim üzere  şu hâdise. Bedir'de hâlâ yaşanan  olağanüstü hallerdendir: Anlattıklarına göre onlar Bedir'den geçerken dönelinin krallarının davulları gibi davul sesleri işitirler ve bunu İman ehlinin zaferine yorarlarmış. Ben bazen bunu reddeder, bazen de, "Belki toprak serttir; o yüzden hayvanların ayakları vurdukça yankılanıyordu!"", derdim. Ama her defasında bana, "Tam aksine zemin sert değil, oldukça yumuşak kumdur. Sonra genellikle o yerden develer geçer; onların ayakları ise sert zeminde ses çıkarmadığı halde kumda nasıl ses çıkaracaktır?!" denirdi.  Sonra bir gün Allah bana da o şerefli mevldiden geçmeyi nasib etti. Devemden inip yürümeye başladım. Elimde de İ'Jmnni Gaylân denilen dikenli bir ağaçtan (deve dikeni) 5'apılma uzun bir sopa   vardı.   Daha   evvel   hacılardan   duyduğum   o   haberi unutmuştum. Öğlenin kızgın güneşi altında yürürken ancak deve sürücüsü bedevilerden birinin "Davul seslerini işitiyor musunuz?" şeklindeki sözleri beni uyandırdı. Bedevi'nin bu sözlerini duyunca beni açıkça bir titreme aldı ve daha evvel burayla ilgili olarak bana söylenenleri hatırladım. Hava hafif rüzgarlıydı. İçimde duyduğum bir korku veya sevinç veyahut ancak Allah'ın bildiği bir histen   dehşete   düşmüş   bir   vaziyette   davulun   sesini   işittim. İlk  anda kuşkulandım ve kendi kendime "Belki rüzgar elimdeki bu sopaya çarpıp böyle ses çıkarmıştır" dedim, Ama bir taraftan da bu büyük mucizenin gerçek  olup  olmadığını araştırmak arzusundaydıın. Elimdeki  sopayı bir tarafa atıp yere oturdum veya ayağa fırladım; bütün bu hareketleri yaptım. Böylece davulun sesini kesin olarak işittim veya davul sesi olduğundan kuşku duymadığım bir ses işittim. Bu Mekke-i müşerrefe'ye giderken Bedir'in bir tarafında yaşadığımız bir hadiseydi. Sonra Bedir'de konakladık ve o gün, gün boyuca defalarca o sesi işittim. Daha sonra bana bu sesi herkesin işitmedim söylendi.

İmam el-Mercânî demiştir ki: Bedir'deki davulhâne zafer davulları çalmaktadır ve bu kıyamete kadar da öylece çalacaktır. Bunu et-Tanhü'l-kebîr ve et-Taribü's-sağir''İnde nakleden Seyyid'in kendisi de onu doğrulamıştır.

18- Buhârî'nin   es-Sahihinde far^ü'l-humus  kitabında  Abdurrahnıan   b. Avftan naklettiği bir habere göre Ebû Cehil'i öldürenler, Mu'az b. Afra ve Mu'az b. Amr b. Cemûh idi. Megâ^î kitabında ise onu öldürenlerin adları Afrâ'nın iki oğlu Muaz ve Muavviz şeklinde geçmiştir. İbn Hacer bu iki rivayeti şöyle uzlaştırmaya çalışmıştır: Afra, Mu'âz'ın annesidir. Babasının adı ise    Hâris'tır.    Mu'az    b.  Amr    b.    Cemûh'un    annesi    ise    Afra    diye isrmlendiriimemektedir. Burada ise genel  bir  ad  olarak  {tağlîben)   öyle isirnlendirilrniştir. Veya muhtemeldir ki, Muavviz'in annesi de Afra diye isimlendirilmektedir ve  Muavviz'in  Ebû  Cehil'i birlikte  öldürdüğü  zatın adıyla isimlendirilen Mu'az adında bir kardeşi daha vardı. Ravi onu kardeşi zannetmiştir.

19- Ebû Cehil'i kimin öldürdüğü konusunda- ihtilaf edilmiştir. Buhârî'nin es-S ahi/finde humus kitabında Abdurrahrnan b. Avftan nakledilen bir habere göre  onu  Mu'âz  b.  Amr b.   Cemûh  ile  Mu'az  b.  Afra isimli  şahıslar Öldürmüşlerdir. Yine aynı yerde Enes'ten nakledilen bir habere göre de İbn Mes'ûd, Ebû Cehil'e bakmak için hareket ettiği zaman ona, canı çıkıncaya veya canı çıkmak üzeie olan ve ancak boğazlanan bir hayvanın hareketleri gibi hareket eden biri haline gelinceye kadar Afrâ'nın iki oğlu tarafından kılıç darbeleri   indirildiğim   gördü.   Afrâ'nın   oğullarının   adları   ise   Mu'âz   ve Muavviz'dir.

İbn İshak'm İbn Abbas yoluyla Amr b.'Cemüh'tan naklettiği habere göre ise Amr demiştir ki: Ben bir kılıç darbesiyle Ebû Cehil'in ayağını kestim. Sonra, Muavviz b. Afra yanına geldi ve tam isabetli bir darbe de o indirdi. Ama hâla canlıydı. Sonra Ebû Cehil'in yanına Abdullah b. Mes'ûd geldi, hâlâ canlıydı... ve başını kopardı.

İbn Hacer Felbü'I-Bârî'dc İbn Avfm hadisini zikrettikten sonra rivayetlerle ilgili şu yorumu yapmıştır: Afra, Mu'âz'ın annesidir. Babasının adı ise Hâris'tir. Mu'az b. Amr b. Cemüh'un annesi ise Afra diye isimlendirilmemektedir. Burada ise genel bir ad olarak (tağlîben) öyle isimlendirilmiştir. Veya muhtemeldir ki, Muavviz'in annesi de Afra diye isimlendirilin ektedir ve Muavviz'in Ebû CehiTi birlikte öldürdüğü zatin adıyla isimlendirilen Mu'az adında bir kardeşi daha vardı. Ravi onu kardeşi zannetmiştir.

Ibn Ishak'ın rivayeti esasen hadisleri uzlaştırmaktadır; ama İbn Avfın haberinde yer alan "kendisinin, Mu'âz b. Afra ile Mu'âz b. Amr'rn birlikte Ebû Cehil'e saldırıp yere yıktıklarını gördüğü" şeklindeki ifadeye aykırı düşmüştür. İbn İshak, Afrâ'mn oğlunun Muavviz olduğunu belirtmektedir. es-Sahih\eki habere göre ise bu zat Mu'âz'dır. Bu ikisi kardeştir. Muhtemelen Ebû Cehil'e saldıran Mu'az idi. Böylece bütün rivayetler uzlaştırılmış olur. Ancak o ikisinin birlikte onu Öldürdüğüne dair mudak ifade, zahiren İbn Mes'üd'un haberinde yer alan "Ebû Cehil'i can çekişirken bulduğu" şeklindeki bilgiye aykırı düşmektedir. Bu da şu anlama yorulmalıdır: Onlar kılıç darbeleriyle Ebû Cehil'i iyice yaraladılar; Öyle ki artık ölmüş bir adam konumunda idi ve kendisinden sadece boğazlanan bir hayvanın can çekİşirkenki çırpınışları gibi hareketler çıkıyordu. Bu halde çırpınıp dururken ona, İbn Mes'ûd rastladı ve boynunu kesti.

İbn Ukbe ve Ebü'l-Esved'ın Urve'den naklettikleri ve İbn Mes'ûd'un Ebû Cehil'i kendisi ile savaş meydanı arasında yere yıkılmış bir vaziyette, kılıcı dizinde demirden bir zırha bürünmüş bir halde ... bulduğunu ifade eden rivayet ise şöyle izah edilebilir: Bu olay, daha evvel de geçtiği gibi kendisine hitap ettikten sonra vuku bulmuştur.

20- İslam'da koparılarak elde  taşınan ilk baş, Allah'ın düşmanı Ebû Cehil'in başıdır. Ayrıca Hz. Peygamber'e (sallalîahualeyhivesellem) Süfyân b. Hâlid el-Hüzelî'nin başı da taşınmıştır.  Bunu taşıyan ise ileride geleceği üzere Abdullah b. Enes'tir. Yine ileride geleceği üzere Ka'b b. Eşrefin, Ahmed b. HanbePin   rivayet   ettiğine   göre   Ebû   İzzet   ve   Merhab   el-Yahudi'nin, bazılarının zikrettiğine göre Ansı el-Kezzâb'm, ayrıca Asma binli Mervân ve Rufâ'a b. Kays veya Kays b. Rufâ'a'mn başlan da taşınmıştır. Başı taşınan ilk müslüman ise Amr b. Hamik el-Hüzâ'î'dir. Bununla beraber Ebû Davud Merâszfinde   naklettiğine   göre   Zührî,   bu   zatın   başının   taşınmadığını söylemiştir.

21- Resûlullah'in   (sallallahu  akyhi  vcsdlem)   Kuteyle   binti   Nadr'm   şiirini duyduğunda   söylediği  ''Eğer şiiri bana,  onu  öldürmeden  önce  ıılaşsaydı,   onu öldürmedim" şeklindeki sözü [—>s. 104] hakkında Ebû Ömer şöyle demiştir: Bu söz bir pişmanlığı ifade etmemektedir, çünkü Resülullah (saHaluı aleyhi vesellem) ancak doğru söyler ve doğru olanı yapar. Fakat ondan maksat şudur:

"Eğer bu sözleriyle onun için aracılık yapsaydı, aracılığını kabul eder onu bağışlardım."

22- Ebû'l-Feth'in "Meşhur görüşe göre Resülullah (salHahu aleyhi vesellem) "Kim bir kimseyi öldürürse, ürerinden çıkan kıymetli eşyalar ona aittir”[114] sözünü Huneyn gazvesinde söylemiştir" şeklindeki ifadesi tartışmalıdır. [—»s. 101] Zira Müslim'in Sabisinde Avf b. Mâlik tarafından "Dedim ki, ey Hâlid! Sen Resûlullah'in   (sallallahu  aleyhi vesellem)   öldürülen   kimsenin   üzerinden   çıkan eşyaların, onu öldürene ait olduğuna hükmettiğini duymadın mı? ..." şeklinde nakledilen hadiste bu sözün Mûte gazvesinde varit olduğu belirtilmektedir. Bu gazve ise Huneyn'den önce vuku bulmuştur.

23- Begavî'nin Ti^reVinde Bedir günü Sa'd b. ebî Vakkas'ın Saîd b. As b. Ümeyye'yi öldürdüğü ifade edilmiştir; ama doğrusu, onu öldüren zât Âs b. Saîd b. Âs'drr. Zira Bedir'de öldürülen müşrikler arasında Saîd b. As adında biri yoktu. Saîd b. As hicret günü dünyaya gelmiş ve Peygamber'in (sallallahu aleyhi veseüem)   hayatının  son  dokuz yılına yetişmiş bir sahabîdir.  Babasını Bedir'de Hz. Ali öldürmüştü. Saîd, Emevîler'in önde gelenlerinden, onların en fasih ve en iyilerinden olduğu gibi aynı zamanda Hz. Osman'a mushaf yazan katiplerdendi de. Osman (nu%aSahuaüh) kendisini Kûfe'ye vali tayin etti, Cürcan[115] ve Taberistan'a[116] sefer düzenledi ve oraları fethetti. Fitne zamanında ise evinden hiç çıkmadı.

24- Bedir'de şehit düşen müslümanların faziletleri ile ilgili olarak Buhârî, Bedir'e  katılanlardan  Rüfâ'a b.   Râfi'  ez-Zürakî'den     şöyle  nakletmiştir: Cebrail (aleyhisselam) Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) gelip: "Bedir ehlini aranızda nasıl görürsünüz?" diye sordu. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Müslümanların en üstünlerinden" buyurdu veya buna benzer bir ifade kullandı. Cebrail de, "Biz de Bedir'e katılan melekleri aynı şekilde görürüz" dedi. Ahmed   b.   Hanbel'm   Müslim'in   şartlarına   uyan   bir   senetle   Câbir'den naklettiği bir hadisinde de Resûlulkh (sallalkhu aleyhi vesellem): "Bedir ve Hudeybiye gazvelerine katılan hiç kimse ateşe girmeyecekti”[117] buyurmuştur.

Yine Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce, Rafı' b. Hudeyc'den şöyle nakletmişlerdir: Cebrail veya bir melek Peygambere (saDaDahu aleyhi vesdlem) gelip "Bedir'e katılanları aranızda nasıl görürsünüz?" diye sordu. Peygamber (saflaDalıu aleyhi vesdlem) de: "JBn üstünlerimi^' buyurdu. Cebrail (aleyhisselam): "Aynı şekilde Bedii'e katılan melekler de bize göre öyledir" dedi. Ebû'l-Ferec Ibnül-Cevzî Câmİu'l-mesânıd'de şöyle demiştir: Ahmed b. Hanbel'in Müsned'ınde bu hadis Râfi' b. Hudeyc'in rivayeti şeklinde nakledilmiştir; ama görünen o ki, burada ravilerden birinden kaynaklanan bir hata vardır. Rivayet Rafı' b. Hudeyc'e değil, esasen Rafı' b. Rüfâ'a ez-Zürakî'ye aittir. Bununla birlikte hadisi Peygamberden (saHallahu aleyhi vesdlem) İbn Hudeyc'in de işitmiş olması muhtemeldir.[118]

Ebû   Davud,   İbn   Mâce  ve   Taberânfnin   güvenilir   bir  senetle   Ebû Hureyre'den naklettikleri bir hadiste Resûlullah (saDallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:  "Allah Bedir'e katılanların ameline muttali olup <Artık dilediğinizi yapın; %ira ben si^in bütün günahlarınız} bağışladım> buyurdu.[119]

Ahmed b. Hanbel de Hafsa'dan (radtyaEahuanha), onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlullah'l (saflaflahu aleyhi vesdlem): "Ben kesinlikle -inşallah- Bedir ve Hudeybiye gazvelerine katılanlardan hiç kimsenin ateşe germeyeceğini ummaktayım" buyururken işittim. Ben de peki Allah "İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur" (Meryem, 71) buyurmuyor mu?" dedim. Bana "Sonra biz, Allah'tan sakınanları

kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız" (Meryem, 72) âyetini okudu.[120] Müslim ve Tirmizî'nin Câbır'den naklettikleri bir habere göre Hatlb'ın bir kölesi Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesdlem) gelerek efendisini ona şikayet etti ve "Ya Resûlallah! Hatıb kesinlikle cehenneme girecektir" dedi. Peygamber (saEaMm aleyhi vesdîem) de: "Yalan söyledin, asta oraya girmeyecektir; çünkü o, Bedir ve Hudeybiye gayelerine katılmıştık buyurdu.[121] Buhârî'de Hatıb b. el (Mekkelilere)mektubu hakkında Hz. Ali'den   (kemmallahu vecheh) nakledilen haberde Ömer b. Hattab: <cYa Resûlallah! Müsâade et te onun (Hatlb'ın) boynunu vurayım, deyince Peygamber (saMalıu aleyhi vesellem) şöyle bmoırmuştu: "O, Bedir'e katılanlardan değil mi? Belki Allah onu Bedir ehlinin ameline muttali kılıp <Dilediğinizj yapın; pira ben siyi bağışladı?n> veya <Artık cenneti hak ettiniz> buyurmuştur." Hadis, ileride Mekke'nin fethi bölümünde gelecektir.[122]

Taberânî'nin Râfi' b. Hudeyc'den naklettiğine göre Resûlullah (saMahu aleyhi veseüem) Bedir günü şöyle buyurmuştur: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, din ehlinden birinin kırk yıllık bilgi birikimiyle bir çocuk dünyaya gelse ve kişinin en %aytf olduğu yaşa veya âlim olduğu halde bütün bildiklerini unutacağı yaşa varıncaya kadar ömrünü Allah 'a itaat, ederek ve ona karşı her türlü isyandan u%ak durarak geçirse, yine de hiçbirini^ bu gecenin faziletine ulaşamaz/' Cafer b. Miklâs dışında hadisin bütün ravileri güvenilirdir. Cafer'in durumu ise bilinmemektedir.[123]

Buharı, Enes'ten şöyle nakletmiştir: Harise b. Zeyd Bedir'de şehit düşünce annesi Hz. Peygamber'e (saÜaMıu aleyhi vesdlem) gelerek "Ya Resûlallah! Hârise'nin benim için ne kadar değerli olduğunu biliyorsun. Eğer o cennette ise, sabreder, Allah'tan sevap ümit ederim. Eğer başka yerde ise o zaman ben ne yaparım?!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (saBaBalmaleylıiveseDem): "Vay canına! 'Tek cennet mi var ki?! Pek çok cennet vardır. O, Pirdevs cennetindedir" buyurdu.[124] Yine Buhârî'de Enes'ten nakledilen bir başka habere göre Harise gözcülerdendi... Bu haberdeki ifadeye göre Resûlullah (saUallahu aleyhi vesellem) "Senin oğlun, en yüksek Firdevs'e girdi" buyurmuştur. Burada kuşkusuz Bedir savaşına bizzat katılanların ne kadar üstün bir mevkide olduklarına dikkat çekilmektedir. Zira Harise, savaşın ortasında veya çatışmaların içerisinde bulunmuyordu. Aksine sadece uzaktan etrafı gözetleyen bir gözcü idi. Kuyudan su içerken uzaktan bir ok kendisine isabet etti ve onu öldürdü. Suna rağmen böyle üstün bir mevki elde etmiş, cennetin en yukarı tarafı ve ortasını oluşturan Firdevs'e girmiştir. Cennetin nehirleri de oradan çıkmaktadır. O nedenle Resûlullah (saflaDahu aleyhi veseDem) de ümmetine, Allah'tan cenneti istediklerinde Firdevs cennetini istemelerini tavsiye etmiştir. Görevi sadece gözcülük olan birinin mevkii bu ise, hem sayıca, hem de maddi bakımdan kendilerinin üç katı olan düşman saflarına dalarak bizzat çarpışanların durumu ne olur, bir düşünü

25- Resûlullah'ın (saBaBahualeyhiveseHem) hadisinde yer alan  "Dilediğinizi yapın!" (Fussilet 40) ifadesinin anlamı üzerinde ihtilaf edilmiştir. [—+s. 140-141] Zira zahire göre bu cümle, mubah hükmünü ifade etmektedir; ancak bu anlayış şeriatın ruhuna aykırıdır. Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir: Burada geçmişten bahsedilmekte olup "Sizin işlediğiniz bütün günahlar bağışlanmıştır" anlamı kastedilmiştir. Bu görüşü teyit eden hususlardan biri de şudur: Eğer ifade gelecekteki günahlarla alakalı olsaydı, geçmiş zaman siygası kullanılmazdı. O durumda "Günahlarınızı bağışlayacağım" denirdi. Bu istidlale de şöyle karşı İtirazda bulunulmuştur: Eğer ifade sadece geçmiş zamanla alakalı olsaydı, Hatıb kıssasında onunla istidlal doğru olmazdı. Çünkü Nebi (saMalm aleyhi vesdlem) bu sözüyle, Hatıb hakkında söylediklerine reddiye olarak Hz. Ömer'i muhatap almıştı. Bu kıssa ise Bedir savaşından altı yıl sonra vuku bulmuştur. Bu da göstermektedir ki, ifade esasen gelecekle ilgilidir.

Gerçekliğine vurgu yapmak için ifadede geçmiş zaman siygası kullanılmıştır. Şöyle de denilmiştir: "Dilediğinizi yapın" ifadesindeki emir kipi, teşrif ve teklim anlamındadır. Asıl murad ise, kendilerinden sadır olan günahları nedeniyle sorumlu tutulmamalarıdır. Bu büyük mükafat sadece onlara verilmiştir. Çünkü onlar, geçmiş günahlarının bağışlanmasını gerektiren ve onları, eğer kendilerinden vaki olursa gelecekteki günahlarının da bağışlanmasına layık kılan büyük bir olay yaşamışlardır. Yani, ne türden olursa olsun bu olaydan sonra işlediğiniz her günah bağışlanmıştır. Bundan başka söz konusu İfadenin, "Sizden günah sadır olduğunda, bağışlanmış olarak sadır olur" anlamına geldiği veya bunun, onlardan asla günah sadır olmayacağı konusunda bir şahitlik olduğu da söylenmiştir. Ancak bunun tartışmalı olduğu açıktır. Çünkü ilgili kıssada belirtildiği üzere ifadeyi bu şekilde sadece Bedir'e katılan bir sahabe olan Kudâme b. Maz'ûn tevil ederek Hz. Ömer döneminde içki içmiş ve o yüzden Ömer kendisine küsmüştür. Daha sonra Ömer (radiyallahu anlı) rüyasında, birinin kendisine onunla barışmasını emrettiğini görmüştür. Ancak ifadenin bağlamından ikinci ihtimal anlaşılmaktadır. Buna göre büyük tabiîn âlimlerinden olan Ebû Abdurrahman es-Sülemfnin de anladığı gibi âlimlerin ittifakıyla hadiste zikredilen müjde, hadler ve benzerî cezaî müeyyideler gibi dünyevi hükümlerle ilgili olmayıp sadece uhrevî hükümlerle ilgilidir.

26- Ensarlı kişiler "Bi%e müsaade et,  hacımızın (kız kardeşimizin)  oğlunu bağışlayalım" şeklindeki      sözleriyle kendilerinin Abbas'ın babası Abdulmuttalib'in dayıları olduklarını  belirtmek istemişlerdir. Çünkü Abbas'm   annesi  Nüteyle  binti  Cenâb   Ensardan   değildir. Bu sözleriyle Abdulmuttalib'in  annesinin  kendilerinden  olduğunu kastetmişlerdir.   Zira onun annesi Selmâ binti Arm b. Uhayha Neccar oğullatındandı. Bacımızın oğlu derken de, onun serbest bırakılmasmdakı sorumluluğun kendilerine ait olmasını  istemişlerdir.   "Amcanı  bağışlayalım"   dememişlerdir,   çünkü  bu durumda sorumluluk Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) üzerinde olacaktı. Bu, hitab üslûbundaki üstün zeka ve edebi yansıtmaktadır. Ancak Resûluilah (sallallahu aleyhi vesellem), ne tür olursa olsun dinde kayırmacılık olmaması için onların bu taleplerini geri çevirmiştir.

27- Bedir'e katılan Müslümanlardan 94'ü Muhacirlerdendi. Buhârî'nin Musa b. Ukbe yoluyla Ibn Şihâb'dan naklettiğine göre, Bedir'e katılan ve Resûlullah'ın  kendilerine  ganimet  payı  ayırıp  mükafatlandırdığı Kureyşli müslümanlarm toplam sayısı 81'dır.[125] Urve b.  Zübeyr, "Ganimet payları ayrıldı. O zaman (Muhacirler) yüz kişi idiler" demiştir. Davudi ise şöyle demiştir:    Gerçekte    Muhacirler    84    kişi    idiler.    Beraberlerinde    üç    at bulunuyordu. Resûluilah (sallallahu alevin vesellem) atlılar için iki hisse ayırmıştır. Ayrıca özel görevler için bir taraflara gönderdiği kimseler için de ganimetten pay  ayırmıştı.  Bütün bunlar  dikkate  alındığı  takdirde, yüz  kişi oldukları söylenebilir. Hafız Ibn Hacer de bunun üzerine şöyle demiştir: Bu doğru olabilir. Kanaatim o ki, yüz rakamı humus payı verilenleri de kapsamaktadır. Şöyle ki Resûluilah (sallallahu aleyhi vesellem) ganimetlerin beşte birini (humus) ayırdıktan sonra geri kalanını seksen pay olarak; yani Bedir'e katılanlar ve ona katılanlara dahil edilenlerin sayısınca savaşanlara dağıtmıştı. Bunlara humus payı alanlar da dahil edildiği takdirde (hisselerin) toplamı yüze ulaşır.

Ayrıca toplam 195 kişinin Hacreç kabilesinden, 94 kişinin de Evs kabilesinden oldukları zikredilmiştir. Düşman karşısında daha sabırlı ve daha güçlü olmalarına rağmen bu savaşta, Hazrec'e göre Evs kabilesinden daha az kişinin bulunmasının tek nedeni, Evs kabilesinin genellikle Medine'nin yukarı kesimlerinde yaşıyor olması ve sefer çağrısının aniden gelmiş bulunmasıdır. Nitekim Nebî (saBaîiahu aleyhi vesellem) de ilBi%e, sadece devesi yanında ha^zr bulunan katılsın" buyurmuştu. Ayrıca develeri Medine'nin yukarılarında bulunan bazı kimseler, gidip develerini getirinceye kadar kendilerini beklemeleri konusunda ondan ruhsat istemişlerdi de Resûluilah (sallallahu aleyhi vesdlem) bunu kabul etmemişti. Çünkü asıl amaçlan savaş değildi, bunun için hazırlık ta yapmamışlardı. Fakat Allah onlarla düşmanlarını, önceden kararlaştırılırı ay an bir anda buluşturdu. Bu olayda adı geçenlerin toplamı 373 kişidir. Ancak bu sayı Bedir'e katılanların sayısından daha fazladır. Bu farklılık, adı geçenlerden bazıları ile ilgili ihtilaftan kaynaklanmaktadır. Nitekim bunun bir benzeri Akabe biatine katılanlar hakkında da vaki olmuştur. Daha kolay tespit edilebilmeleri için aşağıda Bedir'e katılanlar (Arapça) alfabetik sıraya göre tertip edilmiştir. Önce efendimiz Muhammed

(saüaBahu aleyhi veseHem) ile başlayalım:

Ubey b. Ka'b b. Kays b. Ubeyd b. Zeyd el-Ensârî el-Hazrecî en-Neccârî, Kur'ân okuyucuların efendisi Ebû'l-Münzir ve Ebû't-Tufeyl. Resûlullah (sallallahu aleyhi veseBem) ona: "İlim sana hayırlı olsun ey Ebû Münkir; Allah, benim sana (Kur'ân) okumamı emretti* buyurmuştur. Hz. Ömer (ladiyallahu anlı) da ona "Müslümanların efendisi" derdi. Mesrûk onu altı genç sahabeden biri saymıştır. Muhammed b. Ömer el-Eslemî, Ubey'in Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi veseflem) İlk katiplik yapan ve mektubun sonuna "Falan oğlu falandandır" ibaresini ilk yazan kişi olduğunu belirtmiştir. Kendisinden rivayette bulunan sahabeler şunlardır: Ömer b. Hattab, Ebû Eyyûb, Ubâde b. Sabit, Ebû Musa el-Eş'arî, İbn Abbas, Ebû Hureyre, Enes b. Mâlik, vs.,. Hz. Ömer (radiyallalıu anh) yeni olayların hükümlerini ona sorar, içinden çıkamadığı problemlerin çözümü için kendisine müracaat ederdi.

Ubey b. Sabit el-Ensârî, Hassan b. Sâbit'in kardeşidir. İbnü's-Seken, Vakıdî, İbn Hibbân ve daha başkaları onun Ebû Şeyh olduğunu söylemişlerdir. İbn İshâk ise onların aksine Ubey b. Sâbit'in Cahiliye çağında vefat ettiğini, Bedir ve Uhud gazvelerine katılan zatın İse Ebû Şeyh b. Ubey b. Sabit olduğunu belirtmiştir. İbn Ukbe de Bedir'e katılanları sayarken bu zatın adını Ebû Şeyh b. Ubey b. Sabit olarak vermiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Ubey b. Mu'âz b. Enes b. Kays el-Ensârî ve'n-Neccârî. Vakıdî, bu zatın Bedir'e katıldığını belirtmiştir.

Ahnes b. Habıb. Bunun adının İbn Hübân es-Sülemî olduğu da söylenmiştir. Yezid'in babası, Ma'n'ın dedesidir. Üçü de Bedir'e katılmışlardır.

Erbed b. Cübeyr. İbn Hamza veya İbn Humeyr olduğu da söylenmiştir. Emir, baba adının sonuncusu olduğunu kesin bir ifadeyle belirtmiştir.

Erkanı b. ebi'l-Erkam b. Abdi Menâf b. Esed b. Abdullah el-Mahzûmî.

Es'ad b. Yezîd b. Fâkih b. Yezid el-Ensârî el-Hazrecî. Diğer kaynaklar bu zatın adını bu şekilde verdiği halde İbn İshak, Sa'd b. Zeyd olduğunu belirtmiştir.

Esved b. Zeyd b. Salebe b. Ubeyd el-Ensârî el-Hazrecî. İbn Ukbe bu zatın adını bu şekilde verdiği halde Ümevî, Sevâd b. Rizâm b. Sa'lebe şeklînde vermiştir. Seleme b. Fazl ve İbn Ishak ise adına Sevâd b. Züreyk, İbn Aiz de, Sevâd b. Zeyd demişlerdir.

Üseyd b. Sa'lebe el-Ensârî. Ebû Ömer (bin Abdilberr) zikretmiştir.

Üseyd b. Hudayr b. Simâk el-Ensârî el-Evsî. İbnü'l-Kelbî bu zatı Bedir'e katılanlardan zikretse de, esasen bu tartışmalıdır.

Üseyr b. Amr b. Kays Ebû Selît el-Ensârî. Asıl isminin Sebre olduğu da söylenmiştir.

Ümeyye b. Levzân b. Salim el-Hazrecî. Asıl adının Sabit b. Hezzâl olduğu da söylenmiştir.

Enes b. Katâde el-Ensârî el-Evsî. Adının Üneys olduğu da söylenmiştir.

Enes b. Mâlik. Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesdlem) hizmetçısidir. Bedir savaşı sırasında henüz savaşacak yaşta değildi.

Enes b. ebî Enes. Bu zatın Ebû Ömer ve yukarıda zikri geçen Ebû Selît olduğu da söylenmektedir.

Enes b. Mu'âz b. Enes b. Kays el-Ensârî en-Neccârî. Adının Üneys olduğu da söylenmiştir.

Enese. Nebî'nin (sallallahu aleyhi vesellcm) azatlısı olup Ebû Mesrûlı künyesiyle anılmaktadır. Mesrûlı adıyla anıldığı da söylenmiştir.

Üneys b. Katâde b. Rabî'a el-Ensârî el-Evsî.

Üneyf b. Cüşem b. Avzillah el-Kudâ'î. Ensar'ın müttefikidir.

Evs b. Sabit b. Münzir b. Haram. Hassan b. Sâbit'rn kardeşidir.

Evs b. Havlı b. Abdillah b. Haris el-Hazrecî Ebû Leylâ. Bu zatin adı, Evs b. Abdillah b. Haris b. Havli şeklinde de verilmiştir.

Evs b. Samit b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî. İyâs b. Evs b. Atîk el-Ensârî el-Evsî.

İyâs b. Bükeyr veya İbn ebî Bükeyr b. Abdi Yâlîl el-Leysî. Benî Adî'nin müttefikidir.

V Berâ b. Ma'mr el-Ensârî el-Hazrecî.

Büceyr b. ebî Büceyr cl-Absî el-Cühenî veya el-Belevî. Hazreç kabilesinin müttefikidir.

Behhâs b- Sa'lebe el-Belevî. Hazreç kabilesinin müttefikidir. İbn İshak bu zatın adını Neccâb olarak vermiştir.

Besbese b. Amr el-Cinnî ez-Zübyânî. Ibnü'1-Esir, Müslim'de bu şekilde geçtiğini söylemiştir. Dârekutnî, Ebû Ömer ve İbn Mâkûlâ ise Besbes olarak vermişlerdir. Nevevî ise bütün nüshalarda ismin, Büseyse şeklinde yer aldığını iddia etmiştir. Ebû Davud da bu şekilde nakletmiş olmakla beraber siyer kitaplarında meşhur olan, bunun, aralarında bir "sin" harfi bulunan İki "bâ"Iı bir isim olduğudur. Ziibyân ise Cüheyne kabilesinin bir koludur.

Bişr b. Berâ b. Ma'rûr el-Ensârî el-Hazrecî.

Beşîr b. Sa'd b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî.

Beşir b. Abdi'l-Münzir Ebû Lübâbe. İsminin Rüfâ'a olduğu da söylenmiştir, Resûlullah (saMahu aleyhi veseflem) bu zatı Ravhâ denilen yerden geri çevirerek onu görevli olarak Medine'de bırakmıştı. O nedenle kendisine ganimetlerden pay ayırmıştır.

Bilâl b. Rabâh. Resûlullah'm (saüaflahu aleyhivesdlem) müezzini olup annesinin adına nispede Bilâl b. Hamâme diye de anılmaktadır.

Temîm b. Abdi Amr b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî Ebû Hazn el-Mâzinî. Bu zatın ismini Ebû Ömer zikretmiş; ama tartışmalı olduğunu belirtmiştir.

Temim b. Yu'âr b. Kays b. Adî el-Ensârî el-Hazrecî. Temim, Benî Ğanm b. Silnı b. Mâlik b. Evs el-Ensârî'nin azatlısıdrt. İbn Hişam ise, Benî Ğanm'e mensup Sa'd b. Hayseme'nin azatlısı olduğunu söylemiştir.

di Sabit b. Ekram b. Sa'lebe el-Belevî. Evs kabilesinin müttefikidir.

Sabit b. Sa'lebe el-Ciz' b.Zeyd b. Haris el-Ensârî el-Hazrecî.

Sabit b. Haris el-Ensârî.

Sabit b. Hassan veya Hansa b. Amr el-Ensârî en-Neccârî.

Sabit b. Hâlid b. Nu'mân el-Ensârî el-Hazrecî.

Sâbİt b. Hansa. Daha önce geçti.

Sabit b. Rabî'a el-Ensârî.

Sâbit b. Amir b. Zeyd el-Ensârî. İbn ebî Hatim babasından, ondan naklen Ebû Ömer (bin Abdilberr) bu şekilde zikretmiş olsalar da, bu konuda onların yanıldıkları; doğrusunun ise Sâbit b. Amr b. Zeyd el-Ensârî el-Hazrecî şeklinde olduğu belirtilmiştir.

Sâbit b. Ubeyd el-Ensârî.

Sâbit b. Hezzâl b. Amr el-Ensârî el-Hazrecî.

Sâbİt. Ahnes b. Şerik'in azatlısı olup İbn Abdân'm zikrettiğine göre Bedir'e katılmıştır.

Sa'lebe b. Hatıb b. Amr b. Ubeyd b. Ümeyye b. Zeyd b. Avf b. Amr b. Avf b. Mâlik b. Evs. Kaynaklar bu zati Bedir'e katılanlar arasında zikretmişlerdir. İbnü'l-Kelbî, Uhud'da şehit olduğunu söylemiştir. Hayatını veren bazı kaynaklarda onun, çok mal arzu eden ve zekat vermekten kaçınan zat olduğu ifade edilmiştir. Hafız İbn Hacet el-Isâbe'de, adının Sa'lebe b. Hatıb veya İbn ebî Hatıb şeklinde olduğunu belirtmiştir. İbn İshak ta onun Mesdd-i Dırâıh inşa edenlerden olduğunu söylemiştir. Hafız İbn Hacer ayrıca demiştir ki: Eğer hayatı ile ilgili kıssa doğru ise -ki doğru olduğunu zannetmiyorum- onun biraz evvel Bedir'e katıldığı belirtilen zatla aynı kişi olduğu tartışılabilir. Bedrî (Bedir'e katılan) olanın Uhud'da şehit olduğunu söyleyen İbnü'l-Kelbî'nin sözüyle de o ikisinin aynı kişi olmadığı teyit edilmiştir. Bu görüşü İbn Murdeveyh de Tefsirinde, teyit etmiştir. Şöyle ki,

"Onlardan kimi de, eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz..." (Tevbe, 75) âyetinin tefsirinde Aüyye yoluyla İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletmiştik Bu zat Ensar'dan Sa'lebe b. Hatıb adında biridir. Bir meclise gelip, oradakileri şahit tutarak: "Eğer Allah lütuf ve kereminden bana verirse, mutlaka sadaka vereceğim..." dedi. Diğer yandan Resûlullah'ın (saflaflahu aleyhi vesdlem) "Bedir ve Hudeybiye gazvelerine katılan hiç kimse cehenneme girmeyecektik buyurduğu da sabittir. Yine Rabbinden, Bedir'e katılanlar hakkında şöyle buyurduğunu nakletmiş tir: "Dilediğinizi yapın; %ira ben sikleri bağışladım." Öyleyse bu mertebede olan bir kişinin kalbine sonradan Allah nasıl nifak sokar ve onun hakkında zikri geçen âyetleri indirir?! Onun başkası olduğu aşikardır.

Sa'lebe b. Ciz' b. Zeyd b. Haris el-Ensâri el-Hazrecı.

Sa'lebe b. Gafleme b. Adî el-Ensârî el-Hazrecî.

Sa'lebe b. Kayzî b. Sahr b. Seleme el-Ensârî.

Sakif b. Amr, Vakidî, adını Sikif olarak vermiştir.

Sümâme b. Adî el-Kureşî. Bu zatın Bedir'e katıldığını Taberî zikretmiştir.

Câbir b. Hâlid el-Ensârî cl-Hazrecî.

Câbir b. Abdullah b. Riâb b. Nu'mân el-Ensârî.

Câbir b. Abdullah b. Haram b. Ka'b. Buhârî Tariflinde sahih bir senetle Ebû Süfyân'dan (Câbir'in) söyle dediğini nakletmiştir: "Bedir günü arkadaşlarıma su veriyordum." Ancak Vakıdi, Ebû Süfyân'ın Câbir'den olan bu rivayetini reddetmiştir. Müslim'in Ebû'z-Zübeyr'den naklettiği rivayette ise (Câbir) demiştir ki: "Resûlullah (saBsdlahu aleyhi vesdkm) ile birlikte 19 gazveye katıldım; ancak Bedir ve Uhud gazvelerinde bulunmadım. Bunlara katılmamı babam engellemişti. Babam (Abdullah) Uhud'da şehit düştükten sonra hiç bir gazvede Resûiullah'tan (sallaMu aleyhi vesdem) geri kalmadım." Bir grup âlim de kesin bir İfadeyle bu bilgiyi teyit etmişlerdir.

Câbir b. Atîk b. Kays b. Haris b. Heyşe b. Hâtis el-Ensâri el-Evsî.

Câbir b. ebî Sa'sa Amr b. Zeyd b. Avf. İbnü'l-Kaddâh, Bedir'e katıldığını zikretmistk.

Câriye b. Humeyl veya Humeyle b. Nüşbe el-Eşce'î. İbn Kelbî, Bedir'e katıldığını söylemiştir.

Cebbar b. Sahr b. Ümeyye el-Ensârî el-Hazrecî.

Cebr b. Enes b. Sa'd el-Gıfârî. Taberânî, Bedir'e katıldığını nakletmiştir. Ancak megâzî yazarları Bedir'e katılanlar arasında onu değil, Cübeyr.b. İyâs adıyla birini zikretmişlerdir.

Cebele b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî el-Beyâzî. İbn Hibbân ve Ubeyduİlah b. ebî Rafı', onu Bedir'e katılanlar arasında zikretmişlerdir. İbnü'1-Esir ise, bu zatin doğru adının Ruhayle olduğunu söylemiştir.

Cübeyr b. İyâs b. Halde b. Muhalled b. Amir el-Ensârî el-Hazrecî. Daha

evvel geçtiği gibi isminin Cebr olduğu da söylenmiştir.

Hâtis b. Enes veya Üneys veya Evs b. Rafı' el-Ensârî el-Evsî. Ebû'l-Cİsr'in kardeşidir.

Haris b. Enes b. Mâlik b. Ubeyd el-Ensâri el-Evsî. Nebît oğullarından olup doğrusu, bir önceki zattan ayrı bir kişidir.

Haris b. Evs b. Rafı' b. İmriu'1-Kays b. Zeyd b. Abdi'l-Eşhel el-Ensâri el-Evsî el-Eşhelî.

Haris b. Evs b. Mu'âz b. Numan el-Ensârî el-Evsî. Sa'd b. Mu'âz'ın yeğenidir (kardeşinin oğludur).

Haris b. Hatıb b. Amr b. Ubeyd el-Ensârî el-Evsî el-Amn. Sa'lebe'nin kardeşidir. Resûlullah (saMalm aleyhi vcsdlem) bu zati Ravhâ'dan geri çevirmiş ve kendisine ganimetlerden pay ayırmıştı.

Haris b. Hazeme b. Adî b. Ubey el-Ensâri el-Hazrecî. Benî Abdi'l-Eşhel b. Evs'ın müttefikidir.

Haris b. Hazme. en-Nibrâs müellifi bu zatin isminin devamını ibn Ümeyye b. Bürek el-Ensârî el-Evsî şeklinde vermiştir.

Haris b. Ziyâd el-Ensâri es-Sâ'idî.

Haris b. Sutâka b. Hâlis el-Ensâri el-Hazrecî. Ebû'l-Esved, Urve'den bu zatın Bedir'de şehit düşenler arasında olduğunu ifade ettiğini nakletmiş tir. Ancak doğrusu, o zatin birazdan zikredilecek olan Hâlise b. Surâka'nın olduğu   belirtilmiştir.    Bununla   beraber,    Haris    ismiyle   bir   kardeşinin bulunması da muhtemeldir.

Haris b. Süleym b. Salebe b. Ka'b b. Harise el-Ensârî. Adevî, onu Bedir ehli arasında zikretmiştir.

Haris b. Sevâd el-Ensârî.. Bedir ehlinden olduğunu Ebû'l-Esved Urve'den nakîetmiştir.

Hâds b. Sımme b. Anır el-Hazrecî.

Hâlis b. Zalim Ebû'1-AVer el-Ensârî.

Hâlis b. Arfece b. Haris el-Ensârî el-Evsî.

Hâlis b. Kays b. Halede Ebû Hâlid el-Ensârî el-Hazrecî ez-Zürakî.

Haris b. Kays b. Heyşe. Bedir'e katılanlardan olduğunu sadece İbn Ammâre nakletmiş tk.

Haris b. Mu'âz b. Nu'raân el-Ensâıi el-Eşhelî. Sa'db. Mu'âz'ın kardeşidir.

Haris b. Nu'man b. İsaf el-Ensârî en-Neccârî. Adevî bu zati Bedir'e katılanlar arasında zikretse de Hafız (İbn Hacer) asıl Bedir'e katılanın Hâlis b. Nu'man b. Umeyye b. Imrüi'1-Kays el-Ensârî el-Evsî olduğunu belirtmiştir. İbn İshak dışında bütün kaynaklar bunu böyle zikretmiştir.

Hâlise b. Zeyd b. ebî Züheyr b. İmrüi'1-Kays el-Ensârî el-Hazrecî. Bu zatin ismini bu şekilde Müseyyebî, Muhammed b. Fuleyh yoluyla Musa b. Ukbe'den nakletmiştir; ancak İbrahim b. Münzir, yine Muhammed b. Fuleyh'den onun Hârice olduğunu belirtmiştir.

Hâlise b. Sürâka b. Hâlis b. Adî el-Ensârî en-Neccârî. Bedir'de şehit düşenlerdendir.

Hâlise b. Nu'man b. Nak' -İbn Emin hatüyla el-îsîfâb'âa bu şekilde yer almıştır. Hemen karşısına Tahir b. Aziz ise Naf şeklinde fâ kaydını düşmüştür.- b. Zeyd b. Ubeyd el-Ensârî el-Hazrecî. İbn İshak dedesini Rafı' diye isimlendirmiştir.

Hatıb b. ebî Bclta' el-Lahmî. Benî Esed b. Uzzâ'nm müttefikidir.

Hatıb b. Amr b. Abdi Şems b. Abdûd el-Kureşî el-Âmııi Süheyl b.  kardeşidir.

Hatıb b. Amr b. Atîk b. Ümeyye el-Ensârî el-Evsî. Bu zatı Bedirliler arasında sadece Ebû Ömer (bin Abdilberr) zikretmiştir.

Hübâb b. Kayzî b. Amr Sehl el-Ensârî. Emir (ibn Makula) , bazı kaynakların İbn İshak'a dayanarak bu zatın adını Cenâb şeklinde naklettiklerini belirtmiştir. Ancak doğrusu Hübâb'dır.

Hübâb b. Münzir b. Cemûh b. Zeyd b. Haram el-Ensârî el-Hazrecî. Habib b. Eşlem el-Ensârî. İbn ebî Hatim, bedevi olduğunu söylemiştir. Habib b. Esved. Hazrec'in azadlısıdır.

Habib b. Hırâş b. Hars b. Sâmit et-Temîmi el-Hanzalî. Bunu da İbnü'l-Kelbî zikretmiş tit.

Habib b. Sa'd. Ensar'm azadlısıdır. İbn Ukbe bu zatı Bedirliler arasında zikretıniştir. Ebû Ömer ve başkaları ise ismini Habib b. Esved şeklinde vermişler, ayrıca Cüşem b. Cezrec'in azatlısı Habib b. Eşlem şeklinde de anılmıştır. Bu iki zatin aynı kişi mi, yoksa farklı iki kişi mi olduğunu bilmiyorum.

Haram b. Milhân. Enes b. Mâlik'in dediğine göre adı Mâlik b. Hâlid el-Ensârî el-Hazrecfdir.

Hureys b. Zeyd b. Sa'lebe b. Abdi Rabbih el-Ensârî el-Hazrecî. Ezanı rüyasında gören Abdullah b. Zeyd'in kardeşidir.

Husayn b. Haris b. Abdulmuttalib b. Abdi Menâf el-Kureşî el-Muttalibî.

Hamza b. Abdulmuttalib b. Haşim b. Abdi Menâf el-Kureşî. Ayrıca Ebû Umâre, Allah'ın aslanı, şehitlerin efendisi künye ve lakaplatıyla da anılmaktadır.

Hamza b. Humeyyire el-Eşce'î. Hazrec'in müttefikidir. Vakıdî adını bu şekilde zikretmekle birlikte İbn İshak, Hârice; İbn Ukbe de Plârise şeklinde vermişlerdir. Ebû Ma'şer'den ise Ceriyye ve Ceziyye şeklinde iki farklı tivayet nakledilmiştir.

Hârice b. Zeyd b. ebî Züheyr b. Mâlik el-Ensârî el-Hazrecî.

Hâlid b. Bükeyr b. Abdi Yâlîl el-Leysî. Benî Adî'nin müttefikidir. Hâüd b. Zeyd b. Küleyb b. Sa'lebe, Ebû Eyyûb el-Ensârî.

Hâlid b. Arar b. Adî b. Nâbî el-Ensârî. İbn Kelbî'nin nakline göre Bedir'e katılmıştır.

Hâlid b. Kays b. Mâlik el-Ensârî el-Hazrecî.

Habbâb b. Eret b. Cendele b. Sa'd et-Temîmî veya el-Huzâ'î.

Habbâb.   Utbe   b.   Gazvân'ın   azatlısıdır.   Ebû   Yahya   künyesiyle   de anılmaktadır.

Hubeyb b. Isâf b. Iteke b. Amr el-Ensârî el-Hazrecî. Hubeyb b. Adî b. Mâlik b. Amir el-Ensân.

Hidâş b. Katâde b. Rabî'a el-Ensârî el-Evsî. İbn Kelbî ile Ebû Ubeyd, Bedir'e katıldığını belirtmişi erdir.

Hirâş b. Sımme b. Aa^r b. Cemûh el-Ensârî el-Hazrecî.

Hurcym b. Fatik -Hureym b. Ahrem de denilmektedir- b. Şeddad el-Esedî.

Hureyme b. Evs b. Yezîd el-Ensârî en-Neccâiî.

Huzeyme b. Sabit b. Fâkih b. Sa'lebe b. Sâide el-Ensârî el-Evsî. Ancak bu zatın ilk defa Uhud'a katıldığı da belirtilmiştir.

Hallâd b. Rafı' b. Mâlik el-Ensârî el-Hazrecî. Hallâd b. Süveyd b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî.

Hallâd b. Amr b. Cemûh el-Ensârî el-Hazrecî. ei-Ujûn müellifi, Amr b. Cemûh adını zikrettikten sonra "Kardeşleri Muavviz, Hallâd ve Muâz'dır" demiştir. Ancak doğrusu, oğulları olacaktı.

Hallâd b. Kays b. Nu'man el-Ensârî el-Hazrccî. Sadece İbn Umâre, Bedirliler arasında zikretmiştir.

Huleyd veya Huleyde b. Kays b. Nu'man el-Ensârî el-Hazrecî.

Halife -Alîfe de denir- b. Adî b. Mâlik el-Ensârî el-Hazrecî. Huneys b. Hüzâfe b. Kays b. Adî es-Sehmî.

Havvât b. Cübeyr b. Nu'man. Kendisine isabet eden bir taşla yaralandığı İçin Safrâ'dan geri çevrilmişti.

Havlı b. ebî Havlî b. Amr b. Züheyr el-Cu'fî. el-İdî de denilmektedir.

Zekvân b. Abdi Kays b. Hâlid el-Ensâıî el-Hazrecî.

Zekvân b. Ubeyd b. Rabî'a b. Hâlid b. Mu'âviye. Ümevî'nin İbn İshak'a dayanarak naklettiğine göre bu zat Bedir'e katılmıştır.

Zü'ş-Şimâleyn b. Abdi Amr b. Nadle el-Ğubşânî. Zühre oğullarının müttefikidir. Asıl adının Umeyr veya Amr veyahut Abdü Amr olduğu ifade edilmiştir. İki elinin bulunup bulunmadığı konusunda ise iki farklı görüş beyan edilmiştir,

Râşid b. Muallâ b. Levzân el-Ensârî el-Hazrecî. Râö'nin kardeşi olup sadece ibn Kelbî, onu Bedirliler arasında zikretmiştir. Râfi' b. Cü'dübe el-Ensârî el-Hazrecî.

Râfi' b. Haris b. Sevâd el-Hazrecî.

Râfi' b. Zeyd veya Yezîd veyahut İbn Sehi el-Ensârî.

Râfi' b. Sehl b. Râfi' b. Adî el-Ensârî. Kavâkü'in müttefiki olup Bedir'e katıldığı beHrtürniştir.

Râfi' b. Uncude el-Ensârî el-Evsî. İbn Hişâm'm belirttiğine göre Uncude, Râfı'nin annesidir. Babasının adı ise Hâıis'tir. Ayrıca asıl adının Rafı' b. Uncüre olduğu da söylenmiştir; ama doğrusu bu, kelimenin tashif edilmiş -noktalamasindaki hata- halidir. Ayrıca adının Râfi' b. Uneyze olduğu da söylenmişse de bu, gerçekte ismin tahrif edilmiş -harflerdeki hata- halidir.

Râfi' b. Mâlik b. Aclân el-Ensârî el-Hazrecî. İbn Ukbe ve İbn İshak, Yunus'tan gelen rivayette Bedirliler arasında geçtiğim belirtmişler, ancak ona katılmamışlardır.

Râfi' b. Muallâ b. Levzân b. Harise cl-Ensâıi Anlaşmak olarak Hazrecî'dir.

Râfi' b. Yezîd b. Kürz el-Ensârî el-Evsî.

Rıb'î b. ebî Rib'î b. Râfi' b. Haris b. Zeyd Evs'in müttefikidir.

Rib'î b. Ömer el-Ensârî.

Rabî' b. İyâs b. Amr b. Osman el-Ensârî el-Hazrecî.

Rabî'a b. Eksem b. Sahbere b. Amr el-Esedî.

Ruhayle b. Sa'lebe b. Hâüd el-Ensârî el-Hazrecî. İbn Hişâm, İbn İshak'ın cîm harfiyle, yani Ruceyle adıyla verdiğini, ancak doğrusunun hâli, yani Ruhayle şeklinde olduğunu belirtmiştir. Dârekurnî ve başkaları ise noktalı hâ ile kaydetmişlerdir.

Rifâ'a b. Haris b. Rifâ'a el-Ensârî el-Hazrecî. Bu zat, Rifâ'a b. Afrâ'dır, İbn İshak Bcdirlilerden olduğunu söylese de. Vakıdî ve başkaları ise bu konuda ona katılmamışlardır.

Rifâ'a b. Râfi' b. Mâlik b. Aclân el-Ensârî el-Hazrecî Ebû Mu'âz.

Rifâ'a b. Abdi'l-Manzir b. Zenber el-Ensârî el-Evsî. Ebû Lübâbe'nin kardeşidir.

Rifâ'a b. Abdi'l-Münzir. Bir görüşe göre Ebû Lübâbe'nin ismidir. Rifâ'a b. Amr b. Zeyd b, Sa'lebe el-Hazrecî es-Sâlimî.

Rifâ'a b. Amr el-Cühenî. Ebû Ma'şer, onu Bedirliler arasında zikretmiştir. Ebû Ömer ise doğrusunun Vadî'a b. Amr b. Nevfel b. Abdillah el-Ensârî olduğunu söylemiştir. Ayrıca adının İbn Ömer veya İbn Yezîd olduğu da söylenmiştir.

Ribâb b. Huneyf b. Ribâb b. Haris el-Ensârî el-Evsî. Adevî, Bedicliler arasında zikretmiştir.

Zahir b. Haram el-Eşce'î. Bedir'e katıldığını Ebû Ömer söylemiştir, ama bu konuda ona katılan hiç kimse olmamıştır. Bu zatın esasen Bedevi diye nitelendiğini, ancak Ebû Ömer'in yanılarak bunu Bedrî diye algıladığı söylenmiştir.

Zübeyr b. Avvâm b. Huveylid el-Kureşî el-Esedî.

Ziyâd veya Ziyâde b. Ahreş. Asıl adının, Hazrec'in müttefiki Neşr b. Amr olduğu söylenmiştir.

Ziyâd b. Seken b. Râfi' el-Ensârî el-Evsî. İbn Kelbî zikretmiştir. Ziyâd b. Ka'b b. Amr el-Cühenî. Hazrec'in müttefikidir. Ziyâd b. Lebîd b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî el-Beyâdî. Zeyd b. Eşlem b. Sa'lebe b. Adî. Evs'in müttefiki.

Zeyd b. Haris el-Ensârî. Urve bu şekilde zikretmiştir. İbn İshak ise adının Yezîd olduğunu belirtmiştir.

Zeyd b. Harise. Resûlullah'ın (saüaMıuideytuveseüan) azatlısı. Zeyd b. Hattâb. Müminlerin emiıi Hz. Ömer'in kardeşidir. Zeyd b. Sehl Ebû Talha el-Ensârî el-Hazrecî.

Zeyd b. Müzeyn b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî.

Zeyd b. Muafla el-Ensârî. Bedirlilerden olduğunu Ebû Ubeyd söylemiştir.

Zeyd b. Vedî'a b. Amr b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî.

O* Salim b. Umeyr veya İbn Amr veyahut Abdillah b. Sâbİt b. Nu'man

el-Ensârî el-Evsî.

Salim b.  Avf.  Ensâr'ın  müttefikidir.  Bu zaü Bedirliler arasında  İbn Ishak'tan naklen Umevî zikretmiştir.

Salim. Ebû Hüzeyfe b. Utbe b. Rabî'a'nın azadhsıdır.

Sâib b. Hallâd b. Süveyd b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî Ebû Seleme. Ebû Ubeyd zikretmiştir.

Sâib b. Osman b. Maz'ûn el-Cümhî.

Sâib b. Avvâm el-Kureşî el-Esedî. Zübeyr b. Avvâm'ın kardeşidir, ibn Habîb zikretmiştir.

Sebre b. Fâtik. Hureytn'in kardeşidir. Buhârî, Bedir'e katıldığını doğrulamıştır.

Sübey' b. Kays b. Âişe b. Ümeyye el-Ensârî el-Hazrecî. İbn Kelbî, Bedir ve Uhud'a katıldığını belirtmiştir.

Surâka b. Amr b. Atıyye el-Ensârî el-Hazrecî.

Surâka b. Ka'b b. Amr b. Abdil-Uzzâ el-Ensârî el-Hazrecî.

Sa'd b. İyâs el-Ensârî.

Sa'd b. Havle el-Kureşî el-Arnirî.

Sa'd b. Havlı el-Kelbî. Haüb b. ebî Belta'nın kardeşidir.

Sa'd b. Hayseme b. Haris b. Mâlik el-Ensârî el-Evsî.

Sa'd b. Rabf b. Amr el-Ensârî el-Hazrecî.

Sa'd b. Zeyd b. Mâlik el-Ensârî el-Evsî. Bu zatın adının Saîd b. Sehi veya Sehl b. Mâlİk el-Ensârî el-Hazrecî olduğu da söylenmiştir.

Sa'd b. Sa'd b. Mâlik b. Hâlid b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî. Bedir'e çıkmak üzere hazırlanmış, ama çıkamadan vefat etmişti. Resülullah (saüalîahu aleyhi veseBem) kendisine ganimetlerden pay ayırmıştır.

Sa'd b. Ubâde. Hazreç kabilesinin lideri olup Bedir'e katılıp katılmadığı konusunda ihtilaf edilmiştir. Buhârî, İbn Kelbî, Vakıdî ve Medâinî katıldığını doğrulamışlardır. Müslim'in SaMb'inde de açıkça katıldığı ifade edilmiştir.

Sa'd b. Ubeyd veya Umeyr b. Nu'man b. Kays el-Ensârî el-Evsî Ebû Zeyd el-Kârî.

Sa'd b. Osman b. Halde b. Muhalled el-Ensârî el-Hazrecî. Sa'd b. Umeyr veya Ubeyd. Daha evvel geçmişti. Sa'd b. Fâkih b. Zeyd el-Ensârî.

Sa'd b. Mâlik b. Üheyb veya Vüheyb el-Kureşî ez-Zührî Ebû İshak b. ebı Vakkâs. Cennetle müjdelenenlerden (Aşere-i mübeşşereden) biridir.

Sa'd b. Mâlik b. Hâlid cl-Ensârî es-Sâidî. Sehl'in babasıdır. Bedir'e çıkmak üzere hazırlandığı halde hastalanarak vefat etmiştir. Resûlullah (saîlallahu aleyhi vesdlem) kendisine ganimetlerden pay ayırmıştır.

Sa'd b. Mu'âz b. Nu'man el-Ensârî. Evs kabilesinin lideri.

Sa'd b. Nu'man b. Kays ez-Zaferî. Urve, Bedirliler arasında zikretmişlerdir.

Sa'd veya Saîd b. Sehl b. Mâlik b. Ka'b eî-Ensârî el-Hazrecî.

Sa'd b. Utbe b. Gazvân. Ebû Ömer, Bedir'e katıldığını zikretmiştir.

Sa'îd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl el-Kureşî el-Adevî. Resûlullah (sallailahualeyhi vesdlem) Bedir'den döndükten sonra Şam'dan gelmişti. Resûlullah'ın (saHlahu aleyhi veseHem) onunla Talha'yı haber toplamak üzere Şam taraflarına yolladığı, onlar geri dönmeden savaşın meydana geldiği söylenmektedir. O nedenle Resûlullah (saBaBahu aleyhi veseBem) kendilerine ganimetlerden pay ayırmıştır.

Sa'îd b. Kays b. Sahr el-Ensarî.

Süfyan b. Bisr veya Nesr, el-Ensarî el-Hazrecî. Emir (ibn Makula), ismini bu şekilde tashih etmiştir.

Seleme b. Eşlem b. Hâlis el-Ensarî el-Evsî.

Seleme b. Sabit b. Vakş el-Ensarî el-Evsî.

Seleme b. Selâme b. Vakş el-Ensarî el-Evsî.

Selît b. Kays b. Amr b. Abdillah el-Ensarî el-Hazrecî.

Süleym b. Haris b. Sa'lebe el-Ensarî el-Hazrecî.

