Ebû Seleme'nin Katan Seriyyesi
Benî Nadr Gazvesindeki İhtilaf
Rasûlüllah'ın Cüveyriye (R.A.) İle Evlenişi
Hendek Harbinin Yapılış Tarihi
Hendek'te Cereyan Eden Bazı Hadiseler
Mümtehine 8'ci Ayeti Ve Efendimizin Ümmü Habîbe'yle Evlenişi
Bu Yıl Zilhicce Ayında Olanlar Sa'd B. Muâz (R.A.)'In Vefatı
Sa’ye’nin Oğulları İle Esed B. Ubeyd’in Müslüman Oluşları:
Hz. Hamza'nın Seyfü'l Bahr Seferi
Ubeyde B. El-Hâris'in Râbığ Seferi
Ebû Rafi Sellam B. Ebî'l-Hukayk'ın Öldürülüşü
Vakidî’ye Göre Bu Yıl İçindeki Seferleri Ukkaşe B. Mıhsan'ın Gamr Seferi
Muhammed B. Mesleme'nin Zû Kassa Çıkarması
Zeyd B. Harise'nin Cumûm'daki Süleym Oğullarına Seferi
Zeyd B. Harise'nın Taraf Çıkarması
Zeyd B. Hârise'nin Hısma Seferi
Hz. Ali'nin Fedek'teki Sa'd B. Ebî Bekr Kabilesine Seferi
Abdürrahman B. Avf’ın Dümetü’l-Cendel Çıkarması
Kürz B. Câbir'in Urenîlere Yaptığı Çıkarma
Efendimizin Damadı Ebu'l Âs’ın İslâm'a Girişi
Abdullah B. Ravaha'nın Şevval Ayında Üseyr B. Zârım Üzerine Yürüyüşü
Vakîdî anlatıyor: Bize Amr b. Osman b. Abdirrahman b. Saîd el-Yerbûî, Seleme b. Abdillah b. Ömer b. Ebî Seleme b. Abdü'l Esed ve diğerlerinden şöyle dediklerini anlattı:
- Ebû Seleme b. Abdil esed Uhut harbine katılmıştı. Küba'dan ayrıldığında Medine'de Âliye semtindeki Ümeyye b. Zeyd oğullarında konaklamıştı. Yanında eşi Ebû Ümeyye kızı Ümmü Seleme de vardı. Uhut da kolundan yara alıp evine götürülmüştü.
Kendisine Allah Rasûlü'nün Hamrâü'l Esed'e gittiği haberi gelince hemen eşeğine binip yola koyuldu ve Rasûîüllah oraya inerken onlara yetişti. Medine'ye oda ashabla dönüp, bir ay yarasının tedavisi ile ilgilenip, artık iyileştiğini gördü. Yara anlaşılmaz bir şekilde kapandı. Hicretten otuz beş ay sonra Muharrem ayı başlarında Allah Rasûlü onu çağırtıp; "Şu seriyye ile gazaya çık. Ben seni onlara komutan yaptım" buyurup, ona bir sancak hazırlatıverdi ve: "Benî Esed yurduna kadar yürü, onların topluluğu sana rastlamadan sen onlara hücum et." buyurarak ona ve beraberindeki askerlere Allah'tan korkmalarını tavsiye etti. Bu seriyye ye Ebu Seleme'yle beraber beşyüz kişi katıldı. (Vakidi burada 17 kadar ismi de sayar)
Buna sebeb şu İdi. Tay kabilesinden bir adam ashabdan biriyle evli bulunan, Tay kabilesinden akrabası olan bir kadına uğramak üzere Medineye geimiş ve Rasûlüllah'ın ashabından olan o eniştesinin evine misafir olmuştu. Bu adam, Huveylid oğulları Tuleyha ile Seleme'nin kendi kavimlerine giderek, onları Rasûlüllahla harb etmeye çağırdıklarını haber verdi. Bunlar Medineye yaklaşmak istiyor ve "Muhammed'in yurdunun çevresine gidip çevresinden birşeyler ele geçiririz.
Zîra onların Medine civarında otlayan davarları vardır. Atlarımızın sırtında dolaşırız. Zaten atlarımızı baharlattık. Cins koyunlara saldırırız. Birşey yağmalarsak bize yetişemezler. Onlardan bir topluluğa rast gelsek zaten harbetmek için hazırız. Bizim atımız var, onların yok. Zaten Kureyş yakında onları perişan etmişti. Onlar bir ömür iyileşip kurtulamaz ve eski cemati biraraya gelmez" dediler.
İçlerinden Kays b. Haris kalkıp, "Yâ kavim, Vallahi bu doğru bir görüş değildir. Bizim onlardan alacak öcümüz yok. Bizim yurdumuz Medineye çok uzak, hemde onlar yağma malı değildirler. Hem bizim Kureyş kadar kalabalığımız da yok. Kureyş bir ömür onlara karşı yardım diledi üstelik onların Muhammed'den istedikleri kan da vardı. Sonra develeri yükleyip atları sürdüler. Üç bin kişilik bir kalabalıkla silahları yüklendiler. Onlara katılanların sayısıda buna dahil değil. Sizin bütün gücünüz ise üçyüz kişiyi zor tamamlar. Kendinizi aldatıp çakacaksınız. Ben yenilginin size dönmeyeceğine emin değilim" dedi.
Bu konuşma onları tereddüde şevketti. Onlar bunu tartışırken, bu haberi alan sahabe durumu Efendimize bildirdi. Rasûlüllah (s.a.v.) da
Ebû Seleme'yi oraya gönderdi. O Tay'Iı adamda birlikte gitti. Çok hızlı gittiler. Tay'Iı onları ana yoldan saptırdı, yolu kısaltıp onları gece gündüz yürüttü. Haber taşıyıcılardan daha hızlı gidip Beni Esed kuyularından biri olan Katan suyuna yakın bir yere geldiler. Zaten o adamlar orada toplanmıştı.
Orada onlara ait bir davar sürüsü görüp ona saldırdılar ve kuşattılar. Sürünün üç köle çobanını ele geçirdiler. Diğerleri kaçıp arkadaşlarına durumu bildirip, gelen ordudan sakınmalarını söylediler. Böylece herbiri bir tarafa kaçtı. Ebû Seleme su başına geldiğinde topluluğu kaçmış buldu.
Orada kamp kurup arkadaşlarını çevrede onlara ait sürüleri toplamaya gönderdi. Askeri üçe bölüp bir kısmını kendi yanında bıraktı. İkisini de çeşitli yerlere gönderdi. Onlara aramadan vazgeçmemelerini ve sağ salim iseler, geceye yanına gelmelerini ve dağılmamalarını emretti. Başlarına içlerinden birini emir yaptı. Sağ salim gidip geldiler. Bir sürü koyun ve deve ele geçirmişlerse de kimseye rastlamamışlardı.
Ebû Seleme ele geçirdiklerini Medine'ye sürdü. Taylı o zât da o-nunla beraber geri Medine'ye geldi. Geceleyin yolda Ebû Seleme; "ganimetlerinizi bölüşün" emrini verip, Taylı bu yol kılavuzuna da ganimetten bir koyun verdi. Sonra Peygambere has olan "Safîy" kısmı olarak bir köle ayırdı. Ardından Humusu çıkarıp kalanını orduya taksim etti. Sonra hayvanları sürerek Medine'ye geldiler.[398]
Yine, Vakîdî, Ömer b. Osman'dan[399] nakleder: Bana Abdü'lmelik b. Umeyr, Abdurrahman b. Saîd b. Yerbû'a aracılığıyla Ömer b. Ebî Seleme'den şöyle dediğini anlattı:
- Babam Ebû Seleme'yi, Uhut'ta Ebû Üsame el-Cüşemî yaralamıştı. Uhut'ta babamın koluna mızrak batırmıştı. Bir ay kadar tedavi oldu. Bize göre yara iyileşmiş gibiydi. Allah Rasûlü, Muharrem ayında onu Katan seferine yolladı. On küsur gün yolda geçirdi. Medine'ye geri geldiğinde yarası azmıştı. Cemadiyel âhir ayının bitimine üç gün kala vefat etti. Yüseyra denen kuyunun suyu ile yıkandı. Cahiliye döneminde adı "Abîr" idi. Allah Rasûlü ona "Yüseyra" adım verdi. Babamın cenazesi kuyunun olduğu Ümeyyeoğulları yurdundan alınıp, Medine'ye defnoldu.
Annem Ümmü Seleme dört ay on gün iddet bekledi. Sonra onu Allah Rasûlü nikahlayıp Şevvalin son gecesi zifafa girdi. Annem; "Şevval ayındaki nikah ve zifafta bir sakınca yoktur. Zîra Rasûlüllah beni Şevvalde nikahlayıp yine Şevval içinde güvey oldu" derdi. Ümmü Seleme'de 59 senesi Zilka'de ayında vefat etmiştir.[400]
Vakîdî'nin hesaplamasına göre, Racî' Gazvesi hicretin (dördüncü yılı) otuzaltmcı ayın başlarında Safer ayında gerçekleşmiştir. Racî, Usfan'dan yedi mil uzaktadır.
Vakîdî devamla derki: Bana Musa b. Ya'kûb'un Ebû'l Esved'den nakline göre: Rasûlüllah (s.a.v.), Racîa gönderdiği ashabını Kureyş'in ne yaptığı haberini alıp gelmeleri için Mekke'ye casus olarak göndermiş idi. Onlarda Necd yoluna saptılar. Racî1 denen suya geldiklerinde* Benû Lihan kabilesi yollarını kestiler.[401]
İbrahim İbni Sa'd'da İbni Şihab'ı Zührî aracılığıyla Ömer İbni Esîd b. el-Alâ b. Câriye es-Sakâfi'nin -ki bu zat Ebû Hüreyre (r.a.)'nin meclisinde bulunurdu- Ebû Hüreyre (r.a.)'nin şöyle dediğini haber verir:
- Adal ve Kara kabilesinden bir gurup insan, Allah Rasûlüne gelipb "Yâ Rasûlellah! Bizim aramızda İslâm dini yayılmaya başladı. Ashabından bir gurubu bizimle göndersen de bize fıkhı öğretip, Kur'an ö-kumayı ve İslâm şeriatını belletseler" ricasında bulundular. Allah Rasûlü de on kişilik sahabe gurubunu onlarla beraber gönderdi. Bunlar Asım b. Sabit b. Ebî'l Ahlak, Mersed b. Ebî Mersed, Abdullah b. Tarık, Hubeyb b. Adiy, Zeyd b. Desine, Halid b. Bükeyr ve Abdullah b, Tarık'ın anadan kardeşi Muattab b. Hubeyb. Efendimiz (s.a.v.) onların başına Asım b. Sabit (r.a.)'i emir yaptı. Yola çıkıp Racî1 yakınma kadar geldiler. Racî1, EI-Hede yakınlarında, Hüzeyl kabilesine ait bir kuyu'dur. El-Hede'ye yedi mil uzaktadır. Hede'de Usfan'a yedi mildir.
Oraya varınca, ashaba ihanet ederek Hüzeyl kabilesini onları yakalamaları için da'vet ettiler. Lihyan oğulları onları yakalamak için yola çıktı. [Yüz kadar okçu ile onları takibe koyuldular. İzlerini takib ederek onların konakladıkları yerde hurma atıkları buldular ve; "İşte bunlar Medine hurması" diyerek tekrar iz takibine başladılar.]
Ashab-ı kiramı, onların ellerindeki kılıçları kendilerine çevirmiş olmaları dışında, birşey korkutmamıştı. [Asım ve arkadaşları tehlikeyi hissettikleri için bir yere gizlendiler.] Müşrikler onları kuşattı. Allah Rasûlünün ashabı da kılıçlarına sarıldılar.
Müşrikler onlara: "Vallahi biz sizi öldürmek istemiyoruz. [İnip kılıçlarınızı teslim edin] Biz sadece sizin vasıtanızla Mekke'lilerden para koparmak istiyoruz. Sizi öldürmeyeceğimize dair size te'minat veriyoruz" dediler. Onların lideri olan Asım b. Sabit; Mersed b. Ebî Mersed, Halid b. Ebî Bükeyr ile Muattıb b. Ubeyd; "Vallahi biz, bir müşrikten ne anlaşma, ne de taahhüd kabul etmeyiz. [Asım, Ben Müşrik zimmeti ile teslim olmam! Yâ Rab! diyerek durumumuzu Peygamberime bildir, diye dûa etti] ve onlarla çarpışa çarpışa Asım ve yedi kişiyi şehid ettiler.
Zeyd b. Desine, Hubeyb b. Adiy ve Abdullah b. Târik onların taahhüdünü kabul edip ellerindeki silahları vererek teslim oldular. Bunlar Asım b. sâbit'in başım da kesip götürmek ve Sa'd b. Şüheyd kızı Süleyfâ'ya satmak istiyorlardı. Bu kadın mümkün olursa Asım'ın kafa tası içinde şarab içeceğine yemin etmişti. Zira O onun Müsâfi' ve Cülâs adlı çocuklarını Uhut harbinde öldürmüştü.
Lakin, arı ve zanbur sürüsü onun başını kesmelerine engel oldu. Bunun üzerine onlar, "bırakın bakalım, akşam olunca zanburlar etrafından dağılırlar" dediler. Allah Vadiden bir sel akıttı da onu oradan götürdü. Müşrikler, kalan üç kişiyi alıp götürdüler. Merri zahrân denen yere geldikleri zaman Abdullah b. Tank elini çözdü ve kılıcını aldı. Lakin müşrikler onu taşa tutarak öldürdüler. Onu Merrizahrân'a gömdüler. Hubeyb ve Zeyd'i aldılar ve Mekke'ye getirdiler. Zeyd'i, Safvan b. Ümeyye satın alıp, babasının öcünü almak için onu öldürdü. Hubeyb (r.a.)'i de Huceyr b. Ebî İhâb, kardeşinin oğlu Ukbe b. Haris'e satın alıverdi. Taki babasının intikamını almak için onu öldürsün.
Bu ikisini Haram aylar çıkıncaya kadar harp edip sonra Ten'ime
götürerek orada öldürdüler. Bunlar öldürülmeden önce ikişer rek'at namaz kıldılar. Böylece öldürülürken iki rek'at namaz kılma adetini Hubeyb (r.a.) koymuş oldu.
[Hubeyb'i öldürmeye karar verdiklerinde, Hubeyb Haris'in kızından bir ustura istedi. Onu ölüm öncesi tıraş, etek tıraşı olmak için istemişti. Kadında ona ustura verdi. Bu kadın derki: Benim haberim yokken benim bebeğim onun yanına varmış, o da alıp çocuğu dizine oturtmuştu, elinde de ustura vardı. Ben onu öyle görünce çok korktum ve feryad ettim. Hubeyb bana, "Onu öldüreceğimden mi korkuyorsun? İnşaallah ben öyle şey yapmam" dedi.
Vallahi ben Hubeyb'den daha hayırlı bir esir görmedim. Vallahi ben onu demir kelepçede bağlı iken üzüm salkımı yerken gördüm. Halbuki o vakit Mekke'de üzüm yoktu. O, olsa olsa Allah'ın ona bahşettiği bir nzık idi. Öldürmek için onu haremden çıkarıp götürdüklerinde, "bırakında iki rek'at kılayım" dedi. Müsade ettiler. İki rek'at kılıp, "Beni ölümden korkuyor sanmayacak olsalardı daha fazla kılardım" dedi. Böylece bu halde iki rek'at kılmak onun adet ettiği bir sünnet oldu. Sonra: Allah'ım onları say, onların canlarını tek tek al:" deyip
"Müslüman olarak öldükten sonra hangi şekilde Öldürülür s em aldırmam zira Ölümüm Allah içindir. Böyle bir İlah uğruna oluyor ki, dileyecek olsa paramparça olan vücudumun organlarına mübareklik verir" dedi. Sonra müşrik Ukbe b. el-Haris onu öldürdü.]
Bu haberi Buharı rivayet etmiştir.[402]
Musa b. Ukbe ve diğerleri bu hususta söze: "Rasûlüllah (s.a.v.), A-sım b. Sabit ve diğerlerini gözcülük yapmak için Mekke'ye göndermişti. Onlar Necd yoluna saparak gittiler. Racî1 suyuna vardıklarında..." diyerek başlayıp kıssayı aynen naklederler.[403]
Musa b. Ukbe derki, Raci'ye gidenler altı kişi olup bunlar: 1- Asım, 2- Hubeyb, 3- Zeyd b. Desine, 4- Abdullah b. Tarık, (ki bu Benî Zafer ile anlaşması vardı) 5- Halid b. Bükeyr el-Leysî, 6- Hamza'yla anlaşmalı olan Mersed b. Ebî Mersed'den ibaretti...[404]
Yûnus, İbni İşhak'tan naklediyor: Bana Asım b. Ömer b. Katade anlattı ki: Adal ve Kâra halkından bir gurup Uhut harbinden sonra Peygamberimize gelip: "Yâ Rasûlellah! Artık aramızda İslâm dini yayıldı. Ashabından bir gurubu bize dinimizi öğretip Kur'an okumayı belletmek için bizimle yollasan" dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü de onlarla Hubeyb b. Adiy'yi yolladı...
Rasûlüllah (s.a.v.) ashabından altı kişiyi yolladı. (İbni İshak bu altı kişinin adım aynen Musa b. Ukbe gibi vererek söze şöyle devam eder) Onların başına Merseb. Ebî Mersed'i komutan yaptı. Gelenlerle beraber yola çıkıp da Hicaz bölgesinde, Hüzeyl kabilesine ait olan ve Hed'e topraklan başlangıcında ki Racî1 suyuna geldiklerinde, bu gelenler onlara ihanet edip, yakalamaları için Hüzeyl kabilesini yardıma çağırdılar. Hz. Peygamberin ashabı binekleri üzerinde iken etraflarını kılıçlı adamların çevirmesi üzerine tehlikeyi görüp vaziyetten korkarak çarpışmak için kılıçlarına sarıldılar. Lakin bu gelenler, "Bizim sizi öldürmek gibi bir isteğimiz yok. Biz sadece sizin vesilenizle Mekke'lilerden biraz para koparmak istiyoruz. Sizi öldürmeyeceğimize dair size Allah adına ahit ve güvence veriyoruz" dediler. Mersed, Asım ve Halid b. Bükeyr; "Vallahi biz bir müşrikten asla güvence ve teminat istemeyiz" dediler. Asım orada şu şiiri söyledi:
"Ben ok sahibi bir yiğidim. İçinde ok bulunan yayımda pek kuvvetli, Onun geniş ağzından ölüm gerçek, hayatta batıl olur.
Allah'ın takdir ettiği her kader kulun başına gelir. Kulda zaten o kadere dönüp varır. Eğer çarpışmazsam anam beni kaybetsin" sonra onlarla çarpışmaya girip o ve diğer iki arkadaşıda şehid oydu.
Asım şehid olunca, Hüzeyl'liler Asım'm başına Sa'd kızı Sülûfeye satmak için kesmek istediler. Bu kadın Uhud günü iki oğlunu da Asım öldürdüğü zaman "Eğer bir gün eline fırsat geçerse Asım'm kafatası içinde şarab içeceğine" nezretmişti. Lakin Hüzeyl, Asım'ın cesedine yaklaşınca zanbur sürüsü onlara hücum ederek onun cesedini korudu. "Akşamı bekleyelimde arılar onun etrafından dağılsın" dediler. Allah'da vadiye bir sel gönderip Asım'ın cüssesini sürüyüp oradan götürdü.
Asım daha önce "îmanî cismanî" pisliklerinden dolayı "Yâ Rabbi! Ne bana müşrik dokunsun, ne de ben onlara dokunayım, sen buna imkan verme!" diye Allah'a and vermiş idi.
Zanbur sürüsünün onu koruduğu haberi kendisine ulaşan Ömer (r.a.): "Allah mü'min kulunu nasıl da koruyor! O müşriklerin kendisine, kendisininde onlara sağ oldukça dokunmayacağına dair Allah'a nezretmiş idi. Dünyada onun kendini bundan koruduğu gibi, Ölümünden sonrada Allah onu korumuştur" dedi.
Müşrikler, Hubeyb, İbni Desine ve Abdullah b. Tarık'ı esir alıp, onları satmak üzere Mekke'ye doğru yola çıktılar. Zahran'a vardıklarında Abdullah elini bağdan çıkarıp kılıcına sarıldı ve toplumdan geri kaçmaya çalıştıysa da, onu taşa tutup öldürdüler. Kabri Zahran'dadır. Hubeyb ile Zeydi alıp Mekkeye gelerek Hubeyb'i Hucery b. Ebî İhab, Zeyd'i de Saf van b. Ümeyye satın aldı.
Bekkaî, İbni İshak'tan naklediyor: Bana Yahya, babası Abbâs b. Abdullah b. Zübeyr aracılığıyla, "Ukbe b. Haris'i şöyle derken duydum" dediğini haber verdi:
- Vallahi ben Hubeyb'i öldürmüş değilim. Çünkü o zaman bunu yapamayacak kadar küçük bir yaştaydım. Ama Abdüddar oğulları kardeşi Ebû Meysere bir mızrak alıp onu elime verdi. Sonrada elimi ve mızrağı tutarak ona öldürünceye kadar dürttü.
(İbni İshak burada diğer rivayetlerdeki bilgileri verdikten sonra) Hubeyb'in öldürülmeden önce şu şiiri okuduğunu nakleder:
1- Küfür bölüğü, etrafımda toplanıp kabilelerimde teşvik ettiler ve her buldukları toplumdan adam topladı.
2- Her biri düşmanlığı açığa vurup bana saldırdı. Çünkü ben daraltan bir ipte bağda idim.
3- Kanlarını ve çocuklarını seyre getirip uzun bir direğe yaklaştırıldım.
4- Garipliğimi ve hüznümü Allah'a şikayet ederim. Asılacağım yere kâfir topluluğun bana hazırladığını da ona havale ederim.
5- Ey Arşın sahibi, bana yapılmak istenene karşı sabır ver! E-timi paramparça ettiler de, artık arzum kesilip kaldı.
6- Bunlar bir flah'ın zatı adına ki, dilerse paramparça olup kalan mafsalları mübarek yapar.
7- Beni, ötesi ölüm olan Küfür'ü seçmede muhayyer kılıyorlar. Gözlerim ise çabalamadan yaş boşaltmakta.
8- Benim ölümden sakınacak bir şeyim yok, nasılsa ben öleceğim. Lakin benim korkum her tarafı saracak cehennem ateşindendir.
9- Vallahi Müslümanca ölecek olduktan sonra, Allah için Ölümüm şöyle olacak, diye bir korkum olamaz.
10- Ben artık düşmana korku ve titreme gösterecek değilim. Zîra ben Allah'a dönüyorum.[405]
Yûnus b. Bükeyr ile Ca'fer b. Avn, İbrahim b. İsmail'den naklediyor: Bana, Ca'fer b. Amr b. Ümeyye ed-Damrî babası aracılığıyla dedesi Ümeyye'nin şöyle dediğini anlattı: (ki kendisini Rasûlüllah gözcü olarak yollamıştı):
- Ben Hubeyb'in bağlandığı kütüğe gelip tırmandım. Nöbetçilerin beni göreceğinden korkuyordum. İplerini çözünce yere düştü. Sonra atılıp olduğu yerden biraz uzaklaştım. Sonra geri dönüp bakınca Hubeyb'i göremedim, sanki yer yarılıp Hubeyb'i içine yutmuştu.[406]
Ca'fer b. Avrim rivayetinde: "Bu vakte kadar Hubeyb (r.a.)'a ait bir çürük kemiğinden dahi bahsedilmedi" ilavesi vardır.[407]
İbni İshâk'a göre, "Rasûlüllah (s.a.v.) "Bi'ri Mâûne" kıt'asmı Uhuttan dört ay sonra, safer ayında sefere çıkardı."[408]
Musa b. Ukbe Zührî'den naklediyor: Bana Abdürrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Mâlik ve ilim ehli bir gurubdan anlattı ki:
- "Mûlâıbü'I Esinne" lakablı Âmir b. Malik, Rasûlüllah (s.a.v.)'m yanına geldi. Halâ müşrik idi. Rasûlüllah (s.a.v.) ona İslama girme teklifi yaptıysada, herif Müslüman olmayı kabul etmedi. Ama Rasûlüllah'a birtakım hediyeler verdi. Peygamber (s.a.v.)'de ona:
"Ben müşrik birinin hediyesini kabul edemem" buyurdu. Adam da, "Ya Muhammed benimle dilediğin elçilerini necd halkına gönderebilirsin. (Umanmki davetimi kabul ederler) Ben onların himayecisi olurum." dedi. Bu konuşma üzerine Allah Rasûlü aralarında "A'nak Liyemût" diye anılan Münzir b. Amr es-Sâidî'nin de bulunduğu ashabdan ileri gelen kırk kişilik gurub'u temsilci hey'eti olarak yolladı. (Bunlar arasında Haris b. Summe, Haram b. Milhan, Urve b. Esma b. Es-Salt Essülemî, Nâfı1 b. Verkâ' el-Huzaî, Ebû Bekr (r.a.)'in kölesi Âmir b. Füheyr (r.a.)'lerde vardı)[409]
Amir b. et-Tufeyl bunların geldiğini haber aldı ve Âmir oğullarını onlara karşı çıkmaya teşvik ettiysede onlar Amir'in sözünü dinlemedi. Ama Âmir b. Malik (r.a.)'e de emân vermediler.
Âmir b. et-Tufeyl, bu kere Süleym oğullarım birlikte çıkmaya teşvik etti. Onlar bunu kabul edip Mâûne kuyusunda Amr b. Ümeyye ed-Damrî dışında Müslümanların hepsini öldürdüler. Amr b. Ümeyye'yi Amr b. Tufeyl alıp sonra serbest bıraktı. Amr b. Ümeyye'de oradan ayrılıp Rasûlüllah'm yanma geldi. Efendimiz ona "Onlar arasında emin ol" buyurdu.[410]
İbni İshak ise -bu hadiseyi- Bana babam, Muğîre b. Abdirrahman b. el-Hâris b. Hişâm ile Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm ve diğerlerinin şöyle dediğini anlattı" diyerek şunları nakleder:
- Mülâıbü'l Esinne lakablı Ebû'l Berâ Âmir b. Malik b. Ca'fer Medine'de Rasûlüllah'ın yanına geldi. Efendimiz Ona İslâmı teklif etti. Ebû'l Bera, ne evet dedi, ne de reddetti, sadece; "Yâ Muhammed! Eshabından bir kısmım benimle birlikte Necd halkına göndersende senin dinine onları da'vet etseler, bunu kabul edeceklerini umuyorum" dedi.
Nebî (s.a.v.) de: "Necd halkının onlara bir kötülük yapacağından korkarım" buyurdu. Ebû'l Berâ da; "Ben onları himayeme alırım" dedi.
Bunun üzerine Nebî (s.a.v.), Münzir b. Amr'ı kırk kişilik ileri gelen bir sahabe gurubu ile oraya yolladı. İçlerinde Haris b. Es-Samme, Harâm b. Milhan (Bu Adiy b. Neccâr oğulları kardeşidir) Urve b. Esma b. Es-Salt es-Sülemî, Nâfı1 b. Verkâ' el-Huzâî ve Ebû Bekrin kölesi Âmir b. Füheyr'de vardı. Bunlar yola çıkıp Bi'rî-Mâûne'ye varınca orada konakladılar. Burası Âmiroğulları yurdu ile Süleymoğullan taşlığı arasında bir kuyu idi.
Sonra Rasûlüllah'ın mektubunu Haram b. Milhan ile Âmir b. Tufeyl'e yolladılar. Mektup gelince bu Allah düşmanı, gelen mektuba hiç bakmadana Haram (r.a.)'ın üzerine saldırıp onu öldürdü. Sonra da onlara saldırmak için Âmiroğullanm çağırdı. Ama onlar katılmadılar. O da onlarla daha önce anlaşma yapan Ebû'l Berâ'nın anlaşması bozulmayacak, dedi.
Süleymoğullarmdan Usayye -Raal-Zekvan ve Karalıları yardıma çağırıp saldırmaya teşvik etti. Onlarda ona katılıp, gelip Müslümanları kuşattılar. Onlarla çarpışıp Neccaroğullarından Ka'b b. Zeyd dışında hepsini şehit ettiler. Kavıda ölecek diye bıraktılar. O da oradaki ölüler arasından götürüldü. Hendek harbinde şehit olana kadar yaşadı.
O sırada, onların hayvanlarını otlatmakta olan Amr b. Ümeyye ile Ensardan birinin olaydan, haberleri ancak yırtıcı kuşların cesetler etrafında uçuşması ile haberleri olabildi. "Vallahi bu kuşların uçuşmasında bir belâ var" deyip bakmaya geldiler. Ne görsünler Müslümanlar kanlar içinde serilmişler onları öldüren atlılar duruyor.
Ensarlı sahabe Am'ra "ne düşünüyorsun?" deyince O, "Hemen Rasûlüllah'a gidip durumu bildirelim" dedi. Ensarlı da: "Ama ben Münzir b. Amr'ın şehit edildiği bir meydandan ayrılıp gitmek istemiyorum. Onun Ölüm haberini yiğitlere götürecek durumda değilim" diyerek müşriklere saldırıp şehit olana dek çarpıştı. Onlar Amr'ı da esir aldılar. Amr onlara, kendisinin Müdar kabilesinden olduğunu söyleyince, Amir b. Tufeyl onu serbest bıraktı. Alnının saçını kısaltıp, güya anasının boynunda borç olarak bulunan "köle azat etme" yerine Amr'ı serbest bıraktığını iddia etti.
Amr b. Ümeyye yola çıkıp, Kanat önlerindeki Karkara denen yere geldiğinde Âmiroğullarından iki kişi gelip onun oturduğu gölgeye gelip onlarda oraya konakladı.
Âmir oğullarıyla Allah Rasûlü arasında yapılmış bir anlaşma ve birbirini koruma teahhüdü vardı. Ama Amr b. Ümeyye'nin böyle bir anlaşmadan haberi yoktu. Onlara "kimsiniz?" diye sordu. Onlar, "Âmiroğullanndanız" deyince, onların uyumasını bekledi ve uyuduklarında saldırıp ikisini de öldürdü. Böylece Âmiroğullarından, öldürülen ashabın intikamım aldığını sanıyordu. Amr b. Ümeyye oradan ayrılıp Rasûlüllah'm yanına geldiğinde durumu haber verdi. Rasûlüllah (s.a.v.) da "Sen iki kişi öldürdün ki ben onların diyetini ödeyeceğim" buyurup sonra da, "İşte Ebû'l Berâ'nın yaptığı iş bu. İşte ben bundan çekinip korkuyordum" buyurdu.
Efendimizin bu sözü Amr'a ulaşınca, Âmir oğullarının kendisine güvence vermesi onu müşkilata düşürdü. Rasûlüllah'm ashabından kimseye onun ve güvencesi yüzünden bir zarar gelmedi. (Tabert de, Peygambere bir zarar gelmedi, şeklinde) O seferde Âmir b. Füheyra da vurulunlar arasındaydı.[411]
İbni İshâk, Hişâm aracılığıyla babası Urve'den naklediyor.; Âmir b. Tufeyl daha sonra şöyle anlatmış: "Müslümanlardan biri öldürülünce göğe kaldırıldığını gördüm, hatta gökyüzünü onun önünde gördüğüm kim?" deyince; "bu Âmir b. Füheyra (r.a.)" dediler.[412]
Yine İbni İshâk, Cebbar b. Sülmâ b. Malik b. Ca'fer oğullarından birinden şunu nakleder: (Bu Cebbar, "Bi'ri Maûne" harbinde Âmir b. Tufeyl ile bulunmuş, sonra Müslüman olmuş biriydi.)
"Benim İslama girmeme sebeb olan şu hadise idi. Ben, o gün, Müslümanlardan birinin omuzlan arasına mızrak batırdım. Mızrağın ucunun göksünden çıktığım gördüm. Ben ona mızrağı saplayınca o, "Vallahi ben kazandım" dedi. Kendi kendime, "Kazanmadı! Ben adamı öldürmedim mi?" diye düşündüm. Sonra onun bu sözle ne demek istediğini sordum. "Şehitlik kazandı" dediler. Bende, "Allah'a yemin olsun ki kazandı" dedim.[413]
Sonra Hassan b. Sabit (r.a.), Ebû'l Berâ'nın çocuklarını Amir b. Tufeyl'i öldürmeye teşvik için şu şiiri söyledi:
1- Ey Cmmü'I Benîn[414] oğullan! Siz Necd halkının yücelerinden iken, sizi korkutmadı mı?,
2- Amir b. Tufeyl'in Ebû'l Berâyı himayeye almayı alay etmesi. Bile bile kasden yapılan hata olamaz.
3- Şeref peşinde koşan Rabîa'ya tebliğ et ki, benden sonra hangi musibetleri icra ettin.
4- Senin baban Ebû'l Hurub lakablı Ebû Berâ, Dayın Hakem b. Sa'd da çok şerefli biridir.
Hassan'ın bu şiiri Rabîa b. Âmir'e ulaşınca, gidip Âmir b. Tufeyle hücum edip mızrağını bacağına saplayıp öldürecek yere vuramadı. Amir atından düştü ve "İşte bu Ebû'l Bera'nm işidir. Ölecek olursam, kanım amcam'in kanma sayılıp ardına düşülmesin. Yaşarsam ne olacağına kendim karar vereceğim" dedi.[415]
Musa b. Ukbe derki: Ka'b b. Zeyd ölmeden cesedi ölülerin arasından alınıp götürüldü. Hendek günü yine şehit düştü.[416]
Hammâd b. Seleme, Sabit el-Bünânî aracılığıyla Enes (r.a.)'den naklediyor: "Bir takım adamlar Allah Rasûlüne gelip, "Bize Kur'an ve sünneti öğretecek insan gönder" dediler. Allah Rasûlü'de onlara Ensardan kendilerine Kurrâ adı verilen yetmiş kişiyi yolladı. İçlerinde dayım Haram b. Milhan'da vardı. Bunlar Medine'de geceleyin Kur'an okur, ders yapar ve eğitim görürler, gündüzleyin de su getirip Mescide koyarlar. Odun toplayıp satarak bunun parasıyla Mescid'in "SofYa"sında kalan gariban'a yiyecek alıverirlerdi.
Rasûlüllah (s.a.v.) işte bunları, o gelenlere muallim olarak gönderdi. Lakin onlar daha varacakları yere varmadan yollarım kesip onları öldürdüler. İşte bunlar öldürüleceklerini anladıklarında:
- Allah'ım! "senin bizden, bizim senden razı olduğumuz halde sana kavuştuğumuzu Peygamberine bizim adımıza sen ulaştır" diye niyaz ettiler.
Derken bir adam Haram b. Milhan'm arkasından ansızın gelip mızrağını arkasından saplayarak önünden çıkardı. Haram b. Milhan, "Ka'be'nin Rabbine yemin olsun ki, ben kazandım" dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.) Medine'de yanında bulunan arkadaşlarına:
" Kardeşleriniz şehid edilmişler ve: "Allah'ım! Biz senden, sende bizden razı olarak -şehid olup- sana kavuştuğumuzu Peygamberine tebliğ et" dediler buyurdu.[417]
Hemmam ve diğerleri îshak b. Abdullah b. Ebî Talha'dan naklediyor: Bana Enes b. Mâlik (r.a.) anlattı ki:
- Rasûlüllah (s.a.v.) Enes'in dayısı (Ümmü Süleym'in de kardeşi o-lan) Haram b. Milhân'ı yetmiş kişiyle beraber göndermiş, "Bi'ri Maûne" faciası günü onların hepsi şehîd edilmiş.
Müşriklerin reisi, Âmir b. Tufeyl idi. Bu herif, Allah Rasûlüne gelmiş ve, "Yâ Muhammed! Seni üç şeyden birini seçmende muhayyer bırakıyorum.
1- Sehl halkı, yani vadide oturanlar senin, Meder halkı da yani beldedekiler benim olsun.
2- Senden sonra yerine ben halife olayım.
3- Ya da (bin tane kızıl erkek deve, binde kızıl dişi deve ile veya) Gatafanlılardan bir milyon kişiyle, sana saldıracağım." demişti.
Bu Âmir, falan oğullarından (selûl oğulları) bir kadının evinde veba hastalığına tutulmuş ve: "tıpkı deve vebası gibi bir vebaya tutuldum bana atımı getirin" diyerek atına binip onun sırtında öldü.
Haram b. Milhan, topal biri (olan Ka'b b. Zeyd) ve falan oğullarından bir kişi daha yola çıktılar.[418] Haram onlara; "İkiniz bana yakın durun. Eğer bana güvence verirlerse siz yakın olmuş olursunuz, yok beni öldürecek olurlarsa gider arkadaşlarınıza katılırsınız" dedi.
