EFENDİMİZ'İN (S.A.V) MUCİZELERİ 3

Ağacın Efendimiz (sav)'e İnkıyâdı 3

Ağacın Yürümesi 4

Devenin Sahibini Şikayet Edişi 6

Zebranın Efendimiz’e Saygısı 7

Kaya Serçesinin Şikayeti 7

Ceylanın Efendimiz S.A.V. İle Konuşması 8

Kurdun Efendimiz S.A.V İle Konuşması 8

Yemeğin Tesbih Yapması 9

Çakılların Efendimiz S. A .V’in Elinde Teşbih Edişi 9

Hurma Kütüğünün İnlemesi 9

Arkasındaki Ashab’ını Görmesi 10

Resimli Elbiseyi Yasaklaması 10

Gökten Tabağın Doldurulması Mucizesi 11

Efendimiz'in Selman'a Diktiği Hurmada Görülen Mucize. 11

Katade'nin Gözüne Şifa Duası 11

Ebu Hüreyre'nin Azık Kabındaki Hurmasına Duası 12

Efendimizin Duasıyla Ni'metlerin Bereketlenmesi 12

Azık Artıklarının Bereketlenmesi 13

Tuluktaki Suyun Bereketlenmesi 13

Efendimizin Yağmur Duası Yapması 15

Efendimiz’in Köre Dua Etmesi 15

Saç Ve Sakalın Siyah Kalmasına Dua Etmesi 16

Ebu Katade'ye Bastonun Aydınlatması 16

Güzellik İçin Dua Etmesi 16

Yalancıya Beddua Etmesi 17

Yahudi Sorularına, Cevaplarında Görülen Mucizeler 17

Vabisa'ya Sormadan Cevap Vermesi 19

Ebu Ruğal'in Kabrinin Yerini Söylemesi 20

EFENDİMİZ  (S.A.V)’IN KENDİSİNDEN SONRA OLACAK ŞEYLERDEN BİLDİRDİĞİ BAZILARI 20

Üveys El Karanî'den Bahsetmesi 25

Fitne Hadisi 26

Hz. Osman'ın Öldürüleceğini Bildirmesi 27

Hav'eb  Köpeklerinin Hz. Aişe'ye Havlaması 27

İki İslami Grubun Çarpışacağı Haberi 28

Ammar  (R.A.)In Öldürüleceği Haberi 28

Emeviler'in Emareti 28

Haricileri Bildirmesi 29

Kendi Asrındakilerin Yüz Yıl İçinde Öleceği Haberi 31

Velîd Diye Bir Belalı Geleceği Haberi 32

Abdü'l Hakem b.  Ebi'l  Âsoğulları Hakkındaki Haberi 32

Dini Guruplara Bölünme Haberi 34

Îlmin Yok Olma Ve Cehlin Kökleşme Haberi 34

İlmin Alimlerin Ölümüyle Ölmesi 34

Rafizî'leri Haber Verişi 35

Ümmetin En Hayırlı Dönemi 35

«DELÂILÜ'N NÜBÜVVE» -PEYGAMBERLİK DELİLLERİ- 35

Peygamberimize Verilen En Büyük Mucize. 36

Kur’anın Toptan Ve Parça Parça İndirilişi 36

Son İnen Sure. 36

Gönüllerden Ve Zihinlerden Bazı Ayet Ve Surelerin Silinmesi 37

EFENDİMİZİN ŞEKLİ VE GÜZELLİKLERİ 38

Yüz güzelliği 38

Efendimiz'in Saçı 39

Efendimizin Rengi 39

Efendimiz'in Yüz Şekli 40

Efendimizin Gözleri 40

Efendimi'zin Başı 40

Efendimizin Saçı 41

Efendimiz'in Hacda Saçlarını Ashabına Bölüştürmesi 43

Efendimiz’in El Ve Ayakları 44

Peygamberlik Mührü. 45

Efendimiz’in Sıfatlarına Umumî Bir Bakış. 46

Ümmü Ma’bed Hadisi 47

Kelimelerin Açıklanışı 49

Ğarîb Kelimelerin Açıklanması 49

Hind B. Ebî Hâle Hadisi 50

Bazı Ğarib Lafızlar 52

EFENDİMİZİN AHLAKI 53

«Sen Gerçekten Büyük Ahlak Üzeresin» (Kalem: 68/4)  Ayetinin İfade Ettiği Gerçek. 53

Peygamberimiz’in Heybeti, Azameti,  Sevgisi,  Yiğitliği, Kuvveti Ve Fasahati 56


EFENDİMİZ'İN (S.A.V) MUCİZELERİ

 

«Meğazi bölümünde yer yer geçenler dahil değildir.»[1]

 

Ağacın Efendimiz (sav)'e İnkıyâdı

 

Hatem b. İsmail, Ya'kub b. Mücahid (Ebû Hazre) aracılı­ğıyla Ubâde b. Es-Sâmit (r.a.)'m torunu Ubâde b. Velîd'in şöyle dediğini anlatır:

Babamla beraber henüz daha berhayat olan Ensar'm şu kabilesinden ilim öğrenmek üzere yola çıkmıştık. İlk karşı­laştığımız zat, Peygamberin arkadaşı Ebû'l Yeser olmuştu. Beraberinde kölesi vardı. (Bize ondan dinlediklerini nakletti. Sonra kendi mescidinde bulunan Câbir b. Abdillah'm yanma geldik. Ondan duyduklarını da anlatıp Câbir (r.a.)'ın şöyle dediğini anlattı:[2]

"Rasûlüllah (s.a.v) ile birlikte yola çıkarak gayet geniş bir vadiye geldik. Peygamber (s.a.v) abdest bozmak için (ileriye doğru) gidince, ben de bir su kabı alarak peşine düştüm. Pey­gamberimiz kendini siper edecek bir şeylere bakmdıysa da gizlenecek bir şey bulamadı. Vâdînin kenarında iki ağaç var­dı. Nebi (s.a.v) onlardan birine gidip dallarından birini tuttu, ve ona, "Allah'ın izniyle bana doğru eğil" buyurdu. Sanki a£aç sürücüsüne son derece itaat eden, bur­nuna burunsalık[3] geçirilmiş deve gibi Efendimizle birlikte yere doğru eğildi: Efendimiz öbür ağacın yanma gelerek onun da dallarından birini tutup "Allah'ın izniyle bana eğil" buyurdu. O da aynen birincisi gibi yere doğru eğildi. Nihayet yolun ortasında iki ağacın arasına durup ikisi arasını cem ederek: "Allah'ın izni ile, ikiniz etrafımı sarı­nız " buyurunca ağaçlar Efendimiz'i çevirdiler.

Cabir burada sözüne şöyle devam etti: Ben Rasûlü Ek­rem'in kendisine yakınlığımı hissedeceği korkusuyla koşma­ya başladım. (Yani oradan uzaklaştım). Oturup kendi kendi­me bir şeyler söylemeye koyuldum. Böyle tembelce durmuş, vaktimi öldürmüşüm de haberim yokmuş Bir de ne göreyim. Rasûlüllah (s.a.v) gelmiyor mu! Baktım ağaçlar birbirinden ayrılmış. Rasûluîlah (s.a.v)'i, biraz duraklayıp başıyla sağa ve sola şu şekilde işaret edip, sonra da yürüdüğünü gördüm. Yanıma gelince: "Ya Câbir! Şu makamı mı gördün mü ?" buyurdu. "Evet ya Rasülallah" dedim. Bana:

"Şu iki ağacın yanma git ve her birinden birer dal kes. Sonra onları getir. Şu bulunduğum yere gelince, dalın birini sağına diğerini de sol tarafına bırak" buyurdu. Câbir şöyle devam edip anlattı.

-Kalkıp bir taş alarak kırıp onu düzledim de bıçak gibi keskinleşti.

Ağaçların yanma geldim, ve her birinden birer dal kes­tim. Sonra onları sürüyerek Peygamber (s.a.v)'in demin dur­duğu yere geldim, ve dalın birini sağ tarafıma, diğerini sol tarafıma bırakıp ardından Nebi (s.a.v) e yetişerek: "Ya Rasü­lallah! Dediğini yerine getirdim. Bu ne idi?" diye sordum da:

"Ben sahipleri azâb olunmakta olan iki kabre rastladım. Bu iki dal, yaş kaldığı sürece onların azaplarını şefaatimle hafifletmek istedim" buyurdu. Sonra ravî içinde; insanların suya çok muhtaç kaldıkları, Efendimiz'e azıcık su getirdik­lerini, elini kabın içine koyduğunu ve Câbir'in suyun Efendi-miz'in parmakları arasında kaynadığını gördüğünü, insanla­rın kanmcaya kadar ondan sulandıkları, bulunan uzun bir hadis anlattı.

«Câbir devam ederek şöyle anlattı:[4] Oradan askerin bu­lunduğu yere geldik. Rasûlüllah (s.a.v): "Ya Câbir! Bir abdest ibriği iste!" buyurdu. Ben de: "Dikkat, dikkat! ibrik arıyo­rum, ibrik!" diye bağırdımsa da (kimsede su bulunan bir kap çıkmadı). Efendimiz-'e: "Ya Rasülallah! Kervanda bir damla su bulamadım" dedim. Câbir şöyle devam etti: Meğer Ensar' dan eski, deriden mamul bir tuluk içerisindeki suyu, bine­ğinin semerinin kaşına asarak peygamberimize suyu soğutuveren biri varmış. Peygamber (s.a.v) bana:

-Haydi! Falan, Ensarî'ye git de tuluğunda bir şeyler var mı, bir bak!, buyurdu. Ben oraya gidip tuluğun içine baktımsa da içinde ancak bir damla su bulabildim. O da su tuluğu­nun dibinde bir yerdeydi.[5] Zaten suyu boşaltmaya kalksam, yok edecekti. Rasûlü Ekrem'e ge­lip, "Ya Rasûlallah! Ben onun tuluğunda sadece tuluğun di­bindeki ağızlıkta bir damla su bulabildim. Onu da boşaltmaya kalksam, deri kuruluğundan onu emiverecek" dedim. Efendimiz (s.a.v) de: "Git onu bana getir!" buyurdu. Ben de alıp geldim. Rasûlüllah tuluğu eline alıp ne olduğunu bir tür­lü anlayamadığım bir şeyler söylemeye başladı, deriyi de el­leriyle sıkıyordu. Sonra onu bana verip; "Ya Câbir! Bir çanak (var mı diye) seslen" buyurdu. Ben de "Ey kervandaki çanak (sahibi) diye ünledim. (Birinden) çanağı alıp getirdim, ve önüne bıraktım. Rasûlüllah eliyle şöyle diye işaret edip elini çanağın içine uzattı, ve parmaklarını birbirinden ayırdı. Sonra elini tuluğun dibine soktu, ve "Ya Câbir! al, bana su dök ve bismillah de!" buyurdu. Ben de ona su döküp bismillah dedim. Suyun Rasûlüllah (s.a.v)'in parmakları arasından kay­nadığını gördüm. Sonra çanaktan da su kaynamaya başlayıp dönerek yükseldi ve çanağı doldurdu. Efendimiz: "Ya Câbir! Suya ihtiyacı olanlara seslen" buyurdu. İnsanlar gelip iyice kanmcaya kadar sulandılar.

Sonra ben: "Hala suya ihtiyacı olan kaldı mı ki?" dedim. Bunun üzerine Rasûlüllah elini çanaktan çıkardı, hala o su ile doluydu.

Orada insanlar açlıklarını da Rasûlullah'a arz ettiler. Bu­nun üzerine o da "Belki Allah sizi doyuracaktır" buyurdu. Seyfe'l Bahr denen mıntıkaya geldik ki, deniz büyük bir hay­vanı dışarı atmıştı. Hemen bir tarafına ateş yaktık ve balık­tan ateşte kızarttık, ve yem yaparak doyana kadar yedik.

Câbir: Ben, falan ve falan diye beş kişinin adını vererek "balığın gözlerini çevreleyen kemiğin içine girdik de bizi geri çıkana kadar hiç kimse göremedi. Onun kaburgasından (kıl­çığından) bir tanesini alıp yay gibi eğdik. Sonra kervandaki en boylu adamı en uzun deveyi ve en büyük semeri alıp (üze­rine bindirerek) bu kılçığın altından geçti de başını eğivermedi" diyor.»

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[6]

A'meş ve diğerleri İbrahim Nehâî- Alkame isnadıyla Ab­dullah b. Mesûd (r.a.)'m şöyle anlattığını naklederler:

-Peygamber (s.a.v) ile bir seferde iken namaz vakti gelip çatmıştı. Ama yanımızda bir kaç damla sudan başka birşey yoktu. Rasûlüllah (s.a.v) su isteyip bunu yemek tabağına bo şaltıp elini de içine soktu. Birden parmakları arasında sular kaynamaya başladı. İnsanlar gelip abdestlerini aldılar ve su­dan içtiler:

Ravî Alkame der ki: Ben bu hadisi, Salim b. Ebi'l Ca'd'a anlattım da bana; "Bunu bana Câbir (r.a.) da anlattı. Ben Câ­bir e: "O gün kaç kişiydiniz?" diye sormuştum da, "Bin beş yüz kişiydik" diye cevap verdi, dedi.

Bu hadisi Buharî de rivayet etmiştir.[7]

Amr b. Mürre ile Husayn b. Abdirrahman da, Salim b. Ebi'l Cad aracılığıyla Câbir (r.a.) dan şöyle dediğini nakle­derler:

-Rasûlüllah (s.a.v) ile bir yolculukta beraber idik. Müthiş bir susuzluk baş gösterdi. Korkuyla Rasûlüllah'a sığındık. Elini bir su kabına daldırdı. Parmakları arasından sanki pı­nar gibi su kaynamaya başladı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v) «Bismillah diyerek alın.» buyurdu. Hepimiz içtik, he­pimize bol bol yetti. Yüz bin kişi bile olsak yine yetecekti. Câbir'e (r.a.): "Kaç kişiydiniz?" diye sordum da "bin beş yüz kişi" diye cevap verdi.

Bu sahih bir haberdir.[8]

 

Ağacın Yürümesi

 

Hammad b. Seleme, Ali b. Zeyd, Ebû Râfî aracılığıyla Ömer b. el-Hattâb'tan (r.a.) şöyle nakleder:

-Müşrikler kendisine işkence ettiklerinde Rasûlü Ekrem (Mekke'nin yukarı tarafındaki) El-Hacûn denen yerde bulu­nuyordu. O zaman:

"Allahım! Bana bugün öyle bir ayet göster ki, ondan sonra beni kim yalanlarsa yalanlasın aldırmayayım." diye yakardı. Ömer der ki: Emretti de bir ağaca çağırdılar. Bunun üzerine ağaç toprağı yararak yürüyüp ta Nebi (s.a.v)'in yanma kadar geldi. Sonra ağaca dönmesini emretti de geri yerine döndü.[9]

A'meş de Ebû Süfyan, Enes isnadıyla buna benzer bir ha­beri nakleder.[10]

Buna benzer bir haberi Mübarek b. Füdâle de Hasen-i Basrî'den mürsel olarak rivayet eder.[11]

Abdullah b. Ömer b. Ebân, Muhammed b. Fudayl, Ebû Hayyân -Ata isnadıyla Abdullah b. Ömer'in (r.a.) şöyle dedi­ğini anlatır:

-Bir yolculukta Rasûlüllah (s.a.v) ile birlikteydik. Bir ara bir Bedevi çıkıp geldi. Efendimiz (s.a.v)'e yaklaşınca "nereye gidiyorsun?"diye sordu. Bedevide: "Aileme.."dedi. Rasûlüllah "Senin hiç hayra ihtiyacın var mı?" dedi. Bedevi: "O ne?" dedi. Rasûlüllah da "Müslüman ol!" buyurdu. Bedevi "Şahidin var mı?" dedi. Efendimiz: "Şu ağaç şahidimdir." buyurdu. Ağacı çağırdı. Ağaç toprağı sürerek gelip önünde durdu. Üç kere "şahit ol" diye ağaca seslendi. Ağaç da dediği şahitliği yapıp sonra yerine döndü. Bedevi de: "Eğer beni dinlerlerse kavmi­mi de alır gelirim, yoksa kendim geri döner seninle olurum." dedi.

Bu senedi iyi olsa da ğarîb bir hadistir. Dâramî bunu uMüsned"inde Muhammed b. Tarîf aracılığıyla Muhanimed b. Füdayl'dan nakletmiştir.[12]

Şerik de Simâk, Ebû Zabyân isnadıyla İbni Abbas'tan (r.a.) şöyle nakleder: Peyğâmber'e bir bedevi gelerek; "Senin Allah Rasûlü olduğunu ne ile anlayacağım?" dedi. Peygamberde:

"-Peki, şu hurma ağacmdaki şu dalı çağırsam (da gelse), benim Allah Rasûlü olduğuma şahadet getirecek misin?" buyurunca "evet" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah dalı çağır­dı. Dal ağaçtan yere doğru inmeye başlayarak yere düştü, sonra sıçraya sıçraya Nebî (s.a.v) in yanma geldi. Sonra Efen­dimiz "dön" buyurunca geri dönüp eski yerine gitti. Durumu gören Bedevi: "Senin Allah Rasûlü olduğuna şahadet getiri­rim" diyerek îman etti.

Bu haberi Buhârî "Tarihlinde Muhammed b. Sâid el Isbahânî yolu ile Serik'ten nakleder.[13]

Yûnus b. Bükeyr, İsmail b. Abdi'l Melik, Ebû'z Zübeyr is­nadıyla Câbir'in (r.a.) şöyle dediğini anlatır:

-Rasûlüllah tuvalet ihtiyacı için çıkmış, ben de bir taha­ret ıbrığıyla ardına düştüm. Orada araları birkaç arşın olan bir ağaç gördük. Rasûlüllah (s.a.v) bana:

-Git de şu ağaca "arkadaşınla birleş" diye söyle, ta ki ar­kalarına oturabileyim; buyurdu. Ben de öyle yaptım. Ağaç da arkadaşına dönüp onunla birleşti. Rasûlüllah da arkalarına geçip ihtiyacını giderdi. Sonra ağaçlar yerlerine döndüler.[14]

Ebû Muâviye de Ameş, Ebû Zabyân aracılığıyla İbni Ab­bas'tan (r.a.) şöyle dediğini anlatır: Rasûlü Ekrem'e Âmir oğullarından birisi geldi, ve "Ben insanları tedavi ederim. Eğer sende de delilik varsa, seni de tedavî edeyim" dedi. Nebî (s.a.v) de: "Sana bir ayet göstermemi ister misin?" buyurun­ca, "evet" dedi. Efendimiz de: "Öyleyse şu dalı çağır!" dedi. Adam çağırınca dal ucu üzerinde sıçraya sıçraya gelip Önüne durdu. Sonra "dön" deyince, yerine döndü. Adam da "Ey Âmir oğulları! Ben şimdiye kadar bundan daha güçlü bir sihirbaz görmedim" dedi.[15]

Amr b. Muhammed ile diğerleri Abdullah b. Ömer, Abdü'l Evvel b. îsâ, Abdürrahman b. Muhammed ed-Dâvûdî, Abdul­lah b. Hameveyh, îsâ b. Ömer, Semerkant'taki Abdullah b. Ab-dirrahman, Ubeydullah b. Mûsâ, İsmail b. Abdi'l Melik, Ebû'z Zübeyr isnadıyla Câbir'in (r.a.) şöyle dediğini anlatır:

-Peygamber (s.a.v) ile bir yolculuğa çıkmıştım. Büyük ab-dest bozmaya çıktığında açık arazide oldu mu, gözden kayboluncaya kadar giderdi. Bir keresinde ne ağaç ne mağaç bulu­nan düz çöl bir arazide konaklamıştık.       

"Ey Câbir! Ibrığına su koy da arkamdan gel buyurdu. Görünmeyinceye kadar yürüdük. Araları dört zir'a açıklık bulunan iki ağacın yanına geldik. Efendimiz bana:

«Şu ağaçların yanına git de, "Peygamber sana arkadaşının yanına git de arkanıza oturayım diyor, de» buyurdu. Ağaç öbürünün yanma gitti. Rasûlüllah da arkalarına oturdu. Daha sonra ağaçlar eski yerlerine döndüİer; Rasûlüllah (s.a.v) ile birlikte tekrar yola koyulduk. O ara­mızda idi. Sanki üzerimizde bizi gölgelendiren bir kuş vardı.

Yolda beraberinde bebeği bulunan bir kadın Rasûlüllah'm önüne geçti ve: "Yâ Rasûlallah! Şu yavrucağzımı günde üç ke­re şeytan etkisine alıyor." dedi. Efendimiz uzanıp bebeği aldı ve:

"Defol Allah düşmanı, ben Allah Rasûlüyüm, defol Allah düşmanı, ben Allah Rasûlüyüm" diyerek bunu üç kere te­krarladı. Sonra bebeği kadına verdi. Yolculuk gayesine varıp, geri dönerken bu yere yine uğradık. Bu kadın bebeğiyle bera­ber önümüze geçti. Beraberinde iki koç sürüp geliyordu. "Ya Rasûlallah! Benim şu hediyelerimi kabul et. Seni hak ile gön­derene yemin olsun ki, Şeytan bir daha yavruya gelmedi" de­di. Rasûlullah da: "Koçun birini alın, birini de ona geri verin." buyurdu.

Sonra yine Rasûlullah aramızda olarak sanki üzerimizde bizleri gölgelendiren bir kuş varmış gibi yola koyulduk. Bir de ne görelim. Ürküp kaçmış bir deve geliyor. Rasûlüllah'm Önünde ve arkasında bulunan insan saflarının ortasına gelin­ce secdeye kapandı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) de otu­rup insanlara: "Bu devenin sahibi kim?", diye sordu. Meğer deve ensardan bir gruba ait imiş. Onlar: "Deve bizim, yâ Ra­sûlallah!" dediler. Efendimiz de: "Peki bu vaziyeti ne?" buyur­du. Onlar da: "Biz yirmi yıldır onun sırtında su çekerdik. O şişman bir deveydi. Biz onu kesip çocuklarımıza bölüştürmek istemiştik, o da elimizden fırlayıp kaçtı." dediler. Rasûlullah (s.a.v): "Bana onu satın!" buyurunca: "Yâ Rasûlallah! O senin olmuştur" dediler. Bunun üzerine Efendimiz {s.a.v) de:

"Benim olduğuna göre, eceli gelene kadar bu deveye iyi davranın!" buyurdu. İşte bu durumu göre Müslümanlar o za­man: "Yâ Rasûlallah! Sana secde etmeye hayvanlardan daha çok biz layığız" dediler. Efendimiz (s.a.v) de:

"Hiç bir şeyin, diğer bir şeye secde etmesi diye bir şey olamaz. Eğer böyle bir şey caiz olacak olsaydı, kadınlar koca­larına secde ederdi." buyurdu. Hadisi ayrıca Yûnus b. Bükeyr, İsmail b. Abdi'l Melikten rivayet ediyor. Yûnusun bu rivay­etinde ("şey" yerine) «Hiç bir insanın diğer bir insana secde etmesi doğru olamaz» şeklinde geçer ki, bu daha sahihtir.[16]

Yine bu anlamda Yûnus ile Vekî, Avmeş, Minhâl b. Amr, Ya lâ b. Mürra isnadıyla Mürre'nin şöyle dediğini anlattılar:

-Peygamberimizle yolculuk etmiş ve nice mu'cizelerini görmüşümdür. Bir kere bir yerde konakladık, bana; "Şu iki hurma fidancığma git ve onlara: «Rasûlüllah sizin birbirini­zin yanına gelmenizi söylüyor» de* buyurdu. Yûnus hadisi aynı anlamda nakletti: (Devamı şudur):

-Ben de söyleyince köklerinden çıkıp birbirinin yanma gittiler, Rasûlüllah da karaltısında ihtiyacını giderdi ve bana: "Git onlara «yerinize dönün» de., buyurdu. Ben de gidip söyle­yince yerlerine döndüler.

Bir ara bir kadın gelip: "Benim çocuğumda yedi yıldır şeytan dokunması var. Günde iki defa sara tutar" dedi. Pey­gamber: "Getir onu." buyurdu. Efendimiz çocuğunun ağzına "tû" deyip «Allah düşmanı, çık oradan, ben Allah Rasû-lüyüm» buyurup kadına: "Biz geri dönerken durumu bildir." dedi. Dönüşte kadın onları iki koç, yağ ve peynir ile karşıladı. Efendimiz bana "şu koçu al" deyip kendi o hediyelerden ih­tiyacı olan şeyleri aldı. Kadın da: "Sana Peygamberliği ikram edene yemin ederim sen buradan gideli beri çocukta hiç bir hastalık görmedik." dedi.

Sonra bir deve Efendimiz(a.s.)'a gelip önünde durdu. Efendimiz gözlerinden yaş boşaldığını görünce sahibini ça­ğırttı ve: "Şu devenize ne oldu da sizi şikayet ediyor?"buyur­du. Onlar da: "Onu yükte kullanırdık. Yaşlanınca çalışamaz oldu. Biz de yarın onu kesmeye karar vermiştik" dediler. Efendimiz de: "Onu kesmeyin. Onu develerin arasına bırakın da orada kalsın" buyurdu.[17]

Bu Mürre aslında İbni Ebî Mürre'dir. Vekî bu isnadı bir keresinde "Yala b. Mürre'den... " diyerek şöyle dediğini na­kleder:                                                                   

«Nebi (s.a.v)'den çok acîb şeyler gördüm...»[18] Buharî ise:

"Bu rivayet babasından değil bizzat Yffla'nm kendisinin ri­vayetidir." demektedir.[19]

Derim ki: Beyhakî bu haberi iki yolla nakleder: 1- Atâ b. Sâib'in Abdullah b. Hafs yoluyla naklettiği, 2- Amr b. Abdillah b. Yalanın babası Yffla'dan yaptığı rivayet ki, her ikisi de bizzat Yâla'nm rivayetidir.[20]

 

Devenin Sahibini Şikayet Edişi

 

 Mehdî b. Meymûn anlatıyor: Muhammed b. Abdillah b. Ebî Yâ'kûb, Hz. Hasen b. Ali'nin kölesi Hasen b: Sad aracılığıyla Abdullah b. Ca'fer'in şöyle dediğini anlattı:

-Bir gün Rasûlüllah (s.a.v) beni terikesine bindirdi ve kimseye anlatmamam şartıyla bana gizlice bir şey söyledi. Onun (yolculukta tuvalet için) en hoşuna giden şey kendini gizleyebilecek bir hedef ya da dalları yerlere sarkmış yabanî hurma fundalığı olurdu. Bir kere Ensar'dan birinin bahçesi­ne girmişti. Orada bir deve vardı. Deve Rasûlüllah'ı görünce inleyerek gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Nebî (s.a.v) yanına gidip kulak dibini eliyle sıvazladı deve de sakinleşti: Efendimiz: öBu devenin sahibi kim?" diye sordu. Ensar'dan genç biri gelip, "benim" dedi. Efendimiz de:

"Allah'ın sana bahşettiği bu hayvan hususunda Allah'tan korman gerekmez mi idi! Çünkü, o senin kendisini aç bırakıp yorduğunu bana şikayet etti." buyurdu. Müslim hadisi "yaba­ni hurma" kelimesine kadar nakletti. Diğer kısmı da Müslim'in şartına uygundur.[21]

İsmail b. Ca'fer anlatıyor: Bize Amr b. Ebî Amr; Seleme oğullarından sika biri aracılığıyla Câbir b. Abdillah (r.a.)'dan şöyle nakletti: -Selemeoğullarmdan birinin su çektiği devesi (döl mevsimi) şehvet azgını olup sahibine saldırıp yaklaştır­mamış, Bu adam da gidip durumu Nebi (s.a.v) 'e anlattı, Pey­gamber de adama, Jüail "haydi yürü" diyerek kendi de bir­likte geldi. Bahçenin kapısına geldiğinde adam: "Ya Rasûlallah! Girme." dedi. Peygamber (s.a.v) de:

"Hadi girin! Sakınacak bir şeyiniz yok. buyurdu. Deve (s.a.v)'i görünce boynunu eğerek gelip Efendimizin önünde durdu ve secdeye kapandı. Efendimiz de: "Devenizin yanına gelip yularını vurun ve ona palanını geçirin." buyurdu. Onlar da böyle yapıp: "Ya Rasûlallah! Seni görünce secde etti." dediler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v)

"Bana böyle söylemeyin. Size tebliğ etmediğim şeyleri iöylemeyin! Yemin ederim ki, o bana secde etmedi. Lâkin, Allah onu bana itaat ettirdi." buyurdu.[22]

Affân anlatıyor: Bize Hammad b. Seleme "Kays kabile­sinden bir şeyhi babasının şöyle dediğini duyduğunu haber verdi:

-Nebi (s.a.v) gelmişti. Beraberimizde zaptedemediğimiz genç bir devemiz vardı. Nebi (s.a.v) ona yaklaştı ve memesini sıvazladı. Birden devenin göğsü sütlendi. O da sağıp içti.[23]

Bu babda Abdullah b. Ebî Evfâ'dan da nakledilen bir hadis var ise de; onu nakleden ravî, Fâid Ebul Verkâ1 tek başına ri­vayet etmiştir. Bu zat zayıftır.[24] Yine Câbir (r.a.) dan da baş ka bir hadis nakledilirse de o da El-Eclah'm tek başına yaptığı rivayet olup Zey b. Harmele aracılığıyla Câbir'den nakle­der. Onu Dâramî ve diğerleri rivayet etmişlerdir.[25]

 

Zebranın Efendimiz’e Saygısı

 

Yûnus b. Ebîİshak, Mücahit aracılığıyla Hz. Âişe (r.a.) in şöyle dediğini anlatır. Rasûlüllah'ın (s.a.v) ailelerine ait bir zebra vardı. Rasûlüllah (s.a.v) evden gittiğinde gider gelir ve onunla oynardı. Rasûlü Ekrem geri gelince, hemen çöküp Efendimiz evde olduğu süre sakin kalırdı.

Bu sahih bir hadistir. [26]

 

Kaya Serçesinin Şikayeti

 

Ebû Dâvûd-u Tayalîsî anlatıyor: Bize Mesûdî, Hasen b. Sad, Abdürrahman b. Abdillah b. Mes'ûd aracılığıyla babası Abdullah b. Mes'ûd'un (r.a.) şöyle dediğini anlatır: Rasûlüllah (s.a.v) ile bir seferde beraberdik. Adamın birisi bir ormana girerek bir kuşun yumurtasını aldı. Kuşcağız zıplaya zıplaya Peygamber (s.a.v) ile arkadaşlarının yanma gelip başlarına dikildi ve: "Hanginiz bu faciayı yaptı?" dedi. Adamın birisi: "Ben yumurtasını almıştım." dedi. Efendimiz (s.a.v) de: "Ona acı da onu aldığın yere geri bırak, geri yerine bırak." dedi.[27] İbni Mes'ûd'un bu oğlu Abdürrahman, babasından hadis işitmemiştir.[28]

 

Ceylanın Efendimiz S.A.V. İle Konuşması

 

Ahmed b. Hazim b. Ebî Ğazra el-Ğıfârî, AH b. Kadim-Ebu'l Ulâ Halid b. Tahman- Atıyye isnadlyla Ebû Saîd el Hud-rî (r.a.)'nin şöyle dediğini nakleder: Rasûlüllah (s.a.v) bir ke­resinde bir çadırda bağlı bununan bir ceylana rastlamıştı. Ce­ylan, "Ya Rasûlallah! Beni çöz de kuzucuğumu emzirmeye gi­deyim, sonra geri geleyim de beni yine bağla" diye yalvardı. Peygamber (s.a.v) de:

kavmin avı, -üstelik bağladığı avı" buyurarak tutup onun iplerini çözüp döneceğine dair on­dan söz aldı. Çok geçmeden ceylan göksündeki bütün sütü boşaltmış olarak geri geldi. Rasûlü Ekrem de onu bağlayıp sonra onu o kavminden kendine bağış yapmalarını istedi. On­lar da Ceylanı Efendimiz'e verdiler. O da onun bağını çözdü sonra da:

Eğer hayvanlar da sizin bildiğiniz gibi ölüme dair bir şeyler bilmiş olsaydı onlardan semizlemiş olan hiç birinin etini yiyemezdiniz." buyurdu.

Ravilerden Ali ve Ebu'l Ulâ "sadûk" derecesindedir. Atıyye el-Avfî de ise zayıflık vardır. Bu kıssanın bir benzeri de Zeyd b. Erkanı (r.a.)'dan rivayet olunuyor.[29]

 

Kurdun Efendimiz S.A.V İle Konuşması

 

Kasım b. el Fadl el-Huddânî, Ebû Nadra yoluyla Ebû Saîd elHudrî'nin (r.a.) şöyle dediğini rivayet eder:

Çobanın biri Harra (denen kara taşlıklı yazı)'da davar gü­derken kurdun biri koyuna saldırdı. Çoban hemen koyunla kurdun arasına gerildi. Bunun üzerine kurt kuyruğunun üzerine çömelerek çobana "Allah'ın bana yolladığı rızkıma engel olmaya Allah'tan korkmaz mısın?" dedi. Çoban şaşıra­rak:

-Hayret doğrusu! Kurda bak, kuyruğunun üstüne çömel-miş insanların diliyle konuşuyor" dedi. Kurt da: "Sana, be­nim bu konuşmamdan daha fazla şaşacağın bir şey anlatayım mı? Allah Rasûlü iki Harra (Doğu ve Batı Harraları) arasın­daki bir yerde (Medine'de) insanlara geçmiş milletlerin va­ziyetlerini anlatıyor." dedi. Çoban da koyunları sürüp Medi­ne'ye gelince onları bir köşeye yerleştirdi, sonra da Rasûlül-lah'm yanma girip, kurdun konuştuğunu anlattı. Bunun üze­rine, Rasûlüllah (s.a.v) insanların yanma çıkıp çobana: "Kalk da durumu anlat." buyurdu. Çoban da kalkıp insanlara gördü­ğünü anlattı. Rasûlü Ekrem de:

«Çoban doğru söylüyor. Dikkat edin. Yırtıcı hayvanların insanlara konuşması kıyamet alametlerindendir. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, kıyamet kopmadan yırtı­cı hayvanlar insanlara konuşacaktır. Hatta kişiye ayakkabı­sının tasması ile sopasının ucundaki püskülü bile konuşacak, kendinden sonra ailesinin neler yapacağını uyluğu haber ve­recektir.» buyurdu.

Bu haberi Tirmizî rivayet edip. "sahih ama ğarîb bir ha­dis" demiştir.[30]

Abdü'l Hamîd b. Behrâm ve Ma kıl b. Ubeydillah, Şehr b. Havşeb aracılığıyla Ebû Hüreyre'den veya Ebû Saîd el Hudrî' den (r.a.) buna benzer bir rivayette bulunuyor. O sahih, hasen bir hadistir.[31]

Süfyan b. Hamze, Abdullah b. Âmir el-Eslernî, Rab fa b. Evs, Enes b. Amr isnadıyla Ehbân b. Evs (r.a.)'dan nakline gö­re Ehbân'm koyunları varmış. Kurt kendisiyle konuştuğunda doğruca Nebi (s.a.v) e gelip Müslüman olmuş.

Buharı; "Bu hadisin isnadı kuvvetli değildir." diyor.[32]

Yusuf b. Adiy der ki; bize Cafer b. Cesr, babası Abdür-rahman b. Harmele, Said b. Müseyyeb isnadıyla Abdullah b. Ömer (r.a.)'m şöyle dediğini anlatır: Rasûlüllah (s.a.v) zama­nında kendine ait davarının başında bir çoban vardı. Bir ara kurt gelip bir koyunu kaptı. Çoban da sıçrayarak koyunu kurdun ağzından çekip aldı. Bunun üzerine kurt ona: "Allah' in bana yedirdiği bir yemeği ağzımdan almaya Allah'tan kor-muyor musun?" dedi. Ravî hadisin gerisini yukardakiler gibi anlattı.[33]

 

Yemeğin Tesbih Yapması

 

Mansûr, İbrahim Nehaî, Alkame isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd'un «Biz Peygamber (s.a.v) in yanında idik. Yemek ve­rilirken, yemeğin teşbih edişini duyardık.» dediğini nakle­der.[34] Hadisi Buharı nakleder.[35]

 

Çakılların Efendimiz S. A .V’in Elinde Teşbih Edişi

 

Kurayş b. Enes, Salih b. Ebi'l Ahzar, Zührî adamın birisi isnadıyla bir adamın Ebû Zer (r.a.)'ı şöyle derken işittiğini an­latır :

-Hz. Osman'da gördüğüm bir şeyden sonra onu hep hayır­la anarım:

"Ben hep Peygamber (s.a.v) in yalnız zamanlarını takib eder dururdum. Onu yalnızken görmüş ve yanma oturmuş tum. O arada Ebû Bekir gelip selam vererek oturdu. Sonra Ömer, ardından da Osman geldi. Peygamberin önünde yedi tane çakıl duruyordu. Onları alıp avucunun içine koydu. Ça­kıllar teşbih getirmeye başladılar. Öyle ki, ben bile onların hurma ağacının iniltisine benzer sesler çıkardığını duydum. Sonra onları yere bıraktı. Onların sesi kesildi. Sonra onları alıp Ebû Bekr'in avucuna koydu. Taşlar da teşbih getirdi. Sonra alıp yere koyunca sustular. Sonra Rasûlüllah (s.a.v) onları alıp Ömer'in eline koyunca yine teşbih getirdiler. Son­ra onları Osman'ın eline koydu, yine teşbih getirdiler. Sonra yere bırakınca sustular. Rasûlüllah (s.a.v) de bunun üzerine: "İşte bu Peygamberliğin hilafetidir." buyurdu.[36]

Ravî Salih b. Ebi'l Ahzar hadisi koruyabilecek hafızaya sahip birisi değildi. Bu konuda sağlam olarak nakledilen Şu-ayb b. Ebî Hamze'nin Zührî'den naklettiği şu haberdir: Zührî der ki, "Velîd b. Süveyd'in anlattığına göre Süleymoğullarından (Süveyd b. Yezî denen) yaşlı bir adam nakletti ki, kendisi Rabze'de bulunan Ebû Zerr (r.a.) yetişmiş biri olup Ebû Zerr ona anlatmış ki: diyerek bu hadisi direk olarak Ebû Zerr (r.a.) 'dan nakletmiş oluyur.[37]

Bu haberin bir benzeri de Cübeyr b.'Nüfeyr ile Âsim b. Humeyd tarafından Ebû Zerr'den naklediliyor. Yine aynısı iki ayrı münker bir yolla Enes b. Malik (r.a.) 'dan nakledilir.[38]

 

Hurma Kütüğünün İnlemesi

 

Abdü'l Vahit b. Eymen anlatıyor: Babam bana Câbir'in  (r.a.) şöyle dediğini haber verdi:

«Rasûlüllah (s.a.v) Cuma günleri bir ağaca (veya hurma ağacına) dayanarak hutbeye dururdu. Kendisine; "Sana hut­be okuman için bir mimber yapalım mı?" denilince: "İsterse­niz yapın." buyurdu. Ashab da kendisine bir mimber yaptılar. Cum'a günü gelince Rasûlüllah hutbe okumak için mimbere doğru gitti. Bunun üzerine hurma ağacı bebeğin ağıtı gibi bir ağıt kopardı. Efendimiz hemen mimberden inip onu kucakla­dı. Ağaç, ağlaması yatıştırılan bebeğin inlemesi gibi, inle­meye başladı. Bunun üzerine Efendimiz (s. a.v):

"Ağaç kendine yakın yerlerde duymuş olduğu zikr-i ila­hiye ağlıyordu." buyurdu. Haberi Buharı ve diğer hadisçiler, Câbir'den (r.a.) naklettiler.[39]

Ebû Hafs el Alâ el Mazini (ki, adı Ömer'dir), Naff aracılı­ğıyla Abdullah (b. Ömer) (r.a.) 'dan şöyle değini anlatır. "Ra­sûlüllah (s.a.v) bir hurma kütüğü üzerinde hutbesini okurdu. Minber yapıldığında bu kütük inlemeye başladı. Nihayet Efendimiz kütüğün yanma gelip onu eliyle mesnetti de sakinleşti."

Bu haberi Buharı de İbnü'l Müsennâ tankıyla Yahya b. Kesîr'den alarak Abdullah b. Mesvûd'dan rivayet eder ki. Bu haber Sahîh-iBuharî'deki "Garîbler'den sayılıyor".[40]

Abdullah b. Muhammed b. Akil, Tufeyl b. Übey b. Ka'b aracılığıyla babası Übey b. Ka'b (r.a)'dan şöyle dediğini rivay­et eder:

"Peygamber (s.a.v) bir hurma kütüğüne doğru namaz kılar ve onun üzerinde hutbesini okudu. Sonra Efendimize bir mimber yapıldı. Efendimiz hutbeye çıkmak için bu kütüğü ge­çince bir feryad kopararak sarsılıp ortadan yarıldı. Efendi­miz ağacın sesini duyunca hutbeden inip onu eliyle meshetti. Sonra da mimbere geri döndü. Mescid (tamir için) yıkıldığın­da onu Übey b. Ka'b alıp götürmüştü. Çürüyüp gidene kadar onun evinde kaldı. Sonra onu içinden ağaç kurdu yiyip bitirdi de adeta toz olup gitti. Bu hadis İbni Akıyl'den iki yol ile riva­yet olunuyor.[41]

 

Arkasındaki Ashab’ını Görmesi

 

İmam Mâlik, Ebûz-Zinad, A'rec isnadıyla Ebû Hüreyre-den Efendimiz (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Buradaki kıblemi görüyor musunuz? Vallahi sizin ne secdeniz, ne de rükünüz bana gizli kalıyor. Ben kesinlikle arkamdan da sızı görüyorum.   Bu muttefekun aleyh bir hadıstır.[42]

Şafiî: "Bu Allahın ona verdiği bir keremi olup bununla onu diğer kullarından ayrı tutmuştur." der.[43]

Muhtar b. Fülfül de Enes (r.a)'dan bunun benzerini nak­leder. Bu rivayette:

Rasûlullah (sa.v) bir gün bize bir namaz kıldırdı, namazı bitirince bize yüzünü dönerek: "Ey insanlar! Ben sizin İmamınızım. Sakın rukû'da, secde'de, kıyam'da ve namazdan ay­rılmada benden önce davranmayın. Ben sizi Önümden de, ar­kamdan da görüyofum. Nefsim elinde olan zâta yemin ederim ki, benim görmüş olduğum şeyleri siz de görmüş olsaydınız, elbette siz de çok ağlar, az gülerdiniz." buyurması üzerine As­habın "Yâ Rasûlallah! Sen ne gördün?" dedikleri, Efendimizin de: "Ben Cennet ve Cehennemi gördüm." buyurduğu mevcuttur.[44]

 

Resimli Elbiseyi Yasaklaması

 

Bişr b. Bekr anlatıyor: Bize Evzaî, İbni Şihâb-ı Zührî. Ka­sım b. Muhammed isnadıyla Hazreti Âişe'den şöyle dediğini haber verdi: "Ben Üzerinde resimler bulunan bir bürdeye bü­rünmüş bir haldeyken Allah Rasûlti yanıma girdi ve, bu bürdeyi yırtarak:

"Kıyamet günü insanların azabının en şiddetli olacak ola­nı, Allah'ın yarattığı şeylere benzetme yapanlar olacaktır." buyurdu.

Evzaî der ki: Âişe anlatti ki, "Rasûlullah (s.a.v) bana üze­rinde kartal resmi bulunan bir bornuz getirdi. Efendimiz eli­ni resmin üzerine koyunca Allah onu giderdi." Lakin bu Ev-zaî'nin eklediği son kısım "Munkatı'dır."

Âsim, Zirr aracılığıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a)'dan şöyle dediğini anlatır: Ben yeni yetme bir delikanlı olarak Ukbe b. Muayt'm koyunlarını güdüyordum. Bir gün Rasûlullah (s.a.v) beraberinde Ebû Bekir olduğu halde bana uğradı ve: "Deli­kanlı yanında süt var mı?" buyurdu. Ben de: "Evet, ama ben bir emanetçiyim." dedim. O da: "Haydi, öyleyse bana henüz koca çekilmemiş bir genç koyun getir" dedi. Ben de henüz süt dişini bele dökmemiş bir oğlak getirdim. Rasûlullah onu bağ­ladı ve sonra duâ ederek memesine elini sürdü. Birden süt gelmeye başladı. Bir kaba sağıp onu Ebû Bekr'e içirdi. Ondan sonra da kendisi içti. Ardından oğlağın memesine: "Çekil!" buyurdu. Meme (küçülerek) kuruyup-eski halini aldı. Sonra ben Rasûlullah (s.a.v)'e gelip: "Bana bu sözlerden bir şeyler öğret!" dedim. Efendimiz de: "Sen artık eğitime kabul edilmiş bir gençsin!" buyurdu.

Ben Efendimiz'den yetmiş sûre Öğrendim ki, hiç bir insan onlar hususunda benimle münâkaşa edemez.

Bu haberin isnadı hasen dereceli olup kavî bir hadistir.[45] İmam Mâlik, İshâk b. Abdullah b. Ebî Talha aracılığıyla Enes'den (r.a) nakleder ki; Ebû Talha, Ümmü Süleyme: "Ben Rasûlullah (s.a.v) İn sesini pek zayıflamış olarak duyuyorum.

Biliyorum ki, kendisinde açlık var. Yanında yiyecek bir şeyler var mı?" dedi. Ümm-ü Süleym de: "evet" diyerek evinde bulu­nan bir kaç arpa ekmeği getirip bunları kendine ait bir örtü­nün içine sardı ve onları elbisemin altına sokarak beni Pey­gamber (s.a.v)'e yolladı. Ben Efendimiz'i mescitte otururken buldum. Beraberinde insanlar vardı. Ben başuçlarma dikil­dim. Efendimiz (s.a.v) de: "Seni Ebû Talha mı yolladı?" buyur­du. "Evet" dedim. Yanındakilere, "Haydi kalkın!" dedi.

(Enes r.a.) der ki: Rasûîullah (Ebû Talha'nın ziyafetine gitmek üzere kalkıp) yola koyuldu. Ben de Ashab'm arasında yürüyordum. Nihayet Ebû Talha'ya gelip durumu haber ver­dim. O da hanımına: "Yâ Ümmü Süleym! Rasûîullah adam­larla birlikte geldi. Halbuki bizde onları doyurabilecek kadar yiyecek yok," dedi. Hanımı da: "Allah ve Rasûlü bu durumu daha iyi bilir." diye cevap verdi.

Enes der ki: Ebû Talha gidip Rasûlullah'ı karşılayıp onunla beraber gelip evine girdi. Peygamber (s.a.v):

"Ümmü Süleym! Yanında bulunan yiyeceği getir." buyur­du. O da bu ekmeği getirdi. Rasûîullah (s.a.v) ekmeğin ufalan­masını emir buyurdu. Ümmü Süleym de ekmeği ufaladı; üze­rine kendilerine ait olan bir yağ dağarcığından yağı sıkarak ekmek kırıntılarının üzerine sürerek yağı katık yaptı. Daha sonra Rasûîullah (s.a.v) bu hazırlanan nimet hakkında Allah' m kendisine söylemesi dilediği şeyleri söyleyip: "On kişiye izin ver buyurdu." Onlara izin verildi. Onlar doyuncaya kadar yediler, sonra dışarı çıktılar. Efendimiz: "Haydi on kişiye da­ha izin ver de sofraya gelsinler." buyurdu. Onlar da doyun­caya kadar yediler. Böylece oradakilerin hepsi yiyip doyundu. Bunlar yetmiş ya da seksen kişiydiler.[46]

Bu olayın aynen bir benzeri de Hendek gazvesinde Cabir (r.a)'m hadisi olarak geçmektedir.[47]

 

Gökten Tabağın Doldurulması Mucizesi

 

Süleyman et-Teymî de Ebu'l Alâ aracılığıyla Semüre b. Cündüb (r.a)'dan şöyle anlatır: -Rasûîullah (s.a.v) e içinde yemek bulunan bir tabak getirilmişti. Kuşluk vaktinden tâ öğle oluncaya kadar insanlar, bir kısmı sofradan kalkıp diğe­ri oturarak art arda ondan yediler.

Bunu dinleyenlerden birisi Semûra (r.a) a: "Tabağa yemek bittikçe dolduruluyor muydu?" diye sordu. Semura da: "Sen hangi şeyden dolayı hayrete düşüyorsun? Tabak sadece tâ şuradan dolduruluyordu." diyerek gökyüzüne işaret etti.

Bu sahih bir hadistir.[48]

 

Efendimiz'in Selman'a Diktiği Hurmada Görülen Mucize

 

Zeyd b. el-Hubâb; Hüseyin b. Vâkıd, Abdullah b. Büreyde aracılığıyla babası Büreyde'nin şöyle dediğini anlatıyor:

-Selmân (r.a) (İslama girmek için geldiğinde) Nebî'ye (s.a.v) bir hediye getirmişti. Peygamberimiz ona: "Sen kime ait (bir köle)sin?"diye sordu. O da: "Falan topluluğun." dedi. Efen­dimiz: "Öyleyse onlardan kendini bir bedel karşılığı hürriye­tini vermeleri için bir sözleşme yapmalarını iste." buyurdu. Selman der ki: "Bana şu şu şeyleri ve şu kadar kendilerine hurma dikivermem karşılığında sözleşmemi yaptılar. Selman hurmalar yetişip meyve verinceye kadar onlara bakmakla da yükümlüydü."

Peygamber (s.a.v) Sehnan'ın çalıştığı bahçeye gidip bizzat bütün hurmaları eliyle dikti. Sadece bir tanesini Ömer ek­mişti. İşte Ömer'in diktiği bu hurma hariç diğerleri aynı se­nesinde hurma vermişti. Peygamberimiz (s.a.v): "(Bu meyva vermeyen hurmayı) kim dikti?" buyurdu. "Ömer" dediler. Rasûl-u Ekrem onu da yeniden dikti ve o da aynı yılında hur­ma verdi.

Bu hadisin ravîleri, sika kimselerdir.[49]

 

Katade'nin Gözüne Şifa Duası

 

(Zehebî der ki) Bize İbni Ebî Ömer ile İbni Ebî'l Hayr yazdırarak,

Muhammed b. Ahmed ile bir grup şeyh- Fatıma bn. Abdullah b. el-Fadl. babası el Fadl, babası Âsim b. Ömer; babası Ömer aracılığıyla dedesi Katâde b. Nu'man (r.a)'m şöy­le dediğini haber verdi:

-Rasûlullah'a bir yay hediye edilmişti: Uhud harbi günü onu bana hediye etmişti. O gün Efendimizin önünde bu yayla uçları parçalanmcaya kadar düşmana ok atmıştım. Yerimden ayrılmadan Rasûlullah (s.a.v)'in yüzüne siper olmaya devam ederken yüzüme bir ok isabet etti. Her ne vakit Peygamber' in yüzüne doğru bir ok yönelse mübarek yüzünü korumak için başımı oka doğru çeviriyordum. En son atılan ok gözüme isabet edip gözümü yerinden çıkarıp yanağıma sarktı ve bir­leştiği yerden ayrıldı. Gözümü avcumla tutarak onu Rasûlul­lah'a götürdüm. Efendimiz (s.a.v) onu avcumun içinde görün­ce gözlerinden yaşlar boşandı ve:

"Allah'ım! Katade şüphesiz senin peyğamberiyin yüzüne kendi yüzünü feda etmiştir. Allah'ım! Şu yaralı gözünü Kata-de'nin en güzel ve en iyi gören gözü yap." buyurdu da bu en keskin gören gözü oldu. Bu garip bir hadistir ki, bir başka yolla da rivayet edilir. Biz onu da yerinde rivayet ettik.[50]

 

Ebu Hüreyre'nin Azık Kabındaki Hurmasına Duası

 

Hammâd b. Zeyd anlatıyor: Bize EbûBekr'e ailesinin azat­lısı Muhacir Ebu'l Âliye aracılığıyla Ebû Hüreyre (r.a)'dan şöyle dediğini anlattı:

-Rasûlullah (s.a.v)'e birkaç hurma getirip: "Benim için şu hurmalarda bereket olması için duâ ediver." dedim. Hurmaları avcuna aldı, sonra onlara bereket olmasına duâ etti. Ardın­dan:

"Şimdi bunları al ve bir kaba koy. Onlardan almak istediğin zaman elini kabın içine sokarak al. Sakın onları (yere dö­kerek) dağıtma." buyurdu. Ben bu hurmadan ölçek ölçek Allah yolunda dağıttım. Onu yer, doyunurduk. Bu kap benim belim­de sarılı olup hiç kopmamıştı. Nihayet Hz. Osman şehit edilin­ce bu bağ koptu.

Hadisi Tirmizî nakledip: "Hasen ve gariptir." der.[51]

El Haffâr'in "Cüz'"ünde Ebû Hüreyre yolu ile yapılan ri­vayette: "Ben o hurmadan elli vesak Allah yoluna çıkarıp ver­dim. O benim bineğimin semerinde asılı dururdu. Hz Osman zamanında düşüp kayboldu.[52] şeklinde geçer.