Süleym b. Akreb. İbn ebî Hatim, Bedirliler arasında zikretmiştir.

Süleym b. Kays b. Kahd el-Ensârî el-Hazrecî.

Süleym b. Milhân el-Ensarî el-Hazrecî.

Süleym Ebû Kebşe. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesdlem) azadhsıdır.

Simâk b. Hareşe Ebû Dücâne cl-Ensarî el-Hazrecî.

Simâk b. Sa'd b. Sa'lebe el-Ensarî el-Hazrecî.

Sinan b. Sayfî b. Hacer el-Ensarî el-Hazrecî. İbn ebî Hatim, babasından naklen bu zatın Bedir'e katıldığını söylemiştir. İbn İshak ise aynı kişinin adını Ebû Sinan b. Sayfî şeklinde vermiştir. Eğer biri diğerinin kardeşi değilse, ifef nakilden biri hatalıdır.

Sinan b. ebî Sınan Vehb b. Mihsan el-Esedî. Ukkâşe'nin yeğenidir (kardeşinin oğlu).

Sehl b. Huneyf b. Vahib b. Ukaym.

Sehl b. Rafı' el-Ensari el-Hazrecî. Süheyl'in kardeşidir.

Sehl b. Atîk b. Nu'man el-Ensarî.

Sehl b. Kays el-Ensarî el-Hazrecî.

Sehl b. Adî el-Ensarî el-Hazrecî.  .

Süheyl b. Beydâ. Beydâ, annesi olup asıl adı Da'd'dır. Babasının adı İse Vehb b. Rabî'a el-Kureşî'drr.

Süheyl b. Rafı' el-Ensarî el-Hazrecî.

Süheyl b. Kays. İbn Kelbî, onu bu isimle Bedirliler arasında zikretmiştir. Hafız Ibn Hacer ise daha evvel Sehl adıyla geçtiğini, bu iki ismin aynı kişi mi, yoksa farklı iki kişi mi olduklarını bilmediğini belirtmiştir.

Sevâd b. Razîn b. el-Ensârî el-Hazrecî. Vakıdî ve İbn Umâre ismi, bu şekilde kaydetmekle birlikte İbn Ukbe, Sevâd b. Razîn; Ibn İshak ve Ebû Ma'şer ise Sevâd b. Zureyk şeklinde vermişlerdir. İbnü'I-Cevzî ei-Telkîh'dt bunun, ravilerinden kaynaklanan bir tashİf (noktalama hatası) olduğunu belirtmiştir.

Sevâd b. Gaziyye el-Belevî. Hazrec'in müttefikidir.

Süveybit b. Harmele veya İbn Sa'd b. Hatmele b. Mâlik el-Kureşî el-Abderî.

Süveyd b. Malısı et-Tâî. Ebû Ma'şer, onu Bedirliler arasında zikretmiştir. Kendisine Erbed de denir.

Şücâ' b. Vehb veya İbn ebî Vehb b. Rabî'a el-Esedî. Serîk b. Enes b. Rafı' el-Ensârî el-Evsî.

Sükrân. Resûluîlah'ın (saMalıual^Hvesellem) azadlısıdir. Şernmâs b. Osman b. Şerid el-Kureşî el-Mahzûmî.

Salih   b.   Adî.   Bu   zat,   Resûîullah'm   (salklkhu aleyhi vesdlem)   azatlısı ŞÜkran'dır.

Sâmit. Ensar'm müttefiki Habib b. Hirâş'm azadlısıdır. İbn Kelbî, hem kendisinin, hem de azatlısının Bedir'e katıldığını ileri sürmüştür.

Sabüı. As b. Ümeyye'nin azadhsidır. Yakalandığı bir hastalık nedeniyle Bedir'e karıkmadan geri döndüğü de söylenmiştir.

Sahr b. Ümeyye b. Hansa el-Ensârî. Yahya b. Sa'd el-Ümevî, İbn İshak'a dayanarak Bedirliler arasında zikretmiştir.

SafVân b. Vüheyb veya Üheyb veyahut Süheyl b. Rabî'a. Beydâ'nın oğlu olan bu zat Sehl ve Süheyl'in kardeşidir. Bedır'de şehit düşmüştür.

Suheyb b. Sinan b. Mâlik. Adına Hâlid en-Nemerî de denir. Sayfî b. Sevâd b. Ubâde b. Amr el-Ensârî el-Hazrecî. Dahhâk b. Harise b. Zeyd b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî. Dahhâk b. Abdi Amr b. Mesûd el-Ensârî el-Hazrecî.

Dahhâk b. Kays b. Hâlid b. Vehb el-Fihrî. Müslim b. Haccâc'ın künyeler bahsinde onun Bedir'e katıldığı belntilmiştir. Bu konuda Hafız Ebû'l-Kasım b. Asâkir ise yanılmıştır.

Damre b. Amr b. Ka'b veya Damre el-Cühcnî. Ensar'dan Benî Tarif b. Hazrec'in mütteflitidir.

Damre b. Ka'b b. Amr b. Adî el-Cühenî. Benî Sâ'ide'nin müttefikidir.

«Tarık b. Ubeyd b. Mesûd el-Ensârî. İbn Mende, onu Bedirliler arasında zikretmiştir.

Tufeyl b. Haris b. Muttalib b. Abdi Menâf el-Kureşî el-Muttalibî.

Tufeyl b. Mâlik b. Hansa el-Ensârî el-Hazrecî.

Talha b. Ubeydulkh b. Osman el-Kureşî et-Teymî Ebû Muhamrned Cennetle müjdelen on sahabeden biridir. Bedir savaşı sırasında Sarn taraflarında bulunuyordu. Kervan ile ilgili haber toplamak üzere kendisini Şam cihetine Resûlullah (saDaDahu aleyhi vesdlem) göndermişti. Ancak Bedir savaşından sonra dönebildi. Bundan dolayı Resûlullah (saMahu aleyhi kendisine ganimetlerden pay ayiimıştır.

Talha b. Amr b. Ekber b. Rabfa el-Hadramî. Rüşâdî'nin Hemdânî'ye dayanarak verdiği habere göre Bedir'e katilmıştrr.

Tuleyb b. Umeyr veya Amr b. Vehb. Onu Vakıdî zikretmiştir.

Zuheyr b. Râfî' b. Adî b. Zeyd el-Ensârî. Râfi' b. Hudeyc'in amcasıdır.

Buhâıî, Sahih'indc hem kendisinin, hem de kardeşi Muzahhir'in Bedir'e katıldığını zikretmiştir. Hafız ed-Dimyâtl ise buna katılmamıştır. Ancak bu iki zatın Bedir'e katıldığını söyleyenler, ilave bilgi vermek yanında, reddedenlere göre daha doğrudurlar da.

Asım b. Sabit b. ebil-Aklah Kays b. isme el-Ensârî el-Evsî.

Asım b. Adî b. Cedd b. Aclân el-Belevi. Evs'in müttefikidir. Bedir seferine çıktığı halde Resûlullah (sailallahu aleyhi vesdlem) onu Ravhâ'dan geri çevirerek kendisine ulaşan bir haber üzerine Yukarı Medine'de kendi yerine atamıştır. O nedenle ganimetlerden kendisine pay ayırmıştır.

Âsim b. Ukeyr el-Müzenî. Hazrec'in müttefikidir. İbn Ukbe ve içlerinde Taberî'nin de bulunduğu bir grup âlim onu Bedirlilcr arasında zikretmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Âkil b. Kays b. Sabit el-Ensârî el-Evsî.

Âkil b. Bükeyr el-Leysî. Benî Adî'nin müttefikidir.

Âmir b. Ürneyye b. Zeyd b. Hashâs eî-Ensârî el-Hazrecî.

Âmir b. Bükeyr el-Leysî. Âkil'in kardeşidir.

Âmir b. Sabit b. Ebi'l-Aklah. Asım'm kardeşidir.

Âmir b. Zuheyr el-Fihrî. İbn Ukbe ve Bükâî İbn îshak'a dayanarak adini, Ukbe b. Amr b. Haris şeklinde vermişlerdir.

Âmir b. Rabî'a b. Ka'b el-Anezî. Benî Adî'nin müttefikidir.

Amir" b. Sa'd b. Amr b. Sakif el-Ensârî el-Hazrecî.

Âmir b. Seleme b. Amir el-Belevî. Hazrec'in müttefikidir. İsminin Amr olduğu da söylenmektedir.

Âmir b. Abdullah b. Cerrah b. Hilâl el-Kureşî el-Fihrî Ebû Ubeyde. Cefinede müjdelenen on sahabeden biridir.

Âmir b. Abdullah el-Bedrî.

Âmir b. Abdi Amr. İbn Ömer olduğu da söylenmiştir. Ancak bunun Ebû Hayye el-Bedrî'nİn adı olduğu da söylenmektedir.

Âmir b. Ukeyr el-Ensârî. Müstağfırî Bedir'e katıldığını belirtmiş olmakla birlikte doğrusu o, Âsim b. Ukeyr'dir. Ancak bunun, kardeşi olması da muhtemeldir.

Âmir b. Füheyre. Ebû Bekr es-Sıddîk'm azadlısıdır. Âmir b. Muhalled b. Haris el-Ensârî el-Hazrecî. Âmir b. Seken b. Rafı' el-Ensârî el-Evsî.' Âyiz b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî-Abbâd b. Bişr b. Vakkas el-Ensârî el-Evsî.

Abbâd b. Ubeyd b. Teyyihân. Ebû Ömer'in Taberî'den naklettiğine göre Bedir'e katılmıştır.

Abbâd b. Kays b. Âmir el-Ensârî el-Hazrecî. Abbâd b. Kays b. Abese el-Ensârî el-Hazrecî.

Ubâde b. Haşhaş b. Amr el-Belevî. Hazrec'in müttefikidir. İsminin Abede olduğu da söylenmiştir.

Ubâde b. Sâmıt b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî. Ubâde b. Kays. Abbâd isimleri arasında geçmiştir. Abdullah b. Üneys el-Cühenî. Ensar'ın müttefikidir.

Abdullah b. Evs b. Vakş el-Ensârî el-Evsî. İsminin Abdullah b. Hıkk olduğu da söylenmiştir.

Abdullah b. Cahş b. Riyâb el-Esedî. Abdullah b. Cidd b. Kays el-Ensâri el-Hazrecî.

Abdullah b. Ca'fer b. ebî Talib. O sırada Habeşistan'da bulunması dolayısıyla Resûlullah (saflaBahu aleyhi veseflem) bu zata da ganimetlerden pay ayırmıştır.

Abdullah b. Hüzâfe b. Kays b. Adî es-Sehmî. Bedir'e katılıp katılmadığı konusunda İhtilaf edilmiştir.

Abdullah b. Humeyyir el-Eşce'î. Hazrec'in müttefikidir.

Abdullah b. Hıkk b. Evs. Bu zatın, daha evvel geçtiği üzere Abdullah b. Evs olduğu da söylenmiştir.

Abdullah b. ebî Havlî.

Abdullah b. ebî Hayseme b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî. Abdullah b. Rabî' b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî. Abdullah Ravâha b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî.

Abdullah b. Zefâ b. Asım el-Ensârî Ebû Muhammed. Bedir'e katılıp katılmadığı konusunda farklı görüşler beyan edilmiştir.

Abdullah b. Surâka b. Mu'temir. İbn İshak ile İbn Bekkâr, Bedirliler arasında zikretmişlerdir.

Abdullah b. Sa'd b. Hayseme el-Ensârî el-Evsî. Bedir'e katılıp katılmadığı konusunda farklı görüşler beyan edilmiştir.

Abdullah b. Selime b. Mâlik b. Haris el-Belevî. Evs'in müttefikidir. Abdullah b. Sehl b. Râfi' el-Ensârî. Abdullah b. Sehl b. Zeyd el-Ensârî el-Evsî.

Abdullah b. Sehl b. Amr el-Amirî. Habeşistan'a hicretten önce müslüman olmasına  rağmen  şiddetli  işkencelere  tabi  tutulunca  zahiren  müşriklere dinden döndüğünü belirtmiştir. Sonra müşrikler Bedir'e doğru yola çıktıkları vakit kaçıp Müslümanların sauna geçmiş ve Bedir'e onlarla birlikte müslüman olarak katılmıştır.

Abdullah b. Şüteyk b. Enes b. Râfi' el-Ensârî el-Evsî. Abdullah b. Tarık b. Amr el-Belevî. Beni Zafer'in müttefikidir.

Abdullah b. Amir el-Belevî. Hazrec'in müttefikidir. Ebû Ömer (bin ,'\bdilberr), onu Bedirliler arasında zikretmiştir. Hafız İbn Hacer ise bunun, muhtemelen biraz evvel geçen Abdullah b. Tarık olduğunu belirtmiştir.

Abdullah b. Abdullah b. Ubey b. Selûl el-Ensârî el-Hazrecî. Abdullah b. Abdi Menâf b. Nu'man el-Ensârî el-Hazrecî.

Abdullah b. Abs el-Ensârî el-Hazrecî. İsminin Ubeys olduğu da söylenmiştir.

Abdullah b. Atık b. Kays. Ebû Ömer, "Zannedersem Bedir'e katılmıştır" demiştir.

Abdullah b. Osman b. Âmir el-Kureşî et-Teymî Ebû Bekr et-Teymî, Resûlullah'in (sailallahuaieyhivesenem) halifesi Büyük Ebû Bekr es-Slddîk.

Abdullah b. Arfece el-Evsî.

Abdullah b. Urfuta el-Ensârî el-Hazrecî.

Abdullah b. Amr b. Haram b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî.

Abdullah b. Umeyr b. Harise el-Ensârî el-Hazrecî.

Abdullah b. Kays b. Hâlid el-Ensârî el-Hazrecî.

Abdullah b. Kays b. Sahr el-Ensârî.

Abdullah b. Ka'b b. Amr el-Ensârî el-Hazrecî.

Abdullah b. Ka'b b. Zeyd el-Ensârî.

Abdullah b. Mahreme b. Abdi'1-Uzzâ el-Kureşî el-Âmirî.

AbduUah b. Müzeyn. Zeyd'in kardeşi olup onu Bedirliler arasında İbn lkbe zikretmiştir.

Abdullah b. Mes'ûd b. Ğâfîl el-Hüzclî. \bdullah b. Maz'ûn el-Cümhî.

Abduİlah   b.   Nadle   b.   Mâlik   el-Ensâri   el-Hazrecî.   İbn   Kelbî,   onu Hililr arasında zikretmiştir.

Abcmiiaii b. Nu'man b. Belzeme veya Büldüme b. Hünâs el-Ensârî el­ti zrecî. Bedir'e katılıp katılmadığı ihtilaflıdır.

Abdullah b. Heyse b. Nu'man el-Ensâıi. Bedirlilerden olduğunu Ümevî, I, n jshak'tan nakle (mistir.

Abduitahman b. Cebr b. Amr b. Zeyd el-Ensârî el-Evsî. ,\bduıi"ahman b. Abdullah b. Sa'lebe el-Ensârî Ebû Aidi.

Abdurrahman b. Avf ez-Zührî Abdü Rabbi veya Rabbih b. Hıkk -el-r/,»;/bn sahih bir nüshası ile el-İstî'âb'm İbnü'l-Emîr'in hattıyla olan birhasında bu şekildedir- b. Evs b. Amir el-Ensârî el-Hazrecî.

bd b. Amir el-Ensâıi

bede veya Ubâde b. Hashâs el-Belevî. Hazrec'in müttefikidir.

ibs b. Âmir b. Adî el-Ensârî el-Hazrecî.

Ubeyd veya Atîk b. Teyyihân.

U'beyd b. Sa'lebe el-Ensârî.

Ubyd b. Zeyd b. Amir b. Aclan el-Ensârî el-Hazrecî.

Ubeyd b. ebî Ubeyd el-Evsî.

U'beyd b. Seken. Vakıdî, onu Bedirliler arasında zikretmiştir.

U'beyde b. Haris b. Muttalib el-Kureşı.

Ubİdeb- Rabî'a b. Cübeyr el-Beyrânî. Ensar'm müttefikidir.

Itbân b. Mâlik b. Amr b. Aclan el-Ensârî el-Hazrecî.

Utbe b. Rabî'a b. Hâlid b. Mu'âviye el-Behrânî. Hazrec'in müttefikidir.

Utbe b. Abdullah b. Sahr el-Ensârî el-Hazrecî.

Utbe b. Ğazvân b. Câbir cl-Mazinî. Kureyş'in müttefılddir.

Atîk b. Teyyihân. Daha evvel Ubeyd isimlerinde geçmiştir.

Osman b. Huneyf el-Ensârî. Sadece Tirmizî, onun Bedir'e katıldığım söylemiştir.

Osman b. Affân. Müminlerin emicidir. Resûlullah (saîlaîlaîıu aİe^â vesdlem) kendisini, o sırada hasta bulunan eşi Rukayye bin ti Resûlullah ile ilgilenmesi için Medine'de bırakmıştı. Kendisine ganimetlerden pay ayırmıştır.

Osman b. Amr b. Rifâ'a el-Ensârî.

Osman b. Ömer el-Ensârî.

Osman b. Maz'ûn b. Habib el-Cümehî.

Aclân b. Nu'man b. Amir el-Ensârî el-Hazrccî ez-Zürakî.

Adî b. Halife el-Beyâdî. Ebû Ubeyd b. Sellâm, Bedir'e katılanlar arasında zikretmiştir.

Adî b. ebi'z-Zağbâ. Ebû'z-Zağbâ'nın adı ise Sinan b. Sübey' b. Sa'lebe el-Cühenî. Hazrec'in müttefikidir.

isme b. Husayn b. Vebra (b. Hâlid b. Aclân) cl-Ensârî el-Hazrecî. isme veya Usayme el-Esedî. Benî Mazin b. Hazrec'in müttefikidir, isme veya Usayme el-Eşca'î. Benî Mâlik b. Neccâr b. Hazreç.

Atıyye b. Nuveyra b. Amir el-Ensârî el-Hazrecî ez-Zürakî. İbn Kelbî, onu Bedir'e katılanlar arasında zikretmiştir.

Ukbe b. Huleys b. Dühman el-Eşca'î. İbn Kelbî, onu Bedir'e katılanlar arasmda zikretmiştir.

Ukbe b. Rabî'a. Hazrec'den Benî AvPm müttefikidir. İbn Ukbe, Bedir'e katılanlar arasında zikretmiştir.

Ukbe b. Âmir b. Nâbî b. Zeyd el-Ensârî el-Hazrecî. Ukbe b. Osman b. Halde b. MuhaUed el-Ensârî el-Hazrecî.

Ukbe b. Amr b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî Ebû Mes'ûd el-Bedrî. Çoğunluk, Bedir'e yerleştiğinden dolayı Bedri nisbesini aldığını söylemiştir. Buhârî kesin bir ifadeyle Bedir'e katıldığını belirtmiş ve bu hususa Sabüfiam naklettiği bir takım hadislerle delil getirmiştir ki, bazısında onun Bedir'e katıldığı açıkça belirtüıniştir. Bu konuda naklettiği hadislerden biri şöyledir; Urve b. Zübeyr'İn Beşir b. ebî Mes'ûd'dan naklettiğine göre Beşir demiştir ki: "Muğİre ikindiyi geciktiriTiişti. Derken Zeyd b. Hasan'm dedesi Ebû Mes'ûd Ukbe b. Amr yanına girdi. Ebû Mes'ûd Bedir'e katılmıştı." Ubeyd b. Selâm ve Künyeler kısmında Müslim de bu zatın Bedir'e katıldığını açık bir ifadeyle belirtmişlerdir. Îbnul-Barkî ise İbn İshak'm bu zatı Bedirliler arasında zikretmediğini, ancak bir kaç hadiste açık bir ifadeyle onun Bedir'e katıldığının belirtildiğini söylemiştir. Bu konuda kural şudur: İspat edenler reddedenlere göre önceliklidir.

Ukbe b. Vehb b. Kelede b. Ca'd. Kelede b. Vehb el-Gatafânî de denilmektedir. Ensar'dan Benî Salim'in müttefikidir.

Ukkâşe veya Ukâşe -Nevevî, birincisinin daha yaygın olduğunu söylemiştir- b. Mıhsan b. Hursan b. Kays el-Esedî. Abdü Şems oğullarının müttefikidir.

Ali b. ebî Talib b. Abdulmuttalib b. Hasım b. Abdi Menâf eî-Kureşî el-Haşimî, Müminlerin Emiri Ebû'l-Hasan.

Ammar b. Yâsir b. Mâlik el-Ansî Ebû'l-Yakazân. Mahzûm oğullarının müttefikidir.

Umâre b. Hazm b. Zeyd cl-Ensârî el-Hazrecî.

Umâre b. ebî Hasan el-Ensâri. İbn Hibban ve İbnü's-Seken, Bedir'e katıldığını söylemişler ve buna delil olarak İbn Kani' ve İbnü's-Seken'in Hüseyin b. Abdullah el-Haşimî yoluyla Amr b. Yahya b. Umâre b. Hasan'dan, onun da babasından, onun da dedesinden -ki Bedir'e katılmış bir emirdi-... şeklindeki rivayeti göstermişlerdir. Aynı rivayeti Begâvî ise "Babasından, o da dedesi Ebû Hasan'dan" şeklinde nakletmiş tir. Buna göre birinci rivayetteki "dedesi" ifadesi Amr değil, Yahya ile ilgilidir. Öyleyse hadis Ebû Hasan'ın aittir ki, onun Bedir'e katıldığı konusunda ihtilaf yoktur.

Umâre b. Ziyâd b. Seken el-Ensârî el-Evsi İbn Kelbî, Bedir günü öldürüldüğünü söylemiştir, ancak bu görüş, onun asıl Uhud'da şehit düştüğü belirtilerek çürütülmüştür.

Ömer b. Hattâb b. Nufeyl, Müminlerin Emiri, Ebû Hafs el-Kureşî el-Adevî.

Amr b. Enes el-Hazrecî. Bârûdî, onu Bedirliler arasında zikretmiştir.

Amr b. İyâs b. Tezîd. Ensar'm müttefikidir.

Amt b. Sa'lebe b. Vehb el-Ensârî el-Hazrecî.

Amr b. Cülâs b. Avf el-Ensârî el-Hazrecî.

Amr b. Cemûh el-Ensâri el-Hazrecî.

Amr veya Umeyr b. Haris el-Ensârî el-Hazrecî.

Amr b. Haris b. Züheyr. İbn Ukbe, onu Bedirliler arasında zikretmiştir.

Amr b. Hârice b. Kays el-Ensâri el-Hazrecî.

Amr b. ebî Züheyr b. Mâlik el-Ensârî. İbn Ukbe, onu Bedirliler arasında zikretmiştir.

Amr b. Surâka b. Amber b. Enes el-Kureşî el-Adevî. İbn Ukbe, onu Bedirliler arasında zikretmiştir.

Amr b. ebî Sarh b. Rabî'a b. Hilâl el-Kureşî el-Fıhrî.

Amr b. Talk b. Zeyd b. Ümeyye el-Ensârî el-Hazrecî.

Amr b. Abdi Amr b. Nadle Zü'ş-Şimaleyn. Bedir'de şehit düşmüştür.

Amr veya Umeyr b. Ukbe el-Ensâri. Müstağfiri, onu Bedirliler arasında zikretmiştir.

Amr b. Umeyr b. Adî b. Nâbî el-Ensâri.

Amr  b.   Amr  b.   Dabbe.   Vakıdî  ile   Ebû   Ma'şer,   onu   Bedirlilerden olduğunu söylemişlerdir.

Amr veya Umeyr, Süheyl b. Arar'm azadltsıdır.

Amr b. Ganeme b. Adî el-Ensârî.

Amr b. Gaziyye b. Amr b. Sa'lebe el-Ensârî.

Amr b. Kays b. Hazn b. Adî el-Ensârî el-Hazrecî. Yunus İbn îshak'a dayanarak Bedirli olduğunu nakletmiş tir.

Amr b. Kays b. Hârice el-Ensârî. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, onu Bedirli olduğunu zikretmiştir.

Amr b. Kays b. Zeyd b. Sevâd b. Mâlik el-Ensârî el-Hazrecî. Vakıdî ile Ebû Ma'şer, onu Bedirli olarak 2İkretmişIerdir.

Amr b. Mazin el-Ensârî. Benî Hansa b. Mebzûl'e mensuptur. Yunus, İbn îshak'a dayanarak Bedirli olduğunu nakletmiştir.

Amr veya Umeyr b. Ma'mer b. Ez'ar b. Zeyd el-Ensârî el-Evsî.

Amr b. Mu'âz b. Nu'man el-Ensârî el-Evsî. Sa'd b. Mu'âz'm kardeşidir.

Umeyr b. Hâns b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî.

Umeyr b. Haram b. Amr el-Ensârî el-Hazrecî. Vakıdî ve İbn Umâre, onu Bedirli olarak zikretmişlerdir.

Umeyr b. Humâm b. Cemûh el-Ensârî el-Hazrecî.

Umeyr b. Amir b. Mâlik Ebû Davud el-Mazinî.

Umeyr b. Amir b. Nâbî. Ukbe'nin kardeşidir. Sadece İbn Kelbî, onu Bedirli olduğunu zikretmiştir.

Umeyr b. Abdi Amr b. Nadlc el-Huzâ'î. İki eliyle birlikte çalıştığından kendisine Zü'1-Yedeyn (İki elli) lakabı takılmıştır. Bcdir'de şehit düşmüştür,  

Umeyr b. Avf. Süheyl b. Amr'm kardeşidir.

Umeyr b. ebî Vakkas el-Kureşî ez-Zührî. Sa'd'm kardeşidir.

Antere b. Amr. Süleym b. Hadide'nin azadlısıdır.

Avf b.  Üsâse b. Abbâd b. AbduLmuttalib el-Kureşî.  Mıstah lakabıyla anılmaktadır.

Avf b. Haris el-Ensârî el-Hazrecî. Afrâ'nın oğludur. Uveym b. Sâide b. Ayiş el-Ensârî el-Evsî.

Uveymir b. Aşkar b. Adî el-Ensârî. Bazı kanallarda Bedirli olduğu belirtilmiş tb.

Ayyaş b. ebî Rabî'a Amr b. Muğire. Askerî, Bedir'e katıldığını zikretmiş olsa da, diğer âlimler onun bu konuda yanıldığını belirtmişlerdir.

Gannâm b. Evs el-Ensârî el-Haccacî.

ufl Fâkih b. Bişr veya îSlesr -Daha başka isimler de söylenmiştir- b. Fâkıh b. Zeyd el-Ensârî.

Ferve b. Amr b. Vedka -Bu, İbn Hişam'ın is imlendirme sidir. er-Rap^ müellifi de bunu tercih etmiş ve anlamının bol meyveli güzel bir bahçe olduğunu belirtmiştir. İbn'İshak ise Vezka demiştir- b. Ubeyd el-Ensârî el-Hazrecî.

(jKatâde b. Nu'mân b. Zeyd b. Âmir b. Sevâd el-Ensârî el-Evsî. Kudâme b. Maz'ûn el-Kureşî el-Cumhî. Kutbe b. Amir b. Hadîde el-Ensârî el-Hazrecî.

Kays b. Bükeyr b. Abdi Yâlîl el-Leysî. İbn Kelbî, onu Bedirli olarak zikretmiştir.

Kays b. Hâlid el-Fezârî. Bedirli olduğunu et-Temdmüellifi zikretmiştir.

Kays b. Rabî' el-Ensârî. Müberrid el-Kamit&e Bedir'e katıldığını belirtmiştir.

Kays b. Seken b. Avf el-Ensârî.

Kays b. Abâye b. Ubeyd b. Haris el-Havlânî. Bu sahabeyi Bedir'e katılanlar arasında Abdülcebbâr b. Muhammed b. Mihenî zikretmiştir.

Kays b. Amr b. Kays b. Zeyd el-Ensârî el-Hazrecî. Ebû Ömer (bin Abdilberr), Bedir'e katılıp katılmadığının tartışmalı olduğunu belirtmiştir.

Kays b. Ubey b. Ka'b b. Kayn el-Ensâri. Ka'b b. Mâlik'in amcasıdır Bedirli olarak İbn Kelbî zikretmiştir.

Kays b. Mılısan b. Halde el-Ensârî el-Hazrecî.

Kays b. Muhalled b. Salebe b. Sahr el-Ensâfî el-Hazrecî.

Küseyr b. Amr es-Sülemî. Ebû'l-Abbâs es-Serrâc, Muhammed b. Hasan et-Tell yoluyla İbn İshak'a dayandırdığı rivayete göre İbn İshak bu sahabeyi de Bedir'e katılanlar arasında zikretmiştir.

Ka'b b. Cemmâz veya Himmân veyahut Himâr b. Salebe el-Cühenî veya Gassânî.

Ka'b b. Zeyd b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî.

Ka'b b. Amir es-Sâİdî. Bâverdî, onun Bedirli olduğunu zikretmiştir.

Ka'b b. Amr el-Ensârî el-Hazrecî Ebûl-Yeser.

Kcnnâz b. Husayn el-Ganevî Ebû Mersed.

Lebde b. Kays b. Nu'man b. Hassan el-Ensârî el-Hazrecî. İbn Kelbî, onu Bedrrli olarak zikretmiştir.

Mâlik b. Ümeyye b. Amr es-Sülemî.

Mâlik b. Teyyihân el-Ensârî el-Evsî Ebûl-Heysem.

Mâlik b. Sabit el-Müzenî. Ayrıca İbn Nemle veya Nümeyle adıyla da tanınmaktadır. Bu künyesindeki Nemle annesidir. Muaviye oğullarının müttefikidir.

Mâlik b. Duhşüm veya Duhşün veyahut Duhayşün el-Ensârî el-Hazrecî. Mâlik b. Rafı' el-Ensârî ez-Zürekî.

Mâlik b. Rabî'a b. Beden b. Amir cl-Ensârî el-Hazrecî Ebû Üseyd es-Sâ'ıdî.

Mâlik b. Rifâ'a b. Ömer el-Ensârî el-Hazrecî.

Mâlik b. Amr b. Sabit Ebû Habbe el-Ensârî.

Mâlik b. Sümeyt. Sakıf in kardeşidir.

Mâlik b. Amr es-Sülemî veya el-Adevî. Beni Esed'in müttefikidir.

Mâlik b. Umeyle b. Seyyâk b. Abdi'd-Dâr. Ebû Ömer, İbn Ukbe'den bu şekilde nakletmiş olsa da Hafız İbn Hacer, bu zatla ilgili olarak ne İbn Ukbe'nin Meğârf'sinde, ne de ibn İshak ve Vakıdî'nın Meğâtf \erinde bir bilgi bulabildiğini, sadece Zübeyr b. Bekkâr'm Beni Abdüddâr'm neseplerini verirken ona işaret ettiğini, onun da Bedir'e katıldığını belirtmesi bir tarafa , müslüman olup olmadığını dahi açıklamadığını söyleyerek bu hususta Ebû Ömer'e katılmadığını ifade etmiştir.

Mâlik b. Kudâme el-Ensârî el-Evsî.

Mâlik b. Mes'ûd b. Beden el-Ensârî es-Sâ'îdî.

Mâlik b. Nümeyle. Mâlik b. Sabit isminde geçmişti.

Mâlik b. Abdil-Münzir b. Zenber el-Ensârî. Ebû lübâbe'nin kardeşi olup Bedir'de şehit düşmüştür.

Mübeşşir b. Abdi'l-Münzit el-Mücezzer -Yukarıda geçen Mâlik'in kardeşidir- b. Disâr b. Amr el-Belevî. Hazrcc'in müttefiktir.

Muhriz veya Muharrer b. Amir b. Mâlik el-Ensârî el-Hazrecî. Muhammed b. Seleme b. Hâlıd el-Ensârî el-Evsî.

Mahmıyye b. Ccz' b. Abdı Yeğûs ez-Zübeydî. Sehm oğullarının iTlüttefikidir. Resûlullah'm (»ıMahu alcylıi vesdlem) beşte birlik ganimetlere bakan memuru idi. Sadece İbn Kelbî Bedİrliler arasında zikretmiştir.

Midlâc veya Müdlic b. Amr cl-Eslemî. Sakif ve Mâlik'in kardeşidir.

Murâre b. Rabî' el-Ensârî el-Evsî. Zührî, Murâre'yi Bedİrliler arasında zikretmiş olsa da onun bu konuda yanıldığı belirtilmiştir. Buhârî'nin Safrih'inde Ka'b b. Mâlik'ten, tövbesi ile ilgili olarak nakledilen kıssada Murâre b. Rabî' el-Amrî ve Hilâl b. Ümeyye el-Vakıfî'nin Bedir'e katılan iki salih zat oldukları belirtilmiş tk. İbn Hacer'in bunun üzerine açıklaması ise ŞÖyledii" Buhârî, bazı âlimlerin Murâre ve Hilâl b. Ümeyye'nin Bedir'e katıldıkları görüşüne karşı çıktıklarını ve bu konudaki hatayı Zührî'ye nispet ettiklerini biliyordu. O bu görüşü reddetmiş ve asıl hatanın Ka'b b. MâlM nispet edilmesi gerektiğini göstermiştir. Görünürde bağlamdan da bu çıkmaktadır. Çünkü rivayet ondan alınmıştır ve o, kendisinden sonrakilere göre Bedir'e kimin katılıp katılmadığını daha iyi bilirdi. Aslında, tahammül sırasında böyle bir bilgi alınmamıştır; zira bu ancak delil ile sabit olur Ka'b'ın bu iki zatı, kendilerini örnek alına bağlamında zikredip salih insaniar olarak tavsif etmesi ve İslam tarihinin en büyük olaylardan biri olan Bedır'e katıldıklarını söylemesi, onların asıl Ka'b'ın sözlerinde Bedirli olarak nitelendiklerini teyit etmektedir. Kendisi gibi onların da Tebûk gazvesinden geri kalmış olmaları ve bu yüzden bir süre terk edilmelerinin emredilmiş olması nedeniyle onları kendisine örnek almıştır.

Dimyatı gibi sonraki bazı âlimlerin "Mürâre ve Hilâl'i Bedir'e katılanlar arasında hiç kimse zikre tmemiş tir" şeklindeki görüşleri ise isabetli değildir. Nitekim Buharı burada kesin bir ifadeyle, bunu belirtmiş ve bir grup âlim de ona katılmıştır. Hişâm b. Kelbî, Murâre ve Hilâl'in Bedir'e katıldıklarını zikretmiş, İbnü'l-Kayyİnı de: "Eğer bu ilci zat Bedir'e katıkmşhrsa, terk edilme cezası ile cezalandırılmamışlar, aksine Hatıb b. ebî Belta'ya gösterildiği gibi onlara da müsamaha gösterilmiştir" şeklinde bir yorum yapmıştır. Hafız Ibn H«cer ise bunun, nassın mevcudiyetine rağmen yapılan bir îayas olduğunu, aksine iki olay arasında farklılık olabileceğini belirtmiştir. el-îsâbe'&e. de doğru görüşe göre Bedir'e söz konusu zatların katıldıklarını belirtmiştir.

Mersed b. ebî Mersed b. Kinnâz b. Husayn el-Ganevî el-Bedrî.

Mürre b. Hübâb b. Adî b. Cedd b. Aclân el-Belevî. Al-i Amr b. Avfın müttefikidir. Sadece İbn Kelbî, Bedir'e katıldığını zikretmiştir.

Mistah b. Üsâse b. Abbâd b. Abdulmuttalib el-Kureşî el-Muttalibî. Asıl ismi Avfdır. Daha evvel geçmişti.

Mes'ûd b. Evs b. Ahrem b. Zeyd el-Ensârî el-Hazrecî. Mes'ûd b. Rabî' veya Rabî'a.

Mes'ûd b. Zeyd b. Sübey' el-Ensârî el-Hazrecî Ebû Muhammcd. Mes'ûd b. Sa'd b. Kays b. Halde b. Amir el-Ensârî el-Hazrecî.

Mes'ûd b. Sa'd veya Abdi Sa'd veyahut Abdi Mes'ûd b. Âmir b. Adî b. Cüsem el-Ensârî el-Evsî.

Mus'ab b. Umeyr b. Haşim el-Kureşî el-Abdirî. Mud(z)taci' b. Üsâse. Müstah'm kardeşidir.

Mu'âz b. Cebel b. Amr b. Evs el-Ensârî el-Hazrecî. Mu'âz, özellikle haram ve helaller konusunda başkalarına tercih edilen bir âlimdi.

Mu'âz   b.   Haris   b.   Rifâ'a   b.   Hâlis   el-Ensârî   el-Hazrecî.   İbn   Afra kütıyesiyle tanınmaktadır.

Mu'âz b. Amr b. Cemûh b. Zeyd el-Ensârî el-Hazrecî. Mu'âz b. Mâ'ıs veya Me'âs veyahut Nâ'ıs el-Ensârî ez-Zürekî.

Ma'bed b. Abbâd b. Kaş'ar veya Kuşeyi- b. Fedm el-Ensârî el-Hazrecî. ei-Uyûfi'da adi Ubâde şeklinde verilmiş, ancak bu hatalı bulunmuştur.

Ma'bed b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî. Ma'bed b. Vehb el-Asrî.

Mu'attib b. Ubeyd veya Abd b. İyâs el-Belevî. Evs'den Zafer oğullarının müttefikidir. Mu'attib b. Avf es-Selûlî. İbnü'l-Hamrâ el-Hüzâ'î adıyla tanınmaktadır.

Mu'attib b. Kuşcyr el-Ensârî el-Evsî.

Ma'kil b. Münzir el-Ensârî es-Sülemî.

Ma'mer b. Haris b. Ma'mer el-Kureşî el-Cümhî. Hatıb'ın kardeşidir.

Ma'nıer b. Habib.

Ma'mer b. ebî Şerh b. Rabî'a b. Hilâl. Vakıdî ve Ebû Ma'şer, onu Bedirli olarak zikretmişlerdir.

Ma'n b. Adî b. Cidd b. Aclân el-Belevî. Evs'in müttefikidir.

Ma'n b. Yezid. Bedir'e katıldığı söylenmektedir.

Mu'avviz veya Mu'avvez b. Haris el-Ensârî el-Hazrecî. Afrâ'nın oğludur.

Mu'avviz b. Amr b. Cemûh b. Zeyd el-Ensârî el-Hazrecî. İbn Ukbe, Ebû Ma'şer ve Vakıdî, onun Bedirli olduğunu zikretmişlerdir.

Mu'aykîb b. ebî Fâtıma ed-Devsî. Beni Abdi Şems'in müttefiki olup İbn Hibbân Bedir'e katılanlar arasında zikretmiş; Müzeni, Zehebî ve Ebû'1-Feth de bu hususta onu esas almışlardır.

Mikdâd b. Esved el-Kındî. Bu zat İbn Arrrr b. Sa'lebe el-Ensâri.

Müleyl b. Vebera el-Ensâri el-Hazrecî.

Münzir b. Amr b. Huneys el-Ensârî el-Hazrecî.

Münzic b. Kudâme b. Arfece el-Ensârî el-Evsî.

Münzir b. Muhammed b. Ukbe el-Ensârî el-Evsî.

IVIihce' b. Salih el-Keîbî. Ömer b. Hattab'ın azadlısıdır.

Nadr b. Haris b. Ubeyd b. Razâh d-Ensârî. Bedirli olduğu belirtilmiştir.

Nu'man b. A'rec b. Mâlik b. Sa'lebe el-Ensârî el-Hazrecî. Nu'man b. Sabit b. Na'man Ebû's-Sabâh el-Ensârî el-Evsî. Nu'man b. Huzeyme el-Ensâtî el-Evsî. Nu'man b. Sinan. Beni Ğanm b. Adî b. Hazrec'in müttefikidir.

Nu'man -Adının Lakît olduğu söylense de, daha doğrusu Nu'man'dır- b. Asar veya îsar veyahut Asr vs. el-Belevî. Evs'in müttefikidir.

Nu'man b. Amr b. Rifâ'a b. Haris b. Sevad b. Ğanm b. Mâlik b. Neccar el-Ensârî.

Nu'man b. Kavkal b. Ahram el-Ensârî.

Nu'man b. Mâlik b. Sa'lebe b. Adî b. Fihr b. Sa'lebe b. Ğanm el-Ensârî el-Hazrecî.

Nuaymân b. Amr b. Rifâ'a b. Haris b. Sevad b. Mâlik b. Ğanm b. Mâlik b. Neccar el-Ensârî.

Nu'aymân b. Amr. İbn Düreyd, onun Bedir'e katıldığını ve Uhud'da şehit düştüğünü belirtmiştir. Hafız İbn Hacer, bunun, bir önceki kişinin aynısı olmadığını, zira birincisinin Hz. Osman zamanında Mahreme ile yaşanan bit hikayesi olduğunu belirtmiştir. İbn Sa'd da kesin bir dille onun Muâviye zamanına kadar yaşadığını kaydetmiştir. Belki o, daha evvel adı geçen  b. Amr'dır.

Nehîk b. Teyyihân el-Ensârî. Ebû'l-Heysem'in kardeşidir. Ümevî'nin İbn jshak'tan naklettiğine göre Bedir'e katılmıştır.

Nevfel b. Sa'îebe b. Abdullah b. Sa'lebe b. Nadle b. Mâlik el-Ensârî el-Hazrecî.

Nevfel b. Abdullah b.  Nadle.  İbnü'I-Esîr, Bedirli olarak zikretmiştir,

ancak Hafız İbn Hacer, "Sanıyorum İbnü'1-Esir dedesinin adını tasnif etmiştir. Çünkü onun gerçekte adı, daha evvel geçtiği gibi Sa'lebe'dir" demiştir. Ancak İbnü'l-Esir'den önce bunu, İbnü'l-Cevzî de eî-Te/kzb'de zikretmiştir. Buna göre muhtemelen İbn Hacer'in söz ettiği başka biridir.

—A Hâni b. Nİyâr b. Amr el-Belevî Ebû Bürde. Ensar'm müttefikidir. Hübeyl b. Vebre el-Ensârî el-Hazrecî. Hürân b. Amr b. Karabûs el-Ensârî.

Hişâm b. Utbe b. Rabî'a. Bunun, Ebû Huzeyfe'nin adı olduğu da söylenmektedir.

Hilâl b. Ümeyye b. Amir el-Ensârî. Mürâre b. Rabî'nİn biyografisinde geçmiştir.

Hilal b. ebî Havlî b. Amr b. el-Ca'fî. ibn Ukbe ve ibn Kelbî, onu Bedırli

olarak zikretmişlerdir.

Hilal b. Mu'allâ b. Levzân el-Ensârî. Ayrıca anlaşmalı olarak el-Hazrecî'dir.

Hemmâm b. Haris b. Hamza. Ebû Ömer, Bedirli olduğunu söylemiştir.

Vâkıd b. Abdullah b. Abdi Menâf et-Temîmî el-Yerbû'î. Beni Adî b.

Ka'b'm müttefikidir.

Vedka b. İyâs b. Amr el-Ensârî el-Hazrecî. İsminin gerçek okunuşu hakkında ihtilaf edilmiştir. Vedfa olduğu da söylenmiştir. Ayrıca Vezka Şeklinde    okuyanlar    da    olmakla   beraber,    çoğunluk   Vedka    şeklinde

Hz. Peygamber'in M Savaşları okumuştur.   İbn   Hışam  ise  râlı  olarak Verka   şeklinde  zikretmiştir. Ukbe'nin eserinin nüshalarından birinde de bu şeldlde geçmiştir.

Vedî'a b. Amr el-Cühenî. Hazrec'in müttefikidir.

Vehb b. ebî Şerh b. Haris b. Habib el-Kureşî el-Âmirî. Ebû Ömer, İbn Ukbe'nin Meğâ^'siae dayanarak bu şekilde zikretmiş, ancak hatalı bulunmuştur.

Vehb b. Sa'd b. ebî Şerh b. Rabî'a Hilâl el-Kureşî el-Fihri. Vehb b. Kelede. Abdullah b. Gatafân oğullarındandır. Vehb b. Mihsan. Bu zat, İbn Abdullah'tır.

Vehb b. Mihsan. Ukkâşe'nin kardeşi Ebû Sinan'dır. Ancak adı künyeler bölümünde gelecek olan Ebû Sinan b. Mihsan'dan farklıdır.

Yezîd b. Ahnes es-Sülemî.

Yezîd b. Sabit b. Dahhâk el-Ensârî. Halife, Yezîd'm Bedir'e katıldığını belirtmiş olsa da, başka kaynaklar bunu reddetmişlerdir.

Yezîd b. Haris b. Kays el-Ensârî el-Hazrecî.

Yezîd b. Haram b. Sübey' el-Ensârî el-Hazrecî. Bu zatın adı hakkında Musa b. Ukbe'nin Megâtf sinin değişik nüshalarında farklılıklar vardır. Bir nüshasında ismi bu şekilde verilirken, birinde Hizam, diğer birinde ise Hudâre şeklinde geçmiştir.

Yezîd b. Rukayş b. Riyâb el-Esedî.

Yezîd b. Seken b. Rafı' el-Ensârî el-Evsî.

Yezîd b. Amir b. Hudeyde el-Ensârî el-Hazrecî Ebû'1-Münzir.

Yezîd b. Münzir b. Şerh b. Hunâs el-Ensârî el-Hazrecî.

 

Künyeler

 

Ebû'l-A'ver Haris b. Zâlim b. Isa b. Haram el-Ensârî el-Hazrecî. ibn

İshak  asıl  adının  Ka'b   b.   Haris;  Adevî ise   Haris  b.   Zâlim  olduğunu belirtmiştir. İbn Ukbe ise adını Ebû'l-A'ver b. Haris şeklinde vermiştir.

Bedir Savaşına Katılan Sahabîler

Ebû E>yûb Hâlid b. Zeyd.

Ebû Bekr es-Sıddîk Abdullah b. ebî Kuhâfe.

- Ebû'l-Hâris b. Kays b. Hâlid b. Muhalled el-Ensârî.

Ebû Habbe eî-Bedrî. Ebû Hatim asıl adının Amir b. Abdi Amr olduğunu söylemiştir-

Ebû Habbe b. Sabit b. Nu'man el-Ensârî el-Hazrecî.

Ebû Hanne b. Mâlik b. Amr b. Sabit b. Külfe b. Salebe el-Ensârî.

Ebû Habib b. Zeyd b. Hubâb el-Ensârî el-Hazrecî.

Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabî'a el-Kureşî. Adıyla ilgili tartışma İslam'a ilk girenlerden bahsedilirken geçmişti.

Ebû'l-Hasan el-Ensârî el-Mâzinî. Asıl adı hakkında Teym b. Abdı Amr b. Kays b. Muharres, Temim b. Amr ve daha başka isimler zikredilmiştir.

Ebû'l-Hamrâ. Haris b. Rifâ'a veya Hâns b. Afrâ'nın azadlısıdır. £ Ebû Harice Amr b. Kays. İsimler bahsinde geçmişti. Ebû Hâlid b. Haris b. Kays. Daha evvel geçmişti.

Ebû Huzeyme b. Evs b. Zeyd b. Asrem. Muavviz el-Ensârî el-Hazrecî'nin kardeşidir.

Ebû Davud el-Ensârî. İsminin Amr veya Umeyr b. Amir olduğu söylenmiştir.

Ebû Dücâne. Asıl adı Simâk b. Hareşe'dir.

Ebû Za'ne eş-Şâ'ır. İsmi hakkında ihtilaf edilmiştir. Âmir b. Ka'b b. Amr veya başka bir isim de olduğu söylenmiştir. Ebû Ömer'in Taberî'den naklettiğine göre Bedir'e katılmıştır.

Ebû Sebre b. ebî Rühm el-Kureşî el-Âmirî.

Ebû's-Seb' b. Abdul-Kays el-Ensâtî. Asıl adı, daha evvel geçtiği üzere Zekvân'dır.

Ebû Süfyân b. Haris b. Kays b. Zeyd el-Ensâd el-Evsî. İbn Kelbî, onu Bedirli olarak zikretmiş tir.

Ebû Süfyân b. Vehb b. Rabî'a el-Esedî. İbn Hibbân, onu Bedirliler arasında zilaetmiştu:.

Ebû Seleme b. Abdi'1-Esed. Asıl adı Abdullah b. Hilal b. Abdillah b. Ömer b. Mahzûm el-Kureşî el-Mahzûmî'dir.

Ebû Salît el-Ensârî. Adının, Esir, Esira, Esid, Üneys veya Sebra el-Ensârî el-Hazrecî olduğu söylenmiştir.

Ebû Sinan b. Vehb. Asıl adı Abdullah veya Vehb b. Abdullah el-Esedî'dir.

Ebû Sinan b. Sayfî b. Sahr el-Ensârî.

Ebû Şirâk el-Fihrî. Vakıdî ve Ebû Ma'şer, Bediı'e katılanlar arasında

zikretmişler ve asıl adının Amr b. ebî Amr olduğunu söylemişlerdir. İbn Sa'd ise bu zatın daha evvel adı geçen Ami b. Haris ile aynı kişi olabileceğini söylemiştir.

Ebû Şeyh. Asıl adı Ubey el-Ensârî el-Hazrecî olup Hassân'ın kardeşidir.

Ebû Sürme.

Ebû Daj^âh. Asıl adı Nu'man b. Sâbit'tir. Daha evvel geçmişti. h Ebû Talha. Asıl adı Zeyd b. Sehl'dır.

Ebû Ubeyde b. Cerrah. Asıl adı, Amir b. Abdullah olup cennede müjdelenen on sahabeden biridir.

Ebû Akîî el-Belevî. Evs'in müttefikidir. Asıl adının Abdullah b. Abdurrahman b. Salebe veya Abdurrahman b. Abdullah b. Sa'lebe olduğu söylenmiştir.

Ebû Amr el-Ensârî.

Ebû Fadâle el-Ensârî.

Ebû Kays b. Mu'allâ b. Levzân el-Ensâd el-Hazrecî.

Ebû Kebşe. Resûlullah'm (saMahu aleyhi vcsellem) azadbsıdır. İsminin Selim, Evs veya Seleme olduğu söylenmiştir.

Ebû Lübâbe b. Abdi'l-Münzir. İbn Ukbe, isminin Beşir veya Yesir, İbn

İshak ise Rifâ'a olduğunu söylemiştir. Resûlullah (saJMahu aleyhi veseflem) kendisini, Ravhâ'dan geri çevirerek Medine'de kendi yerine bırakmış ve bu yüzden ona ganimetlerden pay vermiştir.

Ebû Mahşî et-Tâı. Beni Esed'in müttefikidir.

Ebû Mersed el-Ganevî. Asıl adı Kennâz'dır. Daha evvel geçmişti. Ebû Mes'ûd el-Bedrî. Asıl adı Ukbe b. Amr'dır. Ebû Müleyl b. A'zer b. Zeyd el-Ensârî el-Evsî.

Ebû Nemle el-Ensârî.

Ebû'l-Heysem b. Teyyihân. Adının Mâlilî olduğu söylenmiştir.

Ebû Yahya Abdullah b. Ka'b el-Ensâd.

Ebû'l-Yeser el-Ensârî. Asıl adı Ka'b b. Amr'dır.

 

Sahabelerin Bedir Gazvesi Hakkında Okudukları Şiirlerden Bazıları

 

Hamza b. Abdülmuttalib'in (Radiyallahu Anh) Şiiri[126]

 

Görmedin mi o olayı ki, tarihte eşine pek a? rastlanır.

Yok olu§a varan o sonucun apaçık sebepleri vardır.

Olay, kavmin helakinden ha§ka sonuç doğurmadı,

Akraba hukukunu çiğneyip küfrü tavsiye ederek yok oldular.

Topladıkları ordularla Bedîr'e doğru hareket ettikleri akşam,

Bedirde asla kapanmayacak bir kuyuda rehin kaldılar.

Biz, başkasının değil, kervanın peşine düşmüştük, ne var ki,

Onlar bixe geldiler ve bir yeme kader bizi buluşturdu.

Karşılaşınca geri dönüp kaçmadık, aksine,

Ucu doğrultulmuş mızraklarla (düşmana) vurduk.

Öyle kılıç darbeleri indirdik ki tepelerine,

Keskin uçları kelleleri bedenlerden ayırıyordu.

Eşi ve benzeri görülmemiş o kılıçlar,

Pırıl pırıl parlıyordu.

Asi Utbe yi de Şeybe yi de orada,

Kuyuya atılan ölüler arasında bıraktık,

Amr da orada kalan ölüler arasında kaldı.

Ağıtçı kadınların, Liiey b. Galib'in değerli kadınlarının yakaları,

Amr İçin parçalandı, kadınlar yukarılara çıktılar.

Onlar sapiklıklanyla öldürülmüş bulunan bir kavimdir,

Yardımdan mahrum bir şekilde sancaklarını bırakıp kaçtılar,

Zira o, sapıklığın alameti olan bir sancak idi,

Peşinden gidenleri iblis yönlendiriyordu.

Ama onlara hıyanet etti, zaten o iğrenç (şeytan) hep hıyanet ederdi.

Olayın vahametini apaçık görünce kendilerine dedi kî:

"Ben sizden uzağım. Bu gün sabredecek gücüm yoktur.

Ben sizin göremediklerinizi görmekteyim.

Allan 'in azabından korkuyorum; zira Allah her zaman galiptir. "

Bedir Savaşı Hakkındaki Bazı Şiirler

Şeytan onları helake sürükledi, tâ ki, vartaya düştüler,

Çünkü o, kavmin bilmediğini yakından biliyordu.

Kuyuya atıldıkları günün sabahında bin kişi idiler; bizim ordumuz ise

Öfkeyle dolu beyaz develer gibi coşan üç yüz neferdi.

Aramızda Allah'ın askerleri de vardı. Onlara karşı,

Bize destek veriyorlardı, bu apaçıktı.

Cebrail hepsini sancağımızın altında birleştirdi,

Dar mevkilerden saldırıyorlardı üzerlerine.

 

Ali b. Ebî Talib'in Şiiri[127]:

 

Görmedin mi? Kudret ve lütuf sahibi olarak ı üce Allah,

Resulüne insanda bulundu,

Kafirleri zillet yurduna kondurdu da,

Kâh esarete, kâh katliâma, maruz kalarak rezil oldular.

Allah Resulü ise büyük yardım gördü,

Zaten Resûlullah adaleti temin için gönderilmişti.

O, Allah katından indirilen ve hakkı batıldan ayıran Furkan'ı getirdi,

Akıl sahipleri için onun âyetleri apaçıktır.

Ona kesin inanan kavimler, Allah 'a hamd olsun, bir çatı altında birleştiler.

inkar eden kavimlere gelince, onların kalpleri haktan uzaklaştı.

Arşın sahibi (Yüce Allan) onları fesat içinde fesada duçar etti.

Bedir günü kendilerini Peygamberine ve öfkeli bir kavme teslim etti,

Onlar İse yapılabileceğin en iyisini yaptılar.

Ellerinde hafif, kılıçlarla geldiler, ama onlara karşı sadık olmadılar.

Daha önce onlara cilalama ve parlatma sözü vermişlerdi.

Arkalarında nice hamiyet sahibi genci,

Cesaret timsali büyüğü olu olarak bıraktılar.

Sabahlara kadar onlar için ağıtçı kadınların gözlerinden,

Kâh sağanak, kân hafif yağmur gibi yaşlar boşalıyordu.

Ağıtçı kadınlar, haddi asan Utbe'ye, oğluna ve Şeybe'ye ağlıyorlardı,

Ebû Cehil'e m ayağı kesik (Esved b. Abdülesedje de yas tutuyorlardı,

Kendisine ağıt yakılanlar arasında Ibn Ced'an da vardı.

Üzerlerinde yas elbiseleri, hüzünle sevgiliyi yitirmenin acısını çekiyorlardı.

Unlardan Bedir kuyusuna atılanlar arasında savaşlarda ve dar günlerde,

Kahramanlık gösteren bir güruhun da bulunduğunu görürsün,

içlerinden azgın olan, onlardan çağırdıklarını çağırdı,

Çağrısına icabet eden etti,

Ancak o azgın kişinin ulaşması güç hedefleri vardı.

Cehennem yurdunda kendilerini meşgul eden,

En meşga/e/i İsle uğraşmaktan dolayı,

Artık şamata ve düşmanlığa fırsat bulamadılar.

 

Ka'b b. Mâlik'in Şiiri:

 

Allah m işine şaştım! Allah dilediğini yapma kudretine sahiptir, ve O nu mağlup edecek hiçbir kimse de yoktur. Bedir günü haddi aşan bir toplulukla karşılaşmamızı takdir etti, Haddi aşarak insanları saptırmak elbette yanlış bir yoldur. Yakın çevrelerindeki bedevileri de seferber edip topladılar, Böylece topladıkları orduların sayısını aıiırdılar. Hep birlikte yürüdüler üzerimize, zira, Ka'b ve Amir (kabileleri) bizden başkasını hedef almamıştı. Bhim aramızda ise Allah 'm Resulü ve, Etrafında sağlam ve muhkem bir kale gibi duran Evs (kabilesi) vardı. Yine onun sancağı altında Beni Neccar topluluğu da harekete geçmişti. Beyaz zırhlara bürünmüşler, hîç durmadan yürüyorlardı. Geçtikleri yollardan tozlar kalkıyordu.

Nihayet onlarla karşılaştık. O vakit her mücahit sabırla, Arkadaşları için kendini feda ediyordu.

îste o zaman açıkça tanık olduk, Allah 'tan başka Rab olmadığına, Resûlullah 'm da yine hakkın desteğiyle galip geldiğine, Kınlarından çekilen seri kılıçlar sanki ateş parçalarıydı,

Senin gözlerini yerler'mden söküyor gibiydi.

işte onlar sayesinde biz, müşrik ordularını dağıttık,

Neticede dağılıp parçalandılar. Facir kişinin sonu zaten hep helaktir.

Ebû Cehil yüzüstü yere yıkıldı, yere yapışıp kalan Utbe'yi de,  (kadınlar) bırakıp gittiler.

Şeybe ve (Abdullah b. Cud'ân) et-Teymi'yi de,

Savaş çığlıkları arasında terk edip gittiler,

ikisi de Arş'm sahibini inkar etmişlerdi.

Son karargah olarak cehenneme yakıt oldular.

Zaten her kafirin sonunda varacağı yer de cehennemdir.

Ta§ ve demir parçalarından iyice kızmış olan ateşiyle cehennem,

Onların üzerlerinde tutuşturuldu.

Halbuki Allah Resulü onlara: "Bana gelin " demişti.

Onlar ise yüz çevirerek:

"Sen sadece bir sihirbazsın" karşılığını veı-mişlerdi.

 

Hassan b. Sâbit'in Şiiri:

 

Uykuda güzel bir cariye senin kalbini bozdu,

Yerde yatan kişiye tatlı ve soğuk bir içecek sunuyordu.

Misk gibiydi, içine bir buluttan inen yağmur suyundan ya da

Boğazlanan hayvanın kanı gibi

Kıpkırmızı eski bir şarap Müdam dan katıyordu.

Kıçı geniş, kalçaları düzgün, olup bitenden habersiz,

Yemin bile vermekten aciz bir cariye idi,

Öyle bir bünyeye sahipti ki, etten sırt kemikleri kaybolmuştu,

Elbisesine bürünüp oturduğunda sanki sert bir mermer oluyordu.

Yumuşak bir bedenle ve güzel bir endamla,

Yatağına dönmeye sanki eriniyordu.

O gündüzü anmaktan usanmam, gecelere gelince,

Hülyaların beni, ona muhtaç kılıyor.