Haram b. Milhan onlara gelip, "Allah Rasûlü'nün mektubunu size tebliğ etmem için bana güvence veriyormusunuz?" diye sordu, "evet" dediler. Böylece Haram, müşriklere anlatmaya başladı. Lakin onlar içlerinden birine işaret ettiler, oda arkasından gelerek mızrağı ona sapladı. Ravi Hemmam, "sanıyorum İshâk, "mızrak onu delip, ucu ön tarafından çıktı" demişti" diyor.
Bunun üzerine Haram; "Allahü Ekber, Ka'be'nin Rabbine yemin olsunki kazandım (şehitliği)" dedi. Topal olan Ka'b b. Zeyd dışında ki Müslümanlara yetiştiler ve onların hepsini öldürdüler.[419] Ka'b da dağın başında olduğu için kurtuldu.
Enes (r.a.) derki: Allah (c.c.) "Bizden Allah razı, bizi de kendinden razı etmiş olarak biz Rabbimize kavuştuk" âyetini indirdi. Sonra bu âyet mensûh (lafzı kaldırılan) lardan oldu. Peygamber (s.a.v.), Ri'al, Zekvan, beni Lihyan ve Usayya kabilelerine Allah ve Rasûlüne isyanları sebebiyle yetmiş sabah beddûâ etti.
Bu hadisi Buharı de rivayet edip "otuz sabah" demiştir ki doğrusu budur.[420]
Bu habere benzer bir hadisi Kata'de, Sabit ve diğerleri'de Enes'ten rivayet ederler. Onlardan biri hadisi daha kısa verir.[421] Süleyman b. Muğîre, Sabit el-Bünânî'den naklediyor:
- Enes (r.a.), ailesine bir mektup yazmış ve "Ey Hurra topluluğu, şahid olun!" demişti. Ben onun bu sözünü hoşlanmamışım gibi bir şey hissettim ve "sen onların ve babalarının adını da ansan daha iyi olmazmıydı," dedim. Enes (r.a.) bana: "Benim size "Ey kurra topluluğu!" demem de bir sakınca yok ki, size, Rasûlüllah (s.a.v.) zamanında kendilerine "Kurrâ" diye hitab edilen kardeşleriniz hakkında birşeyler anlatayım mı?" diyerek yetmiş tane Ensarhnm adım sayarak sözüne şöyle devam etti:
- Onlar, gece olunca Medine'deki "Muallim" e gelip ondan ders alarak orada yatarlardı. Sabah olunca gücü kuvveti yerinde olan ya odun toplar, yada tatlı kuyulardan su getirirlerdi. İşlerinden hali vakti biraz yerinde olanları da koyun satın alıp keserlerdi sonra bu getirdiklerini Rasûlüllah (s.a.v.)'m evlerinin kapılarına asarlardı.
Hubeyb şehid edilince, Rasûlüllah (s.a.v.) onları muallim olarak yollamıştı. İşlerinde dayım Hâram'da vardı. Bunlar Süleym oğullarına ait bir mahalleye (obaya) geldiler. Haram kendi başkanlarına; "bana müsade et de şu millete bizim kendilerine gelmediğimizi haber vereyim'de önümüzden çekilsinler" dedi. Haram onlara varıp, "biz size gelmiş değiliz, yolumuzdan çekilin" dediyse de içlerinden biri gelip ona mızrağı öyle sapladıki onu delip ucu öte tarafından çıktı. Mızrağı karnının içinde gören Haram: "Allahû Ekber, Ka'be'nin Rabbine andolsunki (şehitliği) kazandım" dedi. Müşrikler hemen onları kuşatıp hepsini öldürüp, durumu bildirecek kimse bırakmadılar.
Rasûlüllah'ın onlara üzüldüğü kadar başka birşeye üzüldüğünü görmemiştim. Sabah namazını her kılışında Rasûlüllahın ellerini kaldırıp onlara beddua ettiğini görürdüm. Daha sonra Ebû Talha bana, "dayın Hâram'm katilinden intikam almak istiyormusun?" dedi. Bende "O Allah'ın alacağı cam aldı" deyince, Ebû Talha: "sakın öyle birşey yapma, zira o Müslüman oldu" dedi.[422]
Ebû Üsâme, Hişam b. Urve -Urve- isnadıyla Hz. Aişe (r.a.)'den naklediyor:
- [Mekke'de bela iyice artınca Ebû Bekir de Medine'ye göç izni istedi. Rasûlüllah ona, "sen şimdi kal" buyurunca, "Yâ Rasûlellah! Sanada göç izni verileceğini umuyorsun galiba?" dedi. Efendimiz, "ben kesinlikle bunu ümid ediyorum" dedi.
Bir gün öğle vakti Allah Rasûlü gelip babama, "yanındakileri dışarı çıkar" deyince o, "iki kızım var başkası yok" deyince, Efendimiz, "farkına vardın mı? bana çıkış izni verildi," buyurdu. Ebû Bekir de, "Yâ Rasûlellah bana yol arkadaşlığı var mı?" deyince "evet" buyurdu. Ebû Bekir o zaman, "Yâ Rasûlellah! Yol için beslediğim iki devem var, deyip bunlardan Ced'â namlı deveyi Efendimize verdi. Develere binip Sevr'e geldiler ve orada gizlendiler.
Âmir b. Füheyra, Hz. Âişe'nin anadan kardeşi olan Abdullah b. Tufeyl b. Sehbera'nın kölesi idi. Ebû Bekre ait süt develerini güder, geceleyin süt develerini onlara getirip sağar, sabah tekrar otlağa gider, böylece çobanlardan hiç biri, ne yaptığını farkedemezdi. Sonra onları ta'kib ederek yola çıkıp onlarla birlikte Medine'ye geldi.
İşte bu Amir b. Füheyra, "Biri Mâûne" faciasında şehid edildi, Amr b. Ümeyye ed-Damrî'de esir düştü. Müşrik başı Âmir b. Tufeyl öleni gösterip "bu kim?" diye sorunca, Amr b. Ümeyye, "bu Âmir b. Füheyrâ'dır" dedi. Amir b. Tufeyl'de, "ben onu öldürüldükten sonra göğe kaldırıldığını gördüm. Sanki onunla yer arasında kalan gökyüzüne bakıyordum" dedi. Onların şehit olduğu haberi Nebî (s.a.v.)'ye gelince ashabına ölüm haberini duyurdu ve:
U D "Arkadaşlarınız şehid edildiler ve "Yâ Rabbî, bizim
senin için razı olduğumuza ve seninde bizden razı olduğunu kardeşlerimize sen haber ver" diye yalvardılar. Allah'ta Cebrail ile -onların haberini ulaştırdı" buyurdu. Hadisi Buharı rivayet ediyor.[423]
İbni İshâk derki: Hassan b. Sabit (r.a.) Ebû'l Berâ'mn oğullarını Amir b. Tufeyl'e karşı kışkırtarak şiir söylerdi.[424]
Bu mevzu üçüncüyü olaylarında da geçmişti.
Zührî bu gazvenin Uhut'tan önce olduğunu söylerken bir çok âlim de onun hem Uhut, hem de Bi'ri Mâûne olayından sonra olduğunu söyler.[425]
Bize İsmail b. Abdürrahman, Hasen b. Ali b. el-Hüseyn b. el-Bünn-Dedesi Ebû'l Kasım el-Mıssîsî- Abdürrahman b. Ebî Nasr- Ali b. Ebî'l Akıb Ahmed b. İbrahim -Muhammed b. Âiz- Velîd b. Müslim- Abdullah b. Lehî'a Ebû'l Esved- isnadı ile Urve'nin şöyle dediğini haber verdi;
"Rasûlüllah (s.a.v.) ashabından bir gurub ile beraber Nadıroğullarına, (Amr b. ümeyye ed-Damrî'nin öldürüldüğü) iki Kilablı şahsın diyetim ödemek için yardım istemeye gitti. Nadirlılar Efendimize: "Otur ya Ebe'I Kasım! Önce yemek ye sonra ihtiyacını alır gidersin" dediler...
İşte Urve, bundan sonra Benî Nadr gazvesi hadisesini anlatan hadisin tamamını nakleder ki, bu daha önce kitabımızda anlatılmıştı.
Vakidî ise bü kıssa hakkında şunları söylemektedir:
- Bana İbrahim b. Ca'fer, babasının şöyle bahsettiğini nakletti:
Benû Nadr yurtlarından -sürgün olarak- çıktıkları zaman, Amr b. Su'dâ denen adam gelip, Nadr'hlann mahallesini dolaşmış ve evlerin harab olmaya yüz tuttuğunu görmüştü.
Orada iyice bir düşünceye dalmış, sonrada Kureyza kabilesine geri dönmüş, onların hepsini borazanlarının ötmesi ile kilisede toplanmış olarak bulmuştu. Zübeyr b. Bâtâ ona: "Yâ Ebâ Saîd! O günden beri sen nerelerdeydin?" diye sordu. Amr b. Su'dâ, Yahudî dinindeki ulûhiyyet fikrini benimseyip, hiç kiliseden ayrılmayan biri idi. Bunun üzerine Zübeyr'e şöyle cevap verdi:
- Bu gün, imtihan edildiğimiz bir ibreti gözümle gördüm, kardeşlerimizin bu kadar yüce şeref, bu kadar yiğitlik, bu kadar izzet ve eşsiz akıl sahibi olmuş olmalarına rağmen evlerini ve yurtlarım ip ıssız, bomboş olarak gördüm!!. Onlar mallarını terkedip gitmiş de ona başkaları sahib olmuş, onlarsa yurtlarından pek zelil bir halde çıkıp gitmişler.
Hayır olamaz! Tevrat'a yemin ederim ki, Allah için, varlıklarına ihtiyaç duyulan hiçbir toplumun başına böyle bir bela musallat edilmemiştir. Bundan önce onların en şereflisi olan İbnü'l Eşrefi de aynı akıbete düçâr etmemişmiydi? Onun evinde tam bir güven ve emniyet vardı. Onların efendisi olan îbni Süneyne de aynı imtihana düşürmedi mi? Kaynukâ oğullarını, -Yahudilerin asıl dedeleri olmalarına rağmen-aynı zillete düşürüp yurtlarından sürdü.
Onlar güya muazzam bir silah ve güç sahibi, harp hazırlığı tam bir topluluk idi. Ama Muhammed onları öyle bir muhasara altına aldı ki, onlardan kafasını uzatan her insanı esir etti. Haklarında hükümler verildi de; Muhammed onları, Yesrib (Medine) şehrinden sürülmelerine razı olmak şartı ile serbest bıraktı.
Ey toplumum! Benim gördüğüm bu dehşetli, ibret âmiz hadiseyi sizde görüp anladınız. Sözümü dinleyin de haydi gelin Muhammed (s.a.v.)'e uyalım. Vallahi sizde kesinlikle biliyorsunuz ki; o bir Peygamberdir. Îbnü't-Teyhân ile İbnü'l-Havas Onun geleceğini bize müjdelemiş ve onun dini hakkında ma'lûmat vermiş idi. Yahudilerin en alimi o ikisi idi. Onlar tâ Kudüs şehrinden kalkıp bize gelerek Muhammed'in gelişinin yakın olduğunu bildirip ona itaat ve ittibâ etmemizi bize emretmişler ve bize kendilerinin selamını Muhammede bildirmemizi tenbih etmişler ve daha sonra dinleri üzere amel ederek ölmüşlerdi..."
Böylece Yahudi toplumu onun bu sözleri karşısında sus pus oldular. Amr da, bu ve buna benzer birçok sözünü onlara tekrar tekrar söyledi, onları harb, esirlik ve sürgün belası ile korkutup, yumşatmaya çalıştı. Bunun üzerine İbni Bata:
- "Vallahi ben Tevratta Hz. Muhammed'in sıfatını aynen Hz. Musaya indirilen asıl nüshada okudum. Ama o kısım bizim sonradan uydurduğumuz nüshalarda yoktu" dedi. Bunun üzerine orada bulunan Ka'b b. Esed ona:
- Peki Yâ Ebâ Abdirrahman! Seni Muhammed'e uymaktan alako-yan şey nedir? dedi. O da:
- Beni alıkoyan sensin! deyince Ka'b da ona: "neye ben olayım. Tevrat seninle Muhammed'in arasına engel olmuyorki" dedi. Zübeyr de ona:
- Bizim ahit ve akdimizi yapma görevi senindir. Sen Muhammed'e uyarsan biz de uyarız, sen reddedersen biz de reddederiz; dedi.
Amr b. Su'dâ kalkıp, Ka'b'ın yanma gelerek bu hususta ne konuştuklarını anlatmaya başlayınca Ka'b dayanamayıp sonunda:
- "Muhammed hakkında bendeki bilgi de senin anlattığından başka birşey değil, sadece nefsim başka birine uymayı pek sevmiyor" demek mecburiyetinde kaldı.
İbni İshâk bu konuda: "Benû Nadr gazvesi hicrî dördüncü sene Rabî'ü'l evvel ayında gerçekleşmişti, Nebî (s.a.v.) onları altı gün kuşatma altına aldı" demektedir.[426]
Yine îbni îshâk: "İçkinin yasaklandığına dair Kur'ân âyetleri bu yıl içinde indirildi" der.[427]
İbni İshak anlatıyor:
- Kureyzaoğulları ile yapılan sulh anlaşmasından sonra geçen altıncı ayın başlarında, Allah Rasûlü "Recî1" faciasında şehid edilmiş olan Hubeyb ve arkadaşlarının katillerini yakalamak isteğiyle, Benû Lihyan üzerine yürüdü. Lakin onları atlatıp şüphelendirmemek için şam tarafına gidiyormuş gibi gösterdi.[428]
Yûnus b. Bükeyr, îbni İshâk aracılığıyla, Abdullah b. Ebî Bekr b. Muhammed b. Hazm ve diğerlerinin bu hususta şöyle anlattıklarını rivayet eder:
- Hubeyb (r.a.) ile arkadaşları şehid edilince, onların kanlarının hesabını sormak üzere Allah Rasûlü Lihyan oğullarına saldırmak için aldatmaca bir manevra ile yola çıktı ve Şam tarafına giden yola koyu-
larak, insanlara sanki Lihyan oğullarına saldırmaya gitmiyormuş görüntüsü verdi. Yola devam ederek onların toprağına varınca konakladı. Lihyan oğulları, Hüzeyl kabilesine mensub bir boy idi. Oraya vardığı zaman onların bu gelişten korkarak, dağ başlarına kaçıp canlarını kurtarmaya çalıştıklarını gördü. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
"Buraya gelmişken Usfan'a kadar gidipte orada konaklasak çok iyi olacak. Kureyş böylece bizim Mekke'ye geldiğimizi görecek" buyurup ardından ikiyüz kişilik bir süvari gurubuyla yola çıkarak Usfan'a kadar geldi ve orada konakladı. Ardından da iki atlıyı gözetlemeye gönderdi. Onlarda "Kûra'ı'l ganîm" denilen (Usfan'dan sekiz mil ilerdeki) vadiye kadar gelip sonra Rasûlüllah'ın yanına döndüler.[429]
Ebû Ayyaş ez-Zurakî, "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in Usfan'da iken "korku namazı" kılmış olduğunu" anlatır.
Meğazî müelliflerinden birisi de, Lihyan gazvesinin Kureyza gazvesinden sonra vuku bulduğunu söylemektedir.[430]
ibni Ishâk anlatıyor;
- Bu olay, hicri dördüncü senenin Cemediye'l ûlâ ayında gerçekleşmiş olup, Gatafan kabilesine mensup olan Sa'lebe oğullarından Hasfa'ya yapılan seferdir.[431]
Muhammed b. İsmail el-Buharî rahmetullahi aleyh derki: "Zatû Rİkâ1 hadisesi Hayber seferinden sonra meydana gelmiştir. Zîra Ebû Musa Hayber seferinden sonra gelmişti. Yani bu Zatû Rikâ1 hadisesine katıldı. Ancak Hayber seferi sırasında gelip Müslüman olan Ebû Hüreyre(r.a.)idi."[432]
İbni İshâk hadiseyi şöyle anlatır:
- Bu gazvede Allah Rasûlü (s.a.v.) (Medine'den iki konak uzaktaki Sa'lebe oğulları yurtlarından) Nahl denen yere kadar giderek konakladı. Orada Gatafan'lılardan bir topluluğa rastladı. İki taraf birbirine yaklaştı isede, aralarında harb meydana gelmedi.
İnsanlar durumu görünce birbirlerinden çekinmişler ve Allah Rasûlü (s.a.v.) ashabına korku namazı kıldırmış, ardından onları geri götürmüştür.[433]
Vakidî derki: Bu gazveye, "Zatü'r Rikâ"' denmesinin sebebi, bu yerin kendisinin bir kısmında kırmızı siyah ve beyaz topraklar bulunan bir dağa yakın olmasından kaynaklanmış ve "zatü'r Rikâ" adım almıştır.[434]
Vakidî devamla şöyle anlatır:
- Rasûlü Ekrem (s.a.v.) Muharrem ayının onuncu günü, hicretinin kırkyedinci ayında yola çıkıp, Muharrem ayının bitimine beş gün kala (Medine'den Irak tarafına üç mil mesafe uzakta bulunan) Sırâr'a kadar geldi. Zatü'r Rikâ', Sa'd ve Şükra mevkileri arasında bulunan Nuheyl'e[435] yakın bir yerde idi.
Yine Vakıdî anlatıyor: Bana Dahhâk b. Osman, Ubeydullah b. Miksem aracılığıyla Cabir (r.a.) tan.... Yine Hişâm b. Sa'd da, Zeyd b. Eşlem aracılığıyla Câbir (r.a.) tan.... Yine Malik ve diğer bir âlim Vehb b. Keysân yolu ile Câbir (r.a.) tan şöyle dediğini haber verdiler:
- Birisi, Şam tarafında Ermenilere ait olan Nebat pazarından, satım hayvanlarını alıp Medine'ye getirmişti. Kendisine bu satım mallarını nereden getirdin? diye sorulunca, "Onu Necid'den getirdim. Yolda gelirken Enmar oğullarıyla Sa'lebe oğullarını gördüm, sizin için büyük bir gurup toplamışlar, sanıyorum ki siz onlardan uzak duruyorsunuz" dedi. Onun bu sözü Peygamber (s.a.v.)'e ulaşınca, ashabından dörtyüz kişiyi alarak (bir rivayette yediyüz kişiyi alarak) yola çıktı. Erat dağı eteğindeki Medîk köyü yoluna saptı. Orada Şukra vadisine indi ve bir kaç gün konakladı. Oradayken etrafa seriyyeler çıkardı. Gidenler geceleyin geri dönüp civarda kimseyi görmediklerini haber verdiler.
Sonra Nebî (s.a.v.) ile ashabı oradan hareket ederek bu Enmar ve Sa'lebe oğullarının yerlerine kadar geldi. Ama ortalıkta kimseler yoktu. Zîra hepsi dağ basma kaçışmış idi. İnsanlar birbirinden korkmuşlardı. İşte Peygamber (s.a.v.) orada ashabına "korku namazı" kıldırdı.
Abdü'lmelik b. Hişâm da bu isim hususunda şunu söyler, "Bu sefere "Zatû'r Rıkâ1 " denilmiştir. Zîra ashab bu seferde bayraklarını ya-mamışlardı. (da yamalı sefer dendi) Yine söylendiğine göre "Zatû'r Rıkâ'", orada bulunan bir ağacın adı imiş. Lakin anlaşılan o ki, bunlar birbirinden ayn iki sefer olsa gerek."[436]
Şuayb, Zührî'den rivayet ediyor: Bana Sinan ed-Dûdî ve Ebû Seleme'nin, Câbir (r.a.)'den nakline göre; Cabir (r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte Necd tarafına bir sefer yapmış. O durunca Cabir de durmuş. Büyük ağaçlı bir vadiye vardıklarında öğle uykusu bastırmıştı. Nebî (s.a.v.) orada konakladı. Ashab da ağaçların altında göl-
gelenmek üzere dağıldılar. Nebî (s.a.v.) kılıcını astığı bir ağacın altında biraz uyku kestirdi. Bizde biraz uyumuş idik ki, birden Rasûlüllah (s.a.v.)'m bize çağırdığını duyduk. Hemen davetine koştuk, baktık ki yanıbaşmda bir bedevi oturuyor. Nebî (s.a.v.) bize:
- "Şu herif ben uyuyorken kılıcımı almış. Birde uyandımki kılıcım kından sıyrılmış halde onun elinde. Bana; "seni benden kim kurtarabilecek?" dedi. "Allah" dedim. Bu da kılıcı kımna sokup oturdu" diye anlattı. Rasûlüllah (s.a.v.) bu adamı cezalandırmadı. Halbuki o böyle birşey yapmıştı.
Bu Buharı ve Müslim'in ittifak ettiği bir haberdir.[437]
Ebû Avâne'nin Ebû Bişr'den rivayetine göre bu bedevinin adı, "Ğavras b. el-Hâris" imiş.
Sonra bu Ebû Bişr, Süleyman b. Kays yolu ile Câbir (r.a.)'den şöyle dediğini rivayet ediyor:
Rasûl'ü Ekrem (s.a.v.) Nahl denen yerde, Hasfa'nm savaşçıları ile çarpıştı. Bunlar Müslümanları makbul gördüler. İçlerinden adı Ğavras b. el-Hâris olan birisi gelerek Rasûlüllah (s.a.v.)'ın başucunda kılıcını çekerek durdu ve "seni benden kim kurtarabilecek?" dedi. Nebî (s.a.v.)'de, "Allah" deyince, kılıç adamın elinden düştü. Kılıcı alan Allah Rasûlü onu, "ya seni benden kim kurtaracak?" buyurunca adam yalvararak "sen kılıcı alanların hayırlısı ol!" diye yalvardı. Nebî (s.a.v.): "Sen Allah'dan başka ilah olmadığına, benim onun Peygamberi olduğuma şehadet edermisin?" buyurunca adam; "hayır! lâkin sana karşı savaşmayacağıma, sana karşı savaşan bir toplulukla beraber olmayacağıma sana söz veririm" deyince Nebî (s.a.v.) adamı serbest bıraktı. O da arkadaşlarının yanma giderek, "ben yanınıza, insanların en hayırlısının yanından geldim" dedi.
Sonra Cabir Nebî (s.a.v.)'nin her iki taifeye de "korku namazı" kıldırdığını haber verdi.
İnşallah bu sahih bir hadistir.[438] Bekkâî, İbni İshâk'tan naklediyor:
- Bana Vehb b. Keysân Câbir b. Abdillah (r.a.)'m şöyle dediğini haber veriyor: Ben Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraber zayıf deveme binerek, Nahl tarafındaki Zati'r Rıkâ gazvesine gittim. Rasûlüllah kafileyi yola koyup kendi beklerken arkadaşlarım ilerledikçe ben geri kalıyordum. Rasûlü Ekrem bana yetişip: "Yâ Câbir! Sana ne oldu?" buyurdu. Bende;
- Yâ Rasûlellah! Devem beni arkadaşlarımdan geri koyuyor, dedim. Efendimizde, "Onu ıhtır" buyurdu.
- Cabir devamla devenin kıssasını anlattı.[439]
Mûsâ b. Ukbe, İbni Şihâb-i Zühri yoluyla Urveden naklediyor: - Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû Süfyan'a verdiği harp sözünü tutmak için Müslümanları Bedre doğru yola çıkardı, Nebî (s.a.v.) tam bir sadakat sahibi ve sözünün eri idi. Şeytan insanlardan bir takım dost edindiği kimseleri alıp insanlar arasında dolaşarak, "Onların size karşı tıpkı gece gibi (karaltısı etrafı kaplayan) bir ordu topladığını, sizinle karşılaşıp kökünüzü kazımak arzusunda olduklarını haber aldık. Sakın ha harbe gitmeye kalkmayasınız" diyerek Müslümanları korkutmuştu. Lakin Allah (c.c.) Müslümanları şeytanın bu ürkütmesinden korumuş, onlar Allah ve Rasûlünün harp çağrısına icabet ederek yanlarına satacak mallarım da alarak yola çıkmışlardı. Müslümanlar:
- Eğer Ebû Süfyan'a rastlarsak ne ala, zaten onunla çarpışmak için yola çıkmış idik, yok eğer ona rastlamazsak, Bedir panayırında mallarımızı satarız, diye düşünüyorlardı.[440]
Ebû Süfyan söz verdiği gün Bedre gelmedi. Ne kendisi ne de arkadaşları yola çıktı.
Bu arada kendi ile Müslümanlar arasında güvenlik anlaşması bulunan Damraoğullarından bir adam kalkıp geldi ve: "Vallahi sizden harptan geri kalan hiç kimse olmadığı haberini aldık, siz şu panayır halkına ne yapacaksınız?" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.), Kureyşli düşmanlarına ulaştırılmasını arzulayarak:
- "Bizim onlara yapacağımız şey Ebû Süfyan ve arkadaşlarına bir yıl evvel verilen "burada karşılaşıp çarpışma yapmak sözüdür." Bununla beraber diliyorsan sana ve kavmine anlaşmanızı geri verip sizinle çarpışmaya da girelim" buyurdu. Damra oğullarının bu kişisi bunu duyunca: "Allah korusun" dedi.[441]
Urve b. Zübeyr devamla derki: Anlattıklarına göre İbnü'l Hüman Kureyş'in yanına gelip: "İşte Muhammed ile arkadaşları anlaştığınız yer ve günde gelmiş sizi bekliyorlar" dedi. Ebû Süfyan'da: "Vallahi Muhammed sözünü tuttu" dedi. Birden müşrikler ürküp mallarını topladılar. İçlerinden elini çabuk tutan avını vurdu. Efendimiz onlardan hiç kimseden bir okkadan aşağısını kabul etmedi.
Sonra Allah Rasûlü yoluna devam edip, Usfan Mevkiindeki "Mecenne" denen yer de Allah'ın dilediği kadar ikamet etti. Sonra Efendimiz ve arkadaşları durumu istişare ettiler. Ebû Süfyan onlara: Size uygun olan şey sadece develerinizi otlatacağınız ve sütünü içebileceğiniz otlu bir koyak lazım" dedi ve ardından Mekkeye döndü. Allah Rasûlü de Allah'ın kendine in'am ve ihsan ettiği nimetleri alarak Medine'ye avdet etti.
_Me£â;
Bu Gazve'ye "Ceyşü's-Sevîk" gazvesi de denilmektedir. Hicretin dördüncü senesinde Şa'ban ayı içerisinde vuku bulmuş idi.[442]
Bu konuda Vakidî şöyle demektedir:
Küçük Bedir harbi de denilen Bedrü'l Mev'id seferi, Peygamberimizin Medine'ye hicretinin kırkbeşinci Zilka'de ayı başlarında yapılmış idi. Allah Rasûlü ashabından bin beşyüz kişilik bir kuvvet ile yola çıkmış, Medineye de
Abdullah b. Ravâha'yı Vali ta'yin etmiş idi.
Bedir panayır mevsiminde arablar Zilkade ayının birinci gününden sekizinci gününe kadar ticaret için toplanırlardı. Müslümanlar orada sekiz gün eğleşip eşyalarım sattılar ve bir dirheme bir dirhem kazanarak Allah'ın ni'met ve lutuflarım kazanarak geri döndüler.[443]
Musa b. Ukbe anlatıyor:
Hendek harbi, dördüncü hicri yılın Şevval ayında yapıldı. İbni İshâk ise, "beşinci hicri yılın Şevval ayında yapıldı" der. Doğrusunu Allah bilir.[444]
İbni Ömer (r.a.)'ın; "Ondört yaşında iken Uhud'a katılmak için ortaya çıkınca, Peygamber (s.a.v.)'in ona müsade vermeyip, Onbeş yaşında iken Hendek harbinde tekrar harbe girmek için, Efendimizin huzuruna gelince kendine İzin verdiğini" belirten sözü, yukardaki görüşlerden birincisini daha doğru olacağını takviye ediyor. Lakin bu takviye bizim aşağıda anlatacağımız beşinci yıl olaylarıyla red edilmektedir.[445]
Bu yıl içinde Rasûlüllah (s.a.v.)'ın kızı Rukiyye (r.a.)'nin oğlu Abdullah vefat etmiş ve bizzat kabrine koymak için babası mezarın içine inmiş idi.
Yine bu senenin Şa'ban ayında, Hz. Ali (r.a.)'nin oğlu Hüseyin (r.a.) doğmuş idi.
Yine bu yıl, Asım b. Sabit b. Ebî'l Aklah ile arkadaşları da öldürülmüş idi ki, bu daha önce anlatılmış idi.
Asim'ın künyesi Ebû Süleyman olup dedesinin adı el-Aklah Kays b. isme b. Benî Amr b. Avf tır. Şair Ahvas b. Abdillah b. Muhammed b. Asım b. Sabit onun torunlarmdandır.
İşte bu Âsim adı geçen okçulardan idi. Uhut günü çok dirayet gösterip nice kâfir öldürmüş idi. Bu zat Bedir harbinde de bulunmuş idi.
Bi'ri Maûne faciasında ashab-i kiramdan, Âmir b. Füheyra (Ebû Bekr'in Kölesi) da şehit edilmiş idi. Bu zat Muhacirin'in ileri gelen büyüklerinden idi.
Kureyşlilerden de Hakem b. Keysan el-Mahzûmî ile Nati b. Bûdeyl b. Verkâ es-Sehmî öldürülmüş idi.
O gün Ensarlı Müslümanlardan el-Hâris b. Summe b. Amr b. Atik b. Mebzul Ebû Saîd şehid olmuş idi.
Muhammed b. İbrahim et-Teymîrden nakledildiğine göre; Nebî (s.a.v.) Haris b. Samme ile Suheyb (r.a.)'i ahiret kardeşi ilan etmiş idi.
Vakidî, "Haris Uhud harbine katılmış, Rasûlüllahla birlikte o harpte geri kaçmadan sebat gösterip efendimize ölüm sözü üzere biat etmiş idi. Orada Osman b. Abdillah b. el-Muğîreyi öldürmüş idi.
Misver b. Rifâ'a'dan nakledildiğine göre, Haris, Rasûlü Ekrem (s.a.v.) ile Bedir harbine gitmiş idi. Ravha mevkiine vardıklarında ayağı kırılmış, Rasûlüllah'da onu Medineye geri yollamış ve Bedir harbi ganimetlerinden ona hisse ayırıp, sevabını kazandığını da açıklamış idi.
İbni Sa'd "Onun Medine ve Bağdatta neslinden gelen zürriyetî hala mevcuttur" demektedir.
Haram b. Milhan'a gelince: Bu Milhan'm asıl adı Mâlik b. Halid b. Zeyd b. Haram b. Cündüb b. Amir b. Ganm b. Adiyy b. Neccar'dır, Bu zat Bedir harbinde bulundu. Aynı zamanda Ümmü Süleym'in kardeşidir. Bi'ri Ma'ûne faciasında yaralandığı zaman; "Ka'be'nin Rabbine yemin olsun ki ben Cenneti kazandım" demiş idi. Allah ondan razı olsun.
Atiyye b. Amir, Dînar oğullarmdandır. Bu zatı ben îbnü'l Esîr'in "Üsdü'l Gabe adlı" sahabeleri belirten kitabında göremedim.
Münzir b. Amr b. Humeys b. Harise b. Levzan b. Abdi Vûdd es-Sâıdî'ye gelince, bu zat Akabe gecesinde Peygamberimize ilk biat eden, Nukûbâ (Delege, temsilci) olan biridir. Hem Bedir hemde Uhut harbinde bulundu, Huneyn de savaştı. "Mü'nık Li-yemût1 "ölüme boyun veren" diye tanındı.
Enes b. Muâviye b. Enes. Necar oğullarından biridir. Ebû Şeyh b. Sabit b. el-Münzir ve Sehl b. Âmir b. Sa'd dan her ikisi de Benî Neccâr kabilesindendir.
Muâz b. Münâıs ez-Zurakî el-Bedrî ile Urve b. es-Salt es-Selemî de Ensar ile güvenlik anlaşması olan kimseler idi.
Malik b. Sabit ile kardeşi Süfyan da Nebît oğullarmdandır.
İşte haklarında: "Rabbimiz bizi razı edip, bizden de razı olarak Rabbimize kavuştuğumuzu, sağ kalan kavmimize tebliğ edin" hükmü indirilen (bir müddet okunup sonra neshedilen) ve Bi'ri Maûne faciasında öldürülen yetmiş şehid arasında adları ezberlenebilen zatlar bunlardır.
Söylendiğine göre, onlar yirmi iki süvari olup herhalde hadiseyi anlatan ravi yayaları değilde süvarileri saysa
Zehebinin burada "Doğrusunu Allah bitir" demesinin sebebi, Saîd b. Müseyyeb'm sahabe olmayıp tabiinden olduğu için haberin mürsel olmasındandır.
Bize ismail b. Ebî Amr, İbnü'l Bünn -Dedesi- Ibnü Ebî'l Ula- Ibnü ebî Nasr -îbnü Ebî'1-Akab- Ahmed b. el-Büsrî -Muhammed b. Âiz-Hacve b. Müdrak el-Gassânî -Hasen b. Umare- Hakem- Miskem isna-dıyla, Abdullah b. Abbas (r.a.)'ın şöyle dediğini haber verdi:
- Mülâıbü'I Esirme Iakablı, Âmir b. Malik, Rasûlüllah (s.a.v.)'a "bana yaamda bulunanlardan bir gurup yollada senin dinini bana tebliğ
etsinler, onlar benim güvencem ve korumam altında olacaktır11 diye haber saldı.
Rasûlüllah (s.a.v.) de Münzir b. Anın yirmi iki atlı ile ona yolladı. Bunlar Amiroğulları topraklarına yaklaştıklarında bunlardan Münzir dört kişiyi oradaki suya yolladı. (Bir rivayette onlardan birine yolladı deniyor.) Amir b. Tufeyl denen herif onların geldiğini duyup hemen yanlarına gelerek, onlarla çarpışıp onları şehit etti. Az sonra, Münzir'in suya yolladığı bu dört kişi, topluluğun olduğu yere geri geldiler.
Oraya yaklaştıklarında birde ne görsünler!!, bir sürü kartal onların etrafında uçuşurken! "Biz halka halinde uçuşan kartallar görüyoruz. Sanıyoruzki, her halde arkadaşlarımız öldürülmüşler" dediler.
Oraya vardıklarında içlerinden ikisi: "Bu günden sonra şehit olmak istemiyoruz, olacaksa bu gün olsun" deyip müşriklerle ölünceye kadar çarpıştılar. Diğer ikisi ise geri dönüp Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yanma gittiler. Yolda Amiroğullanndan iki adama rastlayıp, kimden olduklarını sordular. Onlarda kim olduklarını söyleyince bunlarla çarpışıp ikisinide öldürdüler ve yanlarındaki silah ve eşyaları da aldılar. Yola devamla Rasûlüllah'in yanına gelip arkadaşlarının ve amirli iki kişinin durumunu ona haber verdiler. O iki adamdan ele geçirdikleri mallan da Peygambere teslim ettiler. Peygamberimiz o eşyalar arasında bizzat kendisinin o iki Amirliye hediye olarak giydirdiği iki elbiseyi görüp tanıdı ve;
"Bu ikisi bizim güvencemiz altına girmiş idi" buyurup, onların kan diyetini kavimlerine, iki hür Müslüman'ın kan diyeti mikdarı kadar ödedi.
Şair Hassan b. Sabit (r.a.), Amir b. Malik'in ölümünden sonra oğlu Rabîa'yı teşvik için.
"Ey Ümmü'l Benîn oğullan! Sizi korkutmadım!" diye devam eden beyitleri söyledi.
Bunu duyan Rabî'a; "Âmir'e saplayacağım bir mızrak darbesi, Hassân'ın benden memnun olmasını sağlar mı?" deyince "evet" cevabım aldı ve Âmire hücum ederek ona mızrağım sapladı. Lâkin Âmir bu yara ile yaşamaya devam etti.
Aynı yıl içinde Peygamberimizin eşi, Mü'minlerin annesi, Huzeyme b. Haris b. Abdillah b. Amr b. Abd-i Menâf b. Amir b. Sa'sa'a kızı el-Kaysî el-Hevâzenî ei-Amirî, el-Hilâlî kızı Zeynep el-Kaysiyye, el-Hevâzeniyye, el-Âmiriyye, el-Hilâliyye (r.a.) vefat etmiş idi. Fakirlere çok yardımda bulunduğu için kendisine "yoksullar anası" denirdi.