Bu haberin yine ayrı bir tarîki varsa da hadis gariptir.[53]

 

Efendimizin Duasıyla Ni'metlerin Bereketlenmesi

 

Ma'kıl b. Ubeydillah. Ebûz Zübeyr aracılığıyla Cabir'in (r.a) şöyle dediğini anlatıyor: Adamın birisi yiyecek istemek üzere Nebi (s.a.v)'e geldi. Peygamberimiz de ona yarım vesak arpa verdi. Bu adam, karısı ve evlerine gelen misafirleri bu arpayı tartmcaya kadar (tartıp bereketi kaçana kadar) uzun bir süre yediler. Bereketi kaçınca adam durumu anlatmak için Peygamber Efendimiz'e gelmişti. Efendimiz:

"Onu tartmamış olsaydı, ondan yemeye devam edecekti­niz ve kesinlikle sizin ihtiyacınızı karşılayacak şekilde azal­madan duracaktı." Buyurdu.[54]

Ümmü Mâlik bir deri tulum içinde Peygamber (s.a.v)'e sade yağ hediye ederdi. Oğulları gelip katık isterlerdi. Ken­dilerinde katık namına hiç bir şey bulunmazdı. Ümmü Mâlik kalkıp içinde Rasül-ü Ekrem'e yağ gönderdiği tulumuna gel­di. İçinde yağ dolu olarak onu buldu. Bu tulumu sikine aya ka­dar bu yağ evinin katığı olmaya devam etti. Sıkıp da yağın be­reketi tükenince Rasûlullah (s.a.v)'e geldi (durumu bildirdi). Rasûlullah (s.a.v) de:

"Sen onu kendi haline bırakıverseydin hâla mevcut ola­caktı" buyurdu.[55]

 

Azık Artıklarının Bereketlenmesi

 

Talha b. Müsarrıf. Ebû Salih aracılığıyla Ebû Hüreyre' nin(r.a) şöyle dediğini anlatır: Bir yolculukta Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. Topluluğun azığı tükenmişti. Hatta bir kısmı bineklerini bile kesmek istemişti. Bunun üzerine 0-mer (r.a): "Yâ Rasûlullah! Azıklarda kalmış bulunan son par­çaları toplayıp da bunların Üzerine (bereketlensin diye) Al­lah'a dua ediversen olmaz mı? diye sordu. Peygamber de öyle yaptı. Yanında buğday olan buğdayını, hurma olan da hurma­sını getirdi. Hz Rasûlullah da dua etti. Nihayet bu parçalar bereketlendi de Ashab'm hepsi azık kaplarını doldurdular. O zaman Peygamberimiz:

"Eşhedu illâilâhe illallah! Ve ennî Rasûlullah. Bu iki keli­mede asla şüphe etmeden bir kul bu şahadet kelimelerinin ikrarıyla Allah'a kavuşursa kesinlikle cennete gider" buyurdu.[56]

Hadisi Müslim Sahihinde rivayet etmiştir. Bu haberin bir benzerini de bundan daha uzun bir şekilde tfuttalib b. Abdillah b. Hantab, Abdurrahman b. Ebî Amr el-Ensarî aracılığıyla babası Ebû Amr'dan naklediyor. Bu rivay­ette şu ziyade vardır: Orduda bulunanlardan kabını doldur­mayan hiç bir kimse kalmadı. Buna rağmen bir o kadarı da geri kaldı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) azı dişleri görü­necek kadar gülümseyip: "Ben Allah'tan başka ilah olmadığı­na, ve kesinlikle benim Allah Rasûlu Muhammed olduğuma şahadet ediyorum. Mü'min kul bu iki şahadet kelimeleriyle Allah'a kavuşmaya görsün, mutlaka ateşe karşı korunulur." buyurdu.

Bu hadisi Evzai, Muttalib'ten rivayet etmiştir.[57]

 

Tuluktaki Suyun Bereketlenmesi

 

Selm b. Zerîn anlatıyor: Ebû Raca el- Utaridî'yi şöyle derken duydum: Bize İmran b. Husayn anlattı ki; Onlar Nebi (s.a.v) ile bir yolculuktaymışlar. Bütün gece yol alıp sabaha doğru gecenin son vakti istirahat etmek için konaklamışlar. Gözleri kendilerine baskın gelip Güneş çavıncaya[58] kadar uyarlamamışlar. İlk uyanan Ebû Bekir olmuş, Ömer de ondan sonra uyanmış. Efendimiz (s.a.v) uyuduğu zaman biz onu uyandırmaya cesaret edemezdik. Ebû Bekir Nebi (s.a.v)'i uyan­dırana kadar tekbire devam etmiş. Nebi (s.a.v) Güneş doğmuş olarak uyandığında: "Haydin yola!" buyurdu. Güneş iyice ağa-rıncaya kadar bizi yürüttü. Konaklayıp bize namaz kıldırdı. Adamın birisi ayrılıp namaz kılardı. Efendimiz namazı biti­rince ona:

"Ey falan! Bizimle beraber namaz kılmaktan seni alakoyan ne idi?" buyurdu. Adam da: "Bana cünüpluk isabet etti (hamamcı oldum)." dedi. Efendimiz ona temiz toprakla teyem­müm etmesini sonra namaz kılmasını emretti.

Rasûlullah (s.a.v) beni su aramam için önündeki gruba katmıştı. Çok müthiş şekilde susamıştık. Biz bu halde yürüyorken bir de ne görelim; iki iri su tuluğu arasında ayaklarını devesinden aşağıya salmış bir kadın! Ona: "Su nerede?"dedik. "Heyhat çok uzakta. Size su yok" dedi. Biz: "Senin ailen ile suyun arası ne kadarlık mesafe?" dedik. "Bir gün bir gecelik yol" dedi. Biz: "Haydi, Rasülullah'ın yanına yürü!" dedik. "Ra­sûlullah da ne?" dedi. Biz kadını kendi haline bırakmadık. Rasûlullah bizi onunla beraber karşıladı. Kadın bize dedik­lerinin aynısını söyleyip kendisinin yetimleri olan birisi ol­duğunu Nebi (s.a.v)'e anlattı. Efendimiz devenin çöktürülme-sini emretti de deve ıhtırıldı, ve kadının su tuluklarının üst­teki ağızlarına su püskürttü. Biz kırk susuz kişi suya kanm-caya kadar içip yanımızdaki matara ve kapları da doldurduk. Cünüb olan arkadaşımıza yıkanması için su verdik. (Ama hayvanlarımızı sulamadık). Su tuluğu halâ sudan çatlayacak halde doluydu.

Sonra Efendimiz bize: "Haydi yanınızda bulunan şeyleri getirin" buyurdu. Biz de yanımızdaki ekmek kırıntılarıyla hurmaları getirdik. Efendimiz bunları bir torbaya koyup ka­dına; "Haydi şimdi git ve bunları ailene yedir. Ve bil ki, biz senin suyunu asla azaltmadık." buyurdu.

Kadın ailesinin yanına varınca: "Ben insanların en sihir­bazına gittim. Veya o kendilerinin de iddia ettiği gibi peygam­berdi." dedi. Allah (c.c) bu kadının vesilesiyle bu obadaki top­luluğa hidayet nasib etti ve kadın da, o toplulukla beraber Müslüman oldu.

Bu hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmişler.[59]

Hammad b. Selem ve diğerleri[60] Sabit, Abdullah b. Rabah aracılığıyla Ebû Katâde (r.a)'ın şöyle dediğini anlatır:

- (Biz Rasûlullah (s.a.v) ile bir yolculukta idik.) Rasûlul­lah bize hitap ederek: "Siz bu yatsı ve gecenizi yürüyerek suya inşaallah yarın varabileceksiniz." buyurdu. İnsanlar bir­biriyle ilgilenmeden hızla suya ulaşabilmek için yola düştü­ler.

Ebû Katâde devamla der ki: Rasûlullah bu şekilde yürü­meye devam ederken nihayet gece yarısı olmuştu ve ben yanıbaşmdaydım. Bir ara Rasûlullah uyukladı ve bineğinden eğil­di, ben hemen gelip onu uyandırmadan altından destek olup bineği üzerine doğrulmasını sağladım. Rasûlullah yoluna de­vam etti ve gecenin çoğu geçmişti ki, Rasûlullah yine bine­ğinden eğildi. Ben yine onu uyandırmadan destek verip bineği üzerine doğrulmasını sağladım. Sonra Rasûlullah yoluna de­vam edip seher vaktinin sonuna doğru yine bineğinden eğildi. Bu önceki iki eğilişinden daha fazla olmuştu. Neredeyse düş eyazmişti. Hemen yanma gelip düşmesin diye altına destek oldum. Efendimiz başını kaldırıp: "Bu da kim?" diye sordu. "Ebû Katâde'yim" dedim. "Benimle ne zamandan beri yürü­yorsun?" buyurdu. "Geceden beri durmadan yürüyorum" de­dim.

"Peygamberini koruduğun için Allah da seni korusun." buyurdu. "İşte bir süvari" dedim. Sonra da: "İşte bir başka süvarî daha" diye söylerken toplanıp yedi süvari olduk. (Ra­sûlullah, artık konaklasak buyurup) yoldan ayrıldı. (Bir ağa­ca gelip) Başmı yasladı ve: "Namazımızı geçirtmeyin." buyurdu. (Bizi ancak Güneşin harareti uyandırdı.) İlk uyanan Rasû-lullah olmuştu ve Güneş arkasmdaydı. Biz feryat ederek uyandık. Efendimiz "binin" emrini verdi. Biz de hayvanlara binip yola devam ettik. Güneş ufukta yükselince inip konak­ladı, sonra da beraberimde içinde su bulunan bir ibriği istedi. Hafifçe (az su kullanarak) bir abdest aldı. İçinde azıcık bir su kalmıştı. Sonra bana: "Şu ibriğini bizim için muhafaza et. Zi­ra onun yakında bir haberi duyulacak." buyurdu.

Sonra Bilal sabah namazı için ezan okudu. Efendimiz (sa­bah farzından önce) iki rek'at namaz kıldı. Sonra sabahın far­zını kıldı. Sonra da kuşluk namazını kılıp her gün yaptığı vir­dini yaptı. Sonra Allah Rasûlü hayvanına bindi, biz de bindik. İnsanlardan biri diğeriyle fısıldaşmaya başlayarak: "Bu sa­bah namazını geçirmekle yaptığımız tefritin (hakkını kesme­nin) keffâretine?"dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v):

"Sizin için lazım olan en güzel örnekler bende mevcut de­ğil mi? (Siz neler söylüyorsunuz. Eğer bir şey sizin dünya iş lerinizden ise başınızın çaresine bakın, yok eğer dini mesele­niz ise onun halli bana aittir. Bunun üzerine "Biz namazımızı geçirip keffaretini vermedik." deyince Efendimiz şöyle buyur­du:) Ama uykuya gelince onda tefrit (kaçırmış sayılmak) ola­maz. Tefrit ancak (uyanıkken) "namazını öteki namazın gire­ne kadar geciktiren kimse üzerine olur. Artık kim böyle bir duruma düşerse uyandığında derhal bu namazı kılsın. Eğer uyandığında kuşluk olmuşsa onu o vakit kılsın." Sonra Rasûlullah buyurdu ki:

-«İnsanlara Hüsnü Zan'da bulunun.» buyurdu. Biz de, "Yâ Rasûlallah! Sen dün «Eğer suya ulaşamazsanız çok susay-acaksınız» buyurmuştun, dedik. Sabah olduğunda insanlar peygamberini kaybetmiş bulunuyorlardı. Topluluktan birisi: "Rasûlüllah suyun başına varmış olsa gerek." dedi. Toplum da Ebû Bekir ile Ömer de vardı. Ebû Bekir ile Ömer onlara: "Pe­ygamber henüz sizden geri kaldı, sizi bırakıp da (suya doğru) geçip gitmiş değildir." diyor, insanlar da; Rasûlüllah mutlaka önümüzde (su başındadır) diyorlardı... Eğer Ebû Bekir ve Ömer'e itaat etseler doğru yolu bulacaklardı." diye üç kere tek­rarladı.

Ebû Katade devamla der ki: Gün uzayıp dağ taş ısındığın­da insanların yanına varmıştık. Onlar: "Yâ Rasûlüllah! Yan­dık; mahvolduk" diyorlardı. Efendimiz de: "Size mahvolmak yok, bana küçük bardağımı getirin." diyerek abdest ibriğim da istedi. Rasûlüllah (s.a.v) bardağa boşaltıyor, Ebû Katade insanları suluyordu. İnsanlar ıbrıktaki suyu görür görmez birbirinin üzerine çullanarak suya hücum ettiler. Bunun üze­rine Rasûlüllah (s.a.v): "Ahlakınızı güzelleştirin, hepiniz suya kanacaksınız." buyurdu. Onlar da Öyle yaptılar. Rasûlul-lah döküyor, ben dağıtıyordum. Nihayet ben ve Rasûlüllah (s.a.v) den başka kimse kalmadı. Sonra Rasûlüllah suyu bar­dağa döküp "iç" buyurdu. "Sen içmeden içmeyeceğim yâ Ra­sûlüllah" dedim. Bunun üzerine:

"Topluluğun sâkîsi suyu en son içendir." buyurdu. Ben de suyu içtim. Rasûlüllah (s.a.v) de içti. İnsanlar pınarın başına suya kanmış olarak geldiler. (Hâla ıbrıkta eskisi kadar su vardı. Onlar üç yüz kişiydi.)

Abdullah b. Rabah der ki: Ben bu hadisi büyük camide an-latıyorken bir de beni İmran b. Husayn (r.a) duymuş da bana: Ey genç! Nasıl naklettiğine iyi dikkat et. Zîra o geceki kervan­dan birisi de bendim, dedi. Ben de: Öyleyse sen bu hadisi en iyi bilen birisi olmalısın, dedim. Bana: "Sen kimlerdensin?" diye sordu. Ben de "Ensardan" deyince: "Öyleyse hadisi an­latmaya devam et. Siz kendi hadisinizi iyi bilirsiniz." dedi. Ben de bu haberi oradaki topluluğa anlattım. Bunun üzerine İmran (r.a):

- Ben o geceki yürüyüşte bulunmuştum. Ama hadiseyi se­nin gibi tam olarak ezberleyen birisi olabileceği aklıma gel­memişti, dedi.

Bu hadisi Bekr b. Abdillah el-Müzenî de Abdullah b. Ra-bah'dan nakleder. Bu haberi Müslim rivayet ediyor.[61]

 

Efendimizin Yağmur Duası Yapması

 

Evzaî der ki: Bana İshak b. Abdillah b. Ebî Talha, Enes'in (r.a) kendisine şunları anlattığını nakletti:

Rasûlullah (s.a.v) zamanında insanlara kıtlık isabet et­mişti. Rasûlullah (s.a.v) (cuma günü) hutbe üzerinde iken kendisine (Hz Ömeri'in evi olan Darül-kaza denen eve bakan kapıdan) bir bedevi geldi ve; Yâ Rasûlullah! Mallar mahvoldu, (yollar kesildi) çoluk çocuk aç kaldı. Allah'a, bize yağmur vermesi için dua et, dedi. Bunun üzerine Efendimiz ellerini kaldırdı, (ve Allah'ım! Bizi yağmurla sula, Allah'ım bizi yağ­murla sula, Allah'ım bizi yağmurla sula!, diye dua etti) Ha­yır! Vallahi biz gökyüzünde ne bulut, ne de bulutçuk gö­rüyorduk. (Medine'deki) Sel'a dağı ile aramızda ne ev, ne bark vardı (ki yağmur bulutunu görmeye mani yoktu). Nefsim elinde olan zata yemin olsun ki, henüz ellerini duadan indir-memiştik, birden (kalkan biçiminde bir bulut Sel'a dağının ardından çıkarak) dağlar gibi kat kat olarak yükseldi. (Göky­üzünün ortasına gelince yayıldı.) Efendimiz daha mimberden inmeden yağmurun sakalından damladığını gördüm. O gün ertesi gün, daha ertesi gün, hatta diğer cumaya kadar yağdı. (Vallahi bir hafta Güneşi hiç görmedik.) Ertesi cum'a yine o kapıdan bu Bedevi ya da başka birisi içeri girdi. (Rasûlullah yine hutbe okuyordu. Adam ayak üzeri Efendimiz'e dönüp: "Yâ Rasûlullah! Binalar göçtü, çoluk çocuk aç kaldı (Mallar mahvoldu, yollar bozuldu). Bize dua et de Allah yağmuru kes­sin." dedi. Rasûlullah (s.a.v) ellerini kaldırdı:

"Allahım üzerimize değil çevremize, tepelere, belenlere, vadi özlerine ağaç biten yerlere yağdır* buyurdu. Elleriyle buluttan işaret ettiği yerler derhal açıldı. Hatta bulutlar Me­dine üzerinden tıpkı bir çember gibi açılıp (yağmur kesildi). Küba vadisi bir ay dere olup aktı. (Biz mescitten çıkıp Güneş altında yürüdük). Civardan gelen herkes bu müthiş yağmuru anlatıyordu.[62] Hadisi Buharı ve Müslim naklediyor.

Bu hadisi Sabit ile Abdü'lazîz b. Suheyb ve diğerleri de Enes (r.a)'dan rivayet etmişlerdir.[63]

 

Efendimiz’in Köre Dua Etmesi

 

Osman b. Ömer ile Ravh b. Ubâde anlatıyorlar. Bize Şu'be, Ebû Ga'fer el Hıtamî'den nakletti ki, o Umâre b. Huzeyme b. Sabit'i Osman b. Huneyf'ten şöyle derken işitmiş:

-Gözü kapanmış birisi.Nebî (s.a.v) e geldi ve: "Bana afiyet vermesi için Allah'a dua ediver." dedi. Efendimiz (s.a.v) de ona:

Bu hadisin iki ayrı tankını birbiri içine parantezle tamamlayarak terceme eltim. Müslim'deki Evzaî rivayeti daha kısa iken Şerîk'in metni daha uzun­du. Onu tercih ettim.

"Dilersen bu duayı tehir (edersin) edeyim.[64] (Ahirette se-vab yönünden) bu senin için daha hayırlı olur. Yok, dilersen Sana şifa vermesi için Allah'a dua edivereyim." buyurdu. Adam da: "Bana dua ediver." dedi. Efendimiz (s.a.v) adama gü­relce abdest alıp iki rek'at namaz kılmasını ve şu duayı yapmasını emretti:

"Allah'ım! Ben, rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed vesilesiyle senden dilekte bulunur ve sana yönelirim. Yâ Muhammedi Ben şu ihtiyacımı giderme hususunda Rabbi-me senin ile yönetiyorum. Benim ihtiyacımı gör. (İhtiyacım görülsün diye senin ile yöneliyorum.) Allah'ım! Benim hak­kımda onun şefaatini kabul et. Benim nefsim hususunda beni şefaatçi kıl! [65]

Beyhakî der ki: Bu hadisi Hammad b. Seleme de Ebû Ca" fer el-Hatmî'den rivayet etmiştir.[66]

Ahmed b. Şebîb b. Saîd el Habatî anlatıyor: Bana babam, Ravh b. el Kasım, Ebû Ca'fer el-Medînî el Hatmi, Ebû Ümâme b. Sehl b, Huneyf isnadıyla anlattı ki, amcası Osman b. Hune-yf şöyle demiş:

-Kör bir adam gelip gözünün kapanmasını şikayet etti­ğinde bu adama Rasûlullah'm (s.a.v) şöyle dediğini işittim:

"Bir ibrik getir ve abdest al. Ardından iki rek'at namaz kıl, sonra da: "Allah'ım! Peygamberin olan rahmet peygambe­ri Muhammed ile sana yönelir ve senden dilekte bulunurum. Yâ Muhammed! Ben senin ile Rabbi'me gözüm açılsın diye yöneliyorum. Allah'ım! Onun benim hakkımdaki şefaatini kabul et, kendim hakkımda kendimi şefaatçi kıl."

Osman b. Huneyf der ki: Vallahi daha biz yerimizden ne ayrılmış ne de laf uzamıştı. Bir de baktık ki adam sanki hiç bir şey olmamış gibi içeri girdi.

Bu hadisi Ya’kub el Fesevî ve diğerleri Ahmed b. Şebîb'den rivayet ederler.[67]

 

Saç Ve Sakalın Siyah Kalmasına Dua Etmesi

 

Abdürrezzak anlatıyor: Bize Mamer, Katâde'nin şöyle de­diğini haber verdi: "Yahudi'nin birisi Peygamber'e (a.s) süt sağıp getirmişti. Peygamber (s.a.v) bunun üzerine:

«Allah'ım! Onu güzelleştir.» diye dua etti. O adamın saçları simsiyah olup hatta şundan, şundan daha da kara oldu.[68]

Bu haberin bir benzeri de Sümâme aracılığıyla Enes'ten (r.a) naklediliyor. Bu rivayette: "Onun sakalı ağardıktan son­ra simsiyah olmuştu" ilavesi var.[69]

 

Ebu Katade'ye Bastonun Aydınlatması

 

Saîd b. Ebi Meryem anlatıyor: Bize Muhammed b. Ca'fer b. Ebî Desir haber verdi ki, kendisine Sa'd b. İshak b. Ka'b b. Ucre, Asım b. Ömer b. Katade aracılığıyla dedesi Katade b. Nu'man'm şöyle dediğini haber vermiş: "Müthiş karanlık ve yağmurlu bir gece idi. Kendi kendime «şu yatsıyı Peygamber (s.a.v) ile birlikte geçirmiş olsam şahane bir fırsatı değerlen­dirmiş olurum.» deyip, öyle de yaptım. Efendimiz namazdan geri dönünce beni gördü. Beraberinde yürürken dayandığı bir asa vardı. Bana: «Yâ Katade! Bu saatte niye evinden çıktın?» buyurdu. Ben: «Seninle birlikte namazda bulunma fırsatını elde etmek için» dedim. Bana asayı vererek:

«Şüphesiz şeytan aileyin içinde senin yerine geçmiş du­rumda. Şu bastonu götür ve ondan yardımlan. Evine geldiğin­de şeytanı eviyin köşesinde bulacaksın. Ona bu bastonla vur.» buyurdu. Hemen mescitten çıktım. Baston birden nmm gibi etrafına ışık vermeye başladı. Ben onun ışığından yararlana­rak evime geldim ki, hepsi uykudaydılar. Evin köşesine ba­kınca orada bir kirpi durduğunu gördüm. Ona bu bastonla çı­kıp kaçana kadar vurdum.[70]

Bu rivayette, Asım'm dedesinden yaptığı rivayet "Mutte-sıl" bir isnad olamaz (zira dedesini görmemiştir): Ancak bu haber iki ayrı yoldan, Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet edilmiştir. Ebû Saîd hadisi gerçekten kavı bir hadistir.[71]

 

Güzellik İçin Dua Etmesi

 

Harami b. imâra der ki: Bize Azra b. Sabit, Alb^ b Ah-mer isnadıylaEbû Zeyd el Ensarî'den (r.a) şöyle naklçder:

-Rasulullah (s.a.v) bana: "Bana yaklaş," buyurup elleriyle başımı ve sakalımı sıvazladı, sonra da:

"Allah'ım! Onu güzelleştir ve güzelliğini devamlı kıl." buyurdu. Albâ' der ki: Bu Ebû Zeyd yüz küsur yaşıma gelmiş ti sakalında ancak bir kaç beyaz tüy vardı. Ölünceye kadar yüzü kırişıklanıp çekilmeden dümdüz kalmıştı.

Beyhakî der ki: Bu sahih ve mevsûl bir senettir. Bu Ebû Zeyd, Amr b. Ahtab'tır.[72]

Ali b. Hasen b. Şakîk, Hüseyin b. Vakıd, Ebû Nehîk el Ezdî (Ebû Zeyd denen) Amr b. Ahtab isnadiyla Amr'dan şöyle nakleder:

Nebî (s.a.v) içecek bir şey istemişti. İçinde su bulunan bir kabı ona getirdim. Kabın içinde tüy vardı. Onu çekip sonra Efendimize uzattım. Bunun üzerine: «Allah'ım! Onu güzelleş tir.» diye dua etti. Onu doksan üc yaşında iken gördüm. Saç ve sakalında hiç beyaz tüy yoktu.[73]

Mu'temir b. Süleyman anlatıyor: Bana babam, Ebu'l Alâ' mn şöyle dediğini anlattı: Ben sanıyorum vefat ettiği hastalı­ğı esnasında Katâde b. Milhan'm yanında idim. O sırada evin arka tarafından bir adam girdi. Ben bu adamı Katâde'nin yüzünde aynadaki gibi görmüştüm. Rasulullah (s.a.v) Katâ­de'nin yüzünü meshetmişti. Ben onu her gördüğümde sanki yüzüne krem sürülmüş gibi parlar halde görürdüm.

Bu haberi Âsim ve Yahya b. Maîn de Mu'temir'den naklederler.[74]

 

Yalancıya Beddua Etmesi

 

İkrime b. Ammâr, İyas b. Seleme b. el-Ekva*, babası Sele-me'nin şöyle dediğini anlatır:

Adamın birisi Efendimiz'in (s.a.v) huzurunda sol eliyle yedi. Efendimiz ona:

«Sağınla ye!» buyurdu. Adam da: "Sağımla yiye­miyorum." diye (yalan) söyleyince Efendimiz de: "Yemeye gü­cün yetmesin." buyurdu. Adam bunu kibrinden söylemişti. (Bundan sonra bu adam bir daha elini ağzına kaldıramadı.)

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[75]

 

Yahudi Sorularına, Cevaplarında Görü­len Mucizeler

 

Humeyd, Enes'in (r.a) şöyle anlattığını naklediyor: -Peygamber Efendimiz'in Medine'ye ilk geldiği günlerde, Abdullah b. Selâm, Rasûlü Ekrem'e gelerek: "Ben sana ceva­bını ancak peygamberlerin bilebileceği üç soru soracağım; 1-Kıyamet'in ilk alameti nedir? 2-Cennet halkının ilk yiyece­ği yemek nedir? 3-Çocuk nasıl babasına ve annesine çeker (benzer)?" dedi. Efendimiz: "Cebrail onları az önce bana ha­ber verdi" buyurunca Abdullah b. Selam: "İşte bu Melekler ara­sında Yahudilerin düşmanıdır." dedi. Efendimiz şöyle buyur­du: 

"Kıyametin ilk alametine gelince; bu, onları doğudan ba­tıya süren bir ateşin çıkmasıdır. Cennet halkının yiyeceği ilk yemek balık ciğeri (havyarı) olacaktır. Çocuğun çekmesine gelince: Erkeğin menisi kadmınkinin önüne geçerse çocuk babaya çeker. Kadının menisi öne geçerse anaya çeker."

«Bunu duyan İbni Selâm Müslüman oldu ve: "Eşhedü el-Lâ-ilahe illallah, ve eşhedü enneke Rasûlüllah" dedi. İbni Selam devamla: "Ya Rasûlallah! Yahudiler iftiracı bir toplumdur. Sen benim nasıl biri olduğum hakkında onlara soru sorma­dan önce benim Müslüman olduğumu bilecek olurlarsa, senin yanında bana iftira atarlar." dedi. Efendimiz'in daveti ile Yahudiler geldiler. Efendimiz onlara: "Aranızda Abdullah b. Selam nasıl bir adamdır ?" diye sordu. Onlar da: "O bizim ilim deryamız, deryamızın oğlu, efendimizin oğlu olan efendimiz, âlimimizin oğlu olan âlimimizdir." dediler. Efendimiz de:

-Abdullah İslam'a girmiş olsa ne derdiniz? buyurunca, "Allah onu böyle bir şeyden korusun" dediler. Abdullah da saklandığı yerden çıkıp "Eşhedü ellâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah" dedi. Bunun üzerine Yahudi­ler: "Bu herif bizim en alçağımızın oğlu, alçak," diyerek onu kötülediler. İbni Selam da: "İşte benim korkum bu idi." de­di.[76]

Bu hadisi Buharı rivayet ediyor.[77]

Yûnus b. Bükeyr, Ebû Ma'şar el-Medenî aracılığıyla "mürsel" olarak buna benzer bir haberi nakleder. Orada şu ilave­ler vardır: Çocuğun çekmesine gelince, hangisinin menisi rahime önce inerse çocuk ona çeker.[78]

Muaviye b. Sellâm, Zeyd b. Sellâm, Ebû Sellâm, Ebû Es­ma er Rahabî isnadıyla anlatır ki: Sevban (r.a.) şunu anlat­mış:

-Rasûlüllah (s.a.v) in yanında duruyordum. Bir Yahudî âli­mi geldi ve: "Esselâm'ü aleyke yâMuhammed!" dedi. Ben heri­fi Öyle bir ittim ki düşeyazdı ve bana: "Niçin beni itiyorsun?" dedi. "Yâ Rasûlallah diyemezmiydin." dedim. "Ben onu kendi ailesinin söylediği ad ile çağırdım." dedi. Bunun üzerine Rasû­lüllah (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Ailemin bana verdiği isim gerçekten Muhammeddir." Yahudi şöyle sordu:

"Yer yüzü başka bir yeryüzüne değiştiği zaman insanlar nerede olacaktır?" Efendimiz;

"Sırat köprüsü önündeki karanlık içinde olacaklar." bu­yurdu. Yahudi: Köprüyü ilk geçme müsaadesi alanlar kimler­dir?" diye sorunca Nebi (s.a.v):

"Muhacirlerin fakirleri" buyurdu. "Cennete ilk girdikleri zamanki hediyeleri ne olacak?" deyince, Efendimiz:

"Balık ciğerinin uzantısı (havyarı)" buyurdu. Yahudi; "Ya onu takiben gıdaları ne olacak?, dedi. Efendimiz:

Onlara  cennet  çevresinde  beslenen  sığırlar  kesilecek, buyurdu. Yahudi:

Ya yemek üstüne ne içecekler?, deyince Efendimiz:

"Selsebil adı verilen pınardan" buyurdu. Yahudi: "Doğru söyledin." diyerek: "Ben sana yeryüzündekilerden ancak bir peygamberin, ya da bir iki kişinin bilebileceği bir şeyi sor­maya geldim." sözünü ekledi. Efendimiz:

-Ben bunları anlatırsam sana yararı olur mu ? buyurdu.

Yahudi, ben bu anlattıklarını iki kulağımla dinleyeceğim, dedi.

-Efendimiz: "Sor" buyurunca: "Sana çocuk (nasıl teşek­kül eder) konusunu sormaya geldim" dedi. Nebi (s.a.v) de:

"Erkeğin menisi beyaz, kadının menisi sarıdır. Kadınla erkek birleştikleri zaman erkeğin menisi kadınmkine galib gelirse Allah'ın izniyle çocuk erkek olur, kadının menisi er­keğin menisine galib gelirse Allah'ın izniyle çocuk kız olur." buyurdu. Yahudi de: "Doğru söyledin, sen hakikaten peygam­bersin" deyip sonra geri döndü. Bunun üzerine Efendimiz:

"Bu adam bana benden sormak istediği şeyleri sordu. Ben ise bunları Allah bana bildirinceye kadar hiç bilmiyordum." buyurdu.

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[79]

Abdü'l Hamîd b. Behram'm nakline göre Şehr'e (b. Havşeb), İbni Abbas (r.a) şöyle anlatmış:

Bir gün Efendimiz'in huzuruna yahudi bir topluluk geldi, ve: "Biz ancak peygamberin bilebileceği bir şeyi sana soraca­ğız, bize bu ihtiyaçlardan bahset." dedi. Peygamber (s.a.v) de: "Dilediğinizi sorun! Lakin bana Allah'ın zimmetini ve Ya'kub Peygamberin oğullarından aldığı taahhüdü getirin, eğer ben, sizin bildiğiniz bir şeyi size bahsedersem, İslam Üzere bana bîat edecek misiniz?" buyurdu. Yahudiler de: -Tamam, böyle olsun, dediler. Efendimizde: -Öyleyse dilediğinizi sorun! buyurdu. Dediler ki: -Biz sana muhtaç olduğumuz dört şey soracağız. Bunları bize haber ver. 1-İsrail Peygamberin Tevrat indirilmeden ön­ce kendine haram ettiği yemek ne idi? 2-Bize erkeğin suyun­dan bahset. Nasıl erkek çocuğu çocuk haline gelene kadar bu meniden oluşuyor. 3-Kız çocuğu kız olana kadar nasıl oluş uyor. 4-Melekler arasında senin velî'n kimdir? Bunun üzeri­ne Nebi (s.a.v) yine:

-Eğer ben bunları size anlatırsam mutlaka bana bîat ede­ceğinize dair Allah'a verdiğiniz söz üzerinize borç olmuştur, ne dersiniz? deyince onlar Allah'ın dilediği kadar söz ve ga­ranti verdiler. Efendimiz de şöyle buyurdu:

-Tevratı Musa'ya indiren Allah için size yemin veriyorum. İsrail (lakablı) Ya'kub çok şiddetli bir hastalığa yakalanıp ha­stalığı uzun sürmüş, Ya'kub da: "Allah kendine bu dertten şifa verirse en sevdiği içeceği olan deve sütünü ve en sevdiği yemek olan deve etini kendine haram edeceğini Allah'a nez-retmiş olduğunu biliyor musunuz?"

-"Allah için, evet"dediler. Rasulullah (s.a.v) de: -Allah'ım! Sen de onlara şahid ol!, dedi ve: -Tevratı Musa'ya indirip kendinden başka ilah olmayan Allah adına size yemin veriyorum, erkeğin menisinin koyu beyaz, kadının menisinin sarı sıvı olup, bunlardan hangisi diğerine galip gelirse çocuğun ve benzerliğin Allah'ın izni ile ona ait olduğunu, erkeğin suyu kadının suyuna galip gelince Allah'ın izniyle çocuğun oğlan, kadının suyunun erkeğin suyuna galip gelmesiyle Allah'ın izni ile çocuğun kız olduğu­nu biliyor muydunuz? buyurunca: "Allah için, evet" dediler. Efendimiz (s.a.v) de: "Allah'ım! Şahid olf'buyurdu ve:

-Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah adına size yemin veriyo­rum, siz bu (kendisi) peygamberin gözlerinin uyuyup kalbi­nin uyumadığını biliyor muydunuz? buyurdu. "Allah için, evet." dediler. Efendimiz de: "Allah'ım onlara şahid ol." buyur­du. Onlar da: "Şimdi sen bize meleklerden dostuyun kim oldu­ğunu söyle!" dediler. Efendimiz (s.a.v): "Benim velîm Cebrail-dir. Allah gönderdiği her peygambere kesinlikle onu velî et­miştir." buyurdu. Bunun üzerin e onlar: "İşte bu noktada sen­den ayrılıyoruz. Eğer senin meleklerden dostun Cebrail'den başka birisi olmuş olsaydı, sana elbette bîat edip seni tasdik edecektik." dediler. Efendimiz: "Ne için?" diye sorunca: "Zira meleklerden düşmanımız olan odur." dediler. Bunun üzerine:

«Kim Cebrail'e düşman olursa (bilsin ki) önlerindeki ki­tabı tasdik etmek, mü'minlere bir hidayet ve müjde olmak üzere, Allah'ın izni ile senin kalbine (Kur'anı) indiren odur.» (Bakara 97) ayeti ile «böylece gazab üzerine gazaba uğradılar. Ve kâfirlere pek çetin bir azab vardır» (Bakara 90) ayeti celileleri indi.[80]

Yezîd b. Harun der ki: Bize Şu'be, Amr b. Murra. Abdul­lah b. Seleme isnâdiyla Safvan b. Assâl'ın şöyle dediğini anla­tır: Yahudinin biri arkadaşına: "Hayiİ gidelim de şu peygam­bere soru soralım" dedi. Diğeri de; "Peygamber deme! Zira senin kendisine «peygamber» dediğini duyarsa sevincinden dört gözlü olur." diye karşılık verdi. Beraberce peygambere gi­dip, ona Kur'anda'ki «Biz Musa'ya dokuz açık ayet vermişiz­dir» (İsra 101) ayetinde geçen şeylerin neler olduğunu sordu­lar. Efendimiz de şöyle cevap verdiler:

1- Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayın.

2- Allah'ın haram ettiği canı öldürmeyin.

3- Çalmayın,

4- Zina etmeyin.

5- Sihir yapmayın.

6- Suçsuz kimseyi hükümete yakalattırıp öldürtmeyin.

7- Faiz yemeyin.

8- Harpten kaçmayın.

9- Namuslu ka­dına zina iftirası atmayın. -Şü'be burada şüphe etmiştir- Ey yahudî topluluğu! Cumartesi gününde haddi aşmamak da size aittir."

Bunun üzerine Yahudiler Efendimizin el ve ayaklarını Ö-püp: "Biz senin peygamber olduğunu şahadet ederiz." dediler. Efendimiz (s.a.v) de onlara:

-Peki öyleyse sizin Müslüman olmanıza engel olan ne? buyurdu.

Onlar da: Dâvûd (a.s) zürriyeti içinde daima bir peygam­ber bulunması için Rabb'ine yalvarmıştı. Biz Müslüman olurşak. Yahudi'lerin bizi öldüreceğinden korkuyoruz, dediler.[81]

Affân, Hammad b. Seleme, Ata b. Es-Sâib, Ebû Ubeyde b. Abdillah isnadiyla babası Abdullah b. Mesudun şöyle dediği­ni naklediyor:

-Allah, peygamberini şüphesiz insanları Cennet'e sokmak için (insanlığa) göndermiştir. (Bir gün) Nebi (s.a.v) bir kili­seye girmişti. Orada bir Yahudi vardı. Bu adam Tevrat okuyor­du. Bu herif okurken peygamberin sıfatını anlatan yere gelin­ce durdu. Kilisenin bir köşesinde hasta biri daha vardı. Nebi (s.a.v): "Ne oldu da durdunuz?" diye sordu. Hasta: "Onlar, okurken peygamberin birinin sıfatlarını bahseden bir yere geldiler de, onun için okumayı kestiler." dedi.

Sonra bu hasta sürünerek geldi, tevratı alıp o Yahudi'ye: "Kaldır elini." dedi ve elinin altında gizlediği yeri okudu ve (s.a.v)in sıfatı bulunan yere geldi, ve:

İşte burası senin ve ümmetiyin hakkındadır. Ben Allah­'tan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın elçisi olduğuna şahadet ediyorum, dedi. Sonra da öldü. Bunun üzerine Efen­dimiz:

«Kardeşinize velî olun!» buyurdu.[82]

 

Vabisa'ya Sormadan Cevap Vermesi

 

Yezîd b. Harun der ki: Bize Hammad b. Seleme, Zübeyr Ebû Abdisselâm. Eyyûb b. Abdillah b. Mekrez aracılığıyla Vâ-bisa el-Esedî'nin şöyle dediğini rivayet etti:

-Ben günah ve sevaba dair ne varsa, hepsini sormak üzere Rasûl-ü Ekrem'e geldim. İnsanları atlayıp huzuruna geçmek istedimse de oradakiler bana: "Yâ Vâbisa! Rasûlullah'tan uzak dur." diye ikaz ettiler. Ben de: "Bırakın da ona yaklaşay­ım. Zira ona yaklaşmam bana insanları sevmemden daha iyi­dir." dedim. Efendimiz de:

"Yaklaş yâ Vâbisa, yaklaş!" buyurdu. Dizim dizine dokunacak kadar ona yaklaştım. Efendimiz:

"Yâ Vâbisa! Bana sormaya geldiğin şeyi sana bildireyim mi?" buyurdu. "Evet, yâ Rasu-lullah!" deyince:

«Sen sevap ve günahı sormaya geldin.» buyurdu. Ben: Evet." dedim. Efendimiz ellerinin parmakları­nı biraraya toplayıp göksüme dürterek:

«Yâ Vâbisa! Kalbine danış, aklına (gönlüne) danış. Sevap; Kalbin kendisi ile huzur duyduğu, gönlün tatmin olduğu şeydir. Günah ise; kalpte iz bırakıp gönülde tereddüt yapan şeydir. İnsanlar sana fetva verseler, hüküm verseler bile ...» buyurdu.[83]

İbni Vehb der ki: Bana Muâviye, Ebû AbdillaK Muham-med el-Esedî'yi şöyle derken işittiğini haber verdi:

-Günah ve sevabı sormak üzere Rasulullah'a (s.a.v) gel­dim. Rasul-ü Ekrem bana, daha ben kendisine bir şey sorma­dan:

-Sen bana günah ve sevabı sormaya geldin, değil mi? buyurdu. Ben: "Seni hak ile yollayan zata yemin olsun ki öyle. Ben onları sana sormak için geldim." deyince şöyle buyurdu

"Sevap gönlüyün genişlik duyduğu şey, günah da nefsinde iz bırakan şeydir. İnsanlar sana fetva verseler de (gönlüne danış)" buyurdu.[84]

 

Ebu Ruğal'in Kabrinin Yerini Söylemesi

 

Muhammed b. İshâk ile Ravh b. el Kasım (ayrı bir senet ile) İsmail b. Ümeyye aracılığıyla Büceyr b. Ebî Büceyr'den Abdullah b. Amr'ı şöyle anlatırken duyduğunu naklederler:

-Taife gittiğimizde Rasûlüllah'la (s.a.v) beraberdik. Ora­da bir kabre uğradık. Efendimiz:

«İşte Ebû Ruğal'in kabri burasıdır. O Sakîf kabilesinin babasıdır. Bu herif Semûd (Kur'an'da helakî bildirilen Se-mud) kavminden birisiydi. Allah onun kavmini helak ettiğin-de onu Ka'be'deki makamından da uzaklaştırdı. O, Ka'be'den

çıkıp giderken kavminin başına gelen bela burada da onun basma geldi, ve buraya defnedildi. Bunun delili şudur: Bu he­rif buraya gömülürken beraberinde altından yapılma bir dul ile birlikte gömülmüştür. Eğer şimdi siz onun kabrini kazmış olsanız bunu ele geçirirdiniz.» buyurdu. Biz de hemen kaz­maya başlayıp bu dalı çıkardık.[85]

 

EFENDİMİZ  (S.A.V)’IN KENDİSİNDEN SONRA OLACAK ŞEYLERDEN BİLDİRDİĞİ BAZILARI[86]

 

a) Efendimiz ümmeti ilgilendiren her hususta kıyamete kadar olacakları bildirmiştir.

2 Şuvbe. Adiy b. Sabit. Abdullah b. Zeyd isnadıyla Huzeyfe[87] (r.a)ın şöyle dediğini bildirir:

-Rasûlü Ekrem (s.a.v) kıyamete kadar olacak şeyleri bana haber vermiştir. Ne var ki ben Medineli'leri Medine'den sü­rüp çıkaracak olan şeyin ne olduğunu Efendimiz'e sormadım.[88]

El A'meş, Ebû Vâil aracılığıyla Huzeyfe (r.a)ın şöyle dedi­ğini anlatır:

-Rasûlullah (s.a.v) (bir gün) aramızda ayağa kalkarak kıyamet saatine kadar olacak şeylerden hiçbirini koymadan

anlattı. Bu anlattıklarını belleyebilen belledi, anlayamayan da anlayamadı. (Hadisin bir ifadesinde ise: "Onu belleyen belledi." şeklindedir.) Bu anlattıklarından bazı şeyler daha sonra meydana gelince; ben bu olayı önce unutmuş olmama rağmen tıpkı kendinden ayrı düşen arkadaşının yüzünü hatı­rında tutarak daha sonra onu görünce derhal tanıdığı gibi ta­nıyorum.

Hadisi Buhari ve Müslim bu manada rivayet etmişlerdir.[89]

Azra b. Sabit, Ilbâ' b. Ahmer aracılığıyla Ebû Zeyd'in (Amr b. Ahtab el-Ensarî) (r.a) şöyle dediğini anlatır:

-Rasûlullah (s.a.v) bize sabah namazını kıldırdıktan son­ra, mimbere çıkıp öğle namazı olana kadar va'z etti. Sonra in­ip öğleyi kıldı. Sonra da mimbere çıkıp bize va'z etti. (Ilbâ' der ki: sanıyorum ikindi olana kadar va'z etti demiş idi.) Sonra inip namaz kıldı. Sonra tekrar hutbeye çıkıp tam Güneş bata­na kadar bize va'z etti. İşte Efendimiz o konuşmasında bizden önce olmuş olanlarla, bizden sonra olacak olanları bize haber verdi. Onu en iyi ezberleyenimiz en iyi bilenimiz olmuştur.

Hadisi Müslim nakletmiştir.[90]

İsmail b. Ebî Hâlid, Kays aracılığıyla Habbab'm (r.a) şöyle dediğini anlatır:

-Bir gün Rasûlullah (s.a.v) Kabe'nin gölgesinde bürdesini yastık edinmiş bir halde iken, halimizi kendisine şikayet e-derek: "Bizim için Allah'a dua etsen olmaz mı! Bize Allah'tan yardım dilesen olmaz mı!" dedik. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) yüzü kıpkırmızı kızararak doğruldu, sonra şöyle buyurdu:

"Vallahi, sizden önceki milletlerde, dindar adamı yaka­layıp getirirler, bir çukur kazarlar, bıçkıyı başına dayayıp kafasını ikiye biçerlerdi de3 bu zulüm o dindarı dininden dön-düremezdi. Bazen de dişleri demir bir tarak alıp vücudunun eti ile damarları arasını saç tarar gibi tararlardı. Bu zulüm de onu dîninden geri çeviremezdi.

-Allah kesinlikle şu İslam dinini kemâlatm en yücesine varana kadar tamamlayacak. Hatta sizden bir süvari san'a dan yola çıkıp tâ Hadramut'a kadar gidecek de sadece Allah' tan ya da davarına kurt saldırmasından korkup başka korku­su olmayacak. Ama siz pek acele ediyorsunuz."

Hadisi Buharî ve diğerleri ittifakla rivayet etmişlerdir.[91] Süfyan-ı Sevri, İbnü'l Münkedir aracılığıyla Cabir'in (r.a) şöyle dediğini anlatır: Bir keresinde Rasûlullah (s.a.v) bana:

"Yaygın var mı?"    buyurdu.  "Yâ Rasûlullah! Yaygım nereden olacak ?" deyince:

"Ama yakında yaygın olacak." buyurdu. Cabir derki:

-Bu gün artık ben hanımıma: "Şu yaygını benden uzak­laştır." diyorum. O da: "Rasûlullah (s.a.v) benden sonra sizle­rin yakında yaygıları olacak." buyurmamiş mıydı diye cevap verince ben de ona sesimi çıkarmıyorum

Hadis ittifakla rivayet edilmiştir.[92]

Hişam b, Urve. babası Urve. Abdullah b. Zübeyr isnadıyla Süfyan b. Ebî Zübeyr en-Nümeyrî'nin şöyle dediğini anlatır: Rasulullah (s.a.v)i şöyle söylerken duydum:

«Yemen fethedilecek. Bir grup insan (Medine'den oraya) akın edip gelecek; aileleriyle sözlerini dinleyenleri de (oraya) göçürecekler. Halbuki Medine kendileri için daha hayırlıdır, bilmiş olsalardı. Sonra Şam fethedilecek, bir kısım insan oraya akın edip gelecek; aileleriyle, sözlerini dinleyenleri de göçürecekler. Bilmiş olsalardı Medine kendileri için daha hayırlı idi. Sonra da Irak fethedilecek, bir kısım ahali oraya akın edecek; ailelerini ve sözlerini dinleyenleri de oraya gö­çürecekler. Halbuki Medine kendileri için daha hayırlı idi. Bunu bilselerdi!»

Buharî ve Müslim rivayet etmişlerdir.1

Abdullah b. el-Alâ b. Zebr'den naklen Velîd b. Müslim şöyle anlatır: Büsr b. Ubeydillah'tan duymuştum. Kendisi Ebû İdris el Havlanî'den: «Avf b. Mâlik el-Eşcaî'yi şunları anlatırken işittim» dediğini duymuş:

-Nebi (s.a.v)e Tebük gazası esnasında gelmiştim. Deriden yapılma bir çadır altında idi. Bana buyurdu ki:

S: Buhar! Hac 29/5; Müslim I3SS; Muvatta 887; Abdurrezzak 17159; Tahavi Miiskil 2/35; Beyh. Delail 6/20;

«Yâ Avf! Kıyametten önce olacak altı şeyi say!

1- Benim Ölümüm

2- Sonra Kudüs'ün fethi

3- Ardından koyun kıran hastalığı gibi sizi bir anda mahvedecek (veba gibi bir) hasta­lık.

4- Ardmdan aramızda mal çoğalması, hatta kendine yüz dirhem verilen adam bunu almayacak

5- Sonra girmedik Arap evi koymayan fitne

6- Sonra da sizinle Bizanslılar arasındaki sulh. Ama onlar sulhu bozup, her bayrağı altında on iki bin kişi bulunan seksen bayrak (tümen) ile size saldıracak.[93]

Hadisi Buharî rivayet etmiştir.

İbni Vehb. Harmele b. İmran aracılığıyla Abdurrahman b. Şümâse'nin Ebû Zerr (r.a)ı şöylederken işittiğini nakleder: Rasulullah (s.a.v):

«Siz Kîrat (0.2 gram ağırlıktaki bir tartı birimi) konuşu­lan bir yeri fethedeceksiniz. O zaman oranın halkına iyiliği tavsiye edin. Çünkü onların sizde zimmeti (ahidleri) ve (İsmail   (a.s) evladı olduklarından) akrabalıkları   vardır.» buyurdu.

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[94]

Leys ve diğerleri. İbni Şihab aracılığıyla Ka'b b. Malik'in Dğlundan Rasulullah'm (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet aderler:

"Mısır'ı fethettiğiniz zaman Kıbtîlere (Mısır halkı) iyi davranın. Zira onların bir ahitleri ve akrabalıkları vardır.»

Bu haber sened yönünden güzel olan "Mürsel" bir hadistir.[95]

Musa b. Avyen de İshak b. Râşit, İbni Şihab, Abdurrahman b. Ka'b b. Mâlik isnadiyla bu hadisi Ka'b b. Mâlik (r.a)tan "muttesıl" bir senedle rivayet eder.[96]

Süfyan b. Uyeyne (İmam Ahmed'in anlatışına göre ken­disine bu Zührî hadisindeki) "Zira onların ahizleri ve akra­balık bağları vardır." cümlesinin anlamı sorulunca:

-İnsanlardan kimisi İsmail (a.s)m annesi Hacer, Kıbtîye idi (akrabalık oradandır) derken kimi de " İbrahim'in annesi (Efendimizin hanımı) Mariye Kıbtıye idi: Akrabalık bu yönden cerayan etmiştir." demektedirler, diye cevap vermiştir.[97]

Hemmâm aracılığıyla Ma mer, Ebû Hüreyre'den (r.a) Efendimiz'in (s.a.v) şöyle buyurduğunu anlatır:

"Kisrâ helak olmuştur. Artık ondan sonra bir daha Kisra olmayacak. Elbet Kayser de helak olacak ve ondan sonra hiç Kayser de olmayacak. Bunların hazineleri Allah yolunda tak­sim edilecektir."

Hadis müttefekun aleyh'tir.[98]

Efendimiz'in bu hadisi beyan ettiği zamanda hayatta olan İran Kisrası ile Bizans Kayser'i helak olmuşlar, hazineleri de Hz Ömer'in (r.a) emri ile Allah yolunda dağıtılmıştır. Kayserlik sadece Rum ve Kostantin diyarında bir süre daha varlığını sürdürmüştür. Zira peygamberin mektubu Kayser'e varınca ona hürmette bulunmuş böylece Efendimiz'in:

«krallığı ayakta kaldı» sözüne muhatab olarak İstanbul'un fethine kadar ayakta kalma takdir-i ilahisine er­miştir. Kisra ise Peygamber (s.a.v)in kendisine gönderdiği mektubu parçaladığında Efendimiz'in:

«Allah onun mülkünü parça parça etsin» seklindeki niyazına uğradığı için krallıkları devam etmemiştir.[99]

Hammâd b. Seleme. Yunus, Hasen-i Basri isnadıyla anla­tır ki: Kisrâ'nm serveti getirilip Hz Ömer'in önüne konuldu. Oradakiler arasında Süraka b. Mâlik b. Cuşum da vardı. Hz. Ömer Kisrâ b. Hürmüz'ün bileziklerini Süraka'ya attı. Süra­ka onları kollarına taktı. (O kadar çoktu ki. bilezikler bileğin­den tâ) omuzuna kadar vardı. Hz Ömer bunları Süraka'nm

kolunda görünce:

-Allah'a hamdolsun. Kisra'nm bilezikleri Müdlicoğulla-rmdan biri olan Süraka'nın kolundadır, dedi.[100]

Süfyan b. Uyeyne. İsmail b. Ebi Halid, Kays (b. Ebi Ha-zim). Adiy b. Hatem isnadiyla Nebi (s.a.v)in şöyle buyurduğu­nu anlatır:

«Bana Hîre şehri köpek dişi şeklinde gösterildi. Siz mutla­ka orayı fethedeceksiniz.» Bunun üzerine birisi kalkıp: "Yâ Rasulullah! Bana Bukayla (denen Amr b. Abdü'l Mesih b. Kays) kızını bağışlasana." dedi. Efendimiz de: "O senindir." buyurdu. Onu bu adama verdiler. Bu kızın babası gelip: "Onu satar mısın?" diye sorunca: "Evet." dedi. "Kaça?" "İstediğin kadar iste" dedi. O da: "Bin dirhem" deyince: "Onu aldım" de­di. Etraftakiîer: "Otuz bin desen yine alırdı." deyince o "bin-denfazla sayı varmıymış yahu" dedi.[101]

Saîd b. Abdi'l Azız de Rabfa b. Yezîd ve Mekhul ikilisinin Ebû İdris el Havlanî aracılığıyla Abdullah b. Havale el Ezdi (r.a)tan Rasulullah'm (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Siz yakında Şam'da bir ordu, Irak'ta bir ordu ve Yemen' de de bir ordu kuracaksınız." buyurdu. Ben: "Yâ Rasulullah! Benim için sen tercih et." deyince: "Sen Şam'da kal. Kim Şam'a gelmeyi reddederse Yemenine gitsin ve oranın (sellerin bıraktığı) su birikintilerinden sulansın (Zira orada Şam gibi su bol değildir). Muhakkak Allah (c.c) bana Şam ve Şam halkı İçin garanti verdi." buyurdu.[102]

Hemmam aracılığıyla Mamer. Ebû Hüreyre'cien Nebi'nin (s.a.v) şöyle buyurduğunu anlatır:

"Siz A'camlar'den Hûz ve Kirman milleti ile savaşmadik-ça kıyamet kopmayacaktır. Bunlar yassı burunlu, çekik göz­lü, yüzleri sanki kat kat zırhlı gibi ayakkabıları kıldan yapılma bir millettir.[103]

EbûHüreyre Efendimizin şu hadisini de haber vermiştir:

"Siz ayakkabıları kıldan yapılma bir kavimle savaşma-dıkça, kıyamet kopmayacaktır. [Hatta çekik gözlü, al yanaklı, yassı burunlu, sanki yüzleri kat kat zırhlıymış gibi olan Türk'lerle de savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. İnsanla­rın en hayırlısından kimini, başına gelene kadar bu işe en fazla nefret duyan kimseler olarak bulacaksın. İnsanlar ma­denler (gibi çeşit çeşit yaratılışladır. Cahiliye döneminde hayırlı olan kimse İslam'a girince de onların en hayırlısı olur. (Fakih olursa) Kesinlikle sizden bir kısmınıza öyle bir zaman gelecek ki; beni görmesi kendisinin malı ve ailesi olmasından daha sevimli gelecektir.][104]

Hüseyin de Seyyar Ebû'l Hakem, Cebr b. Ubeyde isnadıyla Ebû Hüreyre (r.a)m şöyle dediğini rivayet eder:

-Allah Rasûlu bize Hint gazvesi olacağı va'dinde bulundu. Eğer ben o savaşın vaktine yetişirsem malımı ve canımı o uğurda feda edeceğim. Eğer şehit edilsem şehitlerin en fazi­letlilerinden olacağım. Eğer harpten geri dönecek olursam, işte ben hür Ebû Hüreyre'yim.