Hatta onu unutmamaya, kemiklerim mezarımda çürüyünceye dek

Onu hep anmaya yemin ettim,

Ey ahmaklığı kınayan kadının sahibi! Ben arzularıma rağmen,

Hz. Peygamberin H Savaşları

Kınayanlarıma isyan ettim.

Hafif uykudan sonra seher vaktinde,

Günlerin olayına yakın bir zamanda bana geldi,

Adamın ömrü boyunca üzüntü çektiğini,

Deve sürülerini yitirdiğini ileri sürdü,

(Ey kadın) bana söylediğinde yalana isen eğer,

Haris b. Hişam mki gibi kurtuldun demektir.

Hira Haris dostlarını savunmak için savaşmadı,

Kaçtı, süratli bir kısrak ve dizgini sayesinde kurtuldu,

Onun atı, süratli ve kıymetli atları çölde bıraktı,

Sağlam bir ipi ve İpinin ucunda taş bağlı bulunan kovanın,

Kuyuya indiği bîr kızla geçip gitti,

Dört nala koştu, hiç durmadan son sürat uçtu,

Dostları ise geride en kötü durumda kaldılar,

Babasının çocukları, aşiret fertleri geride,

Oavas meydanında kaldılar. Onun sayesinde ilah,

islam eh/ini sevindirdi.

Allah elbette kendi emrini uygular.

Alev alev tutuşan harbin ateşi, yiyip bitirdi onları,

ilah olmasaydı eğer, bir de atı hızlı koşmasaydı,

Vahşi hayvanlara yem olarak bırakırlar, ezip geçerdi onu atlar,

Esir olur, elleri bağlanırdı; ama yaşlılara kar§ı.şahin kesilirdi,

Ya da ar ve açık bir zilletle yere serilmiş bir vaziyette,

Yüksek dağlar yerinde durdukça, çağrıya dahi icabet edemeyecekti

Çünkü o, kılıçların, değerli bir kişinin elinde,

Her istediğini yapan efendiyi sürdüğünü gördü.

Öyle bir aileye ait ki o, atılgan bir efendi idi,

Yüce değerleri aramaktan aciz kalanların nesebi,

Ona asla zarar veremezdi,

O kılıçlar öyle kılıçlardı ki, demire vursa,

Her bir buluttan çakan şimşekler gibi içine işlerdi.

 

Haris b. Hişam'ın[128] Hassan'a Cevabı:

 

Kavim de bilir ki, ben kendileriyle savaşmaktan asla kaçmadım,

Tâ ki tayımı ok yağmuruna tutup onu kana buladılar.

Anladım ki, on/ara karşı tek başıma savaşsam öldürülecektim,

Ve benim karşı koymam, düşmanımı caydırmayacaktı da,

Kötü bir günün azabına duçar olmaları arzusuyla,

Aralarında dostlar da bulunduğu halde ben onlara kargı koydum.

Esmaî derdi ki: Bu savaştan kaçma bahanesi olarak söylenen en iyi mazerettir. Halef el-Ahmer ise, bu konuda söylenen en güzel sözlerin, Hübeyre b. ebî Vehb el-Mahzûmî'nin şu beyitleri olduğunu söylerdi:

Dinine yemin ederim ki ben,

Korkaklık ya da ölüm korkusundan dolayı

Muhammed ve arkadaşlarına arkamı dönüp kaçmadım,

frakat durumu kendimce ölçüp biçtim,

Ne kılıcımı vuracak, ne de okumu atacak bir hedef bulabildim.

Durdum, mevziimi kaybetmekten endişe edince de,

Tekrar dönmek üzere hbü ş-Şib! Hizebr gibi geri çekildim.

Bu ikİ şiir, terkib ve manâ bakımından birbirlerine yakın olmakla birlikte korkaklık ve öldürülme korkusunu daha vurgulu bir şekilde reddetmesi bakımından ikincisinin birincisinden daha veciz olduğu söylenebilir, ikinci şiir, kaçış nedenini, sadece, düşmanın karşısında durmanın bir yarar sağlamayacağı düşüncesiyle açıklamıştır. Birinci şiirde ise bu, ileri sürülen nedenlerden sadece biridir. Diğer neden ise "öldürülecektim" ifadesinde saklıdır. Şiirin Arapça aslında geçen "ramav mührî bİ eşkar müzbid"den maksat, kandır. Bunun, düşman karşısında direnmesinin onlara herhangi bk zarar vermeyeceği düşüncesiyle kayıtlı olması muhtemeldir. Bununla birlikte ikinci şîir, hem mânâ, hem de ifade bakımından daha açıktır.

 

Hassan b. Sabit’in İkinci Şiiri:

 

Yeryüzünün bütün halkı İnkarcı iken,

Peygamberlerini kabul edip tasdik eden benim kavmimdir.

İşte bunlar, salihlerîn atası olan kavimlerin, Ensâr'm özellikleridir.

Onlar, Allan m dağıtımına razı oldular ve o seçkin ve soylu zat,

Yurtlarına geldiğinde ona "hoş geldin, sefalar getirdin!" dediler,

Güven ve bolluk içinde oldular, o ne güzel Peygamber!

Ne güzel bölüşüm, ne güzel komşudur!

Onu öyle bir yurda yer/eştirdiler ki, orada korku yoktur,

Asıl yurt, onun kom§u olduklarının yurdudur.

Orada, muhacir olarak kendi/erine gelenlerle mallarını bölüştüler,

inkar edenlerin nasibi ise ancak ateştir.

Yürüdük o vakit Bedir'e, onlar da yürüdüler sonlarına,

Eğer kesin bilmiş olsalardı, yürümezlerdi.

(Şeytan) onları gururla aldatıp yola çıkardı, sonra kendilerini,

(Düşmana) teslim edip kaçtı. O iğrenç (şeytan) kendisine dost olanlara,

kep hıyanet eder zaten, Onlara "Ben sizin komsunuzum " dedi ve   .

Sonra onları en kötü mevkiiye soktu,

Bu mevkiide utanç ve rezillikten başkası yoktu.

Sonra karşılaştık, bütün kavim şerefli liderlerini bırakıp kaçtı,

Bîr gurup ise peşlerine düşüp onları arıyordu.

Taberânî'nin Mus'ab b. Abdullah ve başka Kureyşlilerden, Ümevî'nin de Saîd b. Katan'dan naklettiğine göre Hz. Peygamber'in halası Atike binti Abdulnıuttalib de şu şiiri okumuştur:

Nasıl?! Gerçek değil miymiş rüyam! işte onun gerçek olduğu haberini

Kavminden kaçıp gelen zat getirdi size,

Ben yalan söylemediğin halde BİZ, bana 'yalan söyledin   dediniz...

Gerçeği ise ancak özünde yalancı olan yalanlar.

Hakim (b. Hizam)m savaştan kaçışının tek nedeni ölüm korkusudur,

2,İra başka kurtuluş yolu bulamadı.

Kalplerindeki azim, kavmin çığlıklarını duydu,

Gönülleri boş kuruntularla dolu, hülyaları bekar idi.

Hind kılıçları boğazlarına dayandı, ayrıca Hatt[129]   işi mızrak vardı

Kir ucu sivri ve keskin idi.

Kahraman aslanların elinde uçları, ateş alevi gibi pırıl pırıl oluyordu,

Babam Muhammed e feda olsun ki, karşılaşma günü, ya§hlar,

Peş peşe gelen harplerle İyice yorgun düştüler,

Mücadele ederek ince kılıçlarla canlarında okudular,

Yedekteki atların (tozu dumana katıp) gökte bulutlar oluşturduğu gibi,

Kaç defa kılıçları bir kraliçe öldürdükten sonra soğuau,

Hızlı ve yiğit aslan gibi (onları) sarstı,

Kuyuya atılan ölülerden ne haber? bir o kadarı da,

Kardeşimin elinde esirdir ki, onlara koyduğu fidye onun hakkıdır.

Onlar kadınlar mı İdiler, yoksa Allah tan ölüm emri mi gelmişti?

Zira ölüm insanı çeker,

Amca çocukları, karşılaştıklarında Muhammed İ nasıl buldular?

Çünkü savaşlar tecrübelerle doludur.

Size etkili bir darbe indirmedi mi? ki, onun etkisiyle korkak,

Mutlaka imdat çığlıkları atar, onun için gündüz bile yıldızlar çıkar,

Yemin ederim ki, gayet tekrar dönerseniz, muhakkak ki,

Kökünüzü kazıyacaktır, deniz sahillerinde atlar helak olacaktır,

Kılıçların uçları sanki güneş ışığı gîbî parlıyordu,

Öyle ki, ışık huzmelerinden sanki bir boynuz ve kaş oluşmuştu.

Ümevî'nin nakline göre Atike ayrıca şu beyitleri de okumuştur:

Bedir'de Muhammed karsısında sabretseydiniz ya! Zira kim savaşta direnirse, işte gerçek sabreden odur. Keskin kılıçlardan kaçmasaydınız ya! zira onlar, Müminlerin elinde sanki yakıcı bir ateştiler, Kılıçlara karşı sabredemediniz! yine de,

Hislerine mağlup müminlerin alinden

Pek az ceza gördünüz,

Arkanızı dönüp kaçtınız, oysa ki savaşçı bir kahraman,

Ovanların korkusuyla meydanı bırakıp kaçmaz,

0 (Peygamber) sîze önceki peygamberlerin getirdiği hakikatleri getirdi, Dürüst ve iyi biri olan kardeşimin oğlu hiçbir zaman bir §air olmamıştır.

Peygamber inişe karşı yerine getirmediğiniz görevinizde (Allah) yetecektir, Zira Amr ve Amir kabileleri ona yardım edecektir.

 

 

8- Bölüm

 

Küdr'de Benîsüleym Veya Karkaratü'l-Küdr[130] Gazvesi

 

Ibn İshak, Ebû Ömer, Ibn Hazm ve daha başkaları anlatıyorlar; Resûlullah'a (sallaHıu aleyhi veseîlem), Süleym ve Gatafan kabilelerine mensup bir grubun Küdr'de toplandığı haberi ulaştı. Medine'de kendi yerine Sibâ' b. Urfuta el-Gıfârî veya Ibn Ümmi Mektûm'u bırakarak o bölgeye doğru hareket etti. Beyaz sancağı Ali b. ebî Talib taşıyordu. Kiidr denilen sulaklarına kadar ilerlediyse de bölgede hiç kimseye rastlayamadı. Ashabından bir müfrezeyi vadinin yukarı kesimlerine gönderdi. Sonra vadinin ortasında onlarla buluştu. Orada bazı çobanlarla karşılaştı. Aralarındaki Yesar adlı bir köleye orada toplanan insanlar hakkında bilgi sordu. Ancak köle, "Onlar hakkında hiç bilgim yoktur. Ben sadece (bir gün su içen, üç gün otlanan, sonra beşinci günü tekrar sulanan) hıms develerine su veriyorum. Bu gün dördüncü gündür. İnsanlar suya çıktılar. Biz ise develere bakmaktayız" dedi. Resulullah (sallailahu aleyhi vcsellem) orada üç gün kaldıktan sonra develeri ganimet alarak Medine'ye geri döndü. Medine'ye üç mil uzaklıkta bulunan Sıra[131] kuyusunda ganimederi bölüştüler. Beş yüz deve vardı. Resulullah (sallallahu aiq'hi vesellem) kendi hakkı olan beşte bir payı ayırdıktan sonra geri kalan beşte dördünü Müslümanlara paylaştırdı. Müslümanlar iki yüz kişi idiler ve her; birinin payına iki deve düştü. Köle Yesar ise Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) payına düşmüştü. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), daha sonra kendisini namaz kılarken gördüğü için onu azat etti. Resulullah (sallallahu aleyhi esellcm) 15 gün Medine'den uzak kaldı. Daha sonra Şevval ve Zilkade aylarını Medine'de geçirdi. Bu süre içinde Kureyşlı esirlerin çoğunu fidye mukabili serbest bıraktı.

 

Mülâhaza

 

el-Vyûn müellifi Benî Süleym gazvesi ile Karkaratü'l-Küdr gazvesinin iki ayrı   gazve   olduğunu   belirtmiştit.   Buna   göre   el-Mevrid  müellifi   Uhud gazvesinden önce altı gazve zikretmiştir. İbn İshak ve ona tâbi olarak Ebû Ömer, Beyhakî, Ibn Kesir, İbnü'l-Kayyim ve daha başkaları ise Uhud'dan Önce beş gazve nakletmişlerdir. Ibn Sa'd da beş gazve zikretmiş, ancak kronolojik sıralamada onlardan ayrılmıştır.  Ibn İshak'a göre bu gazveler sırasıyla şunlardır: Küdr'de Beni Süleym gazvesi, Sevîk gazvesi, Zî Emer gazvesi -diğer adıyla Gatafan gazvesidir-, Buhran'daki Furu' gazvesi ve son olarak Benî  Kaynukâ'  gazvesi.  Ibn  Sa'd'a göre  Benî Kaynukâ5  gazvesi Bedir'den sonra Şevval ayının İkinci yarısında Cumartesi günü meydana gelmiştir.   Ibn   İshak,   Sevîk   gazvesinin   hicretin   22.   ayının   başlarında Zilhicce'nin beşinde Pazar günü meydana geldiğini söylemiştir. İbn Sa'd, Karkaratü'l-Küdr gazvesinin hicretin 23. ayının başlarında Muharrem ayının ortalarında meydana geldiğini söylerken, İbn İshak'a göre bu tarih, hicretin ikinci yılı Şevval ayıdır. İbn Sa'd, Gatafan gazvesinin hicretin 25. ayının başlarında  Rebiyülevvel ayının   12.  gününde yaşandığını belirtirken, İbn İshak  bunun   Zû  Emerr  gazvesi  olduğunu   söylemiştir.   Ibn  Sa'd'ın  bu gazvenin hicretin 25. ayının başlarında Rebiyülevvel ayının 18'de Perşembe günü meydana geldiğini belirtmesine karşın İbn İshak, aksine onun hicretin üçüncü yılı Muharrem ayında yaşandığını söylemiştir. İbn Sa'd, Benî Süleym gazvesinin ise hicretin 27. ayının başlarında Cemâziyelûlâ'mn altıncı gününde meydana geldiğini söylemiştir..

 

9- Bölüm

 

Sevîk Gazvesi

 

Sevik gazvesinin nedeni şudur: Bedir'de büyük bir yenilgi alan müşıikler sayıları eksik olarak kederli bir şekilde Mekke'ye geri dönünce Ebû Süfyan, Resulullah (saîlaflahu aleyhi vesellem) ve ashabından Bedir'de öldürülen müşriklerin intikamını almadıkça kendisine yağ kullanmayı yasakladı, cünüplük nedeniyle de olsa başına su dokundurmamaya ant içti. O nedenle yeminini yerine getirmek üzere Kureyş'ten iki yüz atlı ile yola çıktı. Necdiyye[132] dağ yoluna girdi. Oradan Kanâr[133] vadisinin girişine indi ve daha sonra Medine'ye yaklaşık bir berıd (12 mü) mesafede bulunan Yetib dağına doğru yöneldi. Sonra kendisi gece karanlığından istifadeyle arkadaşlarından ayrılarak Nadir oğuUarı'rta geldi. Önce Hay)' b. Ahtab'ın kapısını çaldı. Hayy, korkup ona kapıyı açmadı. Bunun üzerine, oradan ayrılarak o dönemde Nadir oğuilaıı'nm efendisi ve haznedarı olan Sellâm b. Mişkem'in kapısına vardı ve kendisinden içeri girmek için müsaade istedi. Sellâm, içeri girmesine izin verdi, onu evinde ağırlayıp kendisine su verdi. Ayrıca Resûlullah (salkllahu aleyhi vesellem) ve ashabı ile ilgili gizli bilgileri de kendisine verdi. Ebû Süfyan gecenin sonlarına doğru oradan ayrılıp arkadaşlarının yanma geldi. Kureyş'ten birini bilgi toplamak üzere gönderdi. Sonra yollarına devam ederek Urayz[134] denilen bir bölgeye kadar geldiler. Orada hurma bahçelerini ateşe verip tarlalarında çalışırken yakaladıkları bir Ensarlı ile ortağını öldürdüler. ei-Imtâ' ra\xe\Mx söz konusu Ensarlınm Ma'bed b. Amr olduğunu belirtmiştir. Bu hareketiyle Ebû Süfyan yeminini yerine getirdiğini düşündü. Denildiğine göre Ebû Süfyan, bu taşkınlığını Sellâm b. Mişkem'in yanından döndüğü gece yapmıştır. Bu olaydan sonra hızlıca oradan ayrılıp Mekke'ye geri döndüler. Bu acı haberi duyan yöre halkı onlara hak ettikleri cezayı vermek için hazırlandılar. Resûlullah (saMahu aleyhi vesdlem) de hicretin 22. ayının başlarında Zilhicce'nin beşinde Pazar günü muhacir ve Ensartlan oluşan 200 kişilik bir müfreze ile onları yakalamak için peşlerine düştü, el-İşare'de Resulullah'ın (saliallahu aleyhi veseBetn) ashabının 80 kişi oldukları belirtilmiştir. Bu iki farklı rivayetin arası şöyle uzlaştmlmıştır: Ashap arasındaki atlıların sayısı 80 kişi idi, ama ordunun tamamı 200 kişiden oluşmaktaydı. Resûlullah (saDalkhu aleyhi vesdlem) Sevik gazvesi sırasında Medine'de kendi yerine Beşir b. Abdülmünzir'i bırakarak Karkaratü'l-Küdr mevkiine kadar ilerledi. Onun hareketini haber alan Ebû Süfyan ve arkadaşları daha hızlı kaçabilmek için yüklerini hafifletmeye, umûmi azıkları olan un çuvallarını birer birer atmaya başladılar. Müslümanlar da onların attıkları un çuvallarını toplaya toplaya ilerliyorlardı. O nedenle bu gazve Sevîk (un) gazvesi diye adlandırılmıştır. Müslümanlar (bütün çabalarına rağmen) Ebû Süfyan ve arkadaşlarını yakaîayamadılar. Resûlullah (saMahu ateylıi vesdlem) de beş günlük seferden sonra Medine'ye geri döndü. Resûlullah (saliallahu aleyhi vesellem)   herhangi bir  çatışmayla  karşılaşmadan  arkadaşlarıyla birlikte geri dönünce Müslümanlar kendisine: 'Ya Resûlullah! Bunun bizim için bir gazve olduğunu umuyor musun?" diye sordular. O da: "Evef* buyurdu.

 

10- Bölüm

 

Necid Bölgesine Yapılan Gafatân Gazvesi

 

Aynı zamanda Zû Emerr diye de anılan Gatafân gazvesinin sebebi şudur: Resûlullah'a (sallallahudeyhi vesellem), Beni Salebe b. Sa'îd b. Zübyân b. Bağız b. Rays b. Gatafân ve Beni Muharib b. Hasafe b. Kays'a mensup bir grup kimsenin kendi bölgesine saldırmak üzere Zû Emer'de toplandıkları haberi ulaştı. Onları bu amaçla Du'sûr b. Haris b. Muharib adında biri toplamıştı. Resûlullah  (saMahu aleyhi vesdlem)  ashabını bunların üzerine yürümeleri için teşvik etti ve Medine'de kendi yerine Osman b. Affân'ı bırakarak aralarında bir kaç  tane  atlının  da  bulunduğu  450  kişilik  bir  ordu  ile yola  çıktı. Müslümanlar, Medine yakınlarında Zü'/-Kassa’da[135]   onlardan olan Cebbar b. Beni Sa'lebe adında birini yakaladılar ve ona, "Nereye gidiyorsun?" diye sordular. Adam: "Yesrib'e (Medine'ye) gidip hem kendim için bit şeyler aramak, araştırmak hem de Peygamber'in huzuruna varıp insanların ona karşı toplandığını kendisine bildirmek istiyorum" dedi ve sonra sözlerine şöyle devam etti: "Onlar asla senin karşına çıkamayacaklardır. Eğer senin, Üzerlerine yürüdüğün haberini alırlarsa dağların başlarına kaçarlar. Ben de sizinle birlikte geleceğim." Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem) kendisini İslam'a davet etti, o da bu daveti kabul ederek müslüman oldu. Sonra Peygamber (saflalklıu aleyhi vesellenı) onu Bilal'ın yanına verdi. Cebbar, Resûlullah'ı başka bîr yola soktu, sonra tam kavmin tepesine indirdi. Resûlullah'ın (saliallahu deyin vesellem) üzerlerine yürüdüğü haberini alan kavim, dağların başlarına kaçmaya başladılar. Peygamber  (saüalbhu aleyhi vesellem)  Zû Emerr denilen suya kadar ilerledi ve orada kamp kurdu. Hz. Peygamber ve ashabı orada şiddetli bir yağmura yakalandılar ve bundan dolayı hepsinin elbiseleri çamurlar içinde kaldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (saMahu aleyhi vesellem) bir ağacın altına vardı ve kuruması için elbisesini ona astı. Sonra bîr müddet uzanıp yattı. Bütün   bunlar   müşriklerin   gözleri   önünde   cereyan    ediyordu.    Sonra Müslümanlar  kendi  işleriyle   meşgul   olmaya  başlayınca  onları   seyreden müşrikler içlerinden Du'sûr b. Haris adında cesur bir adamı Müslümanların yanına gönderdiler. Du'sûr kavmin efendisi ve en cesuru idi. Müslümanların yanına gelirken kılıcını da kuşandı. Kılıcını kuşanmış olarak hızla ilerleyerek gelip Resûlullah'm (saBaüahu aleyhi vesellem) başına dikildi ve kılıcını çekerek: "Ey Muhammedi Bugün seni benden kim koruyacak?" dedi. Peygamber (saüallahu aleyhi vesellem) de: "Allah" buyurdu. Derken Cebrail adamın göğsüne bir darbe indirdi ve kılıç elinden düşüverdi. Bu defa kılıcı Resûlullah (saBaüahu aleyhi, vesdlem) eline alarak: "Şimdi seni benden kim kurtaracak?]" dedi. Du'sûr: "Hic kimse! Şahadet ederim ki, Allah'tan'başka ilah yoktur ve Muhammed de Allah'ın Resulüdür. Vallahi bundan sonra artık asla sana karşı ordu toplamayacağım" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (saflaBahu aleyhi vesdlem) kılıcını ona geri verdi. Sonra Du'sûr kavminin yanına döndü. Kavmi dehşetle kendisine: "Yazıklar olsun! Sana ne oldu?!" deyince şöyle cevap verdi: "Uzun boylu bir adam gördüm. Göğsüme şiddetli bîr darbe indirdi ve sırt üstü yere düştüm. Sonra anladım ki, o melekti ve bunun üzerine Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahadet getirdim. Vallahi artık ona karşı bir daha ordu toplamayacağım." Sonra kavmini İslam'a davet etmeye başladı. Bu konuda Allah Teâlâ:    "Ey iman edenler! Allah'ın size karşı olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size kastetmeye yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden savmıştı" (Mâide, 11) âyetini indirmiştir. Resûlullah (sallaflahu aleyhi vesellem), 15 gün süren bu seferinde herhangi bir çatışmaya girmeden Medine'ye geri döndü. Ebû Ömer bin Abdilberr, Resûlullah'ın Safer ayının tamamını Neridde geçirdiğini belirtmiştir.

 

Mülâhaza

 

Beyhakî demiştir İd: Zatü'r-Rikâ' gazvesinde de Du'sûr'ün kıssasına benzeyen bir kıssa gelecektir. Bu ikisinin ayrı kıssalar olması muhtemeldir, eli Bidaye müellifi ise şöyle demiştir: Eğer bu kıssa doğru (mahfû^) ise, kesinlikle diğerinden farklı bir kıssadır. Çünkü söz konusu adamın adı Gavrus b. Hâris'dir ve müslüman da olmamıştır. Aksine eski dininde devam etmiştir. Ancak Resûlullah la, kendisine karşı savaşmaması için anlaşma yapmıştır.

 

11- Bölüm

 

Buhran Taraflarında Furû' Gazvesi

 

Furu' gazvesinin sebebi de şudur: Resûlullah'a (saflaflahu aleyhi vesellem), Furû'[136] mevkiinde Beni Süleym b. Mansûr'a mensup büyük bir ordunun kendisine karsı toplandığı haberi ulaştı. Bunun üzerine Medine'de kendi yerine İbn Ümmİ Mektûm'u bırakarak 300 kişilik bir ordu ile yöneldiği ciheti acıklamaksızin hareket etti. Necran'a bir günlük mesafede Süleym oğullarından bir adamla karşılaştılar. Adam ordunun dağıldığını bildirmesine rağmen Resûlullah (saBaHahualeyhiveseflem), yanına birini vererek onu beraberinde alıkoydu ve sonra hareket edip Necran'a kadar ilerledi. Ortalıklarda hiç kimse yoktu. Bir kaç gün orada kaldıktan sonra herhangi bir çatışmayla karşılaşmadan Medine'ye geri döndü. Vakıdî'ye göre Necran'da kaldığı süre on gündür. İbn Ishak ise Rebiyülevvel ve Cemaziyelûla aylarını orada geçirdiğini belirtmiştir.

 

12- Bölüm

 

Benî Kaynukâ' Gazvesi

 

Abdullah b. Sellâm'ın kavmi Beni Kaynukâ'ya yönelik olan bu gazve Hz. Peygamber'in (sâflaBaha aleyhi veseflem) hicretinin 20. ayının başlarında, Şevvalin onbeşine tekabül eden Cumartesi günü meydana gelmiştir. Ayrıca Beni Kaynukâ, Abdullah b. Ubey b. Selûl, Ubâde b. Samit ve Evs ve Hazreç kabilelerinden daha başkalarının müttefiki idiler. Yahudi kabilelerinin en cesuru olup genellikle kuyumculukla ilgilenirlerdi. Resûlullah'ın (saflaHahu aleyhi vesellem) hicretinden sonra kafirler ona karşı üç gruba ayrılmışlardı. Bir kısmı Hz.   Peygamberle,   kendisine   karşı   savaşmama  ve   düşmanlarına   destek olmama anlaşması yapanlardır ki, bunlar Beni Kurayza, Beni Nadir ve Beni Kaynuka'dan oluşan üç Yahudi topluluğu idi. İkinci grup O'na karşı harp ilan edip düşmanlık besleyen Kureyşlilerdir. Üçüncü grup ise O'nu düşmanlarıyla baş başa bırakıp işin neticede nereye varacağını bekleyen bazı Arap kabileleridir, Bunlar içerisinde Huzâ'a gibi içten Resûlullah'ın (saHaSahu aleyhi veselîem) galip gelmesini arzu edenler bulunduğu gibi, Beni Bela- gibi bunun tam aksini temenni edenler de vardı. Bu gruba dahil olanlar içerisinde ayrıca görünürde Peygamber (saBaflahu aleyhi vesdlem) ile birlikte olduğu halde İçten (gerçekte) onun düşmanlarının safında yer alan münafıklar da bulunmaktaydı.

Peygamber (saflaflahu aleyhi veselîem) muhacir olarak Medine'ye geldiğinde, orada yaşayan bütün Yahudi toplulukları kendisiyle anlaşma yaptı. Resûlullah (saflaflahu aleyhi vesellem) bunlarla kendi arasında bir sözleşme imzaladı, her kavmi müttefikleriyle birlikte değerlendirerek aralarında karşılıklı güvenlik anlaşması yaptı ve onlara bir takım şartlar koştu. Bu şartlardan biri de, ona karşı düşmanlarına destek vermemeleri idi. Benî Kaynuka, Bedir savaşından sonra söz konusu sözleşmeyi ilk bozan Yahudi topluluğu oldu. Müslümanlara karşı kin ve kıskançlık duygularını ilk defa o zaman dışa vurdular, Resûlullah (salMahu aleyhi vesellem) ile yaptıkları anlaşmayı ihlal ettiler. Bunun üzerine Peygamber (saflaOahu aleyhi vesdlem) kendilerini Beni Kaynuka pazarında toplayıp şöyle hitap etti: "Ey Yahudi topluluğu, müsluman olunup Vallahi siz de biliyorsunuz ki, ben Allah'ın Resulüyüm. Ey Yahudi topluluğu! Kureyş'in başına gelen musibetin Allah'tan sizin de başınıza gelmesinden sakının ve müsluman olun. Elbette biliyorsunuz ki, ben (Allah tarafından) gönderilmiş bir elçiyim. Bu gerçeği siz kendi kitabınızda da buluyorsunuz Allah'ın size ahdi de böyle idi." Beni Kaynuka Yahudilerinin Resülullah'a (saliallahu aleyhi vesellem) yanıtları ise şöyle oldu: "Ey Muhammedi Sen bizim, kendi kavmin gibi olduğumuzu zannediyorsun. Harp tekniği hakkında bilgisi olmayan bir kavimle karşılaşmış olman ve onlara karşı bir üstünlük yakalaman sakın ola ki seni yanıltmasın. Vallahi sen bizimle savaştığında, o zaman bizim nasıl insanlar olduğumuzu elbette anlayaçaksın."

İbn İshak'm nakline göre İbn Abbas, aşağıdaki âyetlerin Beni Kaynuka Yahudilerin den başkası hakkında inmediğini belirtmiştir:(Resulüm!) İnkar edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir! (Bedir'de) karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir grup (yani Resûlullah'ın Bedir'e katılan ashabı), diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kafir bir grup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır." (Al-i İmı-ân, 12-13) Beni Kaynuka Yahudileri Resülullah'a (saMlahu afeyhi vesellem) karşı düşmanlıklarını açığa vurarak onunla yaptıkları anlaşmayı bozdukları bir sırada bir bedevi kadını sürülerini Medine'ye getirip Beni Kaynuka pazarında satar. Sonra ziynet eşyası almak İçin oradaki bir kuyumcu dükkanına oturur. Yahudiler yüzünü açması için çalışırlarsa da kadın dediklerini yapmaz. Bunun üzerine kuyumcu, kadın farkında olmadan elbisesinin ucunu bir dikenle arkadan üstüne bağlar. Ayağa kalktığında avret yerleri ortaya çıkar ve etrafındakiler buna gülüşürler. Bunun üzerine kadın çığlık atar. Onu duyan bit Müslüman, Yahudi olan kuyumcunun üzerine saldırır ve onu öldürür. Oradaki Yahudiler de hep birden müslümanın üzerine saldırıp öldürürler ve anlaşmayı bozduklarını Hz. Peygamber'e (saüaMıu aleyhi vesellem) haber verirler. Derken iş daha da büyüyerek müslümanın ailesi, Yahudilere karşı Müslümanlardan yardım ister. Müslümanlar bu duruma çok öfkelenirler ve Beni Kaynuka Yahudileri ile aralarında büyük hâdise çıkar.

Allah  (celle celâlulıu) "(Anlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (onlarla yaptığın ahdi) aynı şekilde bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah hainleri sevmez" (Enfâl, 58) âyetini indirince Resûlullah (saüallahu aleyhi vesellem)

"Ben, Beni Koynu ka'nın hainlik yapmasından korkuyorum" buyurur. Sonra âyete istinaden Beni Kaynuka'nın üzerine yürüdü. O gün beyaz sancağı Hamza b. Abdulmuttalib taşıyordu.

İbn Sa'd şöyle demiştir: O dönemde henüz bayraklar yoktu. Medine'de kendi yerine Ebû Lübâbe b. Abdülmünzir'i bıraktı. Hareketini haber alan Yahudiler kalelerine sığındılar. Resûlullalı (sallalkhu aleyhi vesellem) kendilerini her taraftan muhasara altına aldı. Bu şekilde on beş gün kadar direndiler. Sonra Allah kalplerine korku verdi ve sonunda Peygamber'in (sallalkhu aleyhi vesellem) hükmüne boğun eğdiler. Resûlullah (saMahu aleyhi veseHem), sahip oldukları malların ganimet olarak kendisine, kadınlarla çocuklarının ise kendilerine kalmalarına hükmetti. Sonra (erkeklerinin) bağlara vurulmasını emir buyurdu. Bu iş için Münzir b. Kudâmc es-Sülemî'yı görevlendirdi. Bern Kaynuka Yahûdıîenyle, Abdullah b. Ubey b. Selûl gibi anlaşmalı olan Ubâde b. Sâmit Resûlullah'ın (saüaîlahu aleyhi veselîem) yanına vardı ve onları Peygamber'e havale etti; kendileriyle yaptığı anlaşmadan vazgeçerek Allah'a ve Resulüne iltica ettiğini açıkladı. Şöyle dedi: £cYa Resûlallah! Ben Allah'ı, Resulünü ve müminleri dost edinip bu adamlarla olan anlaşmamdan vazgeçiyorum." Allah, Beni Kaynuka Yahudilerini Peygamberinin (saflaüahu aleyhi vesdîem) eline düşürünce, Abdullah b. Ubey b. Selûl de kendisine gelerek: "Ey Muhammedi Dostlarıma iyi davran!" dedi. Beni Kaynuka, Hazrec'in müttefiki idi. Resûlullah (sallallahu alejdıi vesellem) Abdullah b. Ubey'i pek dikkate almayıp işi ağırdan alınca, yine: "Ey Muhammedi Dostlarıma iyi davran!" dedi. Resûlullah (saMlnhu aleyhi vesdîem) kendisinden yüz çevirince, bu defa arkadan Hz. Peygamber'in (saltoMıu aleyhi vesellem) Zâtü'l-Fudûl denilen zırhının cebine elini soktu. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Bırak beni! Utanma*? herif."dedi. Resûlullah (salklîahu aleyhi vesellem) onun bu hareketine çok kızdı, Öyle kİ, kızgınlığı yüz hatlarından belli oluyordu. Sonra yine: "Bırak beni! Utanma^ herif." dedi. Abdullah b. Ubey ise (hâlâ ısrar ederek) şöyle yanıt verdi: "Vallahi dostlarımı bağışlamadığın sürece bırakmayacağım. Onlar, 400 zırhsız, 300 zırhlı adamlarıyla beni Arap ve Aceme karşı korumuşlardı. Sen İse onları bu- günde devşiriverİyorsun. Vallahi, ben felaketlerden korkan biriyim." Bunun üzerine Resûlullah (saîlalkhu aleyhi veselîcm): "Onları serbest bırakın. Allah, onlara da onlarla birlikte buna da lanet etsin!" buyurdu ve onları öldürmekten vazgeçerek Medine'den sürülmelerini emretti. Yahudiler olaydan üç gün sonra Medine'den çıktılar. Sürülme işlemlerine Ubâde b. Samit veya Muhammed b. Mesleme memur kılındı. Medine'den çıkan Yahudiler E^ri'ân'n[137] gittiler. Ancak orada da fazla tutunamadılar.

Resûlullah (saMahu aleyH vesellem) onlara ait silahlardan kendisine üç yay, iki zırh, üç mızrak ve üç kılıç aldı. Yaylardan birine Ketum, -ki, bu Uhud'da kırılmıştır- diğerine Ravhâ; üçüncüsüne de Bey%â ismi takıldı. Zırhlardan birine Suğdiyje denirdi. Diğeri ise gümüştendi. Kılıçların biri kala'î (bir maden çeşidi) idİ. İkincisine Bettâr denir, üçüncüsüne ise isim verilmemiştir. Yahudi evlerinde ayrıca pek çok silah ve kuyumcu aleti ele geçirdiler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bunlardan, kumandan olarak kendi hakkını ve (ailesinin hakkı olan) beşte birini (humus) aldıktan sonra geri kalan beşte dördünü ashabına dağıttı. Bu, Bedir'den sonra alman ilk humus (beşte bir) idi. Yahudilerin mallarına el koyan kişi, Muhammed b. Mesleme idi. Allah (çete cdâluhu) Abdullah b. Ubey ve Ubâde b. Sabit hakkında şu âyetleri indirmiştir:

"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin, Zira onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden onları dost edinenler, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.

Kalplerinde hastalık bulunanların (yani Abdullah b. Selûl; çünkü o, "başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz" demişti): "Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir emir getirir de sonra içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar,.. Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki, Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekatı verirler. (Çünkü Ubâde b. Samit Allah'ı, Resulünü ve müminleri dost edinmiş, Beni Kaynuka'nm dostluğunu ve onlarla yaptığı anlaşmayı ise bozmuştu). Kim Allah'ı, Resulünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır." (Mâide, 51-56)

 

Mülâhazalar

 

1- Beyhakî ve ondan önce Buharı, Beni Nadir'le ilgili haberi Uhud vakasından önce nakletmişlerdİr. el-Bidâye müellifi ise şöyle demiştir: Doğrusu, İbn İshak ve daha başka megazi yazarlarının naklettikleri gibi Beni Nadir gazvesi, Uhud'dan sonra vuku bulmuştur. Bunun delili şudur: içki, Beni Nadir kuşatması sırasında haram kılınmıştı. Sahilf'te yer alan bir rivayete göre Uhud'da şehit olanlardan bit grup içki içmişlerdi. Bu da gösteriyor İti, o zaman içki henüz helaldi. Daha sonra haram kılınmıştır. Bu açıklamalardan ortaya çıkmıştır ki,  Benî Nadir  olayı,  Uhud  savaşından  sonra meydana gelmiştir.

2- Hâkim, Beni Kaynuka ve Beni Nadir Yahudilerinin aynı zaman dilimi içinde Medine'den sürüldüklerini belirtmiş olsa da onun bu görüşü, kabul görmemıştk. Zira Beni Nadir'in sürülmesi, Buharî'nin muallak; Abdürrezzâk'ın da mevsûl olarak Urve'den naklettikleri rivayete göre Bedır'den altı ay sonra veya İbn tshak'm nakline göre bundan uzun süre sonra v^ku bulmuştur. İbn Ishak bu olayın, hicretin dördüncü yılında meydana gelen Bİ'ri Ma'ûne vakasından sonra vukuu bulduğunu belirtmiştir. Beni Kaynuka gazvesi ise, daha evvel de belirtildiği gibi hicretin ikinci yılında Şevval ayının yansında meydana gelmiştir.

 

13- Bölüm

 

Uhud Savaşı

 

Uhud savaşının sebebi şudur: Allah Teâlâ, Bedir'de Kureyş kafirlerinden bir kısmını öldürdükten sonra geri kalanları, mağlup bir şekilde Mekke'ye döndü. Ebû Süfyan da kervanı Mekke'ye ulaştırınca Darii'n-Nedve'mn. (Önemli olayların görüşüldüğü meclis) önünde durdurdu. Böyle durumlarda hep bu şekilde yaparlardı. Ne kervanı hareket ettiriyor, ne de dağıtıyordu. Sonunda Kureyşin ileri gelenleri kervandaki mallarla Hz. Peygamber'e (s-aHbluı aleyhi veseDem) karşı savaşacak yeni bir ordu hazırlama kararı aldılar. Abdullah b. ebî Rabî'a, İkrıtne b. ebî Cehil, Hârİs b. Hişam, Huveytıb b. Abdüluzzâ ve Safvan b. Ümeyye -Bunların hepsi daha sonra müslüman olmuşlardır- Bedir'de babaları, oğulları ve kardeşleri öldürülen bir grup insanla birlikte harekete geçerek Ebû Süfyân ve kervanda ticaret malları bulunan diğer Kureyşlilere gittiler. Bu kararla ilgili olarak kendileriyle konuşarak: "Muhakkak ki Muhammed size zulmedip en değerli evlatlarınızı katletmiştir. Öyleyse bu inallarınızla bize destek verin, ona karşı harp ilan edelim. Böylelikle belki, Bedir'de öldürülen adamlarımızın intikamını alırız" dediler. Ebû Süfyan'ın bu teklife cevabı: "Bizler, elbette böyle bir daveti ilk kabul edenleriz" şeklinde oldu.

Belâzürî demiştir ki: Denildiğine göre aksine Ebû Süfyân, bu adı geçenlere gitmiştir. Kervandakiler bütün mallarını satmışlardı. Kervanda bin deve ve 50 bin dinar vardı. Sermayeyi sahiplerine teslim edip sadece kârlarını aldılar. O zaman ticarede uğraşanlar her dinarda bir dinar kâr ediyorlardı. Resûlullah'a (saliallafrû aleyhi vesdlem) karşı savaşmak üzere düzenleyecekleri sefer için elde ettikleri kârlarından 25 bin dinar ortaya koydular. Bununla ilgili olarak Allah Teâlâ: "Şüphesiz ki inkar edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar, daha harcayacaklar da. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlup olacaklardır. Kafirlikte ısrar edenler ise cehennemde toplanacaklardır." (Enfâl, 36) Böylece Peygamber'e (sall^ıualeyhivesdlem) karşı savaş kararı alan Kureyş kabilesi, ona karşı top yekun savaşa kışkırtmak üzere Amr b. As, Abdullah b. Zaba'râ -ki ikisi de daha sonra müslürnan olmuşlardıı--, Hcbeyra b. ebî Vehb, Müsâfi' b. Abdi Menâf ve Resûlullah'm (saBaDalıu aleyhi vesdlem) Bedir'de canını bağışladığı Ebû Azze Amr b. Abdullah el-Cümehî'yi çevredeki Arap kabilelerine gönderdiler. Böylece bütün Arapları Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesdlem) karşı kışkırtıp tek çatı altında topladılar. Kureyşin büyük liderleri (Bedir'de) öldürüldüğünden başlarına Ebû Süfyan geçti. Ebû Süfyan, Resûlullah'a (saHaDahu aleyhi vesdlem) karşı halkı kışkırtmaya ve her taraftan asker toplamaya başladı. Başta Kureyş olmak üzere değişik Arap kabileleri ve müttefiklerine mensup insanlardan yaklaşık 3000 kişilik bir ordu teşkil ettiler. Bunun 700'ü zırhlı idi ve ayrıca 200 de atları vardı. Abbas (radiyallahu anlı), Beni Ğıfar'dan bir adamla mektup yollayarak bu durumu Resûlullah'a (saDaDalıu aleyhi vesdlem) bildirdi. Adam, Hz. Peygamber'c (sallallahu aleyhi vesdlem) Küba'da bulunduğu btr sırada ulaştı. Mektubu kendisine Ubey b. Ka'b okudu. Resülullah (sallallahu akjiıi vesellem) Ubey'den haberi gizli tutmasını istedi, sonra Sa'd b. Rabî'nin yanma inerek kendisine Abbas'ın mektubunu haber verdi. Sa'd: "Vallahi hayırlı olacağını umuyorum" dedi. Hz. Peygamber ondan da bu haberi gizli tutmasını istedi. Resülullah (snMahuakyhi vesellem), Sa'd'm yanından çıktıktan sonra içen hanımı gırdİ ve "Peygamber sana ne dedi?" diye sordu. Sa'd: "Hay öksüz kalasın! Sana ne bundan!" diye çıkıştı. Hamını: "Ben sizi dinliyordum" dedi ve sonra işittiklerini Sa'd'a haber verdi. Onu dinleyen Sa'd: "Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz" (Bakara 156) diye İstirca okudu, Sonra "Hakikaten bizi dinliyormuş sun" diyerek hanımını yanma alıp doğruca Resûlullah'a (salHahu aleyhi vesellem) gitti. Ona yetiştiğinde durumu kendisine bildirdi ve: "Ya Resulallah! Haberin yayılmasından ve benden onu gizli tutmamı istediğin halde senin, onu benim yaydığımı düşünmenden korktum" dedi. Bunları o vazıyette gören Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): "Onu serbest bzrakf" buyurdu.

 

Kureşlilerin Mekke'den Hareketi

 

Kureyş ordusu 5 Şevval'de Mekke'den hareket etti. Askerlerin kaçmalarını önlemeleri ve onları savaşa kışkırtmaları için kadınlarını da beraberlerinde aldılar. Ebû Süfyan karısı Hind binti Utbe ile birlikte yola çıktı. Onun gibi diğer Kureyş liderleri ve ululan da kadınlarını yanlarına aldılar. Kadınlar, Bedir'de öldürülenlere ağıtlar yakıp yanlarındaki deflerle şarkı söylüyorlardı. Cübeyr b. Mut'im Vahşî adındaki Habeşistanlı kölesini çağırdı -Her ikisi de daha sonra müslüman olmuşlardır-. Vahşî, Habeşliler gibi iyi mızrak atar, hedefini nadiren tutturamazdı. Cübeyr, Vahşı'ye: "İnsanlarla birlikte sen de Savaşa katıl. Eğer amcam Tu'ayma'ya karşılık Muhamtfted'in amcası Hamza'yı öldürürsen, hürsün" dedi. Hind binti Utbej

Vahşi'nin yanından veya Vahşi onun yanından her geçtiğinde ona: "Hadi, £bû Deşme! Görelim seni. Sen bizim gönlümüze su serp, biz de senin" diyordu. Vahşî, Ebû Deşme künyesiylc anılırdı.

Ebû Amir el-Fasık Abdü Amr b. Sayfî 50 münafıkla birlikte Mekke'ye gitmiş, Kureyşlileri Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesdîem) karşı savaşa kışkırtmıştı. Kureyşle birlikte yola çıkıp onlara sürekli olarak, kavminin de kendilerine yardım edeceği vadinde bulunuyordu. Ebvâ[138] ulaştıklarında Kureyşliler, Resûlullah'ın annesi Amine'nin kabrini dağıtmak istediler. Ancak Allah Teâlâ onları bundan vazgeçirdi.

Ebû'l-Velid el-Ezrakî, Hişam b. Asını el-Eslemî'dcn şöyle nakletmiş tır: Uhud gazvesinde Kureyşliler Resûlullah'la (sallallahu aleyhi vesdlem) savaşmak üzerine harekete geçip Ebvâ'ya geldiklerinde Hind binti Utbe, Ebû Süfyân'a: "Muhammed'in annesinin kabrini bulup dağıtsanız ya! Çünkü o, Ebvâ'dadır. Eğer sizden birini esir alırsa, her esire karşılık onun bir organını fidye olarak verirsiniz" dedi. Ebû Süfyan bu fikri Kurcyşlilere açarak: "Bu iyi bir fikir" dedi. Ancak Kuıeyşliler "Bu kapıyı açma! Sonra Bekir oğulları da bizim ölülerimizin kabirlerini dağıtırlar" diyerek fikre karşı çıktılar.

Kuı-eyşlilerin harekete geçip ilerledikleri haberi insanlar arasında yayıldı. Yahudi ve münafıklar da yalan haberlerle ortalığı velveleye vermeye çalışıyorlardı. Amr b. Salim el-Huzâ'î, Zî Tapva'da[139] Kuteyşlilerden ayrılan bit grup insanla birlikte Peygamber'e (saBaSahu aleyhi vesdlem) geldi. Durumu kendisine bildirdikten sonra oradan ayrıldılar. Bunun üzerine Resülullah (saüallalıu aleyhi vesellem) Fadâle ez-Zaferî'nin Enes ve Munis adındaki iki oğlunu Şcvval'in ilk haftası Perşembe günü haber toplamak üzere gözcü olarak gönderdi. Bunlar, Akîk[140] denilen yerde Kureyş ordusuyla karşılaştılar ve geri dönüp durumu Hz. Peygamber'e (saBaBahu aleyhi vesellem) bildirdiler. Ona, Kureyşlilerin develerini ve atlarını Uray’daki[141] ekinlere saldıklarım, öyle ki ekinlerde hiçbir yeşillik bırakmadıklarını; müşriklerin Çarşamba günü Sebha'mn ortasındaki Ayneyn dağının sırtlarından Kanat yoluyla Medine'nin karşısındaki vadinin kenarına doğru yol aldıklarını, Perşembe ve Cuma günleri    develerinin    bütün    ekinleri    mahvettiklerini,    hiçbir    yeşil    alan bırakmadıklarını haber verdiler. ResûluUah (saDallaha aleyhi vedian) ayrıca Hubab b. Münzir b. Cemûh'u gönderdi. Hubab müşriklere şöyle bir göz ettikten sonra onların sayı ve azıklarını tahmini olarak tespit ederek geri döndü ResûluUah (sallallahu aleyhi vesellem) onu görünce: "Onların durumu hakkında bir kelime de olsa sö^ etme" buyurdu ve ardından: "Allah bi%e yeter. O ne yüce bir Vekil'dir. Allahım! Ancak senin yardım ve desteğinde ileri atılır, saldırırım" diye niyazda bulundu. Cuma akşamı mescidin kapısında Evs ve Hazrec'den silahlı bir takım simalar belirdi. Onlar, müşriklerin ansızın saldırmaları korkusuyla sabaha kadar orada nöbet tuttular.

 

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Rüyası

 

İbn İshak, Buharı, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Musa el-Eş'arî'den   naklettiklerine   göre   ResûluUah   (saUallahu  aleyhi vesellem)   şöyle buyurmuştur: "Şöyle bir rüya gömüştüm- diğer bir rivayet ise   "rüyamda bana gösterilmişti" şeklindedir-; Mekke'den, hurmalıkları olan bir yere hicret ediyordum. Bu yerin Yemâme[142]   veya Hecer[143] olabileceğini düşünmüştüm. Oysa ki orası Adedine; yani Yesrib imiş. Aynı rüyada bir kılıç -diğer bir rivayette   "kılıcım Zü'l-Fikâr[144]" şeklindedir- çektiği/ili ve kılıcın ucunun kırıldığını görmüştüm -diğer bir rivayette "kılıcımın ucunda bir kırıklık gördüm" şeklindedir-.  Demek ki onun anlamı, Uhud'da inananların başına gelen/ermiş." Urve, ResûluÜah'm (saflallahu aîeyhi vesellem) kılıcında   gördüğü   kırıldığın,   yüzünden   aldığı   yaraya   işaret   olduğunu belirtmiştir.   İbn  Hişam'm  rivayeti  şöyle  devam  etmektedir.   "Kılıcımdaki kırıklık, kendi ailemden birinin öldürüleceğine işarettir. Sonra kılıcı bir ke% daha çektim. Bu defa mümkün olabilecek en gü-^el şekliyle geri döndü.   Bu da Allah'ın lutjuyla elde edilen zafere ve inananların aynı inanç etrafında birleşmelerine işaretmiş. Vallahi bu rüyamda hep hayır görmüştüm. Ayrıca sığırların kesildiğini görmüştüm. Allah 'in her işinde bir hayır vardır ya. Sonra anlaşıldı ki, bundan maksat Uhud'da Öldürülen müminlermiş; hayırdan maksat ta, Allah'ın daha sonra lütfettiği hayır ve Bedir'den sonra bize verdiği, dürüstlüğün sevabıymış."[145]

Ahmed b. Hanbel, Nesâî ve Beyhakî'nin İbn Abbas'tan naklettiklerine göre ResûluUah (saibllahu aleyhi veselîem) Zü'l-Fikâr adlı kılıcına Bedir günü sahip olmuştur. İbn Abbas, Uhud günü ile ilgili gördüğü rüyada adı geçen kılıcın bu olduğunu belirtmiştir. ResûluUah (saMahu aleyhi vesellem) o günü zırhını giyinmeden önce ashabına ayrıca söyle demişti: "Rüyada kendimi sağlam bir zrırh içinde olduğumu gördüm ve bunu Medine'ye yordum. Ayrıca önemli bir kişiyi de arkama terkime aldığımı gördüm, bunu, müfrezenin başındaki kişiye yordum; kılıcım Zü'l-F^kâr'ın kırıldığını gördüm, bunu simdeki bir kırılmaya yordum. Yine sığırların boğazlandığını gördüm. Allah'ın her işinde bir hayır vardır ya. Evet, gerçekten bir sığırın boğazlandığını gördüm. Allah'ın her işinde bir hayır vardır."

Ahmed b. Hanbel, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Enes'ten rivayet ettiklerine göre de Peygamber (saDalkhu aleyhi vesellem) şöyle demiştir: "Her uyuyan gibi ben de uyurken rüyada sanki, önemli bir kişiyi terkime aldığımı; sanki, kılıcımın ucunun kırıldığını gördüm. Önemli birini terkime almamı, kavmin önderini -efendisini- öldürmemize; kılıcımın ucunun kırılmasını ise ailemden birinin Öldürülmesine yordum" Dediği gibi (o savaşta) aUesinden Hamza ile sancaktar Talha b. ebî Talha öldürülmüştü.[146]

Ahmed b. Hanbel, Nesâî, Dârİmî ve Ziya el-Makdisî'nin sahih bir senetle Câbir b. AbduUah'tan naklettiklerine göre ResûluUah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Rüyada kendimi sağlam bir zjrhın içinde gördüm. Ayrıca bir sığımı boğazlandığını gördüm. Sağlam ^trh, Medine 'yeyordum. Sığır ise hakikaten bir çatlaktır. Allah 'in her işinde bir hayır vardır.[147]

Taberânî ve Bczzâr, İbn Abbas'tan (radiyallahu anlı) şöyle nakletmişlerdir: Ebû Süfyân ve arkadaşları (Medine'ye) indilderinde ResûluUah (sallallahu aleyhi vesellem) ashabına şunu anlattı: "BJİyada kılıcım Zü'l-Fikâr'ın kırıldığını gördüm ki, bu bir musibettir. Sığırların boğazlandığını gördüm ki, bu da bir musibettir. Üzerimde bir z^'rij gördüm ki, bu sizin şehrini^ Medine'dir. Müşrikler, inşallah, oraya ulaşamayacaklardır."[148]

Beyhakî'nin İbn Şihab'a dayanarak naklettiğine göre bazı kimseler, ResûluUah'm kılıcı hakkında gördüğü rüyanın, yüzünden aldığı yaraya işaret olduğunu söylemişlerdir.

İbn Utbe, İbn İshak, İbn Sa'd ve başka kaynakların büdirdiğine göre ResûluUah (saMkbu aleyhi vescllem) söz konusu rüyayı Cuma gecesi görmüştür. Sabah olunca ashabının yanına geldi, AUah'a hamd ü senadan sonra gördüğü rüyayı onlara şöyle anlatü: "İstersem^, Medine'de kaimmiş; kadınlarla çocukları da evlerin üstlerine yerleştiriri-^ O takdirde müşrikler, geri dururlarsa çok kötü bir yerde durmuş olacaklar; şayet ü^erimi^e saldıracak  olurlarsa,  sokak  aralarında onlarla savaşırı^. Bi%, Medine'yi elbette onlardan daha iyi tanıyoru-y. Ayrıca, (kadınlar ve çocuklar    tarafından)    kale   ve   evlesin   üstlerinden   kendilerine   taş   fırlatılır'' Medine'nin   etrafı   her   taraftan   kale   gibi   sağlam   binalarla   örülmüştü Resûlullah'ın   (sallallahu aleyhi vesellem)   önerdiği   fikri,   Ensar ve  Muhacirlerin büyükleri de uygun buldular. Ayrıca (münafıkların başı) Abdullah b. Ubey b Selûl de Resûlullah  (salkîlahu aleyhi vcsellem) gibi düşünüyordu.  Çoğu Bedir'e katılmamış, ama düşmanla karşılaşıp şehit olma arzusu taşıyan ve Uhud'da Allah'ın kendilerine şahadeti lütfettiği gençlerden oluşan bir grup ise, <fYa Resûlullah! Bizleri düşmanın karşısına çıkar ki, kendilerinden korktuğumuzu sanmasınlar"   diyerek   düşmanı   şehrin   dışında   karşılamanın   daha  uygun olacağını ifade ettiler. Bunun üzerine Abdullah b. Ubey şöyle dedi: "Ya Resûlallah! Medine'de kal, dışarı çıkma! Vallahi şu ana kadar ne zaman bir düşman    karşılamak    üzere    buradan    çıktıysak,    mutlaka    bize    zayiat vermişlerdir; diğer yandan ne zaman bir düşman burada bize saldıcmışsa, mutlaka biz ona zayiat vermişizdir. Onları kendi kendilerine bırak; eğer geri dururlarsa, çok kötü bir konumda olacaklardır, şayet üzerimize saldıracak olurlarsa,   erkekler   yüz   yüze   kendileriyle   çarpışır,   çocuklar   da   evlerin üstünden   onlara   taş   atarlar.   Geri   dönerlerse  de,geldikleri   gibi   hayal kırıklığına uğrayarak geri dönmüş olacaklardır." Hamza b. Abdulmuttalib, Sa'd b. Ubâde, Nu'man b. Mâlik gibi şahsiyetler de bir grup Ensarh ile birlikte şöyle dediler "Ya    Resûlallah!  Biz düşmanımızın, onlarla karşılaşmaktan  korktuğumuz için karşılarına çıkmay arzu etmediğimizi zannetmelerinden ve bu durumun, onları bize karşı cesaretlendirmesinden endişe ediyoruz. Bedir'de 300 adamla savaştığın halde Allah Teâlâ, onlar karşısında sana zafer verdi. Bugün ise bizler sayı bakımından çok daha fazlayız. Günlerden  beri bugünü  arzuluyor ve  bunun  için  Allah'a dua ediyorduk.   Allah   Teâlâ,   beklediğimizi   kendi topraklarımızda   ayağımıza gönderdi." Resûlullah (sallaMm aleyhi vesdlem) de onların bu ısrarları karşısında, İstemeyerek te olsa isteklerini kabul etti ve böylece Müslümanlar zırhlarını kuşanıp silahlandılar.

İyas b. Evs b. Atık de: "Biz Abdüleşhel oğulları boğazlanan ğ kendimizin olmasını temenni ediyoruz" dedi. Başkaları da, "O söz ettiğin ık* güzellikten biridir: zafer ya da şahadet. Vallahi sonra Araplar evlerimize kadar girmeye umutlanmasınlar" dediler. Hamza da demiştir ki: "Sana kitabı indiren Allah'a yemin ederim ki, tâ ki onlarla Medine dışında kılıcımla carpiŞincaya kadar bugün ağzıma hiç yemek almayacağım." Bu yemininden dolavı Hamza, Cuma ve Cumartesi günlerim oruçlu geçirdi. Nu'man b. ]Vlâlik te, "Ya Resûlallah! Bizi cennetten mahrum etme. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, mutlaka oraya gireceğim" dedi. Resûlullah (salİalîahu aieyhi vesdlem) de ''Neden dolayı?" diye sorunca, "Çünkü ben, Allah'ı ve Resulünü seviyorum -başka bir rivayette: "Çünkü ben Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onu resulü olduğuna şahadet etmekteyim"- ve savaştan kaçmıyorum" şeklinde cevap verdi. Bunun Üzerine Peygamber (saMlahu aleyhi vesdlem}: "Doğru söyledin" buyurdu. Sonra o gün şehit düştü. Yine Mâlik b. Sinan el-Hudrî, İyas b. Atîk ve başka bir arubun daha savaş için Medine dışına çıkmak konusunda ısrarlı olup bunun dışında bir seçeneği kabul etmediklerini görünce Resûlullah (sallaBahu aleyhi vesdlem), insanlara Cuma namazını kıldırdı, onlara nasihatte bulunup meseleyi ciddiye almalarını ve gayretli olmalarını emretti. Sabır gösterirlerse, zaferin kendilerinden yana olacağını onlara haber verdi. Ashap, düşmanlarını karşılamaya çıkacaklarından dolayı çok sevinmiş olsalar da içlerinden pek çok kimse bu Medine dışına çıkma işinden memnun kalmamıştı. Sonra Resûlullah (saHlahu aleyhi vesdlem) halka ikindi namazını kıldırdı. O zamana kadar ordu da toplanmıştı. Medine'nin uzak kesimlerinde (Avali)[149] oturanlar da hazır bulunmuşlardı. Kadınları ise evlerin damlarına çıkardılar. Resûlullah (saMalıu aleyhi veseilem), beraberinde Ebû Bekir ve Ömer de bulunduğu halde evine girdi. Onlar Resûlullah'a (saMalıu aleyhi vesdlem) sarığını bağlayıp zırhını girdirdiler, insanlar da evi ile minberi arasında saf tutmuş, Peygamber'in çıkmasını bekliyorlardı. Sa'd b. Mu'âz ve Üseyd b. Hudayr gelerek İnsanlara: "Sizler Resûlullah'ı bu işe zorîadmız, ona diyeceğinizi dediniz. Artık işi ona havale edin. Size ne emrederse, onu yapın; onun bir arzusu veya film olduğunu düşündüğünüz konularda kendisine itaat edin" dedi. Onlar bu halde iken Resûlullah (saflalkhu aleyhi vesdiem) dışarı çıktı. Üzerine zırhım giyinmişti. Bunu insanlara da gösterdi. Beline de deriden olan kılıç takımlarını bağlamıştı. Sarığını sarmış, kılıcını kuşanmıştı. Bunu gören ashap: "Ya Resûlallah! Hakkımız olmadığı halde seni bu işe zorladık. İstersen, bu işten vazgeç" dediler. Resûlullah'ın (saHsdlahu aleyhi vesdlem) buna cevabı şöyle oldu: "Ben si%i, buna davet ettim; ama si^ kabul etmediniz Bir peygambere, zırhını giyindikten sonra, Allah onunla düşmanı arasında kendi hükmünü verinceye kadar -bir başka rivayette "savaşmadan"- artık onu çıkarması yaraşma^. Artık Allah si^e ne emrettiyse onu gözetip itaat edin. Allah'ın adıyla yünıyün; eğer sabır gösterirseniz, tnutlakû zafer sikindir." Sonra Mâlik b. Amr en-Neccârî'nin öldüğü haberini aldılar. Resûlullah (saflaJIahu aleyhi vesellem) namazını kıldıktan sonra üç mızrak istedi ve bunlardan üç sancak yaptı. Evs'in sancağını Üseyd b. Hudeyr'e Hazrec'in sancağını Hubab b. Münzir'e veya Sa'd b. Ubâde'ye, Muhacirlerin sancağını da Ali b. ebî Talib'e verdi. Medine'de kalan Müslümanlara namaz kıldırmak üzere geride İbn Ümmü Mektûm'u bıraktı.