İlk önce Tufeyl b. Haris b. el-Muttalib b. Abd-i Menâf ile evlenmişti. Tufeyl sonra onu boşaymca kardeşi onu Ubeyde b. el-Hâris ile evlendirdi. Ubeyde'nin Bedir de şehit olması üzerine de, hicretin ü-çüncü yılı Ramazan ayında onu Allah Rasûlü (s.a.v.) nikahladı. Sahih olan görüşe göre Efendimizin nikahı altında sekiz ay kalmıştır. Onun ölümünün Rebîü'l âhir ayının sonlarında olduğuda söylenmektedir. Cenaze namazını Nebî (s.a.v.) kılmış ve Bakî mezarlığına defhetmiştir. Otuz yaşlan civarında idi.[446]
Yine bu yıl Nebî (s.a.v.) Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme lakablı, Ebû Ümeyye kızı Hind ile evlendi. Ebû Ümeyye'nin adı Huzeyfe idi. Süheyl'di diyende var. Bu zat "Zâdür-râkib", diye çağrılırdı. Babası Kureyş'in Mahzûm boyundan Abdullah b. Ömer b. Mahzum oğlu el-Muğîre idi. Ümmü Seleme (r.a.) Efendimizden önce Rasûlüllah'ın halası oğlu Ebû Seleme lakablı Abdullah b. Abdil Esed b. Hilâl b.
Abdullah b. Ömer b. Mahzum ile evliydi. Annesi Berra binti Abdü'l Muttalibdir.
Ebû Seleme Habeşistan'a eşiyle beraber gitmiş ve orada Ebû Selemeden kızı Zeynebi doğurmuş idi. Ebû Seleme'den, Seleme, Ö-mer ve Dürre adlı çocukları oldu. Ebû Seleme, Peygamberimizin süt kardeşi olmaktadır.
Ebû Lefreb'in cariyesi Süveybe; hem Efendimizi hem Ebû Seleme'yi hemde Hamza'yı emzirmiş idi. Rivayete göre ilk iman eden on kişinin hemen ardından iman etmiş ve Habeşistana göçen ilk muhacir olmuştu. Sonra da Medineye hicret eden ilk Sahabî'de o idi. Allah'a doğru yola çıkınca, onun gözlerini elleriyle kapatan Hz. Peygamber idi. Efendimiz ona dûa etti. Uhut savaşında derin bir yara almış ve yara şişip azmış olduğundan dördüncü yılın Cemadiyel ahir ayında vefat etti.
Ebû Seleme öldükten sonra, Ümmü Selemeyi Nebî (s.a.v.) Şevval ayı giripde iddeti bitince nikahı altına aldı. O kadınların en güzellerinden biriydi. Peygamberimizin en son vefat eden hanımı o olmuştur.
Efendimiz (s.a.v.) Ümmü Seleme ile izdivacından bir kaç gün sonra halasının kızı ümmü Hakem lakablı Zeyneb bin Cahş b. Riâb el-Esedî (r.a.) ile evlendi. Asıl adı "Berra" iken ona Zeyneb adını verdi. O ve bacıları Medineye göç eden Muhacirlerdendir. Anneleri Abdü'l Muttalib kızı Ümeyme'dir. Hakkında, O "Zeyd ondan evlilik konusundaki alacağını alıpta (onu boşayınca) onu seninle evlendirdik" (Ahzab Sûresi âyet; 37) âyeti inen işte bu Zeyneb'dir.
Zeyneb (r.a.) Efendimizin diğer hanımlarına karşı üstünlük iddi e-der ve "sizi aileniz evlendirdi, beni ise Allah semadan verdiği hükümle evlendirdi" der idi.
Yine hicri dördüncü yılda "hicab âyeti" olan "Ey iman edenler Peygamber evlerine size izin verilinceye kadar.... girmeyin" (Ahzab; 53) âyeti indirildi. Efendimiz onunla evlendiği zaman Zeynep (r.a.) otuz beş yaşlarında idi.
Yine bu yıl içinde Nebî (s.a.v.) Zina eden Yahudi erkek ile Yahudi kadım (tevrat'a göre) recm etti.
Aynı yıl Sa'd b. Ubade'nin (r.a.) annesi vefat etmiş idi ki, o esnada Peygamberimiz bir seferde olduğundan Medinede yoktu. Oğlu Sa'd, Peygamberimizle birlikte idi.
Kata'denin, Saîd b. Müseyyeb'den nakline göre Said, "Nebî (s.a.v.), Sa'd'ın annesinin kabrine bir kaç ay sonra gelerek namazını kılmıştır" der ki, doğrusunu Allah bilir.[447]
Muharrem ayının onuncu günü olunca Rasûlüllah (s.a.v.) Sefer için yola çıktı. Bu görüş Vakıdî'nindir ki, dördüncü yıl olaylarında anlatılmış idi. İbni İshâk ise bu gazvenin hicri dördüncü yılın Cemadiyel-ÛIa ayında yapıldığını iddia etmektedir.[448]
Buraya Dûme denilmesinin sebebi İsmail (a.s.)'in oğlu "Dûmî'nin" evinin orada olmasındandır. "Devme" ise Arabistan'da başka bir yerdir.
Bu sefer Rabîü'l evvel ayında meydana gelmiştir.
Nebî (s.a.v.) oraya ulaşmadan yoldan geri dönmüş ve hiçbir çarpışma olmamıştır.
Medaînî ise şöyle der: "Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) yola Muharrem a-yında çıktı. Maksadı Dûme'deki Ukeydir'i yakalamak idi. Ukeydir, Nebî (s.a.v.)'nin geldiğini duyunca kaçmış Peygamberimiz de geri dönmüştür.
Vakidî anlatıyor: Bana îbni Ebî Sebra, Abdullah b. Ebî Lebid aracılığıyla Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan, yine Abdurrahman b. Abdü'lazîz de Abdullah b. Ebî Bekr ve diğer âlimlerden şöyle dediklerini haber verdiler:
- Rasûlüllah bu seferinde, Rum Kayserini korkutmak için Şam mıntıkasına iyice yaklaşmak arzu ediyordu. Kendisine, "Dumetû'l Cendel de büyük bir topluluk bulunup oradan geçenlere zulmettikleri" haber verilmiş idi. Orada bir panayır ve çok tüccar vardı.
Rasûlüllah bin kişilik bir Müslüman ordusu ile yola çıkıp geceleri hareket ediyor, gündüzleri de gizleniyorlardı. Kılavuzu Mezkûr el Uzrî denen biri idi. Onları yolundan saptırdı, nihayet Dumetû'l Cendel ile kendi arasında güçlü biri için bir günlük mesafe kalmış idi ki, kılavuz; "Yâ Rasûlellah! Onların otlak hayvanları yanıbaşımzda otlar, siz burada kalsamzda bir bir kontrol edip gelsem" dedi. Mezkûr gidip bakınca Hayvanların izlerini buldu ve yerlerini anladığından hemen geri geldi. Nebî (s.a.v.) ve arkadaşları onlara hücum edip yakalayabil-diklerini yakaladılar. Lakin haber hemen Dumetü'l Cendel-e ulaştığı için oradakiler dağılıp kaçıştı, Nebî (s.a.v.) de döndü.
Dume, Medine'den onaltı günlük mesafede olup Dume ile Şam di-yan arası, iyi bir yürüyücü için beş gecelik yoldur. Küfe ile arası ise yedi gecelik bir yoldur. Hurma ağaçlarıyla dolu bir arazi olup, arpa ve diğer hububat elde ederler. Su develeri ile sulama işini görürler. Orada akan bir pınar da mevcuttur.[449]
Bu seferin diğer bir adı da "Benî Müstalık" seferidir. Hicrî beşinci yılın Şa'ban ayında yapılmıştır. Böyle olduğu sahih, hatta kesindir.
Vakidî sefer hakkında; "Bu gazveye giderken Nebî (s.a.v.) Medineye Zeyd b. Harise (r.a.)'yi vali tayin etmiş idi. Bana Şuayb b. Abbâd'ın Misver b. Rifâa'dan naklettiğine göre, Rasûlüllah (s.a.v.) yediyüz kişilik bir kuvvetin başında bu yolculuğa çıkmıştır" demektedir.[450]
Yunus b. Bükeyr İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Muhammed b. Yahya b. Habbân, Asım b. Ömer ve Abdullah b. Ebî Bekr üçlüsü konuyu şöyle anlattılar: "Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.)'e, Benî Müstalık kabilesinin Müslümanlar aleyhine asker topladığı haberi ulaşmış, Peygamberde hemen oraya doğru yola çıkmış idi. Onların komutanı Efendimizin eşi Cüveyriyye (r.a.)'nin babası olan Haris T?. Ebî Dırar idi.
Rasûlü Ekrem yola devam ederek Müstalık oğullarına ait sulardan biri olan Müraysî1 suyana kadar ulaştı. Onlarda Rasûlüllah'a karşı hazırlandılar, insanlar yüzyüze çarpışmaya başladılar. Kısa bir süre sonra Nebî (s.a.v.) Müstalık oğullarını bozguna uğrattı ve pek çoğu kılıçtan geçirildi, çocukları, kadınları ve mallarına el koydu. Rasûl-ü Ekrem Kudeyd ve Sahil taraflarından.
Vakidî, Ma'mer ve diğerleri aracılığıyla şunu naklediyor: Huzâaya mensub olan Müstalık oğulları, Far'a taraflarına göçerlerdi. Onların Müdlic oğullan ile güvenlik anlaşması vardı. İdarecileri Haris b. Ebî Dırâr idi. Bizzat kendisi Kavminin başına geçip gücü yeten herkesle beraber oraya geldi. Atlarım ve silahlarını, Peygamberle savaşa gitmeye hazırlanmak için sattılar.
Vakidî derki: Bana, Saîd b. Abdillah b. Ebî'l Ebyad, babası aracılığıyla, Peygamberimizin hanımı Cüveyriye validemizin cariyesi olan ninesinin şöyle dediğini anlattı: "Cüveyriye (r.a.)'yi şöyle derken duydum:
- Biz Müreysî denen suyun başında iken, Rasûlüllah (s.a.v.) yanımıza geldi. Babamı şöyle derken duyuyordum: "Asla gücümüzün yetmeyeceği birşey bize geldi." Cüveyriye derki: Ben çokluğu yüzünden sayıp anlatamayacağım kadar insan at ve silah görüyordum. İslâm'a girip te, Rasûlüllah beni nikahına alınca geri dönüyorken, ben Müslümanlara bakmaya başladım. Artık daha önce gördüğüm gibi (çok) değillerdi. Anladım ki, önceki anları çok görmemiz Allah'ın indirdiği bir korku idi.
Onlardan biri Müslüman olmuş ta: "Vallahi biz besili (bembeyaz) atlar üzerinde beyaz insanlar görüyorduk ki; onları ne önce, ne de daha sonra hiç görmemiş idik" diyordu.
Vakidî devamla derki: Allah Rasûîü suyun başında konaklayıp kendisine deri çadırı kuruldu. Beraberinde Aişe ve Ümmü Seleme (r.a.)'lerde vardı. Rasûlüllah (s.a.v.) arkadaşlarım saf halinde dizip, sonra da Ömer (r.a.)'i tellal tayin edip, müşriklere giderek onlara; "Lâ ilahe illallah deyin ki, bu kelime ile kendinizi ve canınızı koruyun" demesini emretti. Ömer bu emri yerine getirdi. Lakin onlar kabul etmediler. İlk oku müşriklerden biri attı. Müslümanlarda bir saat onları ok yağmuruna tuttu. Sonra Allah Rasûlü ashabına hamle yapmalarını emretti, onlarda saldırdılar. Onlardan kurtulan hiç kimse olmadı, onlardan on tanesi katledildi, diğerleri esir edildi. Müslümanlardan da bir kişi şehîd oldu.
İbni Avn anlatıyor: Ben Nafıye mektup yazarak harpten önce yapılan duayı sordum da, bana cevaben yazdı ki, "bu dûa İslâm'ın ilk yıllarındaki savaşlarda yapılırdı. Rasûiüllah (s.a.v.) Mustalıkoğullarma hücum etmişti. Onlarda hücum halindeydi. Havranları su başında sulanıyordu. Savaşçıları öldürüldü, kadın ve çocukları esir düştü. O gün sanıyorum Cüveyriye de yakalanmıştı. Bunu bana İbni Ömer (r.a.) söylemişti. O da bu orduda bulunuyordu.
Bu hadis Buharı ve Müslim'in ittifakla naklettiği bir hadistir.
İsmail b. Ca'fer, Rabîatü'r Rey - Muhammed b. Yahya b. Habban-Ebû Muhayriz aracılığıyla Ebû Saîd el-Hudrî'nin şöyle dediğini anlatıyor:
- Rasûiüllah (s.a.v.) İle birlikt Mustalık oğulları gazasına gittik. Arablarm en mükerremlerini esir aldık. Sefer uzadığından, bekarlığımız uzamış ve esir kadınlarla evlenme arzumuz başlamış olduğundan, biz hem bu kadınlarla Cima' yapmak, hemde çocuk olmasın diye (meniyi dışa boşaltarak) azil yapmak istemiş idik. Mevzuye Rasûlülİah (s.a.v.)'e sordukta bize:
"Böyle bir şeyi yapmamanız sizin üzerinize bir hüküm değildir, yani yapsanız ne değişirki, Allah'ın yaratmayı arzu ettiği her canlı kıyamete kadar mutlak meydana gelecektir" buyurdu.
Bu hadis Kuteybe'nin İsmail den rivayet ettiği Buharı ve Müslim'in ittifakla naklettiği bir haberdir.[451]
Yûnus, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Muhammed b. Ca'fer b. Ez-Zübeyr, Urve aracılığıyla Hz. Âişe (r.a.)'dan şöyle dediğini anlattı:
- Rasûiüllah (s.a.v.) Mustalıkoğulları esirlerini taksim ettiğinde Cüveyriye, Sabit b. Kays b. Şemmas'ın ya da onun amcaoğlunun hissesine düşmüş ve hürriyetini almak için onunla yazılı anlaşma yapmıştı. Cüveyriye son derece güzel ve tatlı bir hanım olup, onu gören kimse cezbesine kapılmaktan kendini kurtaramazdı. Cüveyriye anlaşma parasını ödemesine yardım istemek için Rasûiüllah (s.a.v.)'e geldi. Vallahi, onu görür görmez (kıskançlığım tutarak) Cüveyrİye'den hoşlanmadım, kendi kendime, "Şimdi bunu, Rasûiüllah da benim gördüğüm gibi görecek" dedim.
Cüveyriye, Rasûlüllah'm yanma girince; "ben bu kavmin lideri el-Haris kızı Cüveyriye'yim. Başıma gelen bela sence de gizli değildir. Ben kendimi kurtarmak için sahibimle yazılı anlaşma yaptım, bana yardımcı ol" dedi. Onu dinleyen Peygamberimiz:
"Bu istediğinden daha hayırlısını vereyim mi? Senin anlaşma borcunu ödeyeyim ve seni nikahım altına alayım mı?" buyurdu. O da, "evet" deyince Allah Rasûlü onun borcunu ödeyip nikahladı.
Rasûlüllah'm onunla evlendiği haberi duyulunca, ashab-ı kiram; "Mustalık oğullan artık Allah Rasûlünün kayınları sayılıyorlar" diyerek ellerine geçirmiş oldukları Mustalık oğulları esirlerini salı-
verdiler. Cüveyriye sebebiyle Mustalık oğulları hanesi azad olmuş oldu.
Ben, kendi kavmi için Cüveyriyeden daha fazla bereketi olan birini tanımıyorum. Onun asıl adı "Berra" idi, Rasûlüllah (s.a.v.) ona "Cüveyriye" adım verdi.[452]
Yine Yûnus, İbni İshâk'tan rivayet ediyor: Bana Muhammed b. Yahya b. Habban, Abdullah b. Ebî Bekr ve Asım b. Ömer b. Katâde Mustalıkoğulları kıssasında şunu anlattılar:
- Henüz Nebî (s.a.v.) orada eğleşiyorken Cahcah b. Saîd el-Ğıfarî ile Sinan b. Veber su alma meselesinde kavgaya tutuştular. Cahcâh, Ömer (r.a.)'ın işçisi idi. İbni İshak burada sözüne şöyle devam eder: Bana Muhammed b. Yahya bu hususta şu tafsilatı yaptı:
- Bu ikisi, suyu sen alacan, ben alacam diyerek, o izdiham içinde kavga etmeye başladılar. Sinan; "Yetişin ey Ensarlılar!" diye bağırdı. Cahcâh'da; "yetişin ey Muhacirler!" diye bağırdı. Zeyd b. Erkam (r.a.) ile bir gurub arkadaşı o esnada Abdullah b. Übeyy'in yanında oturuyorlardı. Bu bağınşmaları duyan Abdullah b. Übeyy b. Seltil; "bak hele şu muhacirlere, gelmiş de bizim yurdumuzda bize anarşi çıkarıyorlar. Vallahi şu kureyş Celâbîbi başka değil, Arap atasözünde dendiği gibi yapıyorlar. "Besle köpeği seni yesin" vallahi eğer Medineye dönersek, şerefliler şerefsizleri Medine'den çıkaracak" dedi.
Sonra yanında bulunan kendi kabilesinin adamlarına dönerek, "işte kendinize kendi elinizle yaptığınız. Herifleri kendi yurdunuza konuk edip mallarınızı bölüştünüz. Vallahi, eğer siz onlardan yardımlarınızı geri çekecek olursanız, onlarda sizin yurdunuzdan çekilip gideceklerdir" dedi.
Onun bu sözlerini Zeyd b. Erkam duymuştu. Hemen kalkıp bu sözü Peygamber (s.a.v.)'e götürdü. Henüz ufak bir çocuktu. Peygamberimizin yamnda Ömer vardı. Zeyd durumu ona anlatınca, Ömer (r.a.):
- Yâ Rasûlellah! Abbâd b. Bişr'e emrette Abdullah b. Übeyy'in boynunu vursun" dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) Efendimiz:
"Nasıl olur, öyle yaptığım takdirde insanlar, "Muhammed arkadaşlarını öldürüyor" dedikodusunu yapacak. Hayır! Lakin Yâ Ömer! Kalkta cemaata "gidiyoruz" ilanını yap!" buyurdu. Bu vaziyet İbni Übeyy'e ulaşınca hemen Peygambere özür dilemeye geldi ve "Vallahi ben bu sözleri söylemedim" diye yemin etti. Abdullah b. Übeyy'in kabilesi arasında epey büyük bir rütbesi vardı. Efendimize, "Yâ Rasûlellah! Sana bu haberi getiren şu çocuk belkide yanılmıştır" dediler.
Efendimiz (s.a.v.) hiçde adeti olmayan bir saatte tam öğle sıcağında yola çıktı. Esîd b. Hudayr varıp Allah Rasûlüne selam vererek, "Yâ Rasûlellah! Hiç de iyi bir saatte yola çıkmadın" dedi. Nebî (s.a.v.) Ona: "Sana arkadaşın Abdullah b. Übeyy'in dedikleri ulaşmadı mı?" buyurdu. Esîd de, "Yâ Rasûlellah! vallahi şerefli olan sensiz, şerefsiz onun kendisidir" diyerek sonra da; "Yâ Rasûlellah! Yinede ona yumşak davransan. Vallahi Allah(cc) seni bize gönderdiği zaman biz ona kırallık tacı giydirme hazırlığı içinde idik. İşte o senin, kendisinin kıralhğını elinden aldığım zannediyor" dedi.
Allah Rasûlü O günün gerikalamm ve gecesini arkadaşlarına yürüterek (istirahat vermeden) geçirdi ve sabah oldu. Yine yola devam edildi, hatta kuşluk iyice yükselmiş idi. Sonrada insanlara konaklama müsadesi verdi. Böylece insanları, İbni übeyy'in çıkardığı dedikodudan alakoyup yolculukla meşgul etmiş oldu. Toprağa uzanan insanlar hiç beklemeden hemen uyuya kaldılar. İşte orada "El-Münâfikûn" sûresi inzal olundu.[453]
Süfyan b. Uyeyne derki: Bize Amr b. Dînar, Câbir (r.a.)'i şöyle derken duymuş olduğunu anlattı:
Bir gaza yolculuğunda Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraber idik. Muhacirlerden birisi ensardan birinin arkasından vurdu. Bunun üzerine Ensarlı, "Yetişin Ensarlılar!" diye bağırdı. Muhacirde, "Yetişin Yâ Muhacirler!" diye bağırdı. Bunu duyan Rasûlüllah (s.a.v.):
"Ne oluyor, hala cahiliye dönemi iddiaları mı yapıyorsunuz? Bırakın şu kokuşmuş cahiliye da'vasmi" buyurdu. Abdullah b. Übey b. Selûl'de, demek böylemi yapıyorlar? Vallahi Medineye dönünce, şerefliler şerefsizleri oradan çık©$şftk$gvamla derki: Nebî (s.a.v.) Medineye hicret ettiğinde Medine Ensarmın sayısı Muhacirlerden daha fazla idi. Daha sonra ise Muhacirler sayıca daha arttılar.
İbni Übeyy'in sözü üzerine Ömer (r.a.): "bırakında şu münafığın boynunu vurayım!" deyince Nebî (s.a.v.): Jıi
"Onu bırakta insanlar, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor, diyemesinler" buyurdu.
Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.[454]
Ubeydulîah b. Musa, İsrail -Ebû Saîd el-Ezdî aracılığıyla Zeyd b. Erkam (r.a.)'dan şöyle anlattığını rivayet ediyor:
Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte bir sefere çıkmış idik. Yanımızda bedevilerden de birtakım kimseler vardı. Suya doğru koşuyorduk. Bedeviler bizi geçmişlerdi. Bedevilerden birisi arkadaşlarını da geçerek (bir havuzcuk yaparak yada oradaki) havuza su çekerek dolduruyor ve havuzun etrafını taşla örüyordu. Arkadaşları gelinceye kadar.
Ensardan biri gelip, su içsin diye devesinin yularını gevşetince, bu bedevi ona engel oldu ve suyun çevresindeki taşlardan birini çekince havuztaki su boşahverdi. Bedevi eline kaptığı bir odunu Ensarlmm kafasına vurarak yardı. Ensarlı da gelip vaziyeti Abdullah b. Übeyye anlattı. O da öfkelenerek, "şu Rasûlüllah'ın yanında bulunan bedevilere yardım etmeyin de, onun çevresinden bir dağilsmlar ya! Vallahi eğer Medineye bir dönersek şerefliler şerefsizleri oradan çıkarıp atacaktır" dedi. Zeyd b. Erkam devamla şöyle anlattı:
- Ben bu sözleri duyup amcama anlattım. O da gidip Allah Rasûlüne anlatmış. İbni Übeyy de gelip yemin ederek söylediklerini inkâr etmiş. Peygamberimiz ona sözünü kabul etmiş ve benim yolcu olduğuma karar vermiş. Amcama da gelerek, "Ben Rasûlüllah (s.a.v.)'ın seni bu duruma koyacağını ve Müslümanların seni yalanlayacağım akıl edemedim" dedi. İşte o zaman hiç kimsede örneğini görmediğim bir gam ve tasaya hüründüm.
Ben böyle Allah Rasûlü ile birlikte yoluma devam ederken, tasamdan kan beynime sıçramış. Birde Rasûlüllah gelip kulağımdan tutup yüzüme gülümsedi. Dünyalar benim olsa yada ebediyyet benim olsa bu kadar sevinmezdim. Sonra Ebû Bekir bana yetişerek, "Rasûlüllah (s.a.v.) sana ne söyledi?" dedi. Ben de, "bana bir şey söylemedi?" dedim. O da, "haydi müjdeni ver" dedi. Sabah olunca Rasûlüllah (s.a.v.) Münâfikîn Sûresini "El-Ezell" âyetine kadar okudu.
İsrail de Ebû İshâk eş-Şîrazî aracılığıyla Zeyd b. Erkam'dan naklediyor:
- Ben, Abdullah b. Übeyyi arkadaşlarına, "Şu Peygamberin etrafındakilere yardımda bulunmayın da etrafından dağılıp gitsinler, Medineye dönünce, kesin olarak şerefliler o şerefsizleri oradan çıkarıp kovacak" derken duymuştum. Bunu amcama anlatınca o da bunu
Rasûlüilah'a söylemiş. Onlarda, "böyle bir şey demediklerine yemin etmişler", Efendimiz onların sözünü kabul etmekle beni yalanlamış oluyordu. Müthiş bir tasaya düştüm. Allah (c.c.) da, oyibiı iJsw lîi
üö"Sana Münafıklar geldiğinde" diye başlayan Münâfikûn Sûresini indirmiş, Efendimiz bana haber salarak bu âyetleri okudu sonrada: "Yâ Zeyd! Allah seni tasdik etti" buyurdu. Bu haberi Buharî naklediyor.[455]
Enes b. Mâlik (r.a.) bu konuda derki: Rasûlüllah (s.a.v.)'in hakkında
"Allah'ın kulağını geri verdiği kimse şu zat1 dır" buyurduğu insan Zeyd b. Erkamdır. Bu haberî Buharî Abdullah b. Fazl yolu ile Enes (r.a.)'ten nakleder.[456]
Ebû Süfyan aracılığıyla Ameş, Câbir (r.a.)'tan şunları nakleder: - Nebî (s.a.v.) bir seferden dönmekte idi. Medineye yaklaşınca bir ye! esmişki nerdeyse süvarileri diri diri kuma gömeyazmış. Rasûlüllah (s.a.v.)'ın orada, "Şu rüzgar bir münafık'ın Ölmesi için estirildi" buyurduğu iddia ediliyor. Medineye geldiklerinde münafık elebaşlarından birinin öldüğünü gördüler.
Bunu Müslim naklediyor.[457]
Ebû'l Esved aracılığıyla Urve'nin şöyle dediğini nakleder: Rasûlüllah (s.a.v.) Umman yolundan gidip konakladığında sığırlarını otlağa saldılar. Orada onları şiddetli bir yel yakaladı. İnsanlar dehşete kapıldı, "Yâ Rasûlellah! Bu rüzgar ne istiyor?" dediler de Efendimiz: "Bu gün büyük bir münafık öldü, bu rüzgar bunun için esmiştir, size bir zararı olmaz inşaallah" buyurdu. İşte bu olay Benî' Mustalik gazvesinde olmuştu.
Yûnus, İbni îshâk'tan Mustalik kıssasını naklettiği şeyhlerinden bu konuda şunları ilave eder: Dedilerki:
- Rasûlüllah (s.a.v.) geri dönmeye başladı, Buk'a denen yere geldiğinde (Burası Bakî'den ötede Hicaz'da bir yerdir) çok şiddetli bir rüzgar esti, insanlar korkuya kapıldı. Rasûlüllah (s.a.)
"Korkmayın! Zîra bu rüzgar kafir ulularından birinin ölümü üzerine esmiştir" buyurdu. Döndüklerinde, Rifaa b. Zeyd b. Et-Tâbût'un o gün ölmüş olduğunu gördüler. Bu herif, Kaynuka oğullarından olup, görünüşte İslâm olmuş görünürsede Münafıkların sığınağı idi.
Bana Asım b. Ömer b. Katâde anlattı ki: Nebî (s.a.v.) Mustalikoğullan seferinden döndüğünde, Abdullah b. Abdullah b. übeyy b. Selûl kendisine gelip: "Yâ Rasûlellah! Haber aldım ki sen Übeyy'in katlini murad etmişsin. Böyle yapacaksan, bunu bana emret de babamı ben öldüreyim ve başını sana kesip getireyim. Vallahi bütün Hazrec kabilesi bilir ki, babasına benden daha iyi davranan kimse yoktur. Lakin ben, onu öldürmek için senin bir başka Müslümana emredip onunda babamı öldürünce, bende kendimi alamıyarak, babam Abdullah'ı öldüren kimsenin yeryüzünde hayatta kalmasına tahammül edemiyerek, onu öldüreceğimden ve böylece bir kâfir için, Müslüman öldürmüş biri olarak cehenneme gireceğimden korkuyorum" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
"Onu öldürme! Aksine onunla sohbeti daha da güzelleştir ve O bize sohbete devam ettiği süre ona daha merhametli davran" buyurdu.[458]
Süleyman anlatıyor: Bize Hammâd b. Zeyd ile Nu'man b. Raşid, Zühri aracılığıyla Urve'den Hz. Aişe (r.a.)'ın şöyle dediğini anlattı:
- Nebî (s.a.v.) bir yolculuğa çıkacağında hanımları arasında (kendi ile gelecek olanı belirlemek için) kur'a atardı. Müreysî1 gazvesine çıkarken de aramızda kur'a çekmiş ve benim hisseme çıkmış idi. işte bu yolculukta hakkımda dedikodu edenlerin bir kısmı mahvolmuş idi.
Nitekim İbni İshâk Vakidî ve diğerleri de iftira olayının Mureysî1 gazvesinde olduğu görüşündedirler.[459]
Abbad b. Abdillah'tan da "Anneciğim! Bana Müreysî' gazvesinde başından geçen olayı bana anlatsan" dediği rivayet edilir.
(Zehebî derki): Ben Balebek şehrinde, Ebû Muhammed abdü'l-Halik b. Abdisselam'a kıraat yolu ile okudum ki, o şöyle nakletti: Bize Abdürrahman b. İbrahim, ona Ebû'l Hüseyin Abdü'l hak el-Yûsufî, Ebû Sa'd b. Hureyşten, onlara Ebû Ali Hasen b. Ahmed, Meymun b. ishâk'tan, onlarada Ahmed b. Abdü'l Cebbar, Yunus b. Bükeyr'den, oda Hişam b. Urve'nin babası Urve aracılığıyla Hz. Aişe (r.a.)'nin bu hadise hakkında şöyle anlattığını söyledi:
- Hakkımda yapılan iftira, olabildiğince konuşulmuş, yapılmış da benim hiç haberim olmamış. Allah Rasûlü beraberinde ashabından birkaç kişi ile gelip benim zenci cariyeme durumu sormuşlar. Bu kadıncağız bana hizmet ederdi. Ona, "sen Âişe hakkında bildiğin ne var ise bize haber ver?" dediler. O da, "Vallahi ben onun şu anlata-
cağımdan başka hiç bir ayıbını bilmiyorum. Hz. Âişe kuşluk vakti uyuya kalırda, evin koyunu keçisi onun yoğurduğu hamuru yerdi. Ev halkı da dolaşır Hz. Âişe'ye sorarlardı da ancak durumu o zaman anlardı."
İşte bu cariyeye gelip durumu sorduklarında bu kızcağız, "Sübhanallah, nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben Hz. Aişe hakkında kuyumcunun has (som) altın hakkında bildiğinden başka birşey bilmiyorum" dedi. Hz. Aişe derki: Bütün bunlar oluyorken ben hiç bir şeyin farkına varmamışım.
Allah Rasûlü (bu sorgulama ve araştırmadan) sonra hitab etmek üzere ayağa kalkmış, Allah'a hamd ve senasını ona layık şekilde yapmış ve sonrada şunları söylemiş idi.
- "İmdi. Sizler ailem hususunda bir takım ithamda bulunan kimseleri bana gösterin. Allah'a yemin olsun ki, ben ailem hakkında şimdiye kadar asla kötü bir husus bilmiyorum. Onlara kim ile itham ediyorlar. Vallahi ben o şahıs hakkında da asla bir günah yaptığını bilmiyorum. Ailemin yanına ben yanında olmadan asîa girmemiştir. Herhangi yolculuk için Medine'den kaybolduğum her seferde, o da benimle beraberdi."
Bunları duyan Sa'd b. Muâz, "Yâ Rasûlellah! bana göre bu iftirayı yapanların boyunlarını vur" dedi. Bir başka hazreçli adam, (Ümmü Hassan ile Hassan onun kervanından idi) "vallahi yâ Sa'd sen doğru söylemedin. Eğer o itham eden adam Evs kabilesinden olaydı (yani Sa'dm kabilesinden olaydı) o zaman sen böyle demiyecektin" dedi. Bunun üzerine orada bulunan Evs ve Hazreç'liler arasında Mescidde neredeyse bir kavga çıkayazmış. Ben yine bımdanda hiç bir şey bilmemişim, hiç kimsede bunu bana anlatmamış idi. Nihayet o gün böyle geçmiş gece olmuştu.
Ben bir kaç kadın ile def-i hacet için dışarı çıkmış idim. Ebu Bekrin (babamın) teyze kızı Ümmü Mistahta bizimle beraber çıkmıştı. İhtiyacımızı göreceğimiz yere doğru gidiyorduk ki; birde Ümmü Mistah tökezleyince birden bire, "kahrolasıca Mistah" dedi. Ben de ona "ey ana!, sen kendi oğluna mı soğuyorsun" dedim de, bana cevap vermedi. Geri döndü tekrar tökezledi ve yine "kahrol ya Mistah!" dedi. Ben yine "ey ana! Sen Allah Rasûlünün arkadaşı olan oğlunamı kötü söylüyorsun?" dedimsede yine bana cevap vermedi. Üçüncü sefer tökezlediğinde yine "kahrol yâ Mistah!" dedi. Bende, "Ey ana! Sen Peygamberin arkadaşı olan kendi oğlunamı soğuyorsun?" dedim. Ümmü Mistah bunun üzerine, "Vallahi ben ona sadece senin için, sana dediği şeyler yüzünden ona sövüyorum" dedi. "Ben de, "hangi durumum için?" dedim, o da, "sen olanları duyup bilmedinmi?" dedi. "Hayır!" neler oldu?" dedim. Bunun üzerine şöyle dedî:
- Ben, hakkında yapılan dedikodudan berî' olduğuna ben şahit olurum, diyerek olan olayları anlattı. Ben artık eve geri dönmeye başladım. Evden çıkarkenki olan su dökme ihtiyacımdan az ya da çok hiç birşey kalmamış idi. Beni bir titreme aldı ve sıtma hastalığına tutuldum. Rasûlüllah yanıma girip vaziyetimi sordu. Bende, kendimi çok kötü hissediyorum, bana izin versende ana babamın yanma gitsem" dedim. O da bana izin verdi. Benimle beraber bir köle salarak, ona, "Âişe ile birlikte yürü!" dedi. Böylece çıkıp onlara vardığımda annemi aşağı evde buldum. Babamı da yukarı evde, namaz kılıyor buldum.
Anneme, "Anneciğim benim hakkımda ne duydun?" diye sordum. Meğer annem onu benden gizler imiş. Bana, "kızcağızım! Senin aleyhine bir durum yok. Kendisinin bir kaç tane kuması bulunup kocası tarafından savilen her güzel kadın hakkında böyle dedikodu edilir. Ben de, "peki bunları babamda duydumu?" dedim, "Evet" dedi. Ben, Yâ Allah Rasûlü (s.a.v.)'de duydumu?" dedim. O da, "Evet, Rasûlüllah da duydu" deyince ben ağlamaya başladım.
Babam ağıtı duydu da, "onun nesi var?" dedi. Annem de, "hakkında söylenenleri duymuş dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir'in gözleri dalarak ağlamaya başladı ve bana, "Kızcağızım, haydi, evine geri dön" dedi. Ben evime döndüm ama anam ve babam da yanımda idiler. Nihayet ikindiyi kılmıştım ki, Rasûlüllah eve geldi. Ben ana babamın arasında idim. Biri sağımda diğeri solumda idi. Rasûlüllah layık olduğu şekilde hamd ve sena ederek dedi ki:
"Yâ Âişe! Eğer sen bir zulüm işledin veya hata ettin, yada bir günah işledin ise tevbe et; Allah'ın emrine müracaat et ve istiğfar et". Sonra bana nasihatta bulundu. Kapıda ensardan bir kadın vardı, gelip selam vermiş ve oda kapısının önüne oturmuştu. Ben; "sen, bana bunları söylerken haya etmiyormusun" derken o kadında duyuyordu. Peygamber sözünü bitirince ben babama elimle dürterek "sen Peygambere, beni savunmak için birşey söylemeyecek misin?" dedim. Babam da, "Ben Râsülüllah'a ne diyeyim ki?" dedi. Bunun üzerine anneme dönerek "ya sen, ona birşeyler konuşmayacak mısın?" deyince o da; "ben ona ne diyebilirim ki?" dedi. Ben de layıkı üzere Allah'a hamd ve sena ettikten sonra;
- "İmdi!, Vallahi eğer ben, "bana isnat edilen şeyleri yaptım" diyecek olsam, Allah kesinlikle böyle birşey yapmadığıma şahittir ki, ben böyle birşey işlemedim. Fakat o zaman siz, kendi nefsine dönüp düşündü ve kendi diliyle ikrar etti diyeceksiniz.
Eğer ben size, "böyle bir günah yapmadım", diyecek olsam Allah kesinlikle benim doğru söylediğimi bilmekte ama siz beni tasdik etmeyeceksiniz. Zîra bu iftira içinize girip, aranızda yayılmış durumda.
Artık ben kendim için salih kul Yûsuf (a.s.)'ın babası (Ya'kub (a.s.)'un ki ben o zaman babasının adım bilmiyordum) nın "söylediği:
"Sabır ne güzeldir! Sizin vasfettiğiniz şeylere karşı Allah ne güzel yardımcıdır" (Yûsuf; 18) sözünden başka söyleyecek söz bulamıyorum" dedim.
İşte ben sözümü tamamladığım o saatte, Peygambere vahiy geldi. Vallahi ben Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yüzündeki müjde alametlerini gördüm ki, henüz Rasûlüllaha bir şey kavuşmamıştı. Efendimiz alnını ve yanlarım silerek; "Müjde ya Âişe, Allah senin suçsuzluk beraatini göklerden indirdi" buyurup gelen âyetleri okudu.