Bu garip bir haberdir.[105]

Hammad b. Seleme, Sabit aracılığıyla Enes'den (r.a), Efen-dimiz'in (s.a.v):

Bir gece rüyamda kendimizi sanki Ukbe b. Râfi'nin evindeymişiz gibi gördüm. Bize (İbni Tâb denen herifin yetiştirmesiyle meşhur olan ve bu adla (güzel demek) anılan) taze İbni Tâb hurması ikram edildi. Bu rüyayı Dünyada yücelece­ğimize Ahiret'te de hayırlı bir sonuca ulaşacağımıza ve dinimi­zin kesinlikle güzel olduğuna yordum.» buyurduğunu rivayet ediyor.

Hadisi Müslim Sahihinde rivayet ediyor.[106]

Şu'be, Fürat el-Kazzâz'dan nakline göre Ebû Hazim'i şöyle derken duymuş: Ebû Hüreyre'yle beş yıl oturup kalk-tım. Nebi (s.a.v)'den şu hadisi naklettiğini işittim. Efendimiz:

"İsrailoğulları peygamberler tarafından yönetilirdi. Ne zaman bir peygamber ölse yerine bir peygamber gelirdi. Ne var ki benden sonra artık peygamber gelmeyecektir. Yakında Halifeler olacak ve aynı anda birden çok sayıda halife olacak­lardır." buyurdu. Ashab:

-Bize senden sonra bu halifelere nasıl davranmamızı em­redersin? dediler. Efendimiz (s.a.v) de:

-Siz (sonra bîat edilene değil) ilk bîat edilen halifenin bî-atma vefalı olun. Onlara karşı haklarınızı yerine getirin. Çünkü Allah (c.c) yönettikleri halk hakkında onları sorgula­yacaktır, buyurdu.

Hadisi Buharî ve Müslim ittifakla naklediyorlar.[107]

Cerîr b. Hâzim de, Leys, Abdürrahman b. Sâbıt, Ebû Sa lebe el-Huşenî isnadıyla sevkettiği hadisinde Ebû Ubeyde b. el-Cerrah ve Muâz b. Cebel (r.a)lardan Nebî (s.a.v)in şöyle buyurduğunu anlatır:

"Şüphesiz Allah şu din işini peygamberlik ve rahmet ola­rak başlattı. Sonra halifelik ve rahmet olacaktır. Daha sonra ısırıcı krallığa dönüşecektir. Ardından da Ümmet içinde zor­balığa ve anarşiye dönecektir. O zaman bu adamlar zinayı, iç­kiyi, ipekli giymeyi helal ilan edecekler ve bu konuda ölüpte Allah'a kavuşana kadar insanlar tarafından destek de göreceklerdir.[108]

Abdülvaris ve diğerleri Saîd b. Cühman aracılığıyla Sefî-ne'nin Rasûlüllah (s.a.v)den şöyle buyurduğunu naklederler:

«Peygamberlik hilafeti (Peygambere tam uyan halifelik idaresi) otuz yıl olacaktır. Sonra Allah bu mülkü (idaresini) dilediğine verecektir.» (Saîd b. Cühman devamla) dedi ki:

-İki yıl Ebû Bekrin hilafetini, on yıl Omer'inkini. on iki yıl Osman'mkini ve altı yıl da Ali'ninkini hesapla (bu çıkar). Bunun üzerine ben de Sefineye: "İyi ama şu muhalif grup Hz Ali'nin esas halife olmadığını iddia ediyorlar." deyince o:

-(Mervanoğullarım kasdederek) o lafı, gökgözlü[109] oğulla­rının kıçları uydurmuş olsa gerek. Hem Hz Ali'nin halifeliği­ni de altı yıl olarak saymaktadır. Esasen Hz Ali'nin halifelik süresi beş yıldan iki ay eksik idi. Zira otuz yıl halifelik, bura­da Ebû Bekir ve Ömer (r.a)larmki üzerine yapılan on aylık bir ilave ile otuz yıl olabiliyor.

Bu haberi Ebû Dâvûd naklediyor.[110]

Salih b. Keysan, İbni Şihâb, Urve isnadıyla Hz Âişe (r.a)m şöyle dediğini anlatır:

Vefat hastalığının başladığı gün Rasulullah (s.a.v) yanıma girmişti. Ben: "Vay başım!" diyordum. Bunun üzerine Efendi­miz:

«Bu dediğin olduğu zaman ben sağ olup da senin cenazeni hazırlayıp seni bizzat defnetmeyi ne kadar isterdim.» buyurdu. Ben kıskançlıkla:

-Sanki ben o gün senin hanımlarından biriyle zifafa gir­mene sebep olmuş olurum, dedim. Efendimiz de:

«Aksine, vay benim başım! Haydi bana babanı ve kardeş ini çağır da Ebû Bekr'e (halife kendi olacağına dair) bir mek­tup yazivereyim. Zira ben bu işe gönüllü birinin, bir dediko­ducunun; "Ben nasıl halife olabilirim. Veya falanca halife ola­maz." demesinden korkuyorum. Ama Allah ve mü'minler Ebû Bekir'den başkasının halife olmasına razı olmayacaklar.» bu­yurdu.[111]

Bu hadisi Müslim rivayet etti. Müslim de: "Ben bir istek­linin «nasıl halife olabilirim» demesinden bir kimsenin «fa­lan olmaz» demesinden korkuyorum" şeklinde geçer.[112]

Katâde aracılığıyla Saîd b. Arûbe. Enes (r.a)tan şöyle nak­leder: Beraberinde Ebû Bekir. Ömer ve Osman olduğu halde Efendimiz Uhut dağına çıkmıştı. Dağ onları şöyle bir sarstı. Bunun üzerine Efendimiz ayağıyla yere vurup:

Ey dağ yerinde dur! Senin üzerinde bir peygamber, bir Sıddîk ve iki tane şehit var, buyurdu.

Bu haberi Buharı rivayet ediyor.[113]

Ebû Hazim de Sehl b. Sad'dan (r.a) bunun aynısını nakle­der ama, "Uhut" yerine "Hıra" kelimesini söyler ki. bu hadisin isnadı da sahihtir.[114]

Süheyl b. Ebî Salih babası vasıtasıyla Ebû Hüreyre'den naklediyor:

"Rasulullah (s.a.v) Hira'da idi. Beraberinde Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha ve Zübeyr (r.a)lar vardı. Orada bulu­nan bir kaya yerinden depreşti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):

«Senin üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve bir şehitten başkası yok» buyurdu.

Ebû Bekir, sıddîktır: diğerleri de şehit olmuşlardır.

İbrahim b. Sa'd, İbni Şihab'dan naklediyor: Bana İsmail b. Muhammed b. Sabit el-Ensarî babası Muhammed b. Sabit'ten (r.a) şöyle anlattı. Sabit b. Kays: "Yâ Rasulullah! Helak olacağımdan çok korktum." dedi. Efendimiz de: "Niçin?" buyurun-ca: "Yapmadığımız bir şeyle övülmeyi sevmekten Allah bizi men etti. Ben kendimin övülmeyi sevdiğimi hissediyorum. Yine Allah bizi kibirlenmekten men etti. Bense kendimin gü­zelliği sevdiğimin farkındayım. Yine Allah sesimizi senin se-siyin üstüne çıkarmaktan men etti. Ben ise gür sesli bir heri­fim." dedi. Bunun üzerine Efendimiz:

«Ey Sabit! Övülerek yaşayıp, şehit olarak Öldürülüp Cen-net'e girmeyi istemez misin?» buyurunca: "Evet yâ Rasulul­lah!" dedi. Böylece övülerek yaşayıp Müseylemetü'l Kezzab ile yapılan harpte şehit oldu.

Bu mürsel bir haberdir. Ancak Sabit'in Yemâme harbi günü şehit olduğu kesin bir haberdir.[115]

Ebû Süfyan aracılığıyla Ameş Câbir  (r.a)tan Efendimiz (s.a.v)in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Kesinlikle Şeytan Cezîretül Arab mmtıkasındaki namaz kılanların kendisine tapacağı ümidini kaybetmiştir. Lakin aralarında tahriş yapma ümidi var"

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir

Mesrûk aracılığıyla Şa"bî Hz. Aişe'nin şöyle dediğini anla­tır:

-Bana Fatma (r.a) şöyle söyledi: "Rasulullah (s.a.v) «Ehl-i Beytim içinde bana ilk kavuşacak olan sensin. Ve ben senin için ne güael bir selefim." diyerek bana (kendinden sonra ilk ölen ben olacağıma dâir) sır vermişti.

Bu ittifakla rivayet edilen bir haberdir.[116]

Sa'd b. İbrahim de Ebû Seleme aracılığıyla Hz Aişe'den Efendimiz (s.a.v)in şöyle buyurduğunu anlatır:

«Önceki ümmetler içinde kendisine ilham olunan kişiler vardı. Eğer bu ümmet içinde bu zatlardan varsa bu Ömer b. el Hattab'dır»

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[117]

Şu'be de Kays aracılığıyla İbni Şihab-ı Zührî'nin:

-Biz kendi aramızda, Ömer'in Melek dili ile konuştuğunu bahsederdik, dediğini anlatır.[118]

Birçok yolla Hz Ali (r.a)tan şöyle dediği anlatılır:

-Biz Ömer'in dili üzerinde Sekîne (meleği)nin konuştu­ğunu fikren uzak bir ihtimal görmezdik.[119]

Yahya b. Eyyûb el-Mısrî, İbni Aclân, Nafi1 aracılığıyla İbni Ömer (r.a)tan şöyle nakleder: "Ömer (r.a) harbe bir ordu göndermiş ve başlarına Sâriye denen bir adamı komutan yapmıştı. Ömer bir gün mimberde hutbe okuyorken birden bire «Yâ Sariye, dağa, dağa!» diye bağırmaya başladı. Daha sonra bu ordunun temsilcisi (Medine'ye) gelmiş ve şöyle an­latmıştı:

-Ey Mü'min'lerin emiri! Biz düşmanla karşılaşıp bozguna uğramıştık. Biz de sırtımızı dağa verince Allah düşmanı boz­guna uğrattı.

Bunu duyunca biz Ömer (r.a)a: "Böyle bağıran sendin." de­dik. İbni Aclan der ki: Bu olayı bize İyas b. Muâviye anlatmıştı.[120]

 

Üveys El Karanî'den Bahsetmesi

 

El Cürayrî, Ebû Nadra, Üseyr b. Câbir isnadıyla Üveys el-Karanî hadisini olanca uzunluğuyla nakleder. Orada şu izahlar vardır: «Küfe halkından bir grup insan temsilci ola­rak Hz Ömer'in yanına gelmişlerdi. Aralarında Üveys denen bir adam vardı. Ömer (r.a): "Bunlar arasında Karanlılardan olan kimse var mı?" diye sorunca bu adam çağrıldı. Bunun üzerine Ömer (r.a) şöyle dedi:

"Rasulullah (s.a.v) bize anlattı ki: Yemen halkından birisi size gelecektir. Orada annesinden başka kimse bırakmamış tır. Kendisinde (baras hastalığı) beyazlık vardı. Allah'a bu ha­stalığını gidermesi için dua etmiş, Allah da onun (göbeğinde) bir dirhem büyüklükteki aklık hariç bu derdini gidermişti. Ona Üveys denilir. Sizden kim ona rastlarsa sizin için Allah'a istiğfar edivermesini rica etsin."

Bu haberi Müslim kendi şeyhleri aracılığıyla El Cürayrî' den kısaca nakleder. Yine başka bir isnadla kısaca anlatır.[121]

Hammad b. Seleme de El-Cürayrî. Ebû Nadra isnadıyla Üseyr'in şöyle dediğini anlatır:

-Yemen halkı Medine'ye geldiklerinde Ömer bu grupları misafir eder ve: "Aranızda Karan'dan kimse var mı?" diye so­rardı. Sonunda Karanlı'yı denk getirmişti, Ömer'in ya da Üveys'in hayvanının yuları yere düşmüştü. Ömer onu uzanıp aldı ve Üveys'i (peygamberin) tavsife üzere tanıdı. Ömer ona: "Adın ne?" deyince: "Üveys." diye cevap verdi. Ömer de: "Se­nin annen var mı?" diye sorunca, o: "Evet." dedi. "Peki senin vücudunda baras aklığı var mı?" demesine de: "Evet, vardı. Allah'a yalvardım da onu benden aldı, ancak Rabbimi kendi ile hatırlamam için göbeğimin yanında dirhem kadar bir aklık kaldı." dedi. Ömer (r.a) ona: "Benim için Rabb'imden af dileyi-ver." deyince Üveys: "Sen benim için af dileyiverme hakkına benden daha fazla sahipsin. Sen Allah Rasulü'nün arkadaş ısın." dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a): "Ben Rasulullah (s.a.v)i:

«Tabiînin en hayırlısı Üveys el-Karanî denen bir adamdır. Onun sadece bir anası vardır. Kendisinde baras aklığı vardı. Rabb'ine yalvardı da Allah o derdini giderdi. Sadece göbeğinde dirhem yeri kadar bir aklık kaldı.» derken işittim, dedi. Üseyr hadisin gerisini yukardaki gibi anlattı.[122]

Hişam ed-Destevâî. Katâde. Züâra b. Evfâ isnadıyla Üseyr b. Câbir'den şöyle dediğini nakleder:

Müzminlerin emîri Ömer (r.a). kendisine Yemen halkının (orduya yolladığı) destek kıtaları geldiğinde onlara: "Aranız­da Üveys b. Amir var mı?" diye sorardı. Nihayet Üveys'e rast geldi, ve: "Sen Üveys b. Amir misin?" dedi. "Evet." deyince. Ömer: "Yani önce Muradlı sonra Karanh mısın?" dedi. O: "Evet." diye cevaplayınca: "Peki sende önce baras hastalığı olup bir dirhem kadarı dışında sen ondan kurtuldun değil mi?" diye sorunca: "Evet." dedi. "Annen var mı?" diye sorunca Üveys: "Var." dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a): Ben Rasulullah (s.a.v)i

«Yemen halkının destek kıtalarıyla birlikte size Üveys b. Amir de gelecektir. O Muradlı olup sonradan Karan'a göçmüştür. Baras hastalığı varken ondan kurtulmuş ancak, bir dir­hem kadarı kalmıştır. Eğer Allah'a yalvarsaydı onu da iyileş tirirdi. Onun son derece hürmet ettiği bir annesi var. Eğer kendin için istiğfar edivermesini istemeye gücün yeterse böyle yap.» buyururken işittim;

Sen benim için istiğfar ediver, dedi. Üveys böylece Ömer'e istiğfar ediverdi. Sonra Ömer (r.a) ona: "Ne tarafa destek ol­mayı istiyorsun?" diye sorunca: "Köfe'ye" dedi. Ömer de: "Pe­ki Köfe valisine senin için bir mektup yazayım da sana hayır­lı davranmalarını temin edeyim mi?" diye sorunca Üveys: "İnsanlar arasında sıradan zayıf biri olmak benim için daha iyi." dedi.

Ertesi sene hac mevsimi olduğunda Köfe eşrafından birisi hacca gelmişti. Ömer ona Üveys'i sordu, ve: "Onu ne halde bı­rakıp geldiydin?" dedi. Adam da. "Eşyası az kötü bir evde idi." dedi. Ömer (r.a): "Ben Rasulullah (s.a.v)i «Yemen halkının destek birlikleriyle birlikte size Üveys b. Amir de gelecektir. O Muradlı olup sonra Karan'a göçmüştür. Baras hastalığı var­ken, ondan kurtulmuş, ancak bir dirhem kadarı kalmıştır. Eğer Allah'a yalvarsaydı onu da iyileştirirdi. Onun hürmet ettiği bir de anası var. Kendin için istiğfar edivermesini isteyebilirsen öyle yap.» buyururken işittim." dedi.

Adam Köfe'ye dönünce Üveys'e geldi ve: "Bana istiğfar ediver." dedi. Üveys: " Sen hayırlı bir yolculuktan henüz yeni geliyorsun. Sen bana istiğfar ediver." Adam: "Bana istiğfar ediver." diye tekrarlayınca: "Sen hayırlı yoldan yeni geldin, sen bana istiğfar ediver." deyip: "Ömer (r.a)ıgördün mü?" de­di. Adam evet deyince ona istiğfar ediverdi.[123] Böylece insan­lar Üveys'in derecesini anladılar. Böylece hayrı yayıldı. Üseyr der ki: Ben ona iyi bir elbise giydirdim. Artık insanlar bu halde onu görünce: "Bu nerde Üveys nerde?"der oldular.

Müslim hadisi olanca uzunluğuyla anlatır.[124]

Şerîk, Yezîd b. Ebî Ziyâd, aracılığıyla Abdürrahman b. Ebî Leyla'nın şöyle dediğini anlatır: Sıffeyn harbinde Muaviye taraflarından bir dellal Ali taraflarına «İçinizde Üveys el-Karanî var mı?» diye seslendi. "Evet." dediler. Bunun üzerine o adam atını mahmuzlayıp Ali tarafına gelip katıldı ve ben Rasulullah (s.a.v)i:

«Tabiîn'in en hayırlısı Üveys el-Karanî'dir» derken duy­dum dedi.[125]

 

Fitne Hadisi

 

Şakîk aracılığıyla Ameş, Huzeyfe (r.a)m şöyle dediğini haber verdi: Biz Ömer (r.a)m yanında oturuyorduk. Bize: "Fitne konusundaki Peygamber (s.a.v)in hadisini hanginiz bi­liyor?" dedi. "Ben." dedim. Bana: "Haydi söyle bakalım! Sen zaten pek cür'etlisin." dedi. Ben de: "Peygamberimiz insanın ailesi, malı, çocuğu ve komşusu hususunda düştüğü fitneler­in günahını, namaz, sadaka emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münker'in sileceğini anlatmıştı." dedim. Ömer bunun üzeri­ne: "Ben bunu kasdetmiyorum. Ben deniz dalgası gibi dalga dalga gelen fitneden bahsediyorum." dedi. Ben de: "Yâ Emîral mü'münin! Bu dediğin fitnelerden sana bir, şey ulaşmayacak ki, zira senin o fitne arasında kapalı bir kapı var." dedim. Ömer: "Peki bu kapı açılacak mı, kırılacak mı?" diye sordu. "Açılmayacak, aksine kırılacak." deyince Ömer (r.a): "Öyle­yse ebediyyen bir daha fitne kapısı kapanmayacak." dedi. "Evet." dedim.

Biz "Huzeyfe (r.a) (daha sonra) Ömer fitneye karşı kapalı olan kapının kim olduğunu biliyor muydu?" dedik de: "Evet, yarından önce arada gece olacağını bildiği gibi biliyordu. Ben ona asla yanlışı olmayan bir hadis anlattım." dedi. Mesruk. Huzeyfe'ye: "Peki kapı kimdi?" deyince: "Ömer'di." dedi.

Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etti.[126]

 

Hz. Osman'ın Öldürüleceğini Bildirmesi

 

Şerîk b. Ebî Nemîr. Kuf (kuyu ağzı duvarı) hadisinde Saîd b. Müseyyeb yolu ile Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin (r.a) şöyle dediği­ni anlatır:[127]

-Nihayet Osman (r.a) geldi. Peygamber (s.a.v) bana:

«Haydi ona da izin ver de, o da gelsin. Onu, kendine ulaş acak bir bela -ya da belalar- sebebi ile Cennet'le müjdele.» buyurdu. Bu muttefekun aleyh bir hadistir.[128]

El Kattan, İsmail b. Ebî Halid. Kays. Hz. Osman'ın kölesi Ebû Sehle isnadıyla Hz. Aişe'den (r.a.) Efendimizin (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

«Bana Ashab'ımdan bir adam çağır, veya keşke Ashab'ım-dan biri yanımda olsaydı. Hz. Âişe der ki: Bunun üzerine ben. "Ebû Bekir?" dedim. Efendimiz: "Hayır." buyurdu. "Ömer?" dedim, "Hayır!" buyurdu. "Amcan oğlu Ali?" dedim. "Hayır!" buyurdu. "Ya Osman?" dedim. "Evet!"buyurdu.

Âişe (r.a.) der ki. Osman geldiğinde Rasûlüllah (r.a.) "kal­kın" diye emretti. Ravî. Ebû Sehle der ki. Efendimiz (s.a.v), Hz. Osman'a bir takım gizli şeyler söyledi. Hz. Osman'ın rengi (dinledikçe) değişiyordu. Nihayet Hz. Osman'ın evde mahsur kaldığı fitne zamanı gelip çattığında biz ona, "Çıkıp çarpış mayacak mısın?" dedik de. bize:

-Hayır! Zira Rasûlüllah (s.a.v) bana bir şey vasiyyet et­mişti. Şimdi ben kendimi o vasiyeti yerine getirmesi için sa­bırlı olmalıyım, dedi.[129]

İsrail ve diğerleri Mansûr. Rıb'î isnadıyla El Berâe b. Na­ciye el-Kâhilî'nin (ki bu pek tanınmayan birisidir) İbni Mesv ût'tan (r.a) Peygamber'in (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

«İslam değirmeni 35, 36 ya da otuz yedinci yıldan itibaren istikrar bulur. (Yahut Müslüman'ları değirmen gibi öğüten harp darp ve fitneler bu yıllardan itibaren başlar). Eğer bu ümmet (bu kargaşalıkta) helak olurlarsa kendilerinden önce helak olan milletlerin yollarını seçmiş olduklarından dolayı helak olur­lar. Yok helak olmazlar da din ve devletleri ayakta kalacak, bundan itibaren (en az) yetmiş yıl ayakta kalır. Ömer bunun üzerine bu yetmiş yıl şu otuz beş yıllık devrenin devamı ola­rak mı yoksa kendisinden itibaren mi? diye sorunca Efendi­miz (s.a.v): "Kendinden itibaren." buyurdu.[130]

 

Hav'eb  Köpeklerinin Hz. Aişe'ye Havlaması

 

İsmail b. Ebî Halid. Kays'ın şöyle dediğini anlatıyor:

Hz Aişe (r.a.) Amiroğulları yurduna vardığında Haveb su­yu başında oturanların köpekleri kendine havlamışti. Bunun üzerine Hz Aişe: "Bu hangi su?" dedi. "El-Haveb suyu." dedi­ler. Hz Aişe de: "Sanıyorum mutlaka geri dönmem gerek. Zira Rasulullah (s.a.v)in:

"Ona El-Haveb'in köpekleri havladığı zaman  (kadınları kasdederek) içinizden birinin hali nasıl olacak!" buyurduğu­nu işittim. Bunun üzerine Zübeyr (r.a.) ona:

-İleri git. dönme! Belki Allah(c.c) senin vesilenle insanların arasını sulh edecektir, dedi.[131]

 

İki İslami Grubun Çarpışacağı Haberi

 

El A'rac  aracılığıyla Ebû'z Zinad Ebû Hüreyre (r.a.)tan Efendimizin (s.a.v) şöyle buyurduğunu anlatır:

«İki büyük grup birbiriyle savaşmadıkça kıyamet kop-mayacaktır. Aralarında büyük bir çarpışma olacaktır. Her ikisinin da'vası da bir (islam davası) olacaktır.» Yine kıyamet kopmadan hepsi de peygamberlik iddia eden otuz kadar yalancı Deccal çıkacaktır. Yine kıyamet kopmadan ilim ruhu öldürülecek, zelzeleler çoğalacak, zaman yaklaşacak, fitne ortalığı kasıp kavuracak, ölüm demek olan Herec çoğalacak. Yine kıyamet kopmadan aranızda mal çoğalıp artacak, hatta mal sahibi, "zekatımı kabul eden olacak mı" tasasına düşecek. Hatta zekatını birine teklif edecek de teklif edilen adam: "Artık benim mala iştahım kalmadı." diyecek. Hatta kıyamet kopmadan insanlar bina yapma yarışma çıkacak. Kıyamet kopmadan (öyle kötü günler gelecek ki) birinin kabrinden ge­çen adam: "Keşke bunun yerinde ben olaydım." diyecek. Kıya­met kopmadan Güneş battığı yerden doğacak. Doğunca bütün insanlar onu görüp topyekün iman edecekler, halbuki daha önce iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamışsa kişi­ye bu sıradaki imanı fayda vermeyecek. Elbette kıyamet ko­pacaktır. Kişi devesini sağıp dönecek ama onu yemeye vakit bulamayacak. Kişi havuzunu yapıp sıvasını bitirecek ama içi­ne su doldurmadan kıyamet kopacak. Kişi ağzına yemeğini götürüp onu yiyemeden kıyamet kopacaktır.

Hadisi Buharı rivayet etmiştir.[132]

Yine Buharı ve Müslim, Hemmara yolu ile bu haberi Ebû Hüreyre (r.a.)tan rivayet etmişlerdir.

Saffan b. Amr anlatıyor: Şam ordusu altmış bin kişiydi. Onların yirmi bini öldürüldü. Irak ordusu ise yüz yirmi bin kişi olup kırk bini öldürüldü. Bu olay Sıffeyn harbinde oldu.[133]

 

Ammar  (R.A.)In Öldürüleceği Haberi

 

Şu'be anlatıyor: Bize Ebû Mesleme. Ebû Nadra isnadıyla Ebû Saîd el-Hudrî'nin şöyle dediğini anlattı: Bana benden daha hayırlı biri olan kimse, yani Ebû Katade. Nebi (s.a.v)'in

Ammar'a (r.a.):

«Seni  azgın  grup  öldürecek» buyurduğunu söyledi.[134]

Hasen de Ümeyye aracılığıyla Ümmü Seleme (r.a.)m Nebi (s.a.v)den bunun aynısını nakleder.

Her ikisini de Müslim nakleder.[135]

 

Emeviler'in Emareti

 

Abdürrezzak anlatıyor: Bize İbni Uyeyne, Amr b, Dinar, İbni Ebî Müleyke isnadıyla Misver b. Mahreme'den şöyle nak­leder:

-Ömer (r.a.); Abdürrahman b. Avf'a (r.a.): "Biliyor musun hani biz:

«Allah yolunda cihadın hakkını vererek çarpışın (Hac 78)» ayetini: "Zamanın başında cihat ettiğiniz gibi zamanın sonunda da cihat edin." ilavesiyle okurduk, dedi. Abdürrah-man b. Avf: "Bu zamanın sonundaki cihat ne zaman olacak ey Mü'min'lerin emir i?" deyince: "ÜmeyyeoğullarıEmir. Muğire-oğulları da vezir olduklarında." dedi. Bunu Abdürrezzak'tan Ramadî nakletti.[136]

Ebû Nadra, Ebû Said el Hudri'den Rasûlüllah'm (s.a.v) şöyle buyurduğunu anlatıyor:

«Müslümanlar gruplaştiğı zaman birisi bid'at ve dalaletle îslamî yoldan çıkacak. Onu iki gruptan hakka daha layık ola­nı öldürecektir.»

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[137]

 

Haricileri Bildirmesi

 

Saîd b. Mesruk, Abdurrahman b. Ebi Num vasıtasıyla Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)tan şöyle nakleder:

Hz. Ali Yemen'deyken Rasulullah (s.a.v)e maden halinde bulunan bir altın göndermişti. Rasulullah (s.a.v) onu şu dört kişi arasında taksim etti: Uyeyne b. Bedr el-Fezârî, Alkame b. Ulâse el-Külâbî, El Akra b. Habis el-Hanzalî ve Zeyd el-Hayl et-Tâî. Bunun üzerine Kureyş ve Ensar bu duruma kı­zıp: "Necd halkının ayanına verip bizi mahrum koyuyor." de­diler. Efendimiz de:

«Ben onların kalplerini İslam'a ısındırayım diye onlara verdim.» buyurdu. Gözleri çukur, saçı kazınmış, çıkık yanak­lı, yumru alınlı bir herif ayağa kalkıp: "Allah'tan kork!" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) de:

«Ben ona isyan etmiş oluyorsam Allah'a itaat eden kim oluyor? Gökyüzündekiler bana güvenirken siz güvenmiyor musunuz?» buyurdu. Adamın biri bu herifi öldürmek için Nebi (s.a.v)den izin istediyse de Rasulullah kabul etmedi. Sonra şöyle buyurdu:

«Şu herifin neslinden Kur'an okuyan bir kavim ortaya çı­kar. Okudukları Kur'an boğazlarından öteye geçmeyecek. Bunlar okun avı delip çıktığı gibi İslam'dan çıkarlar, Müslü­man'ları öldürürler. Putperestlere ilişmezler. Vallahi, eğer bun­lara yetişirsem onları Âd kavmi ölümüyle öldürürüm.»[138] Bunu Müslim nakleder. Buharı de de bu anlamda bir hadis vardır.

El Evzaî, Zührî aracılığıyla Ebû Seleme ve Dahhak el Mişrafî 'nin Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)tan şöyle dediğini nakleder:

-Rasulullah (s.a.v) bir gün bir şey bölüştürürken Benî Te­mim kabilesinden Zü'l Huveysıra denen herif: "Yâ Rasulul­lah! Adaletli davran." dedi. Efendimiz (s.a.v) de:

«Yazıklar olsun! Ben adaletli davranamadığını zaman kim adaletli olabilir.»[139] buyurdu. Ömer (r.a.) ayağa kalkıp: "Yâ Rasûlallaht İzin verin de boynunu vurayım." deyince Fahri Kainat:

«Hayır! Zira onun öyle bir Ashab'ı var ki sizden biri bu ada­mın arkadaşlarıyla birlikteki namazını, onlarla beraber tut­tuğu orucunu hakir görecek. (Kur'an okuyacaklar da boğaz hançerelerinden öte geçmeyecek. Okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar. Hani okun temrenine bakılır da bir şey bulunamaz, sonra okun temren geçecek yerinden yukarı sa­rılan sinirine bakılır yine bir şey bulunamaz. Sonra okun kendi düz çubuğuna bakılır yine bir şey bulunmaz. Sonra okun yeleğine (tüy) bakılır, yine bir şey bulunamaz. (Ok çok­tan kan ve midedeki cife çıkıp bulaşmaya vakit bırakmadan delip geçmiş olur.) (İnsanların ihtilafa düştükleri sırada or­taya çıkacaklardır.) Bunların alameti esmer tenli, iki kolun­dan biri tıpkı kadın memesi gibi olan yahut sallanan et par­çası gibi olan bir adamdır.» buyurdu.

Ebû Saîd el Hudrî der ki: Ben bunu Rasûlüllah'tan duy­duğuma yemin ederim. Yine Allah'ı şahit tutarak derim ki: Ben Hz Ali, Haricilerle çarpışırken onunla beraberdim. Ölü­ler arasında bu vasıfta biri arandı ve tam Peygamber'in anlat­tığı şekilde bir adam bulunup geldi.

Bunu Buharî nakletti.[140]                                

İbni Şîrîn aracılığıyla Eyûb-u'Sahtiyanı, Âbîde'nin şöyle dediğini anlatır: Ali (r.a.) Nehrevan'da (kendiyle çarpışan ha­ricîleri) anlatarak şöyle dedi: "Aralarında doğuştan kısa ya­hut noksan elli veya küçük elli bir adam vardır. Eğer hay­retten şaşkınlığa düşmeyecek olsaydınız elbette size onlarla çarpışanlara Allah'ın neler va'dettiğini Muhammed (s.a.v)in dilinden anlatacaktım. Bunun üzerine ben:

-Sen bunu Muhammed'den (s.a.v) işittin mi?, deyince Ali (r.a.):

-Evet! Kabe'nin Rabb'ine yemin olsun. dedi.

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[141]

Cemile b. Mürra aracılığıyla Hammad b. Zeyd, Ebû'l Va-dıyy el-Sühaymî'nin şöyle dediğini anlatır:

-Biz Nehrevan harbinde Ali (r.a.) ile beraber idik. Bize: "Şu kısa elliyi bulun." dedi. Onu aradılarsa da bulamadılar. Hz Ali'ye geri geldiklerinde o: "Hadi, dönün de kısa elliyi bu­lun, vallahi ne bana yalan söylendi, ne de ben yalan söyle­dim." dedi. Bunu defalarca tekrar etti. Onlar da geri aramaya gittiler, geri gelip: "Onu ölülerin altında çamur içinde bul­duk." dediler. (Ebû'l Vadiyy) der ki: Sanki onu Habeşli gibi gördüm. Tıpkı kadın göksü üzerinde biraz tüy vardı. Ali (r.a.) buna çok sevindi.

Bu   haberi   Ebû Dâvûd-u Tayalisî   Müsned'inde   rivayet ediyor.[142]

Şerîk de Osman b. el-Muğîre aracılığıyla Zeyd b. Vehb'in şöyle dediğini anlatır:

-Haricîler in lideri, Hz Ali'nin yanına geldi ve ona: "Al­lah'tan kork, artık sen ölmüş birisisin." dedi. Bunun üzerine Ali (r.a.) ona:

-Daneyi yarıp çıkaran, canlıları yaratan zata andolsun ki öyle değil! Lakin ben şuraya inen bir darbeyle ve (eliyle saka­lını işaret ederek) şurayı kana boyayacak bir darbeyle ölece­ğim. Bu yapılmış bir taahhüt ve kesinleşmiş bir karardır. İfti­ra eden gerçekten korkmuştur, dedi.[143]

Ebû'n Nadr der ki: Bize Muhammed b. Râşit, Abdullah b. Muhammed b. Akil isnadıyla babası Bedir'de savaşmış olan Fedâle b. Ebî Fedâle el-Ensârî'nin şöyle dediğini anlatır:

-Babamla beraber hastalığa uğrayan Hz Ali'nin ziyaretine gitmiştik. Hastalığı ağırdı. Babam ona: "Seni şu yerinde dur­duran sebep ne? Eğer ecelin burada gelecek olur ise Cüheyne Bedevilerinden başka cenazene sahip çıkıp Medine'ye götüre­cek kimse olmaz. Eğer ecel sana (Medine'de) yetişirse senin arkadaşların cenazene sahip çıkıp namazını kılarlar." dedi. Hz Ali de ona:

-Peygamber (s.a.v) bana garanti verdi ki, ben emir yapıl­madan sonra da -sakalının başının kanı ile bulanmasını kasd ederek [144]şuranın kanı şurayı boyamadan ölmeyeceğim.

Sıffeyn harbinde ravî Ebû Fudâle de Hz Ali ile beraber şe­hit edildi.

Hasen-i Basrî, EbûBekre (r.a)tan naklediyor:

-Easulullah (s.a.v)i mimberde gördüm. Yanında Ali'nin oğ­lu Hasen vardı. Efendimiz:

«Benim bu oğlum seyyiddir. Herhalde Allah Müslüman­lardan iki büyük grubun arasını bununla birleştirecektir.»

buyurdu.

Buharî hadisi «iki büyük» lafzı olmadan nakleder.[145]

Sevr b. Yezîd, Halid b. Madan aracılığıyla Umeyr b. el Es-ved'den nakleder Umeyr, Halid e anlatmış ki, kendisi Ubâde b. el-Sâmit (r.a.)a gitmiş. Ubade (r.a.) o zaman Hımış sahilinde kendisine ait bir evde oturuyor imiş. Beraberinde eşi Ümmü Haram da varmış Ümmü Haram bize anlattı ki, kendisi Rasû-lüllah (s.a.v)i şöyle derken duymuş:

«Ümmetimden ilk deniz seferine çıkacakların duaları ka­bul olmuştur. » Bunun üzerine Ümmü-haram: "Yâ Rasulullah. Ben de onların içinde olacak mıyım?" deyince. Efendimiz: "Sen onların içinde olacaksın." buyurdu. Sonra Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

«Ümmetimden Kayser'in Şehrine ilk sefer yapacaklar af-folunmuşlardır.» Yine Ümmü Haram: "Ben aralarında olacak mıyım, yâ Rasulullah" deyince: "Hayır." buyurdu. Haberi Bu-hari rivayet etmiştir.[146] Bu hadiste Peygamber (s.a.v) in deniz seferi yapılacağına ve İstanbul'a fethe çıkılacağına dair haber verdiği görülmektedir.

Şuvbe de Simâk aracılığıyla Câbir b. Semûra'dan (r.a.) Nebî (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakleder:

Kıyamet öncesi kesinlikle, her biri peygamber olduğunu iddia eden yetmiş yalancı, Deccal bulunacaktır.

Buna (bu isnadla) Müslim rivayet etmiştir. Ancak Ebû Hüreyre rivayetinde Buharî ve Müslim'in ittifakı vardır.[147]

El Esved b. Şeybân, Ebû Nevfel b. Ebî Akrab'tan nakline göre Hz. Ebû Bekir kızı Esma (r.a.) Haccâc'a:

-Ama Rasûlüllah (s.a.v) bize anlatmıştı ki, Sakîf kabile­sinden bir yalancı ile bir de kan dökücü zalim biri çıkacaktır. Yalancıya gelince onu tanıdık. Kan dökücü Zâlim'e gelince se­ni ondan başka biri olarak düşünemiyorum; demiştir. Hadisi Müslim naklediyor.[148]

Yalancı ile Muhtar b. Ebî Ubeyd'i kasdediyordu.[149]

Velîd b. Müslim de, Mervan b. Salim el-Cezerî, el Ahvas b. 1-Hakîm, Halid b. Madan aracılığıyla Ubâde b. es-Samit'ten tasûlüllah (s.a.v) in:

«Ümmetim içinde Vehb denen bir adam olacak; Allah ona nkmeti hibe edecektir. Yine Ğaylan denen bir herif olacak ki, u ümmetime İblîs'ten daha zararlı olacak.» buyurduğunu anlatır. Ravî Mervan zayıftır.[150]

 

Kendi Asrındakilerin Yüz Yıl İçinde Öleceği Haberi

 

İbni Cüreyc anlatıyor: Bize Ebûz-Zübeyr haber verdi ki, tendisi Câbir b. Abdillah (r.a.)ı şöyle derken işitmiş: Vefatın­dan bir ay önce Nebi (s.a.v)'i şöyle söylerken duymuştum:

Bana kıyameti soruyorsunuz. Ona dair bilgi ancak Allah katmdadır. Allah'a yemin ederim ki, bugün yer yüzünde hay­atta canlı olanlardan hiç bir nefse yüz sene ömür gelmeyecek­tir.

Hadisi Müslim naklediyor.[151]

Şuayb b.'EbîHamze, Zührî, Salim b. Abdillah ile EbûBekr b. Süleyman b. Ebî Haseme aracılığıyla İbni Ömer'in (r.a.) şöyle dediğini anlatır:

-Rasûlü Ekrem (s.a.v) Ömrünün sonuna doğru bir gece yatsı namazını kıldırmış ve selam verince:

«Şu gecenizi size anlatayım mı? Bu geceden itibaren yüz sene başına kadar bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse kalmayacaktır.» (İbni Ömer der ki: İnsanlar Efendimizin bu sözünü anlamada yanılıp yüz yıl içinde olacak şeyleri kendi bildikleri bazı tevillerle izaha kalktılar Halbuki Nebi (s.a.v) bu sözü ile o günden itibaren yüz yıl sonra o asrın bitmiş ola­cağını belirtmişti).[152]

Buharı ve Müslim bunu ittifakla rivayet ederler.

Cürayrî anlatıyor: Ebû't Tufeyl ile birlikte tavaf ediyor­dum. "Rasûlü Ekrem'e yetişenlerden benim dışımda kimse kalmadı" dedi. Ben, "Peki Rasûlüllah (s.a.v)in şekli nasıldı?" diye sorunca, "Efendimiz ak benizli, zarif yapılı ne iri ne cılız idi" dedi.

Bu haberi Müslim rivayet ediyor.[153]

Ebû't Tufeyl'in yüz on yılında vefat ettiği bu konudaki gö­rüşlerin en doğrusudur.[154]

İbrahim b. Muhammed b. Ziyâd el-Elhânî babası aracılı­ğıyla Abdullah b. Büşr (r.a.) dan nakleder ki: Efendimiz (s.a.v) kendisine:

«Şu çocuk bir asır yaşayacaktır.» buyurmuştur. Ravi der ki: O yüz yıl yaşadı.[155]

 

Velîd Diye Bir Belalı Geleceği Haberi

 

Bişr b. Bekr ve Velîd b. Müslim, Evzaî, Zührî isnadı ile Sa-îd b. Müseyyeb'ten şöyle dediğini naklederler:

-Ümmü Seleme'nin kardeşinin bir oğlu doğmuştu. Adını Velîd koydular. Bunun üzerine Nebi (s.a.v):

«Firavunlarınızın adlarını çocuklarınıza veriyorsunuz ha! Hemen adını değiştirin. Zira bu ümmet içinde adı Velîd denen ve benim ümmetime dokunan şerri, firavnun kavmine dokunan şerrinden daha fazla olan birisi gelecektir.» buyur­du. Onlar da adını deştirdiler.

Bu haber Saîd b. Müseyyeb'ten kesin olarak nakledilmiş tir. Sahih olan görüşe göre Saîd'in mürsel olarak naklettiği hadislerde dinde Hüccet sayılır.[156]

 

Abdü'l Hakem b.  Ebi'l  Âsoğulları Hakkındaki Haberi

 

Süleyman b. Bilâl, el Alâ b. Abdirrahman, babası aracılı­ğıyla Ebû Hüreyre (r.a.) dan Nebi (s.a.v)'in şöyle buyurduğu­nu bildirir:

«Ebûl Âsoğulları kırk kişiye ulaşınca Allah'ın dinini in­sanlara aldatmaca yapacak, Allah'ın kullarnı köleleştirecek, Allah'ın mülkünü de kendi sermayeleri yapacaklardır.»

Bu ravileri güvenilir kişilerden olmasına rağmen garib bir haberdir. Ancak A'meş, Atıyye aracılığıyla Ebû Saîd el Hudrî'den (r.a.) buna benzer bir haberi (Efendimiz'den) merfu  olarak nakleder. Ama orada (kırk değil) «Otuz kişi» diye geçer.[157]

Süleyman b. Hayyân el Ahmer anlatıyor: Bize Dâvûd b. Ebî Hind, Ebî Harb b. Ebi'l Esved ed-Düelî aracılığıyla Talha en Nasrî'nin şöyle dediğini anlatır:

-Muhacir olarak Medine'ye gelmiştim. O zamanlar birisi Medine'ye geldi mi tanıdığı varsa onun yanma misafir olur, yoksa (mescitte bulunan) Soffe'ye inerdi. Ben de Soffe'ye in­dim. O zamanlar Rasûlüllah (s.a.v) iki kişiyi birbirine arka­daş yapar, aralarında bir ölçek hurmayı bölüştürürdü. Bir gün Rasûlüllah (s.a.v) namazda iken bir adam ona seslenerek, "Ya Rasûlallah! (Devamlı hurma yemekten dolayı) midemizi hurma yaktı. Giydiğimiz kaba ketenler parçalandı" dedi. Bu­nun üzerine Allah Rasûlü, Allah'a hamd ve sena ederek kav­minin düçâr olduğu sıkıntıyı da arz etti. Sonra şöyle buyurdu:

"Ben kendimin ve arkadaşımın halini iyi bilirim. Biz on küsur günü erak ağacının meyvesi dışında hiç bir yiyeceği­miz olmadan geçirdik. Sonra Ensarh kardeşlerimize geldik. Onların yemeğini bölüştük. Onların en fazla yedikleri hur­maydı. Kendisinden başka ilah olmayan Zat'a yemin olsun ki, et ve ekmeğe gücüm yetseydi size onları yedirirdim. Yakında size öyle bir dönem gelecek (yahut sizden kim o döneme yetişirse) Ka*be örtüsü gibi (ipekli) giyinecek, büyük taba­klar içerisinde gıdalandırilacaksmız."Bunun üzerine:

-Ya Rasûlallah, o gün mü yoksa bu gün mü daha hayırlıy­ız? dedilerde:

"O gün değil, aksine bugün hayırlısınız. Bugün siz birbiri­nizin kardeşlerisiniz. O gün ise birbirinizin boynunu vura­caksınız." buyurdu.»[158]

Muhammed b. Yusuf el Firyabî, Süfyan-ı Sevrî'nin Yahya b. Saîd aracılığıyla Ebû Mûsâ Yuhannis'ten Rasûlüllahm (s.a.v):

«Ümmetim (kibirlenerek) kollarını sallaya sallaya yürü­düğünde ve İranlı'lar ile Rum'lar ümmetime hizmet ettiğinde, ümmetimin bir kısmi diğerine musallat edilecektir.» buyur­duğunu anlatır.

Bu mürsel bir haberdir.[159]

Osman b. Hakîm. Hz. Sa'd'ın oğlu Amir'in babası Sa'd b. Ebî Vakkas'dan (r.a.) şöyle naklettiğini anlatır:

-Rasûlüllah ile beraber bir yerden geliyorduk. Muâviye oğulları mescidine uğradık. Rasûlüllah (s.a.v) girip iki rekat namaz kıldı, biz de birlikte kıldık. Rabb'ine uzun uzun müra­caatta bulundu, sonra da:

«Rabbimden üç şey istedim. Ondan, ümmetimi suda boğa­rak helak etmemesini istedim, bunu verdi. Ümmetimi kıtlık seneleriyle yok etmemesini istedim, bunu da kabul etti. Yine Rabb'imden, ümmetimin bejinin ( belasını bulması) kendi aralarında olmamasını istedimse de bunu reddetti.»

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[160]

Eyyûb-u Sahtıyânî de Ebû Kılâbe, Ebû Esma isnadıyla Sevbân'dan (r.a.) Rasûlüllah'm (s.a.v) şöyle buyurduğunu nak­leder:

«Allah bana yeryüzünü topladı. Öyle ki, onun doğusunu da batısını da gördüm. Ümmetimin toprakları bana topluca gösterilen yerlere kadar ulaşacak. Bana kırmızı ve beyaz (al­tın ve gümüş) hazineler verildi. Ben Rabb'imden "Ümmetimi umûmî bir kıtlıkla yok etmemesini, kendileri dışında bir düşmanı onlara musallat edip köklerini kazıtmamasını" iste­dim. Rabb'im de: "Yâ Muhammed! Ben bir şeye karar verdim mi artık o geri döndürülmez. Ümmetin için isteklerini kabul ettim, onları umûmî kıtlıkla yok etmeyeceğim, onları kökünü kazıyacak kendileri dışında düşmanı musallat etmeyeceğim. Ümmetin aleyhine onların çevresindekiler birleşse bile, üm-metiyin bir kısmı diğerini esir edip, birbirini öldürene kadar düşmanı onlara musallat etmeyeceğim.[161]

-Rasûlüllah (s.a.v) yine şöyle buyurdu:

«Ümmetim üzerine asıl korktuğum şey, sapıttırıcı devlet başkanlarıdır. (Delalete sebeb olan imamlardır).[162]

Yine Efendimiz:

«Ümmetim içine kılıç girdimi kıyamete kadar bir daha kaldırılmaz» buyurdu.[163] Yine aynı isnadla:

«Ve ümmetimden bir kabile müşriklere katılmadan kıya­met kopmayacak. Hatta ümmetimden bir grup putlara tapa­cak. Yakında ümmetim arasında her biri peygamber olduğu­nu iddia eden otuz yalancı çıkacak. Ben gerçekten peygam­berlerin sonuncusuyum, benden sonra peygamber olmaya­caktır.» buyurdu. Yine aynı isnadla:

«Ümmetimden her dönem daima hakka yardımcı olan bir grup olacaktır. Onları desteklemeyen, onlara zarar vereme­yecek (veya onlara muhalif olanlar bir zarar veremeyecek), Allah'ın emri (kıyamet) gelene kadar bu böyle devam edecek­tir.» buyuruyor. Bu haberi Müslim rivayet etmiştir.[164]

Yûnus ve diğerleri Hasen-i Basrî, Ata b. Abdillah aracılı­ğıyla Ebû Mûsâ el Eş'arî'den (r.a.) Rasûltillah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu anlatır:

«Kıyamet öncesi kesinlikle "Herec" ola­caktır». Bunun üzerine "Herec Ne?" diye soruldu da; JjâJ' «Katliam» dır buyurdu. Ashab, "şimdiki öldürdüğümüzden daha fazla bir katliam mı?" dediler de, Rasûlüllah (s.a.v):

«O sizin müşrikleri öldürmeniz değil, lâkin sizin birbirinizi öldürmenizdir.» buyurdu. "O gün aklımız olacak mı?" de­diler de:

«O zamandakilerin çoğunun aklı alınmış olup bunlara in­sanların kıt akıllıları halef olur. Bunlar kendilerini (kitap ve sünnete uygun) doğru yolda zannederler. Halbuki asla doğru yolda değildirler.»[165]

Süheyl b. Ebî Salih babası Ebû Salih aracılığıyla Ebû Hü-reyre (r.a.) dan Rasûlüllah (s.a.v) in şöyle buyurduğunu nakle­der:

«Cehennem halkından iki sınıf var ki ben onları görme­dim:

1- Yanlarında sığır kuyruğu gibi cop taşıyan ve bunlarla insanları döven (idareci)ler.

2- Giyinmiş, çıplak, başlarını açıp, kırıtırak yürüyen kadınlar. Bunların başları Horasan develerinin hörgücü gibi olur. Bunlar Cennet'e giremeyecek ve onun kokusunu bile duyamayacaktır. Halbuki Cennet'in ko­kusu şu kadar, bu kadar uzak yoldan bile duyulur.»

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[166]

Ebû Abdisselâm da Sevbân'dan (r.a.), Rasûlüllah'm (s.a.v) şöyle buyurduğunu anlatır:

«Çok geçmez, yemek yiyenlerin (şöyle buyur, sen de yanaş  diye  diğerlerini)  yemek tabağına da've t ettiği gibi,

 (düşman) milletlerde birbirlerini sizin aleyhinize toplanıp saldırmaya da'vet edecektir.» Bunu duyan birisi:

-Bizim o gün nüfusça az oluşumuzdan mı böyle yapacaklar? deyince. Efendimiz (s.a.v):

«Aksine siz o gün pek kalabalık olacaksınız. Ama sel su­larının çürütüp götürdüğü köpük gibi çürük insanlar olacak­sınız. Allah sizin heybetinizi düşmanlarınızın gönlünden çı­karacak ve sizin gönlünüze "Vehn" atılmış bulunacaktır.»

buyurdu. Birisi; "Vehn de nedir, ya Rasûlallah?" deyince:

«Dünyayı sevip, ölümden hoşlanmamanızdır.» buyurdu.

Hadisi Ebû Dâvûd, Abdurrahman b. Yezîd b. Câbir'den bize Ebû Abdisselâm anlattı ki... diyerek naklediyor.[167]

Hemmam aracılığıyla Mamer, Ebû Hüreyre (r.a.) dan Ra­sûlüllah (s.a.v) in şöyle buyurduğunu anlatır:

«Nefsim elinde olan zata yemin ederim ki, birinize öyle bir gün gelecek ki, beni göremeyecek. Sonra beni onlarla be­raber görmesi, kendisine malı ve ailesi gibi bir şeyi görmek­ten daha iyi gelecektir.»

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[168]

Buharî'nin de Ebû Hüreyre (r.a.) dan naklettiği böyle bir hadis vardır.

[Ebû Hüreyre (r.a.), Nebi (s.a.v) in şöyle buyurduğunu an­latır:

«Çarıkları kıldan yapılma bir kavimle savaşmadığınız sü-e kıyamet kopmayacaktır.