 

Resuılullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Uhud'a Hareketi

 

Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) çevik atma binerek yayını kuşanıp mızrağını eline aldı. Müslümanlar da silahlanmışlardı. İçlerinden 100 tane zırhlı vardı. İki Sa'd, yani Sa'd b. Mu'âz ve Sa'd b. Ubâde zırhlarını giyinmişler, Hz. Peygamber'in (saflııMm aleyhi veseBem) önünde koşuşuyorlardı. Diğer insanlar ise sağında ve solanda ilerliyorlardı. Bu şekilde tepenin basma ulaştığı zaman orada silahlarla donatılmış, gürültülü bir askerî birlik gördü ve "Bu da nedir?" diye sordu. Yanındakiler: "Bunlar Abdullah b. Ubey'rn Yahudi müttefikleridir" dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Peki müslüman oldular mi?" diye sordu. "Hayır" denilince, "Bİ^ şirk ehline karşı bir başka şirk ehlinden yardım almayıp buyurarak onları geri çevirdi.

Resûlullah (sallallahu aleyhi veseBem) yoluna devam ederek iki kasırdan ibaret olan Seyhan'da[150] kamp kurdu. Orada askeri teftiş etti. Bazı gençleri çocuk yaşta bularak geri çevirdi. Necmeddin el-Kamülî'nin Bahrinde naklettiğine göre İmam Şafii demiştir ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi veselîem) o zaman kendisine arz edilen on dört yaşında on yedi genci, ergenlik çağına ulaşmadıkları İçin geri çevirmişti. Arz edilenler arasındaki on beş yaşma ulaşmış gençlere ise müsaade etmiştir.

Savaşa katılmalarına müsaade edilen gençler şunlardır: Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Üsamc b. Zeyd, Nu'man b. Beşir -Ancak bu, tartış malıdır; zira Nu'man, Uhud savaşından bir yıl önce hicretin ikinci yılında doğmuştu-, Zeyd b. Erkam, Berâ b. Azib -Serrac'ın bizzat kendisinden naklettiğine göre Uhud'a katılmıştır-, Rafı' b. Hudeyc, Üseyd b. Zuheyr, Arâbe b. Evs b. Kayzî -Babası Evs, münafık idi-, Ebû Sa'îd el-Hudrî, Evs b. Sabit el-Ensârî -İbn Fethün, Ömer b. Hattab'dan bu şekilde nakletmiştır-, Sa'd b. Bettir -Dârekutnî ismini bu şekilde okumuştur. İbn Sa'îd ise babasının adının Bucîr olduğunu belirtmiştir-, Ensar'ın müttefiki Ebû Mu'âviye el-Becelî, Sa'îd b. Habte. Habte annesidır. Resûlullah (sallaHahu aleyhi vesellem) bu sahabenin Hendek savaşında şiddetli bir savaşım verdiğini görünce, kendisini çağırdı, basım sıvazladı ve çoluk çocuğuna bereket vermesi için Allah'a dua etti. Resûhıllah'm (sallallahu aleyhi vesellem) duasıyla kırk tane yeğeni, kırk tane kardeşi, yirmi de kendi çocuğu olmuştur. Kadı İmam Ebû Yusuf da onun neslindendk. Uhud'a katılan diğer genç sahabeler ise şunlardır: Sa'd b. Ukayb, Mucemmi' b. Cariye'nin kardeşi Zeyd b. Câriye b. Amr b. Avf, Câbir b. Abdullah —ki bu, kendisinden çok hadis rivayet edilen Câbır değildir- ve Setnure b. Cündeb. Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Râfi' b. Hudeyc'e de, iyi atıcı olduğu söylenince ruhsat verdi. Bunu gören Semure b. Cündeb annesinin kocası (üvey babası) Müreyy b. Sinan'a: "Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), Râfi' b. Hudeyc'e izin verdi, beni ise geri çevirdi. Halbuki güreşte ben onu yeniyorum" dedi. Bu durum kendisine bildirildiğinde Resûlullah (sallaHnı aleyhi vesellem): "Hadi bir güreş tutun bakalım" buyurdu. Güreşte Semure, Râfl'yi yenince Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onun da savaşa katılmasına izin verdi. Abdullah b. Ubey b. Selûl de konaklama yerinin bir tarafına indi. Askeri teftiş olayı bitip güneş batınca Bilal akşam ezanını okudu ve Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ashabına akşam namazını kıldırdı. Sonra Bilal, yatsı ezanını okudu ve Peygamber (saMahuakyhiveselbn) yatsı namazını kıldırdı. Müslümanlar geceyi Şeyhaytfdz. geçirdiler. O gece Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) muhafız olarak 50 adamla birlikte Muhammed b. Mesleme'yı görevlendirdi. Bunlar kampın etrafını dolaşıp gözetleme yapıyorlardı.

Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "B/^2 bu gece kim korur?" diye sorunca Zekvân b. Abdi Kays ayağa kalkıp zırhını giyindi ve kalkanını eline aldı. Zekvan, Resûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem) koruyor, ondan hiç ayrılmıyordu. Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi veseBem) uyudu. Seher vakti olunca onu sabah namazına kaldırdı. Ardından: "Kılavuzlar nerede? Kim bi^i, onlarla karşılaştırmadan yakınlarına götürür?'' diye sordu. Resûlullah'a (saDafiaha aleyhi vesellem) cevaben Ebû Hayseme cl-Hârisîı[151]: "Ben ya Resülallah!" diye karşılık verdi ve onları Beni Harise taşlığı ile malları arasından geçirip Mirbe' b. Kayzî'nin bahçesine götürdü. Mirbe' b. Kayzî âma bir münafıktı. Resûlullah (saBaBahu aleyhi vesellem) ve ashabının ayak seslerini işitince, kalkıp yüzlerine bir avuç toprak serpti. Bir taraftan da, "Eğer sen Resûlullah isen, ben senin bahçeme girmene müsaade etmiyorum" diyordu. Anlatıldığına göre eline bir avuç toprak alıp "Vallahi bilsem ki, senden başkasına isabet ettirmeyeceğim, bunu yüzüne atlatırdım" dedi. Bunun üzerine ashap onu öldürmek için üzerine saldırdılar. Ancak Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem): "Onu öldürmeyin. '$% ânıamn hem kalbi, hem de göiği kördü/' buyurdu. Ne var ki, Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî,   Resûlullah'm   (sallallahu aleyhi vesellem)   yasaklamasından   önce   erken davranarak ona yayıyla bir darbe indirerek başını yarmıştı. Buna, onunla aynı fikirde olan kendi kavmi Beni Hârise'den bazı kimseler fena halde kızdı Onların bu tavırlarına öfkelenen Üseyd b. Hudayr üzerlerine atıldiysa da Resûlullah   (sallallahu aleyhi veseDem)   kendisine   işaret  ederek  geri   çekilmesini söyledi.   O  da  bundan vazgeçti.   Ebû Bürde  b.   Niyâr'm  atı kuyruğunu sallayınca, kılıcının kancasına vurdu ve onu kınından çıkardı. Resûlullah (saflaMıu aleyhi vesdlem) de: "Ey kılıç sahihi, kakam kınına sok; tğra, kanımca bugün kılıçlar çekilecek, hem de çok çekilecek buyurdu. Bu noktada belirtilmelidir ki Resûlullah (saltolhhu aleyhi vesdlem) iyimser olmaktan hoşlansa da asla fala göre hareket etmezdi.

 

Allah'ın Düşmanı Abdullah b. Ubey'in, Ordunun Üçte biri ile Geri Çekilmesi

 

Resûlullah (sallallahu aleyhi vcsellem) Şauf’a[152] ulaştığında Abdullah b. Ubey insanların üçte birini alarak erkek deve kuşu hızıyla geri çekildi. Şöyle diyordu: "Çoluk çocuğa, henüz rüştüne ermemiş (toy) kimselere boyun eğdi de beni dinlemedi. Ey insanlar, anlamıyorum, neden kendimizi burada ölüme terk edelim ki?!" Bunu üzerine kalbinde şüphe bulunan münafıklardan kendisine tabi olanlarla birlikte geri döndü. Abdullah b. Haram da peşlerine düşüp onlara şöyle sesleniyordu: "Ey halk! Size Allah'ı hatırlattrım, düşmanlarıyla karşı karşıya kalmışken kavminizi ve peygamberinizi yalnız bırakmayın. Ey halk! Hadİ gelin, Allah yolunda savaşın, ya da (kavminizi) savunun!." Onlar İse buna şöyle karşılık verdiler: "Eğer savaş olacağım bilsek, sizi düşmana teslim etmezdik; ama biz herhangi bir çatışmanın yaşanacağını düşünmüyoruz. Bizi dinlersen, mutlaka bizimle geri dönersin." Abdullah, münafıkların kendisine karşı çıkarak dönmekten başka seçenek kabul etmediklerini görünce, "Allah'ın düşmanları, Allah cezanızı versin! Allah mutlaka peygamberini size muhtaç bırakmayacaktır!" diye bağırdı. Allah Teâlâ bu konuda şu âyeti indirmiştir:  "Allah müminleri bulunduğunuz

durumda  bırakacak  değildir;   sonunda  murdarı   (kötüyü)  temizden  (iyiden) ayıracaktır."  (Al-i İmrân, 179) Mücahid âyetle ilgili olarak "Allah onların  (iyisi ile kötüsünü)  Uhud'da ayırmıştır" yorumunu yapmıştır.  Allah'ın şu âyetlerinde kastedilenler de bunlardır "İki birliğin karşılaştığı gün başınıza gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, müminleri ayırt etmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: <Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın> denildiği zaman, <Savaş olacağını bilsek, elbette sizin peşinizden geliriz> dediler. Onlar o gün imandan çok, kâfirliğe daha yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerim daha iyi bilir." (Âl-i İmrân, 166-167)

Urve ve Musa b. Ukbe demişlerdir ki: Abdullah b. Ubey geri dönünce, Beni Selime ve Benİ Harise de pişmanlık duydular ve birbirlerine girmek üzereyken Allah kalplerini birleştirdi. Bu noktaya işaretle Allah Teâlâ şöyle

buyurmuştur: "O zaman içinizden iki grup bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi." (Al-i imrân, 122)

Sa'îd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Beyhakî, Buharı ve Müslim'in naklettiklerine göre Câbir b. Abdullah demiştir İd: "0 zaman içinizden iki grup bozulmaya yüz tutmuştu" âyeti bizim, yani Beni Harise ve Beni Selime hakkında nazil olmuştur. Hiç inmeseydi bundan daha fazla sevinmezdim; zira Allah orada "Halbuki Allah onların yardımcısı (velisi) idi" buyurmuştur.[153]

İbn Cerîr'in naklettiğine göre Süddî de âyetin Beni Harise ve Beni Selime hakkında nazil olduğunu belirtmiş, Abdullah b. Ubey geri dönünce onların da geri dönmek istediklerini; ancak Allah'ın kendilerini bundan vazgeçirdiğini (koruduğunu) ifade etmiştir.

Buharı ve Müslim Zeyd b. Sâbit'tcn; İbn İshak ta Berâ b. Azib'den şöyle dediklerini nakle emişlerdir: Resûlullah (saltoBahu aleyhi vesdîem) Uhud'a hareket ettiğinde, bir grup insanla birlikte hareket etmişti. Sonra bu insanlar geri döndüler. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesdlem) güzide ashabı onlar hakkında iki gruba ayrıldılar; bir kısmı, "Onları öldürelim" dedi, diğer bir kısmı ise "Öldürmeyelim" diyerek buna karşı çıktı. Allah (celle cdâluhu) bunlar hakkında "Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden ba$ aşağı   etmiştir."   (Nisa,   88)  Yani,  yapıp   ettiklerine  karşılık Allah   onij kâfirliklerine gen döndürmüştür.  Resûlullah  (sailaîküuı aleyhi vesellem)  de:  "g (Uhud'a katılmak) bir ayrıcalıktır (iyiliktir). Ateşin, gümüşün tortusunu çıkarıp attığı gibi o da kötüleri ata?* buyurmuştur.

Zühıfnin naklettiğine göre Abdullah b. Ubey gen dönünce Ensar Medine'deki Yahudi müttefiklerinden yardım isteme konusunda Resûlullah'tan (sallallahu aleyhi vesdlem) izin istediler. Peygamber (sallallahu aleyhi vcseBem) de: "Onlara ihtıyaamı^yoktur" buyurdu. Çoğunluğa göre Resûlullah (salHahu aleyhi vesdlem) 700 adamla kalmıştı ve yanlarında sadece bir kendi ati, bir de Ebû Bürde'ye ait bir at bulunuyordu. İbn Ukbe ise Müslümanların bunlar dışında başka atları bulunmadığını belirtmiştir. Bu şekilde Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yoluna devam etti. Uhud'da vadinin kenarında dağ yönündeki yerde durdu. Sıranı Uhud'a dönüp yönünü Medine'ye doğru çevirdi. Ayneyn dağını sağına aldı. Müslümanlar Uhud dağının dibinde saf vaziyeti aldılar. Müslümanlar karşılarında müşrikleri görüyorlardı. Onlar böyle ilçen Cumartesi günü (sabah) namaz(ı) vakti geldi. Bilal ezan okuyup kamet getirdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ashabına saf saf sabah namazını kıldırdı.

 

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Savaş Öncesi Hutbesi Ve Savaşa Hazırlık

 

Muhammed b. Ömer el-Eslcmî şöyle nakletmiştir: Sonra Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ayağa kalkıp orduya şöyle hitap etti: "Ey insanlar! Allah'ın kitabında bana emrettiği emirlerine itaati ve yasaklarından sakınmayı ben de si emrediyorum. Sikler kuşkusuz bugün, üzerindeki borcun ağırlığını hatırlayan, sonra sabır ve sağlam bir inançla; ciddiyet ve gayretle canını ortaya koyan bir kimsenin kendisi için ecir ve a^ık temin edeceği bir konumdasınız Zira düşmana karşı cihat, elbette ar(U edilmeyen çetin bir mücadeledir; çok a^ insan buna sabreder, ancak Allah'ın imanı olgunluğa erdirdiği kimseler buna sabredebilirler. Allah kendisine itaat edenlerle; şeytan da ona isyan edenlerle beraberdir. Bugün amel defterinizi cihadda sabırla açın ve bununla Allah'ın si^e vaat ettiği (cennetijni arayın ve si%e emrettikleri dışına çıkmayın. Ben, kuşkusuz, olgun davranmanız konusunda çok istekliyim; ihtilaf, münakaşa, ho^ıdma, unutmayın ki, acizlik ve zayıflık alâmetleTindendir. Allah Teâlâ bu hallerden asla hoşlanmaz; bundan dolayı ne yardımını ulaştırır, ne de zafer nasip eder. Ey insanlar! Şu bilgiler kalbime yeniden indi: Kim haramda ısrar ederse, Allah kendisiyle onun arasım ayınr; kim de sırf onun için bundan uzak durursa, Allah günahlarını bağışlar. bana bir salât okursa, Allah ve melekler buna karşılık ona on salat okurlar. Kim müslüman veya kafire iyilik yaparsa, dünya ve ahirette onun mükafatı Allah'a aittir. Çocuk, kadın, hasta veya memluk köle hariç, Allah'a ve ahiret gününe inanan herkese Cuma namazı farzdır, kim kendini bundan müstağni görürse Allah da zatını ondan müstağni görür. Allah, hiç kimseye muhtaç değildir (ganî), hamda tek layık da kendisidir. Sizi Allah'a yaklaştıracak bildiğim hiçbir ameli bırakmadım, hepsini size emrettim; diğer taraftan sizi cehenneme yaklaştıracak bildiğim hiçbir ameli bırakmadım, hepsini size yasakladım. Emin Rüb (Cibril) kalbime üfledi ki, birazgecikse bile bütün rızkını eksiksiz ve tam olarak elde etmeden hiçbir canlı ölmeyecektir. Öyleyse Rabbiniz Allah 'tan sakının ve helal yollardan rızkınızı arayın. Rızkın birazcık gecikmesi sakın sH, Allah 'a isyanla onu elde etmeye sevk etmesin; zira onun katındakine ancak ona İtaatle ulaşılabilir. Şüphesiz & O, size helal ve haramlarını açıklamıştır. Ne var ki, bu ikisi arasında bir takım şüpheli hususlar vardır ki, bunları, Allah 'in koruması altında bulunanlar dışında insanların pek çoğu bilmemektedir. Onlardan uzak duranlar namusunu ve dinini korumuştur; koruluğun yakınlarında sürülerini otlatan bir çoban gibi kim de bunlara bulaşırsa, onun harama düşmesi pek yakındır. Her kralın mutlaka bir korusu vardır. Dikkat edin! Allah 'in korusu da onun haramlarıdır. Mümin, diğer müminlere göre bedende baş mesabesindedir; zira onda bir âza rahatsızlandı mı, bedeninin geri kalan azaları da bundan muzdarip olarak onun yardımına koşuşurlar. Allah'ın selamı üzerinize olsun”.

Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) savaş vaziyetine geçerek "Ben savaş emrini vermeden hiç kimse çatışmaya girmesin" buyurdu. Müşrikler deve ve atlarını, otlanmaları için Müslümanların Samğddakı[154] tarlalarına salıverdiler. Bunu gören Ensar'dan bir adam: "Kureyş, henüz savaşmadan hayvanlarını Beni Kayle'nin[155] ekinlerinde mi otlatıyor!?" dedi.

Peygamber (salhMuıdeyhiveseflem), 50 neferden oluşan okçuların başına Beni Amr b. Avfın kardeşi Abdullah b. Cübeyr'i geçirdi. Abdullah'ın üzerinde bevaz elbiseler vardı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) okçulara şöyle emretti: "Atlıları bizden uzak tutun; arkamızdan saldırıya geçmesinler. Zafer bizim olsa bile, siyerinizde kalın; sakın ola ki, sizjn tarafınızdan saldınya uğramayalım. Yerinizde kalın, oradan asla ayrılmayın. Onları bozguna uğratıp içlerine kadar girdiğimizi iinizi terk etmeyin. Bir kuş sürüsünün bizi çarpıp kaçırdığını

Görseni görseniz bile, ben size haber göndermeden sakın yerlerinizden ayrılmayın. Öldürüldüğümüzü dahi görseniz, m biz?yardıma gelin ne de bizi savunmaya kalkışın. Aksine  onlara ok  atın; çünkü atlar oklara karşı ilerleyemez.  Siz mevziinizde kaldığını^ sürece üstün taraf muhakkak tutuyorum" olacağındır. Allahım! Seni, buna Resûlullah (sallallahu aleyhi veseflem) ordunun bir kanadına Zübeyr b. Avvâm'ı diğer kanadına da Münzir b. Ömer el-Ganevî'yi yerleştirdi. Sonra "Müşriklerin sancağım kim taşıyor?" diye sordu. "Talha b. ebî Talha" olduğu söylenince, "Bi% onlardan daha vefalı olmalıyı-^ buyurarak sancağı Ali'den alıp Mus'ab b. Umeyr'e verdi.

Ebû Ya'lâ'nın, ravileri güvenilir bir senetle, Teynfli Mu'âz'dan; Haris ve Bezzâr'm, Hafız'm Zevâidü'l-Be-^âi}da belirttiği gibi basen bir senetle Sa'd b. ebî Vakkas'tan ve yine Ebû Ya'lâ'nın Talha b. Ubeydullah'dan naklettiklerine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) o gün üst üste İki zırh giyinmişti ve Müslümanların parolası da "Öldür! Öldür! (Emİt, Hnıit!)"[156] sözleriydi.

 

Müşriklerin Savaş Vaziyeti Almaları

 

200'ü atlı olmak üzere 3000 kişiden oluşan müşrik ordusu da Sebhd&n saf tutarak savaş vaziyetine geçti. Atlıları sağ ve sol kanatlara yerleştirdiler. Sağ kanattaki atlıların başına Hâîid b. Velid'i, sol kanattaki atlıların başına îkrime b. ebî Cehil'i, piyadelerin başına Safvan b. Ümeyye veya Amr b. As'ı ve okçuların başına da Abdullah b. ebî Rabî'a'yi geçirdiler. Sancağı ise Talha b. ebî Talha b. Abdullah b. Abdı'1-Uzzâ b. Osman b. Abdüddâr b. Kusayy'a verdiler. Ebû Süfyan da, kendilerini savaşa kışkırtmak için Abdüddâr oğulları sancaktarlarına şöyle sesleniyordu: "Ey Abdüddâr oğulları! Bedir'de sancağımızı sız taşıdınız, gördüğünüz gibi neler başımıza geldi. İnsanlar ancak sancakları yönünden yenilgi alırlar; zira, sancaklar yere düştü mü, onlar da mağlup olurlar. Ya bizim adımıza sancağımıza iyi sahip çıkarsınız, ya da onunla aramızdan çekilirsiniz, biz sizin adınıza ona sahip çıkarız." Bu sözler, üzerine Abdüddâr oğulları Ebû Süfyan'm üzerine yürüdüler ve onu tehdit ederek: "Biz mi sancağı size teslim edeceğiz?! Birazdan (Müslümanlarla) karşı karşıya geldiğimizde bizim nasıl davrandığımız1 göreceksin" dediler. Zaten Ebû Süfyan'in istediği de buydu (yani onları kışkırtmak).

 

Savaşın Başlaması Ve Çatışmaların Kızışması

 

Harbi ilk başlatan Ebû Amir Abdü Amr b. Sayfî el-Fasık'tır. Bu zat, kendi kavminden, birlikte Mekke'ye gittiği elli veya on beş adama ilave olarak Mekke'nin köle ve bedevîleriyle öne çıkarak: ''Ey Evs topluluğu! Ben Ebû Ânıir'im" diye seslendi. Müslümanlar da: "Hay Allah gözünü kör etsin! Fâsik!" şeklinde karşılık verdiler. Ona "fasık" lakabını Resûlullah (sallallahualeyhi vesellem) vermişti. Cahiliye döneminde ise "rahip" lakabıyla anılırdı. Müslümanların yanıtını İşitince "Benden sonra kavmime şer bulaşmış" dedi. Sonra Müslümanlarla şiddetli bir çatışmaya girdi, ardından da onlara taş fırlattı.

İki ordu karşı karşıya gelip birbirlerine yaklaştıklarında Hind bintı Utbe, beraberindeki kadınların arasında ayağa kalkarak şiir okumaya, diğer kadınlar da deflerini ellerine alıp çalmaya başladılar. O zaman Hind şöyle demişti:

 

Hadi Abdüddâr oğulları, nadı arkaların koruyucuları,

Keskin kılıçlarınızla indirin darbeleri.

Yine denildiğine göre şu beyitleri okumuştur:[157]

Biz Tâıık'ın kızları, yürürüz nep rahat yastık üzerinde,

İnciler gerdanlarımızda, miskler sag örgülerimizde,

İlerlerseniz eğer kucaklarız sizi, yok gerilerseniz ayniniz,

Ama, bu bir sevgilinin ayrılışı gibi olmaz asla, dönmeyiz.[158]

 

Resûlullah (saHaüahu aleyhi vesellem) bu beyideri işitince şöyle buyurdu-"Allahım! Ancak senin adınla hamle yapar, senin adınla saldırırım ve yine ancak senin için savaşırım. Allah bana yeter. O ne gir^el koruyucudur"[159] Ahmed b. Hanbel ve Müslim, Enes'ten; Taberânî, Ubâde b. Nu'man'dan; îshak b. Râhaveyh ve Bezzâr da Zübeyr b. Avâm'dan şöyle nakletmişletdir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vcseîlem) Uhud'da ashabına bir kılıç arz etti. Bir takım kimseler erken davranıp onu hemen kaptılar ve merakla ona bakıp durdular. -Bir başka rivayete göre ise, ellerini uzatarak almak istediler- Her biri "Bana ver!" diyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Onu kim hakkıyla alacaktır?1."buyurunca hepsi geri durdu. Sonra başkaları kalkıp kılıcı onlardan aldı.[160] İbn Utbe'nin naklettiğine göre ise Resûlullah (sallallahu aleyhi vcsdlem) kılıcı ashabına arz ettiğinde, onu kendisinden önce Hz. Ömer istemiş, ancak Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ona vermek istemeyip yüz çevirmiştir. Ardından Zübeyr istemiş, ondan da yüz çcvırıniştir. Bu iki şahabı, Resûlullah'ın (saMahu aleyhi vesellem) bu davranışından dolayı biraz kırılmışlardı. Ishak b. Râhaveyh'in Amr b. Yahya el-Mâzinî'den naklettiğine göre ise Zübeyr kılıcı Resûlullah'tan üç kez istemiş, her defasında Hz. Peygamber (saflaDahu aleyhi veseüem) kendisinden yüz çevirmişti.

Taberânî ise Katide b. Nu'man'dan şöyle nakletmiştir: Derken Hz. Ali kalktı ve kılıcı İstedi. Resûlullah (saflaüahu aleyhi vesdlem) ona "Otur!" buyurarak tekrar: "Bunu kim hakkıyla alacak?!" diye sordu. Bunun üzerine Ebû Dücânc ayağa kalkarak: "Onun hakkı nedir? Ey Allah'ın Resulü!" diye sordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) de: "Düşman saflarına dalarak serilinceye kadar onunla çarpışmandı buyurdu. Dücâne de: "Öyleyse onu hakkıyla ben ahvorum Ey Allah'ın Resulü!" dedi. Resûlullah (sallaMıu aleyhi vesellem): "Ben bunu sana verirsem belki safların en gerisinde sapasının"[161] buyurarak kılıcı kendisine verdi. Ebû Dücâne savaş sırasında kendini güçlü hisseden cesur bir adamdı. Kırmızı bir şeridi vardı. Savaşta nişan olarak basma onu bağlardı. Başına bunu bağladığında insanlar onun savaşacağını anlardı. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) elinden kılıcı aldıktan sonra yine o şeridini çıkardı ve başına bağladı. O vakit Ensar: "Ebû Dücâne ölüm şeridini çıkardı" dediler. Ebû Dücâne ne zaman o şeridi çıkarıp başına bağlasa, hep böyle derlerdi. Sonra saflar arasında gururlu bir edayla dolaşmaya başladı. Resûlullah (sallaUahu alcylıi vesdlem) onun böyle dolaştığını görünce: "Buyürüyüş, böyle (savaş gibi) durumlar dışında Allah'ın buğ^ettiği bir yürüyüş şeklidir"'' buyurdu. Zübeyr b. Avvâm bu durumla ilgili şöyle demiştir: Resûlullah (salttü aleyhi vesellem) kılıcı Ebû pücâne'ye verince, içimde bir üzüntü hissettim. Çünkü daha evvel onu kendisinden ben istediğim halde o (saHaflabu ate^vesdkr&)j bana vermeyip Ebû Dücâne'ye vermişti. Ve ben kendi kendime "Ben, Resûlullah'ın teyzesi Safiyye'nin oğluyum. Yanına varıp kılıcı, ondan önce kendisinden ben istedim. Fakat o, bana vermeyip ona verdi. Allah'a yemin olsun ki, Ebû Dücâne'nin kılıçla ne yapacağına bakacağım" dedim. Sonra onu takibe başladım. Ebû Dücâne şu beyitleri okuyarak çıktı:

 

Benim, dostum Resûlullah'la anitle§en,

Dağın eteğinde, hurmalıkların yanında

Durmayacağım asla gerisinde safların,

Vuracağım hep kılıcıyla Allan ve Resulün.

 

Bu hırsla hareket eden Ebû Dücâne, karşısına çıkan her şeyi kesip doğruyor; kılıcıyla müşriklerin kafalarını yarıyordu. Kılıcı köreldiğinde ise taşla kes kinle tiyor, sonra tekrar, orak gibi onu düşmanın tepesine indiriyordu. Müşrikler arasında da bir adam vardı. Bizden hiçbir yaralı koymaz, hemen öldürürdü. Bu ikisi gittikçe birbirlerine yaklaşıyorlardı. Allah'tan onları buluşturmasını diledim ve derken karşılaştılar. Karşılıklı iki vuruştan sonra müşrik olan Ebû Dücâne'ye bir darbe indirdi; ancak Ebû Dücâne kendini deri kalkanı ile korudu. Kalkan rakibinin kılıcını tuttu. Ebû Dücâne de bir darbe ile onu öldürdü.

İbn Ukbe de Ka'b b. Mâlik'ten şöyle nakletmiştir: Müşriklerin arasından bir adam çıkıp "Kesimlik develerin toplandığı gibi toplanın!" diye seslenerek Müslümanlara doğru yöneldi. Baktım, Müslümanlardan biri de zırhını giyinmiş ayakta onu bekliyordu. İyice arkasına yaklaşmcaya kadar ona doğru yürüdüm. Göz kararıyla müslüman ile müşriki tarttım ve müşrikin teçhizat ve yapı bakımından daha üstün olduğunu gördüm. Sonra karşılaşmalarını bekledim. Derken buluştular ve müslüman olan, anı bir hamleyle kılıcıyla kafirin boynuna bir darbe indirdi. Kılıç darbesi kafirin kuyruk sokumuna kadar işledi ve onu ortadan ikiye ayırdı. Sonra müslüman olan zat yüzünü açıp bana, "Nasıl buldun Ka'b?! Ben, Ebû Dücâne'yim" dedi.

Zübeyr daha sonrasını şöyle anlatmıştır: Sonra kılıcıyla Hind binti Utbe'nin başının tam ortasına bir hamle yaptığını; ancak sonra kılıcını geri çektiğini gördüm. O zaman kendisine: "Bütün yaptıklarını gördüm. Hepsini beğendim. Ancak sen, o kadını öldürmedin (bu nedendir?)" dedim. Bana şu cevabı verdi: "Kadın, <imdat!> diye çığlık atınca, hiç kimse yardımına koşmadı. Diğer bir rivayette ise ifade şöyledir: Birinin insanları hararetle kışkırttığını gördüm ve ona doğru yaklaştım. Kılıcımla üzerine hamle yaptığımda büyük bir çığlık attı. Baktım, bir kadın! Ben de Resûlullah'ın (saMalm aleyhi vesellem) kılıcıyla yardımcısı olmayan bir kadını öldürmeyi uygun bulmadım." Allah ve Resulü en doğrusunu bilir.

Yunus'un rivayetinde İbn İshak ve Zübeyr b. Bekkâr anlatıyor: Müşriklerin arasından bir adam çıkıp Müslümanları düelloya davet etti. Ancak insanlar ondan sakındı. Adam kendisine ait bir deve üzerinde üç defa bu çağrısını tekrarladı. Derken Zübeyr b. Avvâm kalktı ve ani bir sıçramayla devesinin üzerine çıktı. Devenin üzerinde birbirlerine sarılarak kavgaya tutuştular. Bunu seyreden Resûlullah (sailailahu aleyhi vesellem) "Sırtı yere yakın olan ölmüştür" buyurdu. Derken müşrik yere yıkıldı. Zübeyr de üzerine çıkarak onu boğazladı. Bunun üzerine Peygamber (saliailahu aleyhi veseliem) kendisini takdir ederek: "Her peygamberin bir havarisi (samimi bağlısı) vardır. Benim havarim de Zübeyr'dir" buyurdu. Ayrıca insanların düellodan geri durduklarını görünce: "Eğer onun karşısına Zübeyr çıkmasaydı, ben çıkacaktım" buyurdu.[162]

O gün insanlar şiddetli bir savaşa tutuştular. Harp gittikçe daha da kızıştı. Ebû Dücâne el-Ensârî, Talha b. Ubeydullah, Allah ve Resûlü'nün aslanı Hamza b. AbdulmuttaLıb, Ali b. ebî Talib, Enes b. Nadr ve Sa'd b. Rabi' büyük mücadele verdiler. Derken Allah, Müslümanlara yardımını indirdi ve böylece onlara olan vadini yerine getirmiş oldu. Kılıçlarıyla müşriklere ağır darbeler indirdiler; öyle İd, çok geçmeden onları kendi mevzilerinden uzaklaştırıp dağıttılar, onlardan çok sayıda can kaybına neden oldular. Müşriklerin atlı birlikleri, Müslümanlara karşı üç kez hücuma geçtiği halde, her defasında Müslümanların yoğun ok atıştyla mağlup olarak geri çekilmek zorunda kaldılar. Okçular Müslümanları arka taraftan koruyorlar, müşriklerin atlı birliklerine ok atıyorlardı. Attıkları her ok ya bir ata, ya da bir müşrike isabet ediyordu. Onlar da geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Ebû Nuaym'ın naklettiğine göre Ömer b. Hattab, LJhud günü kardeşi Zeyd b-Hattab'a: "Ey kardeşim! Şu zırhımı al!" deyince kardeşi kendisine "Ben de senin gibi şehit olmak istiyorum" şeklinde karşılık vermiş ve daha sonra ikisi de zıi'hı bîr tarafa bırakarak öylece savaşa giymişlerdir,

O gün savaş iyice kızışınca Resûlullah (saMkhu aleyhi vesdlem), Ensarm sancağı altında oturdu ve Ali b. cbî Talib'e haber salarak sancağı ileri çıkarmasını emretti. Bu emir üzerine Hz. Ali sancakla birlikte ileri çıktı ve "Ben, zor işlerin eriyim" dedi. Derken karşı tarafın sancaktarı Talha b. ebî Talha da "Kim benimle düelloya çıkacak?" diye seslendi. Ancak karşısına hiç kimse çıkmayınca bu defa şöyle seslendi: "Ey Muhammed'in arkadaşları! Kendİ ölülerinizin cennette, bizim ölülerimizin ise cehennemde olduğunu iddia ettiniz. Ama yalan söylediniz. Lât'a yemin olsun ki, eğer bunun gerçek olduğuna inanmış olsaydınız içinizden biri benimle düelloya çıkardı." O böyle seslenince karşısına Ali b. cbî Talib çıktı. İki taraf arasında buluştular. Hz. Ali (keıı-aınallalıu vedıdı) daha erken davranarak rakibini yere serdi; ancak onu tamamen Öldürmeden bıraktı. Bunun üzerine bazı arkadaşları "Onu iyice öldürseydin ya!" dediler. Ali de, "Bana avrat mahallini döndü ve sıla-i rahim nedeniyle ona acıdım. Ancak anladım ki, Allah onu öldürmüş" dedi. Müşriklerin sancaktarının öldürülmesiyle Resûlullah'ın (saöaİlahu aleyhi vesellem) "Sanki rüyamda boğazlamak için bir koçu yedeğime aldığımı gördüm7' şeklindeki rüyası gerçekleşmiş oîdu. Bundan dolayı Resûlullah (sflaBahu aleyhi vesellem) çok sevindi ve sevincinden tekbir getirdi. Onu gören Müslümanlar da tekbır getırdiler ve derhal müşriklere karşı saldırıya geçtiler. Onları kılıçtan gcçiriyorlardı. Derken müşrik saflarını yarmayı başardılar. Ebû Ubeyde ve Zübeyr b. Bekkâr'm naklettiklerine göre bu konuda Haccac b. Ilât es-Sülctnî şu beyitleri söylemiştir:

 

Allah için ey mahremiyetlerin savunucusu,

Amcaları, dayıları yüce olan rahma mn oğlu!

Senin ellerinden geldi onlara ilk ağır darbe,

Yıktın yiğitçe lalhaağı yiİ2Üstü yare.

Kahraman bir er gibi yüklendin sajlara birer birer,

Dağıttın onları, düşüyorlardı hep teker teker,

Şırıl sıhlam ettin kılıcını onların kanlarıyla,

Geri çekmedin onu, iyice doymadan kana asla.

 

Hz. Peygamber'in (saMahu a%hi veseücm) ashabı küçük birlikler halind savaşa girdiler ve düşman saflarında büyük zayiat meydana getirerek onla^ dağıttılar. Derken sancaklarını Ebû Şeybe Osman b. ebî Talha eline ald Onu gören Hamza b. Abdulmuttalib, çevik bir hareketle üzerine saldırın omzuna bu- kılıç darbesi indirdi. Bu darbe ile el ve ayaklarını koparın gövdesini, göğüs kısmına kadar parçaladı, öyle ki gırtlakları ortaya çıktı ve çok geçmeden öldü. Sonra sancağı Ebû Sa'd b. ebî Talha eline aldı. Ona da Sa'd b. ebî Vakkas bir ok attı ve tam boğazına isabet ettirdi. Öyle ki dili dışarı çıktı ve öldü. Sonra sancağı Musafİ' b. Talha b. ebî Talha aldı. Ona da Asım b. Sabit b. ebî'l-Eklah bir ok attı ve öldürdü. Sonra sancağı Haris b Talha aldı. Asım b. Sabit bir ok ile onu da öldürdü. Bunların her biti kendilerine ok isabet etmiş olarak anneleri Sülâfe'ye gelip, annesi de basını kucağına koyarak "Ey oğulcuğum! Seni böyle kim yaraladı?" diye sordu. O da "Bana ok atan bir adamın 'Al bakalım! Ben Eklah'm oğluyum' dediğini işittim" dedi. Bunun üzerine anneleri şayet Allah imkan verirse Âsım'ın kafa taşıyla su içmeye ant içti. Ayrıca onun kafasını getirene yüz deve sözü verdi. Sonra sancağı Kilâb b. Talha b. ebî Talha aldı. Onu ise Zübeyr veya diğer bir rivayete göre Kuzman öldürdü. Ardından sancağı Cülâs b. Talha b. ebî Talha aldı. Onu da Talha b. Ubeydullah Öldürdü. Sonra Arta b. Şurahbü aldı, onu da Ali b. ebî Talib öldürdü. Sonra Şurayh b. Kârız aldı. Bu zatı kimin öldürdüğü ise bilinmemektedir. Ondan sonra Ebû Zeyd b. Umeyr b. Abdımcnâf b. Hişam b. Abdüddâr aldı, onu ise Kuzman öldürdü. Ondan sonra Kasıt b. Şurahbil b. Hâşim b. Abdüddâr aldı, onu da yine Kuzman öldürdü. Ardından sancağı Habeşistanlı bir köle olan Suâb aldı. O zaman müşrikler dediler ki: Senin tarafından da mağlubiyete uğramayalım. Ama çok geçmeden bir kılıç darbesiyle onun da sağ eli kesildi. Sağ eli kesilince bu defa sancağı sol eline aldı. Sol elİ de kesilince sancağın sopasını boynu ile göğsü arasına sıkıştırarak "Allahım! Ben, elimden geleni yaptım mı?!" diye niyaz etti. Arkadaşları da onun bu nidası üzerine "Evet!" dediler. Sonra en sağlam görüşe göre Kuzman bir ok ile onu da öldürdü. Derken müşrikler dağıldı. Bunun üzerine sancağı Umre binti Alkame el-Hârisiyyc yerden kaldırıp dikti. Onu gören müşrikler tekrar toparlanıp geri döndüler.

Sancaktarları birer birer öldürülünce müşrikler mağlup bir şekilde kaçışmaya başladılar. Öyle ki, kadınları arkalarından bin bir türlü vaveyla Üe seslendikleri halde dönüp bakmıyorlardı bile. Müslümanlar da peşlerinden giderek onları diledikleri yerde öldürüyorlardı.  Sonunda onları bozguna uğratıp karargahtan iyice uzaklaştırdılar.

Zübeyr b. Avvâm ve Berâ b. Azib olayı şöyle anlatmışlardır: O gün Igpitriiz durup kaçarken eteği açılan Hİnd binti Utbe'nin hamallarına , ]ayorduk. Diğer arkadaşları da eteklerini toplamışlar kaçışıyorlardı. Öyle ki hepsinin halhalları ortaya çıkmıştı. Müşrik kavim, az ya da çok umduklarını bulamayıp yenilgiye uğramıştı. Yenilgi konusunda artık şüphe etmiyorlardı. Müslümanlar da, karargahlarına girmiş onların geride bıraktıkları eşyaları yağmalıyorlardı.

 

Okçuların, Peygamber'in Yerleştirdiği Mevzilerini Terk Etmeleri Ve Bunun Acı Sonucu

 

Baslarında Abdullah b. Cübeyr'in bulunduğu okçular müşriklerin başına aeleııleri görünce birbirlerine şöyle seslendiler: "Arkadaşlar! Ganimete! (koşun) Ganimete! Artık sebepsiz yere neden burada bekleyeceksiniz. Allah Teâlâ düşmanı hezimete uğrattı. İşte din kardeşleriniz! Düşmanı mağlup ederek onların karargahlarında ganimetleri topluyorlar. Öyleyse müşriklerin karargahlarına dalıp siz de kardeşlerinizle birlikte ganimet toplayın! O zaman Abdullah b. Cübeyr ve onunla aynı fikirde olanlar buna şöyle karşılık vermişlerdi: Sizler bilmiyor musunuz ki Allah Resulü size şöyle emretmişti: "~Bi-y/eri arka taraftan koruyum. Asla mev>ikrini-yi terk etmeyinizj Bi^im teker teker öldürüldüğümü^ dahi görsem-^ bi-ye yardım etmeyim^ Üstün gelip gam/net topladığımızı görsem-^ dahi, bi^e katılmayım-^. Si% sadece arka cepheyi sağlam tutunup!" Diğerleri ise "Allah Resulü (salkllahu aleyhi vesellem) bizden bunu istemedi" deyip yerlerini terk ettiler. Dağda sadece komutanları Abdullah b. Cübeyr ile birlikte sayıları ona bile varmayan küçük bir grup kaldı. Geri kalanlarının hepsi müşriklerin karargahına ganimet toplamaya gittiler. Oraya vardıkları zaman gerilerine dönüp bakma fırsatı bile bulamadan büyük bir hezimete uğradılar. Hâlid b. Velid dağa bakınca oradakilerin sayısının azalmış olduğunu gördü ve derhal atlı birlikleriyle saldırıya geçti. Onu diğer taraftan İklime b. ebî Cehil takip etti (ikisi de daha sonra müslüman olmuştur). Önce dağda mevzilerini terk etmeyen okçulara yüklenip hepsim kılıçtan geçildiler. Okçuların komutanı Abdullah, öldürülünceye kadar büyük bir kararlılıkla onlara karşı savaştı. Müşrikler Abdullah'ın elbiselerim çıkarıp ona karşı en çirkin misillemeyi yaptılar. Mızraklar karnına kadar işledi. Öyle ki, mızraklar göbeğinden böğrüne kadar, hatta avret mahalline kadar vücudunu param parça etti. İç organları dışarı çıktı. Sonra müşrik ordusu bütün Müslümanları kuşattı. Müslümanlar ise başlarına gelenden habersiz olarak müşriklerin eşyalarını yağmalamak ve ganimet toplamakla Meşguldüler. Onlar bu halde iken müşriklerin atlı birlikleri "Ey Uzzâ! Ey Hübel! Parolasını seslendirerek saldırıya geçtiler ve kılıçlarını, kendilerinden emin bir şekilde ganimet toplayan ve her birinin elinde veya kucağında yağma ettiği bir şey bulunan Müslümanların boyunlarına indirmeye başladılar. Kaçışan müşrikler de kendi atlılaı-ınm galip geldiğini görünce geri dönüp Müslümanlara tekrar saldırdılar. Böylece onlara ağır bu- yenilgi tattırdılar. Onlar üzerinde büyük bit katliam gerçekleştirdiler. Müslümanlar yağmaladıklan eşyaları ve ellerindeki esirleri bırakarak sağa sola dağılmaya' başladılar. Safları bozuldu ve iş tersine dönmeye başladı. Günün ilk saaderinde sabâ rüzgarı esiyordu; şimdi ise fırtına esmeye başladı. Bu hengâmede insanlar neye uğradıklarının şaşkınlığıyla birbirlerini kırmaya başladılar. Üçe bölündüler; üçte biri yaralandı, üçte biri mağlup oldu, geri kalan üçte biri ise öldürüldü. O zaman Melun Şeytan (Müslümanlara) şöyle seslendi: "Ey Allah'ın kulları! Kardeşlerinizin imdadına yetişin!" Bunu duyan öndekiler geri dönerek, düşman ordusundan zannederek gerideki kendi adamlarıyla çarpıştılar. İblis'in bundan amacı, Müslümanları birbirlerine kırdırmaktı.  Günün ilk saatlerinde aşağıdaki âyette de işaret edildiği gibi

Müslümanlar, müşriklere karşı galip durumda idi:   "Siz, Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vadini yerine getirmiştir. Nihayet öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamber'in verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun ki, sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır." (Al-i İmrân, 152) Daha evvel müşriklerin galibiyeti kadar hızlı hiçbir galibiyet yaşanmamıştı. Şeytan, Cu'âl b. Surâka (radiyaliahu anlı) kılığına girerek Ayneyn dağının yanından üç defa: "Muhamnıed öldürüldü!" diye seslendi. Hİç kimse bunun doğrulundan kuşkulanmadı. Ancak Cu'âl, Ebû Bürde'nin yanında var gücüyle çarpışıyordu. O sesi işiten bir grup müslüman ise: "Resûîullah (sallallahu alcylıi vesellem) öldürülmüş olsa bile şehitleı olarak Allah'a kavuşuncaya dek Resûlullah'm savunup yaşadığı değerler ve dininiz uğruna çarpışmayacak mısınız!?" diyordu. Diğer bir grup ise şöyle diyordu: "Keşke şimdi başımızda bir peygamber olsaydı. Ebp Süfyan'dan korunmanın tek yolu Abdullah b. Ubey'e sığınmaktır. Ey topluluk! Muhakkak ki, Muhammed öldürülmüştür. Artık, kavminiz size gelip hepinizi öldürmeden siz, onlara geri dönün." Böylece Müslümanla^ arasında   büyük   bir   karışıklık   meydana   geldi   ve   parolasız   savaşmaya başladılar.  Bunun  sonucunda  ise  acele ve korkunun birbirlerini öldürdüler.

Müslümanlar, korku ve dehşetle her tarafa dağıldılar. İçlerinden bir grup manevi olarak hezimete uğradı ve Medine'ye kadar kaçtı. Kendilerim Medine'de karşılayan Ümmü Eymen, yüzlerine toprak serperek içlerinden birine şöyle bağırdı: "Al, işte sana eğiricı alet! Onunla artık yün eğir! Kılıcını da bana ver!"

Müslümanlar, Allah Resulünün (saMalıu aleyhi vesdlem) yanından tamamen uzaklaştılar. Onunla beraber Müslümanlardan bir kaç kişiden başkası kalmayınca, ne dikili bir sancakları, ne de derlı toplu bu- orduları kaldı. Müşriklerin atlı birlikleri ise Uhud vadisinde ilen geri dolaşarak onları kontrol ediyorlardı. Hep birlikte hareket ediyorlar, birbirlerinden asla ayrılmıyorlardı. Karargahlarına dönünceye kadar kendilerine karşı koyacak hic kimseyi bulamadılar. Bazı Müslümanlar dağa çıktılar. İçlerinden Allah'ın şehitlik nasip ettikleri ise şehit oldular. Şeytan'm yukarıdaki nidası kendisine ulaşınca Peygamber (sallaMıualeyHvcsaan) "Bu, Akabe'deki İzb’dir”[163] buyurdu.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Kararlılığı (Sebat Göstermesi)

 

Beyhakî, Mikdâd b. Amr'dan (radiyaBahu anh), Uhud savaşı hakkında şöyle dediğim nakletmıştir: Vallahi, (müşrikler) o gün (Müslümanlara) büyük zayiat verdirdiler. Zaman zaman Resûlullah'a (saBaBahu aleyhi veseîtem) de saldırıp zarar verseler de, kendisini hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki o, bir karış bile geri adım atmadı; düşmanın karşısında dimdik durdu. Ashabından bir grup kimseler kâh yanına geliyor, kâh ondan uzaklaşlyorlardı. Onu, ayakta zaman zaman düşmana yayıyla ok atarken, zaman zaman da taş fırlatırken gördüm. Öyle ki bir grup ashabı bile kendilerini onunla savunmaya başladılar. Resûluİlah (sallalîahu aleyhi veseflem) büyük bir kararlılık göstererek (sebat edip) yanındaki az bir toplulukla yerinden ayrılmadı.

Muhammed b. Amr anlatıyor: Uhud'da Resûlulîah (sallaMm aleyhi veseilem) yerinde kaldı; bulunduğu yerden bir adım dahi gerilemedi. Aksine düşman karşısında dimdik durdu. Yayının kirişi (ipi) kopuncaya kadar düşmana ok attı. Sonunda ondan elinde, ucundan bir karıştık bir parça kaldı. Sonra onu, kirişini bağlamak için Ukkâşe b. Mıhsan aldı. Ancak: "Ya Resûlalbıh, bu kiriş yetişmiyor" dedi. Resûİullah (sallallahu alevin vescllem) de: '%ira* ırlatırsan, yetişir" buyurdu. Ukkâşe diyor ki, "Kendisini hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben de kirişi uzattım. Kiriş yaya yetiştiği gibi artan kısmını iki veya üç kere de yayın başına doladım." Sonra Resûluİlah (sallalhhu aleyhi veseilem) yayını aldı ve tamamen parçalanıp dağılıncaya ve okları bitinceye kadar onunla ok atmaya devam etti. Ebû Tallıa da kendisini siper etmiş onu koruyordu. Daha sonra yayı Katâde b. Nu'man aldı. Yay, onun yanında kaldı. Resûlullah (saMahu aleyhi veseilem) İse taş atarak mücadeleye devam etti. Kendisi düşman saflarına en yakın kişi idi. Yanında on beş adam vardı ve bunların sekizi Muhacirlerden, yedisi de Ensâr'dan idi. Muhacirlerin adları şöyledir: Ebû Bekir, Ömer, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. ebî Vakkas ve Ebû Ubeyde b. Cerrah. Ensâr'dan olanlar ise şunlardır: Hubab b. Münzir, Ebû Dücâne, Asım b. Sabit, Haris b. Sımmc, Sehl b. Huneyf, Sa'd b. Mu'âz -Bunun Sa'd b. Ubâde olduğu da sÖ3denmiştir.- ve Muhammed b. Mesleme (radiyallahu anhum). Denildiğine göre o gün Resûlullah (sıllaMııı aleyhi veseilem) üe birlikte otuz adam varmış ve hepsi de: "Yüzüm yüzüne siper olsun, canım sana feda olsun, sana selam olsun, asla seni yalnız bırakmayacağım!" dermiş.

Taberânî de tbn Abbas'tan şöyle nakletmiştir: O gün İbn Mes'ûd, Resûlullah (saDallahu aleyhi veseilem) ile birlikte sebat etti. İnsanlar etrafından dağılıp arkalarına bile bakmadan dağa doğru kaçmaya başlayınca Resûlullah Ey faianca  bana gel! Ben  Allah'ın  Resfdiîyiim!" diye sesleniyor, ancak hiç kimse dönüp bakmıyordu.  Her taraftan Resûlullah'ın (siillflilahu aleyhi veseilem) üzerine ok yağıyordu, ama  Yüce Allah, bütün okları kendisinden savıyordu.

Muhammed b. Ömer el-Eslemî, Nafi' b. Cübeyr'den aktarıyor: Muhacirlerden bir adamı şöyle derken işittim: Uhud'a katıldım. Baktım, her taraftan oklar yağıyordu. Resûlullah (saMalıu aleyhi veseilem) ise okların tam ortasında bulunuyordu. Ama hepsi de ondan savılıyordu. O gün Abdullah b. Şihab ez-Zührî'nm "Bana Muhammed'ı gösterin! Eğer bu gün o kurtulursa, ben kurtulmayayım" dediğini işittim. Halbuki Peygamber (saMalıu aleyhi veseilem) hemen yanı başında idi ve beraberinde de onu koruyacak hiç kimse yoktu. Sonra onu göremeden yanından geçip gitti. Bu yüzden Safvân b. Ümeyye kendisini azarlayınca, ona şu karşılığı verdi: "Vallahi onu görmedim. Allah adına yemin ederim ki, o bize karşı komnmaktadır (ona erİşemeyiz). Allah'a yemin ederim ki, biz dört kişi birlikte hareket ettik. Onu öldürmek için sözleşip antlaştık. Buna rağmen kendisine ulaşamadık."

İbn Sa'd da Şerik b. Abdullah b. ebî Nemr'in dedesi Ebu'n-Nemr el-Kinânî'den şöyle dediğini nakletmiştir: Uhud savaşına müşrikler safında katıldım. O gün attığım beş okla Müslümanlara zayiat verdirdim. Ashabının Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesdlem) etrafını kuşattığını gördüm. Sağından ve solundan oklar hurma gibi döküldüğü halde kendisine ulaşamadan ya Önünde kalıyor ya da arkasından çıkıp gidiyordu. Sonra Allah beni İslam'a hidayet etti.

Abdürrezzâk, sağlam mürstl bir senetle Zührî'den şöyle nakletmiş tir: Uhud savaşında Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem) yüzünden yetmiş kılıç darbesi aldığı halde Allah hepsinin de etkisinden (zararından) onu korumuştur. Hafız İbn Hacer, rivayetteki yetmiş rakamıyla Zührî'nin ya hakikî anlamını veya çokluktan kinaye olarak mübalağa kastetmiş olabileceğini belirtmiştir.

O gün üçü Muhacirlerden, beşi de Ensâr'dan olmak üzere sekiz sahabe, ölünceye kadar savaşmak üzere Resûlullah'a (sallallahu aleyhi veseilem) biat ettiler.

Muhacirlerden olanlar Ali, Zübeyr ve Tallıa; Ensâr'dan olanlar İse Ebû Dücâne, Haris b. Sımme, Hubâb b. Münzır, Asım b. Sabit ve Sehl b. Huneyf idi. Ancak bunlardan hiçbiri o gün öldürülmedi.

Ebû Ya'lâ da basen bir senetle Hz. Ali'den (kcıı-amallahu vecheh) şöyle nakletmiştıv: Uhud   savaşında   insanlar   Resûlullah'ın   (sallallahu aleyhi veseilem) etrafından dağılınca, öldürülenlere şöyle bir baktım. Aralarında Resûluliah.' (sallallalıu fdq?Iıi vesellem) göremeyince kendi kendime şöyle dedim: Vallahi, o asi kaçmaz. Öldürülenler arasında da onu göremedim. Öyleyse Allah bu yaptıklarımızdan ötürü bize gazap etti ve Peygamber'mi (sallallahu aleyhi vesdlem) kendi katına yükseltti. O zaman benim için, öldürülünceye kadar savaşmaktan daha hayırlı bir şey yoktur. Kılıcımın kınını kırarak müşriklerin üzerine saldırdım. Önümü açtıklarında bir de ne göreyim! Resülullah (sallallahu ale^ıİ veselkm) müşriklerin tam ortasında onlarla çarpışıyordu.

 

Müşriklerin Kendisine Yaptıklarına Karşılık Resûlullah'm (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Büyük Ecre Nail Olması

 

Müşrikler, Resûlullah'ın (sallaflahu aleyhi veselletn) etrafında toplanarak onu öldürmek istediler. Utbe b. ebî Vakkâs (Allah ona lanet etsin) Peygamber'e (sallalialuı aleyhi vesellem) dört taş attı. Taşlardan bîri alt çenesinin sağ tarafındaki kopekdİşıne isabet ederek kırdı, alt dudağını da yaraladı. Hafız İbn Hacer ise Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) dişinin tamamen çıkmadığını, sadece ucundan bir parçanın kırılarak düştüğünü belirtmiştir.

Abdürrezzâk Tefsirinde Mıksem'den şöyle nakletmiş tir: Resûluliah (saMahu aleyhi vesellem), yüküne taş fırlatıp azı dişini kırdığı için Utbe b. ebî Vakkas hakkında: "Allahtm! Ürerinden bir sene bile geçmeden kafir olarak Öhün\{ diye beddua etmişti. O da üzerinden bir yıl bile geçmeden cehennemlik bir kafir olarak can verdi. Bu haberi bir başka tarikle İbn Abbas'tan ayrıca Ebû Nuayra da nakletmiştir.[164]

Hâkim, Hatıb b. ebî Belta'dan şöyle nakletmiştir: Hatıb, Utbe'nin Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) yaptığını görünce: "Ey Allah'ın Resulü, bunu sana kim yaptı? diye sordu. "Utbe b. ebî Vakkas'3 buyurunca Hatıb, "Peki ne tarafa gitti?" diye sordu. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de onun yöneldiği tarafa işaret etti. Hatıb diyor ki: Bunu üzerine peşinden girip onu yakaladım ve bir kılıç darbesiyle boynunu uçurdum. Atını ve kellesini alarak Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanma vardım. Peygamber (saflallahu aleylıi vesdlem) de onu (ati) bana teslim etti ve iki defa "ylliah senden ra^ı olsun!" diyerek bana dua etti.[165]

Hatib, Tarihi Bağdâd'dz. Muhammed b. Yusuf el-Firyâbî'den şöyle dediğini flakletmiştir: Bana ulaşan habere göre Resûlullah'ın (saliallahu aleyhi vesellem) (rebâî) dişini kıranların hiç çocuğu olmamıştır. Peygamber'in de kırılan dişinin yerine yenisi çıkmıştır. Bu konuda Süheylî de şöyle demiştir: Utbe'nin neslinden gelip de ergenlik çağına giren hiç bir çocuk yoktur ki, ağzı pis kokulu ve kökünden kırık dişli olmasın. Onun nesli böyle tanınmaktadır. Abdullah b. Şihab ez-Zührî de Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yüzünü yaralamıştı —ki bu zat daha sonra müslüman oldu-/ Yaradan o kadar çok kan aktı ki, sakal-ı şerifi kana boyandı. Uğruna canım feda olsun.