Ben alabildiğine bir öfke içindeydim. Annemle babam bana, "Kalkta Rasûlüllah'a teşekkür et!" dedilersede ben, "vallahi, ben onun ayağına ne kalkarım, ne de ona teşekkür ederim, nede size teşekkür ederim. Ben sadece beni temize çıkaran Allah'a hamd ederim. Siz hakkımdaki bu iftirayı duyduğunuz halde onu ne red ettiniz, ne onlara karşı hasimane davrandınız, ne de müdafaa ettiniz" dedim.
Hakkında dedikodu edilmiş olan kişi (safvan) de bu benim suçsuzluğumu bildiren âyetin indiği haberini duyunca; "Nefsim elinde olan zat'a yemin ederimki, bu güne kadar hiç bir kadının gizli yerine bakmadım" demiş.
İftirayı atan Mistah, babası olmadığı için, Ebû Bekir'in bakımı ve beslemesi altında büyümüş bir yetim idi. Ebû Bekir vaziyet anlaşılınca, "bir daha Mistah'a yardım etmeyeceğine" yemin etti. Allah da "(arapça) sizden fazilet ve mal sahibi olanlar cimrilik etmesinler" âyetini "Allah'ın sîzi bağışlamasını istemezmisiniz" kısmına kadar indirdi. (Nur; 22)Ebû Bekir'de: Tabii Yârabbî Vallahi Allah'ın beni bağışlamasını isterim, diye gözleri dolup ağladı. Allah razı olsun.
İşte bu âli, hasen isnadh bir hadis olup Buharî bunu "Muallak" hadis olarak rivayet edip, "Ebû Üsame yolu ile Hişâm b. Urve'den yukardaki gibî, Hz. Âişe olmadan nakleder.[460]
Leys ve İbnü'l Mübarek ikilisi -İfade Leys'indir- Yunus b. Yezîd -İbnü Şihâb ez-Zührî isnadıyla -Urve- Said b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkas, Ubeydullah b. Abdillah'tan bu Hz. Âişe ile ilgili olarak.
- Hz. Âişe'ye bu iftiracılar, atacağı iftirayı attığı zamana, Allah Hz. Âişe'yi bu iftiradan temizlediğinde, bu adı geçenlerden herbiri bu uzun hadisin bir bölümünü anlattılar. Birinin hadisi diğerininkini tasdik etmektedir. Gerçi onların kimisi, bu hadisi kiminden daha iyi ezberlemiştir.
Âişe devamla derki:
- Rasûlüllah (s.a.v.) bir sefere çıkmak isteyince hanımları arasında kur'a çekerdi. Hissesine hangisi çıkarsa yola onu birlikte götürürdü. Bir seferinde aramızda kur'a çekmiş ve bana isabet etmişti. Bende onunla yola çıkmıştım. Bu yolculuk Hicab (örtü) âyetleri indikten sonra idi. Ben bir devenin mahfel'ine bindirilip indirilerek gidiyordum. Allah Rasûlü bu gazvesini bitirene kadar yola devam ettik. Sonra yola koyulup Medine'ye yaklaştık.
Allah Rasûlü bir gece kafileye istirahat verdi. Konaklama izni verildiğinde bende kaza-i hacet için kalkıp, askerleri ileri geçinceye kadar yürüdüm. İhtiyacımı giderince deveme doğru yöneldim. Birde farkına vardım ki, Yemen'in Zifar şehri ma'mulu olan gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp ona aramaya başladım. Lakin onu aramak beni yolumdan epey alakoymuş idi.
Bu sıra, benim hevdecimi deveye indirip bindiren işçiler vanp hevdecimi -farkına varmayarak- benim bindiğim deveye yüklemişler. Beni hevdecin içinde samyorlarmış, O zaman kadınlar, etli olmadıkları için pek hafif olurlardı. Zîra ancak doyacak yiyecek bulabiliyorlardı. İşte bu yüzden hevdeci kaldırırlarken onun hafifliğini hiç hissetmemişlerdi. O zaman ben yaşı pek küçük bir kadıncağızdım.
Kafile develeri sürüp yola çıkmışlar. Nihayet ben gerdanlığımı asker hareket ettikten sonra bulabilmiştim. Ordunun konak yerine geldim ki ne ses var nede cevap veren. Hemen ilk bulunduğum yere gelip oturdum ve ümid ettimki, onlar benim yokluğumu farkedip geri bana gelecekler. Ben oturup beklerken gözlerim ağırlaştı ve uyuya kaldım. Önce Benî Selemli, sonra Zekvanlı olan Safvan b. el-Muattal meğer ordunun (geriyi takib ederek, ordunun yiten eşyasını toplama görevlisi olarak) arkası sıra gelir imiş. Geceleyin yürüyüp sabah olunca benim olduğum yere gelmiş. Orada uyuyan bir insan karaltısı görüp yanıma gelince bakar bakmaz beni tanımış.
Hicab âyeti inmeden evvel beni görür ve bilirdi. Ben onun beni görünce söylediği "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raciûn" sözüyle uyandım. Hemen yüzümü cilbabımla örttüm. Vallahi Safvan bana tek kelime dahi söylemedi, ben onun "İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn" deyişinden başka sözünü de duymadım. SafVân hemen devesine "ıh ıh" dedi. Deve ön ayaklan üzerine çöktü, ben de deveye bindim. Safvan da deveyi çekerek yola koyuldu.
Nihayet biz orduyu yetiştiğimizde öğle vakti olmuş ve onlar yorgun düşüp konaklamışlardı. O vakte kadar olan olmuş ve iftira edenlerden helak olanlar helak olmuştu. İşte orada bu iftira işini üstlenen Abdullah b. Übey b. Selûl olmuştu.[461]
Böylece Medine'ye geldik. Medineye gelir gelmez ben bir ay hastalandım. Meğer insanlar bu iftiracıların hakkımda ortaya attığı dedikoduları yayıyorlarmış. Benimse bu olanlardan hiç haberim yoktu. Ancak bu hastalığım esnasındaki, Rasûlüllah'ın bana karşı davranışı beni şüpheye düşürüyordu. Zîra bu defa, daha önceki hastalandığım zamanlarda ondan gördüğüm iltifatı göremiyordum. Bu kere ise sadece bundan bir şübhe seziyordum, ama bir şer olduğunu hiç sezmiyordum. Hastalığım'ın iyileşmeye yüz tuttuğu bir gün çıktım. Mistah'ın anası da benimle çıkarak o vakit umumî tuvaletimiz sayılan etraftan bizim görünmemize engeli bulunan yere doğru yürüdük.
Bizler o zaman sadece geceleri tuvalete çıkardık. Henüz evlerimizin bitişiğine tuvalet yapma adetimiz yoktu. Bizde bu konuda -dini yeni bir tavır almayıp- daha arapların eski adeti üzere tuvalet yapar idik. Evlerin bitişiğindeki tuvaletlerin kokusundan nefret ederdik. Tuvalet ihtiyacımızı gidermiş, sonra da Mistah'ın anası ile evime doğru yürümeye başlamıştık ki, Mistah'ın anası eteğinin ucuna basarak tökezleyince "kahrolasica Mistah!" deyiverdi. Ben ona, "ne kötü söyledin, sen Bedir harbine katılan biri hakkında böyle küfurmü savuruyor-sun?" dedim. Oda bana:
- Bire kız! Sen Mistah'ın ne dediğini duymadın mı?" deyince, "ne söylemiş?" dedim. Bunun üzerine anası iftiracıların sözlerini aktardı. Artık hastalığıma bir hastalık daha katmış oldum. Evime girdiğimde Allah Rasûlü yanıma girdi, selam verip "nasılsınız?" buyurdu. Ben de:
- Anne ve babamın yanına gitmeye bana izin verimlisin? diye sordum. Duyduklarımın onlar tarafından doğrulanmasını istiyordum. Rasûlüllah (s.a.v.) bana izin verdi. Bende Ebeveyn'imin yanma gidip anneme; "anneciğim!. İnsanlar neyin dedikodusunu yapıyorlar?" dedim. Annem de, "kızcağızım! Sen kendine merhametli davran. Vallahi kocası tarafından sevilipte, eşleri olan bir kadının, aleyhine dedikodu edilmeyeni pek az olur" dedi. Bende, "sübhanallah! İnsanlar demek bunları konuşuyor öylemi?" diyerek ağlamaya başladım. O gece gözüme bir sürme çekimlik uyku girmeden ağlaya ağlaya sabahı ettim ki, nerdeyse kanım kuruyayazdı.
Bu arada vahiy konusuda kapalı kaldığından, ailesinden ayrılma konusuna görüşüp istişare etmek üzere Rasûlüllah (s.a.v.), Ali b. Ebî Tâlib ile Üsâme b. Zeyd'i çağırmış idi. Üsame, Allah Rasûlüne ailesinin bu tür kötülüklerden kesinlikle uzak olduğunu bildiğini ve kanaatine göre onlara olan sevgiden başka birşey bilmediğine işaret ederek: "Yâ Rasûîeİlah o senin eşindir, biz onun hakkında sadece hayır biliriz" dedi. Aîi ise:
- Yâ Rasûlellah! Allah sana dünyanı daraltacak değildir. Aişe'den başka çok kadın vardır. Eğer sen bu durumu onun cariyesi Berîre'ye soracak olursan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) Berireyi çağırıp "Yâ Berîreî Sen kendine şübhe veren bir durum gördün mü?" diye sordu. Berîre'de:
- Seni Hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, hayır! Benim onda kusur olarak görebildiğim şey şudur; o ufak yaşta bir kadıncağız olup ailesinin hamurunu yoğururken uyuyakalır, koyun keçi gibi ev hayvanlanda gelip hamuru yerdi, dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah
- (s.a.v.) ashabı arasında kalkıp, minbere çıktı, Abdullah b. Übey b. Selûl'ün iftirasından kendini savunmak arzusuyla:
"Ey Müslümanlar! Ailem hakkındaki eziyeti bana ulaşan bir adam'ın dilinden beni kim kurtaracak. Vallahi ben ailem hakkında ancak hayır biliyorum. Yine bir adam'ın adımda bu işe karıştırıyorlar ki, ben onun üzerine sadece hayırlı biri olarak tanıyorum, hem o zat benim ailemin yanma, ben yanında birlikte olmadıkça girmezdi" buyurdu. Bunu dinleyen Sa'd b. Muâz (r.a.) ayağa kalkıp;
- Yâ Rasûlellah! Seni onun dilinden ben kurtaracağım, eğer o iftiracı (benim mensubu olduğum) Evs kabilesinden ise onun boynunu vuracağım, eğer bizim Hazrec kabilesine mensub kardeşlerimizden birisi ise, sen emret senin emrini yerine getirelim, dedi. Bu söz üzerine Hazreçlilerin lideri durumunda olan Sa'd b. Ubâde -ki bundan önce çok salih bir zat idi- ayağa fırladı; bu kere milliyetçilik damarı kabarmış idi:
- Allah'a yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun sen onu ne öldürebileceksin nede onun katline gücün yeter, dedi. Sa'd b. Muâz'ın amca oğlu olan Üseyd b. Hudayr kalkarak:
- Vallahi sen yalan söylüyorsun, kesinlikle onu Öldüreceğiz, sende münafıkları savunan bir başka münafıksın, deyince iki kabile, Evs ve Hazreç yerlerinden fırladılar. Rasûlüllah minberde olmasına rağmen birbirlerini öldürmeye kalktılar. Rasûlüllah onları yatıştırmaya uğraşıp sonunda onların bağırmalarını susturdu ve kendiside konuşmayı kesti.
Hz. Âişe devamla derki: Ben o gün ve o geceyi ağlayarak geçirmiş olduğumdan, ne bir sürmeiik uyku uyudum ne kanun hareket etti. Artık annem ve babamda benimle idiler. Ben iki gece bir gündüz bir an uyumadan, hiç istirahat etmeden ağlamakla geçirmiş olduğumdan, bu ağıtın ciğerimi parçalayacağını sandım.
Ebeveynim yanımda, bende ağlamama devam ederken, Ensar hanımlarından biri yanıma gelmek için izin alıp girdi ve oturup benimle birlikte ağlamaya başladı. Biz bu halde iken Allah Rasûlü yanımıza girdi selam verip oturdu. Peygamber (s.a.v.), hakkımda dedikodu çıka-rılahdan beri hiç yanımda oturmamış idi. Bir ay geçmiş olmasına rağmen benim vaziyetim hakkında ona hiçbir vahiy gelmemiş idi.
Peygamber (s.a.v.) yanımıza gelip oturduğunda şahadet kelimelerini telaffuz etti, sonra da; "İmdi Yâ Âişe! Senin hakkında bana şöyle şöyle laflar ulaştı. Eğer suçsuz isen, Allah seni temize çıkaracaktır. Eğer bir günaha teşebbüs etmiş isen, Allah'a istiğfar edip, ona tevbe et. Zîra kul günahını itiraf edipte sonra da tevbe ettim i Allah tevbesini kabul eder" buyurdu. Rasûlü Ekrem sözünü tamamladığı zaman adeta kanım kaskatı kesildi, hatta vücudumda bir damla kan kalmadı hissine kapıldım. Babama dönüp, "Allah Rasûlüne, Öne sürdüğü şeylere karşı cevap ver" dedim. Babam ise, "Vallahi ben Allah Rasûlüne ne söyleyeceğimi büemiyorum" dedi. Ben anneme, "Allah Rasûlüne sen cevap ver" dedimse de, o da, "Ona ne diyeceğimi bilemiyorum" dedi. Ben o vakit yaşça çok küçük, Kur'andan fazla okuma adeti olmayan biriydim. Onlara dedim ki;
- Vallahi şimdi kesinlikle anladım ki, siz bu uydurma lafı duydunuz. Onu dinleye dinleye kalbinize yer etti ve bu iftiranın doğru olduğunu sandınız. Şimdi ben size, "Ben suçsuzum" desem -ki Allah, kesinlikle böyle bir suç işlemediğimi biliyor- siz bana inanmayacaksımz. Allah'ın suçsuz olduğumu bildiği böyle bir suçu yaptım desem beni doğrulayacaksınız. Vallahi ben hem kendim hem de sizin için, Yûsufun babasının söylediği oy od "Sabır ne güzeldir! Sizin vasfettiğiniz şeylere karşı -yegane- yardım dilenecek zat Allah'tır" âyetinden başka söyleyecek söz bulamıyorum, dedim. Sonra dönüp yatağıma yaslandım.
Kesinlikle biliyordum ki, "ben suçsuzum, Allah benim suçsuzluk beraatimi verecektir." Lakin Vallahi, Allah'ın benim hakkımda tilavet olunacak bir vahiy indireceğini hiç tahmin etmiyordum. Bana göre, benim hakkımdaki bu durum, Allah tarafından Kur'an'da âyet olarak okunacak olan bir vahiy şeklinde söylenecek kadar büyük olamazdı. Ama ben, Rasûl-ü Ekrem'in rüyasında, Allah'ın beni berat ettirdiğini göreceğini umuyordum.
Vallahi daha ne Rasûlüllah yerinden kalktı, ne de evde bulunanlardan biri dışarı çıkmıştı, hemen o saat ona vahiy geliverdi. Derhal Rasûlüllah'ı vahiy hali bürüyüverdi. Öyleki kendisinden gümüş tanecikleri gibi terler boşanmaya başladı. Kendine indirilen sözün ağırlığından çok ızdırabda kaldığı bir gün olmuş idi. Vahiy hali geçerken Allah Rasûlü gülümseyerek konuştuğu ilk söz "Yâ Âişe! Vallahi Allah seni beraat ettirdi" demek oldu.
Annem bana, "Kalk da Rasûlüllah'a teşekkür et!" dediyse de ben, "Vallahi ona teşekkür için yerimden kalkmayacağım. Ben Allah'tan başkasına hamd etmeyeceğim" dedim. Allah(cc) beraatım hususunda:
"O iftirayı yayanlar, içinizden bir topluluktur" diye başlayıp devam eden on âyetin hepsini indirdi.[462]
Allah(cc) beraatım hakkında bunları indirince babam Ebû Bekir, hem akrabası hemde fakir olması sebebiyle nafakasını karşıladığı Mistah hakkında: "Vallahi Âişe'ye bu iftirayı yaptıktan sonra ebe-diyyen Mistah'a bir daha yardım etmeyeceğim" demişti. Bunun üzerine de:
"içinizden fazilet ve zenginlik sahibi olanlar, sakın akrabalara, miskinlere ve muhacirlere Allah yolunda birşey vermekten sakınmasın! Af edin ve iyi davranın Allah'ın sizi affetmesi hoşunuza gitmez mi" (Nur sûresi âyet; 22) âyeti indirildi. Bunu duyan Ebû Bekir, "tabi, tabî, Vallahi Allah'ın beni affetmesi çok hoşuma gider" diyerek hemen Mistah'a verdiği eski nafakasını tekrar vermeye başladığı gibi, "Vallahi bu yardımı ondan hiç bir zaman esirgemeyeceğim" dedi.
Hz. Âişe devamla şöyle anlattı:
- Meğer Rasûl-ü Ekrem benim başıma gelen bu işi Zeyneb binti Cahş'a sormuş. O da; "Gözümü ve kulağımı bu tür şeylerden sakınırım. Ben Aişe hakkında hayırdan başka birşey bilmem" demiş. Halbuki Rasûlüllah'ın hanımları arasında benimle üstünlük yarışına giren sadece o vardı. Allah onu takvası sebebiyle iftiraya düşmekten korumuştu. Onun bacısı Hamne binti Cahş ise kendisi ile bu konuda "sen neye Aişe'ye iyi diyorsun" diye çekişmeye tutuşup, iftiracı gurupla birlikte kendi mahvını hazırlamıştı.
Bu haberi Buharî ve Müslim, Yûnus el-Eylî hadisi olarak rivayet etmişlerdir.[463]
Ebû Ma'şar anlatıyor:
- Bana Eflah b. Abdillah b. Muğîre, Zührî'nin şöyle dediğini anlattı: "Ben Velîd b. Abdü'lmelik'in yanında idim... diyerek Zührî bu hadisi, Urve, Said b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeydullah b. Abdillah dörtlüsü aracılığıyla Hz. Âişe (r.a.)'den baştan sona nakletti. Bunu duyan Velîd, "bu hangi seferde oldu?" diye sorunca, "Rasûlüllah (s.a.v.) Benî Mustalık seferine çıkarken hanımları arasında kur'a çekmiş (Hz. Âişe derdiki o zaman bu kur'a) benim ve Ümmü Selemenin sehmine çıkmıştı.[464]
Abdürrezzak, Ma'mer aracılığıyla Zührî'den naklediyor:
- Ben -Emevî Halifesi Velîd b. Abdü'lmelik'in yanında idim. Bana Kur'an'da "Onların arasından biri kibrini omuzladı" diye bahsi geçen kişi Ali b. Ebî Talib'dir, dedi. Ben de, "hayır!, bana, Saîd b. Müseyyeb, Urve, Alkame ve Ubeydullah dörtlüsünün hepsi Hz. Âişe (r.a.)'nin "Kibrini omuzlayan kişi AbduIİah b. Übey idi" diye söylediğini duyduklarını haber verdi" dedim. Bunu işitince bana; "Peki onun suçu ne imiş?" diye sordu. Bende, "Sübhanallahü Bana, bizzat senin kavminden iki kişi, Ebû Seleme b. Abdürrahman ve Ebû Bekir b. Abdürrahman b. el-Haris b. Hişâm, Hz. Âişe (r.a.)'nin "benim durumum hakkında müseîlim idi" dediğini duyduklarını haber vermişlerdi. Bu hadisi Buharî haber vermiş idi.
Yûnus b. Bükeyr, İbni İshâk -Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm- Urve isnadıyla nakleder ki, Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatmış:
- Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) benim suçsuzluğumu belirten hükümlerin indiği kıssayı insanlara tilavet ettiğinde hutbeden inip, Âişe hakkında dedikodu yayan iki kişi ile bir kadının yakalanıp had vurulmasını em-
retmiş idi. Hz. Âişe'ye bu iftirayı atanlar, Abdullah b. Übey, Mistah, Hassan ve Hamne bin. Cahş idi.[465]
Şu'be, Süleyman (b. Mu'temir) -Ebû'd-Duhâ isnadıyla Mesrûk'un, "Hassan b. Sabit bir gün Hz. Âişe (r.a.)'nin yanına gelmiş ve kendisine ait olan şu beyitleri terennüm etmişti:
Bunu duyan Hz. Âişe, "sen bu sözü söyleyecek biri değilsin11 dedi. Bende Hz. Âişe'ye, "sen bunun gibi kimselere yanına gelmelerine nasıl müsâde ediyorsun, halbuki Allah onun hakkında,
"Onlardan kibrini omuzlayan kimse varya, işte ona büyük bir azab vardır" (Nar; 11) âyetini indirmişti," dedim. Hz. Âişe (r.a.)'da:
- Körlükten daha beter hangi azab vardır, dedikten sonrada, "ama, Hassan Nebî (s.a.v.)'yi müdafa ederdi, dedi.
Bu haber muttefekun aleyh'tir.[466]
Yine Yûnus b. Bükeyr, İbni îshâk yolu ile Muhammed b. İbrahim Et-Teymînin şöyle dediğini anlatır: "Hassan, Hz. Âişe'nin başına gelen bu olay hakkında Saffan'a pek çok hücumda bulunup, hatta dolaylı yoldan:
"Garibler izzet buldu ve pek çoğaldılar. Füraya'nın oğlu bile memleketin bir tanesi (efesi) kesildi" diye ona tacizde bulunurdu.
Bir gece Hassan, Benî Sâide kabilesindeki dayılarının yanından dönerken, SafVan yolunu kesip kafasına kılıçla vurdu. Durumu gören
Sabit b. Kays, hemen üzerine saldırıp onun ellerini boynuna siyah bir iple bağlayıp, Harise oğulları yurduna kadar getirdi. Orada Abdullah b. Ravaha Sabit'e rastladı ve "bu da ne?" diye sordu. Sabit b. Kays da:
- Ne hayret edeceğin şey! Bu, Hassan b. Sabite kılıçla saldırdı. Vallahi eğer bunun saldırdığını görmeseydim onu öldürecekti, dedi.
Sabah olunca hepsi Peygamber (s.a.v.)'in yanma gidip olan hadiseyi ona anlattılar. Peygamber Efendimiz:
- Muattal'ın oğlu nerde? deyince SafVan ayağa kalkıp "İşte buradayım, yâ Rasûlellah!" dedi. Efendimiz ona:
- Seni böyle bir cürm yapmaya hangi âmil sebeb oldu? buyurdu. O:
- O bana işkence ediyor ve aleyhimde çok konuşuyordu. Susmaya bir türlü razı olmayıp, hicivlerinde dolaylı yoldan beni zina ithamına bile vardırdı da, öfkemi yenemez hale geldim. İşte huzurundayım. Benim üzerime geçmiş bir hak varsa onu al! Yâ Rasûlelîah! dedi.
Rasûlü Ekrem (s.a.v.) bunun üzerine, "bana Hassân'ı çağırın!" buyurdu. Hassan'ı getirdiler. Efendimiz:
- Yâ Hassan! Allah'ın kendilerine İslâm dinini hidayet olarak verdiği kavmimi sen, "gariban takımı" diye alayamı alıyorsun!. Yâ Hassan sen onların hayrını kıskandın. Sana isabet eden mal ve mülk ile ihsanda bulun" buyurdu. O da, "Onlar senindir yâ Rasûlellah!" dedi. Rasûlüllah onu Mısırlı Kıptî Sîrin'i verdi. Ondan oğlu Abdürrahman'ı dünyaya getirdi. Yine eskiden Ebû Talhaya ait bulunan ve Allah Rasûlüne hediye ettiği bir araziyi de ona verdi.[467]
Yine İbni İshak derki: Bana Ya'kub b. Utbe'nin haber verdiğine göre, SafVan ona kılıç salladığında, o şu şiiri söylemiş:
Benim şu kılıç darbesinden kendini koru. Çünkü ben hicvedildiğim zaman, şair değil bir köle sayılırım.[468]
Hassan, Hz, Aişe'ye şu şiiri söyledi:
(Şiiri kitaptan çek)
1- Ben, seni asla gizli günah işlememiş, hür namuslu kadınlardan biri olarak tamdım, Allah sana mağfiret etsin.
2- Sen, asla şüphe edilemeyecek derecede namuslu ve vakarlısın. Sen günahsızların etini yemez (gıybet etmez) aç kalırsın,
3- Senin hakkında söylenen dedikoduya sen zaman boyunca asla layık değilsin. Aksine bu söylenen,
4- Size ulaştığı şekilde, sizi hicvetti isem sopam benim parmak uçlarımdan inmesin (ellerim kötürüm olsun)
5- Nasıl böyle sözleri sarfederim. Yaşadığım sürece muhabbet ve desteğim, mahfellerin süsü olan Rasûlüllah ailesine olacaktır.
6- Zîra onların öyle bir şerefi varki, insanlar onun yanında bu hususta pek kısa görünür. Onların izzeti her yüceliğe erişmiştir.
Yine şu beyitlerde bu anlamda söylediklerindendir.
7- O Allah'ın çadırlarım güzelleştirdiği Mühezzebe'dir. Onu Allah her batıl ve günahdan tertemiz kılmıştır.
8- Lüey b. Galib kabilesinde bir oymağın Akîlesidir, Mesaisi mü-kerrem şerefleri daimdir.[469]
Hz. SafVan, İbni İshak'm izahına göre, hicri ondokuzuncu yılda, Ermenilerle yapılan savaşta şehit olmuştur.[470] Onun hakkında Hz. Âişe şöyle söylerdi: "Safvan hakkında araştırma yapıldı. Onun kadınlara asla yaklaşmayan, ebedî bir bekar olduğu ortaya çıktı. Sonra Safvan şehîd olarak öldürüldü.[471]
Vakidî der ki: Hendek savaşının diğer adı "Ahzâb gazvesi" olup, bu beşinci yılın Zilkade ayında gerçekleşmiştir.[472] Nakilciler olayı şöyle anlatırlar:
Allah Rasûlü (s.a.v.), yahudi kabilesi Nadîr oğullarını yurtlarından sürdüğü zaman, onlar Haybere doğru yola çıktılar. Onların ileri gelenlerinden bir gurup insan da, Rasûlüllah (s.a.v.)'a karşı harbetmeye teşvik ve davet için Mekke'ye gitti. Onlarla bu hususta belirli bir vakit üzerinde anlaşma yapıp, sonra da Gatafan ve Süleynı boylarına bu daveti teklif için geldiler ve onlannda harb için muvafakatim aldılar.
Kureyşliler kendileri harbe hazırlanıp kölelerini ve kendilerine bağlı olan çevre insanlarını da yanlarında topladılar. Dört bin kişi oldular. Deve hariç, beraberlerinde üçyüz atı sürüp geldiler. Başlarında komutanları Süfyan b. Harb ile birlikte harekete geçtiler.
"Merri-Zahran" denen yere vardıklarında yediyüzkişilik bir kuvvetle Süleym oğullan da gelip onlara katıldı. Ardından Talha b. Huveylid el-Esedî'nin yönettiği Esedoğulları onları yolda karşıladı. Fizara kabilesi de bin kişilik, develerine binmiş olarak geldi. Bunlara Uyeyne b. Hısn komuta ediyordu. Mes'ut b. Ruhayle komutasındaki yediyüz kişilik Eşca1 kabilesi de yola çıktı. Haris b. Avfm yönettiği, dörtyüz kişilik Mürrâ oğullan güçleri de yola çıktı. Bunları adı geçen Haris b. Avfın geri dönderdiği rivayeti varsa da doğru olan öncekidir.
Böylece Ahzab'ın (gurupların) toplamı on bin kişilik bir ordu oluşturdu. Hepsinin başkomutanı Ebû Süfyan idi.
Müslümanlar ise bu harb de üçbin kişiydiler.
Vakidî'nin bu konudaki görüşü işte budur.[473]
İbni İshâk ise, Hendek gazvesinin Şevval ayında yapıldığı görüşünde olup sözlerini şöyle sürdürür:
- Bu hadise şöyle gelişmiştir: Selâm b. Ebî'l Hukayk -Huyey b. Ahtab- Kinane b. Rabî' ve Hevze, Rasûlüllah aleyhine, gurupları harekete geçirmiş olan Nadir oğullanndan ve Vâil oğullarından seçme bir gurup içinde yola çıkıp Mekke'ye geldiler ve Kureyş'i harbe çağırdılar ve onlara; "Muhammed'in kökünü kazıyıncaya kadar bizde sizlerle birlik olacağız" dediler. Kureyş kabilesi de onlara:
- Ey Yahudi topluluğu! Sizler kitab ehlisiniz. Bizimle Muhammed'in arasında ihtilaf ettiğimiz mevzuya dair ilminizde var. Doğru söyleyin bizim dinimiz mi yoksa Muhammed'in dini mi hayırlı? dediler. Yahudiler de:
- Sizin dininiz onunkinden daha hayırlı, hem siz hak'ka daha layıksınız, dediler. İşte bu yüzden bu yahudiler hakkında:
"Kendilerine Kitab'dan nasib verilen şu insanları gö'rmüyormusun, Tağut'a ve şeytan'a inanıyor ve kâfirlere; "şu kâfirlerin yolu iman edenlerinkinden daha hidayetlidir" diyorlar." (Nisa âyet; 51) âyeti indi.
Yahudiler böylece, Kureyş lehine söyleyeceklerini söyleyince, buna pek sevinip harbe coşku içinde hazırlığa başladılar. Sonra, bu yahudi gurup Mekke'den ayrılıp Gatafan kabilesine gelip, onları da da'vet ettiler, onlarda bunu uygun buldular.
Kureyş Mekke'den hareket etti. Gatafanlılarda harekete geçtiler. Uyeyne b. Hısn Fizâra oğullarına, Haris b. Avf da kendi kabilesi Mürra oğullarına, Mes'ud b. Ruhayle de kendi kabilesi Eşca'dan kendine uyanlara komuta ediyordu.
Mekke ve çevresindeki gurupların geldiğini duyan Rasûlüllah (s.a.v.), Medine etrafına hendek kazdırıp, bizzat kendi elleri ile bu işde çalıştı. Hendek kazarken Müslümanların içindeki münafıklar onlardan geri durup yardım etmediler. Müslümanlar kendileri çalışarak hendeği sağlamlaştırdılar.[474]
Hendek kazarken meydana gelen birtakım hadiseler bana kadar ulaştı. îşte bunlardan birisi şudur; Bana ulaştığına göre:
- Ca'bir (r.a.) anlatmış ki; kazı esnasında külünkle parçalanama-yacak derecede sert bir kayaya rastlamışlar ve durumu Allah Rasûlü'ne arzetmişler. Efendimiz (s.a.v.) de bir su kabı isteyip, onun içine üflemiş, sonra Allah'ın dilediği duaları edip ardından bu suyu o sert kütlenin üzerine dökmüş ve kaya adeta kum tepeleri haline gelivermiş.[475]
Bana Saîd b. Mîna, Cabir b. Abdillah (r.a.)'ın şöyle dediğini anlattı:
- Hendek'te Rasûlüllahla beraber çalıştık. Bende bir oğlak vardı. Bunu Rasûlüllah'a yedirsem, deyip hanımıma söyledim. O da arpa öğüttü ve bundan ekmek yaptı. Bu kuzuyu kesip kızarttım. Biz gündüz hendek kazıp akşamleyin ailemize dönerdik. O gün akşam olup da Rasûlüllah dönmeyi murad edince: "Yâ Rasûlellah! Ben şöyle şöyle yaptım. İsterim ki benimle gelesin" dedim. Ama ben sadece Allah Rasûlünün gelmesini istiyordum.
Ben teklifimi yapınca o, "Evet" deyip sonrada bir dellal'a, "Haydin, Rasûllülahla birlikte hepimiz Cabir'in evine gidiyoruz" diye duyuru yaptırdı. Ben kendi kendime "İnnâlillahi ve innâ ileyhi raciûn!" dedim. Rasûlüllah ve ashab hareket etti, gelip evime oturdu. Biz hazırladığımız sofrayı önüne koyduk. Bereketlenmesine dûa edip, "Bismillah" dedi ve yemeği yedi. İnsanlarda ondan yediler. Evimiz ufak olduğundan bir gurup yemeğini yiyip çekiliyor diğer gurup sofraya oturuyordu. Öyle bereketlendi ki, Hendek'te çalışanların hepsi yiyip doyundu.[476]
Bana Saîd b. Mînâ'nın anlattığına göre; kendisine Beşîr b. Sa'd'ın kızı şöyle anlatmış: Annem Ravaha kızı Amra, beni çağırıp bir mikdar hurmayı eteğime koydu ve "Kızım! haydi babanla dayın Abdullah'a yemeklerini götür" dedi. Ben onu götürmüş babamla dayımı ararken Rasûlüllah (s.a.v.)'a rastgeldim. Bana: "bu yanında taşıdığın ne?" buyurdu. Ben, "Hurma; annem babamla dayıma yolladı da" dedim. Efendimiz (s.a.v.), "ver onları" buyurdu. Bende onları Peygamberimizin avuçlarına boşalttım ama onları doldurmadi bile. Peygamber bir bez isteyip serildi. Sonra hurmayı üzerine koyup bezin üstünü katladı ve yanındaki birine, "haydi!!, Hendek kazanlara; "yemeğe buyurun" diye bağır" buyurdu. İnsanlar toplanıp hurmayı yemeye başladılar, hurma habire çoğalıyordu. Oradakiler doyunup çekilmişler, ama hala bezin uçlarından hurma düşüyordu.[477]
Yalancılıkla itham edemeyeceğim biri Ömer, Osman ve Ali (r.a.) devrinde de, ele geçen şehirler fethedildiğinde Ebû Hüreyre (r.a.)'nin:
- Fetih müyesser olan yerleri fethedin! Ebû Hüreyre'nin canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki, fethettiğiniz ve kıyamete kadar fethedeceğiniz şehirlerin anahtarlarını Allah fethedilmeden önce Muhammed (s.a.v.)'e vermiştir, dediğini nakletti.[478]
Bana Selman'ı Farisî'nin şöyle dediği anlatıldı: Hendeğin bir tarafım kazarken külüngü çok sert bir yere vurdum. Bana çok zor gelmişti. Efendimiz (s.a.v.) yakınımda idi. Benim vuruşlarımı görünce, hendeğe inip külüngü elimden aldı ve bir darbe indirdiki, balyozun altından bir kıvılcım parladı. Sonra bir daha vurdu, tekrar aynı yerden parladı. Sonra üçüncüyü indirdi yine kıvılcım parladı. Ben: "Anam babam feda olsun Yâ Rasûlellah! bu ne?" dedim. "Yoksa gördünmü?" buyurdu. "Evet" dedim. Efendimiz: "Birinci kıvılcımla Allah bana Yemen'in fethini, ikinci ile Şam ve Mağrib'in fethini, üçüncü ile de Meşrık'ın fethini nasİb etti" buyurdu.[479]
İbni İshâk sözüne şöyle devam ediyor:
- Rasûlüllah (s.a.v.) hendek kazma işini tamamlamıştı ki, Kureyşliler gelip Medine'deki El-Cürüf ve Zeğabe arasındaki sel derelerinin birleşim yeri olan Roma[480] mıntıkasına konakladılar. Bunlar, Kureyş'in ileri gelenleri ile Kinâne oğullan, Tihame ve Gatafan kabilesinden, Kureyş'in sözüne kanıp peşine düşen onbin kişilik bir ordu idi.
Gatafan kabilesi ile onlara takılıp gelen Necd ehli bir gurup insan, Uhüt dağı tarafına düşen Zeneb-i Makama da konakladılar.