1- Ve küçük gözlü al yanaklı, basık assi burunlu, yüzleri sanki kat kat bürünmüş gibi olan kürklerle savaşmadan da kıyamet kopmayacak.

2- Ve insanlam en hayırlılarını bu işe bulaşmcaya kadar siyaset ve idare-len hiç hoşlanmaz bulacaksınız.

3- İnsanlar (da) bir takım (al;ın, gümüş, bakır, demir gibi) ma'denlere ayrılır. (Müslüman almadan önceki) Cahiliye döneminde onların hayırlısı olan idini Öğrenip anlayınca) İslam olduktan sonraki dönemde de Müslümanların en hayırlısı olur.

4- Ve kesinlikle sizden biri­niz Üzerine Öyle bir gün gelecek ki; o zaman beni görmesi kendine, kendisinin malı ve ailesinin bir ilerisine girmesin­den daha sevimli gelecektir, (ya da ben ona daha sevindirici olacağım.)»[169]

 

Dini Guruplara Bölünme Haberi

 

Safvân b. Amr anlatıyor: Bana Ezher b. Abdülah el-Hara-zl Ebû Âmir elHevzenî aracılığıyla Muâviye b. Ebî Süfyan bir gün aralarında ayağa kalkarak şöyle dediğini anlattı. Dik­katle dinleyin! Rasûlüllah (s.a.v):

«Dikkat edin! Sizden önceki ehli kitap kimseler dinlerin­de yetmiş iki parçaya bölünmüştü. Şu ümmet de yakında yetmiş üç parçaya bölünecek. Yetmiş ikisi Cehennem'de, bir tanesi Cennet'te olacaktır. Bu da cemaattir (imanlı olanıdır).» buyurdu.

Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.[170]

 

Îlmin Yok Olma Ve Cehlin Kökleşme Haberi

 

Ebû't Tiyah aracılığıyla Abdü'l Varis, Enes (r.a.) dan Rasû­lüllah (s.a.v) in:

«İlmin kaldırılması, cahilliğin halk arasında kökleşmesi, içkinin alenen içilir hale gelmesi, zinanın alenen yapılması kıyamet alametlerindendir.» buyurduğunu nakleder.

Bu müttefekun aleyh bir hadistir.[171]

 

İlmin Alimlerin Ölümüyle Ölmesi

 

Hişam'm babası aracılığıyla Abdullah b. Amr  (r.a.) dan nakledişine göre Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur.

«Şüphesiz Allah (c.c.) ilmi insanlar arasından zorla söküp almayacak, ancak ilmi âlimlerin ruhunu almakla ilmi öldüre­cek. Artık âlim kalmayınca insanlar bir takım cahilleri lider edinecek. Bu liderlere sorular sorulacak. Bunlar da bilgisiz olduğu halde fetva verecek ve hem kendileri hak yoldan sapa­cak, hem de insanları doğru yoldan sapıttıracak.»

Bu muttefekun aleyh bir haberdir.[172]

 

Rafizî'leri Haber Verişi

 

Kesîr en Neva, Hz. Ali'nin oğlu Hasen'in oğlu Hasen'in oğlu İbrahim'den, babası Hasen dedesi Hasen (r.a.) aracılığıy­la Hz. Ali (r.a.) dan naklediyor: Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyu­ruyor :

«Ümmetim arasında Rafizî adıyla bir grup olacaktır. İşte bunlar İslam'dan uzaktırlar.»

Ravî Kesîr zayıf biri olup üstelik bu haberi ondan başka nakleden biri de yoktur.[173]

 

Ümmetin En Hayırlı Dönemi

 

Şuvbe der ki: Bana Ebû Hamza, Zehdem, İmran b Husayn dan (r.a.) işittiğime göre, Nebî (s.a.v) şöyle buyurmuş:

«En hayırlı döneminiz benim çağımdır. Sonra ise benim çağımı takiben gelen (Tabiinin çağı) hayırlıdır. Sonra onları takiben gelenlerin çağ hayırlıdır. Sonra da onlardan sonraki­ler hayırlıdır. Onlardan sonraki çağda ise, ihanet edip asla güvenilmeyen, şahitlik yapması istenilmeyen (fakat) kendili­ğinden gelip şahitlik yapan, adak yapıp, bu adağını yerine ge­tirmeyen ve kendilerinde şişmanlık yaygınlaşan bir kavim ortaya çıkacaktır.»

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[174]

Efendimiz (s.a.v) in kendisinden sonra meydana çıkacak şeylere dair olan sahih ve zayıf hadisler sayılamayacak kadar çoktur. Biz bunlardan bu kadarı ile yetinmiş bulunuyoruz.

«Ve Allah kime nur yaratı-vermemişse artık onun nurdan nasibi yoktur.»

Allah   (c.c.)   den  kalblerimize  imanı  yerleştirmesini  ve kendi katından bir ruh ile bizi teyid etmesini niyaz ederiz.[175]

 

«DELÂILÜ'N NÜBÜVVE» -PEYGAMBERLİK DELİLLERİ-

 

Sabit el Bünânî aracılığıyla Süleyman b. el Muğîre, Enes (r.a.) dan naklediyor:

-Benî Neccâr kabilesinden aramızda bir adam vardı. Ken­disi Bakara ve Âl-i İmran surelerini ezberlemiş bulunuyordu. Bu adam Peygamberdin katipliğini de yapıyordu. Bir gün İslam toplumundan kaçarak ehli Kitab'a sığınmıştı. Bu duru­mu ehli Kitab'ın çok hoşuna gitmiş, onu yüksek bir yere çıka­rıp (yahut onu yüceltip) "İşte bu adam Muhammed'in katibi idi" dediler. Çok geçmeden, Allah onun canını onların arasın­dayken aldı. Onlar da buna bir çukur kazıp cesedini oraya gömdüler. Ama toprak adamı kabul etmeyip dışarı attı. Sonra gelip tekrar gömdüler. Ama toprak yine onu yüzüne attı. Te­krar gelip bir daha gömdülerse de, toprak yine bu adamı dış arı attı. Onlar da adamın cesedini öylece gömmeden bırakıverdiler.

Bu haberi Müslim rivayet etmiştir.[176]

Abdü'l Aziz aracılığıyla Abdül Varis, Enes'in (r.a.) şöyle dediğini anlatır:

-Hıristiyan bir adam vardı. Bir gün bu adam Müslüman oldu. Bakara ve Ali İmran surelerini okudu. Peygamber (s.a.v) in katipliğini de yapmıştı. Bir süre sonra Hırıstiyanlık'ma ge­ri döndü. Bu herif: "Benim kendisine yazıverdiğim şeyler dış mda, Muhammed'in iyi bir şey ortaya koyduğunu görmedim." diyordu. Allah bir gün onun canını aldı. Kavmi ona mezar kazdılar. Sabah olunca baktılar ki, toprak onu dışarı atmış. Bunun üzerine arkadaşları: "Bu olsa olsa Muhammed ve ar­kadaşlarının işidir." deyip yine ona bir kabir kazıp onu iyice derin yaptılar. Ertesi sahab olunca toprak onu yine atmıştı.

Böylece bunun Allah tarafından olduğunu kavradılar.

Hadisi Buharı rivayet etmiştir.[177]

 

Peygamberimize Verilen En Büyük Mucize

 

El Leys de Saîd el Makburî, babası Keysan isnadıyla Ebû Hüreyre (r.a.) dan Rasûlüllah (s.a.v) in şöyle buyurduğunu nakleder:

«Peygamberlerden hiç bir nebi yok ki, insanlar ona veri­len mucize sebebiyle kendisine iman etmemiş olsun. Bana verilen âyâtı beyyinât ise Allah'ın bana vahyetmiş olduğu Kur'an'ıdır. Böylece ben kıyamet günü, peygamberlerin üm­meti en çok olanı, olacağımı Ümid ediyorum.»

Bu ittifakla rivayet edilen bir hadistir.[178]

Derim ki: İşte (bu hadiste belirtilen) "en büyük mu'cize" dir. Bu mu'cize "Kur'an" dır. Zîra peygamberlerden herhangi birisi ayet-i celileyle ümmetine gelir, kendinin vefatıyla a-

yetlerin gelişi sona ermiş olurdu. Bu sebeple kendisine uyan az sayıda insan olurdu. Büyük mucizenin, kendisinin vefa­tından sonra da baki olması hasebiyle bizim Peygamberimiz' in ümmeti gayet çok olmuştur. Aradan uzun zaman geçmiş ol­masına rağmen, Kur'an'ı işiten pek çok insan Allah ve Rasû-lüne inanmaya devam ediyor. İşte Efendimiz (s.a.v) de buna binâen «böylece ben, kıyamet günü peygamberlerin, ümmeti en çok olanı olacağımı ümit ediyorum» buyurmuştur.

Zaide de Muhtar b. Fülfül aracılığıyla Enes (r.a.) dan Ra­sûlüllah (s.a.v) in:

«Hiçbir peygamber benim tasdik edildiğim gibi tasdik edilmedi. Zira peygamberlerden ümmetinden tek bir kişi dışında hiç kimsenin tasdik etmediği peygamber de vardır.»

buyurduğunu anlatır.

Bu haberi Müslim rivayet etmiştir.[179]

 

Kur’anın Toptan Ve Parça Parça İndirilişi

 

Cerîr de Mansur, Saîd b. Cübeyr isnadıyla İbni Abbas'm (r.a.) «Biz o Kur'ân'ı Kadir gecesinde in­dirdik.» (Kader 1) ayeti celilesi hakkında:

-[Kadir gecesinde Kur'an, dünya semasına toptan bir de­fada indirilmiştir. Orada yıldızların mevkisinde bulunmak­tadır. Allah (cc.) Kur'ân'ı ayetleri peşpeşe olarak Peygamber (s.a.v) e göndermiştir. Allah:

«Kâfir olanlar, "Kur'an ona bir kerede toptan indirilse, olmaz mıydı?" dediler. İşte böylece biz onu senin kalbine iyi­ce yerleştirmek için böyle yapıp onu bir tertil Üzerine indir­dik» (Furkân 32) buyurmuştur] dediğini anlatır.[180]

 

Son İnen Sure

 

Ebul Umeys, Abdü'l Mecid b. Süheyl'den Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'nin şöyle dediğini nakleder: İbni Abbas (r.a.) bana:

-Kur'an'm toptan en son indirilen suresinin hangisi oldu­ğunu biliyor musun?" dedi. Ben de "evet;

«Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman...» süresidir" de­dim. O da, "Doğru söyledin." dedi.

Bu haberi Müslim rivayet etmiştir.[181]

Ebû Bişr, Saîd b. Cübeyr aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)m «izâ cae nasrullahi vel feth» suresi hakkında:

-Bu fetih Peygamberimiz (s.a.v)in eceli olup bunu kendisi­ne haber vermiştir ki; "Allah sana fethi müyesser kılınca bu senin eceliyin geldiğine işarettir, demişti. İbni Abbas bu sö­zünü Ömer (r.a.)a söylemişti. Bunun üzerine Ömer (r.a.):

-Bu sure hakkında ben de ancak senin bildiğin gibi biliyo­rum ey İbni Abbas!, dedi.

Bu haberi Buharı de bu anlamda rivayet etmiştir.[182] Şu'be de Ebû İshak'tan Berâe b. Âzib'i (r.a.):

-En son indirilen sure (Berâe)dir. En son indirilen ayet de (Nisa suresi son ayeti olan) «Yes tef tünek..» ayetidir, derken duyduğunu rivayet eder.

Bu müttefekun aleyh bir haberdir.[183]

Asım el Ahvel, Şa'bî isnadıyla sevk ettiği haberinde, Sev-rî. İbni Abbas (r.a.)in: "Allah'ın indirdiği son ayet, faiz ayeti­dir" dediğini söyler.[184]

Hüseyin b. Vâkıd da, Yezîd en Nahvî, İkrime aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)m: "Kur'an'dan en son inen ayet:

«Allah'a  döndürüleceğiniz  o  günden  sakının»   (Bakara 281) ayetidir, dediğini nakleder. [185]

İbni Arûbe, Katade aracılığıyla Saîd b. Müseyyeb'den Ö-mer (r.a.)m:

-Allah'ın en son indirdiği şey, ribâ ayetidir. (Biz onu Pey­gamber'e uzun boylu sormaya vakit bulamadık) Binaen aleyh, faizi de, faiz şüphesi olan şeyleri de terk edin, dediğini nak­leder.[186]

Bu sahih bir haberdir.

Ebû Ca fer de, Rebî b. Enes, Ebul Âliye isnadıyla Übey b. Ka%b (r.a.)ın: "Kur anın en son inen ayeti:

«Eğer yüz çevirirlerse, "Bana Allah yeter ! de» (Tevbel29) ayetidir, dediğini rivayet eder.[187]

Yukardaki görüşlerin ayrı olmasını özetlersek şu sonuca ulaşırız:

"Görüş sahiplerinin her biri bu konuda kendilerine ulaş an bilgiyi haber vermektedirler.

Hüseyin b. Vakid anlatıyor: Bana Yezîd en Nahvi'nin an­lattığına göre İkrime ile El Hasen b. Ebi'l Hasen şöyle demiş lerdir:

-Kuranı Kerim'in, Veylül lil Mutaffifîn, Bakara, Âli İm-ran, Enfal, Ahzab, Mâide, Mümtehine, Nisa, İza Zülzilet, Hadid. Muhammed, Ra'd, Rahman, Hel'eta, Talak, Lemyekün, Haşr, İza cae nasrullahi, Nur, Hacc, Münafikûn, Mücadele, Hucurât, Tahrîm, Saff, Cuma, Teğâbûn, Feth ve Berâe sûre­leri Medine-i Münevvere'de nazil oldu, "Mekke'de de..." Kur' an'ın diğer sureleri nazil olmuştur.[188]

 

Gönüllerden Ve Zihinlerden Bazı Ayet Ve Surelerin Silinmesi

 

Ebû Harb b. Ebîl Esved, babası Ebu'l Esved aracılığıyla Ebû Mûsâ el Eş 'arî'nin (r.a.) şöyle dediğini nakleder:

-Vakti ile biz uzunluğu ve çetinliği bakımından Berâe su­resine benzettiğimiz bir sureyi ezbere okurduk. O sure bana unutturuldu, ondan sadece,

«İnsanoğlunun iki vadi (dolusu) malı olsa kesinlikle üçüncü vadiyi aramaya kalkardı. Ademoğlunun karnını top­raktan başka bir şey dolduramaz.» kısmı hatırımda kaldı. Yine biz vaktiyle «Sübhane Sebbihisme» kelimesiyle başlay­an surelerden birine benzettiğimiz bir sureyi ezbere bilir­dim. O da bana unutturuldu. Sadece:

«Ey iman edenler! Yapmayacağınızı niye söylersiniz? (Yada: Yapmayacağınızı söylemeyin).[189] Bunlar boynunuzda şahit olarak yazılacak ve kıyamet günü bundan sorulacaksınız» kısmı hatırımda kaldı.

Bu haberi Müslim rivayet etmiştir.[190]

Şuayb b. Ebî Hamze ve diğerleri Zührî'den şöyle nakle­derler:

-Bana Ebû Ümame b. Sehl (r.a.) in haber verdiğine göre; Rasûlüllah (s.a.v) in Ashab'mdan bir grup kendisine anlatmış lar ki: "Adamın birisi geceleyin daha önce ezberlediği bir su­reyi okumak için kalkmış. «Bismülahirrahmanirrahim» dış ında bu sureden hiç bir şey okumaya gücü yetmemiş Sabah olunca durumu sormak için Efendimiz'in kapısına gelmiş.

Sonra bir diğeri derken toplanıvermişler ve birbirlerine "Bizi buraya ne topladı?" diye sormuşlar ve böylece birbirlerine bu surenin unutturulma olayını haber vermişler. Sonra Rasûlül-lah bunlara izin vermiş girip ona durumlarını bildirmişler ve "Bu sure neydi?" diye sormuşlar. Efendimiz bir saat onlara hiç bir cevap vermeden durup ardından da;

«Bu sure dün gece neshedilmişti. Böylece onların kal­binden de silindi, yazılı bulunduğu her şeyden de silindi»

buyurdu.

Bu haberi Ukayl, İbni Şihab ez Zührî'den nakletmiştir. Orada ravi der ki; Zührî bunu anlatırken Saîd b. Müseyyeb de orada oturuyordu. Ama bu sözü inkar etmedi.[191]

Bu surenin neshedilmesi ve gönüllerden kaldırılması pey­gamberlik delillerindendir. Bu hadis sahihtir.[192]

 

EFENDİMİZİN ŞEKLİ VE GÜZELLİKLERİ

 

Yüz güzelliği

 

İbrahim b. Yusuf b. Ebî İshak, babası', dedesi isnadıyla nakleder ki, dedesi Berâe (r.a.) şöyle derken işitmiş:

-Rasûlüllah (s.a.v) insanların en yücesi en güzeli, huyca en iyisiydi. Aşırı uzun olmadığı gibi, kısa boylu da değildi.

Buharı ve Müslim bu haberi İbrahim'den ittifakla nakle­derler.[193]

Buharı anlatıyor: Bize Ebû Nüaym, Zübeyr, Ebû İshak is­nadıyla şöyle nakleder:

Adamın biri Berâe b. Âzib'e (r.a.), "Rasûlüllah'm (s.a.V) yüzü kılıç gibi miydi?" diye sorunca; "Hayır! Ay gibiydi" diye cevap verdi.[194]

İsrail de Simâk'tan şöyle nakleder. Birisi Câbir b. Semu-re'ye "Rasûlüllah (s.a.v)in yüzü kılıç gibi parlak mıydı?" diye sorunca Cabir (r.a.): "Hayır! Aksine o Güneş ve Ay gibi yuvar­lakça idi" dedi.

Haberi Müslim "Sahih"inde anlatır.[195]

Muharibi ve diğerleri; Eş'as, Ebû İshak aracılığıyla Câbir b. Semüre'nin (r.a.) şöyle dediğini anlatır:

-Ben bulutsuz bir gecede Rasûlüllah'ı (s.a.v) üzerinde kır­mızı bir hülle ile gördüm. Efendimiz'e ve gökteki Ay'a bak­maya başladım. Kesinlikle benim gözümde o Ay'dan daha güzel idi.[196]

Ukayl, İbni Şihab'dan naklediyor: Bana Abdürrahman b. Abdillah b. Ka'b b. Mâlik, babası Abdullah isnadıyla dedesi Kavb (r.a.) in şöyle dediğini anlattı:

-Rasülüllah'a (s.a.v) selam verdiğimde yüzü sururdan pı­rıl pırıl olurdu. O, sevinince yüzü tıpkı Ay parçası gibi nurlanırdı.

Bu hadisi İmam Buharı Sahih'inde rivayet etmektedir.[197]

İbni Cüreyc, Zührî, Urve isnadıylaHz. Âişe'nin (r.a.):

«Bir gün Rasûlüllah (s.a.v) sevinçle yanıma girmişti. Yüzü pırıl pırıl parlıyordu.»

Bu hadis ittifakla rivayet olunmuştur.[198]

Ya'kub el Fesevî (Tarih'inde) anlatıyor: Bize Saîd, Yûnus b. Ebî Ya'fur el Abdi, Ebû İshak el Hemedanî, Hemedan'dan adını söylediği bir kadının şöyle dediğini nakletti:

-Peygamber (s.a.v) ile beraber haccettim. Onu devesi üze­rinde Ka'be'yi tavaf ederken gördüm. Elinde baston vardı.

Bunun üzerine ben (Ebû İshak) o kadm'a: "Efendimiz'in neye benzediğini bir tarif etsen." dedim de, o "On dördüncü gecedeki dolunay gibiydi. Onun gibi birini ne daha önce, ne de daha sonra hiç görmedim" diye cevap verdi.[199]

Ya'kub b. Muhammed ez Zührî anlatıyor: Bize Abdullah b. Mûsâ et Teymî, Üsâme b. Zeyd isnadıyle Ebû Ubeyde b. Muhammed b. Ammâr b. Yâsir'in şöyle dediğini anlattı:

-Muavvez kızı Rubeyyia; "Bize Rasûlüllah'ı tarif et." de­dik de bize: "Sen onu görseydin (gördüğün an) kesinlikle Gü­neş doğuyor derdin." diye cevap verdi.[200]

 

Efendimiz'in Saçı

 

Rabî b. Ebî Abdirrahman anlatıyor:

-Enes'i (r.a.), Peyğamber'i (s.a.v) tarif ederek şöyle dediği­ni işittim: "O (s.a.v) toplumun en orta boylusuydu, (en düz­gün endamlısıydı). Ne uzun ne de kısa boyluydu. Ne kireç gibi ak, ne de esmer idi. Ne koyun yünü gibi kıvırcık saçlı ne de (ekin gibi) düz saçlı idi. Kırk yaşının başlarında peygamber olarak vazifelendi. Altmış yaşında iken vefat etti. Henüz saç ve sakalında yirmi tane beyaz tüy yoktu."

Hadis müttefekun aleyh bir haberdir.[201]

 

Efendimizin Rengi

 

Hâlid b. Abdillah, Humeyd aracılığıyla Enes (r.a.) tan şöy­le nakleder:

Nebî (s.a.v) efendimiz esmer renkli idi.[202]

Sabit ise Enes (r.a.)tan: "Nebi (s.a.v) açık renkli idi."de­diğini nakleder.[203]

Ali b. Asım, Humeyd'den şöyle nakleder; "Enes (r.a.): -Rasûlüllah (s.a.v) beyazdı. Beyazlığı hafif esmere kaçardı, derken işittim.[204]

Saîd el Cürayrî anlatıyor: Ben ve Ebut Tufeyl Ka'be'y* ta­vaf ediyorduk. Ebut Tufeyl bana, "Benden başka Rasûlüllah (s.a.v)i gören kimse kalmadı." dedi. Ben de; "öyleyse bana onun tarifini bir yapıver." deyince şöyle dedi:

«Rasûlüllah (s.a.v) çok münasip endamlı, tatlı bir beyazlığı vardı.»

Hadisi Müslim de rivayet etmiş ve "beyaz tatlı yüzlü idi" ifadesini kullanmıştır.[205]

İsmail aracılığıyla İbni Füdayl, Ebû Cühayfe'nin şöyle de­diğini anlatır; "Nebi'yi (s.a.v) ak benizli biri olarak gördüm. O zaman ihtiyarlamış ti. Ali'nin oğlu Hasan ona benziyordu."

Bu hadis ittifakla rivayet edilmiştir.[206]

Abdullah b. Muhammed b. Ukayl, Muhammed b. Hane-feyye aracılığıyla babasının şöyle dediğini nakleder: "Nebi (s.a.v) parlak renkliydi."

Bu haberi Abdullah b. Muhammed'den, Hammad b. Sele­me nakleder.[207]

Mes'ûdî de, Osman b. Abdillah b. Hürmüz, Naff b. Cübe-yr aracılığıyla Hz. Ali (r.a.) dan; "Yüzü hafif pembeye çalardı." şeklinde nakleder. Bu haberin aynısı Şerik de Abdülmelik b. Umeyr aracılığıyla Nâfi'den naklediyor.[208]

Abdullah b. İdris ve diğerleri İbni İshak. Zührî, Abdür-rahman b. Malik b. Cuışuin, babası aracılığıyla Süraka b. Cu'ş umun şöyle dediğini anlatır: "Peygamber (s.a.v) e gelmiştim. Devesi üzerinde kendine yaklaştığımda baldırına baktım, sanki hurma özü gibi (bembeyaz) idi.[209]

İbni Uyeyne anlatıyor:

-Bize İsmail b. Ümeyye, Müzahim b. Ebî Müzahim, Ab-dü'l Aziz b. Abdillah b. Halid, Üseyd isnadıyla Muharriş el Ka'bî'den[210] (r.a.) şöyle dediğini anlattı: "Rasûlüllah (s.a.v) geceleyin Cıvrâne'den Ömre'ye girdi. O zaman sırtına baktım, sanki eritilip dökülen gümüş gibi (bembeyaz) idi.[211] Ya'kûb el Fesevî der ki:

-Bize İshak b. İbrahim b. el Avlâ, Amr b. el Haris, Abdullah b. Salim, Zübeydi, Muhammed b. Müslim aracılığıyla Said b. Müseyyeb'in Peyğamber'i(s.a.v) anlatan Ebû Hüreyre'den (r.a.) şöyle duyduğunu haber verdi: "Nebi (s.a.v) bembeyaz idi.[212]

Rüşdîn b. Sa'd, Amr b. el Haris, Ebû Hüreyre'nin azatlısı Ebû Yûnus isnadıyla Ebû Hüreyre'nin (r.a.) şöyle dediğini an­latır: «Nebi (s.a.v) den daha güzel olan hiç bir şey görmüş de­ğilim. Sanki Güneş onun yüzünde dolaşıyordu. Yine yürüyü şünde ondan daha seri birini görmedim. Sanki yer dürülerek ayağının altına gelirdi. Bizim takatimiz kesilirdi, o ise hiç yorulmamış olurdu.»[213]

Aynı haberi İbni Lehfa da Ebû Yûnustan nakleder.[214]

 

Efendimiz'in Yüz Şekli

 

Şu'be de Simâk aracılığıyla Câbir b. Semüra'nm (r.a.):

-Nebî (s.a.v) irice ağızlı, badem (gibi kapakları uzunca) gözlü ve kibar topukluydu, dediğini anlatır.

Bunu Müslim naklediyor.[215]

Bu haberi Ebû Dâvûd da Şu'be aracılığıyla «Şehla gözlü, (siyahı kırmızıya çalan elâ gözlü) ufakça topuklu idi.» şeklinde verir.[216]

Ebû Ubeydeder ki:

«Buradaki "Eş-Şekletü" kelimesi "el Humraü" kelimesin­de ifade edilen "kırmızılık" olup gözün beyazında olur. "Eş Şehl,etü (Şehla)" ise gözün siyahlığında bulunan kırmızılıktır. (Ravi der ki) Ben, "Ya «Menhûsül Kavb» ne manaya geliyor? dedim de, Ebû Ubeyd; "Ökçenin etinin az olmasıdır" dedi.[217] Nitekim Simâk da bu kelimeyi bu anlamda izah etmiştir.[218]

 

Efendimizin Gözleri

 

Ebû Bekr İbni Ebî Şeybe anlatıyor:

Bize Abbâd, Haccac (b. Erta), Simak isnadıyla Câbir b. Semûra (r.a.) m Rasûlüllah (s.a.v)in sıfatı hakkında; «Ben ona baktığım zaman kendi kendime, "gözleri kudretten sür­meli" derdim. Oysa sürmeli değildi. İnciğinde biraz incelik vardı. Tebessüm dışında kahkaha ile gülmezdi.[219]

Abdullah b. Muhammed b. Ukayl, Muhammed b. Ali isna-dıyla, babası Ali (r.a.) in şöyle dediğini nakleder: «Rasûlüllah (s. a.v)  irice gözlü, uzun kirpikli,  kırmızıya (ela) çalan göz renkli ve sık sakallıydı.»[220]

Halici b. Abdillah et-Tahhan. Ubeydullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebî Talib'in babası, dedesi, isnadıyla nakletti­ği haberinde şöyle der: "Ali (r.a.)a: «Bize Rasûlüllah (s.a.v) beyaz kızıllığa çalar derecede ak benizli, göz bebeği siyah ve uzun kirpikliydi.»[221]

Abdullah b. Salim de Zübeydî. Zührî aracılığıyla Zührî' nin Peygamber (s.a.v)in sıfatlarını anlatan Ebû Hüreyre'den Saîd b. Müseyyeb'in şöyle işitmiş olduğunu naklediyor:

-Peygamber (s.a.v), geniş alınlı, uzun kirpikli, siyah sa­kallı, gayet güzel ağızlı, geniş omuzlu, ayaklarının (ucu yada ökçesiyle değil) tamamını basarak yürüyen, çukur tabanlı ol­mayan bir yapıya sahip idi.»[222]

Abdü'l Aziz b. Ebî Sabit ez Zührî der ki:

-Bize İsmail b. İbrahim b. Ukbe, Mûsâ b. Ukbe. Küreyb is­nadıyla İbni Abbas'm (r.a.): «Rasûlüllah (s.a.v) ön dişleri sey­rekçe bir yapıda idi. Konuşunca ön dişleri arasında nur gibi görülürdü.» dediğini nakleder. Lakin ravî Abdü'l Aziz, hadisçiler indinde metruk biridir.[223]

 

Efendimi'zin Başı

 

Mesvûdî. Osman b. Abdillah b. Hürmüz, Naff b. Cübeyr isnadıyla Ali'den (r.a.) şöyle dediğini nakleder: "Rasûlüllah (s.a.v) irice başlı, gür sakallı, iri elli, iri ayaklı, iri kemikli ve göğsündeki kıl biten yer (yukardan karnına doğru) uzunca idi.[224]

Bu haberin bir benzerini Serîk; Abdül Melik b. Umeyr, Naff b. Cübeyr b. Mut'ım isnadıyla Ali'den (r.a.) nakleder ki, haber şu şekilde başlar: «Rasûlüllah (s.a.v) irice başlı, gür sakallıydı.)[225]

Saîd b. Mansur anlatıyor: Bize Nuh b. Kays, Halid b. Ha-lid et Temîmî, Yusuf b. Mazin er Râsibî aracılığıyla anlattı ki. adamın birisi Hz. Ali'ye; "Bize Nebî (s.a.v)'i tarif et" deyince, o şöyle demiş:

«Rasûlüllah (s.a.v) (kırmızıya çalan beyaz) yanal yanaklı, irice başlı, ak benizli, nur yüzlü ve uzun kirpikliydi.»[226]

 

Efendimizin Saçı

 

Cerîr b. Hâzim anlatıyor: Bize Katade şöyle diyerek an­lattı:

-Enes'e (r.a.), Efendimiz (s.a.v)in saçının şeklinden sorul­muştu da şöyle cevap verdi: «Onun saçı ne dümdüz ne de kı­vırcık idi. (hafif dalgalıydı). Kulakları ile omuz başı arasında bir uzunluğa sahip idi.»[227]

Katâde aracılığıyla Hemmam, Enes'den (r.a.): "Rasûlüllah 'in (s.a.v) saçları omuzlarına dökülürdü." dediğini nakleder.[228] Hadisi Buharı rivayet etmiştir.

Humeyd'in Enes (r.a.)tan rivayetinde ise «Kulak yarısına kadar sarkardı» şeklinde geçmektedir.[229]

(Zehebî) Derim ki; yukarda geçen her iki rivayet arasını bulmak mümkündür. Ma'mer de Sabit aracılığıyla yaptığı ri­vayette Enes (r.a.) m «Kulak yumşaklarına kadar inerdi» de­diğini nakleder.

Bu rivayeti Ebû Dâvûd. Sünen adlı eserinde naklediyor.[230]

Şuvbe anlatıyor: Bize Ebû İshak, Berâe'yi (r.a.) şöyle der­ken işittiğini haber verdi:

-Rasûlüllah (s.a.v) orta boylu idi. İki omuz arası geniş idi. Saçları kulak yumuşağına kadar uzanırdı. Üzerinde kırmızı bir cüppesi vardı. Ondan daha güzel olan bir şeyi asla görme­dim.

Bu ittifakla rivayet edilen bir haberdir.[231]

Buharı bu haberi İsrail yoluyla (Ebû İshak'tan) şu lafızla nakleder:

«Allah'ın yarattıkları arasında, kırmızı hülle içerisinde ondan daha güzel birini asla görmedim. Saç perçemleri, omuzlarına yakın sarkardı.»[232]

Bu hadisi, Müslim de Sevrî aracılığıyla (Berâe (r.a.)tan) şu lafızla nakleder: «Onun (s.a.v) omuzlarına dökülen saçları vardı.» Bu hadiste yine, «Rasûlüllah (s.a.v) uzun da, kısa da değildi» ilavesi vardır.[233]

Şerîk, Abdü'l Melik b. Umeyr aracılığıyla Naff b. Cübe-yr'in şöyle dediğini anlatır: "Ali (r.a.) bize Peygamberin (s.a.v) sıfatlarından bahisle şöyle dedi: «Rasûlüllah'm (s.a.v) başı sık saçlı olup onu tarardı.»

Bu isnadı hasen bir hadistir.[234]

Abdürrahman b. Ebi'z Zinâd da, Hişâm, babası Urve isna-dıyla Âişe'nin (r.a.): «Rasûlüllah'm (s.a.v) saçları kulağı aşa­cak uzunlukta (vefra) cümme denen uzun saçtan kısaca idi.» dediğini nakleder.

Bu haberi Ebû Dâvûd, Sünen'inde nakleder. İsnadı hasendır.[235]

Süfyan b. Uyeyne. İbni Ebî Necîh aracılığıyla Mücahidin şöyle dediğini anlatır, Ümmü Hânî der ki:

-Nebi (s.a.v) bir keresinde Mekke'ye gelmişti. Onun dört tane saç beliği vardı.[236]

Ümmü Hâni belik diye (Zafâiri) Örgüyü kasdetmiştir. An­cak Mücâhit Ümmü, Hânî'ye yetişmemiştir. Bazıları. "Ümmü Hânî'den hadis dinlemiştir." de demişlerdir ki, bu da imkan dairesindedir.[237]

İbrahim b. Sad der ki; Bize İbni Şihab-i Zühri, Ubeydullah aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)m şöyle dediğini anlattı:

-Rasûlü Ekrem (s. a.v) kendisine Allah tarafından bir şey emrolmadıkça, (bir takım âdetlerde) ehli kitaba uygun hare­ket etmeyi severdi. Ehli Kitab saçlarını düz olarak tararlar­dı. Müşrikler de başlarını ikiye ayırarak örerlerdi. Efendi­miz (s.a.v) alnındaki kakülünü düz tarardı, daha sonraları ortadan ayırarak taramaya başladı.

Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.[238]

Rabîatür Rey anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v)in saçlarından kızıl renkli bir tüyünü gördüm. Soruşturdum da "güzel koku sürmesinden kızardı" denildi.

Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.[239]

Eyyûb. İbni Şîrînden anlatıyor: Enes'e (r.a.). "Rasûlüllah (s.a.v) saçlarını boyar mıydı? diye sordum. O da; "Rasûlü Ek­rem saçının pek az bir kısmının ağardığmı gördü." diye cevap

verdi.

Bu haberi Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir. Yine Sa­hih haberlerde  bu  anlamda  Enes'ten  (r.a.)  bir  çok rivayet mevcuttur.[240]

Müsennab. Saîd, Katâde aracılığıyla Enes'ten (r.a.): «Rasûlü Ekrem (s.a.v) saç ve sakalını boyamazdı. Ancak alt dudağına yakın yerde birkaç beyaz tüy ile şakaklarında azıcık beyazlaşma ve azıcık da saçında ağarma vardı.» dediği­ni nakleder.

Haberi Müslim rivayet etmiştir.[241]

Züheyr b. Muâviye ve diğerleri Ebû İshak aracılığıyla Ebû Cühayfa (r.a.)ın (eliyle işaret yaparak) şöyle dediğini anlatır­lar:

-Ben Rasûlüllah'ı (s.a.v) gördüm. İşte onun şurasında ak­lık vardı.

Hadisi rivayet eden Züheyr b. Muaviye burayı tarif ede­bilmek için parmağının birini çene yuvarlağının yukarısına (dudağının  altına)  koydu.

Hadisi Müslim rivayet etmiştir. Yine Müslim hadisi İsrail'den de nakletmiştir.[242]

Şube ve diğer âlimler Sîmak aracılığıyla Câbir (r.a.)tan "Nebî (s.a.v)in sakalına gül yağı sürünce bu aklar görünmez olurdu. Ama gülyağı sürmediği vakit bu aklar belli olurdu.»

dediğini rivayet ederler.

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[243]

İsrail, Sîmak aracılığıyla Cabir b. Semûra (r.a.)tan şöyle dediğini rivayet eder: "Saçının ön tarafıyla sakalının ön tara­fı (çene üstü) biraz ağarmıştı. Gülyağı sürünüp saç ve sakalı­nı tarayınca bu aklıklar belli olmazdı."

[Ebû Nüaym bu rivayetinde der ki: Gül yağıyla yağlanıp taranınca belli olmazdı. Efendimiz gür saçlı sık sakallı idi. Başı taranmadığında ise aklar belli olurdu.

Orada bulunanlardan birisi "Efendimizin yüzü kılıç gibi mi idi?" deyince Câbir (r.a.): "Hayır! Aksine, Güneş ve Ay gibi yuvarlakça idi, Ben onun peygamberlik mührünü omuzları arasında tıpkı güvercin yumurtası şeklinde kendi derisine benzer şekilde görmüştüm." dedi.][244]

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[245]

Ebû Hamza es Sükkerî, Osman b. Abdillah b. Mevheb el Kureşî'nin şöyle dediğini anlatır:

-Ümmü Seleme (r.a.)m yanma girmiştik. Bize Rasûlüllah (s.a.v) in saçını çıkarıp gösterdi. Baktık ki, kına ve ketem otuyla boyanmış kırmızı renkli idi.

Bu sahih bir hadis olup, onu Buharî, Selam b. Ebî Muti yoluyla Osman'dan rivayet etmiş, ama «kına ve ketemle» sözunu söylememiştir.[246]

İsrail, Osman b. Mevhib'in şöyle dediğini nakleder:

-Ümmü Seleme'nin (r.a.) yanında iri gümüşten yapılma bir çanı vardı. İçinde Peyğamber'in (s.a.v) saçlarından bulu­nurdu. Birisine bir sıtma hastalığı uğrarsa, Ümmü Seleme'ye haber salar, o da bunu çalkalar, daha sonra bu adam kendi yüzüne bunu eğerdi.

Osman b. Mevhib devamla der ki: "Ailem beni Ümmü Se­leme'ye (r.a.) böyle bir ihtiyaç için göndermişti. Yanına vardı­ğımda Ümmü Seleme onu çıkardı. (İsrail, kutuyu tarif için üç parmağı ile işaret etti.) Bir de   ne göreyim, şu kadar bir şey idi. İçinde kızılımsı tüyler vardı." Hadisi Buharî rivayet etmiştir.[247]

 

Efendimiz'in Hacda Saçlarını Ashabına Bölüştürmesi

 

Muhammed b. Ebân el Müstemlî anlatıyor. Bize Bişr b. Es Sırrî, Ebân el Attar, Yahya b. Ebî Kesîr. Ebû Seleme, Mu­hammed b. Abdillah b. Zeyd isnadıyla haber verdi ki, bu Mu­hammed babası Abdullah b. Zeyd, kurban kesme yerinde Ra-sûlüllah (s.a.v)i görmüş. 0 ve Ensarlı bir zat birlikteymiş. Ra-sûlüllah kurbanları Ashab'ı arasında bölüştürmüş. Ama Ab­dullah ve arkadaşına bundan hiçbir pay düşmemiş. Sonra Ra-sûlüllah (s.a.v) saçlarını tıraş ettirip tüylerini bir kumaş içinde toplamış ve Abdullah'a vermiş, Orada bulunanlara bu­nu taksim etmişti. Peygamber (s.a.v) tırnaklarını kesip bunu da arkadaşına vermiş.

Muhammed b. Abdillah der ki: Efendimiz'in o saçları hala bizim yanımızda olup kına ve ketem otu ile boyanmış olduğu bellidir.

(Zehebî) der ki: Bu hadis mürsel bir haberdir.[248]

Şerik, Ubeydullah b. Ömer. Nâfi isnadıyla Abdullah b. Ömer (r.a.)m şöyle dediğini haber veriyor:

-Rasûlüllah'taki (s.a.v) ak tüyler takriben yirmi kadar idi. Haberi, Yahya b. Âdem, Serik'ten naklediyor.[249]

Cafer b. Burkan anlatıyor: Bize Abdullah gelmişti. O za­man Ömer b. Abdil Aziz Medine valisi idi. Ömer b. Abdil Aziz ona birisini yollayıp, "Rasülüllah'ın (s.a.v) saç ve sakalı­nı boyayıp boyamadığmı Enes'e bir soruver. Zira ben Efendi­miz'in saçlarının boyanmış olduğunu gördüm" dedi. Enes (r.a.) elçiye şöyle cevap verdi:

-Hz Rasûlüllah (s.a.v) siyah saç ile nimetlendirilmişti. Eğer ben onun saçlarından bana görünen akları sayacak ol­saydım, herhalde on bir sayısını Öte geçemezdim. Ancak şu boyanmış gibi görünen saçlar, onun saçlarında kullanmayı adet edindiği gülyağı kullanımından dolayı kızarmış olan saç­lardır. İşte onun saçının rengini değiştiren de bu gül yağı ol­muştur.[250]

Ebû Hamza es Sükkerî de Abdü'l Melik b. Umeyr, Iyad b. Kaîd aracılığıyla Ebû Ramse'nin (r.a.) şöyle dediğini haber veriyor:

-Nebî (s.a.v) Efendimize gelmiştim/Üzerinde yeşil renkli bürde vardı. Efendimiz'in beyazları görünmeye başlamış saç­ları vardı. Onun beyaz tüyleri kına yakılmış olduğu için kızıl renkli idi.[251]

Ebû Nüaym (bu hadiseyi) şöyle anlatır: Bize Ubeydullah b. lyâd b. Lakîd haber verdi ve dedi ki; bana babam (Iyad b. Lakîd) Ebû Ramse'nin şöyle dediğini haber verdi:

-Babamla birlikte Rasûlüllah (s.a.v) in yanına gitmiştim. Onu gördüğüm(üz) de babam bana; "Şu zatın kim olduğunu biliyor musun?" diye sordu. "Hayır" dedim. "İşte bu zat Rasû­lüllah (s.a.v) dir." dedi. Babam bu sözü söyler söylemez, tüy­lerim diken diken oldu. O zamana kadar ben meğer Allah Ra-sûlü'nü insanlara benzemez bir heybette yaratıldığını sanır-mışım. Meğer o kakülü olan ve kına yakılmış saçlı ve üzerin­de iki yeşil bürde olan birisi değilmiymiş.[252]

Amr b. Muhammed el Ankazî, İbni Ebî Ravâd, Nafi isna-dıyla İbni Ömer (r.a.) dan; "Nebi (s.a.v) Efendimiz dibağlan-mış deriden ma'mul ayakkabı giyer sakalını veras ve zafe-ran ile boyardı." dediğini rivayet eder.[253]

Nadr b. Şümeyl de Salih b. Ebi'l Ahdar, Zührî, Ebû Sele­me aracılığıyla Ebû Hüreyre (r.a.)m şöyle dediğini rivayet ediyor:

-Rasûlüllah (s.a.v) Efendimiz sanki gümüşten dökme gibi bir yapıya sahipti, hafif dalgalı saçlı, düz karınlı uçları enli omuz kemikli olup, yürüdüğünde ayağının tamamını basarak yürürdü. İleri gidince bütün vücuduyla giderdi, geri çekilince yine bütün vücuduyla geri giderdi.[254]

 

Efendimiz’in El Ve Ayakları

 

Cerîr b. Hâzim, Katâde aracılığıyla Enes'in (r.a.): "Efen­dimiz (s.a.v) irice elli idi, ondan sonra onun gibisini görmedim (bir başka lafızda "el ve ayakları irice terleyen bir zat idi." dediğini anlatır.

Buharı hadisin bir kısmını naklediyor.[255]

Mamer ve diğerleri de Katâde aracılığıyla Enes (r.a.)m:

-Nebi (s.a.v) iri elli ve ayaklıydı, dediğini nakleder.[256]

Ebû Hilal, Katâde aracılığıyla Enes'ten (ya da Cabir b. Abdillah'tan)[257] nakline göre, "Nebi (s.a.v) irice elli irice ayaklıy­dı. Efendimiz'den sora ona benzeyen birini görmedim" de­mektedir.

Bu haberlerin ikisini de Buharı Sahih'inde "Muallak" ola­rak nakleder. Her ikisi de sahihtir.[258]

Şube de Simâk aracılığıyla Câbir b. Semûre (r.a.) in:

-Rasûlüllah (s.a.v) genişçe ağızlı çekik gözlü ve ufakça to­puklu idi, dediğini rivayet eder. Simak der ki, Cabir'e "Dalı ül Fem, ne demektir?" diye sordum da, bana "irice ağızlı de­mektir" diye cevap verdi. "Ya çekik gözlü ne demektir?" de­dim de, o da "Göz kapaklarının dış tarafları uzunca, demek­tir" dedi. Ben "peki ufakça topuklu ne demektir" deyince de, "Ökçelerinin eti az, demektir" dedi.

Bu hadisi Müslim rivayet ediyor.[259]

Yezîd b. Harun anlatıyor: Bize Abdullah b. Yezîd b. Miksem b. Dabbe şöyle anlattı: Bana halam Sara, Kerdem kızı Meymûne'nin şöyle dediğini anlattı: Mekke'de, kendine ait bu deve üzerinde Allah Rasûlünü görmüştüm. Ben babamla be­raberdim. Rasûlüllah'm (s.a.v) elinde misvak meyvesinin dalı gibi bir dal vardı. Babam ona doğru yaklaştı ve ayağından tuttu. Rasûlüllah (s.a.v) onun bu hareketini hoş karşıladı. Me-ymûne devamla der ki: Artık bir daha Nebî (s.a.v) in ayak baş parmağının diğer parmaklara uzunluğunu bir daha unutma­dım.[260]

Osman b. Ömer b. Fâris anlatıyor: Bize Harb b. Şürayh el Hülkânî Bel'deviyye'den bir adam aracılığıyla onun dedesi­nin şöyle demiş olduğunu nakleder: Medine-i Münenevvere' ye varmıştım. Orada Rasûlüllah (s.a.v) i gördüm. Bir baktımf ki, çok güzel endamlı, açık genişçe alınlı, ince burunlu, ince uzun kaşlı, göğüs üstünden ta göbeğine uzun ip gibi uzanan göğüs tüylü bir zat. Ben onu iki eski elbise içinde gördüm. Yanıma yaklaşıp "esselamü aleyke" buyurdu.[261]

Mes'ûdî, Osman b. Abdillah b. Hürmüz'den, Şerîk de Ab-dil Melik b. Umeyr'den her ikisi de NafT b. Cübeyr'den (me­tin lafzı Şerîkin'kidir) şöyle dediğini anlattı:

-Hz. Ali (r.a.) bize Nebî (s.a.v)i tarif ederek şöyle dedi: "Nebi (s.a.v) ne kısa ve ne de uzundu. Yürüyüşünde sanki sa­ğa sola sallana sallana gider gibi) salınarak yürüyüş yapardı. Mes'ûdî'nin rivayetinde "sanki yokuş aşağı iner gibi" ifadesi var. Onun gibi birini neondan önce, ne ondan sonra görebil­dim.

Bu hadisi Nesâî rivayet etmiştir.[262]

Avn b. Ebî Cuhayfe babası Ebû Cuhayfe'nin şöyle dediği­ni anlatır: Nebî (s.a.v) Bathâ'da namaz kılmıştı. Namazdan sonra insanlar kalkıp Nebi (s.a.v) in ellerini tutup onları yüzlerine sürüyorlardı. Ben de elini tutup onu yüzüme koy­dum. Bir de ellerinin kardan daha serin, miskten daha güzel kokulu olduğunu gördüm.

Bu haberi Buharî muallak olarak rivayet eder.[263]

Hâlid b. Abdillah, Ubeydillah b. Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebî Talib, babası Muhammed, dedesi Ömer aracılığıyla şöyle anlatır: Hz. Ali'ye (r.a.) "bize Rasûlüllah'ı (s.a.v) ta'rif et" denilince dedi ki:

-Rasûlüllah (s.a.v) ne kısa ne de uzun idi. Ancak uzunlu­ğa daha yakındı. El ve ayakları iriydi. Göğsünden göbeğine uzanan tüyleri vardı. Terleri tıpkı inci danesi gibi idi. Yürü­düğü zaman sanki yokuşta gidiyor gibi salmırdı.

Bu haberin bir benzeri de ayrı bir yolla yine Ali'den (r.a.) rivayet edilmiştir.[264]

Hammad b. Zeyd de Sabit aracılığıyla Enes (r.a.) m şöyle dediğni nakleder:

«Ben elimle Rasûlüllah'ın elinden daha yumuşak ne ipek, ne dibace ne de başka bir şeye dokundum. Rasûlüllah'ın ko­kusundan daha güzel hiç bir koku da koklamadım.»

Hadisi Buharî rivayet eder. Bunu Müslim de başka bir yolla Sabitten nakleder:[265]

Hammad b. Seleme de Enes (r.a.) dan aynısını nakledip: «Rasûlüllah (s.a.v) parlak renkli idi. Sanki onun terleri inci danesi idi. Yürüdüğünde salma salma yürürdü.» der.

Bu haberi Müslim rivayet etmiştir.[266]

Şu'be, Ya'lâ b. Ata'dan naklediyor: Câbir b. Yezîd b. el Esvedî babasından şöyle naklederken duydum:

-Nebî (s.a.v) Mina'da iken yanma geldim ve "bana elini verir misin?" dedim. Efendimiz de bana ellerini uzattı. Bir de onları tutunca ellerinin kardan daha serin, miskten daha gü­zel koktuğunu gördüm.[267]

Süleyman b. Muğîra, Sabit aracılığıyla Enes (r.a.)m şöyle dediğini anlatır:

Rasûlüllah (s.a.v) yanımıza geldi ve biraz kaylule (öğle) uykusu kestirdi. O zaman terlemişti. Annem hemen bir cam şişe getirerek terini oraya aldı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v) uykudan uyanıp:

Yâ Ümmü Süleym! Bu yaptığınız ne ?" buyurdu. O da; "İşte bu ter(iniz) biz onu kokumuza katacağız. Zira o güzel koku­ların (parfümlerin) en güzelidir" dedi.

Hadisi Müslim rivayet ediyor.[268]

Vüheyb de, Eyyûb, Ebû Kılâbe isnadiyla naklettiği habe­rinde Enes (r.a.) tan bunun aynısını anlatır. O rivayette; "Rasûlüllah (s.a.v) çok terlerdi." ifadesi de yer alır.[269]

 

Peygamberlik Mührü

 

Hatem b. İsmail, Cüayd b. Abdirrahman'm, es Sâib b. Yezîd'in şunları söylediğini işittim, dediğini nakleder:

-Halam beni Nebî (s.a.v)e götürdü ve "Ya Rasûlallah! Ba­cımın oğlunun sancısı var" dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü benim başımı eliye sıvazlayıp[270] bereket duası yaptı. Sonra abdest aldı. Ben onun abdest suyundan içtim. Sonra Efendi­mizin arka tarafına geçip, dikildim ve iki omuzu arasındaki çadır düğmesi (veya keklik yumurtası) biçimindeki Peygam­berlik mührüne baktım.

Bu haberi Buharî ve Müslim naklederler.[271]

Bu  geçen  ibareyi  "zirr  yerine  rizzü'l Haceleti diye okuyan yanılmıştır. Zira o kekliğin yumurtasıdır.

İsrail de Simâk'ı Câbir b. Semûre (r.a.)ı şöyle derken işitti­ğini nakleder:

-Rasûlüllah (s.a.v) şöyle idi: Onun yüzü Güneş ve Ay gibi testeker[272] idi. İki omuzu arasındaki peygamberlik mührünü tıpkı güvercin yumurtası biçiminde gördüm, tıpkı vücûduna benziyordu.

Bu hadisi Müslim rivayet ediyor.[273]

Hammâd b. Zeyd ve diğerleri Asım el Ahval aracılığıyla Abdullah b. Sercisîn (bu konudaki haberinde) şöyle dediğini naklediyor:

-Ben Peygamber (s.a.v)in arkasına dolaştım ve iki omuzu arasındaki sol omuz kemiğinin üst tarafında yumruk gibi toplu bulunan Peygamberlik mührüne baktım. Onun üzerinde siğil gibi bir "ben" vardı.

Hadisi Müslim buradakinden daha uzun bir metin ile rivayet ediyor.[274]

Ebû Dâvûd-u Tayalîsî, Kurra b. Halid, Muaviye b. Kurra aracılığıyla Muaviye'nin babası Kurra'nm şöyle dediğini anla­tır:

-Nebî (s.a.v)'e gelip, "Ya Rasûlallah! Bana Peygamberlik mührünü göster/'dedim. "Elini sok." buyurdu. Elimi gömleği­nin cebinden içeri soktum. Elimle tarayarak mühre bakmaya çalıştım. Gördüm ki, o omuz başı kıkırdağı üstünde, tıpkı yu­murta gibiydi. Elim cebinde olduğu halde bu durum bile onun bana düa etmesine engel olmadı.[275]

Bu haberi Yahya b. Ebî Tâlib de Ebû Dâvûd-u Tayalisî'den rivayet eder, ancak «beydai-yumurta yerine sil'atü yani ur» tabirini kullanır.