Yapılan rivayete göre Abdullah b. Kami'e, o gün Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanağını yaraladı. Miğfer halkalarından İkisi yanağına battı. Aynca bir de kılıç darbesi indirdi. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesdlem) üzerinde iki zırh vardı. Darbenin etkisiyle önündeki bir çukura yanı üzere düştü. Bu çukur, farkında olmadan müslümanîar düşsün diye Ebû Amir el-Fâsık tarafından kazılan çukurlardan biriydi. İbn Cerir'in, Katâde'den naklettiğine göre Resûluliah (sallallahu aleyhi vesellem) (çukura düşer düşmez) bayıldı. O zaman Hz. Ali b. ebî Talib elinden tuttu, Talha da kaldırdı. Böylece Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) çukurdan çıkararak ayağa kalkarak doğruldu. Çukura düştüğü zaman dizleri yaralanmıştı. İbn Kami'e'nin kılıç darbesi ise önemli bir şey yapmamıştı. Sadece boynunda kılıcın ağırlığı nedeniyle, aldığı darbeden kaynaklanan bir ağrı vardı. Resûluliah (sallallahu aleyhi vesdlem) bu darbenin acısını bir veya bir kaç ay boyunca boynunda hissetti. Ayrıca kalabalık bir müşrik grubu da kendisine taş atıyordu. Sonunda taşların etkisiyle yanı üzerine düştü.

Taberânî, Ebu Ümâme'den naklediyor: İbn Kami'e Resûlullah'a (salklbhu aleyhi vesdlem) taş fırlatırken "Al bakalım! Ben Kami'e'nin oğluyum" diyordu. Peygamber (saBaflahu aleyhi vesellem) de buna karşılık "Akmeek'allah (Allah seni zelil ve perişan etsin)" diyerek ona beddua etti. Allah, Resulünün bedduasını kabul etti; bu nedenle daha sonraları İbn Kami'e'ye erkek bir geyiği musallat etti ve o geyik, bedenini parça parça edinceye kadar onu boynuzladı.[166] Bu konuda Ebû Nuaym da Nafı' b. Asım'dan şöyle nakletmiştir: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanağını kanatan Abdullah b. Kami'e, Hüzeyl kabilesinden bir adamdı. Allah (ceBe cdâtohu) ona bir teke musallat kıldı ve o teke, öldürünceye kadar onu boynuzladı.

Ebû Davud et-Tayalisî ve İbn Hibbân, Âişe'den (ndçaDahu anha) şöyle nakle tenislerdir: Ebû Bekir, Uhud savaşını her hatırladığında derdi ki: "O gün tamamen Talha'mn günü idi." Sonra (bir defasında) şöyle anlattı-Uhud'da ben de Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesdlem) yanına gidenlerdendim Baktım, birisi Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesdlem) önünde var gücüyle savaşıyor -zannımca, "onu koruyor" dedi- Kendi kendime "Bari Talha ol! Nasılsa ben, kaçırdığım mükafaatı kaçırdım" dedim. Bu zatın, kendi kavmimden birinin olması elbette benim daha çok hoşuma giderdi. Hz, Peygamber'Ie (sallallahu aleylıi vesdlem) aramda tanıyamadığım biri daha vardı; ama ben, Peygamber'e ondan daha yakındım. O kişi, önüne geleni kırıp geçiyordu. Ben, onun yaptığını yapamıyordum, Baküm ki o, Ebû Ubeyde b. Cerrah. Sonra Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesdlem) yanına kadar vardım. (Rebâî) Köpekdişi kırılmış, yüzü yaralanmıştı. Miğfer halkalarından ikisi yanağına girmişti. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesdlem) bizi görünce Talha'yı kastederek "Arkadaşınızın yardımına koşun" buyurdu. Resûlullah'm yanağı kanamış olduğu için onu Öylece bıraktık. Ben derhal Resûlullah'm yanağından miğfer halkalarını çıkarmak için gittim. Ancak Ebû Ubeyde: "Eğer müsaade edersen, yemin ederim İd, bu benim hakkımdır" dedi. Ben de bu işi ona bıraktım. Ebû Ubeyde, halkaları eli ile tuttu; ancak Peygamber'e (saflaüahu aleyhi vesdlem) eziyet etmek istemedi ve onları ağzı ile tutarak halkalardan birini çıkardı. Halka ile birlikte Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesdlem) kesici dişi de çıktı. Ben de onun yaptığı gibi yapmak istedim, ama yine "Eğer müsaade edersen, yemin ederim ki, bu benim hakkımdır" dedi. Aynı şekilde birincisinde yaptığı gibi yaptı. Bu defa da halka ile birlikte diğer kesici dişi (seniyye) çıktı. Ebû Ubeyde diş çekme konusunda insanların en ustalarmdandı. Resûlullah'm (sallalkhu aleyhi vesdlem) durumunu düzelttikten sonra orada kazılan çukurlardan birinde bulunan Talha'mn yanına gittik. Bedeninde yetmiş küsur veya daha az ya da çok kılıç, mızrak ve ok yarası vardı. Ayrıca parmağı da kesilmişti. Onunla da ilgilenip yaralarını tedavi ettik.[167]

Muhammed b. Ömer'in nakline göre o gün Talha başından yaralandı. Yarasından öyle kan akü ki, bayıldı. Bunun üzerine ayılıncaya kadar Ebu Bekir yüzüne su serpti. Ayılınca önce: "Resûlullah (saliallahu aleyhi vesdlem) rtÇ yaptı?" diye sordu. Ebû Bekir de: "O, selamettedir. Beni, sana o gönderdi dedi. Bunu duyunca Talha: "Allah'a hamdolsun!. Artık bütün musibetler vız gelir"  dedi. Ebû  Saîd  el-Hudıfnin  Muhammed b. Ömer'den  naklettiği haberde de şöyle geçmektedir: Miğfer halkaları çıkarılınca (Resûlullah'm yanağından) çanaktan boşalır gibi kan boşaldı. Mâlik b. Sinan, kanı ağzına alarak bazen dışarı püskürtüp bazen de yutmaya çalıştı. Bunun üzerine Peygamber (salîallahu ateyhi vesdlem) "Kanı içiyor musun?" diye sordu. O da "Evet Ey Allah'ın Resulü!" deyince: "Kimin kanı kanıma değene, ona ateş dokunmak buyurdu.

Ayrıca Ebû Dücâne de kendisini kalkan edinip Resûlullah'ı (sallalkhu aleyhi vesdlem) korudu. Öyle ki, oklar sırtına isabet ettikçe bundan muzdarip olarak eğiliyordu (ama kaçmıyordu). O kadar çok oka hedef oldu ki, (üzerindeki oklardan) hareket edemiyordu.

O gün Abdurrahman b. Avf da Hz. Peygamber'i (saMalıu aleyhi vesdlem) savunmak için büyük gayret sarfetti. Mücadele sırasında ağzından isabet aldı ve dişleri kırıldı. Ayrıca yirmi veya daha fazla yerinden yaralandı. Bu sırada ayağından da yaralandı ve Hâkim'in İbrahim b. Sa'd'dan naklettiğine göre bundan dolayı topallıyordu.

Sa'd b. ebî Vakkas da Resûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem) koruyabilmek için şiddetli mücadele verdi. Hâkim, Aişe binti Sa'd'dan, o da babasından şöyle dediğini nakletmiş tir: Uhud günü insanlar o meşhur saldırıya geçince kendi kendime "Bir kenara çekilip kendimi savunayım; bu surette ya canımı kurtarırım, ya da şehit olurum", dedim. Baktım, ortada yüzü kan revan içerisinde biri var. Müşrikler neredeyse onu tepeleyecekler. Derken avucunu kumla doldurup müşriklerin üzerlerine attı. Sonra onunla aramda Mikdâd'm olduğunu gördüm. Kendisine bu adamın kim olduğunu sormak istedim. Bana: "Sa'd! O, Resûlullah'dır. Seni çağırıyor!" dedi. Derhal kalkıp sanki hiç yara almamış gibi onun yanına vardım. Beni önüne oturttu. Ben de ok atmaya başladım. Bir taraftan da "Allahım işte okun! Düşmanına isabet ettir" diye dua ediyordum. Peygamber de: "Allahım! Sa'd'm duasına icabet et! Allahım Sa'd'ın okunu hedefine ulaştır. Yaşa Sa'd! Anam-babam sana feda olsunV diyordu. Attığım her okta Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) ".Allahım! Attığını hedefine ulaştır, duasını kabul et!" diye niyazda bulunurdu. Ok çantamdaki bütün oklarım bitince Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) kendi çantasındakilerı Önüme döktü ve onların içinden bana teleklİ bir ok verdi. O hedefe ulaşmada diğerlerinden daha iyiydi.[168] Zührî, "O gün Sa'd'ın attığı ok sayısı bindi" demiştir.

İbn Aiz, Yahya b. Hamza kanalıyla miirsel olarak Sa'd b. ebî Vakkas'tan şöyle nakletmiştır: O gün bir ok attım. Hemen peşinden Resûlullah (saDaBahu akyhi vesellem) oku bana geri verdi. Ben okumu tanıyordum. Sekiz ya da dokuz defa tekrar tekrar aynı oku atüm. Her defasında Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onu bana iade etti. Sonra onu çantama koydum. Benden hiç ayrılmıyordu.

Buhârî ve Hasan b. Arefe'nin naklettiklerine göre Sa'd demiştir ki: Resûlullah (sallaDahu aleyhi vesellem) çantasindaki okları önüme dökerek "At! Anam-babam sana feda olsun.!" dedi.

Yine Buharı, Hz. Ali'den (kemmallahu vecheh) şöyle dediğini nakletmistir: Resûlullah'ın, Sa'd b. Mâlik dışında hiç kimse için anne-babasını birlikte andığını işitmedim. Uhud günü onu şöyle derken işittim: "Ey Sa'd! At, anam-babam sana feda olsun" Yine Sa'd'dan şöyle dediği nakledilmiştir: Resûlullah (sallallahu aleyhi veseDem) Uhud günü benim için anne-babasmı birlikte andı. Sa'd bununla, savaşırken Resûlullah'ın kendisine söylediği "Anam-babam sana feda olsun" sözüne işaret etmektedir.[169]

Muhammed b. Ömer şöyle nakletmistir: Aralarında Hibbân b. Arika ve Ebû Üsâme el-Cüşemî'nin de bulunduğu müşriklerden bir grup kimse Müslümanları yoğun ok yağmuruna tutmuşlardı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) Sa'd'a: "Anam-babam sana feda olsun, ok ati" demeye başladı. Sa'd, Hibbân'a bir ok attı. Ok, yaralılara su vermekle meşgul olan Ümmü Eymen'in eteğine isabet etti ve eteği açıldı. Buna Allah'ın düşmanı çok güldü. Onun bu şekilde gülmesi Resûlullah'ın (saEalîahu aleyhî vesellem) zoruna gitti ve Sa'd b. ebî Vakkas'a demiri olmayan bir ok vererek "Bunu af buyurdu. Ok, Hibbân'm tam gırtlak çukuruna isabet etti. Bunun etkisiyle Hibban sırt üstü yere yıkıldı ve avret mahalli açıldı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdiem) onun bu vaziyetine o kadar güldü ki, azıdişleri göründü. Sonra: "Sa'd, onun (Ümmü Eymen'in) intikamım aldı. Allah duam kabul etti ve attığın oku hedefine ulaştırdı" buyurdu.

Mâlik b. Züheyr, Ebû Üsâme el-Cüşemî'nin kardeşi idi. O ve Hibbân b. Arika, ok atışlarıyla Müslümanlardan pek çok kimseyi öldürdüler. Sa'd, Mâlik'e bir ok attı. Mâlik'in tam gözüne isabet eden ok, kafasının arkasından çıkarak onun ölümüne neden oldu. O günü Ümmü Ammâra Nüseybe -Asıl adı, meşhur rivayete göre böyle olmakla birlikte İbn Maîn ve Firebri'rrûı nakline göre "Nesîbe"diı\- binti Ka'b el-Mâziniyye de büyük mücadele verdi. Müslümanlar hezimete uğrayınca Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) yanına vardı ve fiilen savaşa iştirak edip gerek kılıçla ve gerekse ok atarak Resûlullah'ı savunmaya başladı. İbn Kamie, öldürmek amacıyla Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) yöneldiğinde, Mus'ab b. Umeyr'le birlikte onun karşısına çıktı. İbn Kamie'ye bir kaç kılıç darbesi indirdiyse de Allah düşmanının üzerinde iki zırh vardı ve bir kılıç darbesiyle Ümmü Ammara'yı fena halde yaraladı. Bu yara daha sonra iyice derinleşti. Onun hakkında Resûlullah (salîallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Muhakkak ki, Nesibe bİnti Ka'b'in makamı falan ve falan kimselerin makamlarından daha üstündür; %ira, sağya da solyamma her döndüğümde hep onu, beni savunmak amacıyla yanı başımda savaşırken gördüm" Oğlu Abdullah b. Zeyd b. Asım'a da şöyle dedi: "Allah bereketini-^ artırsın, ev halka! Annenimin makamı falan ve falan kimselerin makamlarından daha üstündür. Annenimin eşi Gaziyye b. Amr'ın makamı falan ve falan kimselerin makamlarından daha üstündür. Allah sizi esirgesin, ey ev halkı}" Ümmü Ammara, Peygamber'e(sa]laUahu aleyhi vesellem): "Allah'a dua et te cennette seninle birlikte olalım" şeklinde istekte bulundu. O (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Allahıml Onları cennette bana refik (arkadaş) kıl!" diye dua etti. Bunun üzerine Ümmü Ammara da: "Artık dünyada başıma geleceklere hiç aldmnam" dedi.

Bu konuda Belâzurî de şöyle demiştir: Nüseybe, eşi ve iki oğluyla birlikte Uhud savaşına katılmıştı. Yola çıkmadan önce yaralılara su vermek için yanına bir kap almıştı. Savaşa fiilen İştirak ederek büyük mücadele verdi.

Gerek ok atışlarıyla gerekse kılıçla on iki kişiyi yaraladı. Günün ilk saatlerinde galibiyet Müslümanların iken onlara su dağıtıyordu. Daha sonra müşrikler yeniden saldırıya geçince fiilen savaşa İştirak etti. Ayrıca Yemâme savaşına da katılarak fiilen çarpıştı. O savaşta öldürmek amacıyla Müseylemetü'l-Kezzab'a doğru yöneldiği sırada aldığı bir kılıç darbesiyle elini kaybetti. Ümmü Ammara bununla ilgili olarak demiştir ki: "O habis (iğrenç) adamı öldürmek için önümde hiçbir engel yoktu. Derken öldürülmüş olduğunu gördüm. Baktım, oğlum Abdullah b. Zeyd elbisesiyle kılıcını siliyor. "Onu öldürdün mü?" dedim. O da "Evet" deyince, Allah'a şükür için secdeye kapandım."

İbn Sa'd, Musa b. Damre b. Saîd yoluyla babasından şöyle nakletmistir: Ömer b. Hattab bir kaç elbise getirmişti. İçlerinde biri geniş ve kaliteli idi. Birisi, "Bunu Abdullah b. Ömer'in eşi Safiyye binti ebî Ubeyd'e göndersen ya" dedi. Ancak Hz. Ömer: "Onu, buna ondan daha layık birine, yani Ümmü Ammara Nüseybe binti Ka'b'a gönderin; zira ben, onun hakkında ResûluUah'm şöyle dediğini işittim: "Ne ^aman sağya da sol yanıma dÖndüysem, hep onu, beni savunmak amacıyla yanı başımda savaşırken gördüm''[170]

Hz. Peygamber (sallaîlahu aleyhi vcseHem), hem insanların durumunu görmek için, hem de ashabı kendisini fark edip ona doğru yönelsinler diye dağa doğru çekildi. Ancak müşrikler, kendisini öldürmek amacıyla peşinden gelip ona yetiştiler. Fakat onlar, Allah'ın böyle bir şeyin gerçekleşmesine mani olduğunun farkında değillerdi. Bununla birlikte içlerinden bir grup Resûlullah'ı (salîallahu aleyhi vesdlem) taş yağmuruna tuttular ve o da, bunların etkisiyle yanı üzerine düştü.

Nesâî   ve   Beyhakî   nispeten   sağlam   (ceyyia)   bir   senetle   Câbir   b. Abdullah'tan şöyle nakletmişlerdir: Uhud savaşında insanlar ağır bir yenilgi alarak Hz. Peygamber'İn (sallnllahu akyhi vcseflem) etrafından uzaklaşmışlar; dağa tırmanırken yanında  sadece  Ensâr'dan  on  kişi ile Talha b.  Ubeydullah kalmıştı. Sonra müşrikler (peşlerine düşüp) arkalarından yetişince ResûluUah (saDaflaîıu aleyhi vesdlem) "Bunlara karşı koyacak kimse yok mu?" diye seslendi Talha İleri atılarak "Ben, ya ResûluUah" dedi. Peygamber "Sen olduğun yerde kal, Talba" buyurdu. Bunun üzerine Ensâr'dan bir zat: "Ben, ya ResûluUah!" dedi. Sonra o Ensârlı zat müşriklerle çarpışmaya girdi. Bu arada Peygamber (saflaflahu aleyhi vesellem) beraberindeki ashabı İle birlikte dağa tırmanmaya devam ettiler. Derken (müşriklere karşı koyan) Ensârlı zat öldürüldü ve müşrikler Peygamber'e (saflaDahu aleyhi vesdlem) yine yetiştiler. Peygamber yine: "Bunlara karşı koyacak kimse yok mu}" diye seslendi. Yine Talha: "Ben, ya Resûlullahî" dedi.  ResûluUah  (sallallahu aleyhi vesellem)  ona,  daha Önceki gibi yine yerinde kalmasını söyleyince Ensâr'dan bir zat daha "Ben, ya ResûluUah!" dedi. Peygamber (saliallahu aleyhi vesellem) ve beraberindeki ashabı çıkarlarken o zat müşriklere  karşı koymaya  çalıştı.   Sonra  o  da  öldürüldü.   Müşrikler yine arkadan Hz. Peygamber'e (sallaîlahu aleyhi vesellem) yetiştiler. O gün ResûluUah (sallallahu aleyhi vesellem) devamlı bir surette ilk söylediğini tekrar ediyor, TaUıa da hep öne atılarak "Ben, ya ResûluUah!" diyordu. O ise onu hep yanında alıkoyuyordu.  Bunun  üzerine  bir  Ensârlı müşriklere  karşı  koymak için kendisinden izin istiyor, o da ona izin veriyordu. O da, daha öncekiler gibi (müşriklerle) çarpışıyordu. Öyle ki sonunda yanında Talha'dan başka kimse kalmadı. Müşrikler etraflarını sarınca Hz. Peygamber: "Bunlara kim karşı koyacak Talba?" diye seslendi. Talha da "Ben" dedi ve kendisinden önceki herkes   gibi   o   da   (müşriklerle)   çarpışmaya   başladı.   Çarpışma   sırasında parmaklarından  isabet  aldı ve  darbenin  acısıyla  "Ah!"   dedi.   O   zaman (saMahu aleyhi vesellem): "Eğer <Bismillah (AUahm adıyla)> deseydin, yelekler seni semaya yükseltir, insanlar da, meleklerle birlikte göklerin derinliklerinde fcayboluncaya kadar sana bakarlardı" buyurdu.

Ahmed b. Hanbel ve Müslim, Enes b. Mâlik'ten şöyle nakletmişlerdir: Müşrikler, beraberindeki bir Kureyşli ve yedi Ensârlı ile kendisine yetişip sıkıştırdıkları zaman Hz. Peygamber (sallaîlahu aleyhi vesdlem): "Bunları binden savacak kimse, cennette benim refikim (arkadaşım) olacaktır" buyurdu. Bunun üzerine Ensâr'dan bir zat çıkü ve öldürülünceye kadar onlarla çarpıştı. Müşrikler yine Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) yetişip onu sıkıştırmaya başladılar. Bu defa ResûluUah (sallallahu aleyhi vesdlem): "Bunları binden kim jraklaştınrsa, (mükafat olarak) ona cennet var -veya o kimse cennette benim refikimdir" buyurdu. Yine Ensâr'dan bir zat çıktı ve öldürülünceye kadar onlarla çarpıştı. Bu şekilde yedi Ensârlı da öldürülünce ResûluUah (sallallahu aleyhi vesellem): "Arkadaşlarımıza karşı insafst^ davrandık" buyurdu.[171]

Buharî'nin bildirdiğine göre Kays b. ebî Hâzim demiştir ki: Ben, Talha b. UbeyduUah'ın elinin felç olduğunu gördüm. O, o eliyle Uhud'da ResûluUah'ı korumuştu.

 Dârekutnî ve Taberânî Talha'dan; Nesâî, yine Taberânî ve Beyhakî de Câbir b. AbduUah'tan (radiyaHahu anlı) şöyle nakletmişlerdir: Talha, parmaklarına isabet eden bir oktan duyduğu acıyla "Ah!" diye bağırınca ResûluUah (saBallahu aleyhi vesellem): "Eğer <Bismillab> deseydin, melekler seni uçururlardı ve seninle birlikte göklerin derinliklerinde kayboluncaya dek insanlar sisçe bakarlardı. Ve sen, henü^ dünyada olduğun halde Allah'ın, cennete senin için yaptığı köşkünü görürdün" buyurdu.[172]

İbn ebî Şeybe ve Ahmed b. Hanbel, AbduUah b. Mcs'ûd'dan şöyle nakletmişlerdir: Uhud günü kadınlar, Müslümanların arka saflarında yaralanan müşrikleri öldürmekle meşguldüler. O gün eğer "İçimizden hiç kimse dünyalık ümidiyle hareket etmedi" diye yemin etseydim, bu yeminimde doğru olacağımı umardım. Neticede Allah şu âyeti indirdi: Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı" (Âl-i İmrân, 152) Ashabı kendisine muhalefet edip emirlerine isyan edince Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) dokuz kişi ile yalnız kaldı. Bu dokuz kişinin yedisi Ensârlı, ikisi de Kureyşli idi. Onuncuları ise kendisi idi. Müşrikler kendisine yetişip sıkıştırmaya başlayınca "Allah bunları binden savan kişiyi esîrgesiff* buyurdu...

İbn İshak anlatıyor: Müşrikler kendisini kuşatınca Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) "Kim canını bi^im için feda edet?" buyurdu. Bunun üzerine beş Ensârlı ile birlikte Ziyâd b. Seken çıktı -Bazıları bu zatin, Umâre b. Yezid b. Seken olduğunu söylemişlerdir- ve teker teker öldürülünceye kadar Resûlullah'ı (salküalıu aleyhi vesellem) korumak için çarpıştılar. Müşriklerin karşısına en son çıkanları ise Ziyad veya Umare idi. Ziyâd, müşriklerle şiddetli bir çarpışmaya tutuştu. Sonunda derin bir yara aldı. Derken Müslümanlardan bir grup yetişti ve müşrikleri ondan uzaklaştırdılar. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) "Onu bana yaklaştinnV buyurdu. Kendisine yaklaştırdıklarında dizini ona yastık yaptı. On dört yerinden yarak olan Ziyâd, yanağı Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) dizinde olduğu halde can verdi.

(Uhud'da) Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi veseliem) bir yanında Hz. Ali b. ebî Talib, bir yanında Ebû Dücâne ve diğer bir yanında da Sa'd b. ebî Vakkas çarpıştı. Ali b. ebî Talib, İklime b. ebî Cehil'in de yer aldığı bir müşrik birliği karşısında yalnız kaldı. Kılıcıyla vuruşa vuruşa ortalarına kadar ilerledi. Hepsi onun üzerine yüklenmişlerdi. Bu şekilde safların öbür ucuna kadar ilerledi. Sonra geri dönerek vuruşa vuruşa tekrar geldiği yere geri döndü. Hubâb b. Münzİr, ganimet arar gibi müşrikleri araştırıyordu. Sonra hepsi birden üzerine çullandılar. Hatta bir ara öldürüldüğü söylendi. Sonra müşrikler etrafından dağılınca elinde kılıcıyla ortaya çıktı. O gün Ebû Talha da büyük imtihan vermişti.[173]

Buharı, Müslim ve Muhammed b. Ömer el-Eslemî, Enes'ten (radiyallahuanlı) şöyle nakletmişlerdir: Uhud günü İnsanlar Resûlullah'tan (saMalıu aleyhi veselleny uzaklaştıkları zaman Ebû Talha, küçük kalkanıyla Hz. Peygamberin (saflaBa1111 aleyhi vesellem) önünde onu savunuyordu. Ebû Talha iyi ok atardı. Ok çantasın* Resûlullah'ın önüne dökerek hiç durmadan oklarını atmaya başladı. Öyle o gün iki ya da üç yay kırdı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), elinde ok çantasıyla yanlarından geçen herkese "Onu Ebû Talha'nm önüne dök" diyordu. Resûlullah (saMalıu aleyhi vesellem) başını kaldırıp insanlara bakmak istediğinde gbû Talha: "Anam-babam sana feda olsun, ey Allah'ın Resulü! Başını kaldırma, sonra sana insanların attığı oklardan bir ok isabet eder. Canım,  feda olsun" derdi.[174]

 

Allah'ın, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) İle Birlikte Sebat Eden Müslümanlara Uyku Vermesi

 

Ahmed b. Hanbel, Buharı ve Hâkim Ebû Talha'dan; yine Buhârî, Enes

kanalıyla Ebû Talha'dan şöyle dediğini nakletmişlerdir: Uhud günü üzerine uyku çökenlerdendim. Öyle ki uyuklama nedeniyle defalarca elimden kılıcım düştü. Allah bu uyuklama halini onlara, kendilerini güvenlikte hissetsinler diye verdi. Kılıcım düşüyor, ben alıyordum. Sonra etrafıma baktım. Müslümanların her biri, uyuklamanın etkisiyle kalkanının altında bir sağa bir sola gidip geliyordu.

Taberânî de el-Mu'cemu'l-evsat't^ Abdurrahman b. Avftan "Uhud günü bize uyku verildi" dediğini nakletmiştir. İbn Cerir de İbn Abbas'ın şu sözünü bildiriyor: "Allah Teâlâ, o gün inananlara, kendilerini saran uyuklama haliyle güven verdi, zira ancak kendini güvende hisseden kişi uyuyabilir." Yine İbn Cerir, İbn Mes'ûd'dan şöyle dediğini nakletmiştir: "Savaş esnasında uyuklama hali Allah'tan bit güvendir. Namaz sırasında uyuklama hali ise Şeytan'dandır."

Muhammed b. Ömer el-Eslemî, Ebû'l-Yeser Ka'b b. Amr el-Ensârî'den şöyle nakletmiştir: "O gün kendi kavmimden on dört kişi ile birlikte Resûlullah'ın (saMalıu aleyhi vesellem) yanında idim ve Allah'tan bit güven olarak hepimizi bir uyuklama halinin sardığını göldüm. Öyle ki, herkes horluyor, ellerindeki kalkanlar birbirlerine çarpıp duruyordu." Bişr b. Berâ b. Ma'rûr, kılıcı elinden düştüğü halde bunu hissetmedi. Ancak eline alıp keskin ucunun kırılıp köreldiğini görünce onun düştüğünü anladı. Bu sırada müşrikler de bizim tam altımızda bulunuyorlardı.

İshak b. Râheveyh de Zübeyr b. Avvâm'dan şöyle nakletmiştir: Vallahi o gün benim üzerime de uyuklama hali çöküyordu. -Bir diğer rivayette ise, 'iyice korkmaya başladığımız ve bize uyku hali verildiği anda Resûlullah (saDaBahu aleyhi vesellem) ile birlikte bulunuyordum" denmiştir.- Bu uyku haliyle her birimizin çenesi önüne (göğsüne) düşmüş (uyuyordu). Vallahi o gün Muattib b. Kuşeyr'in "Bu işte bir etkimiz olsaydı şimdi burada öldürülmez dik" şeklindeki sözlerini rüyada işitiyor gibiydim. Bu sözleri öylece aklımda tuttum. Derken Allah (cdlc cdâluhu) bu konuda, Muattib b Kuşeyr'in de sözlerine işaretle "Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi... Bu işte bir etkimiz olsaydı, burada öldürülmezdık" (Al-i İmrân, 154) âyetini indirdi.

Muhammed b. İshak demiştir ki: Allah Teâla tarafından bir güven olarak kesin inanç sahiplerine (ehl-i yakin) uyuklama hali verildi. Bunlar hiçbir şeyden korkmaksızm güven içerisinde uyuyorlardı. Sadece kendi başlarının çaresini arayan münafıklar (nifak ehli) ise son derece şiddetli bir korku ve ürperti içerisinde idiler.

 

Uhud'da Yardım Meleklerinin Gelmesi Ve Fiilen Savaşa İştirakleri

 

Ebû Davud et-Tayâlisî, Buhârî ve Müslim Sa'd b. ebî Vakkas'tan (radiyallaha anlı) şöyle riakletmişlerdir: Uhud savaşı sırasında biri sağında, diğeri solunda olmak üzere Resûlullah'in (sallnliahu aleyhi veseflem) etrafında onu savunmak İçin en şiddetli biçimde savaşan beyaz elbiseli iki adam gördüm. Onları ne daha önce, ne de daha sonra hiç görmedim. Sad'ın kasdı, Cebrail ve Mikâil'dir. Aynı rivayeti nakleden Beyhakî, daha sonra Mücahid'den "Melelder Bedir savaşı dışında bir yerde savaşmamışlar dır" dediğini nakletmiş ve bununla Mücâhid'in, Uhud eünü*bkculann Peygamber'e isyan ederek emirlerine karsı sabır gösteremedikleri zaman onları savunmak amacıyla savaşmadıklarını kastettiğini belirtmiştir. Muhammed b. Ömer de  "Evet, gerçekten sabreder ve Allah'tan sakınırsanız..." (Al-i İmrân, 125) ayeti ile ilgili olarak hocalarından "Sabır gösteremeyerek (Resûlullah'ın etrafından) dağıldılar. O nedenle (Allah tarafından) yardım da görmediler" şeklindeki yorumu nakletmiştİr. Yİne aynı kişilerden nakledildiğine göre o gün Mus'ab b. Ümeyr öldürülünce, sancağı onun suretinde bir melek almıştır. O gün melekler hazır bulunmuşlar, ancak fiilen savaşa katılmamışlardır.

Taberânî, İbn Mende ve İbn Asâkir, Mahmûd b. Lebid tarikiyle Haris b. Sımme'nin şöyle dediğini nakle tenislerdir: Dağın eteğinde Resûlullah (saflaflahu aleyhi vesdfem) bana Abdurrahman b. Avfı sordu. Dağın yanında gördüğümü söyleyince "Melekler onunla birlikle savaşıyor" buyurdu. Ben de Abdurrahman b. Avfın yanına geri döndüm ve önünde yedi kişinin öldürülmüş olarak yattığını gördüm. Ona "Hay ellerin dert görmesin. Bütün bunları sen mi Öldürdün?" diye sordum. "Bu ve bunu ben öldürdüm. Şunları ise gözlerimle göremediğim birileri öldürdü" dedi, O zaman "Allah ve Resulü doğru söylemiştir" dedim.

İbn Sa'd da, Abdullah b. Fazl b. Abbas b. Rabî'a b. Haris b. Abdulmuttalib'den şöyle nakletmiştİr: Resûlullah (saHaBahu aleyhi veseDem) Uhud günü sancağı Mus'ab b. Umeyr'e verdi. Mus'ab öldürülünce onu, Mus'ab'm suretinde bir melek aldı ve Resûlullah jsaBaHahu aleyhi veseflem) "İlerle ey Mus'ab" diye seslenmeye başladı. Melek ona dönerek "Ben Mus'ab değilim" dedi. O zaman Peygamber (saHaBahu aleyhi veseDem) anladı ki, o, kendisine destek olarak gönderilmiş bir melekti.

İbn ebî Şeybe'nİn Musanneftc Muhammed b. Sâbit'ten naklettiğine göre Resûlullah (saDaDahö aleyhi vesettem) Uhud günü "ilerle ey Mus'ab" diye seslenince Abdurrahman b, Avf, "Mus'ab öldürülmedi mİ? Ya Resûlallah!" diye sordu. Peygamber de "Evet, Öldürüldü, Fakat bir melek onun yerine geçerek onun ismini aldf buyurdu.[175]

İbn Asâkir de Sa'd b. ebî Vakkas'tan şöyle dediğini nakîetmiştir: Uhud günü düşmana ok atarken, attığım okların beyaz elbiseli, güzel yüzlü tanımadığım bir adam tarafından bana geri iade edildiğini gördüm. Daha sonra onun bir melek olabileceğini düşündüm.

İbn İshak, Beyhakî ve İbn Asâkir, Abdullah b. Avn yoluyla Umeyr b. Ishak'tan şöyle nakletmişlerdir: Uhud savaşı sırasında bir ara Müslümanlar Resûlullah'ın (saflallahu aleyhi veselİem) yanından uzaklaşınca Sa'd, Hz. Peygamber'İn önünde ok atıyordu. Bir genç te ona ok veriyor, attığı her oku geri getiriyordu. Bir yandan da: "Ok atmaya devam et, ey Ebû İshak!" diyordu. Çatışma bittikten sonra o gencin İdin olduğunu araştırdılar, ama göremediler. Onu kimse tanıyamamıştı.

Beyhakî "Allah size olan vadini gerçekleştirdi" âyeti (Al-i İmran 152) hakkında Urvc'den şöyle dediğini naldetmıştir: Allah, sabır gösterip sakınmaları şartıyla inananlara, kendilerini nişaneli beş bin melekle destekleme sözü vermişti. O, bu sözünü yerine getirmiştir. Resûlullah'a (sallaHahu aleyhi veseDem) isyan edip saflarından ayrıldıkları, okçular da Hz. Peygamber'İn "Asla yerlerinizden aynlmayın" emrini bıraktıkları ve dünyalık peşine düştükleri vakit meleklerin desteği kaldırıldı. Bu hususta Allah "Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken Allah size olan vadini yerine getirmiştir..." (Âli İmrân, 152) âyetini indirdi

Allah   gerçekten   onlara   olan   vadini   gerçekleştirmiş   ve   onlara   zaf  göstermiştir. Ne zaman ki isyan ettiler, işte o zaman peşinden başların malum musibeti indirmiştir.

 

Kaçan Bazı Müslümanların Tekrar Resûlutlah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Yanına Dönmeleri

 

İbn Münzir, Küleyb b. Şihâb'dan şöyle nakletmiştir: Bir hutbesinde Hz Ömer, minberden Al-i İmrân sûresini okuyor ve "Bu, Uhud'u konu alan sûredir" diyordu. Sonra "İki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenler..." (Al-i İmrân, 155) âyetine ulaşınca şöyle dedi: Uhud günü hezimete uğradığımızda hareket edip dağa doğru tırmandım. Dağ keçisi gibi oradan oraya, oradan oraya sıçradığımı gördüm. Derken bir Yahudi'nin "Muhammed öldürüldü!" sözlerini işittim. Bunun üzerine "Muhammed öldürüldü, diyen bitini İşitirsem muhakkak boynunu vururum" dedim. Sonra baktım ki, Resûlullah (safialîahu aleyhi vesellem) orada, insanlar yeniden onun yanına dönüyorlardı.

İbn îshak diyor kİ: Savaş meydanını terkettikten sonra Müslümanlardan ilk geri dönen, bir grup Ensârlı ile Kays b. Muharriş idi. —Kays'ın asıl adı, Kays b. Hâlis b. Adî b. Cüşem'dif- Bunlar geri dönerlerken müşriklerle karşılaştılar ve onlarla amansız bir mücadeleye giriştiler. Aralarından kurtulan olmadı, hepsi öldürüldü. Kays, öldürülünceye kadar onlarla yiğitçe vuruştu. Onu ancak mızraklarla öldürebildiler. Vücudunda içine kadar işlemiş on dört mızrak, on da kılıç yarası bulundu.

Hubâb b. Münzir'e: "Ey Seleme ailesi!" diye çağrıda bulununca, ailesi tek vücut halinde "Emrindeyiz, ey Allah davetçİsi" diyerek ona doğru yöneldiler.

Abbas b. Ubâde b. Nadle, Hârice b. Zeyd ve Evs b. Erkam yüksek sesle bağırıyorlardı. Abbas şöyle sesleniyordu: "Ey Müslümanlar! Allah'a ve Peygamberinize itaat edîn. Bütün bu basınıza gelenler, Peygamberiniz"1 emirlerine karşı gelmeniz dendir. Allah, sabrettiğiniz sürece size zafer vaat etmişti." Sonra miğferini ve zırhını çıkarıp Hârice b. Zeyd'e: "Bunlara ihtiyacın var mı?" diye sordu. O da: "Hayır. Ben de senin arzu ettiğe (şehitliğ)i arzu ediyorum" dedi. Sonra birlikte müşrik saflarına daldılar Abbas: "Göz kapaklarımız çırptıkça Resûluilah'ın (sallallahu aleyhi vesdlem) başifla bir iş gelirse, Allah katında nasıl bir mazeretimiz olabilir ki? diyor, Hârice "Rabbimizin indinde asla ne bir mazeretimiz, ne de bir gerekçemiz olabilir" diyerek ona karşılık veriyordu. Derken Süfyan b. Abdişems, Abbasi Öldürdü. Sonra Hârice b. Zeyd'e yönelen mızraklar onu da on küsur yerinuen yaraladı. Safvân b. Ümeyye de -Satvan daha sonra müslüman olmuştur- iyice öldürdü. O sırada ayrıca Evs b. Erkam (racfiykahu anh) da Öldürülmüştü.

On üç yerinden öldürücü yara almış olan Hârice b. Zeyd, bağırsakları cbşarı çıkmış bir vaziyette (bir yerde) otururken, Mâlik b. Dühşüm yanına uğradı ve ona: "Muhammed'in öldürüldüğünü duymadın mı?" dedi. Hârice de ona: "Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) öldürülmüş olsa da Allah diridir. O, asla ölmez. Peygamber (salkltohu aleyhi vesellem) rabbinİn mesajını iletti. Öyleyse dinin uğruna savaş!" şeklinde karşılık verdi.

Sonra Mâlik, on iki yerinden Ölümcül yara almış olan Sa'd b. Rabî'nin yanına uğradı ve ona da: "Muhammed'in öldürüldüğünü duymadın mı?" deyince Sa'd:  "Şahadet ederim ki Muhammed, Rabbinİn mesajını tebliğ etmiştir. Öyleyse dinin uğruna savaş! Zira Allah diridir ve O, asla ölmez" şeklinde   cevap  verdi.   Denildiğine   göre   Müslümanlar  hezimete   uğrayıp insanlar "Muhammed öldürüldü" şeklinde şayia yaymaya başladıktan sonra -Zührî'nin nakline göre- Resûlullahi İlk tanıyan Ka'b b. Mâlik olmuştur. Ka'b anlatıyor:   Resûluilah'ın   (saDallahu aleyhi vesellem)   gözlerinin  miğferin  altından parladığını gördüm ve avazım çıktığmca "Ey Müslümanlar!  Müjde! İşte Resûlullah!" diye bağırdım. Ama Hz. Peygamber (salHahu aleyhi vesellem) bana, "Sus}" diye işaret etti. Sonra Hz. Peygamber, Kabin zırhını istedi. Ka'b'ın zırhının   tamamı   veya   bir   kısmı   sarı   idi.   Sonra   kendi   zırhını   çıkarıp Ka'binkini giyindi.  Onunkini de Ka'b giyindi.  Sonra savaşa giren Ka'b, şiddetli ve yoğun çarpışmalardan sonra on yedi yerinden yaralandı.

Taberânî de ravilerİ güvenilir olan bir senede Ka'b b. Mâlik'ten şöyle nakletmiştir: Uhud günü hezimetten sonra dağın eteğine çekildiğimizde Resûlullahi (saDaflabu aleyhi vesellem) ilk farkeden ben oldum ve: "Bu Resûlullah'tır" dedim. Bana eliyle "Sus" diye işaret etti. Sonra kendi zırhını bana giydirip benimkini kendi giydi. O kadar darbe almıştım ki, yirmi -veya yirmi küsur- yerimden yaralanmıştım. Bana her darbe indiren beni Resûlullah sanıyordu. Müslümanlar Peygamberi fark edince, ona doğru yöneldiler. Onun selamette olduğunu görünce, sanki başlarına hiçbir şey gelmemiş gibi hissettiler ve gördükleri karşısında sevince boğuldular. Müslümanlar Resûlullahi (saflaflahu aleyhi vesellem) görünce onunla birlikte kalkıp dağm eteğine doğru hareket ettiler. Yanında Ebû Bekir es-Sıddık, Ömer b. Hattab, Ali b. ebî Talib, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam, Haris K-Sımme ve bunlardan başka bir grup Müslüman daha vardı.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem)  Allah'ın Düşmanı Ubey b. Halefi Öldürmesi

 

Beyhakî, Saîd b. Müseyyeb'den;   Ebû   Nu'aym   da   Urve'den   şöyle nakletmişlerdir:   Ubey   b.   Halef Bedir'de   esir   alınanları   fidye   mukabili kurtardığı zaman demişti ki: Bende Ûd -isimli atım- vardır. Ben, ona her gün bir farak[176]  mısır yemi veriyorum.  Onun üzerinde mutlaka Muhammed'i öldüreceğim.   Ubey'in  bu  sözleri  Hz. Peygamber'in   (saBallahu aleyhi vesdlem) kulağına gidince: "Aksine inşallah ben onu öldüreceğim" buyurmuştu. Ubey'in bu sözleri  Nebî'ye   (sallallahu aleyhi vesellem)   Mekke'de iken  söylediği  de  rivayet edilmiştir. Uhud savaşı anı gelince Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ashabına: "Ubey b. Halefin arkamdan gelmesinden endişe ediyorum. Onu gördüğünüzde bana bildirin" buyurdu. Zira Resûlullah (sailallahu aleyhi vesellcm) savaş esnasında hic arkasına bakmazdı.  Sonra dağa doğru yöneldiği zaman  Ubey arkasından gelip   kendisine  yetişti.   Demirden  bir  zırha  bürünmüş,   durmadan  aünı kırbaçlıyordu. Peygamber'i (salîaîlahu aleybt veselîem) gördüğü halde "Muhammed nerede? (Bugün) O kurtulursa, ben kurtulmayayım!" diyordu. Resûlullah'ı korumak amacıyla kendi canını ortaya koyarak onun karşısına Mus'ab b. Utneyr çıktı. Mus'ab'ı öldürdü. Bunun üzerine Müslümanlar: "Ya Resûlallah! Ubey sana saldırdığı zaman bir şeyler yapardın. İşte sana geldi. Eğer dilersen bizden   birisi   üzerine   çullansın."   -Bir   başka   rivayete   göre-   "Dilersen müminlerden bir grup karşısına çıksın" dediler. Fakat Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) "Bırakın,yolundan çekilin gelsin" buyurdu. Hz. Peygamber'e yaklaşınca: "Ey yalancı! Nereye kaçıyorsun?" diye bağırdı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de hemen Haris b. Sımme'den veya Zübeyr b. Avvâm'dan mızrağını aldı. Mızrağı eline alır almaz öyle bir sirkindi İd, şiddetinden kendisini saran ashabı,  nasıl  ki  deve  silkindiğinde  sırtındaki  sinekler dağılıp  uçuşuyorsa aynen  öyle  uçuşup  dağıldılar.   İşindeki ciddiyette  hiç kimse  Resûlullah'a (sailaJlahu aleyhi veselîem) benzemezdi. Sonra Ubey ile karşılaştı. Ve boynuna -veya miğferi ile zırhı arasındaki boşluktan kürek kemiği bölgesine- mızrağını öyle bir sapladı ki, onun verdiği ızdırapla Ubey bir kaç defa atından düşecek gibi oldu. Öküzün böğürdüğü gîbi böğürmeye başladı. Bir başka rivayette ise darbenin boynunda pek büyük olmayan bir yara açtığı ve  kanın dışarı akmayıp içeride toplandığı belktilmiştır. Yine bir başka rivayette kaburga kemiklerinden birini kırdığı belirtilmiştir. Ubey bu yarayla kavmine geri dönüp "Beni Muhammed öldürdü!" deyince kavmi ona şu cevabı verdi: "Vallahi, sen kalpten gitmişsin. Vallahi hiçbir şeyin yoktur. Ne kadar da ürkekrnişsin!. Sadece bir çizik. Sendeki bu yara bizden birinin gözünde bile olsaydı, ona zarar vermezdi." Onlar böyle deyince Ubey itiraz ederek "Hayır, Lât ve Uzzâ'ya yemin ederim ki, eğer bendeki bu yara Zü'l-Meca^ panayiıındaki[177] halkta -veya Rabi'a ve Mudar kabilelerinde- olsaydı, mutlaka hepsi Ölürdü. O bana Mekke'de iken <Seni mutlaka öldüreceğim> demişti. Vallahi üzerime tükürse, beni öldürür" dedi. Allah'ın düşmanı, müşrikler geri dönerlerken Şerifte[178] öldü. O gün Resûlullah (saîlailahu aleyhi vesdlem): "Allah'ın gazabı, Resûlullah'ın öldürdüğü adama karşı şiddetlenmiştir. Yanıklar olsun o cehennemliklere^" buyurdu. Muhammed b. Ömer el-Eslemî, Abdullah b. Ömer'den şöyle nakletmiş tir: Ubey b. Halef, Râbiğ[179] vadisinin ortasında Öldü. Bir gün, gece vakti yürüyordum. Birden karşıma bir ateş çıktı ve bana doğru alev alev yanıyordu. Bundan çok korktum. Sonra oradan, peşinden sürüklediği bir zincire vurulmuş bir adam çıktı. Adam "Su, su" diye bağırıyordu. Bir başkası da "Ona su verme; zira bu, Resûlullah tarafından Öldürülen biridir" diyordu. Hassan b. Sâbıt bununla İlgili şu beyitleri okumuştur:

 

Dalâleti babasından miras aldı Ubey,

Resûlullab 'la cenkleştiği gün,

Bedeninde artık eskimiş kemikleri taşıyarak gelelin,

Farkında olmayarak bir de onu tehdit ediyordun,

Neecaroğullan sizden Umeyrye'yiöldürdü,

O zaman o "EyAkîlf''diye imdat diliyordu,

Rabi'a 'nm iki oğlu helak olmuştu, kaybolan anneleri yüzünden,

Ebû Cehil'e itaat ettikleri vakit zaten,

Biz esirlerle meşgulken Haris kaçtı,

Halbuki ailesi de kalabalık değil azdı.

Hassan (mdiyaflahuanh) yine şöyle söylemiş tu::

Benden Ubey'e şu haberi kim götürür,

Sen cehennemin iam ortasına atıldın,

Gerçekleşmesi pek uzak sapık temennilerde bulunuyordun,

Adaklarla temennilerini yapabileceğine yemin ediyordun,

Gerçekleşmesi pek uzak bu temennilerin,

Bir de kütür sözün, meğer kep aldamşmmış senin,

işte aldın bir mızrak darbesi manevî olarak korunandan,

Fısk u fücurdan beri değerli bir aileye sahip Resulden,

Onun elbette üstünlüğü vardır bütün canlılara,

Korkunç sıkıntılar, musibetler geldiğinde başa.

 

Osman b. Abdullah b. Muğire El-Mahzûmî'nin Öldürülmesi

 

Muhammed b. Ömer şöyle nakletmiştir: Resûlullah (salklkhu aleyhi vesdlem) dağın eteğine doğru yöneldiği vakit, kendisine kastetmek amacıyla Osman b. Abdullah b. Muğire el-Mahzûmî, tepeden tırnağa zırha bürünmüş olarak alaca bir at üzerinde ona doğru yöneldi. Bir taraftan da "(Bu eün) Sen. kurtulursan, ben kurtulmayayım" diye bağırıyordu. Resûlullah (salklkhu aleyhi veseHem) bunu duyunca duraksadı. Derken Osman'ın ati tökezledi ve onunla birlikte oradaki çukurlardan birine yuvarlandı. Osman attan düştü ve at, bağını kurtarıp kaçtı. Müslümanlar atı yakaladılar. Sonra Haris b. Sımme Osman'ın üzerine yürüdü. Epey bir süre kılıçlarıyla karşılıklı olarak vuruştuktan sonra Haris, Osman'ın ayağına bir darbe indirdi -O vakit ayağından zırha açılmıştı- ve darbenin etkisiyle Osman yere çöktü. Yere, çökünce Haris de çevik bir hareketle onu öldürüp zırhını ve miğferini aldı. O gün ondan başkasının üzerindeki eşyalarının alındığı duyulmadı. Resûlullah  (salkDahu aleyhi vesellem) de: "Onu öldüren Allah'a hamd olsun!" diye şükretti. Osman'ı, Abdullah b. Cahş (radiyaîkhu anlı) Batn-z Nah/ide[180] esir almıştı: Daha sonra Peygamber'e fidye vererek kendisini esaretten kurtarmış ve Mekke'ye geri dönmüştü. Şimdi ise Allah onu Uhud'da öldürmüştü.

Daha sonra Ubeyd b. Haciz el-Amirî, vahşî hayvanlar gibi saldırarak Haris b. Sımme'ye bîr darbe indirdi ve onu omzundan yaraladı. Arkadaşları Hâris'i oradan taşıdılar. Sonra Ebû Dücâne, Ubeyd'e hücum edip onunla bir süre çarpıştıktan sonra onu, kılıcıyla paramparça etti. Sonra da arkadan Resûlullah'a (salklkhu aleyhi vesdlem) yetişti.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Dağın Eteğine Çekilmesi Ve Yarasını Tedavisi

 

Peygamber (salklkhu aleyhi vesellem) dağın eteğine (Şı'b'in ağzına) ulaşınca, Ali b. ebî Talib çıkıp Mihras[181] suyundan kalkanını doldurarak içsin diye Resûlullah'a (sallaflahu aleyhi vesdlem) getirdi. Ancak Resûlullah (salklkhu aleyhi vesellem) onda bir koku hissetti ve kokudan tiksinerek sudan içmedi. Sadece yüzündeki kanlan yıkayıp başından döktü. Dökerken de şöyle diyordu: "Allah'ın gazabı Peygamber'inin jü-ypnü kana boyayanlara karşı çok şiddetli olmuştur." Muhammed b. Mesleme su bulmak umuduyla kadınların yanına vardıysa da onların yanında da su bulamadı. Resûlullah (salklkhu aleyhi vesdlem) çok susamıştı. Sonra Muhammed, Kanat[182] vadisine gitti ve orada bol su buldu. Oradan tatlı su getirdi ve Resûlullah (salkllahu aleyhi vesellem) bu sudan içerek Muhammed b. Mesleme'ye hayır duada bulundu.

Buharı, Müslim, Beyhakî ve Taberânî Sehl b. Sa'd'dan (lafız Taberânî'nindir) şöyle nakletmişlerdır: Uhud'da Resûlullah'm (salklkhu aleyhi vesellem) yüzü yaralandı, köpekdişi (rebâîyyesi) kırıldı, başındaki miğfer parçalandı. Müşrikler dağılıp ayrıldıktan sonra kadınlar ashabın yanına gittiler. Kadmlar arasında Fatıma da vardı. Resûlullah'ı (salklkhu aleyhi vesdlem) o halde görünce kucaklayıp yarasını yıkamaya başladı. Ali de kaptan su döküyordu. Derken kan akışı arttı. Fatıma bunu görünce eline bir hasır parçası aldı ve onu yakıp kül etti. Sonra o külü alıp yaraya yapıştırdı. Böylece kan durdu.[183]

Ebû Süleyman el-Cüzcânî de Ebû Ümâme b. Sehl b. Hanifden söyle nakletmiş tir: Resûlullah (sallallaluı aleyhi vesdlem) Uhud günü yarasını eski bir kemikle tedavi etti. Ancak el-Bidâye müellifi bu hadisin garib bir hadis olduğunu belirtmiştir.

 

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Dağın Yamacında Bir Kayanın Üzerine Çıkıp İnsanların Durumunu Gözetleme Arzusu

 

İbn Ishak, Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, Zübeyr b. Avvâm'dan şöyle dediğini nakletmişler dit: Dağda Resûlullah'm (sallallahu aleyhi veseüem) gidip bir kayanın üzerine çıkmak İstediğini gördüm. Çok yaşlanmıştı, ayrıca iki katlı zırh giyinmişti. Kayanın üzerine çıkmak istediyse de çıkamadı. O zaman Talha b. Ubeydullah altında durdu ve sonra onu kaldırarak kayanın üzerine çıkardı. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Talha, Allah Resulüne bu iyiliği yapınca cenneti garantiledi" buyurdu.[184]

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Rabbinden Yardım Dilemesi

 

İbn Münzir, İbn Cerir ve İbn ebî Hatim'in naklettiklerine göre İbn İshak ve İbn Cüreyc şöyle demişlerdir: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) beraberinde o bir grup ashabıyla birlikte dağın eteğinde bulunduğu sırada Hâlid b. Velid komutasında müşrilderden bîr müfreze çıkageldi. O zaman Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) şöyle dua etti: "Allabım! Sen olmazsan bi^im kuvvetimi^ yoktur. Bu topraklar ürerinde şu topluluktan başka sana ibadet eden bir kimse yoktur. Onları helak etme. Allahımt Bu insanlar bifçe üstün gelmemeli." Derken içlerinde Ömer b. Hattab'ın da bulunduğu Muhacirlerden bir okçu grubu ileri çıktı ve müşriklerin atlı bitliklerine ok yağdırmaya başladılar. Bu şekilde onları durdurdular ve Müslümanlar da böylece dağa çıktılar.[185]

Ahmed b. Hanbel ve Müslim'in Enes'ten naklettiklerine göre Resûlullah (saliaflahu aleyhi vesellem) Uhud savaşı sırasında "Allahım! Dilersen, bundan sonra yeryüzünde sana kulluk edilme^' diye dua ediyordu.[186]

Ümevî Megâtçf'sinde şöyle nakletmiş tir: Müşrikler dağa çıkınca Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Sa'd'a: "Onlan geri çevir" buyurdu. Sa'd: "Onları tek basıma nasıl geri çevireyim?" dedi ve aralarındaki bu konuşma üç kez tekrarlandı. Sonunda Sa'd çantasından bir ok çıkarıp onlardan bir adama atü ve onu öldürdü. Sa'd anlatıyor: Attığım oku tekrar geri aldım. Ben okumu tanıyordum. Onu yeniden bir başkasına attım ve öldürdüm. Sonra oku tekrar aldım ve bu defa başka birine attım. Onu da öldürdüm. Sonunda hepsi çıktıkları yerden indiler.

İbn Cüreyc'in bildirdiğine göre bu konuda Allah (cefle cdâluhu) "Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın.

Eğer inanmış iseniz, üstün gelecek olan sizsiniz" (Al-i İmrân, 139) âyetim indirmiştir.

O gün aldığı yara nedeniyle Resûlullah (saflaMıu aleyhi veseîlem) öğlen namazını oturarak kılınca onu gören Müslümanlar da arkasında namazlarını oturarak kıldılar.

 

Sabit b. Vakş Ve Huseyl'in (Radiyallahu Anhuma) Öldürülmesi

 

Hüseyl'in asıl adı Yeman olup Huzeyfe'nin babasıdır, Onun ve Sabit b. Vakş'ın öldürülmesi hakkında olay anlatılıyor: Resûlullah (saMahu aleyhi vesdlem) Uhud'a doğru yola çıktığı zaman iki yaşlı ihtiyar olan Huseyl ve Sabit b. Vakş, kadın ve çocuklarla birlikte evlerin damına çıkarılmışlardı. O vakit biri diğerine dedi ki: "Hay babasız kalasın![187] Daha ne bekliyorsun?! İkimizin de bir eşeğin iki su nöbeti arasındaki[188] süre kadar ömrü kaldı. Bugün ya da yarın. öleceğiz.[189] Neden kılıçlarımızı alıp Resûlullah'a (saDaMıu aleyhi vesdlem) katılmıyoruz?! Belki Allah bize şehitliği nasip eder." Bunun üzerine kılıçlarmı alarak yola çıktılar. Ancak farkında olmadan savaş mahalline müşrikler tarafından girdiler ve insanlara karıştılar. Müslümanlar onları tanıyamadılar O hengamede Sâbit'i müşrikler, Huseyl'i de Müslümanlar öldürdü. Müslümanlar farkında olmadan Huseyl'e saldırıp bir kaç kıliç darbesiyle onu öldürdüler. Onu öldürenin Ukbe b. Mes'ûd olduğu söylenmiştir. Huzeyfe babasının öldürüldüğünü görünce "Baba!" diye feryat etti. Ashap: ''Baban olduğunu bilemedik" dediler ve bu sözlerinde doğru idiler. Bunun üzerine Huzeyfe de: "Allah sizi bağışlasın; zira O, merhametlilerin en merhametlisidir" dedi. Resûluilah (sallalkhu aleyhi vesdlem) Hüseyl'in diyetini ödemek istediyse de Huzeyfe babasının diyetini Müslümanlara bağışladı. Bu, Huzeyfe'nin Resûluilah (saüallahu aleyhi vesdlem) katındaki değerini daha da artırdı.

Urve de demiştir ki: Vallahi Allah'a kavuşuncaya kadar Huzeyfe'nin bu gibi yararlarını hep gördük.

Muhayrîk en-Nadrî el-İsrâîlî'nin (radiyaiiahuanh) Öldürülmesi

Muhayrîk, Beni Nadir kabilesine mensuptur. Muhammed b. Ömer el-Eslemî'nin naklettiğine göre müslüman olmuştur. Ayrıca Beni Kaynuka veya Beni Sa'lebe b. Fıtyevn'den olduğu da söylenmiştir. Kendisi Yahudi alimlerinden olup Resûluilah'ı (sallalİahu aleyhi vesdlem) sahip olduğu özelliklerinden tanıyor ve kendi bilgisinde bunların karşılığını bulabiliyordu. Sonra onun dinine karşı içinde bir sıcaklık hissetmeye başladı. Bir Cumartesi günü kavmine şöyle hitap etti: "Ey Yahudi topluluğu! Sizler çok iyi biliyorsunuz ki, Muhammed'e yardımcı olmak elbette bizim için bir görevdir." Yahudi halin: "Bugün Cumartesidir" dediler. O da: Size artık Cumartesi yoktur, dedi ve arkasında duran kavmine yönelerek "Eğer ben bugün Öldürülür s em, bütün mallarım Muhammed'e devredilsin. O, malım üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunabilir" diye vasiyette bulundu. Daha sonra silahını kuşanarak yola çıktı. İki ordu savaşa tutuşunca o da çatışmaya girdi ve öldürülünceye kadar savaştı. Resûluilah (salîalîahu aleyhi vesellem) onun hakkında: "Muhayrîk Yahudilerin en hayırlısıdır** derdi.