Allah Rasûlü de, Üç bin kişilik bir ordu ile bunlara karşı koymak üzere harekete geçip, sırtlarım (Medine içinde sayılan) Sel'a dağına verdiler ve orada kamplarını kurdular. Böylece kazmış oldukları hendek Müslümanlarla müşrikler arasında kalmış oldu. Müşriklerden Huyey b. Ahtab, yardım dilemek üzere, yahudî Benî Kureyza kabilesinin antlaşma ve akd işleri ile yükümlü bulunan Ka'b b. Esed el-Kurazî'ye gitti. Ka'b daha önce Allah Rasûlüne, kavmi hakkında anlaşma yapmış idi. Ka'b, bu Huyey'in geldiğini duyunca kale kapısını kapattırıp açtırmadı. Huyey:
- Yâ Ka'b! Kapıyı aç! diye bağırdığında ona, "sen uğursuz bir a-damsın, ben Muhammed'e garanti verdim, onunla aramızdaki anlaşmayı bozamam. Zîra ben bu güne kadar Muhammed'den sözüne vefa ve sadakattan başka bir şey görmedim" dedi. Huyey de, "sana yazık olacak, açda bir konuşalım" diye İsrar etti. Lakin Ka'b, "bunu yapamam" dedi. Bunun üzerine Huyey ona:
- Vallahi sen kapıyı başka bir sebeble değil, sadece Cüşeyşe dediğiniz, etli pilav yemeğinizi seninle beraber ben de yemiyeyim diye kapadın, deyipte ısrar edince, Ka'b kapıyı açtı. Huyey de:
- "Yâ Ka'b sana yazık olacak! Ben sana hayatın en büyük şerefini ve dalgaları kabaran bir denizi getirdim. Ben sana Kureyş kabilesini başlarında liderleri ile getirip, Roma mıntıkasındaki sel yataklarının birleştiği yere konaklattım. Gatafanhları da liderleriyle getirip, Uhut tarafındaki Zeneb-i Nakamada konaklattım. Onlar bana, Muhammed ve beraberindekilerin kökünü kazımadan buradan ayrılmayacaklarına dair söz verip anlaşma yaptılar," dedi. Ka'b ise ona:
- "Vallahi sen bana hayatın en alçağım ve içindeki suyunu yıldırım ve şimşeğini boşaltıp, hiç bir yağmur Özelliği kalmayan bulutları getirdin. Yâ Huyey! Sen beni Muhammed'le yaptığım anlaşmam ile
başbaşa bırak. Zîra ben Muhammed'den doğruluk ve sözüne vefalı kalma dışında birşey görmedim" dedi.
Nihayet Huyey, Ka'bla uğraşa uğraşa sonunda "Eğer Kureyş ve Gatafanlılar, bu harpte Muhammed'e bir şey olmadan Medine'den geri dönecek olurlarsa, (Mekkeye gitmeyip) seninle birlikte kalene geleceğim ve sana bir bela ulaşacaksa banada ulaşacak" diyerek, onu ikna etti.
Bunu duyan Ka'b, ahitnameyi yırtarak, kendi ile Rasûlüllah arasında bulunan -karşılıklı korumadan- beri olduğunu ilan etti.[481]
(İbni İshâk devamla der ki:)
Ka'bm, bu antlaşmayı bozduğu haberi Allah Rasûlüne ulaşınca, Ensar'ın lideri olan Sa'd b.- Ubâde ile Hazreç kabilesinin lideri olan Sa'd b. Muâz'ı yanlarına Abdullah b. Ravaha ve Havvat b. Cübeyr'i de katarak onlara yolladı ve:
Haydi gidip onlara varıp bir bakın. Onlar hakkında bizim duyduğumuz doğrumu değil mi? Eğer doğru ise onu öyle bir üslupla anlatın ki, sadece ben anlayayım diğerleri anlamasın. Müslümanlar arasında bunu yayipta maneviyatını bozmayın. Eğer anlaşmalarına hâla vefalı olup, bizimle aralarındaki sözde duruyorlarsa bunu insanlara anlatın" buyurdu.
Bunlar yola çıkıp, Benî Kureyzalıların olduğu yere kadar geldiler. Baktılarki, onların durumu kendilerinin duyduğundan dahada kötü. (Peygamber (s.a.v.)'e sövüp sayarak "aramızda anlaşma falan yok" dediler. Söze Sa'd b. Muâz (r.a.) başladı. Sa'd (r.a.) sert yapılı biriydi. O da onlara çok kötü sözler söyledi. Bunu gören Sa'd b. Ubâde ona, "sen onların bu kötü laflarına böyle cevap verme. Bizimle onlar arasında bir anlaşma bulunması -düşmanlık- bulunmasından daha karlı" dedi.
Böylece Rasûlüllah (s.a.v.)'m yanına geri geldiler. Selam verip: "Adal ve Kara halkı gibiler" diyerek, Racî faciasında Hubeyb (r.a.) ile arkadaşlarına tuzak kuran Adal ve Kara halkı gibi, ahdi bozup hiyanet etmişler, demek anlamına getirdiler. Rasûlüllah (s.a.v.) bunu duyunca;
"Allahü Ekber! Müjde ey İslâm topluluğu" buyurdu. İşte o bunu söylediği zaman korku her yeri sarmıştı.[482]
İşte Allah (c.c.) bu durumu şöyle anlatıyor:
"Hani o vakit onlar (Gatafanlılar) üst tarafınızdan, (Kureyşliler de) alt tarafınızdan size (saldırmaya) gelmişlerdi ve gözler -korkudan- kaymış, yürekler de (çırpıntıdan nerdeyse) boğaz hançeresine dayanmıştı. Sizler de Allah'a (şöyle böyle yapacak diye) birtakım zanlar yapıyordunuz. Orada Mü'minler bir imtihana tutuldular ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldılar." (Ahzâb âyet; 10, İl)[483]
Kâfirlerin gurup gurup geldiğini gören münafıklar da homurdanmaya başlamışlardı. Hatta Amr b. Avf oğullarından birisi olan Muatteb b. Kuşeyr adındaki herif; "Bir de Muhammed bize İran Kisrası'nın hazinelerini yiyeceğimiz va'dini veriyordu, bu gün hiç birimizin tuvalete gidecek kadar can güvencesi yok" bile demişti.[484]
Resulallah (s.a.v.) ile arkadaşları ve müşrikler Hendekte yirmi gece kadar ikamet etmişler, aralarında kuşatma ve karşılıklı ok atma dışında bir harp olmamış idi.[485]
Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) Uyeyne b. Hısn ile Haris (b. Avf a haber saldı. (Bu ikisi Gatafanhlann liderleri idiler) Efendimiz bunlara, yandaki adamları ile birlikte Medineyi terkedip gitmeleri şartıyla Medine'de o yıl yetişen meyvelerin üçte birinin kendilerine verileceğini söyledi. Hatta Efendimizle aralarında birde sulh anlaşması yapıp, hatta bunun maddeleri de yazılmıştı. Ancak ne üzerine imza atıldı ne sulh gerçekleşti, sadece bu konuda teşvikler yapılabildi.
Rasûlüllah (s.a.v.) bu anlaşmayı yapmak isteyince Sa'd b. Muâz iie Sa'd b. Ubadeye haber salıp onlarla bu mevzuya istişare etti. Onlar:
- "Yâ Rasûlellah! Bu olay senin "böylesi daha güzeldir" deyip bizim de onu icra etmemizi istediğina bir şeymi, yoksa, Allah'ın sana emrettiği ve bizim kesin uymamız gereken bir şeymi? veya senin bizi kurtarmak için alıverdiğin bir kararın mı? diye sorduklarında Efendimiz:
Bu, benim sizin için yaptığım bir anlaşma olacak, vallahi bu anlaşmayı arablarm hepsinin toplanıp size aynı yaydan ok attığını görmeeydim asla yapmazdım. Ancak ben bir kısmıyla anlaşarak onların güçlerini sizden kırıp svazgeçirmek için yaptım, buyurdu.[486] Bunun üzerine Sa'd b. Muaz da, şöyle dedi:
- "Yâ Rasûlellah! Biz de, şu karşımızdaki düşman gurubu da, Allah'a şirk koşup putlara tapınan kimseler idik. Allah'a tapmadığımız gibi onun hakikatim da bilmiyorduk. Şimdi bunlar bizden, sadece misafire ikram edilen veya satın alma haricinde hiç bir şekilde birşey yiyemeyecekler. Allah bize şimdi İslâm dinini ikram etmiş ve seninle, bize izzet bahsetmişken mi onlara malımızı vereceğiz? Vallahi böyle bir şeye asla ihtiyacımız yok ve vallahi Allah onlarla aramızdaki kararını verene kadar bu keferelere kılıçtan başka verecek hiçbir şeyimiz yok" dedi. Bunu duyan Nebî (s.a.v.) "İşte sen busundur" buyurdu. Sa'd b. Muaz anlaşma yazılı bulunan kağdı alıp yazılarım sildi ve ardından:
- Haydi güçleri yeterse gelsinler, dedi.[487]
Rasûlüllah (s.a.v.) ve Müşrik gurupları (yirmi küsur gün) orada eğleştiler, ama aralarında savaş olmadı. Ancak aralarında Amr b. Abdi Vûd, İkrime b. Ebî Cehl, Hübeyre b. Ebî Vehb ve Dırâr b. el-Hattab'ında bulunduğu bir bölük süvari harb için elbiselerini giyip sonra atlarına binip yola çıktılar. Hatta ta kinane oğullarına kadar geldiler ve onlara "haydin Kinane oğulları harbe hazırlanın. Bugün gerçek meydan süvarisinin kim olduğunu siz de bileceksiniz" dediler. Sonra atları onları süratle götürüp, Hendeğin başında durdular. Hendeği görünce:
- Vallahi bu öyle bir tuzak ki şimdiye kadar arablar böyle bir tuzak kurmayı bilmiyorlardı, dediler. Hendek'te bulunan dar bir yere gelip atlarını karşıya sürüp hücuma geçtiler. Atları karşı taraftaki Sel'a dağı ile hendek arasındaki çorak yere atladılar.
Hz. Ali (r.a.) yanma bir gurup Müslüman alarak müşriklerin gelip geçebileceği geçidin karşısını tutarak, onlara mani oluyordu. Bu kere süvariler atlarını onlara doğru sürdüler:
Amr b. Abd-i-Vüdd, Bedir harbinde savaşıp yaralandığı için, Uhut harbinde bulunamamıştı. Hendek savaşı günü kendinin yiğitliği görünsün diye kendine düaverlik alâmeti takınarak gelmişti. Atıyla gelip Müslümanların karşısına durunca, "benimle kim düello yapacak?" diye sordu. Onunla Hz. Ali düelloya çıktı. Hz. Ali ona, "Yâ Amr, sen, "kureyşten biri seni iki dostluktan birine çağırırsa mutlaka onun birini alacağına dair Allah'a söz vermemişmiydin?" deyince; "evet" dedi. Bunun üzerine Ali (r.a.):
- Öyleyse şimdi ben seni, Allah'a, Peygamberine ve İslâm dinine da'vet ediyorum, dedi. Lakin Amr; "benim böyle bir şeye ihtiyacım yok" diye karşılık verdi. Hz. Ali tekrar:
- Öyleyse seni çarpışmaya çağırıyorum, deyince Amr; "Ey kardeşimin oğlu ne için çarpışalım. Vallahi ben seni Öldürmek istemiyorum!" dedi. AH (r.a.) ona: "Ama vallahi ben seni Öldürmek istiyorum" deyince, Amr öfkeye kapılıp, hiç düşünmeden atından atlayıp atını kesti, yüzünü yere vurup sonrada Hz. Ali'ye saldırdı. İkisi çarpışa çarpışa dolaşmaya başladılar, Ali onu öldürdü. Onların atları bozguna uğramış olarak geri dönüp, Hendek'ten atlayıp kaçtılar. O gün İkrime, mızrağını yere attı ve yenik düştü. Bu konuda Hz. Ali şöyle diyor:
1- Akılsız görüşü yüzünden taşlara (putlara) yardım etti. Ben ise indirdiğim darbelerle Muhammed'in dinine yardım ettim.
2- Onu (bir darbe ile) yere indirip, kum tepecikleri ile kumluk arasında yatan hurma dalı gibi yerle bir ettim.
3- Ey (bize saldıran) guruplar, siz Allah'ın kendi dinini ve kendi Peygamberini rüsvay edeceğini sanmayın.[488]
Ebû Leylâ Abdullah b. Sehl bana anlattı ki: Hendek harbi günü, Hz. Âişe (r.a.) Harise oğulları kalesinde imiş, beraberinde, aynı kalede Sa'd b. Muâz (r.a.)'ın annesi de bulunuyormuş. Burası Medine'deki kale bedeni sayılanların en sağlamıydı. Hz. Âişe derki; "Bu hadise daha bize hicab âyeti gelmeden önce idi. Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabı Hendeğe gidince çocuk ve kadınları kalelere gönderirlerdi.
Sa'd b. Muaz'm üzerinde kısaldığı için kolları dirseklerine kadar dışarı çıkmış bir zırhı vardı. Elinde bir ucunu yerde sürüdüğü bir harbe (mızrakçik) vardı ve şöyle dedi:
Azıcık eğleş bakalım o zaman harb Hamel b. Sa'dâne'yi görecek. Ecel yaklaşınca Ölüm'ün bir sakıncası olmaz.[489]
Bunu duyan Sa'd'ın annesi, "oğulcağızım haydi, geç kaldın git de orduya katıl!" dedi. Hz. Âişe de ona: "Ey Sa'd'in anası, ben Sa'd'ın zırhının bundan daha uzun olmasını arzu ederdim" dedi.
Hz. Âişe zırhın kısalığını görünce, ok Sa'd'a değebilir diye endişe-lenmişti. Nitekim Savaşta Habban b. Kays b. Arika bir ok atmış ve bu ok Sa'd'ın kolundaki hayat damarına isabet etmişti. Habban bu oku atınca; "al benden bir ok. Ben Arika'mn oğluyum" diye övündü. Sa'd da ona, "Allah Cehennem'de yüzünü terletsin" deyip "Allah'ım! Eğer Kureyşle harb bİtmeyip daha devam edecekse beni o harbi görecek kadar yaşat. Zîra senin yolunda, senin Peygamberine işkence eden, onu yalanlayıp sonrada yurdundan çıkaran bir kavim ile harbetmekten daha fazla sevinebileceğim bir kavim yoktur. Allah'ım! Eğer sen onlarla bizim aramızda harbi bitireceksen, bu yarayı benim şehitliğime sebeb kıl. Kureyza oğullarından dolayı, gözüm aydınlanmadan benim canımı alma" diye dûa etti.[490]
Efendimiz (s.a.v.)'in halası Abdü'îmuttahb kızı Safıyye (r.a.)'de Hendek günü -o vakit- Hassan b. Sâbit'e ait bulunan ve Fârî' adı verilen kalede idi. Yine orada beraberinde kadınlarla çocuklar vardı. İşte Hz. Safıyye -orada geçen bir olayı- şöyle anlatıyor:
- Hassan'da Kal'ede bizimle kadın ve çocuklarla beraberdi.[491] Birde gördük ki, bir yahudi bizim tarafa uğradı ve kaleye yakın bir yere yerleşmeye başladı. Halbuki Kureyza oğulları (yahudiler) kendileriyle Rasûlüllah arasındaki anlaşmayı bozup ona harp ilan etmişlerdi. Yahudilerle bizim aramızda bizi savunacak kimse de yoktu.
Müslümanlar o esnada tam düşmanlarının karşısında olduğu için onları birakıpta bize gelemezlerdi. Ben Hassan'a: "Ey Hassan! Seninde gördüğün gibi, şu yahudi kaleye yakın bir yere konuyor. Vallahi ben onun bizim mahremlerimizi geride kalan yahudilere göstermeyeceğine güvenmiyorum. Rasûlüllah ve ashabı da şu anda bizden başka bir dert ile meşguller. Sen aşağı in de şu yahudiyi öldür" dedim. Hassan da bana; "Ey Abdimuttalib'in kızı, Allah sana acısın. Vallahi sende bilirsinki, ben bu işi yapabilecek bir adam değilim" dedi.
Bana böyle deyince, ben onda hiç yürek olmadığını anladım ve hemen izarımi belime toplayıp bağladım, sonra bir odun alarak kaleden ona doğru indim ve odunu öldürünceye kadar ona vurdum. İşini bitirip kaleye geri döndüğümde, "Yâ Hassan! İnde onun üzerindeki harp edevatını soyup al. Zîra beni, onun erkek oluşu soymaktan alakoydu" dedim.
Hassân'da, "benim onun üzerindeki harp eşyasını soyup almaya bir ihtiyacım yok" dedi.[492]
İbni İshâk söze devamla derki: Düşmanların Müslümanlar aleyhine birleşip, hem yukardan hem aşağıdan gelmeleri sebebiyle Rasûlüllah (s.a.v.) ile Ashabı, Allah'ın Kur'anda bahsettiği korku ve şiddet içinde orada günlerini geçirdiler.[493]
Bu hadisenin bir benzerini de Yûnus b. Bükeyr, Hişâm b. Urve aracılığıyla babası Urve b. Zübeyr'den nakleder.[494]
İbni İshâk derki: Sonra Gatafan kabilesinden Nuaym b. Mesûd, Rasûlü ekremin huzuruna gelerek Müslüman oldu ve: "Benim kavmim Müslüman olduğumu bilmiyorlar. Bana yapabileceğim bir şey varsa emret Yâ Rasûlellah!" deyince Rasûlüllah (s.a.v.):
"Sen bize katılırsan aramızda sadece tek kişi olarak katılmış olursun. Ama sen kendi kavmiyin arasına git ve gücüyün yettiği kadar onları harbi terk etmeye zorla, zîra harb bir hileden ibarettir" buyurdu.[495]
Nuaym yola çıkıp, cahiliye döneminde gayet iyi dostları bulunan Kureyza kabilesine geldi ve onlara: "benim size olan samimi dostluğumu bilirsiniz değilmi?" diye sorunca, "doğru söylüyorsun" dediler. O da:
- "Kureyş ile Gatafan asla size benzemez. Bu memleket sizin kendi yurdunuz, orada mallarınız, çocuklarınız ve hanımlarınız var. Binâen aleyh siz buraları bırakıpta başka yerlere gidemezsiniz. Kureyş ile Gatafan ise buraya sadece Muhammed ve ashabı ile savaşmaya geldiler. Sizde onlara bu konuda destek oldunuz.
Halbuki, Kureyşle Gatafan'ın malları, hanımları ve yurtları başka yerde. Onlar asla sizin gibi değil. Eğer bir fırsat olursa hemen onu ele geçirecekler. Aksi olursa kaçıp memleketlerine gidecekler ve sizinle Muhammed'in arasına kendi ülkenizde bu harbi bırakacaklar. O zaman Muhammed sizinle baş başa kalınca sizin gücünüz ona yetmiyecek. Bana kalırsa siz bu Kureyş, Gatafan ve diğerleri ile birlikte, "onların eşrafından bazılarını rehin alarak, elinizde onların da Muhammed'den kurtuluncaya kadar, sizinle birlikte savaşacağını garanti altına almadan, sakın savaşa girmeyin" dedi. Bunu duyan Kureyza Yahudileri, "sen gerçekten önemli bir hususa işaret ettin" dediler.
Sonra Nüaym oradan ayrılıp Kureyşlilerin olduğu yere gelip Ebû Süfyan ve beraberindekilere: "Siz benim sizinle olan dostluğumu, Muhammed'le olan ayrılığımızı biliyorsunuz. Bana bir takım haberler ulaştı ki, size nasihat olsun diye, bu duyduklarımı size ulaştırmak benim üzerime düşen bir vazife olarak görüyorum, ama bunu benden duyduğunuzu gizlemelisiniz" dedi. Onlar da, "gizleriz" dediler. Nuaym:
- "Bilesiniz ki, Yahudi gurubu kendileriyle Muhammed arasındaki anlaşmayı bozduklarına pişman oldular. Muhammed'e haber salarak, "biz yaptığımıza pişman olduk. Şimdi şu iki büyük kabile olan Kureyş ve Gatafan'ın eşrafından bir takım kimseleri alıp size teslim etsek ve siz de onların boyunlarını vursanız, acaba seni tekrar sulh yapmaya razı edebilirmiyiz, sonrada müşriklerin geri kalanlarının kökünü kazıyıncaya kadar seninle birlik olsak olmazmı?" dediler. Muhammed'de onlara "olur" diye haber salmış. Eğer Yahudiler size, rehin almak için adam yollarlarsa sakın bunu kabul etmeyin" dedi. Nuaym sonra ayrılıp Gatafan'a geldi ve onlara:
- Ey Gatafan topluluğu! Siz benim aslım ve kabilemsiniz. Bana insanların en sevimli olanısınız. Sizin, beni yalancılıkla itham ettiğinizi hiç görmedim, deyince, "doğru söylüyorsun sen bizim katımızda hiç bir şekilde itham edilmiş değilsin" dediler. Nuaym onlara da, "ama bunu benden duyduğunuzu saklayın" dedi. Onlar da, "öyle yaparız" dediler. Bunun üzerine Nuaym da onlara aynen Kureyş'e söylediklerini söyleyip, onları bazı bazı şeylerden sakındırdı.
Şevval ayının ilk cumartesi girdiğinde, Ebû Süfyan ile Gatafan liderlerinin İkrime b. Ebî Cehl'i, Kureyş ve Gatafanhlardan oluşan bir gurubun başında, Kureyza oğullarına göndermesi de Allah'ın Peygamberine yapmış olduğu bir yardım idi.
Bunlar Kureyzaİılara: "Biz burada kendi yurdumuzda oturduğumuz yok. Helak olmadık ne deve kaldı, ne de at (ne ayakkabı nede tırnak kaldı)[496] Haydin çarpışmaya siz de katılın da, şu Muhammed'den bir kurtulalım" dediler.
Yahudiler de bu gelenlere; "Bu gün günlerden cumartesidir. Biz bu tatil günümüzde asla birşey yapmayız. (Kimimiz bu günde bazı işler yaptı da, başına sizinde bildiğiniz şeyler geldi.) Bununla beraber siz kendi adamlarınızdan bir kısmını Muhammed'den kurtuluncaya kadar güvence için bize rehin olarak vermedikçe biz sizlerle birlikte asla savaşa katılmayacağız. Zîra harb size dişini dokundurursa, kendi ülkenize geri dönerek, bizi bu adamla kendi ülkemizde başbaşa bırakacağımzdan korkuyoruz. Bizim de Muhammed ile çarpışmaya gücümüz yetmez" dediler.
Elçiler onların bu dediklerini alıp geri geldiklerinde, Kureyşlilerle Gatafanlılar: "Vallahi Nuaym b. Mes'ud size bu konuda doğru söylemiş" diyerek Kureyza oğullarına: "Vallahi biz adamlarımızdan hiç birini size veremeyiz. Çarpışmaya varsanız, haydi gelin ve savaşa katılın" diye haber saldılar.
Bu haber kendilerine ulaşınca Kureyza oğulları da: "Gördünüzmü, Nuaym'ın size anlattığı doğru imiş. Bunlar bizim sadece kendi taraflarında savaşmamızı istiyorlar. Eğer bir fırsat bulurlarsa onu değerlendirecekler. Yok aksi olursa ülkelerine kaçacaklar." deyip Kureyşlilerle Gatafanlılara: "Vallahi bize rahin vermediğiniz süre sizinle beraber savaşa katılmayacağız" dediler. Onlarda bunu reddetti.
Allah da aralarını bozdu. (Allah onlara soğuk bir kış gecesi müthiş bir rüzgar gönderdi de bu yel onların tencerelerinin altını üstüne getirip çadırlarını söküp attı.
Onların başına gelen bu belaların haberi Peygamberimize ulaşınca, Huzeyfe b. Yeman'ı çağırtıp, bu gece müşrik topluluğunun ne yaptığını teftiş için onlara yolladı.[497]
İbni İshâk derki:
Bana Yezîd b. Ebî Ziyad, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini anlattı: Küfe halkından bir adam Huzeyfe b. Yemân (r.a.)'a:
- Siz Rasûlüllah (s.a.v.)'ı görüp onunla arkadaşlık ettiniz mi?" dedi. O da, "Evet ey kardeşimin oğlu!" deyince adam, "Peki ona nasıl davranırdınız?" diye sordu. Huzeyfe, "Vallahi gücümüzün yettiği kadar davranırdık" deyince adam: "Vallahi eğer biz Peygamber (s.a.v.)'e yetişebilmiş olsaydık kesinlikle onu yerde yürümeye bırakmaz ve onu omuzumuza alırdık" dedi. Bunun üzerine Huzeyfe ona dediki:
- "Dinle kardeşim oğlu! Vallahi ben ashab ile beraber kendimizi, Hendek harbinde Rasûlüllahla beraber olduğumuz anı şu an gibi görüp duruyorum. Efendimiz gecenin bir geç saatinde namazını kılıp sonra bize dönerek "İçinizden kalkıp şu müşriklerin - şu anda- ne yaptıklarını teftiş edip sonra bu haberle geriye dönen kimseye Cennette benimle arkadaş yapması için Allah'a yalvaracağım" buyurdu. Rasûlüllah gidecek kimsenin, bu sözüyle geri dönmesini de şart koşmuş oluyordu. Korkunun dehşeti, açlığın tahammülsüzlüğü ve soğuğun şiddetinden dolayı kimse yerinden kalkmadı. (Hiç kimse ayağa kalkmayınca Rasûlüllah yine bir mikdar namaz kılıp sonra bize döndü ve aynı sözünü söyledi. Yine bizden kalkan olmadı. Sonra biraz daha namaz kılıp bize döndü ve aynı sözlerini tekrarladı.)[498] Hiç kimse kalkmayınca Efendimiz beni çağırdı. Beni adımla çağırınca artık benim kalkmaktan başka yapabileceğim birşey yoktu. Efendimiz:
"Ya Huzeyfe! Git ve onların arasına gir, ne yaptıklarını kontrol et. Ama sakın hiçbir hareket yapma bize öylece geri gel" buyurdu. Bende gidip müşriklerin arasına daldım. Ne göreyim bir yandan kasırga bir yandan Allah'ın göremediğimiz ordusu onlara yapacağını yapıyor. Ne tencere, ne ateş, ne bina, yel hepsini dağıtıyordu.
Ebû Süfyan ayağa kalkıp: "Ey Kureyşliler! Vallahi siz hiçde eğleşebileceğiniz bir mekanda değilsiniz: Görüyorsunuz develer ve atlar hep helak oldu. Kureyza oğulları ile aramıza ayrılık girdi ve onlardan bize hiç hoşlanmadığımız şu rehin haberi geldi. Gördüğünüz gibi rüzgar şiddetine uğradık, ne tencerede güven bırakıyor, ne ateşimizi yaktırıyor ne de çadırımızı koyuyor. Haydin bir an evvel buradan gidelim, ben gidiyorum" dedi.
Sonra da bağlı duran devesine gidip, üzerine bindi ve kalkması için devesine vurdu. Deve üç kere onunla beraber sıçradı. Vallahi devesinin bağını çözerken ayakta idi. Eğer Rasûlüllah'ın "Bana gelinceye kadar hiç bir şey yapmayacaksın" talimatı olmayıp ta dileseydim, Kesinlikle onu okla öldürebilirdim.
Sonra Rasûl-ü ekrem'in yanma döndüm. Rasûlüllah hanımlarından birine ait üzeri resimli yün bir elbise içinde namaz kılıyordu. (İbni Hişâm bu "Müreccel, resimli" kelimesini "Yemen elbise motivi" çeşidinden bir tür, diye izah eder.)[499] Rasûlüllah beni görünce ayaklarının yanına kadar getirdi ve üzerindeki elbisenin bir ucunu üzerine attı. Sonra rüku ve secde yaptı. Bende hala elbisede idim.
Rasûlüllah selam verince, bende kendisine anlattım. Gatafan kabilesi, Kureyş'in gece gittiğini duyunca alel acele toplanıp yurtlarına doğru yola koyuldular, (Sabah olunca Nebî (s.a.v.) de Müslümanlarla beraber Hendek'ten Medine'ye avdet etti ve silahını bıraktı.)[500] İşte Allah (c.c.) bu hadiseye Kur'an'da; (Ahzab sûresi âyet; 25)
"Allah kâfir olanları, hiç bir hayırs elde edemeden geri çevirdi. Allah mü'minlere (kafirleri rüzgarla defederek) harbe yetmiştir. Allah kuvvetli ve üstündür" âyeti ile belirtmiştir.
Buraya kadar anlattığımız bu hadiselerin hepsi Bekkâî'nin Muhammed b. İshak'tan yaptığı rivayettir.
Yûnus b. Bükeyr de Hişam b. Sa'd aracılığıyla Zeyd b. Eslem'den bu konuda şunu nakleder:
Adamın biri Huzeyfe'ye, "Yâ Huzeyfe! Biz sizi Allah'a şikayet ediyoruz. Siz Peygamberle arkadaşlık yaptınız ve onun vaktine yetiştiniz, halbuki biz o vakte yetişemedik. [Siz Onu gördünüz, biz ise Onu göremedik" diye tarizde bulundu. Huzeyfe bunu duyunca ona: "Biz, sizin onu görmeden ona olan imanınızı Allah'a şikayet ederiz. Vallahi ey kardeşim oğlu! Bilmem sen Rasûlüllah dönemine yetişseydin nasıl olurdun. Ben yağışlı soğuk bir gece olan Hendek harbi gecesinde Rasûlüllahla beraber olduğumuzu görür gibi hatırlıyorum. Ebû Süfyan ile arkadaşları oradaki meydana kamp kurmuşlardı. Rasûlülîah (s.a.v.):
- "Gidip müşrikler hakkında bize bilgi getiren kimseyi Allah cennetine sokacak, gidip onlardan bilgi getireni Allah, kıyamette İbrahim
Peygambere arkadaş yapacak" buyurdu. Lakin Vallahi bizden hiç ayağa kalkan olmadı. Efendimiz yine: "Gidip bize onların haberini getiren kimseyi Allah kıyamet günü benim arkadaşım yapacak" buyurdu. Ama vallahi kimse kalkmadı.
Ebû Bekir, "Yâ Rasûlellah bu işe Huzeyfe'yi yolla" deyince ben; "Vallahi benden başkasını" dedim. Allah Rasûlü, "Ey Huzeyfe!" deyince "Lebbeyk! anam babam sana kurban olsun" dedim. Efendimiz "sen gidiyormusun?" buyurdu.)[501] Hadisin gerisini Zeyd b. Eşlem, aynen Muhammed b. Ka'b gibi haber veriyor. Sonunda ise; "Ben Ebû Süryan'ın bağlı hayvana binip sürmeye çalıştığını...., anlatmaya başlayınca, Efendimiz gülmeye başladı, öyleki ben dişlerine bakmaya başlamıştım.[502]
Musa b. Ukbe, İbni Şihab-i Zührî'nin şöyle dediğim anlatıyor:
- Rasûlüllah hicri ikinci senenin Ramazan ayında Bedirde savaştı. Ardından üçüncü yılın Şevval ayında da Uhut'ta savaştı. Sonra da, Hendek harbini yaptı. Bu harbe Ahzab ve Beni Kureyza harbi de denir. Bu olay dördüncü yılın Şevval ayında olmuştu.[503]
İbnü Lehî'a'nm, Ebûl Esved yoluyla naklettiği hadisinde de, Urve aynı şekilde söyleyip; "dördüncü yılda yapıldı" diye belirtirler. Hendek olayını anlatırken de, "uhut'tan iki yıl sonra idi" derler.[504]
Şeyban'm yaptığı rivayete göre Katâ'de bu konuda şöyle der:
-Bedir harbi hicretten onsekiz ay sonra, Uhut ertesi yılın Şevval a-yında meydana geldi. Ahzab (hendek) harbi Uhut'dan iki sene sonra oldu. Bu hicretten dört yıl sonra idi."[505]
Bu konuda (bence) kesin olan budur. Musa b. Ukbe ile Urve b. Zübeyr ise; "dördüncü sene içinde yapıldı" derler ki, bunun yanlış anlama olduğu ortadadır. Ubeydullah b. Ömer'in, Nafi aracılığıyla Abdullah b. Ömer (r.a.)'den naklettiği, "Uhut günü Rasûlüllah beni huzuruna getirtip baktı. Ben o zaman ondört yaşındaydım. Bana harbe katılma müsadesi vermedi. Hendek harbi olunca yine kendisine arz o-lundum, o zaman onbeş yaşında idim, bana katılma icazeti verdi"[506] demesi de, bu tür bir yanlış anlamaya benziyor.
îbni Ömer'in bu sözü "onun Uhut harbinde on dört yaşına yeni bastığı, hendekte ise onbeşini ikmal ettiğine" hamledilir. O bu ikinci fazlalığı birinci üzerine hendek senesini yıl olarak ekliyor. Arablar gerek tarih, gerek müddet (süre), gerekse yaş hususunda bu tür bir uygulama yaparlar. Bazen yıldan artan küsuratı gözönüne alıp, onu sene sayarlar, Bazen de onu hiç hesaba katmazlar.
Alimlerden bir kısmı, bu hadisin zahirine bakarak, bu görüşlerini Musa b. Ukbe'nin; "Hendek savaşı dördüncü yılın Şevval ayında yapıldı" sözleri ile de takviye ederler. Oysa bu görüş âlimlerin ekseriyetinin görüşüne aykırı düşüyor. Hem bizzat Musa b. Ukbe ile Urve b. Zübeyr'in "Uhut ile Hendek arasında iki yıl vardır" diye açıklamalarından sonra geriye daha ne kalır.[507]
Ebû îshak el-Fizârî, Humeyd et-Tavîl aracılığıyla Enes (r.a.)'m şöyle dediğini anlatır:
- Rasûlüllah soğuk bir sabah Hendeğe doğru yola çıkmıştı. Muhacirlerle Ensarhlar elleri ile hendek kazmaktaydılar. Onların, çalıştıracak köleleri yoktu. Efendimiz (s.a.v.), gelip de ashabının açlık ve bitkinlikten ne halde olduklarını görünce:
"Allah'ım! hayat ahiret hayatıdır. Ensar ve Muhacirlere mağfiret et" buyurdu. Bunu duyan ashab-ı kiram da:
"Biz hayatta kaldığımız müddetçe, cihat üzerine Muhammed (a.s.)'e bîat eden insanlarız" diye karşılık veriyorlardı. Bu haberi bu şekli ile Buharı rivayet ediyor. Müslim'in de Hammad b. Seleme aracılığıyla Sabit el-Bünânî'den bunun gibi bir rivayeti vardır.[508]
Abdü'lvâris b. Saîd de, Abdülaziz b. Süheyb aracılığıyla Enes (r.a.)'den buna benzer bir kıssayı şöyle nakleder: "Ensar ve Muhacir gurupları Medine etrafına hendek kazıyorlardı. Kazdıkları toprağı o-muzlarında taşıyor ve "Biz yaşadıkça îslâm üzere Muhammede sonuna kadar biat eden topluluğuz" diyorlardı. Efendimizde onları selamlıyarak "Allah'ım ahiret hayrından başka hayır yok. Ensar ve Muhacirini Mübarek kıl" diyordu.
Onlara çalışırken yemek olarak, bir çanak içinde bozulmuş yağ ile pişirilmiş arpa yemeği getirilip, O da boğazdan geçerken, yiyenleri iğrendirecek şekilde olmasına rağmen önlerine konuyordu. Haberi Buharî rivayet ediyor.[509]
Şu'be derki: Bize Ebû İshâk eş-Şîrazî, Berâe b. Âzib (r.a.)'i şöyle derken işittiğini haber verdi:
- Rasûlüllah (s.a.v.), Hendek kazımı esnasında bizimle beraber toprak taşıyordu. Toprak onun karnının beyazlığını örtmüş o ise şöyle diyordu:
1- Allah'ım sen etmeseydin hidayete eremez, sadaka veremez ve namaz kılamazdık.
2- Üzerimize sekînet indir, düşmanla karşılaşınca ayaklarımıza sebat ver.
3- Şu topluluk üzerimize saldırdı. Eğer fitne istiyorlarsa reddediyoruz. Efendimiz; "reddediyoruz, reddediyoruz" derken sesini yükseltiyordu.[510]
Yine Buharî bu haberi ayrı bir yolla (Ahmed b. Osman - Şüreyh b. Mesleme- İbrahim b. Yusuf- Babası Yusuf- Ebû İshâk eş-Şirazî Berâe (r.a.) nakleder (orada "Efendimiz toprak taşırken karnının derisi öyle toz bulandı ki -çok kılı olmasına rağmen biz orayı göremez hale geldik. Efendimizi o zaman, Abdullah b. Ravaha'ya ait olan bir recezi söylerken duydum" ifadesinden sonra şiiri verir ve sonunda "sonra recez'in son beytinde sesini uzatırdı" ifadesi yer alır.[511]
Abdü'l Vahit b. Eymen el-Mahzumî babasından Cabir (r.a.)'i şöyle derken duyduğunu söyler:
- Hendek harbinde biz hendek kazıyorduk. Birden büyükçe bir kaya parçası çıktı. "Yâ Rasûİellah! kazıda bir kaya kütlesi ortaya çıktı" dedik. Efendimiz üzerine su serpin" buyurdu ve sonra bizzat kalkıp oraya geldi. Açlıktan karnına taş bağlanıp sarılmıştı. Balyozu veya külüngü eline alıp, üçkere "bismillah" çekip ardından ona balyozu vurdu. Kaya sanki akıp giden kum haline geldi. Ben Efendimize, "Yâ Rasûİellah! Eve gitmeme izin versen" dedim o da izin verdi. Ben eve varıp hanıma: "Yanında yiyecek birşey varmı?" diye sordum......