Ubeydullah b. Iyâd b. Lakîd, babası Iyâd aracılığıyla Ebû Ramse'den şöyle dediğini rivayet ediyor:

-Babamla birlikte Nebi (s.a.v)in olduğu tarafa gitmiştim. Babam Efendimizin iki omuzu arasındaki tıpkı ur gibi bir şeye baktı ve; "Yâ Rasûlallah! Ben insanları tedavî eden bi­riyim. Senin bu yumru urunu da tedav iedeyim mi?" diye sor­du. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.);

«Hayır! Onu yaratan tedavisini de yaptı.» buyurdu. Süfyan-ı Sevrî de bu hadisi Iyâd b. Lakîd den nakleder, ama "elma gibi" tabirini kullanır. Bu hadisin isnadı sahıhtır.[276]

Müslim b. İbrahim der ki: Bize Abdullah b. Meysera'nm Attâb'dan anlattığına göre. Attâb Ebû Saîd el Hudrî'yi şöyle derken duymuş:

-Nebî (s.a.v) in iki omuzu arasındaki Peygamberlik mührü olduğu yerde kendiliğinden gelişen bir et parçasıydı.[277]

Kays b. Hafs ed Daramî anlatıyor: Bize Mesleme b. Alkame, Dâvûd b.Ebî Hind, Simâk b.Harb. Selâme el Lelî aracılı­ğıyla Selman el Fârisî (r.a.)ın şöyle anlattığını haber veriyor:

-Peygamber (s.a.v)e geldiğimde, Efendimiz beni baksın di­ye gömleğini kaldırdı ve:

«Emrolunduğun şeye iyi bak!» buyurdu. Ben Peygamberlik mührünü onun iki omuzu arasında tıpkı güver­cin yumurtası gibi bir biçimde gördüm.

Bu hadisin isnadı hasendir.[278]

Humeydî anlatıyor: Bize Yahya b. Süleym et Tâifî, İbni Huseym (Abdullah b. Osman) isnadiyla Saîd b. Ebî Raşit'ten naklediyor: Rum kralı Hiraklius'un Peygamberimiz (s.a.v)e yolladığı elçisi olan (Ebû Muhammed el Mazini İbni Simâk) Et Tenûhî'ye Hımış şehrinde rastlamıştım. Kendisi komşum idi. Gayet yaşlanmış ne söylediğini bilemeyecek bir duruma gelmişti. Ona "(O elçilik meselesini) bana anlatır mısın ?" de­dim. Pekala diyerek anlatmaya başladı:

-Rasûlüllah (s.a.v) Tebük'e gelmişlerdi. Ben de Hiraklius' un mektubunu alıp yola çıktım ve Tebük'e kadar geldim. Bir de baktım ki, Nebi (s.a.v) oradaki suya karşı ellerini ayakla­rına kementlemiş olarak Ashab'ı arasında oturuyordu. Bana:

"Ya Ehâ Tenûh!" diye seslendi. Süratle ona doğru yönelip önüne gelince ayakta durdum. Habasını sırtından çözdü, son­ra da «İşte burası Haydi emrolduğunu yap.» buyurdu. Efendimizin sırtında gözlerimi gezdirdim. Bir de ne bulayım. Omuz kemiğinin uç tarafında tıpkı iri sürmezenlik gibi peygamberlik mührü vardı.[279]

 

Efendimiz’in Sıfatlarına Umumî Bir Bakış

 

îsâ b. Yûnus der ki: Bize Afra'nm azatlısı Ömer b. Abdil-lah, Hz. Ali'nin (r.a.) evlatlarından İbrahim b. Muhammed'in şöyle dediğini anlattı:

-Ali (r.a.) Peygamber'in (s.a.v) sıfatlarını anlatırken şöyle derdi:

«Rasûlü Ekrem (s.a.v) upuzun biri olmadığı gibi uzuvları birbirine geçmiş şekilde kısa boylu da değildi. O topluluğun orta boylusu idi. Ne kuzu gibi kıvırcık saçlı ne de düz saçlıy­dı. Onun saçları dalgalı idi. O aşırı iri olmadığı gibi yusyuvar­lak yüzlü de değildi. Yalnız yüzünde (söbü değil) yuvarlak gö­rünümü vardı. Pembeye çalan bir beyazlığı vardı. Kömür göz­lü, üzün kirpikli kemik uçları ve omuz başı geniş, vücudunun sadece göğüs ortası tüylü, irice elli irice ayaklı idi. Yürüyün­ce yokuştan inermişçesine çok seri yürürdü. Bir yere dönüp bakınca başı ve gövdesi birlikte dönerek bakardı. İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardı. İnsanların en cömerdi ve göksü ilerde yani insanların en atılganıydı, İnsanların en doğru sözlüsü, zimmetinde bulunana en vefalı olanı idi. İnsanların tabiatça en yumuşağı, arkadaşlık bakımından en keremlisi o idi. Onu ansızın gören heybetinden korkar, onun­la kaynaşıp tanışan onu severdi.»

Efendimizi vasfeden (Ali) "Efendimiz'den (s.a.v) önce ve sonra onun gibi birini görmedim" derdi.[280]

Ebû Ubeyd "Ğarîbül Hadis" adlı eserinde şöyle anlatıyor: -Bana Ebû İsmail el Müedde b. Ufra'nın kölesi Ömer ara­cılığıyla İbrahim b.  Muhammet! b.  el Hanefiyye'den nakle­der ki "Hz. Ali (r.a.) Peygamber (s.a.v)i anlattığı zaman şöyle söylerdi.....

Ebû Ubeyde aynen üst rivayettekini naklediyor.[281]

(Kesâî; Esmaî. Ebû Arar ve bir çok alim bu hadiste geçen ğarib (zor anlamlı) kelimelerin izahını şöyle yaparlar).[282]

"Upuzun değil idi" de organla­rı tek tek yerli yerince olmayıp birbirine bitişerek tıknaz yapı­lı" değildi, aksine o bu iki tipin ortası o idi.

kelimesine gelince Esmâî bunun, "herhangi bir şeyin kendi hududu içinde tam olması" demek olduğunu söyler. Yani "Nebî (s.a.v) kendine göre güzelliği yeter derecede biri değil, güzelliği eşsiz biçimde olan (başka güzellere kıyasla son derece güzel olan) demek oluyor.

kelimesine gelince Esmâî dışındaki dil otoriteleri bu­nun "yuvarlak yüzlü" demek olduğunu söylerler. Oysa Nebi (s.a.v) yuvarlak görünümüne yakın yüzlü idi.

Gözün karası son derece siyah olmasına denir, As­lında "içirilen" demektir. (Türkçe tam karşılık olarak "çalar" diye ifade edilir). Diz, dirsek ve omuz kemiğinde ol­duğu gibi baş tarafları kalınca (ortası kamış gibi düz) olan ke­miklere denir.

 Omuz başı ve onu takiben gelen vücut kısmıdır.

Elleri irice veya sert olmaya daha yakın anlamınadır.

İniş yokuş demek olup çoğulu "Asbâb" gelir.  Habeşistanlıların saçı gibi kıvırcık olana denir,  da kirpi tüyü gibi dümdüz olan saçtır.  İçine hiç kırmızılık girmeyen beyazlıktır.  Aşırı beyaz olup kireç gibi olan aklıktır.  Gözün beyazında bulunan hafif kırmızımsılık.  Şühle ise gözün siyahında olan kızıllığa denir,  (mürhe) Halis beyaza denir.

Uzundur, dirsekle bilek arası enli demektir.  (mesrübe) Gerdandan göbeğe kadar uzanan tüy guru­buna denir.[283]

Ebû Yala b. Ubeyd, Mücemmî b. Yahya el Ensârî, Abdul­lah b. Imran isnadıyla sevk ettiği haberde Ensar'dan birinin Hz. Ali (r.a.)tan Peygamber (s.a.v)in tarifini sorması üzerine Hz. Ali (r.a.)m şöyle cevap verdiğini anlatıyor:

-Rasûlüllah (s.a.v) Efendimiz pembeye çalar beyaz renkte idi. Simsiyah gözlü, düzce sayılabilen uzunca saçlı, ince uzun göğüs tüylü idi. Sanki onun boynu gümüş, ibrik gibiydi. Ger­danından göbeğine kadar tüyler vardı, dal gibi sahnırdı. Bunun dışında ne göksünde ne de karnında tüy vardı. El ve ayak parmakları irice idi. Yokuş aşağı iner gibi yürürdü. Kayalık­ta gider gibi ayaklarını kaldırarak çabuk yürürdü. Bir yere bakmak için dönünce iki omuzunu da döndürürdü. Onun ter­leri sanki inci tanesi idi. Terinin kokusu misk'ten daha hoş idi. Ne uzun ne kısa idi. Ne aciz, ne de alçak idi. Kendinden Önce de sonra da onun gibisini asla görmüş değilim.[284]

Beyhakî anlatıyor: Bize Ebû Ali er Rûzebârî, Abdullah b. Ömer b. Şevzeb, Şuayb b. Eyyûb es Surayfînî[285], Hafs b. Abdillah en-Neysâbûrî, ibrahim b. Tahman, Humey et Tavîl ara­cılığıyla Enes (r.a.)tan şöyle nakleder:

-Rasûlü Ekrem (s.a.v) ne esmer ne de kireç gibi bembeyaz idi. Uzuna yakın, ortadan biraz uzuncaydı. Allah yaratıkları arasında gördüklerimin en güzeli, en hoş kokulu ve eli en yu­muşak olanıydı. Saçını kulak ortasına kadar uzatır, yürüyün­ce salmırdı.[286]

Ma'mer de Zührî'den şöyle nakleder: Ebû Hüreyre (r.a.) Nebî (s.a.v)in tanımından sorulunca şöyle cevap verdi:

-Sıfatça insanların en güzel, en şirini idi. Uzun sayılabi­lecek derecede orta boylu, iki omuz arası geniş, düzgün ya­naklı, simsiyah saçlı. Sürme çekik gibi (kudretten sürmeli) gözlü, uzun kirpikli idi. Ayağını basınca (ucu yada Ökçesiyle değil) tümüyle basardı. Çukur tabanlı değildi. Omuzundan ridasmı kaldırınca gümüş dökmesi gibi görünürdü. Gülünce yüzü pırıl pırıl olurdu. Ondan ne önce ne de sonra onun gibi birini görebildim.

Bu haberi Abdürrezzak anlatıyor.[287]

 

Ümmü Ma’bed Hadisi

 

Ebû Hişam Muhammed b. Süleyman b. el Hakem b. Eyyûb b. Süleyman b. el Kavbî el Huzâî anlatıyor: Buna Amcam Ey­yûb b. el Hakem, Hizam b. Hişam, babası Hişam Mekke fethi günü Bathâ'da öldürülen dedesi Hubeys b. Halid (ki bu zat Atike bn. Halid'in oğlan kardeşidir) aracılığıyla şöyle nakle­der:

-Rasûlüllah (s.a.v) beraberinde Ebû Bekir ve onun köle­lerinden Âmir b. Füheyra, kılavuzları Abdullah b. Üraykıt el Leysî olduğu halde Mekke'den yola çıkmıştı. Yolda Huzâa ka­bilesinden Ümmü Mavbed'in çadırına uğradılar. Ümmü Ma'bed evinin köşesinde oturmayan, güçlü kuvvetli biri olup, çadırı­nın havlusunda ellerini çemreleyerek oturur oradan gelip ge­çenlerin karnını doyurup su ikram ederdi.

Ondan satın almak üzere hurma ve et istedilerse de onun yanında bunlardan bir şey elde edemediler. Halbuki azıkları tükenmiş, tam bir kıtlığa uğramışlardı. Rasûlü Ekrem (s.a.v) çadırın kenarında bağlı duran bir koyuna gözü ilişti ve:

«Bu koyun da nesi, ya Ümmü Ma'bed?» buyurdu. O da, "bu, sürüye katılacak takati olmayan bir koyun" diye cevap verdi Rasûlüllah (s.a.v);

«Onun sütü var mı?» buyurması üzerine Ümmü Ma'bed; "onu verecek takati hiç yok" dedi. Rasûlüllah:

«Onu sağmama izin verir misin?» buyurunca

"Evet; anam, babam feda olsun! Eğer onda süt olduğunu tah­min ediyorsan sağ." dedi. Rasûlüllah koyunun getirilmesini isteyip eliyle koyunun memesini sıvazladı, bismillahirrah-manirrahim diyerek Ümmü Mavbed'e koyunu hususunda be­rekete düa etti. Bunun üzerine koyun (sütlü koyunlarda ol­duğu gibi) arka ayaklarını Nebi (s.a.v)'e sağması için açtı meesi sütle dolup akmaya başladı. Rasûlüllah (s.a.v) berabe-ndekilerinde içebileceği bir kap isteyerek içerisine sel gibi iğdi. Öyle süt sağdı ki. sütün köpüğü kabın ta üstüne kadar ktı. Ardından Efendimiz Ümmü Mabed'e iyice kanana kaar süt içirdi. Sonra da arkadaşlarını doyana kadar içirdi, aha sonra da sonuncu olarak kendisi içti. Sonra yeniden aşlayarak kap dolana kadar sağdı. Sonra bunu Ümmü Ma ed'in yanma sağılmaya bırakıp sonra Ümmü Marbed'den biat larak oradan ayrıldılar.

Aradan pek az bir zaman geçmişti ki, kocası Ebû Ma'bed ıek zayıf, zayıflıktan sağa sola yalpalayan özleri kaçmış bir oyun sürüsünü sürerek çıkageldi. Ebû Mabed orada sütü jörünce hayrete düştü ve: "Sana bu süt nereden geldi ya Ümnü Mabed? Merva eve pek uzak olduğu için bu koyun bu kaiar vakitte orada otlayıp gelmiş olamaz. Evde de sütlü dava poktu." dedi. Bunun üzerine Ümmü Mabed: "Hayır, vallahi hiçbir yerden süt gelmedi. Ancak bize durumu şöyle şöyle olan mübarek bir kimse uğradı geçti", dedi. "Bana o zatı tarif et" deyince, Ümmü Ma'bed şöyle dedi:

«O çok güzel görünüşlü, parlak yüzlü, göbeğinin sarkıp çirkinleştirmediği, kendisini -vücuda göre küçük kaldığı için- kusur sayılan küçük başın ayıplamadığı güzel yaratılışlı bir zat idi. Güzellik onun alameti olmuş, yüzü güzellikte ben­zersiz olup, gözlerinin bebeği simsiyahtı. Göz kirpikleri uzunca idi. Sesinde tatlı bir ahenk mevcut olup boynu uzunca idi. Sakalı sıkça idi. Kaşları uzun ve çatıkça idi. Sustuğu za­man vakarı üzerinde idi. Konuşunca da yüceliyor ve kendis­ini güzellikler istila ediyordu. Uzaktan insanların en güzeli ve en şirini yakından bakınca onların en hoşu en güzeli. Tatlı sözlü, sözü tam orta tonda olup, sözünde ne lüzumsuz bir ke­lime ne de bir kusur vardı. Onun konuşması tıpkı ipliğe dizi­lince danelerinin dökülüşü gibiydi. O orta boylu olup uzun­luktan me'yus olmamıştı. Kısalıktan dolayı da gözler görme-mezlikten gelmiyordu. Hasılı o iki dal arasındaki orta dal gi­biydi. O bu üç dalın en manzaralı olanı, kıymeti en pahalı ola­nı idi. Kendini çepçevre saran arkadaşları vardı. O bir söz söyleyince hemen kulak verip (susarak) dinlerler, emretse derhal emrini yapmaya koşarlar. Hasılı o, kendisine hizmet edilen, etrafı hizmet için dostları tarafından sarılan bir zat. Ne asık suratlı ne de zayıf görüşlüydü... »

Bunun üzerine Ebû Mabed: "Vallahi bu zat bize durumu anlatılan Kureyşli'lerin adamı olsa gerek. Onunla dostluk kurmayı çok arzu ediyordum ama bunu gerçekleştireceğim, eğer tabi buna bir imkan bulabilirsem" dedi.

Mekke'de o sabah gayet yüksek tonda bir ses işitildi. Sesi duyuyorlar, ama sahibinin nerede olduğunu kavrayamıyor-lardı. İşte bu ses şöyle diyordu:

1- İnsanlarm Rabb'i en iyi mükafatıyla mükafatlandırsın

-Ümmü Ma'bed'in çadırında öğle uykusu kestiren bu iki yol arkadaşını

2- 0nlar hidayetle o kadına konakladılar, Muhamnîed'e yol arkadaşı olmayı başarabilen gerçek kurtuluşu elde etti

3- Ey Kusayoğulları! Artık Allah, Muhammed sebebiyle tükenmez bir hayır işini ve efendiliği sizden asla uzaklaştırmaz.

4- Ka'boğullarma şu kızlarının yeri ve yurdu -Mü'min'lere bir gözetleme yeri sağladığı için- mübarek olsun.

5- Bacınıza koyunu ve kabı hakkında sorun bir! Eğer ko­yuna sorarsanız size şahitlik yapacaktır.

6- Muhammed ondan kısır bir keçi istedi de açıktan açığa koyunun memesi kaymaklı süt verdi.

7- O da bu koyunu Ümmü Mabed'in yanında gelen gidene süt vermesi için rehin olarak bırakıp yoluna devam etti.

Hassan b. Sabit (r.a.) bunu işitince bu hatifi sese cevap vermeye teşebbüs ederek şu beyitleri söyledi:

1- Peyğamberleri kendilerini terk eden bir toplum perişan olmuştur. Gece gündüz onların yanına yürüyenlerse kutlu sayılmıştır.

2- O akılları kaybolmuş bir toplumdan göç ederek, yepye­ni bir nurla başka bir topluma konakladı.

3- Rab'leri onlara bu zat ile delaletten sonra hidayet ihsan etti ve irşad etti. Artık hakka uyan kimse irşad olmuştur.

4- Körü körüne, akılsızlaşan bir kavmin saptırıcı lider­leri, her türlü hidayet yollarıyla hidayete ermiş bir zat ile hiç aynı değerde olabilir mi?

5- Onun yanından Yesrib (Medine) halkına hidayet kerva­nı indi ki, onlara saadetin en yücesini getirdi.

6- 0 öyle bir peygamber ki, etrafındaki insanların göre­mediğini görmekte ve her mescitte Allah'ın ayetlerini oku­maktadır.

7- Eğer o bir gün, daha olmamış bir şeyi olacak diye anlat­sa, aynı gün, ya da ertesi gün dosdoğru çıkmaktadır.

8- Onunla yaptığı arkadaşlık sebebiyle ceddinin saadeti Ebû Bekir'e mübarek olsun. Zira Allah, kime saadet vermiş ise o mesut olmuş olur.[288]

 

Kelimelerin Açıklanışı [289]

 

Cümlesi ile Efendimizin yürüyüşündeki salma salı­na gidişini, kibirlenerek değil mütevazi yürüdüğünü anlatmak istiyor.

 kelimeleri hususunda Ebû Ubeyd der ki: "El Fehameti" yüzdeki güzellik ve dolgunluktur, bununla beraber hem güzel hem heybetli görünür.[290] İbnü'l Enbârî de, bunun anlamı, "Efendi­miz gerek göğüs gerek göz yapısı bakımından gayet muazzamdı Onun yaratılışı kendi cismine göre kaba değildi."demektedir.

«Burnun hem biraz kalkık hem de ortası azıcık kam­burumsu olmasıdır ki, "Şemem" diye ifade olunan burun ortası yüksekliğine yakındır.

Su veya dağyarıklarmdaki su birikintisi. Dişlerin arasındaki mesafe, dane dane dişli olma­sa Surat, resim görüntü...

Ümmü Mabed'in bu hadisini Ebû Bekr el Beyhakî'de ri­vayet edip şöyle demiştir: Bize Ebû Nasr b. Katâde, Ebû Amr b. Matar. Ebû Ca'fer Muhammed b Mûsâ b. îsa el Hulvanî, Mukim b. Mahriz b. el Mehdî, babası Hiram b. Hişam yoluyla haber verdi ki...[291] Hizam hadisi üstteki gibi rivayet etmiştir.

Yine bu hadisi (Mekke'ye yakın bir yer olan) Kudeyd'deki Ebû Zeyd Abdül Vahit b. Yusuf b. Eyyub b. el Hakem el Hu-zâî de, imla yoluyla Ebû Ömer b. Matar. amcası Süleyman b. el Hakem'den nakleder.[292]

Yine Kudeyd'deki İbni Matar. bu haberi Muhammed b. Muhammed b. Süleyman b. el Hakem aracılığıyla, babasından duyduğunu nakleder.[293]

Yine bu hadiseyi yaşı daha büyük olmasına rağmen Ya1 kub b. Süfyan el Fesevî. Mükrim b. Muharraz el Huzâî (ki bu­nun künyesi Ebu'l Kasım idi) den (şiirleri olmadan) nakletti­ği gibi,[294] Muhammed b. Cerîr et Taberî,[295]  Muhammed b. İshâk b. Huzeyme ve sonuncuları el Katîî olan bir grup âlimde Mükrim b. Muharrez'den naklederler.[296]

Hakim der ki: Ben salih ve faziletli şeyh Ebû Bekr Ahmed b. Ca'fer el Katîî'yi şöyle derken duydum. «Bize Mükrim b. Muharriz ecdadı yoluyla haber verdi ki...» (diyerek bu hadisi anlattı). Ben de ona: "Sen bunu bizzat Mükrim'den mi duy­dun?" diye sorunca; "Evet, Vallahi! Babam beni hacca götür­müştü. Ben  o  vakit yedi yaşlarmdaydım. Beni Mükrim'in yanma goturdu...  diye anlattı.[297]

Yine Beyhakî Efendimizin, Ümmü Mavbed'in çadırına uğ­raması hususunu el Hasen b. Mükrim ve Abdullah b. Muham-med b. el Hasen el Kaysî ikilisinden şöyle nakleder: Bize Ebû Ahmed Bişr b. Muhammed el Mervezî es Sükkerî, Abdü'l Me­lik b. Vehb el Mezhıcî, El Hurr b. es Sayyâh aracılığıyla Ebû Ma'bed el Huzâî'den şöyle rivayet eder:

-Rasûlü Ekrem (s.a.v) bizzat kendisi, Ebû Bekir, Amir b. Füheyra, kılavuzları Abdullah b. Üraykıt el Leysî (el Leysî hakkında "O ed Deylî"dir de demiştir) yola çıkıp. Ümmü Ma' bed'in çadırına uğruyorlar.

-Ravî hadisi baştan sona naklediyor.[298]

 

Ğarîb Kelimelerin Açıklanması

 

Güzelliği besbelli, demektir.

Azığı tükenmiş kimselerdir, kıtlık ve yokluğa uğramış kimselerdir.

ÇadiTin bir kenarı, demektir. c«rLii ayaklarını gerip arasını açtı, demektir.

Onları ağırlaşmcaya kadar içirip yere sermektir. «Raht» üçten ona kadar olan topluluktur.

Sel dir.

Süt köpüğünün üstündeki parlaklıktır.

Kanmcaya kadar içtiler. Nitekim bazı rivay­etlerde bu şekilde «Ravev» gelmiştir.

Zayıflıktan sallanmaktadır. Bu kelime okunun­ca zayıflık hepsine ulaşmış, demektir.

Koyunun otlaktan uzak olmasına denir. Parlak yüzlü, aydınlık saçan yüz demektir.

Karnın biraz alttan sarkık ve iri göbekli olmasıdır.

Başın gövdeye göre ufak olmasıdır. Bu kelime okunursa ince ve zayıflık demektir.

Boş böğründen eğe kemiği kesik dernektir. böğürdür.

Güzellikte meşhur, sanki güzellik onun alameti olmuş  Yüz bölümü güzel...  Uzunluktur.

Keskin olmayan, kısığı andıran ses. boynun uzun olması.

Göz kısalığı yüzünden onu Önemsemeyrp başkasına bakmazdı. Aksine ondan ürker ve onu kabul ederdi.

İyi Hizmet olunan kişidir. İnsanların etrafını sar­dığı kişidir.

Cahil ve az akıllılara denir. Memenin kendisi, eti.

Komşusu olan kelime esire olduğu için car-ı civar ile esre olarak "Müzbidi" diye okunuyor. Manası "kaymak"tır.

Ümmü Ma'bed'in yanında süt sağması için bu koyunu diğerlerinden ayırıp bıraktı, demektir.[299]

 

Hind B. Ebî Hâle Hadisi[300]

 

Süfyan b. Vekf b. el Cerrah anlatıyor: Bize imla yoluyla Cümey'a b. Ömer el Iclî. Benî Temîm kabilesinden. Hz. Hati­ce'nin eski kocası Ebû Kale evlatlarından olup Ebû Abdullah lakabh birinden o da Ebû Hâlenin oğlundan biri aracılığıyla Hasen b. Ali'den (r.a.) şöyle dediğini nakletti: Dayım Hinde b. Ebî Hâle'ye Peygamber in (s.a.v) hilyesi hakkında sordum. Bu zat çok iyi bir tarifçi idi. Ben de onun bana bu konuda bir şey anlatıp, onu boynuma takmaya pek meraklıydım. Şöyle dedi:

-Rasûlüllah (s.a.v) muazzam güzellikte olup: yüzü ay gibi parıldardı. Orta boydan uzunca, uzun boya göre hafif kısaca, irice başlı, dalgalı saçlı idi. Saçı tarandığı zaman belik yerin­den ikiye ayrılırdı. Yoksa saçı, normalde saçını uzattığında bile kulak yumşağını geçmezdi. Parlak renkli, geniş alınlı uzun kaşlı idi. Kaşları gür birbirine yakın ama çatık kaşlı de­ğildi. İki kaşı arasında, öfkenin terlettiği bir damar vardı. Burnunun ortası hafifçe yüksekti. Kendisini bürüyen bir nu­ru vardı ki. iyice düşünmeyen kimse, bunu burnu yüksekçe sanırdı. Sık sakallı, düz yanaklı, irice ağızlı, beyaz ve araları hafif seyrekçe dişli idi. Göksünden aşağı inen tüyleri ince uzundu. Onun gerdanı sanki gümüş parlaklığında bir boğaz resmi idi. Düzgün endamlı, hafifçe iri bedenli sıkı etli idi.

Göksu ve karnı aynı seviyedeydi. Geniş göğüslü, omuz araları enliydi. Kemikleri iri. vücudu tüysüz ve parlaktı. Ger-danıyla göbeği arası ip gibi uzayan bir tüyle ulah idi. Çıplak göğüslü ve karınlıydı. Vücudunun diğer yerleri de tüysüzdü. Kolları, omuzları ve göğüs üstleri hafif tüylü idi. Bilek ke­mikleri uzun, avuç içi geniş elleri iri, ayakları büyükçe idi. Parmakları uzundu. Ayak ortası hafifçe çukurdu. Ayakları­nın yüzü düzgün olup üzerinden su kayar giderdi. Gidince a-yaklarmı kaldırarak gider ve öne doğru meyilli olarak uzun adımlı ve kibirsizce yürürdü. Buna rağmen seri yürüyüşlü-ydü. Yürüyünce iniş aşağı gider gibi akar giderdi. Bir yere bakınca iki omuzunu çevirerek bakardı. Gözleri yerde olurdu. Gökyüzüne baktığından daha fazla yere bakardı. Onun ekseri bakışı bir mülahaza olurdu. Ashab'ıyla yürüyünce onları sü­rerdi yani onların ardından yürürdü. Rastladığı kişiye ilk se­lamı o verirdi.

Hasan (r.a.) der ki: Ben Hind'e "Efendimizin konuşmasını da tarif et." deyince şöyle dedi:

«Rasûlüllah (s.a.v) devamlı hüzün içinde, daima tefekkür halinde bulunup hiç istirahatı yoktu. Uzun müddet sükût eder, ihtiyaç dışında konuşmazdı. Söze avurtları ile başlar, (dudak ucuyla söyleyivermezdi) yine avurdu ile son verirdi. O "Cevamiül Kelim" denen kısa özlü ama anlamca çok geniş ifa­de kullanırdı. Onun sözleri tam bir fasl teşkil eder, ne lüzum­suz ne de lüzumundan az olurdu. O gayet yumuşak ve nazik olup ne kibirli ne de ezik tabiatlı idi. Az olsa bile kendine takdim edilen nfmeti tanzim eder. hiç bir nfmeti hakir say­mazdı. Şu kadar var ki, hiçbir yemeği övmediği gibi hiçbirini de yermezdi. Dünya onu asla kızdırmazdı. Zaten ona önem

vermezdi. Sıra hakka tecavüze gelince, artık Efendimizi kimse tanıyamaz hale gelirdi. Hakkı üstün getirene kadar, hiçbir şey onu öfkesinden geçiremezdi. Kendi nefsi için asla kızmaz ve nefsi için galib gelmek istemezdi. Bir yere işaret edince (parmakla değil), elinin tamamıyla işaret ederdi. Bir şeye hayret edince elinin tersini çevirirdi. Konuştuğunda el­lerini bitiştirir, sağ elinin içini sol elinin dışına vururdu. Öf­kelenince yüz çevirip, kızdığının yanından uzaklaşırdı. Sevi­nince göz kirpiklerini yumardı. Genellikle gülmesi tebessüm şeklinde olur, gülümseyince dişleri dolu danesi gibi parıldar­dı.»

Hz. Hasan (r.a.) der ki: Ben bu haberi uzun zaman (karde şim) Hüseyin'den sakladım. Daha sonra ona naklettiğimde ne göreyim, meğer bu konuda o benden Önce davranıp Hind b. Ebî Hâle'ye gitmiş, ona benim sorduğum gibi sormuş. Üstelik o, Nebi'nin (s.a.v) girişi, çıkışı ve şekli hakkında babasına (Hz. Ali'ye) de soru yöneltip, bu konuda sormadık hiçbir şey bırakmamış. Hüseyin şöyle anlattı:

Ben babama Rasûlü Ekrem'in evine girişi hakkında so­runca bana şöyle cevap verdi:

Nebi (s.a.v) Efendimizin evine girişi bu konuda kendisine verilmiş bir izinle olurdu. Evine gelince içeri girişini üçe ay­ırır; bir parçası Allah için, bir parçası ailesi için, son parçası da kendi için olurdu. Sonra bu kendine ait girişi kendi ile in­sanlar arasına pay ederdi. Böylece buna has olanı umuma da şamil kılıp onlardan hiçbir şeyi esirgemezdi.

Efendimizin ümmete ait olan bu kısımda faziletli kimse­leri kendi izniyle tercih etmesi ve bu parçayı onların dindeki üstünlük durumuna göre taksim etmesi kendi siyretinin ge­reği idi. Bunlardan kimi bir ihtiyaçlı, kimi iki, kimileri de çok ihtiyaçlı idi. Efendimiz onlarla bizzat meşgul olur, onlara yarayacak şeylerde ve onlara layık olanı haber vermede onla­rı meşgul edip ümmetin bunlar için kendisinden bir şey iste­mesine fırsat vermezdi. Efendimiz:

«Burada bulunan, gelemeyene bildirsin. Bana ihtiyacını ulaştıramayanm ihtiyacını tebliğ edin. Zira bir sultana derdi­ni ulaştiramayan kimsenin derdini ulaştırıp, duyuran kimse­nin Allah kıyamet günü ayağını kaydırmaz.» Onun yanında bundan başkası kabul edilmez, o da kimseden bunun dışında bir şeyi kabul etmezdi. İhtiyaç için yanma çekinmeden girer­lerdi. Onun yanından ancak tadacak (her hayrı) alarak geri ayrılırlar ve hayır gösteren delilleri alarak çıkarlardı.

Hüseyin derki: Ben babama Efendimizin çıkışında nasıl davrandığını sordum da şöyle anlattı:

"Efendimiz 'lendini alakadar etmedikçe dilini hapseder­di. İnsanların gönlünü alıştırır, onlara nefret vermezdi. Her toplumun kerim insanına ikram eder ve onlara böyle birini vali yapardı. (Kimseden güleryüzünü ve seciyesini gizleme­den) insanlardan sakınır, kendi de onlardan korunurdu. As-hab'mm halini araştırır, insanlara halkın durumunu sorardı. Güzel şeyleri beğenip onu güçlendirir, çirkini ayıplar ve onu zayıflatırdı. İşi daima düzgün olup çelişkili olmazdı. Gafil ol­ma korkusuyla gaflette bulunmaz, ya da bıktırıriKL^or-kusuyla daima uyanık davranırdı. Her türlü durum için dai­ma yanında hazırlığı olurdu. Hakta asla kusur etmez ama hakkı da aşmazdı. İnsanlardan kendisini onların hayırlıları takib ederdi. Efendimiz katında insanların en üstünü «Her­kese nasihat edeni îdi. Ona göre en muazzam insan, insanla­rın eşit bölüşeni» idi."

Hüseyin (r.a.) der ki: Babama Efendimizin oturuşu nasıl yaptığını sordum da şöyle dedi:

-Efendimiz bir meclisten kalkarken de, otururken de, mutlaka zikirle oturur zikirle kalkardı. Belirli bir yerde o-turmayı orayı belli bir yer yapmayı istemez ve belli yerler edinmeyi men ederdi. Bir topluma gelince, meclisin bittiği yerde oturur ve böyle yapılmasını emrederdi.[301] Mecliste otu­ran herkese nasibini verirdi. Onunla bir mecliste oturan kim­senin aklına "Ondan daha fazla kendine ikramda bulunan bir kimse olacağı" gelmezdi. Onunla bir ihtiyaç gidermek için mukavemete veya sabır yarışma giren kaybederek döner gi­derdi. Bir ihtiyaç isteyeni mutlaka istediği şeyi vererek geri çevirirdi. Yoksa güzel sözle onun gönlünü alırdı.

Onun cömertliği ve güzel huyu insanlara yetti de, o onla­rın babası oldu. Onun katında hak meselede onlar eşit idi. Onun meclisi hilm, haya, sabır ve emanet meclisi idi. Orada karışık sesler yükselmez. Kendi hakkında hiçbir çirkin şey söylenmez. Onun hiçbir zelle yaparak sözü yoyduğu[302] görül­memiştir. Ashab onun yanında hep birbirine denk olmuşlar sadece takvada yarışıyorlar. Onlar mütevazi olup onda büyükleri ululamayı küçüklere merhamet etmeyi, ihtiyaçhyı kendi nefislerine tercih etmeyi ve garib kimseyi muhafaza etmeyi ondan Öğrendiler.

Tirmizî bu haberin ekserisini parça parça «Şemail» adlı kitabında rivayet etmiştir.[303]

Zekeriyya b. Yahya es Siczî ve diğerleri bunu Süfyan b. Vekîden rivayet etmişlerdir.

İshak b. Râheveyh ile Ali b. Muhammed b. Ebi'l Hasîb de Amr b. Muhammed el Ankazî'den bize Cümey'a b. Ömer el Ic-lî. Yezîd b. Ömer et Temîmî denen Ebû Hâle evlatlarından biri aracılığıyla babası Ebû Hâle.yoluyla Hz. Hasan b. Alî'den ri­vayet etmiştir.

İşte bu rivayette şu ilave vardır: Babama Efendimiz'in oturuşundaki siretini sordum da şöyle söyledi:

-Rasûlü Ekrem daima güler yüzlü ve yumşak huylu olup ne sert ne de kaba idi. Sokaklarda çığırtkanlık yapmayan, (fahhaş) olmayan, kınama huyu bulunmayan, mizahçılık et­meyen bir fıtratta olup; iştahı çekmediği şeyleri görmezden gelen ondan büsbütün ümidini kesmeyen, ama onu sevdir­meyi de arzulamayan biriydi.

Üç şeyden kendini alakoymuştu;

1- Gösteriş yapmadan,

2- Aşırılıktan

3- Kendini alakadar etmeyen şeyden.

Şu üç hususta insanlara ilişmezdi.

1- Kimseyi ne kınar ne ayıplardı.

2- Kimsenin avret mahalline bakmazdı.

3- Sevabıni ümit ettiği şeyler dışında konuşmazdı.

O konuştuğu zaman etrafında oturup onu dinleyenler sanki başları üzerinde kuş konulu imiş gibi (kuş uçar korku­suyla) susup dinlerler, ancak o sustuğunda konuşurlardı.

Efendimiz arkadaşlarının güldüğü şeye katılarak gülüm­ser, onların taaccüp ettiği şeylere o da taaccüp ederdi.

Yabancı birinin konuşma üslubundaki soru soruşundaki kabalığa kızmayıp tahammül gösterirdi. Öyleki arkadaşları onları kendi tarafına sevketmek istese ve:

«Muhtaç birini ihtiyacını isterken görürseniz onun ih­tiyacını gidererek rahatlatın.» buyururdu.

Yapılan iyilikten fazla olan Övülmeyi kabul etmez, birinin sözünü "Sus!" diyerek ya da kalkıp giderek kesmezdi.

Ben babama: -Peki Peyğamber'in susuşu nasıldı? dedim. Dedi ki: «Onun susması şu dört şey üzere olurdu:

1- Hilim üzere;

2- Sakınma susuşu,

3- Bir işin akıbetini düşünme su­suşu,

4- Tefekkür için susması.

Tedebbür (akıbeti düşünme) susması demek; Ashab'ı ara­sındaki görüşlerin ve söylenenlerin, bir noktada toplanması için susup dinlemesidir. Tefekkür susuşu ise; ömürden geçen ve gelecek günler hususundaki düşüncelere dalmasıdır.

Peyğamber'in (s.a.v) şahsında "Hilim" ve "Sabır" sıfatları toplanmış idi. Onu hiçbir şey öfkelendiremez, hiçbir şey onun metanetini bozamazdı.

Şu dört şeyde Hazer onda toplanmış idi:

1- Uyulsun diye hayrı almasında,

2- Yasaklansm diye çirkini terk etmesinde.

3- Ümmetinin yararına olan şeylerde re'ye başvurup onların işini gidermesi.

4- Dünya ve ahiret işlerini ümmetine birleşti­rerek ifa etmesinde.[304]

Bu hadisi Ya'kub el Fesevî, Tarihinde Ebû Gassân en Nehdî ve Saîd b. Hammâd el Ensarî el Mısrî ikilisinin Cü-

mey'a b. Ömer. (Mekke'de bulunan bir adam); İbni Ebî Hâle isnadıyla yaptıkları nakli bütün uzunluğu ile anlatır.[305]

Taberânî de bu haberi Ali b. Abdil Aziz. Ebû Gassân en Nehdî, Ebu'l Hüdâ îsa b. Yahya es Sebtî, Abdürrahîm b. Yûsuf ed Dımışkî, Hafız Ahmed b. Muhammed b. Ahmed, Ebû Sa'd el Hüseyn b. el Hüseyin el Fânızî ile Ebû Müslim Abdürrahman b. Ömer es Semnânî ve Ebû Sa'd Muhammed b. Abdil Melik el Esedî üçlüsü, Ebû Ali el Hasen b. Ahmed b. İbrahim et Tacir. Ebû Muhammed el Hasen b. Muhammed b. Yahya b. el Hasen b. Ca'fer b. Ubeydillah b. el Hüseyn b. Ali b. el Huseyn b. Ali b. Ebî Talib el Alevî (ki İbni Ebî Tahir diye tanınırdı), İsmail b. Muhammed b. İshak b.' Ca'fer b. Muhammed b. Ali, Ali b. Ca" fer b. Muhammed b. Ali, kardeşi Mûsâ, Ca'fer b. Muhammed, babası Muhammed, Ali b. el Huseyn isnadıyla şöyle nakleder: Hasen b. Ali (r.a.) dedi ki:

-Dayım Hind b. Ebî Hâle'ye Rasûlüîlah (s.a.v) in Hiiyei Saadetleri hususunu sormuştum. Dayım bir şeyi tanıtma üstadı idi. Ben ümit ediyordum bana bu konuda bir şeyler tarif etsinde bunu yazıp boynuma (muska gibi) takayım. Dayım dedi ki:

«Rasûlüîlah (s.a.v) muazzam güzellikte olup,....

Ravî hadisin devamını tıpkı Cümey'a b. Ömer rivayetinde olduğu gibi sonuna kadar anlattı. Ancak bazı lafızları değişiklik yaparak mesela «Arîdüs Sadr» yerine aynı anlamda «Fesîhüs Sadr», «Rahb el Rahatı» yerine «Rahb el Cebheti», «Yebduru men lekıye hû bisselami» deki "yebduru" yerine «Yebde'ü», «Es Sekti» yerine «Tavîlüs Sükuti», «La yezümmü zevakan vela yemdehuhû» yerine «Lem yekûn zevakan vela müdhaten» ve bunlar dışında yine aynı anlama gelen bazı ke­limeleri değişik olarak rivayet etti.[306]

 

Bazı Ğarib Lafızlar

 

Dolgun vücutlu etleri ne sarkık ne de sülpük olana denir

Mütearrî anlamında tüy ve benzeri olmayan cilttir. Göksün boyunla birleştiği yer, gerdan, gerdanlık takılan

yer.

Boy uzunluğun aşırı veya eksik olmaması.

Ayağın basınca yere değen kısımları.

Hiç çatlak v.b. olmayan kir ve kırışıksız düzgün cilt. Su üzerinden kayar gider.

Yürürken ayakları kuvvetlice kaldırarak kibir ve ça­lım atmadan yürüyüp, yere yumuşak basmaya denir. Bu cümle bazen: Tesebbüt anlamına gelen "tekallü an" diye nakledilir ki, acele etmeden yürümek anlamına gelir.

Seri, çabuk yürümedir.

Arkadaşlarını Önüne katarak yürürdü, demek­tir.[307]

Kibirli kimseye denir.

Aşağılık, ezik, aşağılık duygusu olan kimse.

t: Bir şeyden kaçınıp sakınma, uçunma. "Bulut çekirdeği, danesi"yani dolu tanesi. i; Tarz, üslup, mezhep, şekil. i: silah ve benzeri, bir şeye karşı hazırlanan, levazım.

Kendi hakkında kötü söz edilmeyen, hep hayır­la anılan.

"Tünsa" iyi veya kötü sözde yayılan şeydir. Yani onun meclisinde düşük konuşup etrafa yayıldığı asla görül­memiştir.

Daha Önce İsrâ hadisinde Peygamber (s.a.v) Efendimizin: «İbrahim (a.s.)ı ayakta namaz kılar bir halde gördüm. Ne gö­reyim! İbrahim (a.s.)a insanların arasında en çok benzeyeni sizin arkadaşınız değil mi!» buyurduğu anlatılmıştı. Peygam­berimiz "sizin arkadaşınız sözüyle" kendi zatını kasdediyor-du.

İsrail'de Simâk, İkrime isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle rivayet ediyor: Kureyşliler kâhinlik yapan bir kadına gelip: "haydi, bize şu makam (Makam-ı İbrahim)'in sahibine, aramızda en çok kimin benzerliği olduğunu söyle." dediler. Kadın da:

-Eğer şu elbiseyi şu toprağın üzerine çekip düzler, sonra da toprağın üzerinde yürürseniz size bunu haber ver­irim, dedi. Onlarda kadının bu isteğini yerine getirdiler. Ka­dın Nebi (s.a.v)in ayak izini görünce: uOna en yakın benzeye­niniz şu zattır"dedi. Bu hadiseden takriben yirmi yıl kadar daha geçtikten sonra Peygamber (s.a.v) Efendimiz'e Peygam­berlik vazifesi verildi.[308]

Ebû Âsim anlatıyor: Ömer b. Saîd b. Ebî Huseyn, İbni Ebû Müleyke aracılığıyla Ukbe b. el Hâris'in şöyle dediğini anlattı:

-Ebû Bekir (r.a.) bize ikindi namazını kıldırdı. Sonra Hz. Ali (r.a.) ile birlikte çıkıp yürüdüler. Ebû Bekir o arada ço­cuklarla oynamakta olan Hasan'ı görünce onu tutup omzuna aldı ve:

Babam için andoîsun ki, bu tamamen Nebî (s.a.v)e benziyor, asla Ali'ye benzemiyor, dedi. Ali bu söze güîümsüyordu.

Bu haberi Buharı, Ebû Âsim dan naklediyor.[309]

İsrail de, Ebû İshak, Hani b. Hani aracılığıyla Hz. Ali'nin (r.a.) şöyle dediğini anlatır: Göksünden başa kadar olan kı­sımda Hasen, Rasûlüllah (s.a.v)'e benzerken, göksünden aşağı kısımda da Hüseyin daha fazla benzemektedir.[310]

 

EFENDİMİZİN AHLAKI

 

«Sen Gerçekten Büyük Ahlak Üzeresin» (Kalem: 68/4)  Ayetinin İfade Ettiği Gerçek

 

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:

"Mü'minlerin îman bakımından en mükemmel olanı onların ahlaken en güzel olanıdır.[311]

Buharî ve Müslim anlatıyor: Bize Mâlik, İbni Şihâb ez Zührî, Urve aracılığıyla Hz. Âişe'nin (r.a.) şöyle dediğini haber verdi:

-Rasûlüllah (s.a.v) bir hususta iki şey arasında seçmede muhayyer bırakılırsa günah olmadığı sürece daima bunların daha kolayını seçerdi. Ama bir hususta günah varsa günahtan en uzakta duran insan yine o idi. Allah'ın haram kıldığı şeyin haramlığı çiğnenmedikçe kendi nefsi için asla intikam almaya kalkmazdı. Haram hududu  çiğneyenlerden  de  (kendi adına değil). Allah adına bu intikamı alırdı.[312]

Hişâm b. Urve babası aracılığıyla Hz. Aişe'den şöyle dedi­ğini rivayet eder: "Rasûlüllah (s.a.v) ne bir kadına ne de hiz­metçiye asla eliyle vurmuş değildir. Ancak Allah yolunda sa­vaştığı zaman hariç. Kendisinden ele geçirilen bir şey sebebi­yle ele geçiren kimseden asla intikam almamıştır. Ancak Al­lah'ın haramı çiğnenme durumu hariç. O zaman Allah için in­tikam alırdı.

Bu hadisi Müslim rivayet ediyor.[313]

Enes (r.a.) der ki: Ben Efendimize tam on yıl hizmet et­tim. Vallahi bana bir defacik olsun "öf be" demedi. İşlediğim bir suç sebebiyle "bunu niye böyle yaptın?" demedi. Yapmadı­ğım bir vazifeden dolayı "Şöyle yapsaydın olmaz mıydı!" diye azarlamadı.[314]

Abdü'l Varis de Ebu't Tiyâh aracılığıyla Enes'in (r.a.) şöyle dediğini anlatır:                                                   

-Rasûlüllah (s.a.v). huyca insanların en güzeli idi. Benim Ebû Umeyr denen bir kardeşim vardı. (Ravi der ki: Sanıyo­rum "Henüz sütten kesilmiş bir kardeşim" demişti.) Rasûlül­lah (s.a.v) gelip onu gördüğünde: "YaEbâU-meyr bülbül yavrusu ne yaptı?" buyurup onunla oynardı.

Bu hadisi Müslim naklediyor.[315]

Hammâd b. Zeyd de Sabit yoluyla Enes (r.a.)tan şöyle nakleder: -Rasûlüllah (s.a.v) insanların en cömerdi, onların en güzel olanı ve en yiğit olanı idi.

Bu, ittifakla rivayet edilmiş bir haberdir.[316]

Füleyh de Hilâl b. Ali aracılığıyla Enes (r.a.)'ın:

-Rasûlüllah (s.a.v) ne soğup sayan, ne kötü söz söyleyen ne de lavnet etme adeti olan biriydi. Ayıplanması gereken bir durum olsa bile. o, birimize: "Alnı (toprakta yaptı­ğı secdeden dolayı) tozasıca ne oluyor ?" buyururdu.

Hadisi Buharî rivayet etmiştir.[317]

A'meş, Şakîk, Mesrûk senediyle Abdullah b. Amr'dan (r.a.) «Rasûlüllah ne fahiş söz söyleyen ne de kötü iş yapan bi­riydi. O şöyle buyururdu: "Sizin en hayırlınız ahlak bakımından en güzel olaninizdir."

Bu haber müttefekun aleyhtir.[318]

Ebû Dâvûd der ki: Bize Şu'be'nin anlattığına göre Ebû Is-hak, Ebû Abdillah el Cedelî'yi şöyle derken işitmiş: Ben Hz. Aişe (r.a.)'a Efendimizin (s.a.v) ahlakı hakkında sormuştum. Dedi ki:

-«Rasûlüllah (s.a.v) ne kötü sözlü idi ne de çirkin şeyleri yapma adeti vardı. Yollarda çığırtkanlık da yapmazdı. Kötü­lüğe kötülükle karşılık vermez ama affeder ve bağışlardı.»[319]

ŞıTbe, Katâde'den naklediyor: Abdullah b. Ebî Utbe'yi şöy­le derken duydum: Ben, Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)'ı «Rasûlüllah (s.a.v) örtüsü içindeki bekar bir kızdan daha hayalı idi. Bir şeyden hoşlanmazsa, biz bunu yüzünden anlardık.') dediğini duydum. Bu ittifakla nakledilmiş bir haberdir.[320] İbni Ömer (r.a.) da, Efendimiz'in (s.a.v):  "Haya imandandır" buyurduğunu söyler.[321]

İmam Malik, İshak b. Abdillah b. Ebî Talha aracılığıyla Enes (r.a.)'m şöyle dediğini anlatır:

-Nebi (s.a.v) ile beraber yürüyordum. Üzerinde uçları sert bir cüppe bulunuyordu. (Müellefe-i Kulûb'dan sayılan) bir Bedevi arkadan gelip Efendimiz'e yetişti ve üzerindeki bürde-sini hızla çekti. Öyleki Efendimiz'in omuzu başına baktığım­da, cüppenin ucunun oraya izlerinin çıktığını gördüm. Sonra bu adam; "Ya Muhammed! Yanında bulunan Allah'ın malla­rından bana da verilmesini emret" dedi. Efendimiz adama doğru döndü ve gülümsedi, sonra da bu adama bağışta bulu­nulmasını emretti.

Bu ittifakla rivayet edilmiş bir haberdir.[322]

Ubeydullah b. Mûsâ da. Şeyban, A'meş, Sümâme b. Ukbe isnadıyla, Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini anlatır:

-Ensar'dan Nebî (s.a.v)'in yanma girip çıkan ve onun gü­venini alan birisi vardı. İşte bu adam bir gün Nebi (s.a.v)'e büyü yapmak için bir takım ipten düğümler bağlamış. Bunu götürüp bir kuyuya atmıştı. Bu da Nebi (s.a.v)'i yatağa düşürmüştü. İki Melek, Nebi (s.a.v)'i ziyarete geldi ve falanca kiş inin kendisine büyü yaptığını, bu büyünün de falan kuyuda olduğunu haber verdiler. Kuyunun suyu bu büyünün şidde­tinden sapsarı kesilmişti. Nebi (s.a.v) oraya bir adam gönde­rip muskayı çıkarttı ve suyu sararmış gördü. Muskaların dü­ğümlerini çözdü. Böylece Nebi (s.a.v) de rahat uyuyabildi.

Enes der ki: Ben bundan sonra da bu adamı Rasûlüllah (s.a.v) 'in yanma gelip giderken gördüm. Ama vefatına kadar Nebi (s.a.v)'in bu adamın gelmesine yüz eğdiğini görmedim.[323]

Ebû Nüaym anlatıyor: Bize İmran b. Zeyd, Ebû Yahya el Mûlâî, Zeyd el Ammî isnadıyla Enes (r.a.)'tan şöyle nakletti:

-Rasûlü Ekrem (s.a.v) Efendimiz birisi kendi ile tokalaştı-ğı zaman bu zat elini çekmediği süre onun elini bırakmazdı.

Birisi ona yüzünü döndürüp baktığında da bu kimse başını kendi çevirmediği süre.. Efendimiz yüzünü başka yere çevir­mezdi. Birisiyle oturunca dizlerinin öbüründen ileri geçtiği görülmemiştir.

Bu ve bir üstteki haberin ikisini de Fesevî, Tarih'inde Zeyd b. Erkanı ve Enes (r.a.)lardan tahriç etmiştir.[324]

Mübarek b. Füdale; Sabit aracılığıyla Enes'ten (r.a.) şöyle nakleder:

-Peygamber (s.a.v)'in kulağına bir şey söylemek üzere ba­şını uzatan kimse, kendisi bizzat başını oradan çekmedikçe, Rasûlü Ekrem (s.a.v) kendi başını öte çektiğini görmedim. Yine Rasûlü Ekrem (s.a.v)'in bir kimsenin elini tuttuğunda, o kişi elini bizzat onun elinden çekmedikçe, bu zatın elini bıra-kıverdiğini görmedim.

Bu haberi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.[325]

Süleyman b. Yesâr da Hz. Aişe (r.a.)'m şöyle dediğini an­latır:

-Ben Rasûlüllah (s.a.v)'i boğazmdaki küçük dili görüne­cek derecede ciddi bir kahkahayla güldüğünü görmedim. An­cak gülünce tebessüm ederdi.

Bu müttefekun aleyh bir hadistir.[326]

Simâk b. Harb anlatıyor: Câbir b. Semura (r.a.)'a: "Rasû­lüllah (s.a.v) ile beraber meclis arkadaşlığı ettin miydi?" diye sordum da:

-Evet, hem de çok. Efendimiz sabah namazı kıldığı yerden gün doğmadıkça kalkıp gitmezdi. Ashab kendi arasında ko­nuşmaya dalar, Cahiliyye dönemi olaylarını anlatırlardı da Efendimiz güler ve tebessüm ederdi, dedi.

Bu hadisi Müslim rivayet ediyor.[327]

Leys b. Sad, Velîd b. Ebî'l Velîd aracılığıyla Süleyman b. Harice'nin babasından naklen şunu haber verdiğini anla­tıyor:

-Bir grup insan Zeyd b. Sabit'in evine ziyarete girmişler ve "Bize Rasûlüllah (s.a.v)'in bir ahlakını aniatıver." demişler. Oda:

-Ben onun komşusu idim. Kendisine vahiy geldiği zaman bana haber salar, ben de ona gelir ve gelen vahyi yazardım. Biz dünyadan bahsedersek o da bizimle beraber dünyadan bahsederdi. Biz ahiretten bahsetsek o da bizimle beraber onu konuşurdu. Biz yemekten (içmekten) konuşunca o da bizimle beraber onu konuşurdu, dedi.[328]

İsrail, Ebû İshak, Harise b. Mudarrıb isnadıyla Ali'nin (r.a.) şöyle dedeğini anlatır:

-Bedir harbi olduğu gün biz müşriklerin saldırılarından Rasûlüllah (s.a.v)'e sığınarak korunduk. Efendimiz (s.a.v) harpte insanların en çetini idi. (Harb esnasında) Müşrikler'e (saflarına) ondan daha yakın kimse olmazdı.[329]

Süfyanı Sevrî'nin anlattığına göre Muhammed b. Münke-dir, "Câbir (r.a.)'ı şöyle derken duydum" diyor:

-Peygamber (s.a.v) asla kendinden istenen bir şeye "ol­maz" diye karşılık vermemiştir.