Zübeyr b. Bekkâr'ın İbn Şihab'dan mürsel olarak naklettiğine göre Resûluilah (saîlallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Muhayrîk Yahudilerin ilkidir. Selman, Farisilerin ilkidir. Bilal de Habeşlilerin ilkidir?* Vasiyeti gereğince Resûluilah (sallallahu aleyhi vesdiem) Muhayrîk'in mallarına -ki yedi bahçeden ibaretti- el koydu. Bu konu ileride Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesdlem) sadaka gelirleri ile ilgili bölümde daha ayrıntılı ele alınacaktır.[190]

 

Usayrım Amr b. Sabit b. Vakş'ın Öldürülmesi

 

Usayrım'a "Ukayş" da denilmektedir. İbn İshak, Mahmud b. Lebîd'den, Ebû Davud ve Hâkim de Ebû Hureyre'den şöyle nakletmişlerdir: Usayrım kavminin müslüman olmalarına hazmedemiyordu. Hâkim'in rivayetine göre Usayrım'm Cahiliye döneminde bir cinni vardı ve bu cin onun İslam'a girmesine mani oluyordu. Bir gün Resûluilah (saüallahu aleyhi vesellem) ve ashabı Uhud'da olduğu bir sırada Usayrım geldi ve "Sa'd b. Mu'âz nerede?" diye sordu. "Uhud'da" denildi. 'Teki, kardeşinin oğulları nerede?" diye sordu. Yine "Uhud'da" denildi. Kendi kavminin nerede olduğunu sorduğunda da "Uhud'da" denilince kalbine İslam nuru doğdu ve böylece müslüman oldu. Sonra kılıcını, mızrağını eline alıp zırhını kuşandı ve atına atlayarak (Uhud'a) koştu. İnsanların içine daldı. Onu göre Müslümanlar: "Bizden uzak dur, Amr!" diye seslendiler. O da: "Ben artık iman etim" dedi ve aldığı yaralardan iyice bitkin düşünceye kadar çarpıştı. Abdüleşhel oğullarından bazı kirnseler savaş meydanında dolaşarak kendi ölülerini ararlarken ona rastladılar ve "Vallahi  bu  Usayrim'dir.  Acaba  onu  buraya  getiren  nedir?  Biz  ondan ayrıldığımızda İslam'dan nefret ederdi" diye kendi kendilerine söylenmeye başladılar. Sonra kendisine "Seni buralara kadar getiren nedir? Kavmine karşı acıma hissin mi, yoksa İslam'a karşı rağbetin mi?" diye sordular. O da "Aksine İslam'a karşı rağbetimdir. Ben artık Allah'a ve Resulüne inandım, müslüman oldum. Sonra da kılıcımı alarak Resûlullah'a yetiştim ve onunla birlikte   savaşa   katıldım.   Gördüğünüz   gibi   aldığım  yaralardan   bu   hale gelinceye kadar çarpıştım. Şayet bu şekilde ölürsem benden sonra bütün malların   Muhammed'e   kalsın.   O,   dilediği   gibi   mallarımda   tasarrufta bulunabilir." dedi. Ebû Hureyre'nin rivayeti ise şöyledir: Sonra Sa'd b. Mu'âz yanına gelerek kardeşine "Sor bakalım. Kavmine olan hamiyeti/asabiyeti mi yoksa, Allah ve Resulü adına öfke mi (onu buralara kadar getirmiş)?" dedi O da: "Aksine (beni getiren) Allah ve Resulü adına öfkedir" diye cevap verdi. Usayrim çok geçmeden ashabın kolları arasında vefat etti. Bunu Resûlullah'a (sallaHıu aleyhi vesellem) haber verdiklerinde: "O, cennetliktik buyurdu.

Ebû Hureyre (radiyallahu anlı) derdi ki: "Bana hiç namaz kılmadan cennete giden adamın kim olduğunu söyleyin?" Eğer insanlar bilemezlerse "Kimdiı-o?" diye sorarlardı. O da: "Abdüleşheloğulları'ndan Usayrim" derdi.

el-îsâbe'de şöyle geçmektedir: Bu iki rivayetin arası şöyle telif edilmiştir: Daha evvel "Bizden uzak dur" diyenler, kendi kavmi Abdüleşhel oğullarına mensup olmayan Müslümanlardan bir grup idi. Onu savaş meydanında yaralı bir halde bulup ailesinden birine götürenler İse kendi kavminden insanlardı.

 

Hanzala'nın (Radiyallahu Anh) Öldürülmesi

 

İbn İshak, Mahnıud b. Lebîd'den; Ibn Sa'd, Urve'den; Ebû Nu'aym da Zübeyr'den şöyle nakletmişler dır: Müşrikler yenilgiyle birlikte geri çekilince Hanzala, Ebû Süfyan b. Harb'ın atına bir kılıç darbesi indirdi. Darbeden Ebû Süfyan yere yıkıldı. O sırada Hanzala, üzerine saldırıp kendisini boğazlamak isteyince avazı çıktığınca bağırmaya başladı, imdadına, adına Ibn Şe'üd da denilen Esved b. Şeddâd -Uyûn'un bazı nüshalarında yer alan Şeddad b. Esved ismi ise doğru değildir- yetişti. Mızrağiyla Hanzala'nın üzerine hamle yaparak onu kendisine sapladı. Mızrak bedenine iyice girmiş vaziyette Esved'in üzerine yürüdü ise de Esved ikinci bir darbe ile Hanzala'yı öldürdü. Sonra olay Resûlullah (saMalıu aleyhi vesellenı)'a bildirilince: uBen, yer ile gök arasında meleklerin gümüş kaplardan yağmur sularıyla onu (Hanzala'yı) yıkadıklarım gördüm" buyurdu.[191]

Ebû Üseyd es-Sâ'idî anlatıyor: Yanına vardığımızda başından suların damladığını gördük. Bunun üzerine Resûlullah (saHaîlahu aleyhi vesdlem) "Ailesine bir sorun bakalım. (Savaşa çıkmadan önceki) Durumu neydi?" buyurdu. Ashap eşine onun durumunu sorduklarında: "Savaş çağrısını işittiği sırada cünüp halde idi ve yıkanmaya fırsat bulamadan yola çıkmıştı" dedi.  O zaman Resûlullah  (saîlallahu aleyhi vesdlem):  "Öyleyse bu yünden melek/er onu yıkamıştık buyurdu.

Muhammed b. Ömer demiştir ki: Eşinin adı Cemile binti Ubey b. Selûl'dür. Cemile, Uhud savaşının yaşandığı günün gecesinde Hanzala'yla gerdeğe girmişti. Hanzala bu konuda Resûlullah'tan (sallaîlalıu aleyhi vesellem) izin istemiş, o da kendisine izin vermişti. Sabah namazını kıldıktan sonra ResûluUah'm yanma gitmek üzere evden çıktı. Cemile de peşine takıldı. Sonra tekrar geri döndü. Cemile de beraberinde idi ve o gün, onunla cinsel ilişki kurarak cenabet olmuştu. Cemile kendi kavmine haber göndererek onlardan dört kişiyi getirtmiş ve daha sonra tartışma konusu olmasından korktuğu için eşiyle zifafa girdiğine onlan şahit tutmuştu. Kendisine "Neden buna şahit tuttun?" diye sorulduğunda "Rüyamda semanın (kapılarının) açıldığını, Hanzala girdikten sonra tekrar kapandığını gördüm ve <Bu, şehitliğe İşârettir> dedim" şeklinde cevap verdi. Cemile bu ilişkiden Abdullah b. Hanzala'ya hamile kalmıştır.

Amr b. Cemûh ve Abdullah b. Harâm'ın Öldürülmeleri

, Amr'ın kendisi oldukça topal biri idi, ama aslan gibi dört tane oğlu vardı ve onlar Resûlullah (sallaîlalıu aleyhi vesellem) ile birlikte bütün savaşlara katılıyorlardı, isimleri Hallâd, Muavvez, Muâz ve Ebû Eymen'di. Uhud savaşı çıkınca babalarını bundan alıkoymak istediler ve: "Allah seni özürlü saymıştır"[192] dediler. O da Resûlullah'a (saflaflahu aleyhi vesellem) gelerek: "Ya Resûlallah! Oğullarım beni, bu seferden alıkoymak, seninle birlikte savaşa katılmama mani olmak istiyorlar. Vallahi ben, bu topal ayağımla cennete yürümek istiyorum" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem): "Ama Allah seni Ömürlü saydı. Dolayısıyla sana cihat far^ değildik buyurdu. Çocuklarına da: "Onu ilk de bundan men etmeni^gerekme^. Belki Allah kendisine şehitlik nasip eder" dedi. Bunun üzerine Amr sefere çıktı, ancak çıkmadan önce kıbleye yönelerek "Allahım! Beni aileme hayal kırıklığıyla döndürme" diye dua etti ve savaşta şehit düştü.

Ahmed b. Hanbel de, Katâde b. Haris b. Rıb'î el-Ensârî'den şöyle nakletmiştir: Amr b. Cemûh, Peygamber'e (saMalıu aleyhi vesellem) gelerek "Ya Resûlallah! Ne dersiniz? Öldürülünceye kadar Allah yolunca savaşsam, cennette bu ayağım sağlam olarak yürür müyüm?" -Ayağı topal idi- diye sordu.   Resûlullah   (sallallahu aleyhi vesellcm)   de   <cEvet" buyurdu.   Uhud'da   o, kardeşinin oğlu ve bir de azatlı köleleri öldürüldü. Peygamber yanına uğradığında: "Sanki ben senin, cennette ayağın sağlam olarak yürüdüğünü görür gibiyim" buyurdu. Sonra Resûlullah'm (saDallahu aleyhi vesellem) emriyle hepsi ayna kabre konuldu.[193]

Hallâd b. Amr ile Câbk'in babası Abdullah b. Amr b. Haram da şehit edilmişlerdi. Amr b. Cemûh'un eşi Hind binti Amr b. Cemûh hepsini kendisine aît bir deveye yükleyerek Medine yolunu tuttu. Yolda müminlerin annesi Aişe ile karşılaştı. Hz. Aişe savaş haberlerini öğrenmek için bir m-Un kadınla birlikte yola çıkmıştı. O gün henüz örtünme emri gelmemişti. Hind'e "Hiç haber var mı? Geride neler olup bitti?" diye sorduğunda Hind: "Resulullah (sallallahu aleyhi veseDcm) selamettedir. O sağ olduktan sonra geri kalan her türlü musibet vız gelir. Allah müminlerden bir kısmına şehitliği nasip etti.             

"Allah, o inkar edenleri hiç bir fayda elde edemeden öfkeleriyle geri çevirdi. Allah (in yardımı) savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir" (Ahzab, 25) şeklinde cevap verdi. Aişe: "Onlar kimler?" diye sordu. O da: "Kardeşim, Hallâd'ın iki oğlu ve eşim Amr b. Cemûh" dedi. "Peki onları nereye götürüyorsun?" diye sordu. "Medine'ye- Onları orada defnedeceğim" dedi. Sonra "Hal, hal!" diyerek devesini sürmek istediyse de deve yürümeyin çöktü. Hz. Aişe: "Belki üzerindeki yükün ağırlığındandır?" dedi. Hind: "O ne kî! Daha evvel kaç defa ancak İkİ devenin taşıyabileceği kadar yük taşımıştır. Fakat, kanaatimce çökmesinin nedeni başkadır" şeklinde karşılık verdi. Deveyi yeniden sürdüğünde ayağa kalktı, ama tekrar çöktü. Bu defa yönünü Uhud'a çevirdi. Deve Uhud'a dönünce hızlandı. Hind geri dönüp bu durumu Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) bildirdi. O da: (sallaUahu ateyİM vcsellem) "Muhakkak deveye emrolunmuştur. Amr bir şey söylemiş miydi?" diye sordu. O zaman Hİnd: "Amr, <Allahım! Beni hayal kıııklığiyla aileme geri döndürme, bana şehitliği nasip et!> diye dua etmişti" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sailallahu aleyhi vesellem): "işte o yü-yçleıî deve gitmiyor. Ey Ensâr topluluğu! içinize öyleleri vardır ki, onlar bir şey ürerine yemin etseler Allah yeminlerini gerçekleştirir. Amr b. Cemuh da bunlardan biridir. Onu ben, cennette topal ayağıyla gelinirken gördüm. Ey Hind! Melekler, öldürüldüğü dakikadan beri kardeşini gölgelen altında korumakta ve nereye defnedileceğini beklemektedirler." Peygamber (sallallahu aleyhi veseflem), onlar defnedilinceye kadar orada bekledi ve sonra: "Ey Hind! Cennette de hepsi birlikte oldu/ar" buyurdu. O zaman Hind: "Ey Allah'ın Resulü!

Benim için Allah'a dua et; belki bana da onlarla birlikte olmayı nasip eder" dedi.

Câbir b. Abdullah demiştir ki; Babam Müslümanlar arasında ilk şehit düşen kişi idi. Onu, EbvVl-AVcr es-Sülemî'nin babası Süfyan b. Abdişems Öldürmüştü.

Muhammed b. Amr kendi hocalarından naklettiğine göre Abdullah b. Amr b. Haram şöyle demiştir: Uhud'a çıkmadan önce rüyamda Mübeşşir b. Abdilmünzir'i gördüm. Bana "Bir kaç gün içerisinde sen de bize katılacaksın" diyordu. Ben de "Sen neredesin?" diye sordum. "Cennetteyim. Burada dilediğim gibi geziniyorum" dedi. Ben, "Sen, Bedir savaşında Öldürülmedin mi?" diye sordum. "Evet ama, sonra tekrar diriltildim" dedi. Abdullah bunu Resûlullalı'a (saflaflahu aleyhi vcsellem) anlattığında, "Ey Ebâ Câbir! Bu şehitliktir" buyurdu.

 

Kuzman'ın Öldürülmesi

 

Medine'ye dışarıdan gelen ve kimlerden olduğu bilinmeyen Kuzman, cesaretiyle tanınırdı. Kendisinden bahsedildiği zaman Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "0, cehennemliktir" buyururdu. Uhud günü geride kalmıştı. Bu yüzden Zafer oğullan kadınları kendisini ayıplayınca, o da yola çıkıp, tam ashabını saf vaziyetine geçirirken Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem) yetişti ve ilk safa kadar ilerledi. Müslümanlardan İlk ok atan kişi idi. Derken mızrak atar gibi ok atmaya, deve Öldürür gibi (müşrikleri) öldürmeye başladı. Sonra kılıcıyla öyle fırtınalar estirdi İd, yaralanıp yere düşünceye kadar yedi ya da dokuz kişiyi Öldürdü. Yere yıkılınca Katâde b. Nu'man ona: "Ey Eba'l-Gaydâk! Şehitlik hayırlı olsun!" diye seslendi. Müslümanlardan bazı kimseler de: "Hakikaten bugün büyük kahramanlıklar gösterdin Kuzman! Müjdeler olsun sana!" demeye başladılar. Kuzman; "Neden dolayı müjdeler olsun bana? Ben, kavmimin şerefini korumak dışında bir amaçla savaşmadım kİ! Eğer böyle bir amacım olmasaydı, savaşmazdırn" dedi. Sonra kılıcının ucuna yüklenerek -bir diğer rivayette ok çantasından bir ok çıkararak- kendisini öldürdü. Bu hadise Resûlullah'a (sallalîahu aleyhi vesellem) anlatıldığında "O, cehennemliktir. Allah bu dini, facir bir adamla da destekler!" buyurdu.

 

Enes b. Nadr'ın (Radiyallahu Anh) Öldürülmesi

 

Tayâlisî, İbn ebî Şeybe, Buharı, Müslim, îirmizi, Bcgavî el-Kebir ve başkalarının Enes b. Mâlik'ten ve İbn İshak'm Kasım b. Abdurrahman'dan naklettiklerine göre Enes b. Nadr, Enes b. Mâlik'in amcasıdır. Enes, ismini

ondan almıştır. Bedir'c katılamaması ona çok ağır gelmiş ve "Resûlullah'in (salaîlahu aleyhi veseilem) girdiği ilk savaşta ondan uzak kaldım. Şayet Allah bana bii daha müşriklerle savaşı gösterirse, o zaman mutlaka neler yapacağım^ (sizlere) gösterecektir" dedi. Uhud savaşı meydana gelip de Müslümanlar dağılınca Enes: "Allahım! Bunların -yani arkadaşlarının- yaptıklarından dolayı sana özür beyan beyan eder, şunlarm -yani müşriklerin- yaptıklarından da sana sığınırım" dedi. Sonra Ensâr ve Muhacirlerden ellerindekileri bırakıp miskin miskin oturan bir grup Müslümanın yanına vararak onlara: "Burada neden oturuyorsunuz?" diye sordu. Onlar da: "Rcsûlullah öldürüldü!" dediler. Enes: "Öyleyse, Peygamber öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız?! Kalkın, Resûlullah hangi uğurda ölmüşse, siz de o uğurda Ölün!" dedi. Sonra müşriklere doğru yöneldi. Uhud'un eteğinde Sa'd b. Mu'az'la karşılaştı. Sa'd: "Ben de seninleyim" dedi. Sa'd anlatıyor; Sonra Enes müşriklere doğru yöneldi. Ben, onun yaptığı gibi yapamiyordum. Bana, "Ey Sa'd b. Muâz -diğer bir rivayette Ebâ Amr!-, Yaşasın cennet kokusu! Nadr'ın Rabbine yemin ederim ki, Uhud eteklerinde cennetin kokusunu alıyorum" dedi. Sonra ileri atılıp Öldürülünceye kadar savaştı. Daha sonra bedeninde gerek kılıç, gerek mızrak, gerekse ok yarası olarak seksen küsur yara bulundu. Enes (bin Mâlik) demiştir ki: Müşriklerin, bedeni üzerinde misillemede bulunup onu param parça ettiklerini gördük. Onu, kız kardeşinden başka kimse tanıyamadı. Kız kardeşi de onu, bedenindeki bir nişan veya parmak uçlarından tanıdı.

"Müminler içerisinde Allah'a verdikleri sözde duran niceleri var" (Ahzab, 23) âyetinin onun ve onun gibileri hakkından nazil olduğunu düşünüyorduk.

 

Şehitlerin Efendisi Hamza b. Abdüfmuttalib'in (Radiyallahu Anh) Öldürülmesi

 

İbn ebî Asım, Abdullah b. Sâib'den naklettiğine göre Resûlulkh ( aleyhi veseilem) Uhud günü ashabının en arkasında bulunuyordu. Düşman ile arasında Hamza'dan başkası yoktu. Hamza olan gücüyle düşmanla savaşıyordu. Derken kendisini Vahşî fark etti ve öldürdü. Allah (ccHe celâîuhu), o gün Hamza'nın eliyle müşriklerden tam otuz üç kişiyi öldürdü. O, "Allah'ın aslanı" lakabıyla anılırdı.

İbn    İshak    da    demiştir    ki:    Hamza,    savaşa    dalarak    müşriklerin sancaktarlarından olan Erta b. Abdi Şurahbil b. Haşim'i öldürdü. Ayrıca,

Görendir sancaktarların kana boyamak,

O, ellerindeki mızrakları ya da kırılmak, diye şiir okumakta olan sancaktar Osman b. ebî Talha'yı da öldürdü. Osman, yukarıdaki beyitleri söylerken Hamza üzerine saldırarak onu öldürdü.

İbn İshak, Tayâlisî, Buharı, Müslim ve İbn Aiz'in Vahşî'den ve İbn ebî Şeybe'nin de Ömer'den naklettiklerine göre Vahşi şöyle anlatmıştır: Hamza, Bedir'de Tu'ayme b Adî'yi öldürmüştü: Kureyşliler Uhud'a hareket ettikleri zaman efendim Cübeyr b. Mut'im -ki daha sonra müslüman olmuştur- bana dedi ki:"Amcama  karşılık Muhammed'in  amcası Hamza'yı  öldürürsen, hürsün." Ayneyn[194] yılı insanlar yola çıktıklarında ben de onlarla birlikte savaşa katıldım. Ben, bit Habeşli idim ve Habeşliler gibi iyi mızrak atar, hedefi rutturamadığım nadir olurdu. İki ordu karşılaşıp savaşa tutuştukları zaman etrafta   gezinip   Hamza'yı   aramaya   başladım.   Sonunda   onu,   insanların ortasında gördüm. Kılıcıyla, esmer bir deve gibi önüne çıkanı kırıp geçiriyor, hiç kimse onun karşısında tutunamıyordu.  Diğer bir rivayette ise ifade "Karşısına çıkan herkesi kılıcıyla yere yıkıyordu"  şeklindedir.  Bir başka rivayette   ise   şöyle   nakledilmiştir:   Bir   adamın,   bizden   önüne   geleni haklamadan bırakmadığını gördüm ve "Bu kimdir?" diye sordum. "Hamza" dediler.  O  zaman "Bu, tam da benim aradığım şahıstır"  dedim. Vallahi amacıma ulaşmak için hazırlık yapıyor, beni fark etmemesi için bulduğum herhangi bir ağaç veya kayanın arkasına gizlenerek bana İyİce yaklaşmasını bekliyordum.   O   sırada   Sibâ'   b.   Abdüluzzâ   el-Gubşânî   benden   erken davranıp ona doğru ilerledi. Hamza kendisini fark edince ona: "Bana gel! Sünnetçi kadının  oğlu  -Annesi Mekke'de  sünnetçi idi-.   Sen Allah'a ve Resulüne karşı mı geliyorsun?!" dîye seslendi, Sonra üzerine hızlı bit hamle yaptı. Diğer bir rivayete göre "Ona şiddetli bir darbe indirdi. Fakat sanki bilerek  kafasına  isabet  ettirmedi"   şeklindedir.  Sonra  zırhını  almak için üzerine   atıldı.   Ben   ise   bir   kayanın   arkasında   pusu   kurmuş   Hamza'yı bekliyordum. Derken bana İyice yaklaştı. Bu noktada Umeyr b. İshak şöyle nakletmiştir: O sırada Hamza'nın ayağı sürçtü ve karın bölgesinden zırhı açıldı. Habeşli köle bunu fark eder fark etmez hemen mızrağını fırlattı. Tayâlisî'nin nakline göre de olayı Vahşî şöyle anlatmıştır: Hamza beni fark etmesin diye elimde mızrağım, bulduğum herhangi bir ağacın arkasında gizlenmeye başladım. Onun karşısında iyice kendimi güvene aldıktan sonra mızrağımı doğrulttum ve hedefe tam nisan aldığıma kanaat getirdiğim anda fu'lattım. Mızrak tam göğsüne isabet etti; öyle ki ucu ayaklarının arasında çıktı. Benî görünce üstüme doğru gelmeye başladıysa da dayanamayıp yere yıkıldı. O anda mızrağımı öylece bıraktım. Öldükten sonra gelip mızrağımı aldım.   Sonra   hemen   karargâha   geri   dönüp   orada   oturdum.   Çünkü başkalarıyla  benim işim  yoktu;  zira  Hamza'yı  öldürmemin  tek  nedeni özgürlüğüme kavuşmaktı. Mekke'ye geldiğimde, özgür oldum.

Özgür olduktan sonra Mekke'de kaldım. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellon) Mekke'yi fethedince Taife kaçtım. Orada yaşıyordum. Sonra Taif heyeti Resûlullah'la (sallallahu aleyhi vesdlem) konuşmaya gidince, kaçacak yer bulamadım. Kendi kendime: "Şam'a ya da Yemen'e veya ülkenin herhanm bü" yerine gitsem" diye düşündüm. Ben böyle düşünüp dururken bir adam bana dedi ki, "Yazıklar olsun sana! Vallahi, herhangi bir insanı öldüren hiç kimse kalmadı, hepsi onun dinine girdi." O zat bana bunu haber verince hemen yola çlkûm ve Medine'de Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesdlem) yanına gittim.

Yunus'un rivayetine dayanarak İbn İshak şöyle nakletmiş tir: Vahşî Medine'ye gelince insanlar: "Ya Resûlallah! Bu Vahşî'dir" dediler. Resülullah (sallallahu aleyhi vesdlem) de: '''Bırakın gelsin. Bir kişinin müslüman olması bana, bin kafirin öldürülmesinden daha boştur" buyurdu. Vahşî diyor ki: Peygamber (sallallahu aleyhi vesdlem) beni yanı başında şahadet getirirken görünce çok şaşırdı ve: "Sen Vahşî misin?" diye sordu. Ben de: "Evet, ya Resülallah" dedim. Bana: "Otur ve Hamza'yı nasıl öldürdüğünü bana anlat' dedi, Ben de anlattım, Anlatmam bitince: "Yanıklar olsun sanal Kaybol, gölüme görünme! Bir daha sent (ortalarda) ğömieyeyimf* buyurdu.

Nispeten muteber bir senetle Taberânİ ve ayrıca Temam er-Râzî'nio naklettiklerine göre Vahşî demiştir ki: Hamza'yı öldürdükten sonra Resûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesdlem) gördüğümde, üç defa yüzüme tükürdü ve sonra: "Banagorünmel" buyurdu.

Yine Taberânî basen bir senetle olayı Vahşî'nin ağzından şöyle nakletmiş tir: Resülullah'm (saMahu aleyhi vesdîem) yanma gelince bana: "Vahşî?' buyurdu. Ben de: "Buyur" dedim. "Ham^ajıı sen mi öldürdün?" diye sordu. Ben de: "Evet. Benim elimle ona ihsanda bulunan; ama onun eliyle beni rezil etmeyen Allah'a hamd olsun" dedim. Bunun üzerine Kureyşüler Hz-Peygamber'e (sallallahu aleyhi vesellem): "Vahşî, Hamza'yı öldüren kişi olduğu halde onu hâlâ seviyor musun?!" dediler. Ben de: "Ya Resülallah! Benim içifl Allah'tan mağfiret dile" dedim. Resülullah (salLıllahu aleyhi vesdlem): Üç defa yere tükürdükten sonra üç defa da göğsüme vurarak "Ey Vahşî! Çık, (şu ana kadar) nasıl Allah yolundan alıkoymak için savaştıysan, şimdi de Allah yolunda savaş" buyurdu.[195]

Kanaatimce, Resûlullah'in (saflallahû aleyhi vesdlem) yere tükürdüğünü söyleyen rivayet, Vahşi'nin yüzüne tükürdüğünü bildiren rivayete göre daha sahihtir. Zira Resûlullah'in (saMahu aleyhi veseBem) ne kadar üstün bir ahlak ve haya sahibi olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Vahşî sözlerine şöyle devam etmiştir: Allah ruhunu aldığı ana kadar Resûlullah'tan (saflaîlahu aleyhi vesdlem) saklanıyor, ona görünmemeye çalışıyordum. Müslümanlar Yemime lideri Müseylemetü'l-Kezzâb'la savaşmaya çıktıkları vakit, ben de Hamza'yı öldürdüğüm mızrağımı elime alarak onlarla birlikte yola çıktım. İki ordu birbirleriyle karşılaşıp savaşa tutuştuklarında Müseyleme'nın elinde bir kılıçla meydanda durduğunu gördüm. Onu tanımıyordum. Ama onu öldürmek için hazırlandım. Diğer yandan Ensârlı bir zat ta hazırlanmışa. Her ikimiz de onu hedef almıştık. Mızrağımı ona doğru doğrulttum ve hedefi tutturduğuma kanaat getirdiğimde fırlattım. Müseyleme anında yere yıkıldı ve Ensârlı zat da üzerine hamle yaparak ona bir kılıç darbesi indirdi. Onu hangimizin öldürdüğünü ancak Rabbim bilir. Eğer ben öldürdüysem, daha evvel Peygamber'den sonra insanların en hayırlısını öldürmüştüm, şimdi de insanların en şerlisini öldürmüş oldum.

Muhammed b. Ömer Kitabi/ 'r-Ridde'd& şöyle demiştir: İsmi'açıklanmayan bu Ensârlı, İshak b. Râhuveyh ve Hâkim'in de kesin olarak ifade ettikleri şekliyle Abdullah b. Zeyd b. Asım el-Mazinî'dir. Ayrıca er-BJdde'de Seyfin yine kesin ifadeyle belirttiği gibi isminin, Adî b. Sehl olduğu da söylenmiştir. Bundan başka Ebû Dücâne veya Zeyd b. Hattab olduğu da belirtilmiştir. Hafız İbn Hacer ise şöyle demiştir: Birinci görüş daha meşhurdur. Belki Müseyleme'ye darbeyi indiren Abdullah b. Zeyd idi. Diğer ikisi ise onunla birlikte hamle yapmış olabilirler. Vesîme ise er-Ridde adlı eserinde garib bir görüş ileri sürerek Müseyleme'yi asıl öldürenin isminin Şenn b. Abdullah olduğunu iddia etmiştir. Bundan daha garibi ise Ebû Ömer'in naklettiğine göre Müseyleme'yi öldürenin Cülas b. Beşır b. Esamm olduğu yolundaki görüştür. Hafız (İbn Hacer)'in hattıyla adı Cülâs b. Beşir b. Esamm olan bu zat hakkında ne et-Tectıd'de, ne Burhan en-Nevevî'nin el-Ucâle'smd& ve ne de İbn Hacer el-Askalânî'nin el-îsâbe'sinde bir bilgiye rastladım. Doğrusunu Allah bilir.

Buharı ve İbn İshak, -Yemâme savaşına katılmış olan- Abdullah b. Ömer b. Hattab'dan şöyle dediğini nakletoıişlerdrr: "Bir adamın <Yazık oldu' komutana! Onu zenci köle Öldürdü!> diye bağırdığını işitim."

Muhammed b. Ömer ve ona tabi olarak el-İmtây müellifi şöyle nakletmişlerdir: Vahşî, Hamza'yi öldürdükten sonra onun karnını yardı ve ciğerini çıkardı. Sonra onu Hind bintİ Utbe'ye getirerek: "Bu, Hamza'nirj ciğeridir" dedi. Hind ciğeri ağzına alıp çiğnedikten sonra dışarı tükürdü. Hind, bu yaptığına karşılık olarak elbise ve ziynet eşyalarını çıkarıp Vahşî'ye verdi ve ayrıca Mekke'ye gelirse kendisine on dinar daha vermeyi vad etti. Sonra Vahşî ile birlikte kalktı. Vahşî ona, Hamza'yi öldürdüğü yeri gösterdi. Hind, Öfkeyle Hamza'nm ciğerlerini parçalayıp burnunu ve kulaklarım kesti. Bunlardan kendisine bilezik, kolçak ve halhal yaptı ve Mekke'ye gelinceye kadar onları takındı.

Ebû Süfyan, bir yandan mızrağın demiriyle Hamza'nm yanağına vuruyor, bir yandan da: "Al bakalım! Kavmine karşı gelmenin cezası neymiş, gör!" diyordu. Tam bu sırada yanma gelen, o gün Bedevi kabilelerin (Ehâbîş)[196] lideri olan Huleys onun bu davranışına tanık oldu. Bunun üzerine "Ey Kinâne oğulları! İşte Kureyşlilerin lideri! Bakın kendi amcaoğluna karşı nasıl davranıyor?! Bedeninde et bile kalmamış" dedi. Ebû Süfyan da: "Allah canını alsın! Bunu kimseye duyurma! Bu bir hata idi" diyerek onu azarladı. Derken Hind yüksekçe bir kayanın üzerine çıkarak avazı çıktığmca şöyle seslendi:

 

Cezalandırdık sizi biz, Bedir'dehine kargılık,

Savaştan sonra yine savaş sade bir çılgınlık,

Sahredemezdim ne öldürülen babam Utbe'ye,

Ne de kardeşime, amcasına ve ilk bebeğime,

 

Artık mutmain oldum, ödedim adağımı,

Şila oldun, Vahşî! Giderdin susuzluğumu,

Ömür hoyu sana müteşekkirim ben, ey Vahşî!,

Kabrimde kemiklerim çiirüyimceye dek, tâ kî.

 

Hind'in   Bu   Beyitlerine   Karşılık,   Hind   Biati   Üsâse   b.  Abbâd   b. Muttalib'den Gelmiştir:

 

Bedir'de de rezil oldun Bedir'den sonra da,

Sen, inatçı inkarcının, iğrenç adamın kızı,

Musallat kıldı başına Allah sabah erkenden,

Uzun boylu, parlak yüzlü kahraman Haşimileri,

Keskin kılıçlarla ellerinde, kesip doğruyorlardı,

Hamza aslan gibiydi, Ali ise sanki kartal idi.

Aradı hep Şey be 'yi ve o hain babanı,

Kanıyla boyadı, boynunu ve etralmı.

 

Abdullah B. CaLIş'ın (Radiyallahu Anh) Öldürülmesi

 

Muhammed b. Ömer el-Eslemî hocalarından ve İbn Vehb de Sa'd b. ebî Vakkas'tan naklettiklerine göre Abdullah eb. Cahş, Uhud günü Sa'd'a: "Gel de bir köşede Allah'a dua edelim!" dedi. Sa'd da Allah'a şöyle dua etti: <cYa Rabbi! Yarın düşmanla karşılaştığımda, karşıma sert ve öfkeli birini çıkar, senin adına ben onunla, o da benimle çarpışsın. Sonra ona karşı bana galibiyet nasip et de, onu Öldürüp üzerindeki kıymetli eşyalarını alayım." Sa'd bu şekilde dua ettikçe Abdullah b. Cahş da: "Amin!" diyordu. Sonra o da şöyle dua etti: "Ya Rabbi! Yarın düşmanla karşılaş tığımda, karşıma sert ve öfkeli birini çıkar, senin adına ben onunla, o da benimle çarpışsın. Sonra o beni öldürüp burnumu ve kulaklarımı kessin. Senin huzuruna geldiğim zaman bana: <Ey kulum! Kulakların ve burnun neden kesildi?> diye sorduğunda, <Senin ve Resulün uğruna kesildi> şeklinde cevap vereyim." Bunun üzerine Allah <Doğm söyledin> desin." Sa'd bu duayı işitince "Vallahi, dedi, Abdullah b.  Cahş'ın duası benimkinden hayırlı idi.  Gün sonunda burun ve kulaklarının kesilerek bir iple asılmış olduğunu gördüm I Muhammed b. Ömer anlatıyor: Abdullah b. Cahş'ın geride bıraktıkların bakımını Resûlullah (saflallahu aleyhi vesellem) üslendi ve oğluna Hayber'den mülk satın aldı. Abdullah b. Cahş, dayısı Hamza b. Abdulmuttalıb ile avm  defnedildi.                                                                                     

 

Ebû Sa'd Hayseme B. Ebî Hayseme'nin (Radiyallahu Anh) Öldürülmesi                                                                                    

 

Muhammed b.' Ömer'in naklettiğine göre Ebû Hayseme, Uhud günü şöyle demişti: "Ey Allah'ın Resulü! Bedir savaşını kaçırdım. Allah'a yemin ederim ki, ona katılmayı çok arzu ediyordum. Öyle ki savaşa kimin katılacağı konusunda oğlumla kur'a çektik ve kur'a ona çıkmıştı. Sonra ona şehitlik nasip oldu. Dün gece rüyamda onu, en güzel şekilde gördüm. Cennet meyveleri ve nehirleri arasında dolaşıyordu. Bir taraftan da bana: <Bize katıl! Cennette bizimle ol!> diyordu. Rabbirnin bana vaat ettiğinin gerçek olduğunu gördüm. Vallahi ya Resûlullah! Cennette onunla birlikte olmayı çok arzu eder oldum. Allah'a dua et de bana da şehitliği ve cennette onunla birlikte olmayı nasip etsin." Peygamber'in (saMahu aleyhi vesellem) onun için dua etmesinin ardından Uhud'da öldürüldü.

 

Mus'ab B. Umeyr'in (Radiyadahu Anh) Öldürülmesi

 

İbn Sa'd, Muhammed b. Şurahbîl el-Abderi'den şöyle nakletmiş tir: Uhud'da  sancağı Mus'ab  b.  Umeyr taşıyordu.   Savaşta  sağ eli kesilince sancağı sol eline aldı. Bir yandan da "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir." (Al-ı İmrân, 144) âyetini okuyordu. Derken sol eli de kesildi. Bu defa sancağın üzerine kapanarak onu kollarının yardımıyla göğsüne yapıştırdı. Yine "Muhammed ancak bir peygamberdir" âyetini okuyordu. Sonra da öldürüldü. Öldürülünce sancak yere düştü. Muhammed b. Şurahbîl demiştir ki: "Muhammed ancak bir peygamberdir" âyeti bu olaydan sonra nazil olmuştur.

Aişe ve Ümmü Süleym (radiyalkhu anha) insanlara su dağıtıyorlardı. & Sahih'tz Enes'ten nakledilmiştir: Uhud'da Aişe ve Ümmü Süleym'in eteklerini yukarı kaldırarak kırbalarla su taşıdıklarını gördüm. Öyle ki ayak bileklerindeki halhalları görebiliyordum. Bir diğer rivayet İse: "Sırtlarında su kırbalarını   taşırlarken   gördüm.   Bunlarla   Müslümanların   ağızlarına   su yiyorlardı. Su bittikten sonra tekrar geri dönüp kırbalarını dolduruyorlar ve sonra yine getirip Müslümanların ağızlarına veriyorlardı" şeklindedir.

Buhârî'nin Salebe b. Mâlik'ten naklettiğine göre Ömer b. Hattab (hilafeti sırasında), Medine kadınlarına başörtüsü dağıttıktan sonra geride kaliteli bir <jrtü kalmıştı. Yanındakilerden biri ise, Ümmü Külsüm binti Ali'yi kastederek: "Ey müminlerin emiri! Bunu da nikahın altında bulunan Resûlullah'ın kızma veriver" dedi. Ömer (radiyallahu anh) da: "Ümmü Süleyt buna daha layıktır" diyerek teklifi reddetti. Hz. Ömer devamla demiştir ki: Zira o, Uhud'da bize kırbayla su taşıyordu. Ümmü Süleyt, Ebû Sa'id el-Hudrî'nİn annesi olup Resûlullah'a (saBaîlahu aleyhi veselcm) biat eden Ensârlı kadınlardandı.

 

Hind Binti Utbe Ve Onunla Birlikte Olan Müşrik Kadınların Müslümanlara Misillemede Bulunup Bazı Organlarını Kesmeleri

 

İbn İshak'ın Salih b. Keysan'dan naklettiğine göre (savaştan sonra) Hind binti Utbe ve onunla beraber olan diğer müşrik kadınları, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellemj'ın ashabından öldürülenlere misillemede bulunarak kulak ve burunlarını kesmeye başladılar. Hatta Hind'in kendisi, erkeklerin burun ve kulaklarından kendine halhal ve kolye edindi.

 

Müşriklerin Mekke'ye Dönüşleri

 

İbn İshak, Muhammed b. Ömer ve başka kaynaklar şöyle nakletmişlerdir: İki ordu geri çekilerek savaşa son verdikten sonra Ebû Süfyan (Bedir'den) ayrılmak istedi. Atına atlayarak dağın yamaçlarındaki Müslümanlara bakan bir yere kadar ilerledi ve en yüksek sesiyle üç defa: "Muhammed aranızda mı?" diye seslendi. Resûlullah (sallaflahuak^vesdlem): u Cevap vermeyin?* buyurdu. Ebû Süfyan: "İbn ebî Kuhâfe aranızda mı?" diye seslendi. Resûlullah (saDalkhu aleyhi vesellem) yine: "Cevap vemeyint buyurdu. Bu defa: "ibn Hattab aranızda mı?" diye sordu. Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem) yine "Cevap vermeyin.[197]" buyurdu. Ebû Süfyan'ın bu üç kişiyi sormasının tek sebebi şudur ki, islam'ın ancak onlarla kaim olacağını hem kendisi, hem de kavmi çok iyi bilmektedir. Ebû Süfyan arkadaşlarının yanma dönerek: "Bütün bunlar öldürülmüşler. Şayet hayatta olsalardı, bana cevap verirlerdi" deyince, Ömer kendim tutamadı.

İbn Abbas hadisi ve Ahmed b. Hanbel, Taberânî ve Hâkim'in nakillerine göre Ömer b. Hattab: "Ya Resûlallah! Ona karşılık vermeyeyim mi?!" diye sordu.  Resûlullah  (sallallalıu aleyhi vesellem):  "Evet,  Karşılık  ver!" buyurdu,  ibn Hacer Fethu'l-Bân'dc demiştir ki: Anlaşılan o ki, Resûlullah (saHaEahu aleyhi veseflem) Önce onu cevap vermekten nehyetti. Sonra üçüncüde izin verdi ve Hz. Ömer (odiyaDabu anlı) da: "Yanıldın! Allah'ın düşmam! Allah senin kin seni rezil edecek şeyleri sakladı. O saydıklarının hepsi hayattadırlar" diye seslendi. Bunun üzerine Ebû Süfyan: "Ey Hübel, üstün gel ve dinini galip kıl!" diye putları Hübel'e niyazda bulundu. Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem) de Ömer'e: "Kalkya Ömer! Ona karşılık ver!' buyurdu. Ömer de: "Allah en üstün ve en yüce olandır" şeklinde karşılık verdi. Ebû Süfyan yine: "Ey Hübel üstün gel ve dinini galip kıl!" diye niyazda bulundu ve sonra şöyle devam etti: "Bugün, Bedir'e karşılık bir gündür. Bilin ki, (galibiyet) günler(i) dönüşümlü, savaşlar değişimlidir (yani bir gün siz galip gelirsiniz, diğer gün bîz, demek istemiştir).

Bir gün aleyhimize, bir gün lehimize döner, Bir gün unutuluruz, başka bir gün gerindiriliriz.

Hanzala'ya karşılık Hanzala! Falancaya karşılık falan!" Bu sözler üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem) yine Ömer'e: "Ona de ki: Bunlar asla eşit değillerdir; çünkü bi%İm Ölülerimi^ cennette, şişin ölülerini^ ise cehennemdedir1' buyurdu. Bunu işiten Ebû Süfyan: "Bunu siz söylüyorsunuz. Eğer bu (dediğiniz) doğru ise bizler mahvolduk ve kaybettik, demektir. Ama bizim Uzza'mız var, sizin ise Uzza'nız yoktur" dedi. Resûlullah (saliaÜahu aleyhi veseliem) de Ömer'e: "Ona de ki: Allah bivğm yardımcımızdır; siyin ise hiç yardımcını^ yoktur" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Süfyan: "Uzza bize nimetler bahsetmiştir. O nedenle ona' hakaret etme!" dedi ve sonra: '"Yanıma gel ey Ömer!" diye seslendi. Peygamber (sallaltahu aleyhi vcsdlem) de Ömer'e: "Git, bak! Ne istiyor?" buyurdu. Yanına yaklaşınca ona: "Allah adına söyle ey Ömer! Muhammed'i gerçekten öldürdük mü?" diye sordu. Ömer de: "Allah'a yemin ederim ki, hayır. O şu anda senin sözlerini işitmektedir" şeklinde karşılık verince Ebû Süfyan: "Sen, İbn Kamie'den daha dürüst ve daha doğrusun" dedi. Çünkü İbn Kamie, "Muhammed'i öldürdüm" demişti. Sonra Ebû Süfyan yüksek sesle Müslümanlara şöyle seslendi: "Yaralılarının arasında misilleme yapılarak organları kesilenlerin varolduğunu görüyorsunuz. Vallahi ben buna razı olmadığım gibi ne böyle bir şeyi emrettim, ne de yasakladım. Ancak sizinle asıl randevumuz, sene başında es-Safrâ Bedir'İndedir.1 Bunun üzerine Resûlullah (sallaflahu aleyhi vesdlem) de (Ömer'e): "De ki: Evet, gerçeklen sikinle bir randevumuz daha var" buyurdu.

Ebû Süfyan arkadaşlarının yanına döndükten sonra hareket edip ordusuyla birlikte Uhud'dan ayrıldı. Resûlullah (sallallahıı aleyhi veseilem) ve Müslümanlar, müşriklerin geri dönerek Medine'ye saldırmaları ve oradaki kadın ve çocukları katletmelerinden endişe ettiler.

İbn İshak anlatıyor: Resûlullah (salîalialıu aleyhi veseilem) Ali'yi -Urve, Muhammed b. Ömer ve İbn Aiz'in nakline göre ise Sa'd b. ebî Vakkas'ı-durumlarını gözetlemek üzere müşriklerin peşlerinden göndererek şöyle buyurdu: "Eğer develere binip atları sürüyorlarsa, Mekke 'ye geri dönüyorlar demektir. Atlara binip develeri sürüyorlarsa, Medine ürerine yöneliyorlar demektir. Bu, bir saldırı hazırlığıdır. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Medine ye yürüyecek olurlarsa, ben de onların ürerlerine yürür, onlarla kıyasıya mücadele ederim" Bunun üzerine Ali veya Sa'd, Akik'e kadar müşriklerin peşlerinden gitti. Medine'yi yağmala konusunda aralarında istişare ettikten sonra develere binip atları sürdüklerini gördü. Fakat Safvan b. Ümeyye -ki sonradan müslüman olmuştur-: "Sakın böyle bir davranışa kalkışmayın! Zira başınıza ne geleceğini bilmiyorsunuz" diyerek onları Medine'ye saldırı fikrinden vazgeçildi. Onları gözetleyen Ali veya Sa'd, geri dönüp durumu Resûlullah'a (saflaBahu aleyhi veseilem) bildirdi.

Ebû Süfyan, Mekke'ye ulaştığında evine uğramadan önce Hübel'ın yanına gidip: "Lütfedip bana zafer verdin. Muhammed ve arkadaşlarına karşı gönlüme su serptin" diyerek ona şükranlarını arz etti. Sonra da başını tıraş etti.

 

Müslümanların Ölülerini Araştırmaları

 

Beyhakî, Urve'den şöyle nakletmiş tir: Müşrikler savaş mahallinden ayrıldıktan sonra Müslümanlar etrafa dağılarak kendi ölülerini aramaya başladılar. Müşriklerin, Hanzala b. ebî Amir dışındaki bütün ölülerine misillemede bulunarak organlarını kestiklerini gördüler. Babası müşrikler tarafinda olduğu için Hanzala'ya ise d okunmamışlardı.

İbn İshak ve Muhammed b. Ömer de demişlerdir ki: Müşrikler oradan ayrıldıktan sonra Müslümanlar kendi ölülerini aramaya başladılar. Hâkim ve Beyhakî'nin Zeyd b. Sâbit'ten ve İbn İshak'm kendi hocalarından naklettiklerine göre Resûlullah (sallallahuaiqinveseilem): "Benim için Sa'd b. Rabı'nin ne durumda olduğunu? Ölüler arasında mı, yoksa diriler arasında mı? Bunu kim araştırır? Zira ben, ona tam on iki mızrak darbesinin isabet ettiğini gördük buyurdu. Bunun üzerine Ensâr'dan biri -Muhammed b. Ömer'e göre Muhammed  b.   Mesleme,  Ebû  Ömer'e  göre  ise  Ubey  b.   Ka'b-  ölüleri araştırdı ve üç defa ona seslendi. Cevap alamayınca bu defa: "Resûlullah (saMalıu aleyhi vesellem) senin ne durumda olduğunu öğrenmemi istedi" diye seslendi. O zaman Sa'd, zayıf bir sesle cevap verdi. Zeyd'in rivayetinde iSe şöyle geçmektedir: Resûlullah (saMahu aleyhi vesdfcm) Uhud günü Sa'd b. Rabî'i araştırmak üzere gönderdi. Gönderirken de: "Eğer onu görürsen, benden selam söyle ve <Kendini nasıl hissediyorsun^ diye sor" buyurdu. Onu son nefeslerini alırken buldum. Gerek mızrak yarası, gerekse kılıç ve ok yarası olarak vücudunun yetmiş yerinde yara vardı. Onu görünce: "Resûlullah bana, senin ölüler arasında mı, yoksa diriler arasında mı olduğunu öğrenmemi emretti" dedim. Bana: "Ben arak ölüler arasmdayrm. Resûlullah'a selamımı ilet ve kendisine de ki: <Sa'd b. Rabî' sana diyor ki: Allah, ümmeti adına bir peygamberi nasıl mükafatiandıriyorsa, onun en iyisiylc bizim adımıza seni mükafatlandırsın. > Ben artık cennetin kokusunu hissetmeye başladım. Sen kendi kavmine de benden selam söyle ve onlara de ki: <Çırpan bir göz kapağınız olduğu sürece Resûlullah'a bir zarar gelirse, Allah katında hiç bir mazeretiniz kabul edilmez;>." Çok geçmeden Sa'd ruhunu teslim etti ve Zeyd, gelip durumu Resûlullah'a (saMahu aleyhi vesellem) haber verdi.[198]

İbn Hişam'ın Ebû Bekir ez-Zübeyrfden naklettiğine göre bir zat, Ebû Bekir es-Sıddik'in yanına girdi. Yanında Sa'd b. Rabî'a'nın bir kızı da vardı ve Ebû Bekir o küçük kızı kucağına almış öpüyordu. Adam: "Bu kimdir?" diye sorunca Ebû Bekir: "Benden daha hayırlı bir zatın, Sa'd b. Rabî'nin kızıdır. Zira o, Akabe liderlerin dendi. Bedir'e katıldı ve Uhud'da şehit düştü" şeklinde cevap verdi.

İbn Ishak demiştir ki: Bana ulaşan bilgiye göre Resûlullah (saMalıu aleyhi vesellem) Hamza'yi aramak üzere yola çıktı. Muhammed b. Ömer ve başka kaynaklar bu noktada onun defalarca: "Acaba amcam ne yaptı?" dediğini de nakletmişlerdir. O böyle deyince Haris b. Sımme (amcası) Hamza'yi aramaya çıktı; ama gecikti. Ondan sonra Ali aramaya çıktı ve Hamza'yi vadinin ortasında öldürülmüş olarak buldu. Sonra durumu Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) iletti. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) hemen hareket edip Hamza'nın yanma geldi ve karnının yarılarak ciğerlerinin çıkarıldığını, misillemede bulunularak burun ve kulaklarının kesildiğini gördü. Kalbine acı ve ızdırap veren bundan daha ağır bir olaya o zamana kadar hiç tanık olmamıştı. Hamza'ya baktı. Organları kesilmişti. İbn ebî Şeybe'nin kendi senediyle Kab b. Mâlik'ten naklettiğine göre, Resûlullah'a (saMalıu aleyhi veseflem) Hamza'nın organlarının   kesilmiş   olduğu  haber  verilince   ona   bakmak  istemedi  ve: "Allah'tan sevap ümidiyle senin yokluğuna sabredeceğim  buyurdu.

Bezzâr'ın uygun olan bir senetle Câbir b. Abdullah'tan naklettiğine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi veseflem), Hamza'nın öldürüldüğü haberi kendisine ulaşınca ağladı. Cesedine baktığında ise hıçkırıklarını tutamadı.

Hâkim,   Câbir   b.   Abdullah'tan   şöyle   nakletmiştir:   İnsanlar   savaştan döndükleri   zaman   Resûlullah   (saHaDahu aleyhi vesellem)   Hamza'yi   aralarında göremedi. O zaman bir zat dedi ki: "Ben onu şu kayaların yanında gördüm. <Ben  Allah'ın  aslanıyım,  ben Allah  Resulünün  aslanıyım.  Allahrm!   Su insanların -yani Ebû Süfyan ve arkadaşlarının- getirdiği musibetlerden sana sığınırım.  Şu insanların yenilgiyle birlikte yaptıklarına karşılık sana özür bildiririm>   diyordu."  Resûlullah   (saDalîahu aleyhi vesellem)   de  o  tarafa doğru yöneldi.   Hamza'nın  cesedini  görünce   ağladı.  Misilleme  ile  organlarının kesilmiş olduğunu görünce de hıçkırıklara boğuldu ve "Hiç kefen yok mu}" diye sordu. Bunun üzerine Ensâr'dan bir zat kalkıp elbisesini üzerine serdi. Sonra bir başkası kalkıp o da elbisesini üzerine atarak: "Ey Câbir! Bu elbise babanın, bu da amcamın" dedi. Resûlullah (saliaflahualeyhiveseliem) de: "Allah'ın rahmeti ürerine olsun! Sen, hep bildiğin hal ü^ere oldun. Çokça hayır işleyen, sıla-i rahim gözeten birisisin sen. Eğer Safiyye ütülecek olmasaydı, -başka rivayete göre <kadınları'mz^n; bir başka rivayette ise  <Benden sonrakilerin sana üzüntüleri olmasaydı  veya   benden   sonra  bir leke   olarak   kalmasaydt> şeklindedir- yırtıcı hayvanların kalınlarında ve kuşların kursaklarında başrolünsün diye onu olduğu gibi bırakırdım" buyurdu ve sonra şöyle devam etti: "Sevinin! A%_ evvel bana Cebrail geldi ve  Hamza'nın  adının yedi kat göklerde yaşayanlar arasında,   Ham^a  b. Abdnlmuttalib; <Allah'ın ve Allah Resulünün aslani> şeklinde yandığını bildirdi.7'1 Resûlullah (saMahuaîeylıi vesellem) daha sonra öfkeyle şöyle buyurdu: "Eğer Allah herhangi  bir  (savaş)   meydan(ın)da  müşrikler karşısında   beni  muzaffer kılarsa, kesinlikle sana karşılık onlardan yetmiş kişiye misillemede bulunarak organlarını keseceğimi Müslümanlar da amcasına yapılan bu kötü muameleden dolayı Peygamber'in (saMalıu aleyhi vesellem) üzüldüğünü ve onu yapan kişiye karşı İçinde bir kin duyduğunu görünce dediler ki: "Eğer Allah bir gün onlar karşısında   bize   zafer   nasip   ederse,   onlardan   yetmiş   kişiye   öğle   bir misillemede bulunacağız ki, onun benzerini o ana kadar Araplardan hiç kimse yapmamış olacak." İbn Sa'd, Bezzâr, İbnü'l-Münzir ve Beyhakî'nin naklettiklerine göre Ebû Hureyre demiştir ki: Bu olay üzerine Resûlullah (s-allallahu aleyhi vesellem) daha yerinden ayrılmadan Cebrail, Nahl sûresinin şu son âyetlerini indirdi:"Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır." (NahI, 126) Bu âyet inince Resûlullah (sallalîahu aleyhi vesellem) yemin kefareti ödedi ve sabrederek daha evvel yapmak istediğinden vazgeçti.[199]

İbnü'l-Münzir, Taberânî, Beyhakî ve daha başka kaynaklar İbn Abbas'tan da benzer bir rivayet nakletmişlerdir.

Tırmîzî basen gördüğü bir yolla, el-Müsnede ilavelerinde Abdullah b Ahmed b. Hanbel, ayrıca Nesâî, İbnü'l-Münzir ve Sahib'lenndc İbn Hibbân ve Ziyâu'l-Makdisî, Ubey b. Ka'b'dan şöyle nakletmişlerdir: Uhud savaşında Ensât'dan 64, Muhacirlerden de 6 kişi öldürüldü. Hamza da bunlardan biriydi. Müşrikler misilleme yaparak onun organlarını kesmişlerdi. Bu olay üzerine Ensâr: "Eğer onlar karşısında bugünkü gibi bir günde galip gelirsek biz onlara bundan daha büyüğünü yapacağız!" diye ant içtiler. Mekke fethinde ise Allah (cellecclâluhu):  "Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır." (Nahl, 126) âyetini indirdi. Bunun üzerine Resûlullah (salkîtahu aleyhi vescUem) de: "öyleyse bi% de sabreder, asla cezalandırma yoluna baş vurmayı^. Dördü dışında biç kimseye dokunmayın" buyurdu.[200]

İbn İshak ve İbn Cerir de Atâ b. Yesdr'dan şöyle nakletmişlerdir: Sonundaki üç âyet hariç Nahl sûresinin tamamı Mekke'de inmiştir. Söz konusu üç âyet ise Medine'de Uhud savaşından sonra nazil olmuştur. Şöyle ki, Hamza öldürülüp organları kesilince Resûlullah (sallallahu aleyhi veseDem): "Eğer onlara karsı bir sun galip gelirsek, onlara öyle bir misillemede bulunacağı1? ki, onun benlerini o ana kadar ^iraplardan hiç kimse kimseye yapmamış olacak" diye ant içti. Bunun üzerine Allah: °{J~»& ö\j "Eğer ceza verecekseniz..." âyetini indirdi.[201]

İbn İshak'ın Semure b. Cündeb'den naklettiğine göre Resûlullah (salkDahu aleyhi vesellem) daha yerinden kalkıp oradan ayrılmadan hem (yemin kefareti olarak) sadaka vermekle emrolundu, hem de misillemeden nehyedildi.

Yine İbn İshak ve başkalarının naklettiklerine göre Safiyye binti Abdulmuttalib Hamza'ya bakmak için geldi. Hamza, Safıyye'nin ana-baba bir kardeşi idi. Ama Resûlullah (sallaüahu aleyhi vesellem) onu, o şekilde görmesini istemedi ve: "Kadım geri çekin! KadınıV buyurdu. Zübeyr b. Avvam diyor kî: Baktım o kadın annem! Resûlullah (saflallahu aleyhi vesellem): "Yanına git ve onu, oradan uzaklaştır; kardeşine yapılan muameleyi görmesin!" buyurdu. Zübeyr peşinden koştu ve öldürülenlerin yanına varmadan ona yetişti. Ona: "Anne! Resûlullah, sana geri dönmeni emrediyor" dedi. Annesi: "Niçin? Aldığım habere göre kardeşimin organları kesilmiş? Bu, sadece Allah için oldu. Ben bize böyle muamele yapılmasına asla razı olmam ama, inşallah sabredip sevabını Allah'tan bekleyeceğim" şeklinde karşılık verdi. Zübeyr geri dönüp durumu kendisine bildirince Resûlullah (saMalıu aleyhi vesellem) "Öyleyse yolunu aç!" buyurdu. Sonra Safîyye gelip kardeşine baktı, onun için dua ettikten sonra: "Bİz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz" diyerek istircada bulundu ve kardeşi için mağfiret diledi.

Taberânî ve Bezzâr'ın İbn Abbas'tan naklettiklerine göre Resûlullah (saliallahu aleyhi vesellem), Safiyye binti Abdulmuttalib'in aklını yitirmesinden korkarak elini göğsünün üzerine koydu. O da (buna karşılık): "Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz" diyerek İstircada bulunup ağladı.

Ahmed b. Hanbel, Ebû Ya'lâ ve Bezzâr'm Zübeyr'den, ravileri güveniiir olan bir senetle Taberânî'nin de İbn Abbas'dan naklettiklerine göre Safiyye beraberinde iki elbise getirdi ve: "Bu iki elbiseyi kardeşim Hamza için getirdim. Öldürüldüğü haberini aldım. Onu bunlarla kefenleyin!" dedi. İbn Abbas veya Zübeyr anlatıyor: Hamza'yi kefenlemek üzere o iki elbiseyi getirdik. Bakük yanında Ensâr'dan bir başkası daha yatıyor. Ona da Hamza'ya yapılanın aynısı yapılmış. Ensârh zat kefensiz yatarken Hamza'yi iki elbiseyle kefenlemekten haya ve hicap duyduk ta "Bunların biriyle Hamza'yi, diğeriyle de Ensarlı zaü kefenleyelim" dedik. Elbiselerden biri diğerinden daha büyüktü. Aralarında kur'a çektik ve her birini kurasına çıkan elbiseyle kefenledik, Ebû Katâde el-Ensârî, Hamza'ya yapılan muameleden dolayı Resûlullah'ın (saliallalıu aleyhi vesellem) kederlendiğini görünce müşriklerden hemen orada intikam almak istiyor, Resûlullah (sallaBahu aleyhi vesellem) de o sırada ayakta duran Ebû Katâde'ye: "Otut1' diye işaret ediyordu. Sonra şöyle buyurdu: "Ey Ebû Katâde! Muhakkak ki, KureyşlUer güvendedirler. Kim onlara karşı bir kötülük yapmaya kalkışırsa, Allah onu yü^iistil yere serer. Eğer ömrün u?un olur da yaşarsan belki, onlann ameli yanında kendi amelini, onların yaptıkları karşısında senin yaptığım pek değeni-^ sayacaksın. Eğer Kureyşliler taşkınlık yapacak olmasalardı, onlann Allah indindeki derecelerini kendilerine haber verirdim?' Ebû Katâde de: "Ya Resûlallah! Ben sadece Allah için, O'nun Resulü için öfkelendim. Müşrikler Hamza'ya bu muameleyi reva görünce dayanamadım" dedi. Buna karşılık Peygamber de (sallallahu aleyhi vesdlem): iCDoğru söylüyorsun. Peygamber Herine hu şekilde davranan kavim ne kötü bir kavimdir" huyundu.