Buharî hadisin geri kısmını aynen yukarda naklettiğimiz îbni İshâk'ın Meğazî'deki haberi gibi anlatıyor.[512]
Hevze b. Halîfe anlatıyor: Bize Avf el-A'râbî, Meymûn b. Üstâz ez-Zehrânî aracılığıyla Berâe b. Âzib (r.a.)'in şöyle dediğini anlattı:
- Rasûlüllah (s.a.v.) bize, Hendek kazmayı emrettiği vakit, hendeğin bir yerine gelince, koskocaman hemde asla kazmanın geçmeyeceği sert bir kayaya rast gelindi. Durumu Rasûlüllah'a bildirdiler. Efendimiz kayayı görünce hemen kazmayı aldı ve Bismillah diyerek bir darbe indirdiki kayanın üçte biri parçalandı. Efendimiz:
ekber, bana Şam'ın anahtarları verildi. Vallahi ben onun kızıl saraylarını görüyorum İnşallah” deyip, bir darbe daha ayaprak tekrara üçte birini parçaladı.
“Allahû ĞEkrer! Bana İran’ın anahtarları verildi. Vallahi ben şimdi Medayin şehrindeki beyaz sarayı görüyorum” buyurdu. Sonra üçüncü darbeyi de indirip, kalan kayayıda parçaladı ve “Allahü Ekber, buna Yemen’in anahtarları verildi, Vallahi ben şu anda bu durduğu yerden San’a şehrinin kapılarını görüyorum” buyurdu.[513]
Süfyân’ı Servi derki: Bize Muhammed b. Münkedir. Cabir (r.a.) işittiğini anltatı. Hendek günü Rasûüllah (s.a.v.):
Müşriklerden bize kim haber alıp gelecek? Diye sordu: Zübeyr (r.a.) “ben” dedi. Rasûlüllah tekrar “onlardan bize kim haber alıp gelecek” buyurunca Zübey yine “ben” dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.); Her Peygamberin bir havarisi vardır, benim havarim de Zübeyr’dir” buyurdu. Bu hadisi Buharî rivayet ediyor.[514]
Atıyyete’l-Avfi’nin torunu Hüseyin b. Hasen derki: Bana baam Hasen, deedm Atiye aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)’dan şu ayetlerle ilgili olarak şu izahları yaptığını anlattı.
“Ey îman edenler! Allah’ın size olan in’amını hatırlayın; hani size (düşman) orduları gelmiş, bizde onların üzerine rüzgar ve (gözünüzle) göremediğiniz ordular göndermiştik” (Ahzab âyet; 9) İbni Abbas “bu hadise Ahzab (Hendek) harbinde Ebû Süfyan’ın ordularla geldiği günde olmuştur” der.
Yine İbni Abas:
“O münafıklardan bir kısmı ( o vaki) Peygamberden izin isteyerek evleri açık (girilebilir) olmadığı halde “evlerimiz apaçık (ortada) kaldı diyorlar. Böylece sadece harpten kaçmak istiyorlar” (Ahzab; 13) âyetindeki sözü söyleyenlerin Hârise oğulları olup “evler açık” yani “evlerimizi bekleyecek kimse yok, bomboş hırsızların gelip soymasından korkarız” demek istediklerini söylüyor. Yine “Düşman guruplarını gördüklernde “İşte Allah ve Rasûlünün bize va’d ettiği (sıkıntıdan sonra gelecek zafer) budur. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir” dediler. Ve bu onların sadece iman ve teslimiyetlerini artırdı” (Ahzab âyet; 22) âyetinde şu izahı yapar:
Evet Allah (cc) mü’minlere, daha önce inen Bakara Sûresinde (âyet; 214) bu zaferi şöyle haber vermişti.
"Yoksa siz, sizden önceki geçen (imanlı topluluk) lerin aynı vaziyeti sizinde başınızdan geçmeden -hemencecik- Cennete girivereceğinizi mi sandınız; onlara öyle fakirlik, öyle sıkıntı çatmış, öyle sarsılmışlardı ki, sonunda -başlarındaki- Peygamber ve onunla beraber iman edenler; "Allah'ın yardımı ne zaman (gelecek) demelerine ramak kalmışdı. İyi anlayın ki, Allah'ın yardımı yakındır."
İşte Hendek'te düşman guruplariyla yüz yüze nöbetleşmeye başladıklarında, Mü'minler bu âyeti bu şekilde yorumlayarak, düşmanla karşı karşıya olmaları onların iman ve teslimiyetini artırmıştı.[515]
Hammad b. Seleme anlatıyor: Bize Haccâc b. Erta1, Hakem-Miksem isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'ın şöyle anlattığını haber verdi.
- Hendek harbinde müşriklerden biri öldürülmüştü. Müşrikler peygambere; "Onun cesedini bize yolla da, on iki bin (dirhem) verelim" diye haber saldılar. Rasûlüllah (s.a.v.) bunu duyunca:
"Onun ne kendisinde ne de cesedinde hayır var" buyurdu.[516]
El-Esmaî anlatıyor: Abdürrahman b. Ebiz-Zinâd derki: "Zübeyr b. el-Avvâm (r.a.), hendek harbinde müşriklerden Osman b. Abdullah b. el-Muğire'nin miğferine kılıçla vurup başından bindiği hayvanın semer kaşına kadar kesti. Bunu görenler ona, "yahu ne keskin ne iyi kılıcın var" deyince bu söze öfkelenmişti. Zîra bu işi kılıç değil kendi eli yapmıştı.[517]
Şu'be, Hakem -Yahya b. el-Cezzâr isnadıyle Hz. Ali'den naklediyor:
- Rasûlüllah (s.a.v.) hendek günü hendeğin gediklerinden birinin üzerinde oturuyordu.
"Allah bu müşriklerin evlerini ya da karınlarını ateşle doldursun, güneş batıncaya kadar bizi meşgul edip ikindi namazını kıldırmadılar" buyurdu.
Bu haberi Müslim rivayet etmiştir.[518]
Yahya b. Ebî Kesir, Ebû Seleme yolu ile Câbir (r.a.)'den naklediyor: Ömer (r.a.) Hendek harbinde gün battıktan sonra gelip Kureyş kâfirlerine sövüp saymaya başladı ve, "Yâ Rasûlellah! Nerdeyse gün batacak, ben namazımı yetiştiremeyeceğim." deyince, Rasûlüllah (s.a.v.):
"Vallahi henüz bende kılmadım" buyurdu.
Ravî Ebû Seleme derki, Sanıyorum Cabir; "ben de Rasûlüllahla beraber Burhan vadisine indim. Nebî (s.a.v.) namaz için abdesî aldı, bizde abdestlendik. Gün battıktan sonra önce ikindiyi sonrada akşam namazını kıldık."
Bu hadisi Buharı ve Müslim Hişâm ed-Destuvâî'den naklettiler.[519] Cerir, -A'meş, İbrahim et-Teymî- isnadı ile babası Yezîd b. Şerik et-Teymî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
- Huzeyfe (r.a.)'nin yanındaydık. Adamın biri ona, "Eğer ben Peygambere yetişseydim onunla beraber çarpışır ve çarpışmayı tam yapardım" dedi (yani siz tam yapamadınız demek istedi.) Huzeyfe ona; "Sen öyle yapacaktın ha? Ben Ahzab gecesi Efendimizle idim. Müthiş bir fırtına ve soğuğa tutulmuştuk. Rasûlüllah "şu kâfirlerin ne yaptığı haberini getirebilen yokmu, Allah onu kıyamette benimle birlikte yapacak" buyurdu" Biz sustuk. Hiç cevap verenimiz olmadı. Sonra "Müşriklerden haber alıp gelecek yokmu? Allah onu kıyamette benimle birlikte yapacak" buyurdu. Biz yine susup hiç birimiz cevap vermedi. Sonra "Müşriklerden haber alıp gelecek kimse yokmu? Allah kıyamet günü onu benimle beraber yapacak" buyurunca, yine susup cevap verenimiz olmadı.
Efendimiz "Kalk yâ Huzeyfe! Onların haberini al gel!" diye adımla çağırınca itirazıma hiç mahal kalmamıştı. Bana "Kalk git ve haberlerini getir. Sakın -Yakalanıpta- onları korkutup üzerimize salma" buyurdu. Efendimizin yanından ayrılıp yola düşünce soğuk falan kalmamış, sanki hamamda gidiyormuşum gibi olmuştum.
Müşriklerin olduğu yere vardığımda, Ebû Süfyan'ı ateşe sırtım verip ısınırken gördüm. Yayın ortasına bir ok koyup onu atmak istedim ama, Efendimizin "onları ürkütme" sözü hatırıma geldi. Eğer atsaydım kesinlikle onu vururdum. Sonra geriye dönerken sanki yine hamamda gibiydim.
Geriye gelipte haberi verdiğim zaman tekrar üşümeye başladım. Rasûlüllah (s.a.v.) namazlarını üzerinde kıldığı ve -soğuk sebebiyle-üstüne örtmüş olduğu abasının bir ucunu da bana örttü. Sabah oluncaya kadar öylece uyumuşum. Sabah namazı vakti girince Efendimiz: pi
"Kalk uykucu" buyurdu. Hadisi Müslim naklediyor.[520]
Ebû Nüaym Fazl b. Dükîn anlatıyor: Bize Yusuf b. Abdullah b. Ebî Bürde -Musa b. Ebî'l Muhtar- Bilâl el-Absî isnadıyla Huzeyfe (r.a.)'den şöyle dediğini rivayet ediyor: Hendek gecesi insanlar Efendimizin çevresinden dağıldı. Beraberinde sadece oniki kişi kaldı. Rasûlüllah yanıma geldiğinde ben soğuktan diz çökmüş haldeydim. Bana "haydi şu gurupların kamplarına git ve durumlarına bak" buyurunca ben: "Seni Hak ile gönderen Allah'a yemin ederimki, ben soğuktan dolayı değil senden haya ettiğim için kalktım" deyince bana;
"Haydi Yemân oğlu! Sen bana geri gelene kadar ne soğuk nede sıcak sana bir zararı olmaz" buyurdu.
Ben de onların kamplarına vardım. Ebû Süryani, etrafında ileri gelen adamlarıyla beraber ateş yakarken buldum. Guruplar etrafından dağılmıştı. Onların yanına oturunca Ebû Süfyan, aralarına yabancı birinin girdiğini hissetti ve: "Hepiniz yanındaki arkadaşının elini tutsun" dedi. Hemen elimi sağımdakine uzatıp elini tuttum. Sonra da solumdakinin elini tuttum.
İçlerinde biraz durup sonra Efendimize geldim ki, o ayakta namaz kılıyordu. Bana eliyle "yaklaş" işareti yaptı. Yaklaştım. Yine "yaklaş" işareti yapınca iyice yaklaştım. Namaz kılarken, üzerinde bulunan elbisenin ucunu üzerime sarkıttı. Namazı bitirince "ne haber?" buyurdu. "İnsanlar Ebû Süfyan'ın etrafını terketmiş" sadece ufak bir gurubun arasında ateş yakmakla meşgul. Allah bize yağdırdığı soğuktan ona da yağdırmış. Ama biz Allah'tan onun ummadığı şeyleri umuyoruz" dedim.[521]
İkrime b. Ammâr, Muhammed b. Ubeyd el-Hanefî aracılığıyla Huzeyfe'nin kardeşi oğlu Abdü'I Aziz'den şöyle naklediyor:
- Huzeyfe (r.a.) katıldığı harpleri anlatmış idi. Yanında oturanlar: "Ama, vallahi biz o savaşlarda bulunsaydik, kesinlikle şöyle şöyle işler yapardık" dediler. Huzeyfe de onlara, "siz böyle -düşmanla karşılaşma- temennisi yapmayın, ben kendi halimizi Hendek gecesi gördüm" diyerek uzunca şunları anlattı:
- Biz Saf halinde oturmuştuk. Ebû Süfyan ve orduları yukarı tarafımızda, Yahudilerde aşağı tarafımızda idi. Çocuklarımıza birşey yaparlar korkusu içindeydik. Şimdiye kadar hiç görmediğimiz müthiş bir karanlık ve yıldırım gibi gürleyen bir rüzgar sesi. Hiçbirimiz parmağını dahi göremiyordu.
Münafıklar "evimiz yalnız" diye izin istiyor ve her biri izin alıp sıvışıyordu. Üç yüz kişi kadar kaldık. Rasûlüllah tek tek uğrayarak yanıma geldi. Kendimi ne düşmandan nede soğuktan koruyacak zırhım vardı. Sadece dizimden aşağı inmeyen hanımımın bir elbisesi vardı.
Diz üstü duruyordum. "Kim?" buyuranca, "Huzeyfe!" dedi. Toprağa doğru kendimi iyice kısaltarak kalkma korkusu için "evet Yâ Rasûlellah" dedim. "Kalk" buyurunca kalktım. Efendimiz. "Şu toplulukta hayırlı bir şeyler oluyor, git ve haber al gel" buyurdu.
Ben, ashabın içinde soğuktan en fazla üşüyeni ve en korkak olanı idim. Yola çıkarken Efendimiz:
'ım onu önünden, arkasından, sağından ve solundan, üstünden ve altından gelecek belalardan koru!" buyurdu. Vallahi ne soğuk ne de korku hissediyordum. Bana: "Yâ Huzeyfe bana gelene kadar hiç bir şey yapmayacaksın" buyurdu.
Gidip kavme vardım. Daha önce Ebhu Süfyanı görmemiştim, "gidelim gidelim" diyordu. Bir ok atma istedimsede Efendimizin sözünü hatırlayıp vazgeçtim ve aralarına girdim. Bana en yakın Benû Amir idi. Ona gidelim deniyordu. Vallahi rüzgar sadece onların kampı içinde dönüyor ve taşları savurarak bineklerine vuruyordu.
Sonra ayrılıp gelirken, aynı yolda yirmi kadar süvari, sarıklı bir halde bana; "sahibine, Allah müşriklere onun namına yetti" de" dediler. Efendimizin yanına geldiğimde üstünde namaz kıldığı bir beze sarınmış idi. Geri döner dönmez tekrar titremeye başladım. Rasûlüllah eliyle yaklaş işareti yapınca yaklaştım da üzerime üstündekinden birazım örttü: Efendimiz bir sıkışık durum olursa namaz kılardı. Durumu anlattım. Allah bu konudas "Ey İmanftedenler! Allah'ın size verdiği nimeti hatırlayın ki, o vakit size ordular -saldırmaya- gelmişlerdi. Bizde onların üstünü kasırga ve göremediğiniz ordular gönderdik" (Ahzab âyet; 9) âyeti indi.[522]
İsmail b. Ebî Halid, İbni Ebî Evfa (r.a.)'dan Nebî (s.a.v.)'nin müşrik guruplarına;
"Kitabı indirip, hesabı çabuk gören Allah'ım! Bu güruhları hezimete uğrat. Allah'ım onları bozup dağıt ve onları sars" diye beddua ettiğini anlatır. Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyorlar.[523]
Leys derki: Bana el-Makburî, babası aracılığıyla Ebû Hüreyre (r.a.)'dan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in
"Allah'tan başka ilah yoktur o tektir. Ordusuna izzetler verdi, kuluna yardım etti, tek başına orduları kahretti, kendisinden sonra hiç bir şey var olmadı" diye dûa ettiğini anlatıyor. Hadisi Buharı ve Müslim naklediyor.[524]
İsrail ve diğerleri Ebû İshak eş-Şirazî aracılığıyla Süleyman b. Surad (r.a.)'dan Müşrik gurupları çekilip giderken Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in: "Artık onlar bize değil biz onlara savaşa gidecek ve üzerlerine biz yürüyeceğiz" buyurduğunu nakleder. Hadisi Buhari nakleder.[525]
Harice b. Mus'ab, Kelebi Ebû Salih aracılığıyla
"Olaki Allah sizin ile
düşmanlık ettiğiniz' kimseler arasına dostluk kuracaktır."
(Mümtehine Âyet; 7) Âyeti hakkında İbni Abbas (r.a.)'ın "Nebî (s.a.v.) Ebû Süfyan' kızı Ümmü Habîbe ile evlenince o "Mü'nıinlerin annesi" Muaviye de Mü'niinlerin dayısı oldu" diye yorum yaptığını rivayet eder.[526]
Kelebî'nin de ayrıca şöyle bir rivayeti daha vardır! Lakin Kelebi â-limlerce terkediien bir kimsedir. Hem Efendimizle evlenen hanımların "Mü'miniere anne" olma keyfiyeti âlimlerimize göre sadece bu hanımlara ait bir hüküm olup bu haramdık bağı onlara kızlarına, kardeşlerine ve bacılarına sirayet etmez.[527]
1- Abdullah b. Sehl b. Rafı1 el-Eşhelt İbni Hişâm, Onun Bedre katıldığım söylerse de bu konuda ona diğer tarihçiler katılmıyorlar.[528]
2- Enes b. Evs b. Atik el-Eşhelî.
3- Tufeyl b. Nu'man b. Hansa.
4- Sa'le be b. Gunme. Tufeyl ve Sa'Iebe, Hazreç'in Çeşem kolun-dandılar.
5- Ka'b b. Zeyd. Bu zat Benî Neccâr'dan idi. Ona serseri bir ok isabet ederek şehid oldu. Bu son üç isim Bedir harbine de katılmışlardı.
İşte adları geçen bu beş kişinin Hendek harbi sırasında şehid edildiklerini İbni İshâk naklediyor.[529]
İbni Lehî'a, Ebû'l Esvtd aracılığıyla Urve'den naklediyor: - Hendek harbinde müşriklerden öldürülenler şunlardır: 1- Nevfel b. Abduliah b. Muğîre b. el-Mahzûmî. Hendeği atlayıp karşıya geçmek için atını sürdü, atı sürçüp hendeğe düşünce Allah canını almıştı. Müşriklere bu pek ağır gelmiş ve Peygamber (s.a.v.)'e haber salarak "bu cenazemizi verip bizim onu defnetmemize müsade ederseniz size diyetini ödeyelim" demişlerdi. Rasûlüllah onların para teklifini reddederek; "Onun diyet parası da pistir. Allah ona da diyetine de la'ifct etsin, biz onu gömmenize mani olmayız, ama bizim diyet alma gibi bir niyetimiz yoktur buyurdu.[530]
Benî Kureyza yahudileri, Kureyş'e destek verip onların Nebî (s.a.v.) ile yaptıkları harbe yardım etmişlerdi. İşte onlar hakkında:
"Kitab ehlinden (olduğu halde) Onlara (müşriklere) destek verenleri de kalelerinden indirdi ve kalblerine korku saldı, bir bölüğünü öldürüyor bir bölüğünü de esir ediyordunuz. (26) Ve sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve -daha önce- ayak basmadığınız bîr araziye mirasçı yaptı. Allah her şeye kaadirdir." (27) âyetlerini indirdi.
Hişâm, babası Urve vasıtasıyla Hz. Âişe (r.3.)'den şöyle nakleder:
- Rasûlüllah (s.a.v.) Hendek harbinden dönüpte silahını soyunup yıkandığı zaman, Cebrail kendisine gelmiş ve: "Sen silahı bıraktınmı? Vallahi biz melekler bırakmadık. Haydi sende onlarla harbe çık!" demişti. Rasûlüllah (s.a.v.) Cebrail'e: "Nereye haıbe?" diye sordu. Cebrail'de Kureyza oğullan yurdunu işaret ederek, 'İşte şuraya" dedi. Böylece Nebî (s.a.v.) oraya sefer etti.
Bu hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyor.[531]
Humeyd b. Hilâl, Enes (r.a.)'den:
- Sanki ben hâlâ, Kureyzaoğulları üzerine yürüdüğü zaman, Cebrail'in meleklerden müteşekkil alayının Ğanmoğulları sokaklarında kaldırdığı tozun yayılışını görür gibiyim, dediğini nakleder.[532]
Cüveyri'ye, Nârı' aracılığıyla İbni Ömer (r.a.)'in şöyle dediğini nakleder:
- Rasûlüllah (s.a.v.) Hendek'ten döndüğü gün aramıza gelip: "Hiç kimse Kureyza oğulları yurduna varmadan önce ikindi namazını kılmayacak" diye ilan etmişti. Bir kısmı vakit geçecek korkusuyla Kureyza'ya varmadan yolda ikindiyi kıldılar. Diğerleri, "vakit geçse bile biz Rasûlüllah (s.a.v.)'in emrettiği yere varmadan namazı kılmayacağız" dediler. Rasûlüllah iki gurubu da azarlamadı. Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyor.[533]
Müslim'in naklettiği tarîk'in birinde "ikindi" yerine "öğle" demektedir ki, sanki bir vehm olmuş gibi.[534]
Bişr b. Şuayb babasından naklediyor: Bîze Zührî, Abdürrahman b. Abdillah b. Ka'b b. Mâlik'ten nakleder ki, amcası Ubeydullah b. Ka'b ona anlatmış ki: "Rasûlüllah (s.a.v.) Hendek sonrası Mekkeye dönenlerin peşi sıra bir müddet gidip sonra geri geldiğinde üstündeki harp aletlerini soyup çıkarmış, yıkanıp kurulanarak koku sürünmüştü. Cebrail kendisine görünerek, "haydi muhariplerden seni ma'zur görecek birini bul! Görüyorum ki sen silahları çıkartmışsın, halbuki biz henüz çıkarmadık" dedi.
Bunu duyan Rasûlüllah (s.a.v.) titreyerek yerinden fırladı ve insanların Kureyza oğulları yurduna gelmeden ikindi namazlarını kılmamalarını emretti. Derhal silahlarını kuşandılar ve yola çıktılar ama Kureyza oğulları yurduna varmadan güneş battı.
İnsanlar gün batarken ihtilafa düştüler. Bir kısmı "Rasûlüllah (s.a.v.) Kureyza yurduna gelmedikçe kılmamamızı emretti. Biz Rasûlüllah'ın emri içindeyiz, bize bir günah yok" derken diğer gurup Allah'tan sevab ümidiyle namazlarını kıldılar. Diğerleri ise kılmayıp gün batana kadar devam edip kureyza yurduna varınca kıldılar. Peygamberimiz iki gurubdan hiç birine birşey demedi.[535]
Bu haberin bir benzerini de Abdullah b. Ömer (r.a.) kardeşi Ubeydullah aracılığıyla Kasım'dan o da Hz. Âişe'den nakleder. İşte o rivayette şu izahlar vardır: Biz evde olduğumuz bir sırada bir adam gelip bize selam verdi. Rasûlüllah ürpererek ayağa kalktı. Ben de peşi sıra kalktım, bir de ne göreyim selam veren zat Dıhyetü'l Kelebhi değilmi! Rasûlüllah (s.a.v.):
"İşte bu Cebrail'dir Bana Kureyza oğullarına saldırmamı emrediyor ve "siz silahları bıraktınız mı, lakin biz silahları bırakmadık. Müşrikleri takib ederek tâ Hamrâ'üI'Esed'e kadar gittik diyor" buyurdu. Bu hadise Rasûlüllah'ın Hendek'ten dönüşünün hemen ardında olmuştu. Efendimiz kalkıp ashabına: "Kureyza oğullarına ulaşıncaya kadar ikindi namazım kılmamanızı emrediyorum" buyurdu. Hz. Âişe kıssanın burasını aynen yukardaki gibi anlatıp, sözüne şöyle devam ediyor:
- Nebî (s.a.v.) yola çıkıp Kureyza oğulları ile kendi bulunduğu yerin ortası sayılan bir meclise gelince orada oturanlara: "Size hiç bir kimse uğradı mı?" diye sorunca, "Evet der bir katır üzerinde, altında ipek kadife bulunan Dıhye el-Kelebî geçti" dediler. Efendimiz (s.a.v.): "O Dıhye değildi. O Cebrail idi ve güçlerini sarsmak ve kalblerine korku salmak için Kureyza oğullarına gönderilmiştir" buyurdu.
Nebî (s.a.v.) Yahudileri kuşatıp, onlara kendi sözünü duyurabilmek ve atılan taşlardan korunmak için kendisini kalkanlarla korumalarını ashabına emretti. Onlara, "Bre maymun ve domuz kardeşleri!" diye seslenince, yahudiler; "Yâ Ebe'l Kasım! Sen asla kötü sözlü değildin" (sana ne oldu) dediler. Efendimiz (s.a.v.) onları muhasaraya devam ederek, kendileriyle arasında dostluk anlaşması bulunan Sa'd b. Muâz'ın vereceği hükme razı olarak kalelerinden indiler. Sa'd (r.a.)'da, onlardan bizzat Hendek harbinde Kureyş'e yardıma gelerek harbe katılmış bulunan savaşçıların Öldürülmesine, çocuklarıyla kadınlarının esir alınmasına hüküm verdim.[536]
Muhammed b. Amr, babası Amr b. Alkame aracılığıyla, Alkame'nin Hz. Âişe (r.a.)'den şöyle dediğini anlatır:[537]
"Hendek harbinde insanların peşisıra bende harp meydanına doğru gidiyordumki, arka tarafımdan yerin altından sesler gelmeye başladı. Geri dönüp baktım ki Sa'd b. Muaz ile kardeşinin oğlu Haris b. Evs sırtında kalkanını taşıyor. Ben onlara yol vermek için yere oturdum.
Sa'd yanımdan geçti üzerinde bir zırh vardı ve kısa olduğu için elleri dışarı çıkıyordu. Ben içimde Sa'd'ın ellerine birşey olur diye korku geçirdim, Sa'd insanların en iri, en uzun boylularından biriydi. Sa'd geçerken recez söylüyordu.
Allah rüzgar gönderip Mü'minlerin imdadına yetişmişti. Ebû Süfyan ve beraberindekiler Tihame mevkiine kaçarken Uyeyne b. Bedr ve yandaşları Necde geri döndüler. Benî Kureyza yahudileri de köylerine dönüp kalelerine sığındı. Rasûlüllah Medineye gelip silahını bıraktı ve daha iyi ihtimam olsun diye yaralanan Sa'd b. Muâz için Mescitle bir çadır kurulmasını emretti."
İşte o sırada Cebrail başı toz içinde gelip, "silahım bıraktın mı? Vallahi Melekler henüz silah bırakmadı. Haydi Kureyzaoğullarına hücuma geç" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) derhal miğferini giyinip insanlara "gidiyoruz" ilanını verdi. Yola çıkıp az ilerde bulunan Ganm oğulları mahallesine uğradı ve onlara:
"Size kim uğrayıp geçti?" diye sorunca "Dıhye uğradı"
dediler. Gerçekten Dıhye'nin sakalı ve yüzü Cebrail'in (insan şeklindeki) haline çok benziyordu, Rasûlüllah yola devam edip Kureyza oğullarına geldi ve onları yirmibeş gün gece ve gündüz muhasara altında tuttu. Sonra onlar Sa'd b. Muâz'ın vereceği hükme razı olmak şartıyla Kaleden indiler".
Hz. Âişe hadisin gerisini Müsnedde olduğu üzre baştan sona anlatır.[538]
Yunus b. Bükeyr, îbni İshâk'ın, "Rasûlüliah (s.a.v.), beraberinde bayrağı ile Hz. Ali (r.a.)'yi Kureyza oğullarına yolladı. İnsanlarda bayrağın peşisıra acele olarak yola çıktılar" [Hz. Ali yoluna devam rağin peşisıra acele olarak yola çıktılar" [Hz. Ali yoluna devam edip, kaleye yaklaştığı sırada oradan Rasûl-ü Ekrem aleyhine çirkin şeyler söylendiğini işitti. Hemen geri dönüp yolda Rasûlüllahla karşılaştı ve ona "Yâ Rasûlellah şu pis heriflere yaklaşman gerekmez" dedi. O da, "Niçin? Sanıyorum sen onların bana kötü söylediklerini işittin" buyurdu. Hz. Ali, "Evet Yâ Rasûlellah!" deyince Nebî (s.a.v.): "onlar beni görmüş olsalardı böyle birşey demezlerdi." buyurdu.
Nebî (s.a.v.). Onların kalelerine yaklaşınca: "bre domuz kardeşleri! Allah sizi rezil edip başınıza intikamını indirmemişmiydi?" buyurunca onlar: "Ya Ebe'l Kasım, sen cahil biri değilsin" dediler] dediğini nakleder.[539]
Musa b. Ukbe (Meğazî adlı eserinde) konuyu şöyle anlatır: - Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.), Cebrail'in arkasından yola çıkıp, giderken Ganm oğulları meclisine uğradı. Onlar da zaten Rasûlüllah'i bekliyorlardı. Efendimiz onlara, "az önce yanınızdan bir atlı gelip geçtimi?" diye sordu. Onlar, "bize Dıhye, beyaz bir at üzerinde, ipek kadife veya Nemtten bir eğere oturmuş olarak geçti. Üzerinde harp edevatı vardı" dediler. Nebî (s.a.v.)'de: "O Cebrail idi" buyurdu. Rasûlüllah (s.a.v.), Dıhye'yi Cebrail'e benzetirdi.
Ali b. Ebî Tâlib (r.a.) Peygamber (s.a.v.)'in geldiğini görünce onu karşılayıp, "Yâ Rasûlellah, geriye dön! Allah Yahudilere karşı sana yetecektir" dedi. Ali (r.a.), yahudilerin Peygambere ve eşlerine sövdüklerini duymuştu. Bu sözleri Efendimizin de duymasını istemiyordu. Peygamber (s.a.v.) ona, "bana niye geri dön diyorsun?" diye sorduğunda yahudilerden duyduğu sövmeleri gizlemek istedi ama Raşûl-ü Ekrem, "sanıyorum sen onların bana kötü söylediklerini duydun. Hiç aldırma ve oraya yürü. Çünkü bu Allah düşmanları, beni gördüklerinde senin duyduğun türden hiçbir şey söylemeyeceklerdir" buyurdu.
Rasûl-ü Ekrem onların kalelerine ulaştığında yahudiler kalenin burcu üzerindeydiler. Efendimiz yahudilere duyurmak için onların eşrafından birinin adını vererek olanca sesiyle:
"Ey Yahûdî gurubu! haydi bize cevap verin bre domuz biraderleri. Allah'ın rüsvay etmesi şimdi tepenize indi" buyurdu.
Onları Müslümanlardan müteşekkil bir alay (ordu) ile on küsur gün onları kuşattı. Allah, Huyey b. Ahtab'ı geri getirdi. O da Benî Kureyza'lıların kalesine girdi. Allah onların kalblerine müthiş bir korku saldı. Kuşatma da çok çetin geçti. Yahudiler iyice daralınca, Ebû Lübâbe b. Abdi'Imünzir'den yardım etmesi için çağrı yaptılar. Onlar'ın Ensar ile önceden anlaşmaları vardı. Ebû Lübâbe onların da'vetini duyunca, "Rasûlüllah (s.a.v.) bana izin vermedikçe onların yanına gitmeyeceğim" dedi.
Peygamber (s.a.v.) de ona: "Sana izin verdim" buyurunca Ebû Lübâbe onlara gitti. Yahudiler ağlaşarak, "Yâ Ebâ Lübâbe, sen sonucu nasıl görüyorsun bize ne yapmamızı tavsiye edersin, zîra bizim çarpışacak mecalimiz kalmadı?" dediler. O da eliyle boğazına işaret edip, parmaklarıyla boğazını keser gibi orada gezdirip, Peygamberin onları öldürmeyi murad ettiğini onlara göstermiş oldu.
Ebû Lübabe yahudilerin yanından ayrılınca söylediklerine bin pişman oldu ve başına büyük bir fitne geldiği kanaatine kapılıp, "Vallahi, Allah'ın benim hakkımda kabul edeceği nasûh bir tevbeyi, Aliah için yapmadıkça Peygamber (s.a.v.)'in yüzüne bakmayacağım" diye yemin edip doğruca Medine'ye geri döndü, ve ellerini Mescid'in sütunlarından birine bağladı. İddia ettiklerine göre kendini yirmi gün kadar orada bağladı, (sadece namaz için çözdü)[540]
Anlatıldığına göre, Rasûlüllah (s.a.v.), Ebû Lübâbe'nin yanına geri dönüşü gecikince, "Ebû Lübâbe antlaşmalı dostlarıyla konuşmayı hala bitiremedi mi?" buyurdu. Ashab: "Yâ Rasûlellah! Vallahi o, kaleden ayrılmıştı. Ama nereye gitti bilemiyoruz" dediler. Peygamber (s.a.v.) de: "Onun başına birşey geldi." buyurdu. O sırada birisi gelip, "Yâ Rasûlellah! Ebû Lübâbe'yi gördüm, kendini bir iple mesciddeki ağaç sütunlardan birine bağlamış" dedi. Efendimiz de, "benden ayrıldıktan sonra onun başına bir fitne gelip çattı. Doğruca bana gelseydi onun affı için Allah'a yakarirdım. Ama kendine böyle bir cezayı uygun gördüğüne göre, Allah onun hakkında dilediği hükmünü icra edene kadar ben de onu yerinden kımıldatmayacağım" buyurdu.[541]
İbnü Lehî'a da, Ebû'l Esved aracılığıyla Urve'den Musa b. Ukbe'nin anlattığı şekilde nakleder. Onun bu rivayetinde şu ilaveler vardır: "Haydi insanları yola çıkar" dedi. Rasûlüllah dönüp harp malzemelerini kuşandı ve "sefere çıkıyoruz" ilanını yaptırıp silah almalarım emretti. İnsanlar, harb kelimesiyle dehşete kapılmışlardı. Nebî (s.a.v.) Hz. Ali'ye Sancağı vererek öncü kıtanın başında yolladı. Rasûlüllah'da onların ardınca yola çıktı." sonra Urve kıssanın geri
kalanını Musa b. Ukbe gibi anlatıyor ama "On küsur gün kuşattı" demiyor.[542]
Yunus b. Bükeyr ile -metin kendine ait olan- Bekkâî İbni îshâk'm şöyle dediğini naklederler:
- Rasûlüllah (s.a.v.) onları yirmibeşgün kuşattı. Sonunda kuşatma onları bitirip tüketti, Allah (c.c.) de kalplerine korku saldı. Kureyş ve Gatafan kabileleri hendeği bırakıp yurtlarına döndüğünde Huyey b. Ahtab müşriği Ka'b b. Esed'e verdiği sözde vefakâr olmak için gelip Kureyza oğullarıyla beraber onların kalesine girmiş idi.
Yahudiler, Peygamber (s.a.v.) köklerini kazımadıkça kendilerini bırakıp Medineye geri dönmeyeceğini kesinlikle anlayınca Ka'b b. Esed onlara: "Ey Yahudi topluluğu! Gördüğünüz gibi başınıza gelen geldi. Ben şimdi size üç ayrı şey teklif ediyorum, hangisini dilerseniz onu alın" dedi. Onlarda, "Neymiş bunlar?" dediler. Ka'b şöyle dedi
1- Bu adama bîat edip, onu tasdik edelim. Vallahi onun Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu siz kesinlikle görüp anladınız. Kendi kitabınız Tevratta bulduğunuz zat odur. Böylece kanınızı ve malınızı ve eşlerinizi emniyet almış olursunuz. Yahudiler: "biz Tevrat'ın hükmünden asla ayrılmayız, ve onu başka bir kitabla değiştirmeyiz" dediler. Ka'b'da, "Bu teklifi reddediyorsanız,
2- Gelin çocuklarımızı ve kadınlarımızı öldürüp sonra kılıçlarımızı sallayarak Muhammedle ashabına saldıralım, arkamızda düşünecek bir ağırlık bırakmayalım. Allah, Muhammed ile aramızda hükmünü verene kadar çarpışalım. Yenilecek olursak geride korkusunu taşıyacağımız bir nesil bırakmamış oluruz. Eğer galib gelecek olursak, ömrüme yemin olsun ki, yeniden hanım ve çocuklar edineceğiz" dedi.
Yahudiler, "ne demek, şu zavallıları ellerimizle öldürdükten sonra geride kalan hayatın ne hayrı vardır?" dediler. Ka'b'da: "bu teklifi de reddettiğinize göre,
3- Bu gece Cumartesi gecesidir. Belki Muhammed ve ashabı bizim saldırmayacağımız düşüncesinde olabilirler. Hemen kaleden inip saldıralım, belki onları tuzağa düşürebiliriz" dedi. Yahudiler: "Sen ne diyorsan Cumartesimizin kudsiyetini bozalım ve bizden evvelkilerin yapmadığı bir bid'at ihdas edelim. Bizden evvel böyle bir şey yapanların nasıl maymun şekline çevrildikleri sana gizli kalan bir bilgi değildir" dediler.