Bu ittifakla rivayet edilmiş bir hadistir.[330]

Yûnus da Zührî, Ubeydullah isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle nakleder; "Rasûlüllah (s.a.v) en cömerdi olup, onun ala­bildiğine cömert oluşu da ramazan ayında olurdu."

Bu da müttefekun aleyh bir hadistir.[331]

Humeyd et Tavîl, Mûsâ b. Enes aracılığıyla babası Enes (r.a.) m şöyle dediğini nakleder:

-Adamın biri Nebî (s.a.v)e gelip bir şeyler istedi. Efendi­miz bu adama iki dağ arasındaki bir koyun sürüsünün veril­mesini emretti. Bu zat derhal kendi kavmine gelip: 'Hemen Müslüman olun! Zira Muhammed asla kıtlık korkusu tanımay­an bir kimsenin verişi gibi ihsanda bulunuyor." dedi,.

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[332]

Ma'mer de Zührî, Urve isnadıyla Hz. Aişe'den şöyle nak­leder:

-Rasûlü Ekrem (s.a.v) evde olunca ayakkabısını diker, el­bisesini diker ve sizin evinizde yapmış olduğunuz (bütün işleri) yapardı.[333]

Ebû Salih der ki: Bana Muaviye b. Salih, Yahya b. Saîd se­nediyle Amra'nm şöyle dediğini anlattı:

-Hz. Aişe (r.a.)'a "Rasûlüîlah evinde ne yapardı?" deni­lince, şöyle dedi:

-Rasûlüllah (s.a.v) de insanlardan biri idi. Elbisesini bö­ceklerden temizler, koyunlarını sağar ve kendi işlerini kendi görürdü.[334]

Şu'be anlatıyor: Bana Müslim el A'ver, Ebû Abdillah, Enes (r.a.)'ı şöyle derken işittiğini haber verdi:

-Rasûlüllah (s.a.v) eşeğe biner, yünlü kumaş giyer, köle­lerin davetine katılırdı. Ben onu Hayber fethi günü yuları hurma lifinden yapma bir eşek üzerine binmiş olarak gör­müştüm.[335]

Mervan b. Muhammed et-Tatârî der ki: Bize İbni Lehîa, Ammâr b. Gaziyye, İshak b. Abdillah b. Ebî Talha isnadıyla Enes (r.a.)'m şöyle dediğini haber verdi:

-Rasûlüllah (s.a.v) çocuklarla beraber olunca insanların en mizahçısı olurdu.[336]

Sahih bir hadiste de Nebî (s.a.v) Efendimiz'in:

-Ya Ebâ Umeyr! Bülbülcüğe ne oldu ?, diye mizah yaptığı geçmektedir.[337]

Hammâd b. Seleme de Sabit aracılığıyla Enes (r.a.)'tan nak­leder:

-Aklında biraz bozukluk bulunan bir kadıncağız vardı. Bir keresinde, "Ya Rasûlallah! Benim gerçekten senden görü­lecek bir ihtiyacım var" dedi. Efendimiz bunun üzerine ona:

"YaÜmme Fülan! Dilediğin bir yola bak ve orada ben yanına gelene kadar durup bekle" buyurdu. Sonra da bu kadıncağızın yanma varıp onunla fısıldayarak konuştu. Ve bu kadın böylece ihtiyacını gidermiş oldu.

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[338]

 

Peygamberimiz’in Heybeti, Azameti,  Sevgisi,  Yiğitliği, Kuvveti Ve Fasahati

 

Cerîr b. Abdi'l Hamid, A'meş, İbrahim et Teymî, Babası isnadıyla EbûMes'ûd (r.a.)'m şöyle anlattığını nakleder:

-Kendime ait bir köleyi dövüyordum. Birden arkamdan:

"Ebû Mes'ûd bil ki," diye bir ses duydumsa da, Öfkemden ona dönüp bakmıyordum. Nihayet beni (kollarıyla) bürüdü. Bir de ne göreyim, Rasûlüllah değilmi. Onu görünce heybetinden sopa elimden düşüverdi. Efendimiz bana "Allah (c.c.) böyle sopa atmaya senden daha güçlüdür" buyurdu. Ben de: "Ya Rasûlallah! Val-lah bundan sonra asla köle dövmeyeceğim" dedim.

Bu sahih bir hadistir.[339]

Şu'be Katade aracılığıyla Enes (r.a.)'tan Nebî (s.a.v) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

«Hiç biri­niz ben kendisine çocuğu, babası ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça îman etmiş olamayacaksınız.»

Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[340]

Allah (c.c.) Hucurât suresi ayet ikide şöyle buyuruyor:

«Ey îman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstü­ne kaldırmayın. Bir kısmınızın diğerine yüksek sesle söyle­diğiniz gibi ona da sözü yüksek tonda söylemeyin.» Bu ayet gelince Ebû Bekir (r.a.) ile diğerleri "Yâ Rasûlallah! Artık sa­na sır sahibi insanlar gibi konuşabileceğiz"dediler.[341]

Yine Allah (c.c.) Nur suresi ayet altmış üçte şöyle buyurdu:

«Aranızda Peygamberi çağırma (şeklini) bir kısmınızın diğerine çağırdığı şekilde yapmayın. Allah içinizden kiminin  (Kur'an dinlememek için birbiri ardına gizlenerek sıvışıp gi­denleri kesinlikle bilmektedir. Artık onun emrine muhalefet edenler kendilerine bir fitne isabetinden veya elîm bir aza­bın gelmesinden sakınsın.»

Allah (c.c.) yine Tevbe suresi yetmiş üçüncü ayetinde:

«Ey Peygamber! Kafir'lere ve Münafıklara (karşı) cihat et ve onlara çok sert dav­ran.» buyuruyor.

Hem Nebî (s.a.v)'in:

«Yürüdüğüm cihete benden bir aylık yol mesafesi önde gi­den bir "kalplere korku verme" heybetiyle (Allah tarafından) yardımlandım.»[342]

Züheyr b. Muâviye, Ebû İshak, Harise b. Mudarrıb isnadıylaHz. Ali (r.a.)'m şöyle dediğini anlatır:

«Biz. harp iyice kızışıp, iki taraf kılıçla yüzyüze geldik­lerinde kendimizi Rasûlüllah (s.a.v) ile korurduk. İçimizden düşman saflarına ondan daha yakın olan biri olamazdı.»[343]

Peygamberi {s.a.v) ilerde savaşları bölümünde geleceği gi­bi Uhut ve Huneyn savaşlarında olduğu yerde kalıp asla ge­riye çekilmemiş idi.

Züheyr, Ebû İshak aracılığıyla Berâ (r.a.)'tan Huneyn har­bi günü hakkında şu hatırasını nakleder:

-Rasûlüllah (s.a.v) beyaz katırı üzerinde idi. Ebû Süfyan b. el Haris b. Abdi '1 Muttaiib katırın yularından çekiyordu. Rasûlüllah (s. a. v) katırdan inip Allah 'tan zafer dileyip:

Ben Peygamber'im ! Bu yalan değil ben Abdü'î Muttaiib oğ­luyum,[344]  buyurdu.     Sonra Ashab'mm yanma döndü.

Bu hadise daha uzun olarak da rivayet edilmiştir.

Hammad b. Zeyd de Sabit aracılığıyla Enes (r.a.)'m şöyle dediğini anlatır:

-Rasûlüllah (s.a.v) yüzce insanların en güzeli, mal bağışla­mada onların en cömerdi, yüreklilikte onların en şecaatlisiydi. Medine halkı bir gece müthiş korktuğunda o yalnızca çıkıp Ebû Talha'ya ait bir ata eğersiz olarak binip gitmiş, sonrada:

«Korkacak bir şey yok, korkacak bir şey yokj» buyurarak geri gelmişti.

Bu müttefekun aleyh bir hadistir.[345]

Hatem b. el Leys el Cevherî der ki: Bize Hammad b. Ebî Hamza es Sükkerî. Ali b. Hüseyin b. Vakıd, babası, Abdullah b. Büreyde, babası Büreyde isnadıyla nakletti ki, Ömer (r.a.):

-Ya Rasûlallah! Nasıl oluyor da, sen aramızdan hiç çıkma­dığın halde (Arap dilini) en fasih konuşanımız sen olabiliyor­sun, demişti. Bunun üzerine Nebi (s.a.v):

İsmail (a.s.)'m ko­nuştuğu lehçe unutulup gitmişti. Cebrail (a.s.) bu lehçeyi ge­tirip bana ezberletti, buyurdu. İşte bu haber "El Gıtrîf cüz 'ü"'nden naklediliyor.[346]

Abbad b. el Avvâm anlatıyor: Bana Mûsâ b. Muhammed b. İbrahim et Teymî babası aracılığıyla bir adamın şöyle dediği­ni anlattı:

-Ya Rasûlallah! Ne kadar fasih konuşuyorsunuz! Senden daha iyi Arapça konuşan birini görmedim, dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v):

"Elbette bu benim hak­kımdır.   Zira  Kur'an   apaçık  bir  Arapça  ile   indirilmiştir." buyurdu.[347]

Hüşeym, Abdürrahman b. İshal el Kureşî, Ebû Bürde is-nadiyla Ebû Mûsâ el Eş'arî (r.a.)'tan Rasûlüllah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Ben kendisine sözlerin fevatihi ve hatimeleri ile cevamîi verilen kimseyim." Bunun üzerine biz: "Allah'ın sana öğrettiğinden bize de öğret." dedik. Bunun üzerine Efendimiz bize namazda okuduğumuz teşehhüdü öğ­retmişti.[348]

 



[1] İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/13 

[2] Zehebî burayı atlamıştır. İkmali Müslim'in Sahihinden yapılmıştır.

[3] Bugün unutulmuş bir kelimedir. Serkeş olan hayvanlara nal çakıldığı zaman uslu durması İçin burnuna geçirildiği iple sıkılan ağaç bir alet idi. Bilhassa nalbantlıkta kullanılırdı.

[4] Kıssayı önemine binâen Müslim'den naklediyoruz. Zira hadis bu hadistir.

[5] Bu, ağzında' diyede terceme olunabiliyorsa da esasta 'dibidir' Zira tuluğun hem ağzı hem dibi bağlanarak kapanır. Su doldurulurken geniş olan ağzından doldurulur. Boşaltılırken azar azar kullanılması için alttaki ufak delikten alınır. Tuluk esas su için yapılan deriye denir. Eski türkçemizin zenginliğim tuluğun kuruluğu onu emip bilmeyenler bunu Tulum ile karıştırırlar. Oysa Karaman Toroslarında deri eğlenerek tüyleri dökülür; su, süt ve ayran için kullanılacak hale getirilirse buna Tuluk denir. Peynir, yağ, keş, nor ve kavurma için avsunlanarak yapılan tüylüsüne Tulum denilir. Çocukluğumuzda nur içinde, yatası anneannem (ebem) Fatma Türkbenin göç ettiği yaylalarda az mı tuluklara su alıp gece­lemiş, soğuk tuluk sulan içmiştik.

[6] Müslim Zühd. 3006-3014 Beyhakî Kübrâ 1/94. Beyhakî Delâil 6/7-10.  Ebû Nüaym Delâil 2/139. Temhîd 1/222.

[7] Bu Abdullah b. Mes'ûd hadisi Buharî'deki değildir. Buharî'de Ravi Cabİrdir. Eşribe 74/31.

Beyhakî Delâil 6/11 Orada şu izah var:

-Alkame derki; İbni Mes'ûd'un (Kofe) valiliği sırasında bize zelzele isabet etmiş ve durum kendine anlatılmış idi Bunun üzerine: "Biz bu tür ayetleri bereket sayardık. Sizler İse korku sebebi sayıyorsunuz: Biz Peygamber (s.av) ile bir seferde iken... Beyhakî hadisi "metindeki gibi verdikten sonra şu ila­veyi yapar:

«Abdest alacaklara ve suyun bereketinden arzu edenlere çağrıldı. İnsanlar gelip abdestlendi ve içtiler. Ben ise Rasûlü Ekrem'in, "Bereket Allah'tan dır." sözü sebebiyle karnımdan başkasına önem vermiyordum.» A'meş derki: "Ben bunu Salim b. Ebi'l Cam'a anlatınca, bana: «bu hadiseyi bana Câbir de an­lattı.  Bende  ona, o seferde  siz  kaç kişiydiniz?"  dedimde  "bin beşyüz kişi iydik" dedi. Buharı adı geçen Câbir hadisini Meğazî 64/35, Menâkıb 61/21 ile Eşribe 74/31'de nakleder:

-Hudeybiye mıısalahası yılı insanlarda su tükenmişti. Rasûlüllah'in  önünde bir ıbnkçık vardı... diyerek nakleder ki, bundan sonraki haberde geçmektedir.

[8] Buharı Eşribe 74/31, Meğazî 64/35 no 4152, Menâkıb 61/25 no 3576. Tefsiri Sûreti'l Feth. Müslim 1856, Beyhakî Delâil 6/11, Ebû Nüaym Delâil 2/144 Nesâî Taharet 65, Müsned 1/402, Dâramî 2/94-95, Taberânî 6/318, İbni Ebî Şeybe 11/470, 14/323, İbni Sa'd 1/256, 4/82, Taberî Tefsir 19/75, Taberî Ta­rih 2/320, Temhîd 3/97.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/13-18

[9] Ebû YaMâ Müsned 1/215, Bezzâr 1/438 no 310, Beyhakî Delâil 6/13, Ebû Nü­aym Delâil H.no. 290. Haberin yine Beyhakî'de Avmeş Ebû Süfyan Enes b. Mâlik'ten de rivayeti vardır. Ancak ravî Ali b. Zeyd b. Ced'ân zayıftır.

[10] Bu üst dipnotta işaret ettiğim gibi Beyhakî'nin Delâil'inde Meb'as bahsinde geçen hadistir.

[11] Bu haber şudur. «Rasûlü Ekrem (s.a.v) kavminin kendini yalanlamasından ötü­rü, derecesini Allah'ın bildiği müthiş bir üzüntüye gark olmuş vaziyette Mekke koyaklarından birine doğru çekip gitmiş ve: "Ya Rabbi! Benden şu tasamı giderip beni gönül huzuruna kavuşturacak bir şeyi bana göster." diye düâ etti. O anda Allah (c.c.) kendisine "şu ağaçlardan dilediğin birinin dalını çağır" diye vahyetti. O da dallardan birini çağırdı. Bunun üzerine dal yerin­den ayrılıp toprağı yararak Peygamber'in (s.a.v) yanma geldi. Rasûlüllah (aa.v) de ona: "yerine dön" buyurdu. Dalda geri dönüp toprağı yararak gitti ve eski şeklinde yerini aldı. Rasûlü Ekrem de Allah'a hamd ederek gönül huzuruna erdi. Rasûlüllah (aa.v) de geri döndü.

Bu Zehebî'nin dediği gibi mürseldir. Ancak sahih bir mürseldir.

[12] Müellifin isnadı Beyhakî'nin Delâil 6/15'teki haberidir. İbni Tarifin haberi için bak Dâramî Mukaddime 1/10, İbni Hibbân Sahih 8/150, Taberânî 12/432.

[13] Buhârî Tarih-i Kebîr 1/95 no 258, Tirmîzî 3632, Beyhakî Delâil 6/15, Hakim Müstedrek 2/620.

[14] Ebû Nüaym Delâil 2/138. Bu haberdeki Ebû'z Zübeyr Müdellistir. Allah bilir bu yukarıda geçen Cabir hadisidir. Ama burada biraz değişiklik yapılmış.

[15] Ebû  Nüaym  Delâil   2/139,   Beyhakî  Delâil  6/15-16,  îmam  Ahmed  Müsned 1/223.

[16] Daramı Sünen 1/11, Beyhakî Delâü 6/18,19, Ebû Nüaym Delâil 2/137, Ebû Dâvûd'da Yûnus isnadıyla haberi 1/1'de İbni Mace 335 nolu hadis ile daha kısa olarak verirler.

Taberânî iyi sayılabilecek bir isnad ile Enes b. Mâlik (r.a.) ve Abdullah b. Abbas (r.a.)'lardan iki hadise nakleder:

»Bir grup adanı Efendimiz'e gelip; "Yâ Rasûlallah! Bize ait bir deve ipini koparıp bir bahçeye kaçtı," dediler. Peygamber (a.s.) oraya gidip deveye "gel" dedi. Deve de başını eğerek Efendimiz'in yanına geldi. Rasûlullah da ona yularını taktı ve sahiplerine verdi. Ebû Bekir (r.a.) bunun üzerine:

-Ya Rasûlallah sanki o da senin peygamber olduğunu bildi" deyince Efendi­miz: "Cin ve insan kafirleri dışında Medine ve civarındaki herkes benim Peygamber olduğumu bilir" buyurdu. Bunu Enes nakleder.

İbni Abbas derki: Ensar'dan birirtin iki devesi vardı. Döllenme zamanları şehvet azgını oldularda sahibi odları bir bahçeye katıp kapısını örttü. Sonra dua yaptırmak için Peygamberce geldi ve, "ya Rasûlallah! develerim şehvet azgını oldular. Onları bir havluya kapattım. Allah'ın onları tekrar benim em­rime itaatkâr kılması için dua ediveı neni arzuluyorum'' dedi. Efendimiz yanındakilere "Haydin gidelim" buyurSp bahçenin kapısına geldi ve adama "aç" dedi. Adam develerin peyğaf bere saldıracağından korktuysa da yine "aç" buyurunca kapıyı açtı. Develerden biri kapının' yanındaydı. Peygamber'i görünce hemen secdeye kapandı Peygamber onu Çağlayacak bir şey İstedi. Bir yular getirdiler. O da devenin başına geçirip' sahibine verdi ve bahçenin öte ucundaki deveye gitti. O da onu görünce secde etti. Efendimiz yine bağlayacak bir şey istedi. Sonra onu bağlayıp sahibine verdi ve: "haydi gö­tür, artık sana âsi olmazlar" buyurdu. Bunu gören ashab "şu aklı olmayan develer sana secde ederse, biz niye secde etmeyelim?" dediler. Efendimiz de "Kimseye diğeri birine secdeyi emredemem. Birine emredecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini emrederdim" buyurdu.

[17] Müsned 4/171, Taberânî, İbni Ebî Hatem İlelü'l hadis no 183, Beyhakî Delâil 6/21, Ebû Nüaym Delâil 2/138, İbni Mâce 339, Dâramî Mukaddime 4, Hakim Müstedrek 2/617.

[18] Ebû Nüaym'ın isnadında: "Mürre, babasından naklen" şeklindedir.

[19] Buharî Tarih-i Kebîr 8/415. Yâvla b. Mürre, Hudaybiye ve ondan sonraki meşâhitte hazır bulunmuş bir sahabedir.      

[20] Beyhakî Delâil 6/22,23. Kitabın arapça neşrini ve tahkikini yapan Dr. Ab-düsselanı Tedmûrî yanlışlıkla bunu Ebû Nüaym'ın 2/232 deki rivayetine ha­vale etmesi garip bir yanlışlıktır. Hakim 2/617. Beyhakî bu rivayetleri ver­dikten sonra 6/26: Yâ'la b. Mürre'nin ilk rivayetini daha sahih bulur ve Atâb, Essaib rivayetindekini iki ayrı olayın bir olay gibi anlatılması olarak ka­bul eder.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/18-25

[21] Müslim 342 ve 2429, Ebû Dâvûd 2549, Müsned 1/205, Beyhakî Delâil 6/26, İbni Mâce 340, Kadı Ebû Yâvla Müsned 12/6787,6788, Beyhakî Sünen-i Küb-ra 8/13, 1/94, Hakim 2/100: Ebû Avane Müsned 1/176, 117, İbni Ebî Şeybe Musannef 11/493 no 11805.

Ravî: Abdullah B. Cater B. Ebî Talîb (R.A.).

Hz. Ali'nin kardeşi olup Efendimiz'in en sevdiği yakınlarından olan amcası Ebû Talib'İn oğlu Habeşistan'a göç eden Cavfer-i Tayyar'in (ra.) oğludur. Annesi meşhur sahabiyye Esma bn. Umeys (r.a.) dır. Abdullah (r.a.) Habeşis­tan'da doğdu. Babası Ca'fer (r.a.) Mu'te harbinde şehid olunca Peygamberi­miz onu himayesine aldı ve Risâlet ocağında büyüttü. Şam'ın fethine katıldı, yiğitliği dillere destan idi. Hicrî 80'de Medine'de 80 yaşında vefat etti. İler­de hayatı ele alınacaktır.

[22] Beyhakî Delâil 6/28. Bu rivayetteki Sika dediği belli değildir. Ancak 23 nolu dipnottaki haber budur.

[23] Beyhakî Delâil 6/29, Ebû Nüaym Delâil 2/136. Bu isnadı meçhul bir haber­dir. Kayslı şey kimdir, Babası kimdir?

[24] Beyhakî Delâil'inde 6/29 bu rivayeti nakleder. Yine Ebû Nüaym da Delâü'de nakleder. Bu isnadı zayıf ise de, yukarıda geçen hadisin aynısı olup daha geniş izahlıdır. Belki iki üç hadisi bir araya cem ederek tek rivayet yapmış da olabilir. Bu şu hadistir:

İbni Ebi'l Evfa anlatıyor: Biz Rasûlüllah ile otururken birisi geldi ve "falan­ların devesi azıp sahiplerine saldırdı" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah hemen kalktı;; biz de kalktık ve "Ya Rasûlallah ona yaklaşma! Sana bir şey yapar diye korkuyoruz" dedik. Ama (s.a.v) Efendimiz hayvana sokuldu. Deve, Efen­dimiz'i görünce secdeye kapandı. Sonra Rasûlüllah (aa.v) elini devenin başı­na koydu ve "Yularını getirin!" buyurdu. Yular getirilince başına geçirdi ve "devenin sahibini çağırın!" buyurdu. Adam çağrılıp gelince ona "bu deve se­nin mi?" diye sordu. "Evet" deyince adama "Bu devenin yemeğini iyi ver ve çalışırken ona zorluk yükleme" buyurdu. Adam "Peki öyle yapacağım" dedi. Efendimiz'in yanındaki arkadaşları kendisine;.."Ya Rasûlallah! Bu hayvan bile senin kıymetini bilip sana secde/ediyorken bizim sana secde etme hakkımız daha fazla" deyince Efendimiz: «Eğer ben ümmetimden birinin diğerine sec­de etmesini emredebilecek olsaydım, kesinlikle kadınların kocalarına secde etmesini emrederdim.» buyurdu.

İşte bu son bölüm bir çok ayrı yoldan üst taraf olmadan yapılan bir rivayet­tir.

[25] İbni Ebî Şeybe 11/473 no İI76S, Müsned 3/310; Daramî Mukaddime 1/8; Beyhakî Delâil 6/30; Ebû Nüaym 380 Hadis no. 279; Taberânî Fakat Beyhakî de bunu Câbir yerine İbni Abbas olarak verirse de bu yanlıştır.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/25-28

[26] Müsned 6/112,113,150,209 Beyhakî Delâil 6/31, Ebû Nüaym Delâil 2/135 h.na 277, Ebû Ya'la Müsned 8/4660,4441. Zehebî'nin Siyer-i A'lamın Nübe-lâ'da da açıkladığı gibi Mücahid kesinlikle Hz. Aişe'ye yetişip ondan hadis almıştır.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/28

[27] Buharı Edebü'l Müfred 382, Müsned 1/404, Ebû Dâvûd 2675, 5268, Beyhakî Delâil 6/33, Hakim 4/239, Taberânî 10/218.

[28] Bu husus Alimler arası ihtilaflı bir meseledir. Abdürrahman babasının küçü klügünde vefat etmişti. Ebû Hatem ve Ali b. el-Medînî'ye göre babasından bir iki tane hadis İşitmiştir. Ancak hadis kritikçilerinin çoğuna göre baba­sından hadis alacak yaşa gelmeden İbni Mes'ûd vefat etti. Zehebî'nin ka­naati de bu yöndedir. Ancak bu zat "sika" bir kimsedir.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/28-29

[29]Beyhakî Delâil  6/34,  Ebû  Nüaym  Delâil  h.no.273.  Zehebî'nin   işaret  ettiği Zeyd b. Erkam hadisi şudur; (Beyhakî Delâil 6/35)

-Rasûlüllah İle birlikte Medine sokaklarından birindeydim. Orada bedevilere ait bir çadır gördük. Bir ceylan orada bağlıydı. Ceylan: Ya Rasûlallah! Şu bedevi beni avladı. Benim ise çölde iki yavrum vardı. Süt göğüslerimde ka­tılaşmaya başladı. Bu adam beni kesmiyorki ölüp kurtulayım. Bırakmıyor ki çöldeki yavrularıma gideyim" dedi. Rasûlüllah da ona, "Seni salsam yine geri gelirmisin?" buyurdu. Ceylan da "evet dönerim. Yoksa Allah beni vergi me­muru cezasıyla cezalandırır" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v) de onu serbest bıraktı. Az sonra ceylan yalanarak geri geldi, Rasûlüllah (s.a.v) de onu çadıra bağladı. Az sonra bedevi elinde bir kırba ile çıka geldi. Rasûlü Ekrem "bunu bana satarmisın?" buyurdu. O da "o senindir, ey Allah'ın Rasû­lü" deyince Efendimiz de ceylanı serbest bıraktı. Zeyd b. Erkanı derki: Val­lahi ben onu çöle doğru yüzer gibi giderken "Lâ ilahe illallah, Muhammedür Rasûiüliah" dediğini gördüm.

Bu isnadı zayıf bir haberdir. Zehebî Mîzân'da: "Onu tanımıyorum. Onun şey­hinden naklettiği batıl ve çürük bir haberi var ki şudur.." diyerek Beyhakî ve Ebû Nüaym'ın bu haberini aynı isnadla verir. Zaten Beyhakî de yukardaki hadisi verip: "bu haber bir diğer yolla zayıf bir isnadla rivayet edilmişti." diyerek bu haberi verir. Haber üst hadisi destekler mahiyettedir. Ayrıca Ebû Nüaym bu haberi 274 no ile Enes b. Mâlik ile Hz. Âişe'den de nakleder.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/29-30

[30] Tirmizî 2272, Hakim 4/467, Müsned 2/306, 3/83,88,89, Ebû Nüaym Delâil hadis no. 270, Beyhakî Delâil 6/41,42. Tirmizî hadisi sadece Kasım b. el Fadl rivayet ettiği için ğarîb sayar. Beyhakî Delâil'de ğarîb olmadığını dıger yolları zikrederek ispatlar ve sahihtir der. Zaten Zehebî de bundan sonraki haberin sonunda buna işaret ettiği gibi, Hakim'in sahih demesine de katılır. İbni Hibban da hadisi sahih sayar. (El İhsan 8/145).

[31] Müsned 3/8S. Beyhakî Delâil 6/43, Ebû Nüaym no 271. Bu hadisin aslı Bu-harî deki hadistir. Bak Buharı Ashabın Nebiyyi 62/6, Enbiya 60/54, Müslim Fazailüs Sahabe 13. Bak Edebü'l Müfred 902, Humeydî Müsned 1054, 1055.

[32] Buharı Tarihü'l Kebîr 2/44,45 no 1633, Beyhakî Delâil 6/43. Hakim Müsted rek İbni Sa'd Müsned 3/8S. Buharî'nin "bu hadisin isnadı kuvvetli değildir" sözüne Beyhakî "bu haberi takviye eden diğer rivayetler geçmişti" demekte­dir. Ayrıca Beyhakî bunu Deiâüinde  sekiz ayn rivayetle Ebû Saîd el  Hudrî (r.a.)'dan nakleder.

[33] Yusuf b. Adiy el Kâmil fiz Zuafâ 2/573. Buradaki ravî Ca*fer b. Cesr hadisçilerin ittifakıyla zayıftır. Nitekim İbni Adiy de onun münker haberleri na­kleden biri olduğunu söyleyip bu hadisi de o meyanda sevkeder. Ancak Ze-hebî bu haberi burada yukardakilere şahit olarak getiriyor. 

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/30-32

[34] Buharı Menakıb 61/25, Müsned 1/460, Daramı 1/15, İbni Huzeyme 204, İbni Ebî Şeybe 11/474, Nesâî 1/60.

[35] İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/32

[36] Beyhakî Delâil 6/65, Hayseme b. Süleyman Fezailüs Sahabe 3/107.

[37] Bu haber de Öncekinden farklı değildir. Zira Benî Süleym kabilesinden olan bu yaşlı adam kimdir, belli değil. Hem yaşlı olması da hafızasının kötü ol­duğunun alametini taşır. Bak Beyhakî Delâil 6/65.

Rabze Medine'den Hicaz eski yolu üzerinde Zatü'l Irk mıntıkasında bir koy olup Ebû Zerr (r.a.}  'in garib olarak b'idügü yerdir.

[38] Hayseme b. Süleyman Fazailüs Sahabe 3/108. Cübeyr b. Nüfeyr'in rivayeti Ebû Nüaym'ın Delâilin'de 338, 339 no ile nakledilir. 338 nolu habere Heyse-mî Mecma'üz Zevâid'de (5/179) "isnadı sahihtir" der.  

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/32-33

[39] Buharî Menakıb 61/21 h. no.2584, Beyhakî Delâil 2 , 6/66, Ebû Nüaym De-lâil 2/142 h.no. 303, Müsned 5/330, jbni Ebî Şeybe 11/485, Beyhakî Sünen .3/195, İbni Mâce 1417.

[40] Buharî Menakib 61/21, Tirmizî h.no.505, Dâramî 31 h.na25S5, Beyhakî Delâil 2/556, 6/67, İbni Hibban 8/150, Müsned 1/267, 363. Beyhakî Sünen 3/196, İbni Sa'd 1/2/11.

[41]  Beyhakî Delâil 6/67; Ebû Nüaym Delâil 2/142 h.no '306; Daramı Mukaddime h.no 36; Müsned 3/137,138; İbni Mâce 1414. Hadisi Zehebî kısaltmış. Öne­mine binaen tamamını alıyoruz:

-Rasûlüllah (s.a.v) önceleri namazda hurma kütüğüne doğru namaz kılardı. O zamanlar mescidin damı çardak halindeydi. Hutbesini de bu kütüğün yanı başında verirdi, Ashabından birisi bir gün:

"Yâ rasûlüllah! Cum'a günü insanların seni görüp, hutbeni daha iyi işitmeleri için sana üzerine çıkabileceğin bir hutbe yapmamı arzu eder misin?" dedi Efendimiz "Evet" deyince, üç basamaklı bir hutbe yaptı. İşte minberin üst tarafındakıler bunlardı. Yeni minber yapılıp Rasûlüllah (s.a.v)'in eski minbe­rinin yerine konulunca artık Rasûl-ü Ekrem'e bu yeni minberde hutbe oku­mak görünmüştü. Yeni minbere doğru yürüyüp eski kütüğün yanından geçin­ce kütük ağlamaya başlayarak yarılıp parçalandı. Efendimiz kütüğün sesini duyunca inip yanına gitti ve, eli ile okşayarak onu yatıştırıp tekrar yeni minbere döndü. Efendimiz namazı ona doğru kılardı. Tufeyl derki: "Daha sonra Hz. Ömer zamanında mescit yıkılıp da tadilât yapılınca, bu kütüğü Übey b. Ka'b aldı. Çürüyüp, kurt tarafından yenip, toz olana kadar onun evinde kaldı."

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/33-35

[42] Buharî Salat 40 Ezan 88; Beyhakî -6/73; Müslim 424; Müsned 2/303,  365, 375; Ebû Avâne 2/138; Sünne 13/289.

[43] Beyhakî Delâü 6/73.

[44] Beyhakî  Delâil 6/74;  Müslim 426; Beyh. S.  Kübra   2/92.   İbni  Ebî  Şeybe 2/328; İbni Huzeyme Sahih 9587.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/35-36

[45] Müsned 1/276, 379. 462; Beyhakî Delâil 6/S4; Ebû Nüaym Delâil 114; İbni As'd 3/1/106; Tarih-i Bagdad 6/165; Tehzibi Tarİh-İ Dımışk 2/246; İbni Ebî Şeybe 11/550; Taberânî Kebîr 9/76, 77

[46] Buharı, Eymân ven-Nûzûr 83/22 h.no. 66SS ve Menâkıb 61/25 h.no. 3578; Müslim Eşribe 36/20 (h.na 143); Beyhâkî Delâil, 6/R8; Tirmizî 3630, 3709; Belâzürî Ensâbu'l Eşraf, 1/272; Beyhakî Sünen 7/273; İbni Abdu'l Ber, Temh3ıd 1/289; Muvatta 927; Ebu Nuaym Delâil 147.

[47] Aynı olay ilerde gelecektir. Ancak bu ibare Zehebî'nin değil, aynıyla Beyha-kî'nin Deiâil'indeki sözüdür 6/92.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/36-39

[48] Tirmizî 3704; Ahmed b. Hanbel Müsned 5/12,18; Dâramî, Sünen, Mukaddime bab 9; Beyhakî Delâil 6/93.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/39-40

[49] Müsned 5/354; Beyhâkî Delâil 6/88, Sünen-i Kübra 10/351

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/

[50] Hakim 3/295; İbni Sa'd 1/187,188; Taberânî M.Kebîr 19/8,9 h.na 12,13; El İstîâ 3/248; Üsdü'l Ğâbe 4/195; Zehebî Siyer-i A'lâmün- nübelâ 2/332; Ebû Nüaym Delâil 2/174; Beyhakî Delâil 3/251,252; İbni Hişânı Sîre 3/26; Vakidî Meğzî 1/242

Beyhakî'nin rivayetinde şu izah var: İnsanlar gözün damarını kesip almak istediler. O da, "Rasûlullah'a gidip bir İstişare etsek" dedi. Gelip durumu anlattılar. Efendimiz Katadeye yaklaşıp göz yuvarlağını alıp yerine yerleştir-di. Sonra avcuyla onu sıvazlayıp: "Allah'ım! Bu gözü güzelleştir" buyurdu. Artık Katade'ye rastlayanlardan hiç birisi hangi gözüne ok isabet ettiğini ayıramıyordu.

Bazı rivayetler bu hadisenin Bedir harbinde olduğunu naklederlerse de Dara-kutnî'nin Ebû Saîd el-Hudrî rivayetindeki beyanı İle Vakıdî'nin Megâzî'sinde "Uhud" olarak açıklanıyor ki, doğrusu budur. Zira Ebû Saîd (r.a) Katade ile ana bir, baba ayrı kardeş idiler.

Zehebî'nin bu rivayete garîb demesi Allah bilir ya Katâde (r.a)'m oğlu Ömer yüzünden olsa gerek. Zira onu İbni Hibban dışında sika sayan kimse yoktur. Onun hadislerini yalnız oğlu Asım rivayet etmiştir. Ancak Zehebî'nin de işa­ret ettiği gibi hadisin anlattığı kıssa sahihtir ve Ebû Saîd el-Hudrî rivayeti bunu doğrular.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/40-41

[51] Tirmizî 3978; Beyhakî Delâil 6/109

Beyhakî İbni Sirin'in Ebû Hüreyre rivayetinde şu tafsilatı verir: Bir gazvede Rasûlullah ve arkadaşlarına yemek kıtlığı oldu. Bana: "Ebû Hü­reyre! Yanında bir şeyler var mı?" dedi. Ben de, "azık kabımda biraz hurma var" dedim.  "Onu getir" buyumnca ben onları getirdim. Bana, "haydi bir de deri sergi getir" dedi. Ben deri sergiyi getirip yere yaydım. Efendimiz azık kabının   içine  elini  sokup  hurmayı  avuçladı.  Onlar tam yirmi bir faunaydı. Sonra   "Bismillah"  diyerek   her hurmayı   ayrı   ayrı  koyuyor  ve   besmele   çe­kiyordu. Nihayet son hurmaya gelince onu şöyle kendine tahsis edip hurmayı biraraya  topladı   ve.   "falancayla arkadaşlarını  çağır"  dedi.  Onlar hurmadan doyana  kadar yiyip  çtfetılafi  Sonra,  "falan ve arkadaşlarımı çağır" buyurdu. Onlar   da   yiyip   doyunca   çıktılar.   Hurma   artmıştı.   Bana:   "otur"   buyurdu. "Oturdum".  O da yedi,  ben  de yedim.  Hurma yine  arttı.  Efendimiz  bunları alıp azık kabına koydu ve bana; "Yâ Ebâ Hüreyre! Bir şey istediğinde elini içine sokup al! Sakın men etme, sen de men olursun" buyurdu. Artık hurma istedikçe   elimi   içine   sokarak   alıyordum.   Onun   elli   ölçeğini  Allah  yoluna verdim.   Bineğimin   semerinin  arka  rarafmda  asılı  dururdu.  Osman  b.  Affan (r.a)'ın zamanında düşüp kayboldu.

[52] Beyhakî Delâil (VUO. Üst kaynak

[53] Zehebî'nin "garip'' diye söylediği bu haber Zeyd b. Ebî Mansur'un Ebû Hü­reyre isnadlı haberidir. Biraz şişirmelidir.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/41-42

[54] Müslim 2281; Beyhakî Delâil 6/114; Hakim 3/246; Müsned 3/337, 347. Bura­da bu zatın kim olduğu belli değilse de Beyhakî Delâil'inde (6/114) bu zatın Necfel b. el-Hâris olduğunu tasrih eder. Bu rivayete göre; Nevfel evlenmek için Peygamber Efendimizden yardım istemiş, o da onu bir kadınla evlendir­miş ve, düğün hediyesi olarak birşeyler vermek İçin evini araştırsa da, ver­ecek birşey bulamayınca hizmetçisi Ebû Râff ve Ebû Eyyüb ile zırhını gön­dermişti. Onlar bu zırhı otuz sa' arpa borç karşılığında bir yahudiye rehin vermişlerdi. Rasûlullah bu arpayı Nevfel'e vermişti.

Nevfel derdi ki: Biz bu arpayı yarım sene yedik, sonra tarttık. Aynen onu ilk çuvala doyduğumuz ağınlıkta bulduk. Durum Peygamber (s.a.v)'e haber verdik. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v) de: "Eğer sen onu tartmış olmasay­dın (bereketi devam edecek) bir ömür boyu onu yemeye devam edecektin" buyurdu.

[55] Müslim 2280; Müsned 3/147, 340; Beyhakî Delâil 6/114. Bu ni'metin bere­ketlenmesi konusunda pek çok haber varsa da bunların çoğu birbirine benze­diği için âlimlerimiz bir kaçıyla yetiniyorlar. Buharî 81/16'da Müslim Zühd' te (2973) Hz Âişe (r.a)'dan şöyle nakleder: "Rasûlullah (aa.v) vefat etmiş ol­duğu zaman benim evimde ciğeri olan mahlukun (insan olsun, hayvan olsun) yiyebileceği, rafımda bulunan bir parça arpa dışında hiç bir şey yoktu. Uzun zaman ben ondan yedim. Sonra onu tartmıştım. Böylece o da tükenip gitti."

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/43-44

[56] Müslim, İman 27; Beyhakî Delâil 6/120; İbni Sa'd 1/1/119; Ebû Avâne 1/9.

[57] Müsned 3/418; Hakim 3/618; İbni Hibban 1/387; Taberanî Kebîr 1/211; Ha­kim ve İbni Hibban hadisi sahih sayarlar. Zehebî de Telhis'inde buna "sa­hih" diyor.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/44-45

[58] Çavnıak, güneşin ışınlarının yere ilk düşmesidir ki, tam olarak (bezeğa) ke­limesinin karşılığıdır. Toros lehçesinin güzel bir kelimesi olup ülkemizin bir çok yerinde bilinmez. Ancak ifade ettiği manâyı anlatan türkçe başka bir karşılığını bilmiyorum.

[59] Buharı, Menakıb 61/25 (Hadis no 3571); Müslim 682; Abdürrezzak Musannef 11/277 (hadis no 20537); Beyhakî Delâil 6/130; Beyhakî Sünen 1/216, 219; Taberanî 18/138

Burada hadisi Buhari, Müslim ve Beyhaki rivayetlerinin hepsini bir arada bulundurarak terceme ettim. Böylece bazı yanlış anlaşılmalar giderildi. Me­selâ Müslim'in ibaresine göre Efendimizi Ömer uyandırmış oluyordu.

[60] Müellif bu hadisin sonunda bunu Müslim'in rivayeti diye verirse de bu ri­vayet Beyhakî'nin Delâil'deki rivayetidir. Müslim bu hadisi Şeyban b. Fer-rûh-Süleyman b. el-Mugîre-Sabit-Abdullah b. Rabah- Ebû Katâde senedi İle nakleder. Daha noksansız olması sebebiyle biz tercemeye Müslim'in metnini esas aldık.

[61]  Müslim   6S2;  Abdürrezzak   20538;   Beyhakî  Delâil   6/132,   4/284;   İbni  Sa'd 1/180; Müsned 5/289; İbni Sa'd 1/1/120; Ebu Nüaym, Delâil 145. 

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/45-50

[62] Btıharî 15/24; Müslim 897; Müsned 3/104. 187, 4/236; Beyhakî Delaîl 6/140; Ebû Nüaym Delâil, 2/448; İbni Mâce 1269; Nesâi 3/160, 162, 167; Abdürrez-zak 4910; İbni Huzeyme 1423; Tahavî Meâni 1/382; .İbni E. Şeybe 10/219,11/481; Buharı Edeb 612; Beyhakî 3/353.

[63] İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/50-51

[64] Buradaki kelimesini mütekellimde, muhatabda okumak caiz olduğundan tercemede iki şekli de verdim. Hadisin zabtını yapan ilk ravilerce bunun hangisi doğru olduğuna dair bir bilgiye rastlamadım.

[65] Buharî Tarih 6/209, 210; İbni Mace 1385; Müsned 4/138; İbni Huzeyme 1219; Hakim 1/313, 519; İbni Sünnî 622; Tirmizî: "Bu hadis, hasen, sahih, garip bir hadistir. Biz bu haberi ancak bu tarik ile Ebû Ca'fer hadisi olarak biliyoruz. Bu Ebû Cavfer, el Hatmî lakaplı olan Ebû Cavfer değildir" diyor. Oysa İbni Sünnî, Beyhakî, bu zatı Ebu Ca'fer el-Medenî el-Hatmî olarak verirler. Buharî de Tarihi'inde bu hadisi dört rivayetle hep bu Ebû Ca'fer' den verir ve ilkinde bu zatı El-Hatmî diye belirtir. Diğer Ebû Ca'fer'ler meçhuldür, sanırım Tirmizî bu konuda yanılmıştır.

[66] Beyhakî Delâil 6/169, Buharî Tarih 6/209, Müsned 4/138.

[67]  Ya'kub el-Fesevî el-Ma'rife vet-Târih 3/352, Müsned 5/298, Taberânî Kebîr 9/18, Beyhakî Delâil 6/167, Ebu Nuaym Delail 143.

Ya'kub'un ve Beyhakî'nin rivayetlerinde şu izahatlar vardır:

-Adamın biri, bir işini yaptırmak için Hz Osman'a (r.a) gidip gelirdi. Osman onun yüzüne bakmadığı gibi ihtiyacını da gidermemişti. Bu adam Osman b. Huneyf e rastlayıca durumu ona şikayet etti. Osman b. Huneyf de ona: "Haydi git bir ıpnk alıp abdestlen, sonra mescide git ve iki rek'at namaz kıl ve sonra 'Allah'ım! Rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed ile sana dilekte bulunup, yöneliyorum. Yâ Muhammed! Ben seninle Rabbime yöneliyorum. Benim bu ihtiyacımı (Rabbiym katında) görüver" diyerek ih­tiyacını belirt ve sonra gidip Osman'ın huzuruna çık. Adam gidip söylenen­leri yerine getirdi! Ardından Hz Osman'ın (r.a) huzuruna çıkardı. Osman (r.a) onu kendisinin yanına aynı sergiye oturtup: "Senin ihtiyacına cevap verece­ğim" dedi. Sonra bu adam, oradan ayrılıp giderken Osman b. Huneyf'e (r.a.) uğradı ve Allah senden razı olsun^sen onunla konuşuncaya kadar ne yüzü­me, ne ihtiyacıma bakıyordu, dedi. Osman b. Huneyf de: "Ben onunla ne ko­nuştum,  ne  de  görüştüm:  Lakin gözleri kapanan bir  adam  gelip  Nebî'ye (s.a.v) halini arz edince ona 'sabredebirlir misin?' buyurduğunu onun da "beni biri elimden tutup gezdiriyor, bu da bana pek ağır geliyor' demesi üzerine "haydi bir ibrik getir...' dediğini duymuştum" diyerek hadisi anlattı.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/50-51

[68] Abdürrezzak 19462; İbni Ebî Şeybe 8/457, 10/430, 11/493; Müsned 5/77, 340; Ebû Dâvûd, Merasil, 492; İbni Sünnî 286; Hakim, 4/139; İbni Hibban 2273; 

[69] Beyhakî Delail 6/210.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/51-53

[70] Taberani Kebir 19/5,13

[71] Müsned 3/65; Ebu Nuaym Hilye 9/160; İbni Huzeyme 1660.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/54-55

[72] Beyhakî Delail 6/211; Tirmizî 5/594; Müsned 5/77, 341; Hakim  Müstedrek' te   (4/139):   "Onu  93  yaşındayken  gördüm.  Saç  ve  sakalında beyaz  yoktu" diye alır. Abdürrezzak 19462; İbni Ebî Şeybe 8/457, 10/430, 11/493; Taberanî 17/28; İbni Hibbân 2273; İbni Sünnî 471.

[73] Hakim 4/139, Beyhakî Delail 6/212, Müsned 5/340, Ebû Nuaym Delâil 2/164.

[74] Müsned 5/27, Beyhakî Delâil 6/217

Katâde b. Milhan (r.a): Kâystandır. Basralı ashabdan biridir. İbni Hacer el-Askalânî'nin "el-Isabe" 'sinde (3/225) 'nakline göre Hayyan b. Umeyr şöyle diyor: Rasulullah (s.a.v) Katâde'nin yüzünü meshetmişti. Sonra ihtiyarlık ge­lince yüzü hariç her tarafını kaplamıştı. Ölümü esnasında yanındaydım. Bir kadın gelmişti. Ben bu kadını tıpkı aynada görür gibi Katâde'nin yüzünde de öyle gördüm.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/55-56

[75] İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/56-57

[76] Bu  on   bölümü  Zehebî  kısaltmak   için   atlamış  Biz  Buharî'den  tamamını naklettik

[77] Buharı Menâkıbü'l Ensar 63/51, Fiten Cilt 8/100, Müslim Fiten 2941, Müs-ned 3/108, İ8$,\ 271; İbni Hibban Zevâid 2253; İbni Ebî Âsim el-Evâil 193; Beyhakî Delâil 12/251, 6/260; Beğavî Şerhis-Sünne S447; Ebû Nüaym Delâil 2/125.

[78] Beyhakî Delâil 6/261, 262.

Yine bu rivayette, ayın yüzündeki siyahlığı sorduğum, Efendimiz'in de, "Ayın yüzündeki siyahlığa gelince: Bunlar önce sanki iki güneş gibiydiler. Allah:

"Biz geceyi ve gündüzü iki ayet yaptık, gecenin ayetini kararttık" buyu­ruyor. İşte senin gördüğün karanlık bu ayetteki karartmadır, buyurduğunu anlatır.

[79] Müslim Hayz h. no 315; İbni Huzeyme Sahih 232; Taberanî Kebîr 2/88; Beyhakî Delail 6/263; Abdürrezzak 20884; Beğavi Sünne 15/224; Beyhaki Sünen 1/169; Ebû Avâne 1/294; Hakim 3/482; Müsned 1/278, 3/282.

[80] Buharı 1/34, 143 9/117; Müslim İman 10; pazail h. no 136, 13,7, 138; Ebû Davud'u Tayalisî 2731; Beyhakî 6/266; Müşned I/27S; îbni Sa'd Tabakal 1/174; Taberanî Kebîr 5/55, 21/246; Tafcerî 1/342, 7/52.

[81] İbni Sa\l 1/174; Tirmizi 2733, 2144; Nesai 7/110, 111 (Hadis 4078); Müsned 4/239. 240, 339, 5/313; İbni Ebî Şeybe I4/29S; Hakim 1/9. 4/351: Beyhaki S. Kübra, S/166; Beyhakî Delail 6/26S; İbni Ebi Asım 2/470: Taberanî 7/43, S/84; Tahavî Müşkil 1/4; Ebû Nüaym Hılye 5/9S; Hadisi Tirmizi Hakim ve Zehebi sahih sayarlar.

Burada geeen dokuz  ayet  (mucize)  nedir?  Bu konu  ilk tefsire iler arasında

ihtilaflıdır.   Taberi   15/17l'de   bu   ayelte   ihtilafları   nnvileriyle   beraber verir.

Buna göre:

Buradaki dokuz ayet şunlardır.: 1- Musa (a.s)’ın ışık veren eli. 2- Asası 3-Dili  4-Denizin yarılması 5- Çekirge 6- Karınca 7- Kurbağa 8-Tufan 9- Kan

Bu İbni Abbas'tan rivayet edilendir. Bazıları buna taştan su fışkırması, kıtlık, meyvelerin kısılmasını ilave ederler. Bu izahlar A'raf suresinde geçen ayet­lerden alınanlardır.

Bu İzaha göre bu hadiste ravî Efendimizin bu cevaplan verdiğini belirtmiyor ya da atlıyor. İkinci bir görüşe göre bu hadiste sayılan şeyler bizzat bu ay­etler oluyor. Taberî'nin Ebû Küreyb-Abdullah b. İdris ve Ebû Usame-Şu'be-Amr b. Mürre-Abdullah b. Seleme isnadıyla Safvan b. Assal'dan yaptığı ri­vayette, Efendimiz: '"Bunlar: Allah'a şirk koşmayın ... ilh." diyerek sayıyor ki, ayetteki geçenler bunlar olmuş oluyor.

[82] Beyhakî Delâil 6/272; İmam Ahmed Müsned 1/416; İbni Sa'd bu hadiseyi Ebû Sahr el-Ukaylî'den nakleder. Beyhakî bunu 6/2S2'de naklederken İmam Ahmed de 5/41 l'de aynı isnadla verir.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/57-64

[83] Müsned 4/228; Tahavî Miişkilü'l Asar 3/34; Beyhakî Delail 6/293; Ebû Nü-aym   Hıtyetü'l   Evliya   2/24,   6/255.  Yine   Müsnedde   (4/227) ve Beyhakî'nin Delail'inde iki ayrı isnadla Vabisa'dan bu hadis nakledilir. Daramî 2/246. Hadisi   anlatan  Vabisa   (r.a)   Hicri   9lcu  sene  Efendimizi  yanına  elçi   olarak geldi. Daha sonra Cezire (Cizre ve civarı, yukarı Mezopotamya)ya yerleşti.

[84] Müsned 4/227; Buharı Tarihü'I Kebîr 1/144; Beyhakî Delâil 6/292. Müslim Nüvvâs b. Sem'an tarîki ile 2553; Tirmizî 2389; Müsned 4/182; Hakim 2/14; Tahavî Müşkİl 3/24'te buna benzer rivayette bulunurlar.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/65-66

[85] Beyhakî Delail 6/297; Ebû Dâvûd 3088; Abdurrezzak Muşannef 20989; Bey­hakî Sünen 4/156.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/66-67

[86] Bu konuya, Kilabii'l Filen vel-Melâhim adı verilir ki, hadis kitaplarında çok geniş bir yer alır. Müellif Zehehî buraya bunların gayet az bir kısmını al­mıştır. Çünkü maksat Filen konusu değildir. Burası peygamberlik ile ilgili hususlar okluğu iein biraz temas edilmiştir. Biz bu mevzuda Kıyamet Tarihî adlı eserimizde oldukça geniş nakiller yaptık. İlerki günlerde inşaal-lalı neşri nasib olur.

[87] Müzeyle K el-Yenıan (baba adı Hasel'dir) el-Absî'dir. Sahabeden dört tane daha iiıızeyfe vardır. Babası kan davası yüzünden kaçıp Medine'deki AbdÜ'l nsjvlogullarına sığınmış ve bu yüzden adı değil de geldiği yerin adı ile "el-Yemân" meşhur olmuştu. Huzeyfe *nm annesi Medinelidİr. Babasıyla bir­likle müsiünıan oldular. Baba (Ilasel) el-Yemân Uhui'ta şehid oldu. Huzeyfe Bedir dışındaki harplerin hepsine katıldı. Çok hadis rivayet etmiştir, Ömer (r.a) devrinde Medayin valisi olup, FIz Ali devrinde (hicri 36) vefat edene kadar orada kaldı. Sırlar kendine bildirildiği iein "Esrar-i mahzen-i Rasûlul-lah" denilirdi. Münafıkların listesi onda idi.

[88] Müslim. 2S91 (no 24); Beyhakî Delâil 6/312.