Hâkim'in Ibn Abbas'tan naklettiğine göre öldürüldüğü zaman cünüp olan Hamza hakkında Resûlullah (salbBahu aleyhi vesellem): "Onu melekler yıkadı" buyurdu. Ibn Sa'd'ın Hasan'dan mürsel olarak naldettiğine göre de Resûlullah (saliallalıualeylıivesdlcm): "Meleklerin Ham-^a'yıyıkadığını gördüm" buyurdu.[202]

Ibn ebî Şeybe ve Taberânî de ravileri güvenilir olan bir senetle Ebû Üseyd es-Sâ'idî'den; Ibn ebî Şeybe ve Hâkim ise Enes'ten şöyle nakletmişlerdir: Resûlullah (saMlahu aleyhi vesdlem) Hamza'yı siyah-beyaz çizgili bir elbise ile kefenledi. Elbise başına örtüldüğünde ayakları açıkta kalıyor, ayaklarına Örtüldüğünde de başı açıkta kahyordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem): "Onu başına örtün; ayaklatma da harmel[203]" otu bir diğer rivayete göre İşe izbur[204] otu koyun" buyuarmştur”.[205]

 

ResûluLLah'in   (Sallallahu Aleyhi Defnedilmesini Emretmesi Vesellem)  Uhud  Şehitlerinin

 

Ahmed b. Hanbel, Ebû Davud ve İbn Mâce'nin İbn Abbas'tan naklettiklerine göre Resûlullah (saMlahu aleyhi veseBem) Uhud'da şehit düşenlerin üzerlerindeki zırh ve derilerin çıkar turnasını emredip: "Onları elbiseleri ve kanları ile birlikte defnedin11'' buyurdu.[206]

Ebû Davud'un Hişam b. Amir el-Ensârî'den naklettiğine göre Uhud günü   Ensâr   gelerek:   "Ya   Resûlallah!   Yaralı  ve ölülerimiz var. Bunlar hakkında ne buyurursun?" diye sordular. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Derin ve geniş medarlar ka^ın. Sonra bir ya da iki kişiyi tek medara koyun" buyurdu. "Hangisini öne koyalım ya Resûlullah?" diye sorulunca da "En çok  bilenim" buyurdu.[207]

İbn ebî Şeybe kendi senediyle, Taberânî de Sahih hadis ravüerinden oluşan bir senetle Ka'b b. Mâlik'ten bildiriyorlar: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) Uhud savaşından sonra ölülerin ortasında durarak şöyle buyurdu: "Ben bunların şahidiyim. Onları kanları ile birlikte kefenleyim Allah yolunda yaralanan her insan, kıyamet günü (hesap meydanına) yarasından kan akarak gelecektir. O kanın rengi kan rengindedir; ama kokusu misk kokusu gibidir. Enfa^la Kur'ân bilenini öne geçirin ve lahde koyun."[208]

Buhârî'nin Câbir b. Abdullah'tan naklettiğine göre de Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Uhud şehitlerinden her ikisini aynı elbiseyle kefenler ve: "Hangisi daha çok Kıtr'an biliyordu}" diye sorardı. Eğer ikisinden birinin daha çok Kur'an bildiğine işaret edilirse, onu kabirde ön tarafa kordu. Sonra da: "Ben bunlara şahidim" buyururdu. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), şehitlerin kanlarıyla birlikte defnedilmesini emretti. Ancak ne onları yıkadı, ne de namazlarını kıldı.[209]

Câbir demiştir ki: Babamla amcam tek bir elbiseyle kefenlendiler.

İbn İshak'ın, Beni Süleym'e mensup bir takım kimselerden naldettiğine göre Resûlullah (saflalbhu aleyhi vesellem) Uhud günü ölülerin defnedilmesini emir buyurunca: "Amr b. Cemûh ve Abdullah b. Haram yın durumlarını araştınm Eğer dünyada iken arkadaş idiyseler onlan aynı kabre koyun" buyurdu.

İbn İshak'ın dediğine göre önce insanlar ölülerini Medine'ye taşryıp orada defnettiler. Daha sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bunu yasakladı ve: "Onları götürün, öldürüldükleri yerde defnedin" buyurdu. Muhammed b. Ömer'in bildirdiğine eöre ise bir kişi dışında hic kimse geri götürülmedi. Bu kişi de, henüz defnedilmeden münadinin gelip yetiştiği Şemmas b. Osman el-Mahzûmî'dir.

Ahmed   b.    Hanbel   ve   Kutub-i   Erbe'a'nın   Câbir   b.   Abdullah'tan naklettiklerine    göre    de    Uhud'da    öldürülenler yerlerinden  taşınınca Resûlullah'ın münadîsi gelip: "Onları öldürüldükleri yerlerine geri götürünü^ diye seslendi.[210]

Ahmed b. Hanbel yine Câbir'den şöyle dediğini nakletmiştir: Babam Ulıud'da şehit düşünce kız kardeşlerim beni bir deve ile yanına gönderdiler Gönderirken de; "Git, babam bu deveye yükle ve onu Beni Seleme kabristanına defnet" dediler. Ben de gittim. Yanımda yardımcılarım da vardı. Bu husus, Uhud'da oturmakta olan Resûlullah'in (saBaUahu aleyh vesellem) kulağına ulaşınca beni çağırdı ve "Nefsim kudret elinde olan .Allah'ayemin ederim ki, onlar Uhud'da şehit düştükleri yerlerden başka bir yerde defnedilmeyeceklerdir buyurdu."[211]

Ebû Davud ve Nesâî de yine Câbir'den şöyle nakletmişlerdir: Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem), müşriklerle savaşmak üzere yola çıktı. O vakit babam bana: "Ey Câbir! Senin, sonumuzun nereye varacağım Öğreninceye kadar Medine'de geri kalanlarla birlikte olmanda bir salanca yoktur. Vallahi, eğer geride kızlarımı bırakmas aydım senin, benim gözlerimin önünde öldürülmeni çok arzu ederdim" dedi. Daha sonra ben, gözcülerle birlikte bulunurken bir de baktım teyzem, babamı ve amcamı(n cesetlerini) bic devenin İki tarafına yüklemiş çıkageldİ. Bunları Medine'ye henüz sokmuştu ki, arkadan Resûlullah'ın manadİsi yetişti ve: ''Peygamber (salUhhuak/Hveselkm) size, ölüleri geri döndürmenizi ve öldürüldükleri yerlere defnetmenizi emrediyor" diye seslendi.

Hâkim ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den, Ibn Murdcveyh de Habbab b. Erat'tan şöyle nakletmişlerdir: Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem) yolu üzerinde Öldürülmüş bir vaziyette duran Mus'ab b. Umeyr'İn yanına gelip başında durdu, ona dua ettikten sonra "Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler vardır" (Ahzâb, 23) âyetini okudu. Sonra da: "Sffli Mekke'de gördüm de, orada senden daha %arif elbiseli ve senden daha güzel saçlı kimseyoktır buyurdu.

Buhârî'nin naklettiğine göre Abdurrahman b. Avf, oruçlu olduğu bir gün kendisine yemek getirildiği zaman şöyle demiştir: "Mus'ab b. Umeyr öldürüldü. O, kendi elbisesine kefenlenenlerin en hayırlısıdır. Elbisesi baş tarafına örtülse ayakları, ayaklarına örtülse başı açıkta kalıyordu."

Kutub-i hamse, Habbab b. Erat'tan bildiriyorlar: Allah'ın rahmetini ümit ederek Resülullah (saMahu aleyhi vesellem) ile birlikte hicret ettim. Böylece bize mükafat vermek Allah'a bir borç oldu. Ancak içlerimizden bazıları ömrünü tamamlayıp dünyada iken mükafatından bir şey elde edemeden geçip gitti. Mus'ab b. Umeyr de bunlardandı. Uhud'da öldürüldüğü zaman geride siyah-beyaz çizgili bir elbiseden başka bir şey bırakmamışa. Onunla başını örttüğümüzde ayaklan, ayaklarını örttüğümüzde ise başı açıkta kalıyordu. Bunu gören Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Onunla başını örtün. Ayaklarını da i^pir otııyla kapatın" buyurdu. Bazılarımız ise meyvelerinin olgunlaşıp devşirilmesine yetişti (yani dünyada nasibini aldı).[212]

 

Resûlullah'ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Uhud Savaşından Sonra Yaptığı Dua

 

Ahmed b. Hanbel, Amelü'l-yevm ve'l-leyle adlı eserinde Nesâî, Hâkim -ki o rivayetin Buharı ve Müslim'in şartlarına uygun olduğunu belirtmiş; bu konuda Zchebî de kendisine katılmıştır- ve Muhammed b. Ömer el-Eslemi, Rufâ'a b. Râfi' ez-Zürakî'den nakletmişlerdir; Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem) ashabının defin işlemlerini tamamladıktan sonra atına bindi. Müslümanlar da etrafında oldukları halde yola çıktılar. Müslümanlardan çoğu yaralı idi. Beni Seleme ve Beni Abdi'l-Eşhel gibisi yoktu. Peygamberle birlikte on dört de kadın vardı. Uhud'un alt yanına vardıklarında Peygamber (saflaMıualeyHvesdlem): "Saf futun, Rabbime   dua  edeceğini   buyurdu.   Bunun   üzerine   erkekler   onun   hemen arkasında, kadınlar da erkeklerin arkasında saf tuttular. Resülullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle dua etti: "Allahım hamd ancak sanadır. Allahım senin bol bol verdiğini kimse kısama^, senin kıstığını da kimse bollaştıramaz- Senin sapıttığını kimse hidayete erdiremez, senin hidayete erdirdiğini de kimse sapıtama^. Senin engellediğini kimse veremez, senin verdiğini de kimse engelleyemem Senin uzaklaştırdığını kimse yaklaştıramazi senin yaklaştırdığını da kimse uzaklaştıramaz. Allahım bi^e bol bol bereket, rahmet, lütuf ve nzık ihsan eti Allahım, senden asla değişmez_ ve %ail olmaz daimi nimet diliyoruz: Allahım, senden fakirlik döneminde nimet istiyoruz.- Allahım, senden   korku  anında güven,   kıtlık   anında   %enğnBk   istiyo/ı/z-   Allahım,   bizş verdiklerinin şerrinden; bizden engellediklerinin şerrinden sana sığınırım. Allahım, bizlere imanı sevdir ve onunla kalplerimizi süsle, bize küfür, fısk ve isyanı çirkin göster ve bizi, doğru istikamet ü%m devam edenlerden kıl. Allahım bizi müslüman olarak Öldür, müslüman olarak dirilt ve bizi, kimseye boğun eğmeden, (dünya menfaatlerine) aldanmadan salih  kimselere kavuştur. Allahım peygamberlerini yalanlayan,  senin aımoyan feaprleri kahreyle! Onlara adabın ne gazabınla muamele et!Allahı?n kendilerine kitap verilen kafirleri kahreyle! Ey gerçek ilah!'Amîni"

 

Resûlullah'ın  (Sallallahu Aleyhi Vesellem)  Uhud'dan Medine'ye Hareketi

 

Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ashabının defin işlemlerini tamamladıktan sonra atına bindi ve Müslümanlar da etrafında oldukları halde Medine'ye geri  dönmek  üzere  yok  çıktı.  Yolda   Hamne   binti  Cahş  ile  karşılaştı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ona: <eEy Hamnel Sevabım Allah'tan bekle ve sabnA" buyurdu.  Hamne:  "Kim sebebiyle ya Resûlallah?" diye sorunca: "Dayın Ham^a b. Abdulmuttalib"  buyurdu.   Hamne  bunu  duyunca:   "Biz Allah'ın kullarıyız, sonunda ona döneceğiz. Allah onu bağışlasın. Şehitlik kendisine hayırlı olsun!" diye dua etti. Resûlullah (sallallahu alejdıi vesellem) yine: "Sevabım Allah'tan bekle ve sabret?' buyurdu. O da "Bu defa kim sebebiyle, ya Resûlullah?" diye sorunca "Kardeşin Abdullah b. Cahf buyurdu. Hamne yine: "Biz Allah'ın kullarıyız, sonunda ona döneceğiz. Allah onu da bağışlasın. Şehitlik ona da hayırlı olsun!" diye dua etti. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yine:   "Sevabını Allah'tan  bekle  ve sabrefi"  buyurdu.   O   da  "Bu  defa ldm sebebiyle,   ey  Allah'ın   Resulü?"   diye   sorunca   "Eşin  Mus'ab  b.   Umeyr" buyurdu.  Hamne bunu duyunca "Vay başıma gelenler!" diyerek vaveyla koparıp,   çığlık attı.  Resûlullah   (sallallahu aleyhi vescilem),  kardeşi ve  dayısının acılarına dayanıp kocasının haberiyle çığlık kopardığını görünce: "Kadının yanında kocasının değeri elbette çok büyüktük buyurdu. Sonra ona "Neden böyle yaptın?" diye sordu. Hamne de: "Ey Allah'ın Resulü! Çocuklarının yetim kaldığını düşündüm ve bu beni korkuttu" şeklinde cevap verdi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de ona ve çocuklarına dua etti, Allah'tan, onlara iyi bir bakıcı nasip etmesini diledi.

İbn Mâce, İbrahim b. Ubeydullah b. Cahş'tan, o da babasından, o da Hamne binti Cahş'tan şöyle nakletmiştir: Kendisine "Kardeşin (Hamza) öldürüldü" denilince "Allah onu esirgesin! Biz Allah'ın kullarıyız, yine ona döneceğiz" şeklinde karşılık verdi. "Eşin öldürüldü" denilince ise "Vay başıma gelenler!" diye feryadı figan etti. Bunu gören Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de: "Muhakkak ki, bir kadının kalbinde kocasına karşı, başka hiçbir şeye karşı olmayan bir tutkunluk vardır!'' buyurdu.[213]

Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yoluna devam ederek Abdüleşhel oğulları yurduna kadar geldi. Orada halkın ölülerine ağladıklarını görünce, iki gözünden yaşlar boşaldı ve sonra: "Fakat Ham^a'mn hiç ağlayanı yoktuA" buyurdu. Kadınlar Resûhıllah'ın (sallalîahu aleyhi vesellem) selamette olup olmadığını öğrenmek için yola koyuldular. Ümmü Amir el-Eşheliyye sağ olduğunu görünce: "Sen sağ olduktan sonra bütün musibetler bize hafif gelir!" dedi.

Resûlullah (saMalıu aleyhi vesellem), Dinar oğulları'ndan bir kadının yanına uğradı. Kadının kocası, babası ve kardeşi Uhud'da Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte bulunurken şehit düşmüştü. Onlar sebebiyle kendisine taziyede bulunulduğu zaman kadın, ilk olarak: "Resûlullah'm durumu nasıldır?" diye sordu. "Ey Falan kimsenin annesi! O, elhamdülillah arzu ettiğin üzere sağ ve selamettedir" cevabını aldıysa da, bundan İkna olmayarak "Bana gösterin, onu bizzat göreyim!" dedi. Peygamber (sallalîahu aleyhi veseEem) kendisine gösterilip de onu kendi gözleriyle görünce "Sen sağ olduktan sonra her türlü musibet bize hatif gelir" dedi.

Taberânî de Enes'ten (tadiyallahu anlı) şöyle nakletmiştir: Uhud günü Medine halkı büyük bir hengâmeyle "Muhammed öldürüldü" dediler. Öyle ki Medine taraflarında korkunç bir çığlık koptu. Bunun üzerine Ensar'dan bir kadın elbiselerini giyinerek yola koyuldu. Müslümanlar onu babası, kocası, kardeşi ve oğlunun cesetleıiyle karşıladılar, önce hangisinin cesediyle karşıladıklarını ise bilmiyorum. En sonuncusuna uğradığında "Bu baban, kocan, kardeşin ve oğlun" dediler. Ama o, "Resûlullah'm durumu nedir?" diye sordu. Onlar da: "İşte önünde" dediler. Kadın Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem) yanına fırladı ve elbisesinin kenarından tutarak: "Anam-babam sana feda olsun ya Resûlullah! Sen sağ olduktan sonra kim ölürse ölsün aldırmam!" dedi.

İbn ebî Hatim, İkrime'den mürsel olarak şöyle nakletmiştir: Uhud'dan haber gecikince, kadınlar hep birlikte haber almak üzere yola koyuldular. Derken bir deve veya bir hayvan sırtına sarılmış iki ölüyle karşılaştılar. Ensar'dan bir kadın "Bunlar kimdir?" diye sorunca "Falan ve falan kimselerdir, yani kardeşin ve eşin veya eşin ve oğlun" dediler. Kadın "Peki Resûlullah ne yapu?" diye sordu. "O, hayattadır" dediler. Kadın: Öyleyse gerisine aldırmam. Allah, kullarından dilediğine şehitlik nasip eder" dedi. Onun bu sözlerini doğrular mahiyette Yüce Allah: "...aranızda şehitler edinsin" (Al-iİmrân, 140) âyetini indirdi.

Sa'd b. Mu'âz'ın annesi Kebşe binti Râf? koşarak Rcsûlullah'a (saDaDahu afeti i vesdlem) doğru geldi. O sırada Resûlullah (sallaflahu aleyhi veseHem) aûnın üzerinde idi.   Sa'd  b.  Mu'âz  da  atının  dizginini tutuyordu.   Sa'd:   tcYa Resûlallab.1 Annem!" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi veseDem) de: "Hoş gelmiş!" buyurdu Kebşe  iyice   yaklaşıp   Peygamberi   (sallaflahu aleyhi vesdlem)   görünce:   "Senin selamette olduğunu gördüm ya, geri kalan musibeder o kadar dokunmaz" dedi. Peygamber (saDaDahu aleyhi vesdlem) de, oğlu Amr b. Mu'âz nedeniyle ona taziyede bulunarak: "Ey Sa'd'm annesi! Hem sen sevin, hem de diğer şehitlerin ailelerine müjdele; %ira onların Ölülerinin  hepsi cennette  birlikte yaşamaktadırlar, yîileleri için de şefaatçi kılındılar"  buyurdu.  Bu mutlu haberi alan Kebse: "Bundan memnun kaldık, ya Resûlullah! Artık arkalarından kim ağlar?" şeklinde karşılık verdi. Ardından: "Ya Resûlallahî Geride bıraktıkları için de dua et!" diye istekte bulundu. Peygamber de: "Allahım! Kalple/indeki hü^nii gider, yaralanm sar, geride bıraktıklarına ihsanda bulun" diye dua etti. Sonra: "Hayvanın başını bırak ey Ebû Amr -yani Sa'd b. Mu'âz-" buyurdu. O da atı serbest bıraktı. İnsanlar hep birlikte atını takibe başlayınca Resûlullah (saûaHahu aleyhi vesdlem) Mu'âz'a şöyle buyurdu: "Ey Sbû Amr! Senin ailen arasında yaralılar çok fa^la. Onların her biri, kıyamet- günü yarası en şiddetli olduğu andaki haliyle gelecektir. 0 vakit yaradan akan kanın rengi kan rengi; kokusu ise misk kokusu gibi olacaktır, içinizde yaralı olanlar evlerinde kalıp yaralarım tedavi ettirsinler; benimle evime kadar gelmesinler. Bu, tarafımdan bir emirdir" Bunun üzerine Ibn Mu'âz insanlar arasında şu ilanda bulundu: "Bu, Resûlullah'in (sallallahu aleyhi vesdlem) bir   emridir;  Abdüieşhel   oğullari'ndan  hiç   bir  yaralı  Peygamberi  takip etmeyecektir." Bu emirden sonra bütün yaralılar geride kaldı. İnsanlar ateş yakıp yaralıları tedavi etmeye başladılar.  Sa'd ise Resûlullah  (saflaflahu aleyhi vesdlem) ile birlikte giderek evine kadar vardı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) atından ancak birilerine dayanarak inebildi. Ancak Sa'd b. Mu'âz ve Sa'd b. Ubâde'ye dayanarak evine girebildi. Ailesinin yanına vardığında kılıcını kızı Faüma'ya verdi ve: "Kanlarım yıka.   Vallahi, bugün bana karşı dürüst oldu" buyurdu. Ali b. ebî Talib de kılıcını ona vererek: "Bunun da kanlarını yıka! Vallahi,  bugün bana karşı dürüst oldu"  dedi Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem): "Savaşta sen, (benim için) üstün başarılar göstermiş sen de, senden başka Sehl b. Huneyfve Ebû Dücâne de iyi mücadele ettiler" buyurdu.

Hâkim, sahih bir senetle İbn Abbas'tan şöyle nakletmiş tir: Uhud günü Hz. Ali, kılıcı eğilmiş bir halde gelerek Fatrma'ya: "Al şu kılıcı! Bu gün ondan memnun kaldım; zira (savaşta) çok iyiydi, gönle şifa oldu" dedi. Resûlullah (salkllahu aleyhi vesdlem) de: "Sen kılıcınla iyi vuruşmuş olsan da, senden başka Sehl b. Huneyf, Ebû Dücâne, Asım b. Sabit ve Haris b. Sımme de iyi vuruştular^7 buyurdu.

İbn Hişam demiştir ki: Bana ilim ehlinden birinin bildirdiğine göre İbn ebî Nuceyh, Uhud günü bir münadinin şöyle nida ettiğini naklctmiştir:

 

Ne kılıç kaldı Zü '1-Fikâr dan başka,

Ne de yiğit kaldı artık Âli 'den başka.

 

Beyitte geçen Zü'l-FikârJdan maksat, Resûlullah'm (sallallahu aleyhi veseDem) Bedir'de ganimet olarak aldığı kılıcıdır. Uhud'da rüyasında gördüğü kılıç da bu kılıçtır.

Bilal, akşam namazı için ezan okuduğu vakit Resûlullah (saDaDahu aleyhi veseDem), o haliyle, yani iki Sa'd'a dayanarak mescide çıktı ve Müslümanlara namazı kıldırdıktan sonra evine geri döndü. Sa'd b. Mu'âz hem kendi hanımlarına, hem de kavmine mensup kadınlara varıp akşam ile yatsı arasında Hamza'ya ağlamaları için geride hiç kimseyi bırakmaksızın hepsini Peygamber'in (saDaDahu aleyhi veseDem) evine getirdi. İnsanlar ise mescidde ateş yakıp onunla yaralarını tedavi ediyorlardı.

Bilal, gökteki kırmızı şafak kaybolduğunda yatsı ezanını okudu. Ancak gecenin üçte ikisi geçtiği halde Resûlullah (saflaîlahu aleyhi vesdlem) mescide çıkmamıştı. Bunun üzerine Bilal: "Namaz ya Resûlullah!" dîye seslendi. Resûlullah (sallallahu aleyhi veseDem) de derhal uykusundan uyanıp mescide gitti. Mescide girip orada ağlama sesleri işitince yürüyüşünü biraz hafifletti ve "B# nedir?" diye sordu. "Bunlar, Hamza'ya ağlayan Ensârlı kadınların sesleridir" denildi. Bunun üzerine "Allah onlardan da, onların evlatlarından da ra^ı olsun" diye dua etti ve sonra kadınların evlerine geri gönderilmesini emretti.

İbn Hişam'ın bildirdiğine göre Resûlullah (saDaDahu aleyhi veseBem) namaza çıktığı vakit, kadınların mescidin kapısında Hamza için ağlaştıklarıni gördü ve: "Allah si-^i esirgesin, evlerini-^e dönün! Dertlerimi'^ ortak oldunu^. Allah, Ensar'ı esirgesin; %ira bu dertlere ortak olma âdeti, bildiğim kadarıyla, onlarda pek eskidik buyurdu. Bunun üzerine kadınlar da gece erkekleri ile birlikte evlerine döndüler.

Ebû Ya'lâ Sahih hadis ravilerinden oluşan bir senetle İbn Ömer ve Enes'ten; Ahmed b. Hanbel ve sahih bir senetle İbn Mâce İbn Ömer'den ve ayrıca Taberânî de İbn Abbas'tan şöyle nakletmişlerdir: Resûlullah (sallallahu aleyhi veseDem) Uhud savaşından döndüğünde Ensârlı kadınların kocaları için ağladıklarını görünce "Hamının ise hiç ağlayanı yoktur^ buyurdu. Bu söz kadınların   kulağına   ulaşınca   hep   birlikte   gelip   Hamza   için   ağlamaya başladılar. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesdlem) gece yarısı uyandığında kadınların ağlama seslerini işitti ve: "Ya^ık onlara! Akşamdan beti ağlamaktalar! Onlara söyleyin de evlerine geri dönsünler ve bugünden sonra artık Ölen birinin ardından ağlamasınla?*' buyurdu.[214]

Resûlullah (saJlallalıu aîeyhi veseflem), yatsı namazını kıldıktan sonra evine döndü. Erkekler, onun için evinden namazgaha kadar sıraya dizilmişlerdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) evine kadar tek başına yürüdü. Evs ve Hazreç'ten bazı kimseler de, müşrikler geri dönüp saldırır endişesiyle mescide açılan kapısının önünde sabaha kadar nöbet tutup onu korudular.

 

Münafıklarla Yahudilerin Müslümanların Başına Gelenlere Sevinip Eğlenmeleri

 

Resûlullah (sallallahu aleyhi veseilem) ve ashabının başına yukarıda zikredilen olaylar gelince Abdullah b. Ubey b. Selûl ve münafıklar, Müslümanların başlarına gelenlere sevinip eğlenmeye, onlar hakkında en çirkin sözleri sarf etmeye başladılar. Meselâ Abdullah b. Ubey, savaştan yarak dönen ve sabaha kadar ateşle yaralarını tedavi etmeye çalışan oğlu Abdullah'a şöyle diyordu: "Senin, bu şekilde onunla birlikte savaşa çıkman doğru değildi. Muhammed beni dinlemeyip gençlere froyun eğdi. Vallahi sanki bu kötü sonu görür gibiydim." Oğlu ise ona: "Allah'ın, Resûlullah ve Müslümanlara musallat kıldığı bu olayda elbette bir hayır vardır" şeklinde karşılık verdi. Yahudiler de kötü niyetlerini açığa çıkararak: "Muhammed, mülk peşinde koşan bir insandan başkası değildir. Bu zamana kadar hiçbir peygamber böyle bir yenilgi almamıştır. Hem kendi yaralandı, hem de ashabı arasında çok zayiat verdi" dediler, Münafıklar, Resûlullah'm etrafından ashabını uzaklaştırmaya; ondan ayrılmalarını telkin etmeye başladılar. Diyorlardı ki: "Eğer sizden öldürülenler,  bizimle birlikte  olsalardı,  şimdi öldürülmemiş  olacaklardı." Ömer b. Hattab bu sözü bir kaç yerde işitince, hemen Resûlullah'a (saMahu aleyhi veseflem) gidip onu sarf ettiğini işittiği Yahudi ve münafıkları öldürme konusunda kendisinden izin İstedi. Ancak Peygamber (sallaBahu aleyhi veseHem): "Ey  Ömer! Aîlâh  dinini elbette üstün kılacak,  Peygamber'ini galip getirecektir. Yahudiler bi-^im ^immetimi^dedir. 0 nedenle onları öldüremem'" buyurdu. Ömer: "Peki   ya   münafıklar?   Bunlar   hakkında   ne   buyurursun?"   diye   sordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi veseflem) onlarla ilgili olarak ta: "Onlar ^ahiren de olsa Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim, onun resulü olduğuma şahadet getirmiyorlar m}" dedi. Ömer: "Evet, getiriyorlar, ama bunu sadece kılıç korkusuyla yapıyorlar. Onların gerçek yüzleri ortaya çıktı. Bu talihsiz olayla Allah, onların içlerindeki kinlerini ortaya çıkardı" şeklinde karşılık verince: "Ben, Lâ ilahe illallah Mıthammedün resûlullah (Allah'tan başka ilah yoktur; Muhammed de onun elçisidir) diyen bir kimseyi öldürmekten men edildim. Ey Hattab hn oğlu! Şunu iyi bil ki, Kureyşliler, bi-? rüknü (Kabe'nin tavafa başlama köşesi) istilam edinceye kadar bugünkü gibi bir daha asla bi^e %arar vermeyeceklerdik buyurdu.

 

Abdullah  B. Ubey'in Hutbe Vermeye Kalkışması  Ve Müslümanların Onu Engellemeleri

 

İbn Şihab ez-Zührî anlatıyor: Resûlullah (salkllahu aleyhi vesellem) Medine'ye geldiğinden beri Abdullah b. Ubey b. Selûl her Cuma kalkar konuşurdu. Söyledikleri ne kendisi tarafından, ne de kavmi tarafından reddedilmezdi. Kavmi arasında şerefli bir yere sahipti. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Cuma günü  Müslümanlara   hutbe   irat  etmek  üzere   minbere   oturduğu  zaman Abdullah ayağa kalkar ve: "Ey insanlar! İşte Allah'ın elçisi aranızda. Allah onunla size lütufta bulundu ve sizi şereflendirdi. Öyleyse ona yaldım edin, onu destekleyin, onu dinleyip itaat edin!" şeklinde konuştuktan sonra yerine otururdu.   Uhud  savaşında  yapacağını yapıp  taraftarlarını geri  çektikten sonra,  yine  bir  Cuma  daha  evvel yaptığı  gibi ayağa kalkıp  konuşmak isteyince, Müslümanlar elbisesinden çekip: "Otur yerine ey Allah'ın düşmanı herifi O yaptıklarını yaptıktan sonra artık sen buna layık değilsin" dediler. O da: "Vallahi, kalkıp onu desteklemekle sanki kötü bir şey söyledim!" diyerek insanların omuzlarına basa basa mescidden çıkıp gitti. Mescidin kapısında bir Ensârlı ile karşılaştı. Ensarlı kendisine: "Ne oldu sana? Allah'ın belası!" diye sordu. O da: "Peygamberi desteklemek için daha ayağa kalkar kalkmaz ashabından bazıları üzerime hücum ederek beni çekip azarlamaya başladılar. Sanki, kalkıp onu desteklemekle kötü bir şey söyledim" dedi. O zat da: "Hay Allah'ın  cezası!   Gen  dön  de  Resûluîlah   (salkllahu aleyhi vesellem)   senin  için istiğfarda bulunsun" dedi. Ama o, "Vallahi, ben, onun benim için istiğfarda bulunmasını istemem" şeklinde karşılık verdi.

 

Uhud Savaşı Hakkında İnen Âyetler

 

İbn İshak demiştir, ki: Al-i îmrân'ın altmış âyeti Allah'ın Uhud hakkında indirdiği âyetlerdendir. Söz konusu âyetlerde o günün özelliklerinden bahsedilmektedir.

Ebû Yala, İbn Münzır ve İbn ebî Hatim de Misver b. Mahreme'den şöyle nakletmişlerdir: Abdurrahman b. Avf a dedim ki, dayı, bana Uhud'da yaşadığınız olaydan bahset. O da, "Âl-i İmran sûresinin 120. âyetinden somasını, yani Hani sen erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın..." (Al-i İmrân, 121) âyetinden itibaren okursan, o günkü yaşadıklarımızı görürsün" dedi.

 

Uhud Savaşı Hakkında Müslümanların Söyledikleri Şiirlerden Bazıları

 

Hassan B. Sâbit'in Şiiri:

 

Ahmaklığınız yüzünden Kinane'yi cahilce ResûlulLıh 'm üzerine yürüttünüz,

Allah 'm askerleri onları muhakkak ki her zaman mağlup edecektir.

Güneşin alnında onları ölüm havuzlarına şevkettiniz,

Cehennem ateşi, varacakları son yer, karşılacaklan muamele öldürülmedir,

Soyu sopu bulunmayan bedevileri (ehâhiş) topîadımz,

Ey küfrün liderleri! Taşkınlığınız sizi aldattı,

Allah m süvari birliklerinin yaptıklarından ibret almadınız mı biç?!

Hani o (Bedir'de) öldürüp kuyuya attıklarından,

Nice esiri karşılıksız ve saçlarını kesmeksizin serbest bırakmıştık,

Onlara gerçekten dostça davranmıştık.

 

Ka'b B. Mâlik'in Yine Aynı Şahsa Cevaben Söylediği Şiir:

 

Dikkat edin! Gassan 'a[215]  bizden bir fırtına mı dokundu,

Topraklara ulaşamadılar, yürüyüşleri titrek idi,

Sahra ve dağların karanlığı uzaktan sanki,

Parça parça olmuş sakin toz-toprak gibi,

Orada güçlü ve süratli develer kusurlu olur,

Bereketli bir bulut orada yıllarca kalır, orayı yem yeşilyapar,

Orada kusurlu develerin leşleri vardır ki, yağları,

Tüccarların yere serilmiş keten bitkileri gibi koku saçar,

Uhud Savaşı Hakkında Söylenen Şiirler

Yine orada peş peşe yürüyen zebralar, ceylanlar,

Kabukları yanlan deve kuşu yumurtaları vardır,

Dinimiz için mücadele eden ordumuz,

Tam eğitini almış bir birlikten oluşmaktadır, ki kılıçlan parlar,

Savunma amaçlı iyi dokunmuş her türlü zırhlan vardır.

Giyildiğinde, suyla dolu kuyu gibi olur,

Bedir'de karşılaştığınız insanlara sorun,

Çünkü gayble ilgili haberler layda verir.

Bizler korku dolu topraklardayız ki, orada,                  

Bizim yerimize başkaları olsaydı,

Geceden dağılıp kaçmış olurlardı.

Bizden bir atlı gelirse, sözü "hazırlanın; zira,

Haıh'in oğlu ordular toplayıp sevk ediyor"olur,

Bize kurduğu tuzak, insanları ne kadar rahatsız ederse etsin,

Biz, ona diğer insanlardan daha çok açığız,

Eğer tüm yeryüzü insanlarının aleyhine planlar yaptığı,

Bizim dışımızda herhangi bir topluluk olsaydı,

Mutlaka teslim olup boyun eğerlerdi.

Biz ise, insanlardan hiçbir kabile kalmayıp,

Bizden ürküp sakınmcaya dek mücadele ederiz.

Irz[216] bölgesine yerleştikleri zaman liderlerimiz dediler ki:

Şayet Irz bölgesini savunamazsak, nereye ekin ekeceğiz?!

Bizim aramızda Allah 'm Resulü vardır, onun buyruklarına uyarız,

Bize bir söz söylediğinde, derhal yerine getiririz, tembellik göstermeyiz.

Zira, Rabbi katından ona ruh (Cebrail) inmiştir,

Ruh gökten iner ve yine oraya yükselir.

İstediğimiz konularda onunla istişare ederiz, ama,

O bir istekte bulundu mu, bize itaat etmek ve dinlemek düşer.

Ordular bize göründüğünde Allah Resulü buyurdu ki:

"Ölüm korkusunu üzerinizden atın ve ümitvar olun,

Katında dirileceği ve ebedi yaşayacağı Melik e yakın olmak için,

Hayatı satan kimse misali olun,

Fakat kılıçlarınızı yanınıza alın ve Allah'a tevekkül edin,

Zira bütün işler sonunda ona dönecektir. "

Açıktan yurtlarına   doğru  hareket  edip,   kuşluk  vaktinde   üzerlerine yürüdük.

Üzerimizde silahlarımız vardı, asla boyun eğmeyiz,

Silah ve mızraklara sahip toplu hir mülreze ile yürüdük.

Ki, o mülreze ayaklarını hir kere yere vurdu mu, artık geri adım atmaz.

Deniz dalgası gihi öyle hir ordunun içine daldık ki, ortası,

Kimisi zırhsız, kimisi miğlerli bedevi askerlerinden müteşekkildi.

Tam üç Dİn kişi idiler, biz ise üç yüz seçkin erdik,

Çok olsak, dört yüz asker idik.

Karşılıklı vuruğuyordük, aramızda ölüm ırmakları akıyordu.

Ölüm havuzundan hem onlara içiriyor, hem hız içiyorduk.

Kayın ağacından yapılma yay bizde ve onlarda iyi iğler gördü.

Bu, yayın ipleri Yesrih işi olduğundan öyleydi,

Harem ve Saidişi yontulmuş hir ok ki,

imal edildiği zaman üzerine zehir sürülür.

Adamların bedenlerine isabet eder, bazen ise,

Bisar taşının yanlarına düşerek ses yapardı,

Bir atlı birliği ki, sen onları gök yüzünde,

Sanki soğuk bir günde Saha rüzganyla gelen çekirge sürüleri gihi

ileri geri hareket halinde olduklarını görürsün.

Karşılaşıp ta savaş bizden yana olduğunda, ki,

Allah 'm takdir ettiği bir işi hiçbir şey deledemez,

Onlara sabah vaktinde öyle hir darbe indirdik ki, elemlilerini çölde

Sanki kökünden kesilip yıkılmış kütükler gihi bıraktık.

Akşam vaktinde tekrar kendimize geldiğimizde,

Tutuşturduğumuz ateşin alevinin her taralı sardığını gördük.

Hızla kaçıp gittiler, sanki yağmurunu dökmüş,

Rüzgarın etkisiyle sağa sola hareket eden ince bulut gibiydiler.

Biz de yürüdük, ama arkamız yavaş ilerliyordu,

Bişe[217] vadisinde et parçasına üşüşen yaralı aslanlar gibiydik,

Biz onlara, onlar da hize zayiat verdirdi.

Biz hım u çok yaptık, lakat Allah in rahmeti daha geniştir.

Savaşın sonucu kâh bizden yana, kâh onlardan yana oldu,

Herkes lelaketten nasibini doyasıya aldı.

Ama hiz, koruması gerekenleri savunmaya çalışan hiç kimseye,

öldürülmeyi ayıp görmeyen insanlanzdır.

Felaketlere karşı dayamklıyızdır, ölen bir kimse için aramızda,

Ömür hoyu yaş döken hir göz görmeyiz.

Bizler savaş çocuklarıyızdır; ne dediklerimizi yapmaktan aciz kalırız,

Ne de harbin getirdiği lelaketlerden dolayı üzülürüz,

Bizler savaş çocuklarıyızdır; gayet galip gelirsek, haddi aşmayız,

Ama savaşın getireceği felaketlerden de acı duymayız.

Bizler, insanların a.le\nnden sakındığı ateş parçasıyız.

O ateşe yakın olan ondan uzaklaşır, yoksa ateş onu yakar.

îhnü 'z-Zaha 'râ'yı bana tercih ettin, halbuki,

Gecenin sonuna doğru size, peşinizden yetişen bir talep gelmişti.

Maidd'in[218]   ulularına ve başka insanlara kendini sor bakalım!

Bulunduğu mevkiyi kim terk etmiş ve kim daha kötüymüş?!

Savaş, kimde övünülecek hir iftihar kaynağı bırakmamış/,

O korkunç günde kimin başı daha eğikmiş!

Allah 'm yardımıyla üzerinize öyle hir hamle yaptık ki,

Mızrakların uçları kalplerinize işlemişti.

Mızrakları kalbinize sapladık mı, açtığı geniş yaralar,

Sanki suyu hızla boşalan kırba ağzı gihi olurdu.

Sancaktarlara doğru koştuk, sancak haberini yayan, daha hızlı idi.

Hıyanet ettiler ve boyun eğdiler, mağlup oldular,

Allah kendi emrini inmzdan başkasını reddetti; zira O,

Dilediğini engelsiz yapandır.

İbn Hişam demiştir İd: Ka'b b. Mâlik esasen "aslımızı savunan ordumuz, tam eğitilmiş bir birliktir" demişti. Fakat Resûlullah (saBaBaba aleyhi vesellem): iCDinimivQ savunan ordumu^, dememiş uygun olur mu?" diye sorunca, Ka'b: "Evet" dedi. Allah Resulü de: "Böyle daha gü%el" buyurdu. Hakikaten öyle daha güzeldir. Bunun üzerine Ka'b: "mücaüdüna an dinina- dinimizi savunan ordumuz..." demiştir.

 

Yine Ka'b b. Mâlik (Radiyallahu Anh) Şu Şiiri Okumuştur:

 

Kureyş'e bildir ki, muhakkak ki sözlerin en hayırlısı, en doğru olanıdır, Zira akıl sahipleri katında, doğru söz makbuldür. Onlara bildir ki: Bizden öldürdüklerine mukabil, Biz sizin elendilerinizi, sancaktarlarınızı öldürdük ki, Bunun dedikodusu çok olacaktır. Bedir günü karşılaştığımızda bizim,

Mikail ve Cebrail ile gelen, zaler getiren desteğimiz vardı. Bizi   Öİdürseniz   hile   bu   hir   şey   değildir,    zira   hak   din,    bizim fıtratım izdir.

Hak uğruna öldürülmek ise Allah indinde hir fazilettir. Zanmnızca bizim davamızı ahmaklık görüyorsanız, hilîn ki, islam a muhalefet edenlerin görüşü hir aldatmacadır.

bavaşm daha da kızışmasını temenni etmeyin,  oturun oturduğunuz yerde,

Zira, paslanmış savaş dostu, şimdi meşguldür,

Size öyle hir darbe saklıyoruz ki,

Parça parça etlere kavuşan topalsırtlan far sizinle sevinirler.

Bizler savaş çocuklarıyızdn; onu hemen sonuçlandırırız.

Düşmanlık besleyenleri, ağır hir şekilde cezalandırırız,

Canı hoğaza dayandıktan sonra şayet Ihn Harh kuıiulursa,

Ki, Allah m emri mutlaka gerçekleşecektir,

Savaş ona mutlaka hilim öğretmiştir, hu,

Akıl ve sağduyu sahiplerine de hir ders olmuştur,

Eğer vadinin ortasına kadar gelseydiniz,

Batka nın kenarında ani hir darbeyle karşılaşırdınız.

bizi Peygamber in etrafında bulunan topluluklar karşılardı.

Ki onların,   savaş için  hazırladıkları  aletlerden,   Oassan  işi zırhları vardır.

Kılıç bağları çözük vaziyettedirler, korkak değillerdir.

Kalkan ya da mızraktan da yoksun değillerdir.

Savaşın karanlıklarına doğru yürürler.

Peş peşe ilerleyen beyaz erkek develerin,

Ya da hariryağmur altında yürüyen aslanların yürüyüşü gibi,

Ki, Kuzey rüzgarının estiği hir günde,

Cevza yıldızından inen halifyağmurla ıslanırlar,

Kuyu gibi geniş ve sağlam zırhlar içindedirler.

O zırhların yapısı, kılıç gibi beyaz bir nehir görünümündedir.

Ok kuburundan çıkan okları, zelil bir şekilde gerİ çeririr,

Ona çarpan kılıç, körlenmiş olarak geri döner,

Sel dağını üzerinizden atmış olsanız hile,

Yaşam ve ölümü savma belli bir zamana kadardır.

Her   zaman    kavim    arasında,    sizden,    Öcü    alınmamış   maktuller bulunacaktır.

Ki taşlar onların izlerini silecektir, Bunlar köle veya değerli hir hür olabilir, Medine'ye doğru av peşinde biri olabilir, ya da, Esir alman veya öldürülen biridir, Geridekilerinize süre vermek istiyorduk ama,

Kalkan ve mızrakla silahlanmış bir kısım süvarilerimiz,

Size karşı aceleci dadandılar,

Onlardan hir cani hir cinayet işledi mi, gerçekten bilirler ki,

işlediği cinayet başkaları taralından yüklenilirdi.

Ne cinayet işlerse, onu günaha girerek açıktan işlemezdi,

O takdirde de ne kınanır, ne de borcuyla baş başa bırakılırdı.

 

Hassan b. Sabit'in (Radiyallahu Anh) Îbnü'z-Ziba'râ'ya[219] Cevaben Söylediği Şiiri:

 

Şayet dürüst ise, hizim lütnımuz olmasaydı,

Ibnü 'z-Ziba 'râ hir hadisede yok olup gitmişti.

Siz bize, biz de size zayiat verdirdik,

Harh zaten böyledir, (sonucu) dönüşümlüdür.

Kılıçlan omuzlarınıza indiririz, öyle ki,

Kanasıya (su) içtikten sonra tekrar (su) içmek isteriz,

Asal[220] otu yiyen yaşlı develerin dışkısı gibi,

Kıçlarınızdan suyla karışık süt (veya kan) çıkarırız.

Sırtınızı dönüp, peş peşe koşuşan deve sürüleri gibi,

Tabanlarınız üzerine, dağ yamaçlarına kaçışıyordunuz,

Üzerinize gerçek bir hamle yaptık ta sizi,

Cieniş alana yayılan kalabalıklar misali askerlerle, Dağın eteğine getirdik, ki bu askerlerle, Kim karşılaşırsa, onlardan korkar,

Oraya vardığımız zaman dağ bize dar geldi,

Yüksek ve alçak bölgelerini öyle erlerle doldurduk, ki,

Siz asla onlar gibi olamazsınız, çünkü onlar,

Gökten inen Cebrail'den destek gördüler,

Bedir gün ü biz takvamızla, yani Allah 'a itaat

Ve Resulü tasdik sayesinde üstün geldik.

Onlardan her hası öldürdük,

Kibirle elbisesini sürükleyen her erendiyi öldürdük,

Bedir günü Kureyş'in yanında hir ayıp,

Ve intikam dedikodularını bıraktık,

Başıboş bırakılan develerin otlaklarda toplandığı gibi,

Kureyşin arasındaki o toplanan orduların kısa boylu şişmanlan,

Bedir gün üne şahitlerdir. onunla

Bizler sizin gihi kıç çocukları[221] değiliz,

Bağlarına musibet geldi mi, insanların yanında oluruz.

 

Hassan  b. Sâbit'in, Hamza  b.  Abdulmuttalib Ve Onunla Bitlikte Uhud'da Şehit Olan Ashap İçin Ağıt Olarak Söylediği Şiiri:

 

Ey anneciğim!kalk sabah seher vaktinde,

Ağıtçıların ağlayıp ağıt yaktıkları gibi ağıt yak.

Ağır yüklerle yüklenmiş yük develeri ya da,

Olduğu yerde duran yüklü develer gibi,

Yüzlerini parçalayan, vaveyla koparan

Sağlıklı h üt kadınlar gibi,

Gözlerinden boşalan yaşlar sanki,

Dikili taşların[222] boyandığı kurban kanları,

Orada saç örgülerini çözerler de saçları darmadağın olur.

Sanki cine atan, sahibinden kaçan aygırların kuyrukları,

Şiddetli hrtınaların etkisiyle kimisi saçılıp dağılmış, kimisi kopmuş,

Zamanın getirdiği olaylardan yorgun düşmüş,

Yas elbiselerine bürünmüş ağıtçılar gibi, ağlayıp sızlarlar.

Kalpleri yaralanmış, yaralarının üzerini de,

Şiddetli acı veren kabuklar sarmış.

Hadiseler, ümit beslediklerimizi yok etti,

Uhud ashabını (şehitlerini) uyarıyorduk ama,

Sıcak rüzgarlarla dolu zaman onları helak etti.

(Ey) öncü birlikleri sevk edildiğinde,

Bizini süvarimiz ve koruyucumuz olan,

Ey Hamza! Vallahi, seni asla unutmayacağım,

Sütleri biriksin diye develer bağlara \ııruldukça,

Yetimlerin, misafirlerin ve dulların yurtlarında hayat oldukça,

Zaman, savaştan savaşa sahne oldukça,

Ey süvari, ey kavmini savunan asker, ey Hamza!

Sen, bizden başa gelen lelakeileri savıyordun,

Sen bana Allah Resulünün aslanını hatırlattın,

O bizi savunan kahra man ıımzdı,

Asalet sahibi şerefliler sayıldı mı, o da sayılırdı.

Diğer şereflilerden açıkça üstündü, eli açık (cömert),

P ilah ve nurlu idi, halil meşrep ya da korkak değildi,

Ağır yükler akında ezilen hasta biri de değildi.

Dpnizdi komşuya izzet-ikramda geri kalmazdı,

Öfkeli gençler, ağır başlı ve hilim sahibi kimseler,

Yemek yedirenler helak oldular.

Susuzlusunu tam gidermemiş kimse onları (develeri) kışları sağmaz,

Ki güçlü develer, etlidir ve etlerin üzerinde kalıp kalıp yağlar vardır.

/paz{jellj kimseler) kindar re saldırgan kişi zulmetmek istedi mi,

Ona karşı komşuyu savunurlar.

Benim üzüntüm, kaybettiğimiz gençlerimizedh;

Onlar kandiller gibiydi, değerli ve lider,

Üstelik cömert ve elleri açık kimselerdi.

Mallarıyla hamdi satın alanlar bilsinler ki, hama kârlıdır.

Bir   münadi   (savaş)   çağn(sm)da   bulundu    mu,    dizginleriyle   ileri atılanlar,

Uygunsuz bir anda zamanın kurduğu tuzaklara düşerler.

Tozlu çöllerde develer süratli yürümeye devam etmektedir, bir kalile içerisin de

Yarışırcasına koştular, göğüslerinden terler boşalıyordu.

Sonunda üstün dereceler ona döner,

Ki hu, kumar oklarıyla elde edilen bir kurtuluş değildir.

Ey Hamza! Sen beni yalnız bıraktın, onu paramparça etliler.

Şikayetlerimi sana  arz ediyorum,  sen  ise  üst  üste yığılan   toprağın

altındasın.

Üzerine yassı taşlar koyacağız, mezarcı mezarını iyi düzenlemiş,

Geniş olarak açılan mezarı toprakla dolduruyorlar di,

Sonra küreklerle üzerini düzlediler.

Bizim savaşımız söylediğimiz gibidir,

Sözümüz sıcak rüzgarlarla dolu büyük bir olaydır.

Akşama ulaşan, olayların getirdiği lelaketlerden kurtulmuştur. Bize gelsin ve iyiliği yayan öldürülenlerimiz için gözlerin ağlasın, Hakkı söyleyen, işler yapan, hoşgörü ve iftihar sahibi olanlara, Zaman geçtikçe hala onun hayırlarından istilade edenler vardır.

 

Ka'b b. Mâlik'in (Radiyallahu Anh) Şiiri:

 

Kureyş 'e sor bakalım, Uhud'un eteğinde karşılaştığımız sabahta,

Biz neyle karşılaştık, onlar nasıl kaçıştılar?!

Biz aslanlar gibiydik, onlar ise saldırdıklarında kaplanlar gibiydi,

Ne ahde bakarız, ne de asalete,

Hz. Peygamber'in îf§ Savaşları

Orada erendi, kahraman, ailesinin koruyucusu,

Atası ve soyu temiz nice insan bıraktık.

Bizim aramızda Peygamber vardır ki bir yıldızdır,

Sonra peşinden parlak bir nur gelir,

Ki o yıldızlardan da üstündür,

Hakikat onun mantığı, adalet ise ilkesidir.

Onun davetine icabet eden, hüsrandan kurtulur,

Cesaretle ileri atılır, kalpleri korku salarken o, kaygısızca ilerler.

ilerleriz, o bizi isyan olmaksızın her zaman teşvik eder.

Sanki dolunay, yaratılışına yalan karışmamış,

Bu bize zahir oldu ve ona tahi olup kendisini tasdik ettik.

Onlar ise yalanladılar, biz Arapların en mutlusu olduk.

Onlar hareket ettiler, biz de hareket etlik.

Geri dönmediler, bizse hiç aldırmaksızm peşlerine takıldık,

Elbette eşit değiliz, onlarla aramızdaki lark çok büyüktür,

Biri ilah 'm ordusu, diğeri ise şirk ve putların.

 

Abdullah  b. Ravâha'mtl  (Radiyallahu Anlı)   Hamza'ya  (Tadçaoahu Anlı) Metsiyesi:

 

Gözlerim ağladı, ağlamak onun hakkıdır ama, Artık ne ağlamak rayda verir ilah m o aslanı Hamza 'ya, Ne   de  leryadı   ligan,   zira   o   sabah,    "şu   öldürülen   Hamza   mı?!" demişlerdi bir kere,

Onun öldürülmesiyle esasen oradaki bütün Müslümanlar,

Hatta Peygamber yaralanmıştı.

Ey Ebû Ya'la[223]  senin için sütunlar yıkıldı,

Sen sıla-i rahimi gözeten, iyilik sever sereni birisin.

Asla tükenmeyen nimetlerle dolu cennet bahçelerinde,

Rabhinin selamı üzerine olsun!

Dikkat edin! Sabredin ey seçkin Haşim oğullan!

Sizin yaptıklarınızr iyi ve güzel dayanışlardır.

Zira Resûlullab sabırlı ve değerli biridir.

Konuştuğu zaman Allah 'm emriyle konuşur.

Dikkat edin! Benden lüeyy'e şu mesajı kim ulaştırır?

Ki, bugünden sonra savaş aleyhe dönüyor,

Bugünden önce hizim darbemizi görmediler, tatmadılar,

O darbeler sadra şila olur,

Size acele ölüm geldiği sabah Bedir çukurunda,

Bizden yediğiniz darbeyi unuttunuz.

O sabah Ebû Cehil öldürülmüş olarak orada kaldı,

Tepesinde kuşlar dolaşıyor; cesedine bir konuyor, bir kalkıyordu.

Uihe ve oğlu da yere serilmiş bir vaziyette orada kaldı,

Şeyhe 'yi de parlak kılıç lime lime etti,

Umeyye'yi ise yüzükoyun uzanmış yatarken bıraktık,

Göğsüne yumuşak büyük bir mızrak saplanmıştı.

Beni Rabi 'a nm elebaşları onları soruyorlar,

Kılıçlarımız onları kesmekten köreldi,

Ey Hinci! Hamza 'nm ölümüyle şamata yapma,

Zira sizin şereliniz, zillettir!

Ey Hind! Sen Lât'a ağla! Ömründen tat al!

Zira o kadar göz yaşı dökmekten,

[üzüntüden aklını yitireceksin.

 

Hassan b. Sabit'in Hamza'ya (Radiyallahu Anh) Mersiyesi:

 

O yurdu bilir misin ?! Senden sonra vadilere inen sağanak yağmurlar,

Udmane ve Hail dağına, giden Ravhâ[224]  deresinde oluşan seller,

Oranın izlerini sildi.

Ona ondan sordum ama, bana cevap vermedi,

Soru sorana ne cevap vereceğini bilemedi.

Artık evi unut! Çünkü izleri bile kaybolmuştur.

Sen insan sahibi Hamza'ya ağla!

O, soğuk ve kıtlık anlarında toz koparan nrtınalarda,

Odun parçalan toplar,

Fırtına anında İnce mızraklar altında ezilen akranı geride bırakır.

Ürküp geri çekildiğinde at biner,

Ormanında kahraman kesilen aslan gibi,

Haşim oğullan arasında zirvede parlayan bir ışıktı.

O asla hakka karşı batılla mücadele etmedi,

Kılıçlarınızın arasında şehit olarak yere düştü.

Onu öldüren Vahşinin el/eri kurusun,

Sivri ve keskin uçlu, yumuşak başlı bir mızrakta,

Hangi kişiyi bıraktı (biliyor m u ?),

Onun kaybedilmesiyle yeryüzü karanlığa hüründü,

Parlak gökyüzündeki ayın ışığı söndü.

Hz. Peygamberin M Savaşları

içine girene ikramda bulunulan yüce cennette,

Allah sana salat (rahmet ve mağliret) eylesin,

Biz Hamza 'yi, hasımıza gelen her felaket anında,

Sığınılacak bir sığmak olarak görürdük.

islam için mücadele eden, onu savunan biriydi,

deride kalan, hıyanet eden kimsenin kaybedilmesi sana yeter.

Hiç sevinme Hind! Aksine gözyaşları boşalt/

1 akınını kaybeden kimse gibi göz yasları saç,

Utbeye ağla! Çünkü etrafı saran toz toprak ortasında,

Onu kılıçla parçalamıştı,

içinizdeki kalbi cehalet dolu, her mütekehbir asinin önünde,

Yaşlı elendilerin ortasında yere yıkıldı.

Geniş zırhlar içerisinde hareket eden bir aile topluluğu arasında,

Hamza hepsini yok etti.

O sabah Cebrail de ona yardım etmişti,

O, hamle yapan bir süvarinin ne güzelyardı maşıdır/

 

Ka'b b. Mâlik'in Hamza'ya (Radiyallahu Anh) Mersiyesi:

 

Sıkıntıların kapını çaldı, uykun kısa sürdü,

Zengin gençlerin soyulduğundan korktun,

Damrcli kadın kalbini arzularına bıraktı,

Arzuların da pek derinmiş, arkadaşlarınsa pek yüksek,

Hiçbir şeye aldırmaksızm taşkınlıkta ileri gitmeyi bırak,

Sen, taşkınlık peşinde saçma sapan sözler söylüyorsun,

Artık itaatkâr olarak bunlardan kaçınma anın ya da,

Önder kişi seni bir şeyden nehyettiğinde uyanma zamanın geldi.

Hamza 'yi yitirmekle öyle yıkıldım ki, bâlâ iç organlarım titremektedir.

Eğer Hıra öyle bir darbe alsaydı, elbette o sabit kayalarının,

Paramparça olduğunu görürdüm.

O bir erkek deve idi, n uhuvvet, cömertlik ve efendilik yurdu

Haşiınîlerin ulularının arasına girmeyi başardı,

Güçlü ve hörgüçlü bir deve idi ki, bir rüzgâr estirdi mi,

Neredeyse suyu dondururdu.

Mızrakların parçalandığı savaş meydanında,

Silahlı rakibini yerde serili bırakırdı,

Sen on u, çelik zırh içerisinde göğsün ü gere gere yüfürkçn görürsün,

Sanki, sert pençeli ve uzun yeleli boz bir aslan idi.

MuhammcdPeygamber'in amcası ve sadık dostu idi.

Peygamher'e yardım eden bir akraba topluluğu arasında

Alnında   nişanlı   olarak  ölüme  kaıaıştu,   ki  o   topluluktan   da,   şehit düşenler vardı.

Zannedersem Hind, içine/eki hiç sönmeyen hüznünü dindirsin diye,

O haberle müjdelendi,

Akankal'da bir sabah vakti kavmine hücum ettiğimiz gün,

Kendisiyle en mutlu olduğu kişiyi yitirdi.

Hatta Peygamber'in yanında elendileri iki gruba ayrılmış gördüm.

On/ardan istediğimizi öldürüyor, dilediğimizi kovalıyorduk,

Bedir kuyusunda bizim sancağımız altında Cebrail ve Muhammed

Onları geri püskürtüyordu,

Deve barınağı haline gelmiş kuyunun kenarında onlardan, Yetmiş kişi düşüp kaldı, içlerinde Utbe[225] ve Esved[226]   de vardı,

Ihnü'l-Muğİre'ye[227]   gelince, şah  damarına  öyle bir darbe indirdik ki, kanlar fışkımı.

Umeyye eJ-Cümehî'nin eğriliğini de müminlerin eliyle,

Keskin bir Hint kılıcı doğrulttu,

Mağlup müşrikler, peşlerinden atlıların kovaladığı,

Kaçışan deve kuşları gibi kaçıp sana geldiler. Elbette ebedî olarak cehennemde kalacak kişi île, Sonsuza dek cennetlerde yaşayacak kişi bir değildir,

Aralarında dağlar kadar lark vardır.

 

Safiyye Binti Abdülmuttalib'in, Kardeşi Hamza İçin Söylediği Mersiye:

 

Kız kardeşlerim korku içerisinde, bilen ve bilmeyen herkese, Uhud ashabından haber mi soruyor?/ Bilen kişi demiştir ki: Hamza, orada kaldı. O, Allah Resulü 'nün en hayırlı yardımcısı idi, Arşın sahibi kainatın ilanı onu yanma, cennete çağırdı.