Ka'b da onlara: "Anasından doğalı beri geçen bütün hayatında, sizden hiçbir kimse bir gece bari aklı başında, tedbirli olarak sabaha çıkmış değildir" dedi.[543]
Aynı haberi yine Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan nakleder. Lakin bu rivayeti İbni İshâk, babası İshâk b. Yesar aracılığıyla Ma'bed b. Ka'b b. Mâlik'ten nakleder ve şu ilaveyi yapar:
- Sonra yahudiler, Peygamberimize bize anlaşma için Ebû Lübâbe'yi yolla diye haber saldı. Onun Yahudilerle anlaşması vardı. Rasûlüllah'da onu oraya yolladı. Onu gördüklerinde erkekleri ayağa kalktı, kadınları ve çocukları ağlaşmaya başladı. Ebû Lübâbe hallerine acıdı. Onlar: "Yâ Ebâ Lübâbeİ Muhammed'in hükmüne razı olup inip teslim olalım mı, sonuç ne olur dersin?" dediler. O da "Evet teslim olun" deyip boğazına eliyle kesilme işareti yaptı. Ebû Lübâbe derki:
- Vallahi, daha ayağımı yerinden kıpırdatmadan böyle demekle Allah ve Rasûlüne ihanet ettiğim kanaatine vardım. Sonra Ebû Lübâbe üst rivayetteki sözleri söyleyerek kendini direğe bağladı. Durum E-fendimize bildirilince:
"Doğruca bana gelseydi kesinlikle ona istiğfar ederdim. Madem böyle bir iş yapmış olduğuna göre, Allah tevbesini kabul edene kadar onu bağlı olduğu yerden çözen ben olmayacağım" buyurdu.[544]
Saîd b. Müseyyeb b. Derki: Ebû Lübâbe'nin kendisini "Tevbe sütunu" na bağlaması, -bu Kureyza hadisesinde değil,- Onun Tebük seferine çıkmayıp geri kalması üzerine Rasûlüllah'm kendisinden yüz çevirdiği zaman olmuş idi. Efendimiz Kureyza günü yaptığını sadece kınamış idi. Daha sonra Ebû Lübâbe diğerleriyle beraber Tebük seferinden de geri kalmış idi. Doğrusunu Allah bilir.[545]
Ali b. Ebî Talha ve Atıyye b. Sa'd el-Avfî de İbni Abbas (r.a.)'dan, Ebû Lübâbe'nin bu kendini bağlama hadisesini Tebûk'ten geri kaldığında yaptığını naklederek, Said b. Müseyyeb'in görüşüne kuvvet verirler.[546]
"Ey îman edenler Allah'a ve Rasûl'e ihanet etmeyin -değilse-siz bilerek emanetinize hainlik edersiniz" (Enfal âyet; 27) âyetinin Ebû Lübâbe hakkında indiğini nakleder.[547]
Bekkâî, İbni İshâk'dan naklediyor: Bana Yezîd b. Abdullah b. Kuysat anlattı ki, Ebû Lübâbe'nin tevbesinin kabulü Efendimiz (s.a.v.)'e Ümmü Seleme (r.a.)'nin evindeyken inmiş. Bu konuda Ümmü Seleme (r.a.) şöyle der:
- Bir seher vakti Rasûlüllah (s.a.v.)'ın güldüğünü işittim ve, "neye gülüyorsun?" diye sordum. Efendimiz'de: "Ebû Lübâbeye tevbesi kabul kılındı" buyurdu. Ben de "peki bunu ona müjdeleyeyim mi?" diye sorunca, "Tabiî dilersen" buyurdu. Yezid derki: Bunun üzerine Ümmü Seleme kapısının başında durdu. -Bu olay henüz kadınlara pür tesettür emredilmeden Önce idi.-ve, "Yâ Ebû Lübâbe! Müjde! Allah tevbeni kabul etti" dedi. Duyan insanlar onu çözmek için yerlerinden fırladılar. Lakin o: "Hayır! Vallahi bizzat Allah Rasûlü kendi elleriyle beni serbest bırakmadan olmaz" dedi. Nebî (s.a.v.) sabah namazına giderken ona uğrayıp serbest bıraktı.[548]
Abdü'lmelik b. Hişam derki: Ebû Lübabe sütuna bağlı olarak altı gün geçirdi. Hanımı her namaz vakti gelip iplerini çözerdi. Namazdan sonra döner ve yine sütuna bağlanırdı. İlim ehli biri bana bunu böyle söyledi. Hem Ebû Lübâbe'nin tevbesi hakkında inen âyet:
"Diğerleri, günahlarını itiraf etti, salih ameli, kötü amelle karıştırdılar. Allah'ın bunların tevbesini kabulü umulur. Şüphesiz Allah gafur ve rahimdir" (Tevbe; 102) âyetidir.[549]
İbni İshâk söze şöyle devam eder: Hedl oğullarından olan Sa'lebe b. Sa'ye, Üseyd b. Sa'ye ile Esed b. Ubeyd, Kureyza oğullarının Peygamber (s.a.v.)'in hükmüne razı olarak kaleden indikleri gece Müslüman olmuşlardı.[550]
Şu'be derki: Bana Sa'd b. İbrahim haber verdi ki, kendisi Ebû Ümâme b. Sehl'in Ebû Saîd el-Hudrî’den[551] naklen şöyle dediğini duymuş:
- Kureyza oğulları, Sa'd b. Muâz (r.a.)'m hükmüne razı olmak kaydıyla kaleden inip teslim oldukları vakit, Rasûlüllah (s.a.v.) Sa'd'a yanına gelmesi için haber salmıştı. Sa'd bir merkebin üzerinde Efendimizin yanma geldi. Mescide yaklaştığında Peygamber Efendimiz:
"Seyyidınize (veya hayırlınıza) ayağa kalkın11 buyurup sonrada "Şu yahudiler senin vereceğin hükme razı olarak kale'den indiler" buyurdu. Bunun üzerine Sa'd (r.a.)'da: "Onların bizimle savaşan muhariplerini öldür, zürriyetlerini de esir al" diye karar verince Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Onlar hakkında Allah'ın "Onlar hakkında Allah'ın hükmü ile -yahut- Melik'in hükmüyle yargıladın" buyurdu.
Hadis, Buharî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettiği bir haberdir.[552]
Yunus b. Bükeyr bu konuda İbni İshâk'ın şu bilgileri söylediğini nakleder:
- Sa'd onlara gelince hepsi birden kalkıp etrafını sardılar ve: "Yâ Ebâ Amr! Rasûlülîah, dostlarınızın hakkında hüküm veresin diye seni vazifelendirdi. İhsan et! dediler. Sa'd (r.a.) da, "Peki vereceğim hükme razı olacağınıza Allah'ın ahdi ve misakı üzerinize olsun mu?" deyince, "evet" dediler. Sa'd Peygamberimize hürmeten onun tarafına bakmıyarak "peki şu aralarında Nebî (s.a.v.)'nin de bulunduğu taraftakilere de aynı şeyi soruyorum onlarda razımı?" deyince Rasûlülîah (s.a.v.) "Evet" buyurdu. Sa'd (r.a.) da: Ben de harbe katılan erkeklerin Öldürülmesine, mallarının ganimet olarak taksim olunup, zürriyetleri-nin esir alınmasına karar veriyorum" dedi.[553]
Şu'be ve diğerleri Abdü'lmelik b. Umeyr aracılığıyla Atıyye el» Kurazînin şöyle dediğini rivayet ederler: "Ben de Kureyza oğullarının esir edilenleri arasında idim. Rasûlülîah (s.a.v.) eteğinde tüybitmiş delikanlıların (muharib sayıldığı için) öldürülmelerini emretmiş idi. Ben o zaman, eteğinde tüy bitmemiş olanlar arasında idim."[554]
Musa b. Ukbe, "Meğazî'sinde" anlatıyor:
- Yahudiler, kendilerini yargılamak için bir adam istediklerinde Peygamber (s.a.v.) onlara, "ashabımdan dilediğinizi seçin!" buyurdu. Onlar da Sa'd b. Muâz'ı seçtiler, Rasûlüllah'ta Sa'd'a razı oldu, Böylece yahudiler Sa'd'ın hükmüne razı olarak kaleden indiler.
Rasûlüîlah (s.a.v.) onların silahlarının toplanmasını emretti. Silahlar onun çadırına yığıldı. Yahudilerin toplanması emrini verdi. Elleri arkalarına birleştirilip bağlandı ve Üsâme (r.a.)'ın evine tıkıldılar. Rasûlülîah, Sa'd'a gelsin diye haber saldı. Sa'd'da (yaralı olduğu için) bir arab eşeğinin üzerinde Efendimizin huzuruna geldi. Söylendiğine göre bu eşeğin semerinin oturak içi lîf dolu imiş.
Abdü'l Eşhel oğullarından adamın biri de, Sa'd'ın peşine takılıp, onunla birlikte hem yürüyor, hemde Kureyza oğullarının hakkını büyütüyor ve onların anlaşmalı olduklarım ve Buâs harbindeki gayretlerini hatırlatıyor ve; "Yahudiler senin merhamet edip kendilerine acıyacağım ümid ettikleri için diğerlerine karşı seni tercih ettiler. Onları sağ komaya bak, çünkü onlar senin için büyük bir kalabalık ve güzellik teşkil eder" diyordu.
Adamın çok fazla ısrarına rağmen Sa'd ona hiç cevap vermiyordu. Nihayet Efendimizin huzuruna yaklaşınca adam yine, "sana söylediğim hususlara hiç birşey derneyecekmisin?" dedi. Sa'd (r.a.) da: "İşte, Allah yolunda hiçbir dedikoducunun beni kınamasına aldırış etmeyeceğim vakit bu vakittir" deyince adam ayrılıp Abdü'l Eşhel oğullarına geldi.
Ona, "ne var, ne oldu?" dediler. O da onlara Sa'd'ın onları sağ bırakmayacağım[555] ve kendisinin onunla konuştuğu hususu anlatıp Sa'd'ın en son cevabım ve onlar hakkında verdiği "muharipleri öldürülecek, çocukları ve hanımları esir olacak ve malları paylaşılacak" kararını anlatıp, Rasûlüîlah'ın onların muhariplerin öldürdüğünü bahsetti.
Dendiğine göre Rasûlüllah Sa'd'a, "Sen Allah'ın hükmüyle yargıladın" demiş[556]
Söylendiğine göre bunlar altıyüz savaşçı imiş. Bolat mahallindeki Ebû Cehm'in[557] evinin yanında öldürüldüler. Akan kanlarının ta çarşıdaki Ahcar-ı Zeyt mahalline kadar geldiği söylenir. Hanımları ve çocukları esir alındı, mallan da harbe katılan gaziler arasında bölüşüldü.
Bu sefer de Müslümanların otuz altı süvarisi vardı. Rasûlüllah her atlıya iki hisse verdi.
Rasûlüllah, yahudiler arasından Mekkeli müşrik Huyey b. Ahtab'ı çıkartıp getirtti ve ona: "Allah seni rezil etti mi?" diye sorunca O, "sen bana galip geldin, ben sana karşı savaşmak ve aleyhine şiddetli davranmakla sadece kendimi kınıyorum" dedi. Rasûlüllah emir buyurdu ve boynu vuruldu. Bütün bu olaylar Hz. Sa'd'ın gözü önünde cereyan ediyordu.
Yahudî Amr b. Sa'd'da esirler arasındaydı. Öldürülmek için öne getirme emri verilince, onun yok olduğu farkedildi. "Amr nerede?" diye sorulunca, adamlar, "Vallahi onu göremiyoruz, lakin ellerinin bağlı olduğu ip işte şurada duruyor, ama nasıl kurtulduğunu bilmiyoruz" dediler. Peygamber (s.a.v.) de: Allah'ın gerçeğim bildiği bir iyilik sebebiyle kurtuldu" buyurdu.
Bu arada Sabit b. Kays b. Şemmâs (r.a.), Peygamber Efendimize gelip, "Zübeyr b. Bâtâ ile karısını bana bağışla" diye rica edince Efendimiz bunları ona bağışladı. Sabit (r,.a.), Zübeyr'e dönüp: "Yâ Ebû Abdürrahman! Beni tanıdın mı?" dedi. Zübeyr o vakit çok yaşlıydı ve kördü. "Hiç kişi kardeşini tanımaz mı?" dedi. Sabit de, "ben bu gün seni bununla (elinle) mükafatlandırmak istedim" dedi. Zübeyr: "Öyle yap, zîra cömert'i cömert ağırlar" dedi. O da onu serbest bıraktı.
Zübeyr, "lâkin ben körüm, beni yedecek biri yok, siz benim hanımımı ve oğullarımı aldınız" dedi. Sabit de Rasûlüllah'a müracaat edip çocuklarını ve hanımım da istedi. Efendimiz onları da Sabit'e bağışladı. O da Zübeyr'e geldi ve, "Rasûlüllah hanımınla çocuklarını bağışladı," dedi.
Zübeyr yine, "benim içinde birkaç hurma ağacı olan bir bahçem vardı, Benim ve ailemin geçim kaynağı sadece o bahçedir" deyince Zeyd tekrar Efendimize gelip onu da istedi ve Rasûlüllah bahçesini de ona bağışladı. Sabit de gelip, "Rasûlüllah sana, aileni, çocuklarım ve malını bağışladı, Müslüman olda selâmete kavuş" dedi. Zeyd de, kavminden bir takım adamların adlarını sayarak "peki bu iki meclis yaranı ne oldu?" dedi. Sabit, "onlar öldürüldü ve işleri bitirildi, belki Allah sana hidayet verecektir ve seni bu hayırlı şey için sağ bırakmıştır" deyince Zübeyr: "Elim daha senin yanında iken, Allah aşkına beni de onlara ulaştırmanı istiyorum. Onlardan sonraki hayat sürmede hayır yoktur" dedi. Sabit de durumu Peygamberimize bildirince, emir verdi ve oda öldürüldü.[558]
Allah(cc), Hendeğe gelen gurupların hiçbir şey elde edemeden geri döndürülüşünü anlattıktan sonra,[559] Kureyza oğullan hakkında da Ahzab sûresinde şöyle buyurur:
"Kitab ehlinden, onlara yardım eden (Kureyza) yahudilcrini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku saldı; Bir kısmını öldürüyor, bir kısmını esir alıyordunuz" (âyet; 26) Buradaki yardım edenler yahudiler, yardım görenlerde Mekke Kureyşlileridir.[560]
"Onların arazilerini, yurtlarını, mallarını ve ayak basmamış olduğunuz bir araziyi size miras bıraktı. Allah herşeye kadirdir."
(âyet; 27) Ayeti hakkında Urve b. Zübeyr, buradaki "ayak basmamış olduğunuz arazi" hakkında "alimlerimiz buranın Hayber olduğunu iddia ediyorlar. Oysa ben bunun "Allah'ın Müslümanlara fethini nasib ettiği ve kıyamete kadar edeceği her arazi için geçerli" olduğunu sanıyorum" der.[561]
Bekkâî, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Asım b. Ömer b. Katâde, Abdürrahman b. Amr b. Sa'd b. Muâz yolu ile Alkame b. Vakkâs el-Leysî'den şöyle naklettiğini anlattı: Rasûlüllah (s.a.v.) Sa'd b. Muâz'a:
"Onlar hakkında Allah'ın yedi kat semâdan gelen Hükmü ile hüküm verdin" buyurmuştu.[562]
Bekkâî, İbni İshak'tan konuyu şöyle nakleder:
- Rasûlüllah (s.a.v.) yahudileri, Beni Neccarh Haris b. Küreyz kızı Kîse'nin evinde hapsetti. Sonra da Medine çarşısına çıktı. Orada bir takım çukurlar kazdırdı, sonra onları getirtip bu çukurlarda boyunlarım vurdurdu. Liderleri Ka'b b. Esed ve Huyey b. Ahtab'da aralarındaydı. Bunlar altı yada yediyüz kişiydiler. Bu sayıyı abartanlar sekizyüz ile dokuz yüz arasında olduğunu söylerler.
Ka'b (r.a.) onları gurup gurup Rasûlüllah'ın yanma sevkederken Yahudiler: Yâ Ka'b, bize nasıl bir muamele ettiklerini görüyorsun? diye sordular. Ka'b da: "Siz hiçbir yerde aklınızı başınıza almaya-cakmısınız. Görmüyormusunuz tellal isimlerinizi okumaktan vazgeçmiyor, kalkıp oraya gidenleriniz geri gelmiyor. Vallahi size ölüm muamelesi yapılıyor" dedi.
Huyey b. Ahtab da getirildi. Üzerinde gül renginde süslü bir elbise vardı. Elbisesini, öldürüldükten sonra alıp giymesinler diye her tarafından parmak kadar keserek parçalamış idi. Elleri bir iple boynuna bağlanmıştı. Rasûlü Ekrem (s.a.v.)'e bakınca, "vallahi sana düşman oldu diye kendimi kınamıyorum, Lakin Allah birini zillete düşürürse, o zelil olur." deyip sonrada insanlara dönerek: "Ey İnsanlar! Şüphesiz Allah'ın emrinde bir sakınca olmaz. İşte bu hadise de İsrail oğullarına ezelde yazılan bir kitab bir kader ve harptir" dedi. Sonra oturdu ve boynu vuruldu.[563]
İbni İshâk, Muhammed b. Ca'fer b. Zübeyr, amcası Urve aracılığıyla Hz. Âişe (r.a.)'nin şöyle dediğini nakleder:
- Yahudi kadınlardan biri hariç hiç öldürülen olmadı. O kadın öldürülmeden önce benim yanımda benimle konuşuyor, içi dışı gülüyordu. Halbuki o esnada Rasûlüllah kılıçla onların erkeklerini katlediyordu. Birden bire "falanca kadın nerde?" diye bir ses duyuldu. Bu kadın "Vallahi o benim" dedi. Bende, "yazık sana ne olacak?" dedim. "Öldürüleceğim" dedi. "Niçin?" diye sorduğumda, "kendi yaptığım bir olay yüzünden" dedi. Kadını götürdüler ve boynu vuruldu. Hz. Âişe derdiki: "Vallahi onun o hayret veren halini bir türlü unutamıyorum. Öldürüleceğini kesinkez bilmesine rağmen bu kadar gülebilmesi ve kendini böyle hoş tutması şaşacak şeydi."[564]
İkrime ve diğerleri, âyette geçen; "Sayâsîyhim" kelimesinin "husûnehüm" (kaleleri) diye tefsir ettiler.[565]
Yûnus b. Bükeyr İbni İshâk'tan rivayet ediyor:
- Sonra Nebî (s.a.v.), Sa'd b. Zeyd'i (ki bu zat Abdü'l eşhel oğullarının kardeşiydi) Kureyza oğullarının esirleriyle birlikte Necd'e yolladı. Onları taşıyabilmesi için Sa'd'a silah ve at satın aldı. Peygamberimiz onlardan Amr b. Hanâfe kızı Reyhâne'yi kendine ayırdı. Reyhane vefat edene kadar Efendimizin yanında ve mülkiyetinde kalmıştır. Rasûiüllah (s.a.v.) ona evlenme ve -diğer eşleri gibi- hicaba girme teklifinde bulundu. Reyhâne'de, "Yâ Rasûlellah! beni eşin değil mülkün olarak bırak, böylesi hem bana hemde sana kolay olur" dedi. Efendimizde onu cariye olarak bıraktı. Önceleri İslâm'a girme konusunda duraksamış ise de sonradan Müslüman oldu. Efendimiz (s.a.v.) onun bu haline pek sevindi.[566]
Hişam b. Urve, babası Urve aracılığıyla Hz. Âişe'nin şöyle dediğini anlatır: "Hendek harbinde Sa'd b. Muâz yaralanmış idi. Onu Kureyşten Hıbbân b. el-Arika adlı biri okla yaralamıştı. Attığı ok, Sa'd'ın kolundaki Can damarına isabet etmiş idi. Rasûlüllah ziyareti ve bakımı kendi yakınında olması için Mescid-i nebevî içinde bir çadır kurdurdu. Hendek dönüşü yıkanıp silah çıkardığında Cebrail gelip "silah mı bıraktın? Vallahi biz bırakmadık, haydi onlara savaşa git!" dedi. "Nereye?" demesine, Kureyzayı işaret ile "şuraya!" dedi.' Efendimiz gidip onları kuşattı ve Allah Rasûlünün hükmüne razı oldular, o da bunu Sa'd'a verdi. Sa'd da, "savaşçıların öldürülmesine, mallarının taksimine ve zürriyetlerinin esir edilmesine karar verdi. Hz. Âişe derki:
Daha sonra Sa'd'm yarası kurumaya başladı. O da: "Allah'ım! Sen biliyorsun ki senin Peygamberini yalanlayıp, yurdundan çıkaran bir topluluğa karşı savaşmayı benden daha fazla seven kimse yoktur. Allah'ım! Sanıyorum ki sen bizimle onlar arasındaki harbi kaldırdın. Eğer Kureyş ile aramızda harpden birşey kalmış ise, onlarla senin yolunda cihad edebilmem için beni o vakte kadar yaşat. Yok eğer aramızdaki harbi kaldırmış isen benim bu yaramı tekrar depreştir ve ölümümü bundan ver" diye dûa etti. Birden bire göksünden kan boşanmaya başladı. Mescidin içinde Gıfar oğullarına ait bir çadır vardı. Çadır'dakileri kendilerine doğru akıp gelen bir kan ürküttü. "Ey çadirdakiler! Sizin taraftan akıp gelen şu kan neyin nesi?" dediler. Birde baktılarki, Sa'd (r.a.)'ın yarası kan akıtmakta. Sa'd bu kan ile vefat etti. Allah rahmet etsin.
Bu, Muttefekun aleyh bir hadistir.[567]
Leys anlatıyor: Bana Ebû'z Zübeyr, Câbir (r.a.)'in şöle dediğini anlattı:
- Sa'd (r.a.) Ahzâb harbinde vurulup kolundaki can daman kesilmişti. Rasûlüllah (s.a.v.) onu ateşle dağladı. Bunun üzerine kolu şişmişti. Rasûlüllah'da onu bıraktı. Yaradan kan çıkmaya başladı. Bu kere tekrar ateşle dağladı ama eli yine şişti. Kolunun bu halini gören Sa'd: "Allah'ım! Kureyza oğullarından gözlerim aydın olmadıkça canımı alma" diyerek damarım eliyle sıkıca tuttu. Artık bir damla bile kan gelmiyordu. Kuşatma sonrası Sa'd'ın hükmü ile kalelerinden indiler. Allah Rasûlü, Sa'd'a haber saldı. O da gelip yahudilerin erkeklerinin öldürülüp, kadın ve çocuklarının esir edilmesine karar verdi. Onlar dörtyüz savaşçıydı. Rasûlüllah onların idamlarını bitirdiğinde Sa'd'm yarası şişip öldü.
Bu sahih bir hadistir.[568]
Ishak Ibnû Raheveyh, Amr b. Muhammed el-Kuraşî -Abdullah b. îdrîs- Ubeydullah- Nafi İbni Ömer isnadıyla Rasûlüllah (s.a.v.)'m.
"Sa'd'ı kasdederek -Şu zatın cenazesi için arş titredi ve cenazesine yetmiş bin Melek katıldı. O Öyle olmasına rağmen, orada O da sıkıştırıldı. Sonra serbest bırakıldı." buyurduğunu anlattı.[569]
Süleyman et-Teymî, Hasen-i Basrî'den; "Rahman'ın arşı, Sa'd'ın ruhunun sevinciyle titredi" diye nakleder.[570]
Yezîd b. Abdillah b. Neccâr, Muâz b. Rifaa aracılığıyla Câbir (r.a.)'den naklediyor:
- Cebrail, Rasûlüllah (s.a.v.)'a gelip; "bu ölen salih kul kim? Onun cenazesine gelecekler için semanın kapısı açılıp, arş hareket etti" dedi. Rasûlüllah hemen çıkıp baktı ki, Sa'd b. Muâz ölmüş. Defnedilirken Rasûlüllah (s.a.v.) Onun kabri başına oturdu. Oradayken, Efendimiz iki kere "Sübhanallah" dedi. Cemaat da teşbih ettiler. Sonra Efendimiz (s.a.v.) "Allahü ekber, Allahü ekber" deyince cemaat da tekbir getirdi. Sonra Efendimiz:
"Şu salîh kula hayret ettim. Kabrinde o bile sıkıştırıldı. Allah sonradan ona bir genişlik verdi de öyle kurtuldu." buyurdu.[571]
Bu haberin bir kısmını Muhammed b. İsâk, Muaz b. Rifâa'dan "bana Mahmud b. Abdürrahman b. Amr b. el-Cumûh, Ca'bir (r.a.)'den nakletti ki..." diyerek verir.[572]
Yunus, İbni İshâk'dan naklediyor: Bana Muaz b. Rifâa adını unuttuğu, kendi kavminden birinin şöyle dediğini anlattı. Gece yarısı Cebrâil (a.s.), Peygambere geldi. Başında ipekli -simli- bir sarık vardı. "Yâ Muhammedi Şu sema kapılarının açılıp arşın kendisi için titrediği cenaze kim?" dedi. Rasûlüllah kalkıp elbiselerini sürüyerek Sa'd b. Muaz'ın yanma geldi. Onu ölmüş olarak buldu.[573]
Bekkâî, îbni İshâk'dan naklediyor: Yalanla itham edilmeyen bir zat bana Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini anlattı:
- Sa'd (r.a.) şişmanca bir zat idi. İnsanlar cenazesini omuzlaymca Onu -tahminlerinden daha- hafif buldular. Münafıklardan birisi, "Vallahi Sa'd şişman vücutlu biri idi. Ama şimdi biz ondan daha hafif bir cenaze taşımadığımızı anladık" diye dedikodu ettiler. Bu söz Rasûl-ü Ekreme ulaşınca:
"Onun cenazesini sizden başka taşıyanlar da vardı. Nefsim e-Hnde olan zata yemin ederim ki, Melekler gökte Sa'd b. Muâz'ın ruhu ile müjdelendiler. Arş da onun için sallandı" buyurdu.[574]
Yûnus, İbni İshâk'dan aktarır: Bana Ümeyye b. Abdillah anlattı ki, Sa'd'm kabrinde sıkıştırılmasına ait olan sözden size nasıl bir bilgi ulaştı" dedim. Bana, "bize anlatıldığına göre bunun sebebi Efendimiz (s.a.v.)'e de sorulmuş ve "Ufak su döktükten sonra temizliğine tam dikkat etmediğinden" buyurmuş" dedi.[575]
Yezîd b. Hârûn derki: Bize Muhammed b. Amr b. Alkame, babası Amr dedesi Alkame isnadıyla Hz. Âişe'nin şöyle anlattığını haber verdi:
Hendek harbi günü insanların izi sıra arkalarından gidiyordum. Birden yerden bir ses geldiğini duydum. Yani arkamdan birilerinin geldiğini hissettim. Dönüp bakınca Sa'd b. Muaz ile beraberinde kardeşinin oğulu Haris b. Evs olduğunu gördüm. Bir kalkan taşıyordu. Geçmeleri için kenara oturdum. Sa'd yanıma gelip uğradığında:
"Biraz dur hele!, harp Hamel denen kişiye de yetişecek. Ecel gelince ölüm ne güzeldir" diye veciz söylüyordu.
Sa'd'ın üstünde kısa bir zırh olup, kolları dışarda kalmıştı. Ben Sa'd'in ellerine harpte birşey olur diye korktum. Sa'd, insanların en uzun ve en irilerindendi. Ben oradaki bir bahçeye dalıverdim. Baktımki, orada aralarında Ömer'inde bulunduğu bir gurup var. Aralarında birde üzerinde miğfer bulunan biri daha var. Ömer (r.a) bana: "Seni buraya ne getirdi? Vallahi Yâ Aişe sen çok cür'etkarsın başına bir bela veya kaza gelince sana güvence veren bir şey olamaz" diyerek beni öyle bir kınamaya başladı ki, "yer yarılsada şu saatte hemen içine girsem" diye temenni ettim. O vakit miğferli kişi yüzünden miğferi kaldırdı. Meğer Talha b. Ubeydullah değilmiymiş! Talha Ömer'e:
Vay sana! Bu gün Allah'dan başka kaçıp firar edecek yer nerde? Bu gün sen ne kadar çok söyleniyorsun, diye çıkıştı.
Kureyşten adına İbnü'l Arika denilen biri Sa'd'a ok atıp,"al bakalım, ben Arika oğluyum" demiş. Sa'd'ın kolundaki can damarına gelip yaralamıştı. Sa'd, "Allah'ım, Kureyza oğullarından intikam alınarak, gözlerim aydın olmadan canımı alma." Kureyzalılar onun cahiliye döneminden dostları olup, aralarında anlaşma vardı. Yarasının kanı
minden dostları olup, aralarında anlaşma vardı. Yarasının kanı durmuştu.
Allah onlara müthiş bir rüzgâr gönderip, Mü'minlere çarpışmaya gerek kalmadan desteğiyle yetmiş, Ebu Süryan Tikame'ye Uyeyne ve beraberindekiler Necde gitmişti. Kureyzalılarda dönüp kalelerine kapandılar. Resûlüllah Medineye dönünce Sa'd için Mescitte bir hasta bakımı çadırı kurdurdu ve silahlarım çıkardı.
Cebrail gelip ona, "silahı bıraktınmı, vallahi melekler bırakmadı, haydi Kureyzalılara git" dedi. Nebî (s.a.v.) de hareket emri verip harp levazımatını kuşandı. Yolda mescide yakın olan Benî Ganm'a uğrayıp "kimin uğrayıp geçtiğini" sordu. "Bize Dihye uğradı" dediler. Dıhye'nin yüzü Cebrail'e benzerdi. Efendimiz varıp Kureyza'yı yir-mibeş gün kuşattı. Kuşatma şiddetlenince yahudilere "Peygamberin hükmüne teslim olun" denildi. Onlar Ebû Lübabe ile istişare edip konuştular. O da bu teslimiyetin "ölüm" olacağını söyledi. "Sa'd'm hükmüne razı olsak" dediler. Efendimiz'de kabul etti ve indiler.
Efendimiz Sa'd'a gelmesi için haber saldı. Onu semeri lif dolu bir eşekle getirdiler. Onu gören kavmi etrafını çevirip: "Yâ Ebû Amr, dost ve anlaşmalarını gözet" ricasını yaptıîarsada, onlara hiç cevap vermeden onların yurduna yaklaştı ve orda: "İşte şimdi Sa'd'ın Allah için hiçbir kınamaya aldırmayacağı saat gelip çatmıştır" dedi. Rasûiüllah'ın göründüğü yere vardıklarında Nebî (s.a.v.) "Seyyidinize ayağa kalkıp indirin" buyurdu. Ömer de, "Seyyidimiz sadece Allah'tır" dedi. Efendimiz Sa'd'ı indirin diye emretti ve indirdiler.
Efendimiz "hükmünü ver" dedi. O da, "savaşçılarının öldürülmesine, zürriyetlerinin esir alınmasına ve mallarının taksimine" hükmettim dedi. Efendimiz, "Sen Allah'ın ve Rasûlünün hükmüyle yargıladın" buyurdu. Sa'd burada: "Allah'ım, Peygamberine Kureyşle ya-
pacak harp bıraktmsa, beni onun için yaşat. Ama onlarla aramızda harbi bitirmiş isen beni yanma al" diye dûa etti ve Yarası kanamaya başladı.
Halbuki bayağı iyileşmiş ve yüzük kadar bir yara kalmıştı. Sa'd çadırına döndü, Rasûlüllah, Ebû Bekir ve Ömer ziyaretine geldiler. Ben Ebû Bekr'in ağlayışını Ömer'inkinden ayırabiliyordum. Ben kendi hücremde idim. Onlar Allah'ın Fetih Sûresi 29'cu âyetinde dediği gibi
"Kendi aralarında pek merhametliydiler". Alkame derki: Hz. Aişe'ye:
"Ey anne! Bu durumda Rasûlüllah ne yapardı? dedim de O, "Peygamber (s.a.v.)'in gözlerinden hiçbir kimse için yaş boşanmazdı. Ama hüzünlendiğinde sakalım eliyle tutardı" dedi.[576]
Hammad b. Seleme, Muhammed b. Ziyad -Abdürrahman b. Amr b. Sa'd b. Muaz isnadıyla naklederki: Kureyzaoğulları, Peygamberin hükmüne razı olup indiler. Efendimiz Sa'd b. Muaza haber saldı. Yarasından ötürü hasta bir halde, bir eşeğe bindirilmiş olarak geldi. E-fendimiz, "bana bunlar hakkında bir yol şöyle" buyurdu. Sa'd; "kesinlikle biliyorum ki, Allah bunlar hakkında sana, icra edeceğin bir-şeyi emretmiştir" deyince Efendimiz: "tabi, Lakin sen yinede onlara ne yapmam gerektiğini tavsiye et" buyurdu. O da, "ben bu işe tayin edilseydim savaşçılarını öldürür, zürriyetlerini esir alır, mallarını bölüştürürdüm" dedi. Nebî (s.a.v.) de: Nefsim elinde olan zata yemin
ederim ki, onlar hakkında Allah'ın emrettiği şeyi tavsiye ettin" buyurdu.[577]
Muhammed b. Sa'd, Halid b. Mahled -Muhammed b. Salih et-Temmâr- Saîd b. İbrahim -Âmir b. Sa'd -babası Sa'd b. Ebî Vakkas isnadıyla nakleder ki: Sa'd b. Muâz (r.a.) Kureyza yahudileri hakkında, "Yüzünde ustura vurulmuş olan erkeklerin öldürülüp mallan ve çocuklarının taksimine" karar verince, Rasûlüllah (s.a.v.):
"Onlar hakkında
Allah'ın yedi kat sema üzerinden indirdiği hüküm ile hükmetmiştir" buyurmuştu.[578]
İbni Sa'd, Yezîd b. Hârûn -İsmail b. Ebî Halid- isnadıyla Ensar'dan bir zatın şöyle dediğini rivayet eder:
- Sa'd b. Muaz, Kureyza oğulları hakkında hükmünü bildirip sonra geri döndüğünde yarası patlamıştı. Durum Peygambere ulaştı, hemen gelip başını alarak göksüne yasladı. Sonra üzerine beyaz bir elbise Örtüldü ki, yüzüne çekilse ayakları açıkta kalıyordu. Sa'd, akbenizli iri-yarı biri idi. Rasûlüllah (s.a.v.):
"Allah'ım! Sa'd senin yolunda cihad etmiş, senin Peygamberini tasdik etmiş ve üzerine düşen vazifeyi yerine getirmiştir. Onun ruhunu, bir adamın ruhunu kabul buyurduğun en hayırlı şekilde kabul et" diye dûa etti. Sa'd b. Muâz, Efendimizin duasını işitince gözlerini açtı ve, "Yâ Rasûlellah! Sana selam olsun! Şahit olurum ki sen gerçekten Allah'ın Peygamberisin" dedi. Bu sıra annesi ağlayarak;
"Sa'd'm anasının hazım ve ceddi vahi Sa'd'a olsun diyerek şiir söylüyordu. Ona, "Sen Sa'd'a şiir mi yakıyorsun?" denilmişti de, Resûlûllah (s.a.v.) de: "kadını rahat bırakın! Onun dışındaki diğer şairlerin pek çoğu, en yalancı kişilerdir" buyurdu.[579]
Abdurrâhman b. el-Gasîl, Asım b. Ömer b. Katâde aracılığıyla Mahmud b. Lebîd'in şöyle dediğini nakleder: Sa'd b. Muâz'ın kolundaki atar daman yaralandığında kendisini Rufeyde denilen bir kadının yanına naklettiler. Rufeyde yaralıları tedavi eden bir hemşire idi.