[89] Buharı Kader  S2/4; Müslim   2891   (23);   Müsned 1/377, 413, 443, 446, 453, 4/278. Beyh. Delail 6/313; Ebû Dâvûd 4240.

[90] Müslim 2892; Beyh. Delâil 6/313

Buharı 59/1'de Hz Ömer'den şöyle nakleder: RasııluISah kürsüye çıkıp bize yaratılışın başlangıcından itibaren başlayıp cennetliklerin cennete, cehen-nemliklerin de cehenneme girinceye kadar ki safhaları anlattı. Bunları iyi ezberleyenler korudu, unutanlar da unuttu. Buharı aynı yerde bu hadisi İmran b. Husayn'dan da anlatır.

[91] Buharî 63/29, 61/25; Müslim Ebû Dâvud 2649; Müsned 4/257 5/110" Beyhaki Sünen 9/5, 10/202; Delail 6/3115; Ebu Nuaym Hilye 1/144; Taberani M Ke­bir 4/74.

[92]  Buharı Menakıb 61/25; Müslim 20S3; Beyhaki Delail 6/3)9, 320; Müsned 3/39-1; Beğavi Sünne 12/51.

[93] Buharî Cihad 58/15; Müsned 5/22S. b/22, 2/24; İbni Mâce 4042; Beyh. Delail 6/3S3; Beyh. Sünen 9/223; Hakim 4/419, 422, 423; Taberanî LS/42. 46. 64. 66; Ebû Nüaym Hılye 5/128; Buharî T. Kebir İ/225.

[94] Hadisin devamı şöyledir: "İki kişiyi kerpiç kesecek bir yer hakkında çekişir görürseniz, hemen oradan çık git." Bkz. Müslim 2543: Beyhaki Delail 6/321: Beyh. Sünen 9/206: Tahavi Müskilü'l Asar 2/102. 3/124: Müsned 5/İ74.

Bu arazinin Mısır olduğu Müslim'in bab başlığında belirtir. Bundan sonraki hadiste bunun şahididir.

[95] Hadisin devamı şöyledir: "İki kişiyi kerpiç kesecek bir yer hakkında çekişir görürseniz, hemen oradan çık git." Bkz. Müslim 2543: Beyhaki Delail 6/321: Beyh. Sünen 9/206: Tahavi Müskilü'l Asar 2/102. 3/124: Müsned 5/İ74.

Bu arazinin Mısır olduğu Müslim'in bab başlığında belirtir. Bundan sonraki hadiste bunun şahididir.

[96] Beyhakî Delail 6/322   

[97] Beyhakî Delail 6/322   

[98] Buharı 65/107'de sonuna "Ve Efendimiz, harbi hile olarak adlandırdı» ilave­sini yapar. Ayrıca Bııharî 57/SO'de bu haberi A'rac yoluyla Ebû Hüreyre'den nakleder. Yine aynı yerde Câbir b. Semûre (r.a)tan da aynısını verir. Müslim 2918 (76. Tirmizi 2313, 2216; Ebu Avâne 2/110: Müsned 2/412, 233, 240, 256, 272, 313, 437, S/92, 99. 105; Beyhaki Sünen 9/181; Taberanî 2/235; Ta­beri 1/35; Halib Tarih 5/36; Beyhaki Delail 6/324; Humeydi 1094; Tahavi Müşkil 1/213: Abdürrezzak 20815; Ebu Ya'la 10/58 81

[99] Bu buluş Beyhaki'ye aittir. Bak Delail  6/325;  Beğavî orada "Efendimiz «Kayserin helak olması» ile Samdaki Kayserliğin helak olup Şam diyarının onların elinden çıkmasını kasdetti der.

Efendimiz'in Kisra ve Kayser için söylediği sözler için bak: Buharî 65/101;

Megazi   64/S2-ilim   7:   Müsned   1/243,   305;   Beyhaki   Sünen   9/177:   Delail

6/325; Beğavi Sünne 13/310; İbni Ebi Şeybe 14/338.

[100] Beyhaki Delait 6/325. Beyhaki burada Şafiî (r.a)m şu sözünü nakleder: "Süraka bilezikleri koluna dünyalık hevesinden değil, Efendimiz (s.a.v)in kendis­inin kollarına bakıp sonra da «Bana sanki Kisrâ'mn bileziklerini takınacakmışsın gibi geliyor» buyurduğu İçin giymişti."

[101] İbni Hibban (El-İhsan) S/237 (b.' no 6639); Beyhaki Sünen 9/1.36; Beyhakî Delail 6/326. İbni Hibban bu hadisi sahih sayarken Zehebî ve Beyhakî hiç bir la'lîlde bulunmazlar. Hadisi Taberani 17/Sl'de aynen Beyhakî ve İbni Hihbnn'm isnadıyla verir. Heysemî de Meemauz-Zevâid 6/212'de sahih say­arak: "Bu hadisin ricali sahih-İ Buharı ricalidir" der. İbni Ebi Hatem ise 'İlelü'l Hadîs" adlı eserinin 2701 nolu hadisinde : "Bu hadisi babama sordum da. -bu bâtıl bir hadistir- diye cevap verdi der. Lakin hiç bir illeti açıkla­maz. Hadisteki Havilerin hepsi sikadır. Bir kere ilk ravî Kays b. Ebî Hazim bir çok sahabeye yetişmiş bir tabiîn ulusu. İsmail b. Ebî Halid Tabiîn'in sikalarındandır. Süfyan b. Uyeyne İse bu Ümmetin badis imamlarından biridir. Muhammed b. Yaya Müslim ricalindendfr. Onu çoğu sika sayar. Zaten rivayet buraya kadar üç kaynakta da aynıdır. Taberanî bunu dört kişi ile Muhammed b. Yahya'ya dayandırır. Beyhaki'ninki Ebu Ahmed Harun b. Yusuf el Kataî ile, İbni Hibban ise Abdullah b. Muhammed Salim ile aynı zattan alır. O zaman bu hadis "Muhammed b. Yahya hadisi" saydmış olur. Daha aşağıdaki rivay­etin birinde bulunan zayıf ravi hadisi etkilemez. Muhammed b. Yahya hak kında Abdürrahman İbni Ebi Hatem er-Razî ı'El-Cerh vet-Ta'dîl" adlı eseri­nin S/124 no 56O'da: "Babama onu sordum. Bana "O salih bir kimse olup biraz gafleti vardı. Onun yanında Süfyan b. Uyeyne'den naklettiği uydurma bir hadis vardı diye cevap" verdi" diyor. "O saduk dereceli bir ravîdir" dedi­ğini ekliyor. Halbuki aynı yerde İmam Ahmed'İn "Mekke'de sadece onun ha­dislerini yazın" dediğini de nakleder. Zehebi onu sika sayar. Müslim Sahihi' nin İman, Vefatün-Nehi, Salar, Zekât, Hac, Nikah, Cİhad, Zebaih. Edeb. Delail ve Fiten"de onun rivayetlerine yer verir. İbni Hibban'da bu zatı "Es-Sİkat" adlı eserine kaydetmiştir. Kanaatimce onu sadece İbni Ebi Hatem babası aracılığıyla tenkid ediyor. O babasının yaşıtıydı. Zira hicri 243'te öldü. Ebu Hatem'in oğlu İse 327'de vefat etmiştir. Akranın kendi adranını Övmesi de yermesi de tam delil olmaz. Zira aralarında ne geçti bilinmez. Doğruları bi­len Allah'tır. Ancak Adiy b. Hatem'in yukarda geçen hadisinde Efendimiz'in kendisine "Hıyre şehrini bilir misin?" diye sorduğu ve oranın fethini haber verdiği de bu hadisi doğrular mahiyettedir..

[102] Buharı Tarih-i Kebir 1/292, S/447, 5/33; Beyh. Delail 6/326. Buna yakın ifa­de ile Müsned 5/2SS, S/33, 4/110; Ebu Dâvud 2483; Taberani U/92; İbni Hibban (tertib) 9/206 (no 72 62). Burada rivayetlerde el yazma okumasından doğan bü' farklılık var. Mesela İbni Hibban aynı sened aynı metinde »Ebâ>> kelimesini «Etâ» diye nakledince anlam "Kim Şam'a gelirse hemen onun bîr tarafına katılsın, kendini aldatana su ikram etsin>> şeklinde oluyor. Ne var ki Ebu Davud ve Müsned rivayetleri Beyhaki'nin metnini doğruluyor.

[103] Buharî Menakıb 61/25; Müsned 2/319; Abdürrezzak 207 82; Hakim 4/476; Beyhakî Sünen 9/176; Beyhakî Delâil 6/336.

[104] Buharî 61/25. Bazıları bu hadisi üç ayrı hadisin bir arada rivayeti sayarlar ki, bunlar ayrı ayrı Buharî'de de vardır. Müsİim Fiten bab 18/62, 64; Ebu Davud 4304; Tirmizi 2215; Ibni Mace 4096, 4097; Müsned 2/398, 530; Bey­hakî Delâil 6/336; Beyh. Sünen 9/175.

Hafız Zehebî burada nedense tamamen Beyhaki'nin Delail'ine uyarak bu ha­dis ile üsttekini birleştirerek verir. İkinci hadisin başını alıp Türklerle çar­pışma kısmını atlar. Biz bu kısmı Buharî'den tam olarak [ ] kavis içinde terceme ettik.

[105] Nesai 6/42; Müsned 2/229, 369; Beyhakî Delâil 6/336; Beyh. Sünen 9/176; Hakim 3/514. Hadisin ricali hep sika kimselerdir, buna rağmen Zehebî'nin hadis'e garip demesini henüz anlayabilmiş değilim.

[106] Müslim no 2270; İmam Ahmed Müsned 3/287, 213; Beyhaki Delaü 6/337; Begavi Sünne 12/222; İbni Ebi Şeybe 11/68; Ebû Avane Müsned 4/458

[107] Buharî Enbiya  60/50  (hadis no 3555); Müslim Emara  1S42; Müsned 2/297: İhni Mâce 2871; Beyhaki Sünen S/144; Beyhakî Delâil 6/338.

[108] Beyhaki Sünen-i Kübra S/159; Beyhaki Delail 6/340; Ebû Davud-ü Tayalisi Müsned 22S. Bu isnadı sahih ricali sika üstelik üç sahabenin aynı zincirde yer aldığı bir hadistir. Burada Ebu Sa'lebe, Ebu Ubeyde ve Muâz b. Cebel sah ahidirler. Hadisin esas ravîsi Ebu Da\oıd-u Tayalisî olup yine onun bu konuda başka bir rivayeti daha vardır.

Nu'man b. Beşîr (ıra) anlatıyor:

-Bir gün Rasulullah'la birlikte mescitte oturuyorduk. Beşîr b. Sa'd pek ko­nuşmayan biri idi. Ebu Sa'lebe el-Huşenî tr.a) gelip: "Yâ Bişîr b. Sa'd! İdare­ciler konusundaki Efendimiz (a.s.v)ın hadisi hatırında mı?" diye sordu. Buna karşılık Huzeyfe (r.a) da; "Ben onun hutbesini ezberlemiştim" dedi. Bunun üzerine Ebu Sa'lebe de oturdu. Huzeyfe Rasulullah (s.a.vHn şöyle buyurdu­ğunu anlattı:

«Peygamberlik, Allah'ın dilediği sürece aranızda olacak, kaldırmayı murad edince onu kaldıracak. Bunun

ardından peygamberlik yoluna uygun olan Ha­lifelik gelip Allah'ın dilediği kadar devam edecek. Bunu kaldırmayı murad buyurunca kaldıracak. Sonra da dişleyici krallık gelip Allah'ın dilediği süre­ce kalacaklar. Onu kaldırmayı dilediğinde kaldıracak. Bundan sonra da zorba krallar gelip Allah'ın müsade ettiği kadar kalacak, sonra da kaldırmayı mu­rad edince onları kaldıracak. Sonra tekrar peygamberlik sistemine uygun olarak hilafet yeniden gelecek. Efendimiz bunları söyleyip sustu.» Habîb derki:

-Ömer b. Abdi'lazîz halife okluğunda Yezîd b, Nu'man b. Beşîr onun asha­bından idi. Ben ona bu hadisi bir mektupla yazarak: "'Ben Ömer b Abdi'la-zîz'in bu zorba dinleyicilerden sonra (peygamberlik yoluna uygun olarak ge­leni biri olmasını ümit ediyorum." hatırlatması yaptım. O da benim bu mek­tubumu alıp yanına girip onu bu mektupla sevindirmiş. (Müsned 4/273)

[109] Mavi gözlü Ümeyyeoğullarından bir kadındır. Bu sülale o kadından çoğaldığı için bu sülalenin yaptığı bir şey beğenilmedi mi Ümeyye oğulları yerine Zer-kâ (mavi gözlü) oğulları deniyor. Kadının gözleri mavi de ondan mı bu adı aldı bilemiyorum.

[110] Ebu Davud 4647; Müsned 4/273, 5/44, 50, 405; Beyhaki Delail 6/341. Ebu Davud rivayeti "kıçları yalan söylemiş1' sözü ile bitiyor. Buradaki Zehebi'nin naklindeki ilave bilgi Beyhaki'nin ta'lüi olup Zehebi biraz tasarrufla nakle­diyor. Zira Beyhakİ «Hz Ali'ninki beş yıldan iki ay az idi. Fazlalık Ebu Be­kir ve Ömer'in hilafetin dedir. Çünkü Ebu Bekr'inki iki yıl dört ay (on gün ek­sikle), Ömer'inki on yıl dört ay, dört gün, Osman'ınki on iki yıldan sadece on iki gün eksiktir.» şekli ile verir. Haberi ayrıca İbni Ebi Şeybe 15/242, Hakim 3/145, Tirmizi 2326.

Efendimiz'in vefatından sonra İlci hicri yılın rebîü'l evvel ayında Ebu Bekr (r.a) bîat edildi. 13.CÜ yılın Cemadiye'l ahir ayında vefat edince Hz Ömer'e biat edildi. O da 23.CÜ yılın Zilhicce ayında şehit edilip, Hz Osman'a bîat edildi. 35ci yılın Zilhicce ayında o da şehid edilince Hz Ali'ye bîat edildi. O da 4O.cı yılın Ramazan ayında şehit edildi. Buna göre Ebu Bekir iki yıl dört ay, Ömer on yıl dört ay, Osman'ınki on iki yıl, Ali'ninki de dört yıl on ay eder. O zaman toplamı yirmi dokuz yıl altı ay eder. Geriye kalan altı ayı pek çok alim Hz Hasan'ın yaptığı altı ay halifelik olarak sayarlar.

[111] Beyhaki Delail 6/343; Nesai Sünen-i Kübra.

[112] Zehebi'nin hadisin tümünü Müslim'e izafe etmesi yanlıştır. Zira Hz Aişe ile olan konuşma Müslim'de yoktur. Orada «Efendimiz o hastalığında: "Bana ba­ban Ebu Bekri çağır. Ben ona bir mektup yazayım, zira ben..." şeklindedir. Zehebi'yi yanıltan Beyhaki hadisi aynı isnadla verip bunu Müslim Ubeydul-lah b. Said yoluyla nakletti demesi olsa gerek. Oysa Beyhaki rivayeti Ube-yduilah'ın değil Hasen b. Mükrim'in Yezid b. Harun yolu ile olan rivayetidir. Ancak bu Hasen b. Mükrim'i bilemedim. Fakat Nesaî bunu Abdurrahman b. Muhammed b. Selam yoluyla nakleder. Nesaî ve İbni Ebi Davud onu sika sayıyor. Bu kıssa Müsned 6/226'da ve îbni Mace 1465 no'da Daramı Mu­kaddime 14 hadis no 81,'de Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe yoluyla Hz Aişe' den şöyle anlatır:

-Bir gün Rasulullah (aa.v) Baki'deki bir cenaze defni sonrası bana uğramıştı. Beni başım ağrılı, of başım, of başım, diye feryadeder halde bulmuş ve: "Belki of başım, diye benim demem lazım ey Aişe. Sen benden önce Ölmüş olsan hiç bir zarara uğramazdın. Ben seni yıkatır, kefenlettirir, sonra nama­zını kıldırıp seni defnederdim." buyurdu. Ben de: "Ama ben öyle sanıyorum ki sen böyle yaptıktan sonra benim evime dönüp orada hanımlarından biriyle zifafa girerdin" deyince Efendimiz gülümsemişti. Sonra da'vefatıyla sonuç­lanan ağrıya tutuldu.

[113] Buharı Fazailussahabe 62 Hadis 3675, 3699; Müslim 2417; Tirmizî 3697; Beyhaki Delail 6/350; Ebu Davud 4651; Müsned 5/331; Abdürrezzak 11/229

[114] Ebu Davud 4648; İbni Ebi Şeybe 12/14: Tirmizi 37 57; Beyhaki Delail 6/351. Nur dağının, Sevr dağının dibine durup buraları ziyarete engel ol­maya çalışan ve bunu günah sayan Suud tebliğeilc.ine bu hadisi haber vermen.

[115] Müslim buna yakın bîr ifadeyle 119. Hakim Müstedrek 3/234: AbdÜrrezzak 11/239; Beyhaki Delail 6/355. Hadis Mürsel olmasına rağmen İbni Hecer Fethü'l Barî'sinde: "'İsnadı Kavidir." diyor. Haberdeki: Sabit (r.a)ın: "Helak ol­dum." demesi Hueurat suresi 2 nolu ayetinin nuzûlu .üzerine olmuştur. "Ey İman edenler! Sesinizi Peygamber'in sesi üzerine yükseltmeyin. Birbirinize karsı yaptığınız gibi onunla konuşurken Cehrî yapmayın. Farkına varmadan amelleriniz heba olur gider." ayeti gelince yukardaki sözleri söyleyip: ''ame­lim heba oldu. Ben Cehennemlik oldum diyerek evine kapanmıştı. Artık Efendimiz'e görünmüyordu. Bir kısım arkadaşları evine gelip durumu sorun­ca söyledi. Onlarda Peygamber'e gelip Sabit'in dediğini haber verdiler. Efen­dimiz de: "Hayır o cennetliktir." buyurdu. Onu aramızda gezinirken görür ve onun cennetlik olduğunu bilirdik. Yemâme harbinde bazıları geri çekilince Sabit geSip elbisesine hanut sürdü, kefenini giyip: "Ne kötü! Akranlarınızı bırakıp geri dönüyorsunuz." diyerek öldürülünceye kadar çarpıştı. Bu Sabit b. Kays Ensar'ın hatibi olup Efendimizin ileri gelen Ashaplarından idi. Bedir harbine yetişememişse de Bey'at-i Rıdvan'da bulunup Uhut harbine katıl­mıştı. Sabit hem Efendimiz'inde hatibi idi.

Izzüddin b. Esîr'in Üsdü'l Gabe'deki nakline göre şehit düşünce yanında kimse yokmuş. Sonra oraya gelen bir müslüman Sabit'in üzerindeki çok gü­zel olan zırhını almış İşte o sırada uyumakta olan bir müslüman rüyasında Sabit'i görür. Sabit ona durumu anlatıp: ''Uyanınca sakın bunu rüya diye geçme. Müslümanlardan biri zırhımı aldı. Onun evi şurada, şöyle şöyle diye anlatıp Halide sbyle onu aldırsın. Medine'ye varınca Ebu Bekre var ve ona şu şu borcumu anlat." der. Adam uyanınca Halid b. Velîde durumu anlatır. O da zırhı aldırır. İbnü'l Esir der ki öldükten sonra vasiyeti yerine getirilen ikinci bir şahıs bilinmemektedir.

[116] Buharı İsti'zân 79/43; Müslim 2450; İbni Mace 1621; Müsned 6/240, 282, 383; İbni Sa'd Tabakat 2/247.

[117] Müslim 2398; Buharı 62/6 no 3689; Beyhaki Delail 6/369.

[118] İbni Sa'd 3/369; Beyhaki Delaü 6/370.

[119] Beyhaki Delail 6/370; ibnü'l Cevzî Menakıb-ı Ömer syf: 245.

[120] Beyhaki Delail 6/370; İbnü'l Cevzî Menakıb-ı Ömer 172. 

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/69-87

[121] Müslim 2524; Beyhaki Delail 6/375.

[122] Müslim 2542; Müsned 1/37, 39; Ukaylî Duafâ 1/50: İbni Sa'd 6/113; Hakim 3/402; Ebu Nuaym Hilyetü'I evliya 2/80. Şeyh Nasır bu hadisi Silsîletü'l ehadisi-s-Sahîhad 2/470. 471; Şerik ve Yezîd sebebiyle zayıf sayar.

[123] Burada cümle iki defa tekrar ediliyor. Fakat Beyhakî Delâilİnde bu haberi Müslimden değil kendi rivayeti olarak verir ve orada cümle iki defa tekrar­lanmaz. Sonunda Beyhaki hadisi Müslimde naklettiğini belirtir. Zehebi mer­hum burada Müslim'in lafzına değil Beyhak'iden aktarma ile yetindiğinden olacak bu ikinci tekrarı almaz. Biz tercemede Müslim metnini esas aldık.

[124] Müslim 2542 (225); Beyhaki Delail 6/377; Ebu Nüayiri Hılye 2/80; İbni Mü­barek Zühd 59-61; İbni Sa'd 6/161; Hakim Müştedrek 3/403. Hakim hadisin sonunda: "Bu hadis Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Ama onlar bunu kitaplarına bu siyakla almamışlardır." demektedir. Bu onun yanılmasıdır. Zira hadis aynı siyakla Müslim'dedir.

[125]  Hakim Müştedrek 3/402; Ebû Nuaym Hılye 2/86; Beyhakî Delail 6/378.

Bu zayıf bir isnaddır. Zira Şerik ile Şeyhi Yezîd b. Ebî Ziyad zayıf kimseler­dir. Şerîk sika kimselerden alırsa kabul edilir, ama infirad ettiği yerlerde hiç bir sika kimse ondan hadis almaz. Bu da böyle yalnız yaptığı rivayetlerden biridir. Hakim hadisi sevkedip sükut eder. Zehebi de Telhisinde hiç ilişmez. Zaten Hakim'in maksadı Üveys'in Hz A1İ ordusunda bulunduğuna ispat eden habere bu haberi destek olarak sevkettiği ortadadır. Ancak haber üst haber ile hasen derecelidir. 

      İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/87-91

[126]  Buharî Mevakît 4, -Firen 17, Zekat 23, Savm 3, Menakıb 4/25; Müslim İman 144 144/26. Fiten 71; Tirmizi 2359; İbni Mâce 3955; Vlüsned 5/3S6, 401, 405: Beyhakî Delâii 6/3S6.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/91-92

[127] Buharî ve diğerleri Ebu Musadan bu hadiseyi şöyle anlatırlar:

-Efendimiz (a.av) bir İhtiyacı dolayısıyla Medine bahçelerinden birine git­mişti. Ben de ardı sıra gittim. Efendimiz bir bahçeye girince ben de bahçe kapısına oturup: "Bu gün peygamberin kapıcısı ben olacağım." dedim. Halbu­ki bana böyle birşey emretmem işti. Efendimiz ihtiyacını giderdikten sonra oradaki kuyunun başına oturup baldırlarını açarak kuyuya sarkıttı. Ebu Bekir gelip girmek için izin istedi. Ben ona: "Sen böyle kal. ben senin için izin isteyeyim.'' dedim. O da orada dikildi. Ben Nebi (s.a.v)e gidip: "'Yâ Rasulul-lah! Ebu Bekir yanına gelmek için izin diliyor." dedim. O da: "Haydi ona izin ver ve Cennetle müjdele." buyurdu, Ebu Bekir girip Peygamberin sağ tarafına geldi. O baldırlarını açıp kuyuya şardıttı. O arada Ömer (r.a) geldi. Ben: "Olduğun gibi kal! Ben izin alana kadar kıpırdama." dedim. Peygambe­rimiz: "Ona izin ver ve Cennet'le müjdele." buyurdu. O da Peygamberin sol yanma oturup baldırlarını açarak onları kuyuya sarkıttı. Artık kuyunun ağ­zındaki çeperde oturacak yer kalmayacak kadar dolmuştu. Sonra Lsnıan (r.a) geldi. Ben ona da: "'Sana izin alana kadar olduğun yerde kal!1' dedim. Pey­gamber (s.a.v) ona "İzin ver ve beraberinde kendine ulaşacak bir bela olan bir Cennetle müjdele." buyurdu. Osman, girip onların yanında oturacak yer bulamadı. O da dönüp onların karşısına geçti, kuyunun ağzına gelip baldır­larını açtı ve kuyuya sarkıttı. Ben o sıra kendimin öz kardeşi olan birinin olmasını temenni edip Allah'a yalvanyordum.

Saîd b. Müseyyeb der ki; Ben bu oturuş şekillerini onların kabirlerime yor­dum. O üçü bir yerde birleşmiş iken Osman kabrinde de tek kalmıştır.

[128] Buharî Fazâilü Ashabın-Nebiyyi 62/5; Fiten 92/ Babü'İ Fitne elletî te'mücü; Buharî Tarih 1/172 : Hflyetü'I Evliya 1/3S: Müslim 2403: Tirmizi 3711: Beyhaki Delail 6/3SS. Hadisin bir kısım rivayetlerinde bu kuyunun "Eriş" kuyusu olduğu sarih olarak geçmektedir. Miisned 2/165, 3/40S: Buharî Ede-bü'l Müfred 1151: Taberani 12/327: Tahavj Müskil 2/84

[129] Tirmizî 3795: îbni Mâce 54: Hakim 3/99: İbni Sa'd 3/66: Beyhakî Delâii 6/391; Miisned 6/52 (no. 24307).  1/58, 69.

[130] Tahavî Müşkilü'I Asar 2/236. Bu şekildeki rivayet Beyhaki Delail 6/393; Hakim 3/114, 4/521'de geçendir. Ama Ebu Davııd 4252'de ve Müsned 1/390. 393'teki hadiste soruyu soran İbni Mes'ut olup, Ömer değildir.

Zehebi metinde Berâe b. Naciye hakkında

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/92-94

[131] Müsned 6/52, 97; Beyhak   Dela    6/410; Ibn   Ebi Şeybe 15/260; Ibnı Hibban S/258; Hakim 3/120; Ibni Âdiy 4/1627

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/94-95

[132] Buharı 61/25. 92/25; Müslim 157: MüSned 2/313, 3/95; Beyhakî Delâil 6/41S. Müellif hadisin başını almışsa da biz önemine binaen Buharı'den metni tam veriyoruz. Ayrıca bak.: Abdürrezzak Musannef 1S65S; Beyhakî Delâil 6/41S; Humeydi Müsned 749; Beğavi Sünne 10/229. 15/38.

[133] Beyhakî Delâil 6/419. Bu rakamlar tam kesin diğildir. Zira kaynaklar ayrı ayrı rakam veriyorlar. Mesela. Halife b. Hayyat'ın "Tarirfinde İbnİ Sîrin'in. "Sıffeynde ölü sayısı ''elli bini Şâttılı. yirmi bini Iraklıiar'dan olmak üzere yetmiş bin ölü" der. 'İkdül Ferîd" adlı eserde, "Muavfye seksen bin kişiyle Şam'dan, Hz. AH de doksanbeş bin kişiyle Köfe'den hareket etti" diyor. Mes\"ıdî de Müıııcuz Zeheb adlı eserinde (2/3S4), ;ıBu hususta ortak görüşe göre Hz. Ali'nin ordusu doksan bin. Muavİye'ninki İse seksenbeş bin olduğu­dur.'" der.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/95-96

[134] Müslim 2915; Beyhakî Delâil 6/420; Müsned 3/5; İbni Sa'd 3/252: Beyhakî Delâil 6/420.

[135] İbni Ebi Şeybe 15/302; Müslim 2916: Beyhakî Delâil 6/420

Batı konuda Abdullah b. Amr, Amr K Hazm. Huzeyme b. Sabit ve bizzat Am-mar b. Yasir'in rivayetleri de vardır. Bak İbnİ Ebi Şeybe   15/291. 302; Abdur rezzak 11/240; Beyhakî Delâil 6/421; Hakim 2/155, 3/386, 397. Cariyesinin nakline göre, Ammar (r.a.) bayılıp ayılmıştı. Etrafındakiler ağlaşıyordu. "Ne ağlıyorsunuz, yoksa benim yatakta öleceğimden mi korkuyorsunuz? Bana sevgili Peygamber'i m, beni azgın bir grubun öldüreceğini ve dünyadaki son katığımın sulandırılmış süt olacağını." haber vermiştir.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/96

[136] Beyhakî Delâil 6/422; Taberi Tefsir'inde (17/205) Hac suresi ayet 78'de Sevr b. Zeyd aracılığıyla (İbni Abbas (r.a.)tan: «Allah yolunda cihadın hakkını vererek çarpışın.» "yani önce cihad ettiğiniz gibi" deyince Ömer (r.a.): "Ci-hadla ilk önce kim emrolundu?" dedi. İbni Abbas da: "Kureyşten Mahzum ve Abdü Şems oymakları." deyince Ömer (r.a.): "Doğru." dedi.) diye nakleder.

[137] Müslim 1064; Beyhakî Delâil 6/424, 5/189; Ebû Davud 4667; Müsned 3/32, 97; İbni Adiy 3/971. Beyhakî (5/189) burada der ki: "Efendimiz'in bu ve ön­ceki haberi aynen gerçekleşmiştir. Iraklılarla Şamlılar arasında ihtilaf çıkın­ca ortaya (üçüncü bir) grup atıldı. Onlarla bu iki grubun hakka yakın olanı, yani Hz. Ali'nin etbaı çarpıştı. İçlerinde Rasulullah (s.a.v)in haber verdiği şekilde insanlar verdi." Bu bahis ilerde gelecektir.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/97-98

[138] Müslim 1064; Buharı 60/6; Beyhakî 6/426; Ebu Davud 4764; Müsned 3/38, 68, 73, 166, 176, 275; Nesâî Müctebâ 5/87, 7/117; Ebu Nüaym Hilyetü'l Ev­liya 2/72.

[139] Evet, Allah Kur'an1 da adaletli olmayı herkese emrediyor. Ama bu adalet ne­dir? Herkes adaleti kendi anladığı eşitlik şekliyle algılarsa işte ZÜ'l Huve­ysıra'nın anlayışı gibi olur. Bu hadis bize adaletin bir peygamber talimatı olduğunu açıkça belirtiyor. Binâen aleyh bu husus Efendimiz'in anlayış ve anlatışını kavramadan öğrenilemez.                                        

[140] Buharî bunu bir çok yerde nakleder. Edeb 78/95 h. no 6163; Menakıb 61/25; Müslim Zekat 47/148; Beyhakî Delâil 6/427; İbni Ebî Şeybe 15/316; Beyhakî 8/171; Ahlakun-Nebî 42; Hakim 2/145; Müsned 3/65, 56; İbni Ebî Asım 2/449.

[141] Müslim 1066 (155); Ebu Davud 4763; Müsned 1/83, 95, 113, 121, 144, 155; İbni Mâce 167; İbni Ebî Asım 2/42S; Tayalisî Müsned 166; Ebu Ya'la Müs­ned 1/95, 141.

[142] Tayalîsi Müsned 169; Beyhakî Delâil 6/433.

[143] Ebu Davud'u Tayalîsi 158; Beyhakî Delâil 6/438; Meğazelî Menâkib-ı Ali hadis no 460; İbni Ebî Âsim el-Sünne h.no 918; Müsned 1/91, 102, 130, 156; Nesâî Hasâisi Ali savfa 39.

[144] Müsned 1/102; Beyhakî Delâil 6/438; Bezzar El-Bahruz-Zehâir 3/136 no 927. Bezzar hadisin sonunda: "Füdale b. Füdâle'nin bu hadis dışında Ali'den (r.a.) başka bir haber naklettiğini bilmiyoruz." der. Buharî Tarih-i Kebîr "inde (7/125): "Fudâle, Ali babasından sîmâı var. İbni Akîl'de kendisinden rivayet etmiştir." diye tevsîk'e çalışırsa da, Zehebî ise Mizanında (no 6710): "Bu adamın kim olduğu anlaşılamamıştır, İbni Hıraş da ona: «Meçhul» hükmünü veriyor. Ama babası Sahabedir." demektedir. İbni Hibban ise bu zatı "Sikat" kitabına olmuştur. Beyhaki ise bu hadisin bu isnad ile zayıf olduğunu belir­terek: "Bu hadisi takviye ederek güçlendiren birtakım şahitler vardır." deye­rek Zeyd b. Vehb'in şu hadisini nakleder:

-Haricîlerin başı olan kişi Hz Ali (r.a.)a gelip: "Allah'tan kork! Sen artık Öl­müş sayılırsın." dedi. Bunun üzerine Ali (r.a.): "Daneyi yarıp ondan canlı yaratan, insanı var eden zata yemin olsa ki Öyle değildir. Lakin ben şurama indirilen bir darbe ile (eli ile sakalını göstererek) şurayı kana boyayarak Öl­dürüleceğim. İşte bu dediğim gerçekleşecek bir garanti, ve yerine getirilecek bir hükm-ü ilâhîdir. İftira eden perişan olmuş olcaktır." dedi. Bu haberi Ebu Davud-u Tayalisî 157 no ile tahric eder. Sonra Beyhakî yine Zeyd b. Vehb'in şu haberini verir:

-Basra'daki Haricîlerden bir grup adam Ali (r.a.)a geldi. Aralarında «El-Cu'd» denen biri vardı. Bu herif Hz Ali'ye: "Allah'tan kork, sen artık ölmüş sayı­lırsın." deyince Ali (r.a.) onu: "Nefsim elinde olan zata yemin olsun ki öyle değil. Ben öldürülerek öleceğim (diyerek yukardaki şekilde) anlattı. Bu ha­beri Hakim. Müstedrek'inde (3/143) nakleder. Beyhakî daha sonra Salebe b. Yezîd, Ebu Sinan ed-Dueli, Sa'lebe el-Hammânî, Ebu İdris el-Ezdî'nin haber­lerini de şahit olarak anlatır.

[145] Buharî Fiten 20, Sulh 9, Fazailü Ashabın-Nebi 22; Ebu Davud 4662; Müsned 5/3S, 42, 44, 31; Nesâî 3/107; Tirmizî 3S62: Beyhakî Delâil 6/442; İbni Ebi Şeybe 12/96.

[146] Buharî 56/93 hadis no 2924; Müslim 1912; Ebu Davud 2490, 2491, 2492; Muvatta   2/464;   Nesâî   Mücteba   6/40:   41;   Müsned   6/391,   423;   İbni   Sa'd 8/424; Ebu Nüaym Hilye 2/61; Daramı 2/210; Tirmizî 1645; Taberi Tarih 4/258; Temhîd 1/142; İbni Asakir, Tarih-i Dımışk Terâcîm-ün-Nisa 486

Ümmü Haram: Medineli olup Ensar'dandır. Babası Milhan b. Halid b. Zeyd b. Haram'dır. Hz Enes (r.a.)m teyzesi olup Ummü Süleym'in bacısıdır. Eşi Ubâde b Sâmit (r.a.)tır. Ümmeti Mııhammed'in şanı yüce hanımlarından biri olup naklettiği hadisler Tirmizî dışındaki kitaplarda mevcuttur. Hz Enes ve diğer çok kişi ondan hadis nakletmiştir. Evlendikten sonra eşiyle beraber de­niz seferine çıktı. Dönüşte bindiği katır serkeşlik edip onu sırtından atınca boynu kırılıp öldü. Zehebî der ki: "Bu sefer Kıbrıs seferi olup Hz Osman devrinde idi. Bana ulaştığına göre kabrini Frenkler ziyaret ederlermiş1' Hali­fe b. Hayyât da böyle der. Bazıları Rodos'da öldü der. Kimi de dönüşte Be­yrut'ta vefat ettiğini söylerlerse de bunlar zayıf rivayetlerdir.

[147] Müslim 2923; Buharî 61/25; Tirmizî 2315; Müsned 2/237, 313, 330: Buharî Tarih-i Kebîr 9/21; İbni Ebî Şeybe 15/172; Beyhakî Delâil 6/480; İbni Ebî Âsim es Sünne 2/476; İbni Mâce 3952; Hatîb Tarih 3/74.

[148] Müslim 2545; Beyhakî Delâil 6/481; Tirmizî 2317, 3944. Tirmizî hadisi İbni Ömer'den alır ve, "bu babda Esma'dan (r.a.) da haber vardır" der. Müsned 2/26; Buharî Tarih-i Kebîr 4/34S; Zehebî bu kıssayı çok kısa geçer. Ehem miyetine binâen hadiseyi biz Müslim'in nakline göre veriyoruz: Ebû Nevfel derki:

-(Haecac tarafından öldürüldüğü zaman) Abdullah b. Zübeyr'in (r.a.) cesedini (Mekke'deki) Medine'ye giden dağ yolunda gördüm. Kureyşlİler ile diğer halk onun na'şı yanına uğramaya başladı. Hatta Abdullah b. Ömer (r.a.) da cesedin yanına geldi, başucunda dikilerek: (Abdullah b. Zübeyr'in lakabı olan

Ebû Hubeyb ile hitab ederek):

-"Esselamü aleyke Ebû Hubeyb, Esselamü aleyke Ebû Hubeyb, Esselamü a-leyke Ebû Hubeyb! Ama vallahi! ben seni bu halife olmaya kalkışma işinden men ediyordum. Vallah ben seni bu İşten men ediyordum, vallahi ben seni bu işten men ediyorum! Vallahi sen benim tanıdığım kadarıyla, çok oruç tutan, çok namaz kılan, akrabalık bağlarını yerine getiren takva bir adamdın. Val­lahi! (Haccac'ın iddiasına göre sen bu ümmetin en belalısı olduğun için asılmışsın. Öyle ise) en kötüsü sen(in gibi takva) olan bir ümmet, kesinlikle en hayırlı bir ümmet demektir." dedi, ve oradan ayrıldı.

İbni Ömer (r.a.) bu ziyareti ve konuştukları Haccac-ı Zalime ulaşınca hemen bir adam yollayıp Abdullah b. Zübeyr'i asıldığı daldan indirip yahudi mezar­lığına defnettirildi. Ardından da annesi Ebû Bekir kızı Esma (r.a.) a gelmesi için haber saldı. O da reddetti. Haecac elçisini tekrar, "ya kendi ayağınla gelirsin, ya da seni saçlarından sürüyerek getirecek birini yollarım" diye ha­ber saldı ise de Esma reddedip:

-Vallahi beni saçımdan sürüye sürüye götürecek birini göndermedikçe ben oraya gelmeyeceğim, dedi. Haecac: "benim ayakkabılarımı bir buluverin" deyip ayakkabılarını giydi, sonra kibirlene kibirlene yürüyüp Esma'ya geldi. Yanına girip (oğlunu Öldürdüğünü kasd ederek):

-Allah düşmanına ne yaptığımı gördün mü? deyince Esma (r.a.): -Gördüm ki, sen onun dünyasını yıktın, o da senin ahiretini yıktı. Bana ulaştığına göre sen ona "iki kuşaklının oğlu" diye hitab etmişsin. Vallahi (zatünnitakayn) iki kuşaklı benim. Bu iki kuşağın biri ile ben Allah Rasûlü ile Ebû Bekr'in (hicret için Sevr'de gizlendikleri zaman) yemeklerini taşı­yordum, diğer kuşakta her kadının kuşandığı kuşak idi. Am Rasûlüliah (s.a.v) bize haber verdiki: Sakîf kabilesinden bir yalancı ile bir de kan dökücü çı­kacaktır. Yalancıyı görüp tanıdık. Ama kan dökücünün de senden başka biri olacağını sanmıyorum, dedi.

Bunun üzerine Haecac kalkıp savuştu gitti ve bir daha oraya gelmedi. Bu   hadisi   Ahmed   Davudoğlu   hocanın   "Abdullah b. Zübeyr'i   Medine'nin yolunda gördüm» diye tercemesi doğru olmaz. Zira olay Mekke'de olmuştur.

[149] Muhtar es-Sakafî peygamberlik iddiasında bulunanlardan biridir. Efendimiz devrinde İslam'a girmişse de Sahabe değildir. İddialar için bak Zehebî Siyeri A'lamün Nübelâ 3/53S ve devamı.

[150] Beyhakî Delâil 6/496; lakin Beyhakî bu hadisin sahih olmadığını söyler. Ze­hebî zaten Mervan "m zayıflığını anlatır. Buharı Tarihinde no 1602 onu, "Münkerü'l hadis" diye anar. İbni Adiy de ei-Kâmilinde 6/2380 de bu hadisi verir ve Mervanı tenkid eder.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/98-106

[151] Müslim 2538; Tirmizî 2250; Beyhakî Delâil 6/501; Müsned 1/293, 3/326, 345, 385; Ebû Ya'la Müsned 5/144, 275S; (Ancak bu Enes hadisidir) Tahavî Müşkiİ  1/163; Hakim Müstedrek 4/499; İbni Hibban 2979, 2980.

[152] Buharı Mevakîîüssalah bab 40; Müslim 2537; Tirmizî Fiten 2251; Ebû Dâvûd Melahim 17 no. 4384; Müsned 2/8S, 121, 221 Beyhakî Delâil 6/500; (Paran­tez arası Buharî'nin ilavesi olup Zehebi atlamıştır) Beyhakî Sünen 1/453, 9/7; Hakim 2/37; Begavî Sünen 2/193.

[153] Müslim 2340; Müsned 5/454; Beyhakî Deîâil 6/501; Tirmizî Şemail s.14.

[154] Beyhakî Delâil'de (6/501) derki: Ebu't Tufeyl Uhut harbi yılı doğdu. Hicret­ten yüz yıl sonra öldü. (Bunun Efendimiz'in vefatından yüz sene sonra oldu­ğu da söylenir) Böylece Onun ölümü Efendimiz'in haber verdiği tarihten iti­baren 100 yıl geçtikten sonra olmuş oluyor. Yine Beyhakî'nin İmam Ahmed b. Hanbel'den nakline göre bizzat Ebu't Tufeyl Velîd b. Abdillah b. Cümey'a kendinin Uhut yılı doğup Rasûlüllah'ın sekiz yıllık hayatına yetiştiğini anla­tır.

Ebu't Tufeyl: Zehebî'nin Siyer-i .Vlamün Nübelâsında 3/467 bildirdiğine göre asıl adı Âmir b. Vasile el-Leysîdir. En son ölen sahabe budur. Dört ka­dar hadisi bize ulaşmıştır.

[155] Buharî Tarihi Kebir 1/323; Buharı Târihi! Evsat 93, 186; Hakim Müstedrek 4/500; Beyhakî Delâil 6/503; İbni Kesîr bu haberi Vakidî'den nakleder. 6/241. Bu Ebu't Tufeyl değil, Abdullah b. Büşr'ün kendisidir.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/106-108                

[156] Beyhakî Delâil 6/503; İbni Ebî Hatem Merasil 114.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/108

[157] Müsned 3/80; Ebû Ya'la Müsned 2/1152, 11/6253; Hakim Müstedrek 4/480; Beyhakî Delâil 6/507; Müsned 3/80; Hakim hadise sahih demediği gibi Ze-hebî de Telhisinde hiç ilişmez. Ancak Atıyye el-Avfî ittifakla zayıf birisidir. Zehebî'nin Mîzan'mda belirtisine göre Şia taraftarlığı vardır. Onun Ebû Saîd rivayetlerinin hepsine zayıf gözüyle bakılır. Ebû Ya'la'nın 6523 nolu hadis­inin isnadı sahihtir. İbni Hacer de El Metalib'inde bunu sahih sayıyor.

[158] Beyhakî Süneni Kübrâ 2445; Hakim 3/15; Fesevî el Maarife vet Tarih 1/277; Müsned 3/487; Taberânî Kebir 8/371; Ebû Nüaym Hılyetül Evliya 1/374; İbni Savd 7/51; Beyhakî Delâil 6/524; Müsned rivayetinde "on sekiz gün" diye scccr

[159] İbni Mübarek Zühd 2/52; İbni Hibban el Mecrûhîn 2/236, 302; İbni Hibbân S/253, Tarihi İsfahan 1/305; İbni Adiy 6/2335; Ukayli Züafa 4/162; Beyhakî Delâil 6/525; Tirmizî 2261 bu rivayeti "Ebû Muaviye bunu Yahya b. Saîd el Ensarî'den naklediyor" deyip metni vermez. Ancak Tirmizî bu haberi Fiten 2363'de Abdullah b Ömer'den (r.a.) müsned olarak naklettiği gibi yine 2364 noda da bunu Ebû Muâviye Yahya b. Saîd el Ensarî, Abdullah b. Dînar, İbni Ömer isnadıyla nakledip "Ebû Muavİye'nin Yahya Abdullah b. Dînar kanalı ile îbni Ömer'den hadis naklettiği âlimlerce bilinmeyen bir husustur. Bilinen Mûsâ b. Ubeyde'nin Abdullah b. Dînar kanalı ile İbni Ömer'den gelenidir." der. İmam Malik de bu hadisi Yahya b. Saîd'den mürsel olarak verirse de İbnü Mübarek Zühd adlı eserine no 187 bunu İbni Ömer'den merfûan veri­yor. Böylece bu hadis Ebû Htireyre rivayetinide yanına alınca sahih oluyor.

[160] Müslim 2890; Beyhakî Delâil 6/526; Müsned 1/182, 5/284, 3/156, îbni Ebî Şeybe 10/321, 11/456; Taberânî 1/65, 175; Hatib Tarih-i Bağdad 13/319.

[161] Müslim 2889; Tirmizî 2176, 2267; Ebû Dâvûd Fiten 4252, Müsned 4/123, 5/278, 284; Beyhakî Kübrâ 3/19; İbni Ebî Şeybe 11/458; Beğavî Sünne 14/215; İbni Mâce 3952; Beyhakî Delâil 6/527; İbni Hibbân 8/252, 9/180.

[162] Bu lafızlar Sevbân (r.a.) dan naklediliyor. Beyhakî Delâil 6/527; Daramı Sü­nen 215; Ebû Dâvûd Fiten 1 no 4252; Tirmizî Fiten 51/2318; İbni Mâce Fi­ten 9/2952; Müsned 4/123, 5/278, 284. Yine bu hadis «Şüphesiz sizin hakkı­nızda korktuklarımın en korkuncu...» şekliyle de nakledilir. İbni Ebî Şeybe 13/241. Bu şekildeki lafız Ebû Saİd el-Hudrî, Ebû Hüreyre ve İbni Ömer (r.a.) lardan naklediliyor.

[163] Müslim bu hadisi «Ümmetim için en korktuğum» kısmına kadar alır. Zaten hadis kitapları da bu hadisi hem Ebû Dâvûd gibi toptan hem de ayrı ayrı olarak alırlar. Sanıyorum ravî Sevbân'dan (r.a.) gelen bu konudaki rivayetleri kendi tasarrufu İle bir hadismiş gibi nakleder. Ben onun için bunları ayrı ayrı gösterdim. Bu kısım için bak Müslim 2889; Tirmizî 2316, 2267; Ebû Dâvûd 4252; Müsned 4/123, 5/278, 284; Bu şekilde haber Şeddâd b. Evs'den (r.a.) da nakledilir.

[164] Üstteki dipnota bak.

[165] Müslim kısaca 2672; Tirmizî 2296; .İbni Mâce 3959, 4047, 4051; Daramı Me-nasik bab 72, Müsned 1/389, 3/257, 371, 261, 382, 519, 525, 536, 539. 541. 4/404; Beyhakî Delâil 6/529.

[166] Müslim 212S; İbni Ebî Şeybe 15/242, 243; Beyhakî Delâil 6/532; Müsned 2/356, 440 Beyhakî Sünen-i Kübrâ 2/234. 247.

[167] Ebû Dâvûd 4297; Müsned 2/278, 359, 5/278; Ebû Nüaym Hılye 1/182; Buharı Tarih 4/340; Beğavî Sünen 15/16.

[168] Müslim 2364; Beyhakî Delâil 6/536.

[169] Buharınin bu hadisi, bir kaç hadisi içine alır ve son bölümü Zehebî'nin işaret ettiği hadistir. Müellif Zehebî hadisi atlarsa da, biz bunu dipnotta değil metinde belirtiyoruz. Zira yeri orasıdır. Bak Buharı Menâkıb, Babı Alâmatin-nübüvve 61/25.

Hadisin birinci kısmını Buharı Cihad'da, ikincisini de aynı yerde, üçüncü bö­lümünü Menâkıb'da, dördüncüsünü de yine Manâkıb'da naklediyor. Ebû Hü-reyre'nin bu rivayetlerini tercemede asıl diğer yerlerdeki metni esas alıp parantez arasında yazdım.

      İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/109--116

[170] Ebû Dâvûd Sünne no 4597; Muhammed b. Yahya ile Amr b. Osman in nvay-etlerinde şu ilave vardır:

«Yakında ümmetim içinde bir takım guruplar çıkıp, kendi bid* atlarını, kuduz hastalığı mikrobunun ışınlan kimsede yayıldığı gibi, ümmetim arasında ya­yacaktın» Amr'm rivayetinde şu ilave vardır. «Bu mikrop girmedik ne damar ne de mafsal bırakır.». Ayrıca bak Daramî 2/241; İbnü'l Cevzî Zâdü'l Mesîr 9/197; Müsned 4/102.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/116-117

[171] Buharı İlm 3/21; Muharibin 61&6; Nikah 41/111; Eşribe 48/1; Müslim 2671; Müsned 3/151; 176, 213, 273, 289, 303; Tirmizî 2301; îbni Ebî Şeybe 15/65; Abdürrezzak Musannef 11/381 no 20801; Beyhakî Delâil 6/453; Ebû Nüaym Hılya 6/280.

      İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/117

[172] Buharı İlim 3/34, 71/8; Müslim 2673; Tirmizî 2790; İbni Mâce 52; Daramı 245; Müsned 2/126, 190, 203; Humeydî Müsned 581; Hatib Tarîh 1/241, 3/74, 4/282, 5/313, 460, 8/368, 10/315, 375; İbni Mübarek Zühd 281; Taberânî Sa-ğîr 1/165; İbni Ebî Şeybe 15/177; Beyhakî Delâil 6/543; Ebû Nüaym Hılye 2/181, 10/25; İbni Adiy 5/1865; Tahavî Müşkil 1/127; Abdürrezzak Musannef 20471, 20481; Beyhakî Kübrâ 10/116.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/118

[173] Ravî Kesir en-Nevâ önce aşın Şia idi. Vhıhammed b. Bİşr'in anlatışına göre bundan dönmüştür. İbni Hibban'ın önu sika sayması aceleciliğinden olsa ge rek. Yoksa ulema onun zayıflığında ittifak halindedir. Hadis için bak Müs­ned 1/103; Beyhakî Delâil 5/548; Tirmizî 2153.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/118

[174] Buharı 3/224, 8/113, 176; Müslim Fazailu's Sahabe 2535; Ebû Dâvûd 4657; Müsned 1/438, 2/84, 199, 209, 410; Beyhakî Delâil 6/552; Nesâî Mücteba 7/17, 18; Beyhakî Kübrâ 10/74, 123; Taberânî 118/225; Tahavî Müşkil 3/177; Tahavî Meânî 4/151; Buharı Tarih 1/188.

[175] Müellif kısaltma için almadığı bir kıssayı konu ile yakın alakası ve ehem­miyetine binaen naklediyoruz:

İbni Mâce Sünenİnde hasen bir isnad ile İmran b. Husayn (r.a.) dan şöyle nakleder:

-Nafî b.  El  Ezrak ve  adamları  gelip  bana  "Ya  İmrân! mahvoldun"  dediler. Ben, "hayır, mahvolmadım" deyince, "tabi mahvoldun" diye itiraz ettiler. Bende, "peki beni mahveden neymiş?" deyince onlar: "Allah (c.c) Kur'an'da:

«Onlarla, fitne kalmayıp dinin tamamı Allah İçin olana kadar çarpış» buyu­ruyor ya (sen bu tarafgir kavgasına girmedin)" dediler. Bunun üzerine İmran (r.a.) onlara şöyle dedi:

-Biz o kafirlerle savaştık. Hatta onları diyarımızdan sürüp çıkardık ve din (ibadet etme) sadece Allah'a ait oldu. Dilerseniz size Allah Rasûlün'den duyduğum bir hadisi anlatayım. Onlar: "Sen bunu Rasûlü Ekrem'den mi duy­dun?" diye sorunca "evet" diyerek şöyle devam etti:

-Ben, Efendimizin (aa.v) bir gurup müslümam, müşrik bir kavme gönderdi­ğini görmüştüm. Müslümanlar onlarla karşılaşınca çok müthiş bir savaşa tu­tuşurlar ve bu işe tam omuz verirler. Benim akrabalarımdan biri Müşrikler­den birine mızrakla saldırır. Kafiri tam sıkıştırınca, o: "Eşhedü ella ilahe il­lallah! Ben müslüman oldum" dediyse de onun bu sözünü dinlemez ve mız­rağı saplayıp öldürür. Daha sonra Efendimiz'e (s.a.v) gelip "Yâ Rasûlallah! mahvoldum" dedi. Efendimiz "ne yaptın?" diye iki üç kere üsteleyince yaptığını anlattı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v):

"Karnını yarıpta kalbinde iman varmı yokmu bakaydın, olmaz mıydı?" diye azarladı. O da, "Ya Rasûlallah! Karnını yarıp, kalbine baksaydım kalbinde ne olduğnu bilirdim" deyince Allah Rasû­lü; «Sen onun kalbinde ne ol­duğunu bilmeden onun söylediğini kabul etmedin ha» buyurdu ve bu adam­dan yüzünü çevirdi. (Adam yaralıydı) çok geçmeden vefat etti. Biz adamı gömdük, ama toprak onu dışarı attı. "Belki de düşman gece gelip mezardan çıkarmış olsa gerek" deyip yeniden gömdük ve kölelere onun kabrinde nöbet tutmalarını söyledik. Ertesi gün yine cesedi toprak atmıştı. Biz "belki de kö­leler uyukladılar" diyerek bir daha gömdük. Bu kere kendimiz beklemeye başladık ama toprak onu yine attı. Biz de götürüp bir dağın vadisine bırak­tık.