0 şimdi orada nimetler içerisinde mutlu hir hayat sürmektedir. Bu zaten bizim ümit ettiğimiz bir son idi ve hasır günü de, Hamza için en hayır sonu ümit etmekteyiz.

Vallahi Saha rüzgarı estiği sürece seni asla unutmayacağını. Gerek yolculukta gerekse ikamet halinde hep Allah 'm aslanına, Ağlayacağım, hüzün duyacağım, çünkü o, hizim savunucumuz idi. Tüm kalirlere karşı islam 'ı savunuyordu, Keşke benim organlarım da onun yanında olsaydı,

Uhud Savaşı Hakkındaki Mülâhazalar

Kemiklerime sırtlan ve kartallar üşüşselerdi. Ama ağıtlar aşiretimin derecesini yükseltmiştir. Ve nen diyorum ki: Allan, kardeşim ve yardımcımızı En güzel şekilde mükafatlandırsın.

 

Mülâhazalar

 

1- Uhud savaşında aşağıdaki gibi birtakım olağanüstü haller yaşanmıştır:

a- Katâde b. Nu'man'm çıkan gözü yerine konulmuştur. Ebû Ya'lâ ve Ebû Nuaym'ın Katâde'ye varan senetleriyle naklettiklerine göre Uhud savaşında Katâde'nin gözü isabet aldı ve göz bebeği yanağına doğru aktı. insanlar onu kesip atmak istediler. Ancak bunu yapmadan önce Resûlullah'a sordular. Peygamber (saMahu aleyhi veseHem) de: "Hayır" buyurdu. Sonra elinin içiyle Katâde'nin gözünü yerine koydu. Öyle ki, daha sonra Katâde hangi gözünün isabet aldığım bile hatırlamıyordu. İleride mucizeler bahsinde geleceği üzere rivayetin başka tarikleri de vardır.

b- Resûlullah'm (saMahu aleyhi vesdlem) kafirlerle şiddetli çarpışmalar yapan bir zatın (Kuzman'm) cehennemliklerden olduğunu bildirmesi ve daha sonra söz   konusu   adamın   kendi   kendini   Öldürmesi.   Bu   olay   daha   evvel açıklanmıştı.

c- Hurma dalının kılıca dönüşmesi. Abdürrezzak'm naklettiğine göre 'Abdullah b. Cahş, Uhud savaşında kılıcını kaybetmiş olarak Resûlullah'm yanına (saflaflahu aleyhi veseHem) geldi. Peygamber de ona bir hurma dalı verdi. Abdullah   eline   alır   almaz   dal   kılıca   dönüştü.   Zübeyr   b.   Bekkâr   el-Muvaffakiyyât'vadz. demiştir ki: "Urcûn" adıyla ondan bir parça hala nesilden nesile aktarılıyordu. Sonunda 200 dirheme Boğa et-Türla'ye satıldı.

d- Abdullah b. Cahş'm yeminine icabet edilmesi. [—*s. 255]

e- Resûluîlah'ın (saüaDahu aleylıi veseHem) bildirdiğine göre meleklerin Abdullah b. Avf ile birlikte savaşmaları. Bununla ilgili açıklama daha evvel geçmişti.

f- Ebû   Zerr'in  gözünün   yerine   konulması.   Ebû  Yâlâ'nın   senediyle naklettiğine göre Uhud savaşında Ebû Zerr'İn gözü isabet almıştı. Resûlullah (sallallalıu aleyhi vesdlem) yaralı gözüne tükürdükten sonra o, diğer gözünden de sağlıklı oldu. Rivayette böyle nakledilmiş olsa da doğrusu Ebû Zeri* Uhud'a katılmamıştır.

g- Allah'ın, elçisini, kendisini ok yağmuruna tutan gruba karşı koruması, canına kastetmek isteyen Abdullah b. Şihab'ı ondan uzaklaştırması. Bu olayla ilgili ayrıntılı açıklama da daha evvel geçmişti.

h- Allah Resûlü'nün (sallalkhıı aleyhi vesdlem), Haris b. Zeyd'in Mücezzer b. Zeyyâd'ı öldürdüğünü haber vermesi.  Ibn  Sa'd Vakıdî'den,  o  da kendi hocalarından şöyle nakletmiştir: Süveyd b. Samit, karşılaştıkları bir savaşta Mücezzer'in babası Zeyyad'ı öldürmüştü. Mücezzer de Süveyd'i yakalayıp Öldürmüştü. Bu olaylar İslam'dan önce meydana gelmişti. Allah Resulü, (peygamber olarak) ortaya çıkınca Haris b. Süveyd ve Mücezzer b. Zeyyâd müslüman olmuşlardı. Sonra Bedir'e katıldılar. Ibn Ishak'm naklettiğine göre ise Haris münafık idi. Ancak Haris babasına karşılık öldürmek için her yerde Mücezzer'i kolluyor, bir türlü muvaffak olamıyordu. Uhud savaşı olup ta Müslümanlar   o   hamleyi   yaptıklarında   Haris,   Mücezzer'in   arkasından yaklaşarak bir kılıç darbesiyle boynunu vurdu. Ne zaman ki Resûlullah (sallaflahn aleyhi vesdlem)   Hamrâü'l-esed gazvesinden  döndü,  o   zaman  Cebrail kendisine gelerek Haris b. Süveyd'in, Mücezzer b. Zeyyâd'ı gafil avlayarak Öldürdüğünü bildirdi ve onu Öldürmesini emretti. Hz. Peygamber (saMahu aleyhi vesdlem) hemen bineğine atlayarak sıcak bir gün olan o günde Küba ya gitti. Oraya varır varmaz önce mescide gidip namazı kıldı. Onun geldiğini haber alan Ensâr yanma varıp kendisine selam verdiler; ancak o günde o saatte oraya gelmesine bir anlam veremediler. Derken Haris b.  Süveyd Yemen safranı ile boyanmış bir elbise içinde -İbn Hişam, sarı renkte iki elbise içinde, demiştir- çtkageldi. Resûlullah (saMahu aîeyhi veseHem) onu görünce Uveym b. Sâide'yi çağırıp ona: "Haris b. Süveyd'i mescidin kapısının önüne getir ve Miice^er b. Zeyjâd'a karşılık boynunu vur; -^ira o, onu gafil bir şekilde Öldürmüştük buyurdu. Bu emre karşılık Haris itirafta bulunarak demiştir ki: "Vallahi onu öldürdüm. Ama onu öldürmem, ne İslam'dan döndüğümden, ne de ondan şüphe  duyduğumdandır.  Bunu  sadece  Şeytanın kalbime  attığı ailevî bir taassup (hamiyet) duygusu ve nefsime uyduğum bîr iş nedeniyle yaptım. Bu yaptığımdan dolayı x\llah ve Resulüne tövbe eder, onun diyetini öderim. Ayrıca iki ay peş peşe oruç tutar bir köle azat ederim" dedi. Fakat Resûlullah (sallaHıu aleyhi veseHem): "Uveym! Onu getir ve boynunu vur",buyurdu. O da getirip boynunu vurdu. Bununla ilgili olarak Hassan b. Sabit şu beyitleri Söylemiştir:

 

Ey önceki günlerinin uykusuyla galletle olan şaşkın!

Yoksa Cebrail'i de mi ga/ilsandın ?! Yazıklar olsun!

Ziyad'm oğlunu öldürürken yeryüzünde sessizce,

Kimsenin görmediğini mi sandın seni, gizlice?!

 

İbn Hişam, Hâris'e ölüm cezası uygulayanın Osman b. Affan olduğunu zikrettikten sonra, ayrıca onu öldürenin Ensâr'dan biri olduğunun da söylendiğini ifade etmiştir. İbn İshak ise Hâris'in öldürülmesi ile ilgili olarak nakledilen yukarıdaki bilgilerle çelişen daha başka bilgiler de nakletmistir. Adevî, Ibûü'I-Kelbî ve Kasım b. Sellam kesin bir dille bu olayın, kardeşi Cülâs'm başından geçtiğini belirtseler de doğrusu olayın kahramanı Hâris'dir.

i- Beyhakî'nin, Ömer b. Saib'den naklettiğine göre Resülullah'ın (saflaHahu aleyhi veseilem) Ebû Sa'id el-Hudrî'nin babası Mâlik hakkında: "Kim cennetlik birine bakmak istiyorsa, buna baksın" buyurduktan sonra Mâlik'rn şehit düşmesi.

j- Daha evvel geçtiği üzere Hz. Peygamber'in (saMahu aleyhi veseBem), Utbe b. ebî Vakkas'm üzerinden bir yıl geçmeden ölmesi için yaptığı duasının kabulü.

k- Yine daha evvel geçtiği üzere Utbe'nin hiç çocuğu olmaması.

1- Daha evvel geçtiği gibi Resülullah'ın, teyzesi Safİyye'ye sabır verrnesi için Allah'a dua etmesi ve duasının kabulü. [—-s. 261]

m- Hind'in, Hamza'nm ciğerinden bir parça dahi yemeye güç yetirememesi. İbn Sa'd bu konuda şunları söylemektedir: Bana ulaşan habere göre Hind bintı Utbe b. Rabi'a Uhud savaşına katıldı. Daha evvel, şayet imkan bulabilirse Hamza'nm ciğerlerini yemeye ant içmişti. Savaştan sonra kendisine Hamza'nm ciğerlerinden bir parça getirdiler. Ciğer parçasını alıp yemek için ağzında çiğnedi, yutamayınca da ağzından çıkarıp attı. Bu durum Resûlullah'a ulaşınca: "Allah, bir parça dahi olsa Hamının etinden tatmayı ateşe ebediyen haram kılmıştı/' buyurdu.

n- Bezzar'm hasen bir senetle Büreyde'den naklettiğine göre bir adam: "Allahım! Eğer Muhainmed hak üzere ise beni yerin dibine geçir!" der demez, yerin dibine geçirilmiştir.

o- Daha evvel geçtiği üzere Resûlullah'm (saMahu aleyhi veseilem), koptuktan sonra yayının uçlarına kavuşmayan kirişinin uzaması, hatta üzerine bir kaç defa da dolaması.

p- Allah Resulünün (saMahu aleyhi veseilem), Ebû Azze el-Cümehî'nin kurtulmaması için dua etmesi. Beyhakî'nin Şafi'î'ye dayanarak naklettiğine göre Bedir savaşından sonra fidye alınmaksızın serbest bırakılanlardan biri de Ebû Azze idi. Kızları dolayısıyla Resûlullah (saMahu aleyhi veseilem) onu serbest bırakmış, ama bir daha kendisine karşı savaşmaması hususunda ondan söz almıştı. Fakat Ebû Azze bu sözünü çiğneyerek Uhud'da Peygambere (saMahu aleyhi veseDem) karşı savaştı. O nedenle Resûlullah (saBaHahu aleyhi vesdlem), bu defa onun kurtulmaması için dua etti. Uhud'da müşriklerden ondan başka kimse esir edilmemişti. O bu defa da: "Ey Muhammedi Beni kızlarıma bağışla. Sana söz veriyorum, bir daha asla sana karşı savaşmayacağım" diye yalvardrysa da, Resûlullah (saMahu aleyhi veseBem): "Mekke sokaklarında yanaklanm okşayarak <Mııhammed'i iki defa aldattım> demene müsaade etme??/' buyurdu. Sonra emir verdi ve boynu vuruldu.

r- ilgili yerde geçtiği üzere Enes b. Nadr ve Sa'd b. Rabi'nin cennet kokularını hissetmeleri.

s- Yine daha evvel geçtiği üzere meleklerin Hamza ile Hanzala'yı yıkamaları.

t- Gülsüm b. Husayn'm yarasının Resülullah'ın (saMahu aleyhi veseDem) tükürüğü İle iyileşmesi. İbn Sa'd'm naklettiğine göre Uhud savaşında Ebû Ruh el-Ğıfârî, Gülsüm b. Husayn'a bir ok attı. Ok Gülsüm'ün boyun bölgesine isabet etti. Sonra Resûlullah (saflallahu aleyhi veseilem) gelip yaranın üzerine tükürdü ve yara iyileşti.

u- Buharı ve Müslim'in naklettiklerine göre meleklerin Abdullah b. Câbir'i gölgeleri altında barındırmaları.

v- Resülullah'ın (saMahu aleyhi veseilem): ''''Müşrikler bir daha bi%e böyle ^arar veremeyecekler" diye haber vermesi.

2- Ulemânın genelinin ittifakıyla Uhud savaşı hicretin üçüncü yılında Şevval ayında meydana gelmiştir. Taberânî'nin ravileri güvenilir olan bir senetle naklettiğine göre İbn İshak demiştir ki: Resûlullah (sarfaflafra aleyhi veseüem) Cuma günü yola çıkü ve sabaha Uhud dağı eteklerine vardı. Şevval ayının yarısında Cumartesi günü iki ordu karşılaştı. İbn Hacer ise l'ethü'l-Bâfi'de yine ondan nakille savaşın Şevval'in on birinci güllünde meydana geldiğini belirtmiştir. Aynca dokuzuncu, sekizinci, yedinci günlerinde olduğu da söylenmiştir. İmam Mâlik, savaşın günün ilk saatlerinde meydana geldiğini belirtmiştir. Diğer yandan Uhud savaşının hicretin dördüncü yılında meydana geldiğini belirten görüş ise şaz kalmıştır.

3- Uhud, Yakut'un Mu 'ceminde ve daha başkalarının değişik yerlerde ifade ettiklerine göre zirveleri olmayan kırmızı bir dağ olup kuzeyde Medine'ye bir fersah mesafede bulunmaktadır.

Buharı ve Müslim Enes b. Mâlik'ten, İbn ebî Şeybe ve iyi bir senetle Taberânî Süveyd b. Amir el-Ensârî'den, Buharı ayrı ayrı senetlerle Ebû Humeyd es-Sâ'idî ve Sehl b. Sa'd'dan, Taberânî ayrı iki senetle İbn Abbas ve Ebû Hureyre'den ve son olarak ceyyid bir senetle Ömer b. Şebbe, Ebû Kılâbe'den şöyle nakletmişlerdir: Resûlullah (saHaBalm aleyhi veseflem) Uhud görününce defalarca "Bu Öyle bir dağar ki, hem o bi^i sever, hem de bi\ onıf' buyurdu, inşallah mucizeler kısmında bu hadisle ilgili ayrıntılı açıklamalar gelecektir.

Taberânî'nin ^ayıf bir senede Schl b. Sa'd'dan naklettiğine göre de Resûlullah (saflaBahıı aleyhi veseBem): "Uhud, cennetin direk/etinden bir direktif buyurmuştur. Ömer b. Şebbe'nin yine aynı kişiden naklettiğine göre de "Ubt/d, cennet kapılarından bir kapının önündedir. O nedenle oraya uğradığınızda, ağacı dikenli de olsa meyvelerinden yeynf buyurmuştur. Abdürrczzak'm Ebû Leyla'dan naklettiğine göre de Resûlullah (salhUahu aleyhi vcsellem): "Uhud, cennet derelerinden bir derenin kenanndadıf* buyurmuştur;[228]

Yakut, Uhud adının rast gele bu dağa isim olduğunu belirtirken, Süheylî, tek ve bölgedeki diğer dağlardan uzakta bulunduğu için veya yöre halkının tevhit inancına yardımcı olmasından dolayı Uhud diye isimlendirildiğini söylemiştir. Elbette ahadiyye (Allah'ın birliği) kelimesinden türemiş bir isimden daha güzeli olamaz. Allah bu dağı, ismi ile müsemmasmın birbirine uygunluğunu murad ettiği için önceden Uhud diye isimlendirmiştir; zira, oranın halkı tevhit inancı ve tevhit inancını getiren peygambere yardımcı olan Ensar'dır. O nedenle Resûlullah (saMahu aleyhi veseDem) hayatta iken de öldükten sonra da oraya yerleşmiştir. Allah'ın birliğine delalet ettiğini hissettirmek amacıyla her işinde tekli rakamları kullanır ve bundan hoşlanırdı. Bu dağın adı da, isimler konusunda Resûlullah'ın (saHaüahu aleyhi vcsdlem) amaç ve arzularına uygun düşmüştür; zira o, hayatında çirkin bulduğu bir çok yer ve şahıs ismini değiştirmişti. Bu dağın ismi, onun düşüncesine en uygun düşen isimlerdendir. Ahadiyye kelimesinden türemiş olmasına rağmen harekeleri ötredir (yani merfû-sözlük anlamı itibariyle yüksek olan). Bu, tevhit dininin yüceliği ve üstünlüğünü anımsatmaktadır. Bu dağ, hem İsim, hem de müsemma olarak Resûlullah'ın (saMahu aleyhi vcsdlem) sevgisine mazhar olmuştur. O nedenle Peygamber (saMahu aleyhi veseHem), cennette diğer dağlar arasında Özellikle Uhud'la birlikte olmayı arzu etmiştir.

4- Er-Rav’da    denilmiştir    ki:    Rüyada    görülen    sığırlardan    murad, birbirleriyle  mücadele  eden  müslümanlardır.   [—+ş.   202]   Bu  rüyanın  bir benzerini  Aİşe   (radiyallahu anim)   da   görmüştü.   Onun   yorumu  ise   Cemel vak'asmda   kendi yanlılarından   öldürülenlerle  gerçekleşmişti. Ancak  İbn Hacet   Fethü'l-Bâr/'de   bu   açıklamaya   katılmamış  ve:"Bu, tartışmalı   bir izahtır"  demiştir.  Mısır kralı da rüyasında sığırlar görmüştü; ama Yusuf (alcyhısseliım ) onu kıtlık yıllarına yordu.  İbn Abbas'm hadisinde ve Ebû'l-Esved'in Adegâfisinde mürsel bir senetle Urve'den naklettiği haberde "Ben bu sığırları   (bakar),   içimizde   açılacak   yaralara   (bakr-kamm   yarılması) yordum'ifadesi yer almıştır. Bununla da müslümanlar  arasından öldürülenler kastedilmektedir. Bu, aynı kelimeden türemesi hasebiyle mana bakımından   uygun   olan   yorumlardan   biridir.   Bir   diğer   rivayette   ifade bozularak "bakar/sığu" yerine "nefer/erler" sekimde gelmiştir ki, yukarıdaki yorum buna uymaktadır.

Ahmed b. Hanbel, Nesâî ve İbn Sa'd'm sahih bir senetle naklettikleri Câbir hadisinde ise "Boğazlanmış erler gördüm'" ifadesi yer almıştır. Bu rivayette ayrıca "Zırhtan murad Medine'dir" ifadesi geçmektedir.

5- "At  kuyruğunu sallayınca kılıcının  çengeline vurdu ve  onu  çekip çıkardı. Resûlullah (saDaMıu aleyhi veseDem) iyimser olurdu, ama asla falcılığa bulaşmazdı" ifadesi hakkındadır, [—»s. 208]

Bununla ilgili olarak Ebûl-Kâsım el-Has'amî şöyle demiştir: Görünürde sözden anlaşılan şu ki, iyâfe (falcılık) özellikle istenmeyen bir durum hakkında; _^7 (iyimser olmak-uğurlu saymak) ise genellikle istenen ve sevilen bir durum hakkında olmakla beraber bazen istenmeyen bir durum hakkında da (uğursuzluk manasında) kullanılmaktadır. Tayan (kuş uçurarak yapılan falcılık) ise hem istenen ve sevilen, hem de istenmeyen hususlar da (yanı hem uğur, hem de uğursuzluk manalarında) kullanılmaktadır. Nitekim bir hadiste Peygamber (salLıliahu aleyhi veseİkm) tayareyi yasaklamış ve "En hayırlısı Je'ldir" buyurmuştur. Bu da gösteriyor ki, falcılık çeşit çeşittir. Fe'l (iyimser olmak) bunların en hayırlısıdır. İfadeden, tayarenin hem hayır, hem de şer manasında kullanıldığı anlaşılmaktadır; zira, kelime "tayr-kuş" sözcüğünden türemiştir.   Araplar:   "Onunla  ilgili   olarak   kuş,   hayır  yönünde   veya ^ şer yönünde uçtu", derlerdi. Nitekim Kuran'da da:

"Herkesin tâirini (dünyadaki amel ve hareketini) kendi boynuna doladık" (İsrâ, 13) buyurulmuştur. İlgili hadiste geçen "Ben, bugün kalıçların çekileceğim görüyorum" ifadesi de daha evvel zikrettiğimiz şekilde uğurlu ve iyimser olmanın ve isabetli falcılığın çirkin bir şey olmadığı görüşünü teyit etmektedir. Ancak böyle durumlarda, Peygamber'e (sallallahu aleyhi veseDem) ait herhangi bir söz olmadıkça kesin hükmedilmez.

6- Resûlullah'ın  (saflaflahu aleyhi veseDem)  (kendisine karşı çıkan)  münafığın topraklarından   geçmesi,   sahibi   razı   olmasa   da   devlet   başkanının  yolu üzerindeki tebaasına ait mülklerden geçmesinin caizliğine delalet eder.

7- Resûlullah (saMahu aleyhi vesellem) biri Uhud'da, diğeri Huncyn'de olmak üzere   bildiğim   kadarıyla   hayatında   sadece   iki   defa   aynı   anda  iki  zırh kullanmıştır. Bu, önceden kesin tedbir almaya ve İhtiyatlı olmaya delalet etmekte olup asla tevekküle aykırı değildir. [—*s. 212]

8- Abdullah b. Cahş'ın Allah yolunda öldürülmeyi temenni etmesi, asla yasaklanan ölüm temennisi türünden değildir.

9- İslam   alimleri,   cünüp   olduğu   halde   şehit  düşen   Müslümanların, meleklerin  Hamza ve  Hanzala'yı yıkadıkları gibi yıkanıp yıkanamayacağı konusunda farklı görüşler beyan etmişlerdir.

10- Ebû Dücâne'nin  "Dostum  (halilim)  benden söz aldı" veya Ebû Hureyre'nin  "Dostum    (halilim)    bana    bildirdi ki"  şeklindeki    sözü, Peygamber'in  (sallallahu aleyhi vesellem)"Eğer dost (halil)  edinecek  olsaydı?)[229],  Ebû Bekir'i dost edinirdim'^ şeklindeki hadisi öne sürülerek reddedilemez. Zira hem Ebû Dücâne, hem de Ebû Hureyre bu sözleriyle habib (sevgili) anlamını kastetmektedirler. Bunda İse bir beis yoktur. Çünkü Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) habib sıfatını ne ashabından biri hakkında söylemiş, ne de onu birine tahsis etmiştir. Aksine ashabını bu konuda serbest bırakmış, hiçbirini, onu kendisi için kullanmaktan menettnemiştir. Onların kalbindeki Resûrullah'a (sallallahu aleyhi vesdlem) karşı olan muhabbet ve sevgi bunu, hatta daha fazlasını gerektirmektedir.  Yeter ki  bu  sevgi,  aşırılık ve  dinen  makbul  olmavan düşünceler  düzeyine ulaşmasın.  Zira bu konuda  Resûlullah  (sallaflshu aleyhi vesdlem): "Hıristiyanların İsa'yı yücelttikleri gibi $i% de beni yüceltmeyin. Ben, Allah'ın kulu ve Mesulünden başkası değilim" buyurmuştur.[230]

11- Hz. Ali'nin (kmamaBahuvedıeh): Resülullah'ın, Uhud günü Sa'd hakkında söylediği dışında hiç kimse için "Anam-babam sana feda olsun" dediğini işitmedim, sözü ile ilgilidir. Bu sözü Buhârî[231] ve başkaları nakletmişlerdir. Buharı yine Hz. Ali'den ayrıca: Resûlullah (saBaBahu aleyhi veselem), Sa'd dışında hiç kimse için ana ve babasını birlikte anmadı" dediğini nakletmiş tir.[232]

r^ denilmiştir ki: Birinci rivayet daha sahihtir. Doğrusunu en iyi Allah bilir. Çünkü o rivayette Hz. Ali, Peygamberden (sallallahu aleyhi vesellem) öyle bir şey dediğini işitmediğini bildirmiştir. Halbuki, Zübeyr b. Bekkar'ın Kiîabü'n-neseb'de naklettiğine göre Zübeyr b. Ayvam, Peygamber'in (saliallahu aleyhi vesellem) Ali için de ana ve babasını birlikte andığını belirtmiştir.

Süheylî de demiştir ki: Hadisten anlaşılan şu ki, ana-babası müslüman olmayanların böyle bir İfade kullanması caiz; ana-babası Müslüman olanların kullanması İse, onlara isyan anlamı taşıdığından caiz değildir. Bu mesele haklanda Şeyhimiz Ebû Bckr b. Arabi'den İşittiğim görüşü böyledir. Ben de derim İd: İmam Nevevî \rWyetii'l-ebrâr'&K demiştir ki: Doğru ve tercihe şayan görüş şudur: Bir kimsenin diğer birine "Anam-babam sana feda olsun veya Allah beni sana kurban etsin" şeklinde bir söz söylemesinde salanca yoktur. Ana-baba İster müslüman olsun, isterse gayr-i müslim, bunun caizlİği konusunda Buhârî ve Müslim'im Sahihbetinde birbirini destekler mahiyette pek çok meşhur hadis varit olmuştur. Bununla birlikte bazı alimler, kişinin ebeveyni müslüman ise böyle bir söz sarf etmesini mekruh saymışlardır. Nehhas'm belirttiğine göre de meselâ, Enes b. Mâlik bir kimsenin "Allah beni sana kurban etsin" sözünü uygun bulmamış, diğer bazı alimler ise bunda bir sakınca olmadığını belirtmişlerdir. Kadı İyaz da demiştir ki: Alimlerin çoğu, kurban edilen ister müslüman, isterse gayr-i müslim olsun bunun caizlİği görüşünü benimsemişlerdir. Nevevî de şöyle demiştir: Bunun caizlİği konusunda sayılamayacak kadar çok hadis-varit olmuştur. Sahih-i Müslim şerhimde buna dikkat çektim. Feda etmekten murat, saygı duymak ve yüceltmektir; çünkü insan ancak saygı duyduğu ve yücelttiği varlık için bu­seyim feda edebilir. Kişi o sözüyle sunu kaydetmektedir: "Sana itaat etme ve rızana  ulaşma yolunda  kendi canımı veya  benim için kıymetli  olan  bir varlığımı dahi feda etmekten kaçınmam."

12- Ebû Saîd el-Hudrî'nin Hz. Peygamber'm (sallallahu nleyhi vesellem) (akan) kanını içtiği meselesi ileride Masâis (Rcsûlullah'ın Hususiyetleri) bölümünde ele alınacaktır.

13- "Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur" (Al-i İmrân, 128) âyetinin iniş sebebi hususunda ihtilaf edilmiştir: İbn ebî Şeybe, Ahmed b. Hanbel, Buharı ve Müslim Enes'den; İbn Cerir, Katâde'den, Abdullah b. Humeyd, Hasari'dan ve yine İbn Cerir, Rabî'den naklettiğine göre Resûluİlah'ın (salîalîahu aleyhi vesellem) Uhud'da dişi kırılıp kanlar yüzüne akacak derecede başı yarılınca müşriklere beddua etme arzusuyla şöyle buyurdu: reygamberlerinin yükünü kanlara boyayan bir kavim nasıl kurtulur ki! Peygamber onları Allah'a davet ediyor, onlar ise onu şeytana davet ediyorlar. 0 on/an bidayete davet ediyor, anlarsa onu dalâlete davet ediyorlar. 0 onları cennete davet ediyor, anlarsa onu cehenneme (ateşe) davet ediyorlar" Bu şekilde Peygamber (saflallahu aleyhi vesellem) müşriklere karşı beddua etmek isteyince bu âyet nazil oldu. Bunun üzerine onlara beddua etmekten vazgeçti.[233]

Ahmed b. Hanbel, Buhârî, Tirmizî ve Nesâî de İbn Ömer'den naklettiklerine göre Resûlullah (saMhhu aleyhi vcsdlcm) Uhud günü şöyle beddua etmiştir: "Allahım! Ebû Süjyan'a lanet et! Allahım Haris b. Hişam'a lanet et! Allahım Süheyl b. Amr'a lanet et! Allahım Safvan b. Ümeyye'ye lanet et!" Bunun üzerine âyet nazil olmuş ve hepsinin tövbesi kabul edilmiştir.

Buhârî, Müslim ve İbn Cerir'in Ebû Hureyrc'den naklettiklerine göre Resûlullah (safedlahü aleyhi vesellem) bir kimseye dua ya da beddua etmek İstediğinde rükûdan sonra sesli olarak şöyle derdi: liAllahım Velid b. Velid'i, Seleme b. Hişam'ı, Ayyaş b. Rabi'a'yı ve ^ayı/ve kimsesi-^ müminleri kurtar! Allahım Kindar halkını cezalandır, onlara, Yusuf'un kavminin yaşadığı kıtlık yılları gibi kıtlık yılları musallat et!"'Yine bazı sabah namazlarında: 'Allahım falana lanet et!" diye kimi Arap kabilelerine beddua ederdi. Sonunda Allah (ceîle cdâluhu)  "Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur" (Al-i İmrân, 128) âyetini

indirdi. Diğel* bir rivayete göre ise Resûlullah (salfaHahu aleyhi vesellem) şöyle beddua ederdi: "Al/ahım Beni IJhyan'a, Ri'lân'a, Zekvâna ve Usayye'ye lanet et! Bunlar Allah'a ve Resulüne isyan etmişlerdir?' Sonra bize ulaşan haberlere göre söz   konusu   âyet   nazil   olduktan   sonra   artık   onlara   beddua   etmevi bu'akmışttr.[234]

Ishak ve en-Nasih ve'1-mensûh adlı eserinde Nehhas'm Salim b. Abdullah'tan naklettiklerine göte Kureyş kabilesinden bir adam Peygamber'in (saHaflahu aleyhi yeseflem) yanına gelerek: "Sen, sövmeyi yasaklıyorsun! Öyle mi?!" dedi. Peygamber ondan yüzü çevirdi. Bu defa adam, Resûlullah'a (saîMahu aleyhi vesellem) karşı sırtını dönerek kıçını açtı. Resûlullah (salMahu aleyhi vesellem) de bu hareketinden dolayı o adama lanet edip bedduada bulundu. Daha sonra âyet nazil oldu ve bunu yapan zat, İslamiyet'i kabul ederek iyi bir müslüman olarak yaşadı.

Hafız ibn Hacer dcmiştiı: İd: Ayetin nüzul sebebi hakkında Enes hadisi üe İbn Ömer hadisi arasında bir fark yoktur; zira âyetin her İki sebepten dolayı inmiş olması muhtemeldir. Çünkü İkisi de aynı hâdise (lanetleme) ile İlgilidir. Ebû Hurcyre'den gelen ikinci rivayete gelince, eğer bu doğru [mabfû^) ise âyetin Uhud savaşından çok sonra inmiş olması muhtemeldir. Çünkü Ri'l ve Zekvân kabileleri ile ilgili olay Uhud'dan sonradu-. Ancak doğrusu âyet, Uhud hâdisesi nedeniyle Resûluİlah'ın (saBaÜâhu aleyhi veselScm) beddua yaptığı kişiler hakkında nazil olmuştur. En doğrusunu Allah bilü". Ayetin "Allah, kafirlerden bir kısmının kökünü kessin veya onlan perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler -ki bu işte senin yapacağın bir şey yoktur- yahut (Müslüman olsunlar da) tövbelerini kabul etsin, ya da (kafir olarak ölürlerse) onlara azab etsin diye..." (Al-i İmrân, 127) ifadeleriyle başlayan öncesi de bu görüşü teyit etmektedir.

14- Resûluİlah'ın (s-ıMlahu aleyhi vesellem) yaralarını tedavi etmesinde tedavinin caiz oluşuna işaret verdir. Çünkü ecirleri artsın, dereceleri yükselsin diye peygamberler   zaman   zaman  yaralanma,  eziyet ve  hastalık  gibi  dünyevi sıkıntılara maruz kalırlar ki, tabileri, zorluklara karşı sabır konusunda onları Örnek alsınlar. Kutlu son, elbette her zaman muttakilcıındir.

15- Alimler demişlerdir İd: Savaş anındaki uyuklama bir güvenlik; namaz içindeki uyuklama ise   Şeytan'dandır. Çünkü savaş   anındaki   uyuklama dünvayı   bir   tarafa   bırakıp   Allah'a   olan   güvenden  kaynaklanmaktadır. Namazda   ise   ancak   Allah'tan   çok   uzaklaşmaktan   kaynaklanır.   Sonra uyuklamada bir takım yararlar vardır. Sürekli uyanık kalmakla kişi zayıf ve bitkin düşer. Uykuyla birlikte yeniden dinç ve zinde olur. Müşrikler Müslümanları öldürmek için can atıyorlardı. O nedenle böyle bir savaşta onların herhangi bir saldırıya maruz kalmaksızın uyumaları, Allah'ın kendilerini koruduğunun en güçlü delillerindendir. Bundan dolayıdır ki kalplerindeki korkuyu gidermiş, onlara güven ilham etmiştir. Aksi takdirde Allah'ın şehitlik nasip etmeyi murad ettiği kardeşlerinin öldürülmelerine tanık olsalardı, korkuları daha da artardı.

16- "Misilleme yoluyla öldürülen şahsın organlarını kesmeyi yasakladı" sözü. Bununla ilgili olarak denildi ki: Resulullah (saMahu aleyhi veseflem), bizzat kendisi Ureyne kabilesine misillemede bulunmuş, onların ellerini ve ayaklarını kesmiş, gözlerini çıkarmış ve onları o şekilde taşlığa bırakmıştır. Bu itiraza iki yönden cevap verilmiştir:

a- Resulullah (saMahu aleyhi veseîlcm), onlara bu cezayı kısas yoluyla uygulamıştır; zira onlar, Encs'in naklettiğine göre daha evvel çobanların ellerini ve ayaklarını kesmişler, gözlerini çıkarmışlardı. Bu konu ayrıntılı olarak Resûlullah'ın hükümleri bahsinde hadlerle ilgili bölümde ele alınacaktır.

b- Bu olay misilleme yoluyla organların kesilmesi yasağından Önce vuku bulmuştur.

17- Buhârî'nin Kivilerinden Ebû'1-Vakt ve Asîlî'nin rivayetlerinde "Gameti Uhud' babında Ibn Abbas hadisinde yer aldığına göre Resulullah (saflaMm aleyhi veseDem) Uhud günü: "Bu Cebrail'dir. Atının dinginini tutmuş (zırhını giyinmiş)" buyurmuştu:. Bu konuda Ibn Hacer şu değerlendirmeyi yapmıştır: Bu iddia iki açıdan hatalıdır,

a- Hadis daha evvel meleklerin Bedir'e katılması ile ilgili babda geçmişti. O nedenle Buharî'nin sağlam ravilerinden Ebû Zerr ve diğerleri onu burada ayrıca nakletmemişlerdir. Aynı nedenden dolayı Ismâ'îlî ve Ebû Nu'aym da eserlerinde bu rivayeti tahriç etmemişlerdir,

b- (Cebrail ile ilgili) Bu ifadenin gerçekte Uhud'da değil Bedir'de kullanıldığı bilinmektedir.

18- Abdurrahman b. Avfm: "Benden daha hayırlı olan Mus'ab b. Umeyi" öldürüldü" sözü. [—»s. 266] Muhtemelen Abdurrahman bu sözü, tevazusundan dolayı veya yerleşik kanıya göre Aşere-i mübeşşereden olanların diğerlerine üstünlüğünün, Peygamber (saBaBahu aleyhi veseflem) hayatta iken öldürülmeyenlere nispetle öyle olması nedeniyle sarf etmiştir. Nitekim Sa'd b. Rabi'a'nın öldürülmesi bahsinde geçtiği üzere Ebû Bekir es-Slddîk tarafından da buna benzer bir söz sarf edilmişti.

19- Enes   b.   Nadr'm:   "Ben,   Uhud   eteklerinde   cennetin   kokusunu alıyorum"   şeklindeki   sözü.    [—»s.   250]   Bunun,   gerçekten   öyle   olması muhtemeldir; şöyle kİ, öteden beri alışık olduğunun üstünde tatlı bir koku almış ve bunun cennetten geldiğini hissetmiş olabilir. Veya gaybı bir olayı algılanabilir bir olay gibi hissedercesine yakinî bir kanaate sahip olduğu için mutlak olarak böyle bir söz sarf etmiş te olabilir. Bu durumda kastedilen şudur: Savaştığı nokta bir kişiyi nihayette cennete ulaştırır.

20- İbn İshak yalancılıkla itham edilmeyen raviler yoluyla Miksem'den, o da İbn Abbas'tan naklettiğine göre Resulullah (saflallahıi aleyhi yesdlem),, bir elbise ile  Hamza'nın  üzerinin  örtülmesini emretti.  Sonra namazını kıldırdı ve namazda   yedi   defa   tekbir   getirdi.    Sonra   diğer   Öldürülenler   getirilip Hamza'nın yanma kondu. Onlar ve onlarla birlikte tekrar Hamza için yetmiş ild defa namaz kıldırdı. Bu konu ile ilgili olarak Süheylî şu değerlendirmeyi yapmıştır   Hadis   şu   nedenlerden   dolayı   zayıftır:  

a- Eğer   İbn   İshak'm müphem bıraktığı ravi Hasan b. Imâre ise, bu, zayıf bir ravidir.

b- Başkası ise, o  da meçhuldür.  Zira Uhud savaşı hakkındaki bu rivayetten başka Resûlullah'ın  (saMahu aleyhi veseDem)  herhangi bir gazvesinde  bir  şehit için namaz kıldığına dair hiçbir rivayet nakledilmemiş tir. Aynı şekilde ondan sonra gelen halifelerden de (şehit için namaz) kılan olmamıştır.

İbn Abbas'ınkine benzer bir hadisi Ahmed b. Hanbel de senediyle İbn Mes'ûd'dan nakletmiş tir. Ancak el-Bidâye müellifi (Ibn Kesir) ravilerı arasında yer alan Ata b. Sâib nedeniyle hadisin ^ayıf olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Müslim dışındaki Kutııb-i şifte müelliflerinin Câbir b. Abdullah'tan naklettikleri şu nakil de yukarıdaki rivayeti çürütmektedir: Resulullah (saMahu aleyhi vcscllem) Uhud'da öldürülenlerden İki kişiyi bir kabire kor, sonra: "Hangisi daha çok K/ır'an biliyordu}" diye sorardı. Eğer birine işaret edilirse onu lahidde öne kordu ve: "Ben kıyamet günü bunların şahidiyim" derdi. Sonra defnedilmelerini emrederdi. Ne onları yıkar, ne de namazlarını kılardı. Bu rivayet, Buharı, Müslim, Ebû Davud ve Nesâî'nin Ukbe b. Amir'den (radiyaflahu anh) naklettikleri şu rivayete aykırı değildir: Resulullah (saMahu aleyhi vcseüem) ölüler ve dirilere birlikte veda edercesine sekiz sene sonra cenaze namazı gibi Uhud şehitleri için namaz kıldı/dua etti.[235] Çünkü burada salâtj namaz dan murad duadır. Sa/ât ak 7-meyyİ//Cenazeye duadan maksat da niyet ve tekbir olmaksızın ölü içm yapılan mücerret duadır.

Şafı'î de demiştir ki: Müşahede derecesinde mütevatit yoUarl haberlere  göre   Resûlullah   (salhllahu aleyhi vesdlem)   Uhud   schıtl kırmamıştır. Bunlar için cenaze namazı kıldığı ve Hamzaicın Ttâ getirdiğine dair rivayetler ise sahih değildir. Bu zayıf rivayetlerle sahih hadislere karşı itirazda bulunan kişilerin kendi adlarına uta ' ^ gerekirdi. Ukbc b. Amir'm hadisine gelince, bu hadisin bizzat \ l olayın, Uhud'dan sekiz sene sonra vuku bulduğu ifade edilrnistrcJI olanlar diyor ki: Süre uzamışsa kabir üzerinde namaz kılınmaz' R' Resûlullah (saflaEahn aleyhi vesdlan) ecelinin yaklaştığım hissedince ved 1& amacıyla (kabristanda) Uhud şehitlerine dua edip istiğfarda bulunmu< ise daha evvel sabit olan hükmün neshcdildiğini göstermez.

21- Uhud'da Resûlullah (sallaDakı aleyhi vesellem) ile birlikte sebat edeni sayısı konusunda farklı rivayetler nakledilmiştir: Buharı, Ebû Nuaym Ismâ'îlî'nin   (ifade   bu   kaynağa   aittir)   Mu'temir   b.   Süleyman   et-Te\ kanalıyla babasından şöyle nakledilmiş tir: Ebû Osman en-Nehdî'nin sövl dediğini işittim: O savaş günlerinin birinde Peygamber'in (saMahu aleyhi vesdlem yanında Talha ve Sa'd dışında kimse kalmamıştı. Süleyman diyor ki: Eb Osman'a    "Bunu    nereden    Öğrendin?" diye    sordum. O  da   "Kendi sözlerinden" dedi. Yani Talha ve Sa'd'm bizzat kendileri Ebû Osman'a bunu anlatmışlardır.

Hafız İbn Hacer demiştir ki: Sa'd'la ilgili kıssada geçtiği üzere o sırada Mikdad'm da Peygamberle (saMahu aleyhi vesellcm) birlikte bulunduğuna dair rivayet   yukarıdaki   haberle   ilgili   kuşkular   uyandırabilir,   ama   Mikdâd'ıı müşriklerin saldırısından sonra gelmiş olması veya bazı anlarda Peygamberi (sallallahu aleyhi vesellem) sadece o ikisinin kalmış olmaları muhtemeldir. Nitekim Müslim'in   Sabit   kanalıyla   Enes'tcn   naklettiğine   göre   Uhud   savaşın Resülullah'ın (saMIahu aleyhi vesellem) yanında sadece yedi (Ensarlı) kişi ile Kurevsli   kalmıştı.   Buradaki   Kureyslilerdcn   maksat   Talha   ve  Yukarıdaki rivayette sadece iki kişiden bahsedilmesinin nedeni ise, özel Muhacirlerden olanları zikretmektir. Sanki ravi şöyle demiş oluyordu: Bı şahıs dışında onun yanında Muhacirlerden hiç kimse kalmamıştı.

rivayetleri  benim  bu   tevilime   göre   değerlendirme   zarureti  vardır, nakıllerdeti   farklılıklar  her  bilinin   faildi  bir  durumla  ilgili  olması kaynaklanmaktadır.   Savaş   sırasında   ashap   etrafa   dağılmıştı.   Hez birlikte  Şeytan:  "Muhammed  öldürüldü!"  diye  bağırınca,  Sa'd ha dit' belirtildiği gibi her biri kendi  canının  derdine düşerek yalnızca savunmakla meşgul oldu. Yakından bakıp Resülullah'ın (sallaBahu akylu ve ^ yaşamakta olduğunu öğrendiklerinde ise arka arkaya ona yöneldiler.

peygamber (saDaEahu aleyhi vesellem) onları mücadeleye teşvik ediyor, da kendisini savunuyorlardı. basen bir senetle İbn İshak'tan naklinde denilmiştir ki: Okçular A aünü ganimet toplamak amacıyla yerlerinden ayrılınca, arkamızdan atadık ve bir kişi; "Muhammed öldürüldü!" diye bağırdı. Bunun uğradık ve bir kş -ine dönüp kaçışmaya başladık.  İbn Ayiz'İn Muttalib b. Abdullah b. ntab'dan mürsel bir senetle naklettiği rivayette de "Uhud günü sahabeler o sûlullah'm (saDailahu aleyhi vesdlem) etrafından dağıldılar. Öyle İd, yanında oniki Ensarlı dışında hiç kimse kalmadı" denilmiştir.

Nesâî ve De/âifdc Beyhakî, Câbir b. Abdullah'tan şöyle nakletmişlerdir: İnsanlar Peygamber'in (salMahu aleyhi vesellem) etrafından dağıldılar. Öyle ki (tanında onbir Ensarlı ile Talha'dan başka hiç kimse kalmadı. Bu rivayetin senedi ceyyid (uygun) olup Enes hadisi gibidir. Ancak burada dört kişi fazla zikredilmiştir. Bu dört kişinin İse oraya sonradan gelmiş olması muhtemeldir. Muhammed b, Sa'd'm bir nakline göre ise Peygamber (saMlahu (ScrhiveseHem) ile dördü Muhacirlerden olmak üzere on dört kişi sebat etmiştir. Muhacirlerden biri de Ebû Bekir İdi. Ebû Osman hadisi ile bunun arasını şu şekilde telif etmek mümkündür: Sa'd, olayla ilgili rivayetinde belirtildiği üzere oraya sonradan gelmiştir. Adı geçen Ensârlüar ise Müslim'in naklettiği Enes hadisinde geçen "Sa'd ve Talha'dan başka kimse kalmadı" ifadesinden de anlaşılacağı gibi şehit düşmüşlerdir. Bundan sonra da diğerleri gelmişlerdir. Mikdad ise muhtemelen tek başına savaşmaya devam etti. Daha evvel olayı anlatırken de naklettiğim gibi Vakıdî adı geçenler dışında başka bir grubun daha sebat ettiğini zikretmiştir. Eğer bu rivayet sabit ise şu anlama yorulmalıdır: Bunlar genel anlamda Resülullah'ın (saDailahu afeyhî vesellem) yanma gelenlerle birlikte sebat edenlerdir. Daha evvel zikredilenler ise öncelik sırasına göre yanma gelenlerdir.

Hafız İbn Hacet başka bir yerde ise şöyle demiştir: Okçular yerlerim terkettıkten sonra Şeytan üç defa "Muhammed öldürüldü!" diye seslendiği Zaman sahabeler üç ayrı gruba ayrılarak üç farklı tavır sergilediler. Az bir kesimden oluşan birinci grup hezimetin etkisiyle Medine yakınlarına kadar haçtılar ve savaş bitinceye kadar geri dönmediler. Bunlar hakkında jjj—^ ü\ ^^*^ı ^\ ^J ^, ıyy "İki or(ju karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf

işledikleri  bazı hatalar yüzünden şeytan  (yerlerinden) kaydırmıştı..." (Al-i sıratı, 155) Ashabın çoğunluğunu oluşturan diğer bir gurup ise şeytanın  sözünü duyunca şaşkına döndü ve artık her birinin rek amacı ya kendi canını kurtarmak ya da öldürülünceye kadar bilinçli olarak savaşa devam etmek oldu. Üçüncü bir grup ise Resûlullah'la (saÜallahu aleyhi vesdlem) sebat edip onun yanından hiç ayrılmadı. Daha sonra ikinci gruptakiler de Peygamber'in (sallaİlahu aleyhi veseüem) hayatta olduğunu öğrendiklerinde yavaş yavaş bu gruba katılmaya başladılar. Bu şekilde sebat edip Hz. Peygamber (sallaİlahu aleyhi veseflem) ile birlikte kalanların sayılan hakkındaki farklı rivayetlerin arasını uzlaştırmak mümkündür.

22- el~Hüdâ adlı eserde Uhud günü Müslümanlar arasında atlı olanların sayılarının  elli  olduğu yolunda bir rivayet yer almıştır ki bu,  bir kalem sürçmesidir; zira bu, okçuların sayısıdır. Nitekim Musa b. Ukbe kesin bir ifade ile o gün Müslümanlar arasında bir tane dahi atın bulunmadığını belirtmiştir. Vakıdî ise biri Resûlulîah'm (saflallahu aleyhi veseDem), diğeri de Ebû Bürde'nin olmak üzere Müslümanlarda İki atın varlığından bahsetmiştir.

23- Ulıud'a katılan Müslümanların sayıları hakkında da farklı görüşler ileri sürülmüştür. Aralarında bir   rivayete   göre   Ibn   Şihab'mda   bulunduğu çoğunluk,  müşriklerin sayısının   3000,   Müslümanların   ise   Ibn   Ubey'in adamlarıyla birlikte ayrılmasından sonra 700 kişi oldukları görüşündedir. Beyhakî'nin,   kendisinden   naklettiği   bir   başka   rivayette   ise   Ibn   Şihab: "Müslümanların sayısı 400'e yakındı'" demiştir. Ancak Beyhakî demiştir İd: İbn Şihab'ın birinci sözü, Musa b. Ukbe'nin rivâyctiyle daha çok benzerlik arz etmekte olup tnegâzî alimlerince daha meşhurdur.

24- Alimler, Uhud savaşı ve bu savaşta Müslümanların başına gelenlerden çıkarılması gereken  bir çok olumlu  sonuç ve büyük rabbani hikmetle! bulunduğunu söylemişlerdir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

1- Müslümanlar emre karşı çılana ve  yasaklan  çiğnemenin    acı sonuçlarının   ne   olacağını   Öğrenmişlerdir.   Çünkü bu savaşta  okçular, Peygamber'in (saBaBahu aleyhi vesellem) kendilerine asla ayrılmamalarını emrettiği mevzilerini terk etmişlerdi.

2- Peygamberlerin zorlu sınavlardan geçip zaman zaman kötü sonuçlarla karşılaşmaları sünnetullahtandır. İleride ilgili bölümde daha ayrıntılı olarak geleceği  üzere   Heraklios,   Ebû   Süfyan'a   (Hz.   Peygamber'i   kastederek): "Onunla hiç savaştınız mı?" diye sordu. Ebû Süfyan: "Evet" diye cevap verince bu defa "Peki aranızdaki savaş nasıl sonuçlanırdı?" diye sordu. P2bû Süfyan da: "Sonuç dönüşümlü olmuştur. Bir onlar bize galip geliyor, bir biz onlara galip geliyoruz" şeklinde karşılık verdi. Bunun üzerine Heraklios: "Peygamberler hep böyledir zaten. Zaman zaman zorlu imtihan vererek istenmeyen sonuçlarla karşılaşırlar" dedi. Bunun hikmeti şudur: Şayet peygamberler her zaman galip gelecek olsalar, bu defa gerçekte mümin olmadığı halde müminlerin arasına katılanlar olur, samimi olanla sahtekar olan birbirlerinden ayrılmaz. Nitekim Bedir savaşında Allah'ın yardımıyla Müslümanlar, düşmanlarına karşı üstün gelip de namları her tarafa yayıldığında içten öyle olmadıkları halde dıştan Müslüman görünen bir takım kimseler çıkmıştı. Diğer yandan her zaman yenilgi almış olsalar, bu defa da peygamberlerin gönderiliş amacı gerçekleşmez. O nedenle ilahi hikmet, her iki durumun da yaşanmasını gerektirmiştir ki, samimi ile yalancı birbirinden ayrılsın. Şöyle ki, bir grup kimsenin münafıklığı Müslümanlar tarafından bilinmiyordu. Bu hadiseyle birlikte münafıklar İçlerinde sakladıkları asıl düşünce ve tavırlarım ortaya koyunca, attık kendilerine açıktan işaret edilir oldu ve böylece Müslümanlar kendi içlerinde düşmanları olduğunu fark edip onlara karşı hazırlıklı ve dikkatli olmaya başladılar.

3- Bazı yerlerde galibiyetin gecikmesi nefsin dizginlenmesine ve nefsin gururunun  kırılmasına sebep  olur. Nitekim müminler, zorlu bir imtihan verdiklerinde sabrettiler, münafıklar ise bundan ürperdiler.

4- Allah, ikram yurdunda (ahirette) mümin kulları için öyle makamlar hazırlamıştır ki,  onlara sıradan amellerle ulaşılamaz.  İşte bu makamlara ulaşabilmeleri için onlara, zorlu imtihanlar ve dikenli yollar (sıkıntılar) gibi bir takım sebepler var etmiştir.

5- Şehitlik,   Allah  dostlarının   sahip   olabildiği  en  üstün  derecedir.   O nedenle Allah, sevgili kullarına şehitlik nasip etmiştir.

6- Allah,   düşmanlarını helak etmek istediğinde,  onlarda küfür, haddi aşmak ve dostlarına karşı taşkınlık yapmak gibi helak olmalarını gerektiren bir takım sebepler yaratır. Bu surette hem müminlerin günahlarını temizler, hem de kafirleri yok eder.

7- Peygamberler, mükafatlarının artması için yaralanma, hastalık ve acı gibi dünyevî musibetlere maruz kaldıkları zaman, zorluklara karşı sabretme konusunda tabileri (ümmetleri) de onları örnek alırlar. Kutlu son ise her zaman muttaki!erindir.

25- Câbir b. Abdullah, Uhud şehitlerinin faziletleri hakkında şunları nakletmişur: Babam Uhud'da öldürülünce, üstü örtülü bir halde getirildi. Getirildiğinde organları kesilmişti. Bir başka rivayette ise "Parçalanmış bir halde getirildi" denmiştir. Getirilip Resûlullah'm (saBaBahu aleyhi veseilem) önüne konuldu. Onu o halde görünce ben, yüzünü açıp ağlamaya başladım. Bunun üzerine oradakiler, Peygamber (saBaBahu aleyhi veseDem) bir şey söylemediği halde beni bundan menetmeye çalıştılar. Aynı şekilde Fatıma binti Amre de onun için ağlamaya başlayınca Resûlullah (saBaflahu ;üe)-H vesdlem): "Onun için ağlama! Zira melekler, semaya yükselinceye kadar onu kanatları altında gölgelendirmişlerdİrk buyurdu.[236] Yine Câbir'den şöyle nakledilmiştir: Resûlullah (saMalm aleyhi veseflem): "Allah'ın, baham nasıl karşıladığının müjdesini sana vereyim mı?" diye sordu. Ben de "Evet" deyince, şöyle buyurdu: "Allab bu -yamana kadar bic kimse ile perde arkası dışında bir yolla konuşmadığı halde senin babanı diriltip onunla yü^yü%& konuşmuştur. Ona <Ey kulum! Dile benden ne dilersen, sana vereyim> buyurdu. O da <Ya rabbil Beni tekrar dirilt de senin için ikinci kez savaşayım> dileğinde bulundu. Kah < Benden, onların geri dönmeyeceklerine dair büküm bir kere çıkti> buyurdu. Bu defa <By Rabbim! Öyleyse benim durumumu geridekikre haber vef> şeklinde bir dilekte bulundu, işte bundan dolayıdır ki 'Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın. Bilakis onlar Rableri katında diridirler' âyeti (Al-i İmrân, 169) nazil[237]  Aişe'den (radiyallahu anha ) nakledildiğine göre Resûlullah (saMlahu aleyhi veseflem) Câbir'e: "Sana bir müjde vereyim mı?" buyurdu. Câbir de "Evet" deyince, şöyle buyurdu: "Şuurumda şöyle hissettim: Allah l'eâla babanı diriltip huzPiruna dikti ve ona <Dile bende/î ne dilersen, sana vereyim> buyurdu. Baban <Ya Rabbil Sana layık olduğun veçhile kulluk edemedim. O nedenle beni tekrar dünyaya döndürmeni ve Peygamber'inin huzurunda bir kere daha öldürülmemi diliyorum> dedi. Bunun üzerine Allah (cette celâhıhı): <Oraya tekrar dönmeyeceğine dair benden hüküm bir kere çıkti> buyurdu".[238]

İbn Münzir de Enes'ten şöyle nakletmiş tir: Uhud savaşında Hamza ve arkadaşları Öldürülünce (ruhlar aleminde) kendi kendilerine: "Keşke bir habercimiz olsa da elde etmiş olduğumuz Allah'ın bu ikramını gendeki kardeşlerimize haber verse!" diye temennide bulundular. Bunun üzerine Rableri onlara: Ben sizin, kardeşlerinize elçinizim, buyurdu ve  "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri katında dindirler... Allah'ın müminlere olan mükafatını zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler" (Al-i İmrân, 169-171) âyetlerini indirdi.

İbn Abbas'm rivayet ettiği bir habere göre de Resûlullah (saMalıu deyin veseBem) şöyle buyurmuştur: "Allab, Uhud savaşında öldürülen kardeşlerinizin ruhlarım yeşil renkli kuşların karınlarına koydu. Bu sayede cennetin nehirlerinden su idp meyvelerinden yemekte, Arşın gölgesinde asılı duran altın kandillere (kafeslere) doğru uçmaktadırlar. Cennetteki içeceklerin katini ve oradaki rahatlığın verdiği keyfi tattıklarında <Keşke (gerideki) kardeşlerimi-^ de, Allah'ın bi~im için hasırladığı bu imkanları bilselerdi> diye temennide bulundular, -bir başka rivayete göre ise "Cihat konusunda gevşeklik göstermemeleri ve savaştan kaçınmamalan için gerideki kardeşlerimize bi-~im diri olduğumuzu ve (cennetin meyve/erinden) rı*(iklandzğımı%ı kim haber verecek, dediler" şeklindedir- O -çaman Allah (esile mlâkibu): Ben onları, si-^in durumunuzdan haberdâr ederim, buyurdu ve "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri katında diridirler... Allah'ın müminlere olan mükafatını zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler" (Al-i İmrân, 169-171) mealindeki âyetleri indirdi.[239] Bu rivayeti Müslim ve Ebû Davud nakle emişlerdir.

İbn ebî Şeybe, el-Musanneftc Abdürrezzâk, Ahmed b. Hanbel, Müslim ve İbn Münzir, Mcsrûk'tan şöyle dediğini nakletmişlerdir: Biz, Abdullah b. Mes'ûd'a bu âyetleri sorduğumuzda, dedi ki: Biz bu âyetleri Resûlullah'a sorduk da bize, "Onların ruhları yeşil renkli kuşların kanundadır" buyurdu. Abdürrezzâk'm rivayetinde ise "Allab katında şehitlerin ruhları yeşil renkli kuşlar gibidir. Onlar/n Arşa asılı altın kandilleri (kafesleri) vardır. Cennette diledikleri yerlere uçarlar, sonra tekrar o kandillere dönerler. Bir ara Allah onların bu hallerine muttali oldu da <îstediğiniz bir şey var mı?> diye sordu. .Aynı şeyleri üç defa tekrarladı. Onlar da, durmadan isteklerinin sorulduğunu görünce <Ey Kabbimiz! Bizim ruhlarımızı bedenlerimiz? geri döndürmem ve bir kere daha senin yolunda savaşmamız} temenni ediyoruz? dediler. Bu surette Allah, onların cennette başka bir şeye ihtiyaçları olmadığını gördü ve artık (kendilerine istekleri sonılmayıp) oldu klan gibi bırakıldılar." ,

Abdürrezzâk'm  Abdullah  b.  Mes'ûd'dan  naklettiğine göre Allah  (ceDe ceîaiuhu)   üçüncü  kez   onlara:   "İstediğiniz  bir  şey var  mı?"  diye  sorunca  (şehitler) "Bizden Peygamberimize selam söyle ve kendisine <Biz (halimize) razı olduk, sen de bizden razı ol!> şeklinde mesajımızı bildir" dediler.

Hennâd b. Serî, İbn ebî Hatim ve Beyhakî'nin Hbû Saîd el-Hudrî'den naklettiğine göre Resûlullah (saBaBahu afcyhi vesdlem) buyurmuştur ki: "Şehitlerin ruhları yeşil renkli kuşların karınlarındadır. Onlar, cennet bahçelerinden beslenirler sonra tekrar.Arşa asılı duran kandillere geri dönerler..."[240]

Abdürrezzak ve Saîd b. Mansûr ise İbn Abbas'tan, "Şehitlerin ruhları cennet meyvelerine takılıp kalan kuşların kar