Rasûlü Ekrem bunu duyunca: «Şüphesiz toprak bu adamdan çok daha kötülerini kabul etmiştir, (bunu daha iyi kabul eder) Lakin, Allah (ac.) bununla size «La ilahe illallah» demenin ne muazzam bir hürmet İfade ettiğini size göstermek istedi» buyurdu. İbni Mâce 3930; Beyhakî Delâil 7/127; Tahavî Müşkil 4/250.

Bu hadis Müslim'deki 96 nolu Üsame hadisidir. Aynı olayı 97 noda da Cündüb (r.a.) nakleder. Üsame derki: «Rasûlüllah (s.a.v) bu sözünü o kadar tek-rarladıki, "keşke bugün müslüman olsam da, Efendimiz'den şu azan işitmesem" diye temenni ettim. Ebû Dâvûd 2643; İbni Ebî Şeybe 10/122.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/119-122

[176] Müslim Sıfatü'l Münâfıkıyn 2781; Müsned 3/222.

[177] Buharî Menâkıb 37/25; Beyhakî Delâil

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/123-124

[178] Buharî Fazailül Kur'an 66/1 h. no 4981; İ'tisam 96/1; Müslim 152; Beyhakî De­lâil 7/129.; Müsned 2/341, 451; Beyhakî Sünen Kübrâ 9/4; Ebû Nüaynı HUye 10/233; Beğavî Sünne 13/195. Beğavî Tefsir 6/99.

[179] Müslim Kitabü'l İman h. no 196; Ebû Avane 1/110, 158; İbni Ebî Şeybe 11/436, 14/87,95; Müsned 3/140; İbni Ebî Asım Sünne 2/371; Beyhakî Süneni Kübrâ 4/9; Daramı 1/27; Hatibi Bağdadî Tarih 12/400; Beyhakî Delâil 7/130; İbni Hibban Sahih (Tertîbül İhsan) 8/47.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/124-125

[180] Beyhakî Delâil 7/131; Taberî Tefsîr Cüz 30/5.259.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/125-126

[181] Müslim Tefsir hadis na3024; İbni Ebî Şeybe Musannef 14/104; Beyhakî De­lâil 7/134.

[182] Buharı Tefsiri  İza Cae 65/110 hadis no 4970; Beyhakî Delâil 7/134; Taberî Tefsir Cüz 30/333.

[183] Buhari Feraiz 23/3; Müslim 1618/11; Beyhakî Delâil 7/136; İbni Ebî Şeybe 10/540, 541.

[184] Buhari Tefsir 65 Bakara suresi 279cu ayet; Taberi Tefsir'de aynı ayet; Bey­hakî Delâil 7/138.

[185] Beyhakî Delâil 7/137; İbni Ebî Şeybe aynı ifadeyi Berâe (r.a.)dan nakleder 10/541; Taberî Tefsir Cüz 3/115; İbni Abbas sözüne devamla derki; »Biz bîr Şeyi "yapın!" diye emrederiz de kimbilir, belki sakıncası yok. Bir şeyi ya­saklarız ama belki de bunda hiç bir sakınca yoktur»

[186] Müsned 1/36, 50; Beyhakî Delâil 7/138; Taberî Tefsir Cild 3, Cüz 3 S.114  

[187] Beyhakî Delâil 7/139

[188] Beyhakî Delâil 7/142.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/126/128

[189] Parentez içindeki bölüm Müellif Zehebî'nin metnidir. Ancak müellif de be­lirttiği için ben tercemede Müslim nüshasını esas aldım.

[190] Müslim 1050; Beyhakî Delâil 7/156; Tahavî Müşkilü'l Asar 2/419. Müellif Zehebî merhum burada Beyhakî'yi esas alışından olacak, mevzuyu biraz kı­saltmış Müslim ve Tahavî'deki haber şöyle başlar:

-Ebû Mûsâ el Eş'arî (r.a.) Basra halkının kurrâlarına -yanına- gelmeleri için haber yolladı. Onlardan Kur'ân kıraati yapmış üç yüz kişi huzuruna girdiler. Ebû Mûsâ onlara; «Siz basra halkının en hayırlıları ve kıırrasısımz. Onlara Kur'an okuyııverin! Sakın boş busuna uzun bir süre öyle kalıp da sizden ön­cekilerin kalbierinin katıîaştiğı gibi kalpleriniz katılaşmasın» diyerek metin­deki sözlerine devam ediyor.

Bu hadisin «insanoğlunun iki vadi dolusu..» kısmından sonrası çok meşhur olup Hz. Aişe, Enes, İbni Abbas, Übey b. Ka'b, Ebû Vâkıd el Leysî, Zeyd b. Erkam, Câbİr b. Abdillah tarafından da nakledilir. Bu rivayetlerin hemen hepsinde "bilemiyorum, bu Kur'an'dan bir ayetmiydi, yoksa değilmiydü". Hz. Aişe rivayetinde "biz onu Kur'an'dan neshedilen bir ayet olarak görüyorduk" derken Übey (r.a.) da, "El Hâkümüt Tekâsür" suresi ininceye kadar biz bunu Kur'an'dan bir ayet kabul ediyorduk diye geçer.

Kaynaklar için aynca bak Buharı Rikak 81/10; Ebû Ya'la Müsned 4/2573; 5/2549, 2858, 2951, 6/3063, 3142, 3181, 3266, 3591, 11/6573; Abdürrezzak Musannef 19624; Taberî Tefsir 30/285; İmam Ahmed Müsned 3/122, 243, 272, 341, 247, 4/368, 5/117, 219, 6/55; Tirmizî 2337; Taberanî Kebîr 5/208; Daramî 2/319.

[191] Tahavî Müşkilül Asar 2/419; Beyhakî Delâil 7/157.

[192] İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/128-130

[193] Buharî Menâkıb 61/23 bab Sıftün Nebiy; Müslim Fazail 2337/93; Müsned 3/212, 270, 6/236; Beyhakî Kübrâ 2/436, 3/66, 5/203, 9/310; Beyhakî Delâil 1/194; İbni Ebî Şeybe 8/322; İbni Ebî Âsim Sünne 1/156; İbni Sa'd 1/2/90; Ebû Nüaym Hılye 6/260.

[194] Buharî Menakıb 61/23; Fesevî Tarih 3/350; Tirmizî 3715; Beyhakî Delâil 1/195; İbni SaM Tabakat 1/417; Belâzûrî Ensâbül Eşraf 852.

[195] Müslim 2344 (109); İbni SaM Tabakat 1/416; Beyhakî Sünen 1/196.

[196] Buharı Menakıb 61/23; Fesevî Tarih 3/351; Beyhakî Delâil 1/196; Tirmizî 3636; Daramı Mukaddime 1/30; Müsned 4/251, 5/104.

[197] Buharı Menâkıb Sifatünnebiyyi 61/23; Fesevî 3/351; Tirmizî 2811; Daramî Mukaddime.

[198] Abdürrezzak Musannef 7/440; Darakutnî 4/240; Buharî Menakıb 61/27, Feraiz 85/31; Müslim Rıza 58; Ebû Dâvûd Talak 2267; Tirmizî Velâ 2129; Nesâî Talak 1 (4/154); Müsned 6/82, 226; Beyhakî Sünen 10/262; Beyhakî Delâil 1/198. Hadisin gerisi şöyledir:

-İçeri girince Efendimiz:

«Ya Aişe! Hani şu Müdlicli kıyafet bilimcisinin Üsame ile Zeydi başlarını örtmüşlerde ayaklan Örtüden dışarda kalmış halde uyurlarken gördüğünde; "kesinlikle şu ayakların biri diğerinin sülalesindendir" demiş olduğunu işit­memiş miydin?.....»

[199] Fesevî el Maarife vet Tarih 3/350; Beyhakî Delâil 1/199. Bu zayıf bir isnad-dır. Zira Yunus b. Ebû Ya'fur el Abdî hadis tenkidcilerine göre zayıftır.

[200] Beyhakî Delâil 1/200; İbni Abdi! Berr İstîâb 4/31; İbnil Esîr Üsdü'l Ğâbe 5/452; Fesevî Tarih 3/350.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/131-133

[201] Buharı Menakıb 361/23; 77/68; Müslim 2347; Tirmizî 3627; Beyhakî Delâil 1/201; Tirmizî Şemail 4, 5; Muvatta 2/919; İbni Sad 1/413; Tarıh-ı Ebu Zur'a 1/150; Fesevî Tarih 3/348.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/133-134

[202] Müslim Fazail h.no99; Beyhakî Delâil 1/203; Fesevî el Ma rife vet Tarih 3/342.

[203] Beyhakî Delâü 1/203; İbni Sa d Tabakat 1/413.

[204] Beyhakî Delâil 1/204; İbni Savd Tabakat 1/414.

[205] Müslim 2340; Ebû Dâvûd 4864; Taberî 3/180; İbni Sa'd Tabakat 1/417; Bey-' hakî Delâil 1/204, 6/501; Müsned 5/454; Tirmizî Şemail 14.

[206] Buharı 61/23; Müslim 2347; Tirmizî 3779; Müsned 4/307; Beyhakî Delâil 1/205.

[207] Beyhakî Delâil 1/206; İbni Sa'd Tabakat 12/411.

[208] Beyhakî Delâil 1/206; İbni Asakir Tarihi Dımışk.

[209] Beyhakî Delâil 1/207.

[210] Muharriş b. Abdillah el-Ka'bî (r.a.) ashabın pek tanınmayanlarından dır. Tek bilinen rivayeti bu hadistir. Bak Zehebî Tecrîd-i Esmais Sahabe 2/53 no. Mim. 588.

[211] Fesevî Tarih 3/342; Beyhakî Delâü 1/208.

[212] Fesevî Tarih 3/342; Beyhakî Delâü 1/208.

[213] İbni Savd l/415te bunu Abdullah b. Mübarek, Amr el Haris, Ebû Yunus isna-dıyia verir. Aynısını Beyhakî de Delaü'inde l/209da nakleder ancak İbni Mübarek ile Amr arasında Rüşdîn b. SaM ismini ilave eder. Müsned 2/280; İbni Hibbân Tertib 6276.

[214] Müsned 2/350; Tirmizî 3728.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/134-136

[215] Müslim 2339; Tirmizî 3726; Fesevî. Tarih 3/344, 945; Beyhakî Delâü 1/210, 245; Müsned 5/103; Tirmizî Şemail 11; İbni Sa'd Tabakat 1/416.

[216] Bu hadis Ebû Dâvûd’un Sünen’inde değilse de Beyhakî Ebû Dâvûd’dan nakleder. İbni Sa’d 1/416; Beyhakî Delâil 1/211; Müsned 5/88. ancak Hakim 2/602; Müsned 5/86; Taberânî 2/243 ve Paki. Kanip 5 ve Kinlisî 364 de Eşhel yerine Eşkel lafzıyla verirler.

[217] Ebû Ubeyd Garîbül Hadis 3/28.

[218] Müslim 2339; Tirmizî 3726; Burada Şu'be, Simak'a "eşkelü'l ayneyn" nedir? deyince, farsça olarak "Badem Çeşm" diyor. Tabi bu "Badem gözlü" demek­tir.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/136-137

[219] İbni Ebî Şeybe Musannef 9/114 te bir başka senedle kısaca alır. Buradaki rivayet Fazâü'dekidir. 11/513; Tirmizî Menakıb 3645; Şemail 12; Müsned 5/97, 105; Beyhakî Delâü 1/212; Fesevî Tarih 3/360.

[220] İbni SaM Tabakât 1/410. Beyhakî Delâil 1/212; Fesevî de Tarihinde Ubey-dillah b. Muhammed b. Ömer b. Ali'den buna yakın ifade ile nakleder 3/344; İbni Asakir T.Tarih-i Dımışk 1/322.

[221] İbni Sam 1/412; Beyhakî Deiâil  1/213; Fesevî 3/344

[222] Beyhakî Delâil 1/214: T. Tarihi Dimışk 1/336; Fesevî Tarih 3/345; Musan-nef-i Abdirrezzak 11/259.

[223] Timıizî Şemail 14; Beyhakî Delâil l/215:Begavi Sürme 13/223; Fesevî Tarih 3/360. Haber Zehebî'nİn de belirttiği gibi zayıftır. Zira Abdü'l Aziz b. Ebî Sabit bütün hadis otoritelerince metruk biridir. Tirmİzî bile ondan nakle­tmesine rağmen onu zayıf sayar. Zehebî Mecmaüz Zevâid'de hadisi Tabera-nî'nin Evsafına isnad ederek zayıflığını söyler.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/137-138

[224] İbni Ebî Şeybe 11/514; İmam Ahmed Müsned 1/89, 101; Beğavî Sünne 13/128; İbni Sa'd Tabakat 1/411; Tirmizî (kısa olarak) 3635; Beyhakî Delâil 1/216; Fesevî (daha uzun) 3/355.

[225] İbni Ebî Şeybe 11/514; Tirmizî 3716, 3717; İbni Sa'd 1/411: Müsned 1/96, 116, 134; Beyhaki Delâil 1/216; Taberî Tarih 3/179.

[226] Fesevi Tarih 3/344; Beyhakî Delâil î/212; îbni Asakir Tarihi Dımışk 1/Kaf 183.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/139

[227] Buharî Libas 77/)68; Menakıb 61/23; Müslim 233S; Ebû Dâvûd 4186; Nesâî 8/183; Beyhakî Delâii 1/220; İbni Mace 3634; İbni Sa'd 1428.

[228] Buharı Libas 77/68; Müslim 2337; Müsned 5/125; Nesâî 8/173; İbni Sa'd Tabakat 1/427; Beyhakî Delâil 1/221.

[229] Müslim h.no.2338; Buharı 77/68; İbni Sa'd 1/428; Beyhakî Delâil 1/221. 

[230] Ebû Dâvûd 4185; Beyhakî Delâil 1/221; İbni SaM 1/427.

[231] Buharî 61/23; Müslim 2337; Ebû Dâvûd 4183; Tirmizî 3714; Nesâî 8/183; Fesevî Tarih 1/416; İbni SaM 1/416; Tirmizî Şemail 6 ve 450; Beyhakî Delâil 1/221.

Bu rivayetler ayrı lafızlarla söylensede aynı anlamdadır. Kulak yumuşağında-ki saç Ön tarafı ifade eder, yanlar ve arka ise omuza döküldüğünü anlatır. Burada benim hala araştırıp bulamadığım bir durum var: Efendimİz'in saçı hep aynı uzunluktamıydi, yoksa uzadığı son şekil mi bu idi? Rivayetlerde henüz bir şey göremedim.

[232] Buharî 77/68; Beyhakî Delâil 1/222, 223.

[233] Müslim 2337; Beyhakî Delâil 1/223.

[234] Beyhakî Delâil 1/223; Tehzîb-i Tarihi Dımışk 1/317.

[235] Ebû Dâvûd 4187; Tirmizî 1808; Beyhakî Delâil 1/224; İbni Mâce Libas 3635; İbni Sa"d Tabakat 1/492; Tirmizî "bu hasen, sahih ama bu yol ile garîb bir hadistir» der.

[236] Ebû Dâvûd 4191; îbni Savd 1/492; Beyhakî Delâil 1/224; Tirmizî 1781; İbni Mâce Libas 3631; İbni Ebî Şeybe; Tirmizî hadisin sonunda derki: Bu ğarîb bir hadistir. Muhammed b. İsmail el Buharî, "Mücahid'in Ümmü Hânî'den hadis simâı (dinlediği)ne dair bir şey bilmiyorum." dedi.

[237] Zehebî burada  Mücahid'İn  Ümmü Hâni'ye yetişmediğini  söylerse  de, daha

sonra kaleme aldığı Siyer-i A'lamün Nübela adlı eserinde (2/312 Terceme no 56) Mücahid'İn ondan hadis aldığını açıkça belirtir.

Mücahİd hicri 103 yılında 83 yaşındayken öldüğüne göre hicretin yirmin­ci yılında doğmuştur. Ümmü Hâni (r.a.) ise hicri 50 yılından sonra vefat et­miştir ki, Mücahit ona yetişmiş oluyor. Ümmü Hâni (r.a.) Hz. Ali'nin bacısı olup terceme-i hali ilerde 7.ci cildde gelecektir.

[238] Buharî Libas  77/70;  Müslim  Fezâil  2336;  Ebû Dâvûd Tereccül  4188;  İbni Mâce Libas 3635; Beyhakî Delâil 2/225.

Bu hadis Muvattawda (sayfa 948) Müsned'de ve Beyhakî'nin Deiâilin'de Malik, Ziyad b. Sa*d, Zührî, Enes isnadıyla geçer ve metni «Allahın dilediği kadar kavkülünü düz tarayıp sonra ayırmaya başladı.» şeklindedir.

[239] Buharî  Menakib   61/23;   Libas   77/68;   Müslim   Fezail   Babü   Sifatün  Nebiy babll3; Muvatta sayfa 919; İbni SaM  1/437; Tirmizî 3623; Tirmizî Şemail; Beyhakî Delâil 1/202, 229.

[240] Buharî Libas 77/66 hadis no 5894; Müslim Fazâü 2341, {101,102); İbni Mâce 3629; Nesâî 8/140; Beyhakî Delâil 1/290.

Yine   Buharî  bu  hadisi   aynı  yerde   Süleyman  b.  harb   aracılığıyla  Enes'ten şöyle nakleder: Sabit el Bünanî derki:

-Enes'e (r.a.) "Rasûlüllah saç ve sakalını boyarmıydı?" diye sordum da bana şöyle  dedi:  "Efendimiz saç ve  sakalından boyamayı gerektirecek kadar bir ağarma görmedi. Ama Ebû Bekir kına yakardı." Müslim 2341 (103) nolu hadisinde Enes (r.a.) şöyle diyor: "Ben Rasûlüllah'ın saçlarındakİ üç beş ak tüyü sayacak olsam sayabilirdim. O boyanmazdı. Ancak Ebû Bekir saç ve sakalına Kına ve Ketem denen ot tohumuyla boyardı."

Zaten Müellif Zehebî de bu rivayetlere işaret ediyor.

Müslim'in aynı yerde Ebıı'r Rebî aracılığıyla yaptığı rivayetinde «Ömer İse sırf kına yakardı» dediğini anlatır.

[241] Müslim Fezâil 2341 (104); Beyhakî Delâil 1/232: Nesâî Zînet 8/141;Belâzûrî Ensabül Eşraf 1/396; Müslim'in rivayetinde Enes (r.a.)ın «Kişinin baş ve sa-kalındaki beyaz tüyleri yolması mekruhtur.» dedikten sonra hadisi yukardaki geçtiği gibi anlatır.

[242] Müslim Fezâü 2342; Buharî bu hadisi İsrail aracılığıyla Ebû İshak'tan nak­leder. Metinde "Müslim İsrail'den" denmesi, yanılma olsa gerek. Bak Buharî Fethü'l Ban 6/564; Müsned 4/3G9; İbni Sa'd 1/431; Belâzurî Ensabü'l Eşraf 1/396; Beyhakî Delâil 1/233; Burada şu ilave de vardır: O zaman Ebû Cu-hayfe'ye, "Sen o zaman ne kadardın?" denildi. O da; "ben o vakit yayı çekip ok atacak kadardım" demiştir.

[243] Müslim 2344; Nesâî Zînet 8/150; Müsned 5/86, 88; Beyhakî Delâil 1/234; İbnİ Savd 1/433.

[244] Parantez arasını Müslim'den tamamladım.

[245] Müslim 2344 (109); İbni Sa'd 1/433; Müsned 5/104; Beyhakî Delâil 1/235.

[246] Buharî Libas  77/66; Müsned 6/292,  319,  322;  Fesevî el Masife vet Târih 1/281; Belâzurî Ensab 1/395; Taberî Tarih 3/182; Beyhakî Delâil 1/236.

[247] Buharî Libas 77/66; İbni SaM Tabakat 1/437: Beyhakî Delâil 1/236; Müsned 6/296, 319, 322.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/139-145

[248] Allah Zehebî'ye rahmet etsin. Bu haberi mürsel olduğunu anlamak her ha-disçinin işi değil Zîra haberde geçişine göre Muhammed b. Abdillah, bunu babası Abdullah b. Zeyd'den duymuş gibi bir durum var. Bu husus gizli bir "Tedlîs" olup hadisi nakleden ravî ifadeyi "babası Nebî (s.a.v)'i (Hac'da) kurban mahallinde görmüştü" şekli ile araya sokarak hadiseyi asıl naklede­nin Abdullah b Zeyd olduğu hissini uyandırmış oluyor. Oysa haberi nakleden oğlu Muhammed Mir, o da Tabiînin orta tabakasından biri olduğundan o dev­reye yetişmemiştir.

Ancak Zehebî merhum hadisi yalanlamaya da yeltenmemiş bu kadarla iktifa etmiştir. Efendimiz'in saçlarını dağıttığı haberi sahih bir hadistir. Müslim'in Enes'ten nakline gören Enes derki:

«Rasûlüllah (s.a.v) Şeytana taşlarını atıp, kurbanını da kesince başının sağ tarafını berbere uzattı. O da o tarafı tıraş etti. Bu saçları Ebû Talha aldı. Sonra Efendimiz sol tarafını uzattı. Berber o tarafı da tıraş etti. Efendimiz ona bir kısmın saçlarını insanlara taksim etmesini emretti. Müslim Hac bab 56 hadis no 326; Ebû Dâvûd Menasik Î98Î; Tirtnizî 912.

[249] Beyhakî Delâilin Nübüvve 1/239; Hadisi buna benzer ifadelerle Fesevî Tari­hinde 3/282; İbni SaM Tabakatmda 1/432; Taberî de Tarihinde 3/182; Enes (r.a.) tan naklediyor.

[250] Beyhakî Delâil 1/239; Belâzürî'nin Ensâbül Eşrafının 1/396 sında buna benzer bir ifade İkrime'den nakledilir.

Efendimizin saç ve sakalındaki aklara dair olan haberler ihtilaflı gibi ise de esası hep aynı noktada toplanır. Kimi yirmi kadar, kimi on yedi, kimi on-bir olarak tahminliyor. Tabi hiç biri tek tek saymamıştır. Zira bu terbiyesiz­lik olmuş olurdu. Böylece, beyaz tüylerin ondan fazla yirmiden az olduğunu söylemek en doğrusu olur.

[251] Beyhakî Delâil 1/238; Nesâî S/204; Müsned 2/226, 227, 228; Nihayetül Irab 8/285.

[252] İmam Ahmed Müsned  2/226,  228;  İbni Sa'd  1/438,  453;  Ebû Dâvûd  4206, 4065; Tirmizî îstfzan; Nesâî Salat, Zînet S/186.

[253] Ebû Dâvûd Teraccül 4210; Nesâî Zînet 8/186; İbni Mâce 3626; Beyhakî De-lâil 1/238.

[254] Beyhakî Sünen 1/241; İbni Asâkir Tehzîbi Tarihi Dımışk 1/320.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/146-148

[255] Buharî Sahih Libas 77/68; Beyhakî Delâil 1/242.

[256] Buhari Libas 77/68; Beyhakî Delâil 1/243.

[257] Bu konuda (Enes mi Cabir mi? idi diye)  şüphelenen zat Ebû Hilal'den bu haberi nakleden Musa b. İsmaüdir.

[258] Buharî Libas 77/68; Beyhakî Delâil 1/243, 244.

[259] Müslim Fazâil babüs sıfati femin Nebiyyi 2339; Tirmizî Menâkıb 3726; İbni SaM 1/416; Fesevî Tarih 3/280.

[260] Ebû Dâvûd 2103; İmam Ahmed Müsned 6/366; Ebû Nuaym Hilye 9/39; Bey-hakî Delâü 1/246; Beyhakî Sünen-i Kübrâ 7/145; Heysemî Mecmaüz Zevâd' de bunu Taberanî'ye nisbet eder ve "raviler arasında tanımadıklarım var" der. 8/28Û

Ravilerden Miksem kızı Sara pek bilinmeyen biridir. Ondan sadece bu yeğeni Abdullah nakil yapmaktadır. Böylece diğer ravilerden infirad etmek­tedir. Hadis uzun bir hadis olup gerisi nikaha dair olduğu için Zehebî haberi kısaltmıştır.

[261] Beyhakî Delâil 1/248. Metinde Süreye yazılı ise de doğrusu Şüreyh olacak. Nitekim Delail'de de böyledir. Hadisin isnadında meçhul biri olduğu için zayıf bir haberdir.

[262] Nesâî'de bunu bulamadım; Tirmizî Menakıb 3637, 3718; Müsned 1/96, 2/190, 256; İbni SaM 1/411; Beyhakî Delâil 1/251, 252.

[263] Buharî Menakıb Babü Sıfatın Nebiyy 61/23.

[264] Müsned 1/89, 101, 116, 117, 127, 134; İbni Sa'd Tabakat 1/412; Beyhakî De­lâil 1/252; Tehzîbi Tarihi Dımışk 1/317. Müellifin işaret ettiği diğer Hz. Ali rivayetleri aynı anlamdadır. Bak Müsned 2/324, 1/96; Beyhakî Delâil 1/25, 252.

[265] Buharî Menakıb  61/23;  Müslim   2330;  Müsned  3/107,  200;  BeJâzurî Ensab 1/392; Beyhakî Delâil 1/254.

[266] Müslim 2330 (82); Beyhakî Delâil 1/255

[267] Müsned 4/161; Beyhakî Delâil 1/256.

[268] Müslim 2331; Müsned 3/177, 290; Beyhakî Delâü 1/258

[269] Müslim 2332; Müsned 3/146, 239, 287; Beyhakî Delâil 1/258.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/148-152

[270] Toroslarda buna "sıgaşladı" denir.

[271] Buharî Vudûv  4/40 hadis na  190; Menakıb  61/22; el Merdâ 75/17; Müslim Fezâil 2345; Tirmizî Menakıb 3723; Beyhakî Delâil 1/259, 260.

[272] Toroslarda insan yüzünün en güzeli olarak "testeker ay gibi" tabiri hala en canlı kelimedir.

[273] Müslim Fezail  23/44; Tirmizî 3724; İbni Sa'd  1/425; Beyhakî Delâil  1/262; Müsned 2/226, 5/90, 95, 98, 104, 107; İbni Ebî Şeybe.

[274] Müslim Fezail  2346; İbni SaM  1/426;  Uyunü'l Eser 2/328;  Beyhakî Delâil 1/253; Müsned 5/82, 83.

[275] Ebû Dâvûd-u Tayaiîsî Müsned h.nalO71; Müsned 3/434, 435, 5/35; Beyhakî Delâil 1/264.

[276] Ebû Dâvûd 4207; İbni Hibban 1522 (zevaid) Müsned 2/226, 227, 228, 229, 3/435, 5/35; İbni Sa'd Tabakat 1/426, 427; Beyhakî Delâil 1/265. Müsned'de "Onu yaratan onun doktorudur." şeklindedir.

[277] Beyhakî Delâil 1/26; el Vefâ:bi ahvalil Mustafa 410.

[278] Beyhakî Delâil 1/266; Müsned'de bu daha uzun bir haberdir. 5/438, 443.

[279] İmara Ahmed Müsned 3/441, 442; Beyhakî Delaü  1/266; Fesevî el Ma'rife vet Tarîh 3/277, 4/75.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/153-156

[280] Tirmizî Menakıb 371; Fesevî Tarih 3/285; İbni Şa'd 1/411, 412; Tehzibi Ta­rihi Dımışk 1/318; Beyhakî Delâil 1/269, 270; İbnül Cevzî Sıfatüs Safve 1/153; Belâzûrî Ensabül Eşraf 1/391.

Tirmizî sonunda "bu senedi muttasıl olmayan bir hadistir" der. Ravî İbrahim, Hz. Ali evlatlarından Muhammed b. el Hanefiyye'nin oğludur. Ancak Hz. Ali'den hadis nakli imkansızdır.

Ne varki Beyhakî bundan sonraki gelecek rivayetlerle haberin güvenilebile­ceği noktasından hareket eder. Haber bu isnad ile zayıf ise de diğer rivay­etlerin parça parça desteğiyle sahih derecesinde bir manaya ulaşıyor.

[281] Ebû Ubeyde Ğarîbüi Hadis 3/24; Beyhakî Delâil 1/270.

[282] Bu parantez arası Zehebî'de yoktur. Ancak Zehebî merhum bu kısmı satır satır Beyhakî'nin Delâil'inden nakletmektedir. Arada boşluk olmaması İçin bu kısmı Beyhakî'den ilave ettim.

[283] Burada bazı kelimeler Zehebî'de yoktur. Biz onları Beyhakî'den aldık. Bura­da Beyhakî Tirmizî aracılığıyla yine Esmâî'nin şu izahını da rivayet eder. (Delâil 1/272, 273):

«MÜmegğat» upuzun. Bir bedevinin "uzattıkça uzattı" anlamına «Temeğğata fi nüşşâbetihî" dediğini duydum. «El Mütereddid" kısalık sebebiyle organ eklemlerinin birbirine girmesidir.

«El Kıtad- Aşın kıvırcıktır. Racil" saçında dalgalar olana denir. -Mütahham- eti çok olan vüeuddur. (Toros dilinde, "bedenlendi" denir.)

«Mükelsenv Teker yüzlüdür. «Müşrab» aklığında kırmızı bulunandır.

Ed'ae» siyahı aşın olan göz rengidir.

El Ehdeb uzun kirpiklidir.

"Ei Ketid» omuz birleşim yeri olup omuz başı (toroslarda çiğin) denir,

El Mesmbetü» göğüs ortasından göbeğe doğru uzanan ince tüyler.

Eş Şesen- el ve ayak parmakların iri olması.

"Et Takallü- seri yürüyüş.

Sabeb" iniş.

«Celîlül Müsâs» omuz başları.

El Bedîhetü- ansızın.

[284] T. Tarihi Dımışk 1/316; îbni Savd Tabakat 1/410; Taberi Tarih 3/179; Bey­hakî Delâil 1/274; Belazürî Ensâbül Eşraf 1/594.

[285] Burada bir hata var. Zira Beyhakî bunu Ebûl Huseyn Muhammed b. el Hu-seyn el Alevî, Ebû Hamid Ahmed b. Muhammed b. Yahya b. Bilal el Bezzar Ahmed b. Hafs b. Abdillah yolu ile Hafs b. Abdillah'tan nakleder. Bundan yukarısı aynı isnadı taşır.

[286] Tirmizî Libas 1807; Ebû Dâvûd 4863; Beyhakî Delâil 1/274.

[287] Abdürrezzak Musannef 11/259; Beyhakî Delâil 1/275.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/156-161

[288]  İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/161-166

[289] Söz Peygamberimiz'İ (s.av) anlatmaya gelince, Ashabı Kiram bu mevzuda kelimelerin en zor olanlarım seçmişler gibi geliyor. Dikkatlice bakınca, Efendîmiz'i tarif edebilmenin en İnce noktasına kadar girilmiş oluyor. Ne yazık ki arab edebiyatının bu şah eser parçalarını dilimizdeki kelime yeter­sizliği ve kendi ifade güçlüğüm ile ancak bu kadar ifade edebiliyorum. Sadî Şirâzî ne güzel ifade ediyor:

Benim yarimin dili Türkçe, ama ben Türkçe bilmiyorum. Keşke onun dili benim ağzımda olsaydı.

[290] Ebû Ubeyde Garibül Hadis 3/27

[291] Beyhakı Delaıl 1/277.

[292] Beyhakî Delâil 1/277.

[293] Beyhakî Delâil 1/277.

[294] Beyhakî Delâil 1/281.

[295] Taberî Tarih'inde sadece şiiri alır.

[296] Beyhakî Delâil 1/281.

[297] Beyhakî Delâil 1/281.

[298] Beyhakî Delâil 1/228; İbni SaM Tabakat 1/230.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/166-168

[299] Beyhakî Delâil 1/284; Burada şu ilavelerde vardır

Kuteybî derki bu "Ataf" kelimesini Er Rayyâşî'ye sordum da "ben «ataf-ı bilmiyorum, sanıyorum bu Gatafün olsa gerek. Bu da kirpiklerin uzayıp kıvrıl m asıdır.

Bunun manası "karşısına çıkanı uzunluğu yüzünden me'yus edecek değildi" demek iken belkide kelimenin zabtı yanlış olmuştur. Sa­nıyorum "sırık gibi uzun değil" şeklinde olacaktı.

hadis demektir.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/168-169

[300] Hind b. Ebî Hâle Peygamber (s.a.v)in oğulluğu olup Hz. Hatice validemizin oğludur. Babası Nebbaş b. Zürâra du: Btı Hind Cemel harbinde Hz. Ali tara­fında çarpışırken şehid oldu.

[301] Peygamberimizin bu hadisi şudur:

«Bir kimse bir başkasını (bir rivayette kardeşini) oturduğu meclisinden kal­dırmasın!» Bak. İmam Abmed Müsned 2/149b 5/48; Tirmizî 2749, 2750; Ab-dürrezzak Musannef 5592; İbni Huzeyme Sahih 1820; Hakim Müstedrek 1/293.

[302] Yoymak,   Toros   türkçesinİn   canlı   bir   kelimesi   olup   "ifade   edememek, yaparken bozmak" demektir.

[303] Tirmizî Şemaü s.113; İbni Sa'd Tabakat 1/422; Beyhakî Delâil 1/287 Ahlakunnebî s.91.

[304] Laiklikle İslam'm bağdaşıp bağdaşamayacağını bu kelimeye iyi bakarak an­layın. Beyhakî Delâil 1/288. 292; İbni Sa'd Tabakat 1/422; Tirmizî Şemail 1/26;  Ebû Nüaym  Delaiî  551;  İbni Asakir M.  Taribi Dımışk  1/329; Uyunul Eser 2/405.

[305] Fesevî el MaVife ve Tarih 3/284. 287; Taberânî Kebir 22/15^; Ebû Nüaym Delâü 516-551; Tirmizî Şemail 335; Hakim 3/640; İbni Sa'd 1/422; Beyhakî Delâil 1/161; Taberânî Er Tıvâl s.29; İbni Kuteybe Garîbül Hadis 1/488.

[306] Taberânî Kebir Cüd 22, sayfa 155 hadis na412.

      İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/170-181

[307] Günümüzün dini, siyasi her türlü önde yürüyen, önüne geçeni edepsiz say­an liderleri ile Hz. RasûlüHah'm yürüyüşünü kıyas edin.

[308] İmam Ahmed b. Hanbel Müsned 1/332

[309] Buharî Menakıb 61/23 ve Fazailü Eshabmn Nebiyyi 62/ Babü Menakıbül Hasen vel Hüseyn; Müsned 1/8; Beyhakî Delâil 1/307; Hakim 3/168.

[310]  Tirmizî h.na3779; Müsned 1/99; Beyhakî Delâil 1/307.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/181-183

[311] Müsned 2/250, 472, 527, 6/47, 99; Daramî Sünen 74; Ebû Dâvûd 4682; Tirmizî 1172 ve 2743; Ebû Ya'la Müsned 7/4166b 4240; İbni Hibban 6/188; Buharî Tarih 2/130, 272. Hem Ebû Hüreyre hem de Enes'ten.

[312] Buharî Menâkıb 61/23; Edep 78/80; Hudud 86/10; Müslim 2327; Malik Mu-vatta s.902, 903; Ebû Dâvûd 4785; Müsned 6/82, 114, 116, 130, 182, 223, 229, 232, 262, 281; İbni Sa'd Tabakat 1/366; Beyhakî Delâil 1/310.

[313] Müslim Fazail 12327; Ebû Dâvûd 4786; İbni Savd 3/36S; Tuhfetül Eşraf 12/138; Beyhakî Delâil 1/312.

[314] Buharî Edeb 78/80; Müslim Fazail bab. 13 hadis 51; Beyhakî Delâil 1/312.

[315] Müslim Âdâb h.no.2150; Buharî Edeb 78/81; Ebû Dâvûd 4969; Tirmizî Salat 333; tbni Mâce Edeb 3720; Müsned 3/115, 119, 171, 188, 190, 201, 212, 223; İbni Sa'd Tabakat 1/364; İbni Asakir T. Tarihi Dımışk 1/338.

[316] Buharî Cihad ve Sîre 56/82; Edeb 78/39; Müslim Fazail 2307; Tirmizî 1687; İbni Mace Cihad 2772; Müsned 3/147, 185, 271; Nihayetül İreb 18/255; Bey­hakî Sünen 1/213; Beyhakî Delâil 1/325. 313; Hakim 4/361.

[317] Buharî Edeb 78/44; İbni Sa'd 1/369; Müsned 3/126, 144, 158, 6/309; Beyhakî Delâil 1/314.

[318] Buharİ Menakıb 61/23; Fazailüs sahabe 62/27; Edeb 78/38; Müslim Fazail 2321; Tirmizî 2041, 2084, 2085; Müsned 2/161, 189, 193, 228, 448, 6/174, 236, 246; İbni SaM 1/365; İbni Asakir 1/339; Beyhakî Delâil 1/315.

[319] Ebû Dâvûd-u Tayalİsî Müsned 1520; İmam Ahmed Müsned 6/236; Fesevî Ta­rih 3/289; İbni Sa'd Tabakat 1/365; İbni Asakir Tehzîbi Tarih-i Dımışk 1/340; Beyhakî Delâü 1/315.

[320] Buharı Menakıb 61/23; Edeb 78/72; Müslim 2320; İbni Mâce 4180; Müsned 3/77, 79, 88, 91, 92; İbni SaM 1/368; Tirmizî Şemail h.no.351; Kadı Iyaz Şifa 1/241; Beyhakî Delâil 1/316.

[321] Buharî İman Babü Umûı'il îman, Müslim Kitabül îman 35; Ebû Dâvûd 4676; Tirmizî 2748; Nesâî 8/110; İbni Mâce 57

[322] Buharî Edep 78/68; Farzu'I Humus 57/19; Kitabü'l Libas 77/18; Müslim Ze­kat 1057; Ebû Dâvûd 4775; Nesâî 8/33, 94; İmam Ahmed Müsned 3/153, 210, 224; İbni Asakir İ/338, 339; Beyhakî Delâil 1/318.

[323] İbni Sa'd Tabakat 2/199: Nesâî 7/113; İmam Ahmed Müsned 4/367.

Bu haberin bir kısmı doğru ise de tamamı için büyük şüphe var. Büyük tef­sir alimi Cassas Ahkamül Kur'an'da İsra suresi kırkyedinci ayetinin tefsirin­de derki: «Peygamberimizin sihirlendiğini sanırlar ve sihrin ona etki ettiği iddiasında bulunurlar. Allah kafirleri bu konuda yalanlayarak:

«Zalimler: Siz ancak sihirlenmiş bir adama uyuyorsunuz, dediler» buyurmaktadır. Bu tür haberi er dinsizlerin uydurmasıdır.

Büyük alim Zahid Kevserî merhum da derki:

-Yahudilerin Efendimiz'e sihir yapmaya çalıştıkları bir gerçektir. Ancak sika sayılan bazı ravilerinde tasavvur ettiği gibi sihrin ona etki ettiği meselesini bilim araştırıcısı alimler reddediyorlar. Ben de onlara katılıyorum. Zira Allah "Sihirbaz nerden gelirse gelsin, felah bulamayacak", "Allah seni insanlardan koruyor" ayetleri bunu İfade eder Hem Allah "Zalimler: Siz ancak sihirlenen birine uyuyorsunuz" ayetini red makamında kullanıyor Bazı sika ravileri temize çıkarmak için bu ayetlere aykırı şu büyü tesirini isbat için lafı uzatmayı da sevmiyorum. Cumhuru ulema böyle düşünse bile ne fark eder. Sika insanların yanılması zarar vermez. Ama Efendimiz'e sihir etki etti demek bazı beyinlere son derece zarar, verir. Öyleyse bu konuda ayetlere sarılmak daha sağlamdır.

[324] Tirmizi Kıyame bab.26 h.no 2490; İbni Mace Edeb bab 21 h.no.3716; Fesevî El MaVife vet Tarih 3/289; Beyhakî Delâil 1/320. Bu hadisin yegane ravisi Ali Zeyd el Ammî'dir. Bu zat zayıftır. Tirmizî de "bu garib bir hadistir" der.

[325] Ebû Dâvûd Edeb hadis no 4794; Beyhakî Delâil 1/320'de bu hadisi biri Ebû Dâvûd, ikincisi Hasen b. Muhammed es Sabbah olmak üzere İki ayrı isnatla verir.

[326] Buharı Tefsir 65 Ahkaf Suresi 2; Edeb 7S/68; Müslim Salatü) İstiska S99 (16); Ebû Dâvûd Edeb 4794 ve 5098; Tirmizî 2492; Müsned 6/66; Fesevî Ta­rih 3/289; İbni Sa'd 1/378; Beğavî Şerhüs Sünne 13/245; İbni Mâce 3716; Beyhakî Deiâil 1/322.

Yahya b. Nasrın rivayeti burada bitmez ve şu ilaveyi verir: Aişe (r.a) derki: -Rasûlüllah (s.a.v) bir bulut ya da bir rüzgarı görünce bu dununu yüzünden anlaşılırdı. Ben: "Ya Rasûlallah! İnsanlar bulutu görünce yagnıur yağabilir ümidiyle sevinirler. Göırüyorumki sen bulut görünce yüzünde hoşnutsuzluk lduğu anlaşılıyor bu ne ola?" dedim de bana:

olduğu anlaşılıyor, bu ne ola?" dedim de bana:

Ya Aişe, bana onda azab olmadığına kim garanti verir. Bir topluluk rüzgar ile azab edilmiş ve bir kavme azab inmişti. Sonra Rasûlüllah (s.a.v) «O bulut kendi vadilerine doğru yönelmiş, yaygın bir şekilde gördüklerinde, "İşte ya­yılmış bulut bize yağmur yağdıracak" dediler," (Ahkaf 24) ayetini okudular.

[327] Müslim Fazail 2322: Kitabül Mesacid 670; Ebû Dâvûd 1294; Nesâî Sehv 3/80. 81; Müsned 5/86, 88, 91; İbni SaM Tabakat 1/327: Beyhakî Delâil 1/323: Taberanî Kebir 2/278.

[328] Mizzi Tuhfetül Eşraf 3/213; Beyhakî Delâil 1/323; Hatib el Fakîh vel Mü-tefekkıh 1/113.

[329] Müsned 1/86; Beyhakî Delâil 1/324

Bu konuda Buharî, Müslim ve Beyhakî aynı yerde (1/325) Enes (r.a.)'tan şunu anlatırlar:

»Allah Rasûlü, insanların en güzel yüzlüsü, en cömerdi, en yiğidi idi. Bir ge­ce Medine halkı korkunç bir ses İle sarsıldılar, efendimiz Ebû Talha'ya ait bir ata eğersiz olarak bindi, insanlar da çıktılar. Ama Rasûlüllah sesin gel­diği yere onlardan Önce gitmiş ve durumu araştırıp geliyordu. Gelirken de "asla korkacak bir şey yok" diyordu. Efendimiz gelince: "Biz o gürültüyü denizin gürültüsü olduğunu anladık" diyordu. Bak Buharî.Cihad 56/82; Edeb 78/39; Müslim Fazail 1803, 2307; Tirmizî 1687; İbni Mâce 2772; Müsned 3/147, 185, 271; Abdürrezzak Musannef 20738, 2091.

[330] Buharî Edeb 7S/Babü Hüsnül Hulk; Müslim 2311; Müsned 3/130; İbni Sa'd 1/368; Beyhakî Delâil 1/326.

[331] Buharî 1/5,  30/7, 61/23, 66/7, 78/39; Müslim  2308; İmam Ahmed Zühd 10; İbni SaM 1/368, 369; Beyhakî Delâil 1/326.

[332] Müslim 2312; Müsned 3/108, 175, 259, 284; Beyhakî Delâil 1/327.

[333] İmam Ahmed Zühd s.9; Müsned 6/121, 167, 260; İbni SaM 1/366; Beyhakî Delâil 1/328. Burada Zehebî'nin metnine göre isnadda iki fazlalık var. "Ma1 mer-Zührî-Urve-Hişam-Babası." hadis aynı hadistir. Urve Hz. Aişe'nin yeğeni olup kendi bizzat Hz. Aişe'den alması da mümkündür.

[334] Tirmizî Sünen 2941; Tirmizî Şemail hadis 335; Müsned 6/49, 126, 206; Bey­hakî Delâil 1/328; Zevâidi İbni Hibban 524; İbnü'I Cevzî el Vefa bi Ahbaril Mustafa 2/435; Beğavî Şerhüs Sünne 13/243.

[335] Tirmizî 1021; İmam Ahmed Zühd 41; İbni Sa'd 1/370; Beyhakî Delâil 1/330; Tirmizî bu hadisi sadece Müslim b. Keysan'nın rivayet ettiğini onun da zayıf sayıldığını ileri sürer. Ancak Beyhakî sağlam bir isnadla Ebû Bürde (r.a.)'tan: "Rasüliillah (s.a.v) eşeğe biner, yünlü kumaş giyer, misafir hukukunu yerine getirirdi" dediğini nakleder ki, bu Tirmizî'deki Enes hadisindeki isnad zayıf­lığını metinden giderir.

[336] Beyhakî Delâil 1/331; İbni Sünnî Amelül yevm vel Leyle 421; el Vefa 2/446.

[337] Bu daha Önce geçen Müslim'in Enes hadisidir.

[338] Müslim  2326; Beyhakî  Delâü   1/331,  332; Müsned 3/285,  214; Ebû Nüaym Delail 1/57; Ebû Dâvûd 4818, 4819; Begavî Sünne 13/240; Ebû Yala Müsned 6/3518, 3472; Ahlakın Nebiyyi s.30; Tirmizî Şemail 324; Buharî 78/61 6072 nolu hadiste, bu cariyenin gelip Efendimizin elini tutarak işini gördüreceği yere götürdüğünü bahseder.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/185-194

[339] Müslim 1659; Müsned 2/45., 4/120; Ebû Dâvûd 5159; Tirmizî 1948; Beyhakî Sünen-i Kübra 8/10; Buharî Edebül Müfred 171; Taberanî Kebîr 17/245, 246; Ebû Nüaym Hüye 4/218; Abdürrezzak 17933.

[340] Müslim İman 44; Bııharî İman 2/6: Buharı aynı hadisi "bütün insanlar" kısmı olmadan Ebû Hüreyre'den de aynı yerde nakleder. Müsned 3/177, 207, 275, 278, 4/336; Nesâî Mücteba 8/115; İbni Mace 67; Daramı 2/307; Abdürrezzak Musannef 10321; Hakim 2/486; Ebû Yala Müsned 6/3049, 3258, 7/3895; İbni Hîbban (El İhsan) 1/202.

[341] Buharı İ'tisâm 96/5 h.na7302; Tefsir 65/49/1; Taberi Tefsir Cüz 26/119 'da bu rivayeti Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömec (r.a.)'ın Efendimizin yanında geçen münakaşaları esnasında cereyan eden bir hadise oîarak İbni Zübeyr (r.a.)'in ağzından naklettiği sözü İbni Ebî Şeybe Musannef 13/261'de Hakim Müste-drek 3/74'te Hucurat suresi ayet 2'de değil ayet 3'te nakleder.

[342] Buharı Teyemmüm 7/1; Salat 8/56, Cihad 56/122, Ta'bîr 91/11, Ttisam 96/1; Buharı Tarih 4/114, 5/465; Müslim 521, 523; Daramı Siyer 28; Nesâî 1/210 6/3; Müsned 1/301, 3/222, 264, 314, 396, 412, 455, 501, 4/416, 5/162, 248, 256; Tİrmizî Siyer 1594; Beyhakî Süneni Kübra 1/212, 6/291, 2/433; Humeydî 945; Tevhîd 5/222; Tahavî Müşkil 1/450; İbni Ebî Şeybe 11/4362.

Hadisin tamamı şöyledir:

Bana, benden öncekilerden kimseye nasfb olmayan beş şey verildi:

1- Bir aylık yol mesafesinde kalblere korku salan bir heybetle yardım olun­dum.  

2- Yeryüzü bana temiz bir mekan ve mescit kılındı. Ümmetimden her kişi namaz vakti girince namazını oracıkta kılsın.

3- Harb ganimeti bana he­lal edildi; halbuki benden önce kimseye helal olmamıştı.

4- Şefaat etme yetkisiyle donatıldım.

5- Peygamberler sadece kendi kavimlerine peygamber yapılırken ben bütün insanlığa peygamber gönderildim.

[343] Ebû Yala Müsned 1/302; Hakim 2/143; Ebû Hanife Mesanid 2/302; İmam Ahmed Müsned 1/56; Müslim bu haberi Cihad ve Sîre'de Huneyn harbini anlatırken 1776 nolu hadisinde Berae b. Azib (r.a.)'ın sözü olarak nakleder. Ebüş Şeyh, Ahlakun Nebiyyi s.57. Yine Ebû Yala Müsnedinde 1/412'de sahih bir isnad ile Hz. Ali'den: «Bedir günü harb başlayınca biz Rasûlüllah (s.a.v)'e sığındık. O, hiç kimsede bulunmayan bir güç ve kuvvete sahipti. Müşriklere ondan daha yakın kimse olmazdı.

[344] Buharı Cihad ve Siyer 56/52, 61, 97, 168, Meğazî 64/54; Müslim Cihad 1776; Tirmizî Cihad 1738; Müsned 4/280, 281, 289, 304, 1/264; Taberî 10/73; Ebû Dâvûd 487; Münteka 1066; Daramı 1/166: Ebû Nüaym Hılye 7/132; Beyhakî Sünenü Kübra 9/155; Beğavî sünne 12/372; Taberanî 6/43, 7/358; Ahla­kun Nebiyyi s.61; Beyhakî Delâil 1/13. 138, 177, 3/334, 5/132, 134, 135, 374: İbni ebî Şeybe 8/527, 12/507, 14/401, 522, 526; Temhîd 6/489; Tirmizî Şemail 1/25; Tahavî Müskil 1/40.

[345] Buhari Cihad ve Siyer 56/117; Müslim Fazail 2307; Müsned 3/261; Beyhakî Delâil 1/325; İbni Sa'd 1/373. Hadis'te "biz gürültüyü yapanın deniz olduğu­nu gördük" buyurdu ve o günden sonra Efendimiz'den öne geçen kimse ol­madı" İlavesi vardır.

[346] El Gıtrîfî: Muhammed b. Ahmed b. Hüseyin b. el Kasım b. es Sirrî b. el Gı­trîf b. el Cehm el Abdî el Gıtrîfî el Cürcanîdir. Ebû Ahmed lakablı çok meşhur bir hafız olup hadis için pek çok seyahat etmiştir. Hicrî 280 yılla­rında doğup uzun bir ömür sürerek 377'de vefat etmiştir. Babası Nişapurlu olup sonra Cürcan'a yerleşmiş "Murabıt"hlar devletinin ileri gelenlerinden biriydi.

Ebû Halife el Cümehîj Ebû Bekir b. Huzeyme gibi pek çok alimden hadis almıştır. Kadı Ebut Tayyib et Taberî ve Ebû Nüaym gibi nice alimlere hadis öğretmiştir. Burada adı geçen hadis cüzünü ondan nakleden, Kadı Ebû Tayyib et Taberî'dir. Bu cüz henüz bildiğim kadarıyla basılmamış tır. İstanbul Köp­rülü Kütühanesinde (1584/9 (85a-93a-yk., 9.h.asır) no ile el yazması vardır. Şam Zahiriye kütüphanesinde de el yazması mevcuttur.

[347] "Bu hadisin kaynağını şimdilik bulamadım." Bu ifade anlam olarak sahih ise de, bu tür ifadelerin çoğu zayıftır. Buradaki ilk ravî Abbad b. el Avvam sika ise de Mûsâ h Muhammed b. İbrahim et Teymî hakkında İmam Buharî Ta-rih-i Kebir'inde (7/295) "Onun münkerül hadis" olduğunu söyler. Yahya b Maîn ile Ukaylî de ona zayıf der. İbni Adiy el Kamü'inde 6/2342'de Yahya, Buharî, Nesâi, Savd ve diğerlerinin ona zayıf deyip, hadisine uyulamıyacağını söyler.

[348] İbni Mâce İkametüs Salât 899, 900, 901; İbni Ebî Şeybe 1/294; Beyhakî De-lâil 2/149; Ebû Ya'la Müsned 13/7238.

Buradaki ravi Abdürrahman b. İshak el Kuraşî zayıftır. Zehebî bizzat Mi­zan 'ırida 4812 nolu tercemede onu zayıf sayar. Buna rağmen onun bu hadi­sini buraya alır ve tenkid etmez. Zira bu haber, haber olarak sahihtir. Çünkü aynı haberi İbni Mes'ûd (r.a.)'tan da sahih bir isnad ile nakledilir. Bak Müs­ned 1/408, 437; Nesâî 2/238; İbni Mâce 1892; Ebû Ya'la 5082, 5233, 5257, 6287.

İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam, Cantaş Yayınları: 2/195-200