Peygamber Efendimiz Sa'd'ı ziyarete geldiğinde "Bu gün nasıl sabahladın?" akşam uğramış ise "nasıl geceledin?" diye sorar, oda durumunu bildirirdi. Nihayet yarasının ağırlaşıp kavminin kendisini naklettikleri gece olunca, Onu Abdü'l eşhel oğullarındaki evlerine götürdüler. Rasûlüllah (s.a;v.), eskiden olduğu gibi sormaya gelince ashab, "Onu götürdüler" dediler. Rasûlüllah hemen mescidden çıktı, bizde beraber çıktık. Öyle hızh yürüdü ki ayakkabılarımızın tasmaları koptu, gömleklerimiz 'omuzumuzdan çıkıp düştü. Ashab bu durumu Efendimize şikayet ederek "Yâ Rasûlellah! yolda bizi yordun?" dediler. Efendimiz de: "Ben meleklerin bizden önce davranıp Hanzalayı yıkadıkları gibi onuda yıkayacaklarından korktum" buyurdu. Sonra Efendimiz eve geldiğinde Sa'd yıkanıyordu Annesi bir yandan ağlıyor bir yandanda:
"Sa'd'ın anasının vahi Sa'd'a olsun. Hazm ve ciddiyet vahi" diyordu. Rasûlüllah onu duyunca: "Sa'd'ın anası dışında, ölü ağıdı yapan her kadın yalan ağlar" buyurup, sonra da Sa'd'ın cenazesi ile evden çıktı. Ashab, "Sa'd'dan daha hafif bir cenaze taşımamıştık" deyince, Nebî (s.a.v.):
fG"Onun cenazesini şu kadar cenaze omuzlamışken, onun size hafif gelmesine engel ne ki! Hem melekler daha önce kimsenin cenazesini de taşımamışlardı. Sa'di sizinle beraber taşıdılar" buyurdu. [580]
Şu'be derki: Bana Simâk b. Harb "Abdullah b. Şeddâd'ı şöyle derken duydum..." diye haber verdi, ki: Rasûlüllah (s.a.v.), can çekişmekte olan Sa'd'ın yanına girdi ve ona:
"Allah seni Kavminin seyyidi olarak mükafatlandırsın, sen Allah'a verdiğin sözü gerçekleştirdin, Allah'da sana verdiği sözünü gerçekleştirecek" buyurdu.[581]
İbnü Nümeyr, Ubeydullah b. Ömer'in haber verdiğine göre, Nafı'den şöyle dediğini nakleder: Bana ulaşan bilgilere göre, "Sa'd'ın cenazesine katılmak için, daha önce yeryüzüne hiç inmemiş olan yetmiş bin melek yeryüzüne inmiştir.[582] Bunu İbnİ Numeyr dışında, birisi, "Ubeydillah -Nafı- İbni Ömer isnadıyla kesiksiz vermiştir.[583]
Şebâbe, Ebû Ma'şar aracılığıyla, Saîd el-Makburî'nin şöyle dediğini anlatıyor:
- Rasûlüllah (s.a.v.), Sa'd b. Muâz'ı defnedince:
"Eğer kabir sıkmasından kurtulabilecek biri olsaydı, kesinlikle Sa'd kurtulmuş olurdu. O bile kabre konunca sidik sıçrantısi(ndan kaçmaması) sebebiyle öyle bir sıkıştırıldı ki, eğer, kemikleri birbirine geçti" buyurdu.[584]
Yezid b. Harun derki: Bize Muhammed b. Ömer (İbni Sa'd),[585] Muhammed b. el-Münkedir aracılığıyla Muhammed b. Şurahbil b. Hasene'den nakletti ki; Defnedildiği gün adamın birisi Sa'd b. Muâz'm kabrinden bir avuç toprak almış götürmüştü. Daha sonra onu açıp bakınca, toprağın adeta Misk maddesine döndüğünü görmüş.[586]
Muhammed b. Musa el-Fıtrî derki: Bize Muâz b. Rifâa ez-Zürakî, "Sa'd b. Muaz (r.a.)'m, Akıl b. Ebî Tâlib'in evinin temeline defnedilmiş olduğunu" haber verdi.[587]
Muhammed b. Amr b. Alkame anlatıyor: Bana Asım b. Ömer b. Katâde şöyle anlattı: Bir gece Rasûlüllah uyanmış ve Cebrail (yada Melek) kendisine gelmiş ve, "bu gece Ümmetinden ölen kim de gök ehli onun ölümü (ile aralarına katılacağı) ile birbirini müjdeliyor?" diye sordu. Nebî (s.a.v.), "Onu bilmiyorum, ama Sa'd b. Muaz akşama pek zayıf olarak çıkmıştı" deyip ashabına, "Sa'd ne yaptı?" diye sordu. "Yâ Rasûlellah! Sa'd ruhunu teslim etti. Kavmi gelip onu evlerine götürmüşlerdi" dediler. Efendimiz cemaata sabah namazını kıldırıp çıktı. İnsanlarda yürüyerek peşinden gittiler. Rasûlüllah (s.a.v.) öyle süratli yürüdüki ayakkabılarının bağları parçalanıp ayaklarından çıktı, gömlekleri omuzlarından düştü. Birisi, "Yâ Rasûlellah! İnsanları yorup geride bıraktın!" deyince: "Hanzalanın cenazesine giderken, bizi geçtikleri gibi yine Meleklerin, Sa'd'a bizden evvel varacağından korktum" buyurdu.[588]
Şu'be, Sa'd b. İbrahim -Nafı- Hz. Âişe isnadıyla Peygamberimizin:
"Kabrin kesinlikle insana bir tazyiği vardır. Eğer bundan herhangi bir kimse kurtulabilmiş olsaydı kesinlikle Sa'd kurtulacaktı" buyurduğunu söyler.[589]
Şu'be derki: Bana Ebû îshak eş-Şîrazî Amr b. Şurahbü'in şöyle dediğini anlattı: Sa'd b. Muâz'm yarası patladığında, Rasûlüllah (s.a.v.) onu kucağına aldı. Kan, Nebî (s.a.v.)'in üzerine akmaya başladı. O sıra Ebî Bekir geldi ve: "Vah hayatı bitene" demeye başladı. Nebî (s.a.v.) ona: "Yâ Ebû Bekir vazgeç" buyurdu. Sonra Ömer geldi ve "İnnâlillâhi ve innâ ileyhi râciûn" dedi.[590]
Ukbe b. Mükrim rivayet ediyor: Bize İbni Ebî Adiy, Şu'be -Sa'd b. İbrahim[591] -Nafi- Safiyye bin. Ebî Ubeyd -isnadıyla Hz. Âişe'den Merfiı' (Efendimizden aldığı belirtilerek) olarak, "Eğer kabrin sıkmasından biri kurtulabilecek olsaydı kesinlikle Sa'd kurtulurdu" dediğini haber verdi. Bu hadis daha öncede geçmiş idi. Lakin o rivayette Safiyye bin. Ebû Ubeyd yoktu.[592]
Bu hadislerde geçen kabir sıkıştırması kabir azabı cinsinden birşey değildir. Bu, mü'minlerin ruhu kabzedilirken duyduğu korku, bir dostunun ağlayışından duyduğu elem, imtihan meleklerinin kabirde kendine saldırdığı andaki ürpertisi, Kıyamet gününün verdiği korku, Cehenneme uğranılıp geçerkenki korkuyu benzer türden bir şeydir. Allah'tan, korkularımızdan bize emniyet vermesini dileriz.[593]
Yezîd b. Harun, Muhammed b. Amr -babası- Dedesi- isnadıyla Hz. Âişe (r.a.)'nin: "Rasûlüllah ile iki arkadaşından (veya ikisinden birinden) sonra hiç bir kimsenin ölümü Müslümanlar için Sa'd'ın kaybından daha büyük olmamıştır" dediğini rivayet eder.[594]
Vakidî derki: Bize Utbe b. Cebîra, Husayn b. Abdirrahman b. Amr b. Sa'd b. Muâz'dan şöyle dediğini haber verdi:
- Sa'd b. Muâz, beyaz tenli,- uzun boylu, güzel endamlı, güzel yüzlü, güzel gözlü, hoş sakallı biriydi. Hicri beşinci senede Hendek harbinde okla vuruldu ve bu yaradan öldü. Öldüğünde yirmiyedi yaşında idi ve Bakî1 mezarlığına gömüldü.[595]
Ebû Muâviye, A'meş -Ebû Süfyan -Câbir (r.a.) isnadıyla Nebî (s.a.v.) Efendimizin "Sa'd b. Muâz'ın vefatı sebebiyle Allah'ın arşı sallandı" buyurduğunu haber verir.[596]
Avf da Ebû Nadra aracılığıyla Ebû Saîd el-Hudri'den Nebî (s.a.v.)'in "Arş, Sa'd b. Muâz'm Ölümüyle sallandı" buyurduğunu nakleder.[597]
Yezîd b. Harun anlatıyor: Bize İsmail b. Ebî Halid, İshâk b. Raşid aracılığıyla adına Esma bin. Yezîd b. Seken denen Ensardan bir hanım'dan, Rasûlüllah (s.a.v.)'ın, Sa'd b. Muâz'm annesine hitaben:
"Kendine gel; göz yaşların dinecek, üzüntün gidecek. Çünkü Allah'ın yüzüne ilk gülümseyip, Arşın kendisi için titrediği ilk kişi senin oğlundur" buyurduğunu nakleder.[598]
Yusuf b. Macişûn, Babası -Asım b. Ömer b. Katâde- isnadıyla Asım'ın ninesi Rumeyse'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlüllah (s.a.v.)'ı Sa'd b. Muaz öldüğü gün Sa'd için: "Rahman'm arşı onun için titremiştir" derken duymuştum. Onun benim yakınımda duran iki omuzu arasındaki Peygamberlik mührünü öpmek isteseydim öper-
nirn [599]
Muhammed b. Fûdayl, Atâ b. Essâib -Mücahit isnadıyla İbni Ömer (r.a.)'in şöyle dediğini anlatır: Allah'ın Sa'd'a kavuşması sebebiyle Arş titredi ...de, karyolanın ağaç ayakları ayrıldı" dediğini ve buradaki Arş'ın gökteki değil cenazenin yattığı karyola (divan) olduğunu kasdetti ve
'Ana-babasım tahtın -arşın- üstüne çıkardı"
(Yusuf âyet; 100) âyetini okuyup buna delil getirdi.[600] Devamla derki: Rasûlüllah (s.a.v.) Sa'd'ın kabrine girdi ve orada -adeta alakonuldu. Kendisine» "Ya Rasûlellah! Seni ne alakoydu?" denilince: "Kabirde
Sa'd öyle feci bir şekilde sıkıldı ki, bu sakiştırıİmanın kaldırılması için Allah'a yalvardım" buyurdu.[601]
Süfyan'ı- Sevrî ve diğerleri Ebû İshâk eş-Şîrâzi aracılığıyla Berâe (r.a.)'den şöyle nakleder: Nebî (s.a.v.)'ye ipek bir elbise hediye gelmişti. Ashab-ı kiram onun yumşaklığına hayret edince Efendimiz:
"Sa'd b. Muâz'm Cennetteki mendili bundan daha yumşaktir" buyurdu. Bu şahinliği müttefekun aleyh bir hadistir.[602]
Yezîd b. Harun, Muhammed b. Amr aracılığıyla Sa'd b. Muâz'm torunu Vakıd b. Anır'ın şöyle dediğini anlatır: (Muhammed b. Amr derki): Vakıd uzun boylu iri yapılı insanlardan biriydi) Enes b. Mâlik (r.a.)'in yanma girdim, bana, "sen kimsin?" dedi. "Vakıd b. Amr b. Sa'd b. Muâz'ım" deyince, bana: "Sen gerçektende Sa'd'a çok benzi-yorsun" deyip uzun süre ağladı, sonra da: "Allah, Sa'd'a rahmet etsin, O, insanların en uzun ve en irilerinden biriydi," diyerek şöyle devam etti:
- Rasûlüllah (s.a.v.) Dumetü'l Cendeldeki Ukeydir üzerine ordu yolladı. Ükeydir de ordusunun reisi ile Rasûlüllah (s.a.v.)'a altın sırma işlenmiş bir ipek cübbe yolladı. Rasûlüllah (s.a.v.) bu cübbeyi giymişti. Ashab ona ellerini sürüp hayretle bakıyorlardı. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) ashabına:
"Şu cübfoenin güzelliğinemi hayret ediyorsunuz? diye sorunca, "evet Yâ Rasûlelîah! Daha önce bundan güzel hiç bir elbise görmedik" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.)'da:
"Vallahi Sa'd b. Muâz'ın Cennetteki mendili bu gördüğünüzden daha güzeldir" buyurdu.[603]
İsmi ve ecdadı: Sa'd b. Muâz b. Nu'mân b. İmru'lkay b. Zeyd b. Abdü'l Eşhel b. Haris b. el-Hazreç b. Amr b. Mâlik b. el-Evs. Bu Evs, Hazreç'in kardeşidir. İkiside Harise b. Amr'ın oğullarıdır. Bu Hariseye "el Anka" denirdi. Resulûllah'm ashabı olan Ensar sülalesi o zat da toplanır. Sa'd'ın künyesi: "Ebû Amr" idi. Adı daha Önce geçen annesi, Kebşe binti Rafı'dir ve oda efendimize bîat eden kadınlardan biridir. İkinci Akabe bîatından önce İslâm'a davet etmek ve Kur'ân okutmayı öğretmek için Medineye gelmiş, Sa'd b. Muaz ile Üseyd b. Hudayr, Mus'ab'ın delaletiyle İslâm'a girmişlerdi. Sa'd İslâm'a girince kendi oymağı olan Abdül Eşhel oğullarından o gün İslâm'a girmeyen kimse kalmadı. Sonra Mus'ab ile Es'ad b. Zürâra Sa'dm evinde kalarak Allah'a da'vet ettiler. Sa'd ile Es'ad teyze çocuklarıdır. Nebî (s.a.v.) Sa'd ile Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı âhiret kardeşi yaptı. îbni İshâk böyle anlatıyor.[604]
Vakidî ise Abdullah b. Ca'fer aracılığıyla Sa'd b. İbrahim ve diğerlerinin "Nebî (s.a.v.) Sa'd ile Sa'd b. Ebî Vakkas'ı kardeş yaptı" dediğini anlatır.[605]
Sa'd (r.a.) Bedir harbinde bulundu. Uhutta ise -arkadan hücuma uğrayan- ashab geri dağılırken O, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte yerinde kalmıştı.[606]
Ebû Nüaym, İsmail b. Müslim el-Abdî aracılığıyla Ebû'l Mütevekkil'den şöyle nakleder: Nebî (s.a.v.) Sıtmayı bahsedip:
"Kimde sıtma olursa bu osun ateşten kurtulma nasibi olur" buyurdu. Sa'd b. Muâz bunu duyunca, Rabbinden bunu istedi, sıtma ona öyle bir yapıştı kiT ölene kadar bir daha kurtulamadı.[607]
Çocukları: Hz. Sa'd'ın Amr ve Abdullah adında iki oğlu vardı. Anneleri de Sahabeden olup, Üseyd b. Hudayr'm halası olan Abdü'l Eşhel oğullarından Simak kızı Hind'dir. Sa'd'ÜaiE ©nee onu. kardeşi Evs b. Muaz nikahlamıştı. Oğlu Amr'ın dokuz oğlu üç kızı, olup, bunlardan biri Vakıd b. Amr ile diğeri de Havra Harbinde şehid olan Abdullah b.Amr'dır. (Sa'd'ın hâla devam eden nesli vardır)[608]
Amr ile Hz. Sa'd'ın kardeşi Evs, Uhut'ta Şehit olmuşlardı.. Kardeşlerinin oğlu Haris de genç yaşında Hendek harbi günü Şehid oldu. Daha önce de Bedir harbine katılmıştı. Ka'b b. Eşrafın öldürüldüğü gece Haris'e bir kılıç isabet etmiş, arkadaşları onu alıp götürmüşlerdi. Daha sonra Uhut harbine iştirak etmiş idi.[609]
Abdullah b. Mes'ûd (r.a.), Sa'd b. Muaz (r.a) dan Hadis nakletmişler. Onun Mekke'de Ümeyye b. Halef ile olan hadisesini bahsetmiştir ki, bu kıssa Buharî'nin sahihindedir.[610]
Benî Kureyza kaleleri, Medineden birkaç mil mesafe uzaklıkta bulunuyordu. Nebi (s.a.v) orayı yirmibeş gece kuşattı.
Kureyza kuşatmasında, başına değirmen taşı atılan Hallad b.Süveya El-Ensarî ei-Hazrecî, başı parçalanıp şehit olmuştu.[611]
Kuşatma sırasında, Bedir Gazisi, Muhacirîn'den Ebû Sinan b.Mihsan da Şehit oldu. Bu zat Ukaşe b. Mihsan el Esedî'nin kardeşi idi.[612]
Yunus b. Bükeyr,[613] ibni Ishâk'tan naklediyor: Bana Asım b. Ömer b. Katâde, Kureyza oğullarından bir İhtiyar'ın şöyle dediğini anlattı:
-Saye'nin oğullan Sa'lebe üe Esed ile Esed b. Ubeyd'in nasıl Müslüman olduğunu biliyor musun? Bunlar esasen Kureyzalılardan ve Nadir'den değil, onların akrabası olan Hedel kabilesİndendirler. Bunların Nesebi daha yukarı çıkar. Ben de, "bilmiyorum" deyince dediki:
-Bir gün bize Şamdan adına İbnü Heyyibun denilen bir yahudi geldi. Ondan daha iyi bir adam görmemiştik. Yağmur yağmayiverse "haydi bize yağmur duası yap" derdik de o da, "hayır, Vallahi siz bir Sa1 hurma ve ya iki Mûd arpayı sadaka olarak dağıtmadan olmaz" der bizde öyle yapardık, o da bizi mahallemizin dışına götürür ve dûa e-derdi. Vallahi daha onun toplantısı bitmeden vadiler bize sel getirirdi. Bunu ne bir ne iki defa yaptı.
Öleceği yaklaşınca bize; " Ey yahudi topluluğu! siz üzüm ve şarap memleketinden, kıtlık ve yokluk diyarına beni getiren şeyin ne olduğunu bilirmisiniz?" dedi, hayır sen bilirsin dedik. O da, "beni, şu sıralarda gönderilmesi gereken bir Peygamber buralara getirdi. Zira bura onun göç edeceği yerdir. O harp yapan ve zürriyetleri esir eden bir Peygamber olarak gönderilmektedir. Sakın bu sizi ondan alıkoymasın, sizden evvel ona inanan olmamasına bakın" dedi, sonra öldü.[614]
Yunus b. Bükeyr de aynı Hadis'i aynı isnad ile sevk ederek, şu ilaveleri yapar: Kureyza kalelerinin fethedildiği gece olunca bu adı geçen üç kişi ki, bunlar gayet genç yaşta kişiler idi. "Ey yahudiler! İşte İbni Heyyiban'm size anlattığı budur," deyince onlar, "O değildi" dediler. Onlar da, "Tabi oydu. Vallahi bu tam onun anlattığı şekilde" dediler. Sonra kaleden inip Müslüman oldular, mallarını ve ailelerini terk ettiler. Onların malları kalede müşriklerde kalmıştı. Kale fethedilince malları geri verildi.[615]
Bekkaî İbni İshâk'tan naklediliyor:
-Kureyza seferinden sonra Nebî (s.a.v.) Zü'lhicce, Muharrem, Safer, Rabî'ül evvel ve Rabî'ül âhir aylarını Medinede geçirip, Cemâdiyel evvel ayında, Racî faciasının suçluları Hubebey b. Adiy ve adamlarım aramak üzere yola çıktı. Bunları ansızın bastırmak için çıkarken, sanki Şam'a doğru gidiyormuş gibi kuzeye yöneldi.
İbnü Ümmi Mektûm'u Medine'ye vali yaparak yola çıktı. Gurab yolunu seçerek Mahîs'a geçti. Betra üzerinden yola devam edip, sonra sola saptı ve Biyn vadisine, oradan Suhayrat'ı Simama, sonra da Mekke tarafına yöneldi. Yolda çok hızlı gidip, Likyan oğullan yurduna geldi. Lakin onları, korkularından dağların başına kaçmış buldu ve; "Biz buradan Usfan'a insek, Mekke halkı kesinlikle bizim Mekkeyi ele geçirmeye geldiğimizi sanacak" buyurup, Ashabından ikiyüz kişilik bir atlı ile dağdan inip Usfan'a geldi. Sonra süvarilerden iki arkadaşını teftişe yolladı. Bunlar "Kirâ'al-Gamîm" denen yere kadar gelip geri döndüler. Sonra Efendimiz Medine'ye döndü.[616]
Benî Lihyan'dan dönen Allah Resulü Medineye geldi ve orada sadece birkaç gece kalmıştı ki: Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe el Fezârî Gatafan oğullanndan bir bölük süvari ile, Resûlullah (s.a.v.)'in Ğabe denen yerdeki süt develerine saldırdı. Develerin başında Gıfar oğullarından bir kadınla bir adam bulunuyordu. Adamı öldürüp, kadını" da develer ile birlikte götürdüler.[617]
Onları ilk tanıyan Seleme b. Ekva (r.a.) oldu. O Ğabe ye doğru yola çıkmıştı. Beraberinde Talha b. Ubeydillah'm kölesi ve atı vardı. Veda tepesine çıkınca onların Sel'a dağı tarafına yöneldiğini gördü ve olanca sesiyle "Vâ Sabâhâh (imdat)" diye bağırdı. Sonra onların peşinden koşmaya başladı. Sanki yırtıcı hayvan gibiydi.
Bir müddet sonra onlara yetişip onları attığı oklarla dağıttı. Atlar kendine doğru gelince kaçıyor, sonra onların yolunu kesip fırsat buldukça ok atıyordu. Durum Efendimize ulaşınca Medine'de; "tehlike var tehlike var" diye bağırdı, derhal süvariler Resûlûllah'ın yanına geldiler. Efendimizin yanına ilk varan süvariler, Mikdâd, Abbâd b.
Bişr, Üseyd b. Zuhayr[618] Ukkâşe b. Mihsan, Muhris b. Nadle, Ebû Katâde el-Haris b. Rib'î, Ebû Ayyaş Ubeyd b. Zeyd b. Samit idi. Efendimiz (s.a.v.) Sa'd b. Zeyd'i onlara Emir tayin etti ve: "Haydi hemen bu eşkıya gurubunu aramak üzere yola çık. Ben insanlarla sana gelene kadar aramaya devam et" buyurdu.
-İbni İshak devamla derki: Bana ulaşan bilgilere göre, Ebûl Ayyaş şöyle anlatmış; Resûlullah (s.a.v.), Ebû Ayyaş'a, "sen atını yanındaki adamlardan birine verseydin olmazmıydı?" deyince O Yâ Resûlullah! İnsanların en iyi süvarisi (at binicisi) benim" dedim ve atımı mahmuzladımı. Vallahi at beni ancak yirmi arşın kadar götürdü ve beni sırtından attı. Ben Resûlûllah'ın bana "atını yanındaki adamlardan birine verseydin" buyurusuna ve benim kendisine verdiğim cevap'a şaşırıp kalmıştım.
O zaman Seleme b. el-Ekva'nm(r.a) atı yoktu. Buna rağmen soygunculara ilk ulaşan o idi. Atlılar da hemen yola çıkıp eşkıyaya ulaşmışlardı. Onlara ilk yetişen süvari Mukriz b. Nadle El-Esedî (r.a.) olmuştu. Soygunculara yetişmiş ve onlara: "Durun bre köle çocukları! Durun da arkadan gelen Müslümanlar da size yetişsin" diye bağırdı. Lakin Eşkıyalardan biri ona saldırıp, şehit etti. Bunun dışında Müslümanlardan şehit olan olmadı.[619]
Abdül Melik b. Hişam ise, "o gün Müslümanlardan Muhriz ile birlikte Vakkas b. Mücerrez de şehit oldu" der.[620]
Bekkâî, İbni İshak'dan naklediyor: Bana itham edemeyeceğim biri Abdullah b. Ka'b b. Melik'ten şöyle dediğini haber verdi: Mücezzez (r.a.) o vakit Ukâşe (r.a.)'a ait olan ve El-Cenâh denen atında idi. Mücezzez şehit edilmiş ve Cenâh'ı da soyguncular almışlardı. Süvariler soygunculara yetiştiğinde Ebû Katâde Haris b. Rıb'î Uyeyne b. Hisu oğlu Habîb'i öldürüp kendi Örtüsünü ölünün üstüne örttü. Sonra da bu insanlara tekrar yetişti.
Resûlûllah (s.a.v.) de, insanlarla beraber yönelip geldi. Oradaki ö-îüyü görünce Ashab, "İnnâ Lillani ve innâ ileyhi râciûn" Ebû Katâde Öldürülmüş dediler. Bunu duyan Resûlûllah (s.a.v.) de "O Ebû Katâde değil, Ebû Katâde'nin öldürdüğü adamın cenazesidir. Onu kendisinin öldürdüğü bilinsin diye üzerine kendi bürdesini örtmüş" buyurdu.
Ukâşe b. Mıhsan (r.a.) da Evbar ile oğlu Amr b. Evbâr'a yetişti. İkiside bir devede idiler. Onlara Öyle bir düzgün mızrak attıki ikisini birden Öldürdü. Böylece çalınan develerin bir kısmını kurtardılar.
Rasûlüllah (s.a.v.) Zî Karad suyu yakınındaki bir dağa konaklayın-caya kadar yola devam etti. İnsanlarda gelip kendisine yetiştiler. Efendimiz (s.a.v.) orada konakladı. Orada bir gün bir gece geçirdi. Seleme b. Ekva' Efendimize: "Yâ Rasûlellah! Beni yüz kişilik bir gurubun başında bunların arkasından göndersen kesinlikle geri kalan hayvanları kurtarır ve bu eşkıyanın boyunlarım ele geçirirdim" dedi. -Bana ulaşan habere göre Efendimiz (s.a.v.) de ona: "Onlar şimdi Gatafan da gece sütü içiyorlardır" buyurdu.
Rasûlüllah (s.a.v.), ashabı arasında taksimat yaparak her yüz kişiye bir deve bölüştürdü. Onlarda onu yiyinceye kadar orda eğleşip, sonra Rasûlüllah geri dönüp Medine'ye geldi. İbni İshâk devamla derki: Medine'ye geldikten sonra Gâbe'deki Efendimizin çobanı olan Ebû Zer (r.a.)'in oğlunun esir edilen hanımı Leyla onların elinden kurtulup,
Efendimize ait dişi bir deve üzerinde Efendimizin yanına geldi ve, "Ben, bu deve üstünde iken Allah beni onların elinden kurtarırsa, Allah için bu deveyi kurban edeceğim, diye nezretmiştim" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) bunun üzerine tebessüm ederek şöyle buyurdu:
"Allah seni onun üstüne bindirip, onunla seni kurtuluşa erdirmişken, sen ona .ne kötü karşılık veriyorsun! Tutup onu keseceksin ha. İnsanoğlunun sahibi olmadığı bir mal üzerinde nezretmesi diye birşey olamaz. Zîra o, benim develerimden bir süt devesi. Haydi Allah'ın bereketiyle yerine dön" buyurdu.[621]
Bu gazveye; Gâbe'de Zû Kurad'da denilmektedir.
İbni İshâk ve diğerleri "bu olay hicri altıncı yılda oldu" der.
Müslim ise-gelecek olan rivayetinde- "bu, Hudeybiye anlaşması sırasında oldu" der: Bize Ebû'n-Nadr Haşim b. el-Kâsım, İkrime b. Ammâr- İyas b. Seleme- babası Seleme b. Ekva1 (r.a.)'nın şöyle dediğini haber verdi:
- Hudeybiye zamanı Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte Medineye gelmiştim. Ben Efendimizin kölesi Rabahla beraber Peygamberimizin develeri ni otlatmaya götürdük. Ben Talha b. Ubeydillah'ın atını da götürdüm, onu da develerle beraber sulayıp otlatmak istiyordum, hava kararınca Abdurrahman b. Uyeyne, Rasûlüllah (s.a.v.)'m develerine saldırdı. Çobanını öldürüp develeri sürdü. Yanında atlı adamlarda vardı. Ben köleye, "Yâ Rabâh! Sen şu atın başında otur, ben gidip Talha'ya durumu bildireyim de Rasûlüllah'a durumu anlatsın" dedim. Bir tepenin üstüne tırmanıp yüzümü Medine'ye doğru çevirip üç kere "Vâ Sabâhâh" (imdad kalkın sabah oldu) diye bağırdım. Sonra kılıcımla ve okumla haydutların izi sıra gidip bir yandan onlara ok atıyor bir yandanda atlarına kılıçla vurup düşürüyor bir yandanda recez söylüyordum. Bana doğru bir atlı gelecek olsa hemen bir ağacın gövdesi arkasına geçip ok atıyordum. Artık bana gelen her atı yaralamıştım. Onlara ok atarken "Ben Ekva'ın oğluyum. Bugün ölüm günüdür" diyordum. Onlardan birine yetişip ona ok attım. Adam hayvanın semerindeydi. Ok semeri delip adamın omuzuna kaplandı. Bende, "al bakayım, ben Ekva oğluyum" dedim. Böylece çarpışa çarpışa sıkışınca onlar tepenin ok ulaşmayacak dar bir yerine gidiyorlar, bende hemen dağa çıkıp üstlerine taş yuvarlamaya başlıyordum. Ben bu şekilde onlar o şekilde uğraşa uğraşa peşlerini bırakmıyarak, recez söyleyerek Efendimizin develeri olarak Allah ne yarattıysa, hepsine arkama alarak onlardan kurtardım.
Sonra peşlerine düşüp ok atmaya devam ettim. Onlar sonunda otuzdan fazla mızrağı, otuzdan fazla elbiseyi yük ağırlığından kurtulmak için attılar. Onların bu attıkları herşeyin üzerine taş dikerek bellik yaptım ve bunları Rasûlüllah'm geçeceği yol üzerine biriktirdim. Önlerine kuşluk yemeği konulduğunda yanlarına Uyeyne b. Bedr el-Fezârî yardım etmek üzere çıkıp geldi. Onlar dağdaki dar bir geçitte bulunuyorlardı. Bende dağın üzerine tırmandım. Uyeyne onlara: "Bu gördüğümde neyin nesi?" deyince, "şu belaya çattık, şafaktan bu zamana kadar yakamızı bırakmadı ve ele geçirdiğimiz herşeyi alıp kendinden geri tarafa sürdü" dediler.
Uyeyne de;"Eğer bu adam arkasından kendine bir yardım(imdat) geleceğini bilmeseydi sizi bırakır giderdi. Haydi sizden ona bir manga adam saldırsın" dedi. Onlardan dört kişi kalkıp dağa doğru çıktılar. Onlara sesimi duyuracak kadar mesafeye gelince, onlara ;"beni tanıyormusunuz?" dedim, "sen kimsin" dediler.
-"Ben Seleme b. el-Ekva'ymı. Muhammed (s.a.v.)'in yüzünü mübarek kılan Zat'a yemin olsun ki, sizden arzu ettiğim her adama yetiştim. Sizden beni arzu edenler ise beni yakalayamazlar" dedim. A-damlardan biri, "bende öyle sanıyorum", yani "dediği gibi" dedi ve adamlar geri döndüler. Daha ben yerimden ayrılmamıştım ki, birde bakınca Rasûlüllah (s.a.v.)'m yolladığı süvariler ağaçların arasında ilerliyor gördüm. Önlerinde Ahram el-Esedî vardı. Ardında da Ebû Katâde, onun ardında Mikdad b. Esved el-Kindî... Durumu gören müşrikler bırakıp kaçtılar.
Ben hemen dağdan inerek Ahram'ın önüne gerilip atının yularından tuttum ve; "Yâ Ahram! Bu adamlardan sakın, zîra ben onların senin yolunu kesmeyeceğine emin değilim. Rasûlüllah ve ashabı gelene kadar ağır al" dedim. Ahram da, "Eğer sen Allah'a ve âhiret gününe îman ediyorsan benimle şehitliğin arasına girme" dedi. Bende atının yularını bırakıverdim. O da fırlayıp Abdurrahman b. Uyeyne'ye yetişti. Abdürrahman da geri dönüp ona hücum etti. İkisi birbirine birer hamle yaptı. Ahram, Abdürrahmanı düşüremedi, Lakin Abdurrahman mızrağını saplayıp Ahşam'ı şehit etti ve Ebû Katade'ye hücum etti. Bu kere Ebû Katâde onu öldürdü ve Ahram'ın atma bindi. Sonra bende bunların arkasından yaya olarak yola koyuldum. Arkadaşlarımın tozundan hiçbirşey göremiyordum.
Akşam gün batmadan önce onlar, kendisinde adı Zû Karad denilen bir dağ koyağına vardılar. Orada su ihtiyaçlarını göreceklerdi. Benim arkalarından geldiğimi görünce, oradan ayrılıp tepeye, Zî Deber tepe-
sine doğru koştular. Böylece gün batmış bende onlardan birine yetişmiş ve ona bir ok fırlatıp; "al bakalım, ben Ekva'ın oğluyum" dedim.
Adam bunu duyunca, "vay anacağım vay, sen sabahtan beri bizi takib eden Ekva senmisin?" dedi. "Bre kendi canına düşman olan evet, o sabahleyin ok atan bendim" deyip ona bir ok daha attım. Ona iki ok isabet etmiş oldu. Bunun üzerine (sarp bir yerde) iki atı daha bıraktılar. Bende onları sürerek Rasûlüllah (s.a.v.)'e getirdim.
Efendimiz hala benim müşrikleri kovduğum Zû Karad suyunun başındaydı. Baktım ki Rasûlüllah (s.a.v.) beşyüz kişi arasında hem müşriklerden kurtardığım her şeyi, hatta mızrak ve örtüleri develerini geri almış, Bilal de bu benim kurtardığım develerden birini kesmiş ve Peygamber (s.a.v.)'e et kızartıyor. Ben:
- Yâ Rasûlellah!, Müsade et de ashabından yüz kişi seçip gece karanlığında onlara saldırayım ve onlardan haber götürecek hiç bir canlı bırakmayayım, dedim. Efendimiz (s.a.v.); "Sen böyle yaparmısın yâ Seleme!" buyurunca, "evet seni mükerrem kılan için yaparım" dedim. Efendimiz Öyle güldü ki, yanan ateşin aydınlığında onun dişlerini gördüm. Rasûlüllah (s.a.v.): "Onlar şimdi Gatafan topraklarında misafir olarak ağırlanıyorlar" buyurdu.
Bu arada Gatafan'hlardan biri gelip; "Haydi!, Gatafanlı falancanın yerine gelin. Onlar bir deve kesmişti. Hayvanın derisini yüzerken süvarilerin tozunu görünce deveyi öylece bırakıp kaçıp gittiler." dedi
Sabahleyin Nebî (s.a.v.) "Bugün en hayırlı süvarimiz Ebû Katâde, en hayırlı yayanız da Seleme'dir" buyurup, bana hem yayalar, hem de süvariler için ayrılan hisselerden verdi. Sonra da beni "Adbâ" adlı devesinin terkisine alarak Medineye doğru hareket etti. Medine ile aramızda Sahve mesafesi kadar bir uzaklık kalmıştı ki, Ensardan koşuda hiç geçilmeyen bir zat; "yarışabilecek kimse varmı?" diyerek tekrar tekrar bağırıyordu. Ben ona "sen kerem sahibine ikram etmez, şerefli'den çekinmezmisin?" deyince o, "hayır sadece Resûlûllah hariç" dedi. Bende; "Yâ Resûlûllah! Anam babam sana feda olsun, müsade ette sununla bir yarışayım" deyince Efendimiz: "Nasıl dilersen" buyurdu. Adama "sana geliyorum" dedim.
Hemen atından atladı. Bende ayaklarımı toplayıp, deveden atladım. Sonra bir veya iki tepeyi aşıncaya kadar kendimi tuttum. Yani nefesimi sonraki kısma bırakıp kendimi yormadım. Sonra hızlanıp yetiştim ve iki omuzu arasından tutup, "Vallahi seni geçtim" dedim. "Ben de öyle sanıyorum" dedi. Onu yarışta geçtim, böylece Medine'ye kadar' geldik.
Hadis'i Müslim'de îbnî Ebî Şeybe kanalıyla Haşim'den nakleder.[622]
Ben (Zehebi), Mısırda'ki Ebu'l Hasen Ali b. Abdülğanî el-Haranî'ye ve İskenderiyedeki Ebû Hasen Ali b. Ahmed el- Hâşimîye, Halebdeki Ebû Saîd Sunkur b. Abdullah'a, Kâsiyan'daki Ali Ahmed b. Süleyman el- Makdişî'ye kıraaten okudum. Ve bize Muhammet b. Abdüsselâm el- Fakîh - Ebu'lğanâim b. Mehasin ve Amr b. İbrahim el-Edip haber verdi ve "bize Ebu'l Hasen Ali b. Ebî Bekr b. Rûzebeh Haber verdi" dediler.
Yine aynı haberi ben, Ebu'l Hüseyn el- Yunînî, Muhammed b. Hâşim el- Abbasî, İsmail b. Osman el-Fakîh, Muhammed b. Hâzim, Ali b. Baka, Ahmed b. Abdillah b, Azîz ve bunlar dışında çok alimden icazet aldım ki, onlara Ebû Abdillah Hüseyin b. Ebî Bekr b. ez-Zübeydı Ebû'l Vakt es-Siczî- Ebû'l Hasen ed-Derâverdî- Muhammed b. Hameveyh- Muhammed b. Yusuf- Muhammed b. İsmail el-Buhari-Mekkî b. İbrahim- Yezîd b. Ebî Ubeyd isnadiyla Ebû Seleme'den şöyle diyerek haber verdiğini duydum:
Medine'den Gabe'ye doğru yola çıktım. Gabe tepesine çıktığımda bana Abdürrahman b. Avf m bir kölesi rastladı. Ona, "hayrola sana ne oldu?" dedim. "Peygamberin süt develerini çaldılar" dedi. "kim çaldı?" deyince "Gatafan ve Fizara kabileleri!" dedi.
Ben üç kere; "ya sabâhâk" diyerek öyle bir imdad çağrısı yaptım ki, Medine vadisindeki herkes duydu. Sonra onlara yetişene kadar koştum. Onların hepsini almış gidiyorlardı. Onlara hem ok atıyor hem de: "Ben Ekva'ın oğluyum bu gün ölüm günüdür" diyordum. Onlar develerin sütünü bile sağıp içmeden onları kurtardım, sürerek geri götürürken Nebî (s.a.v.) beni karşıladı, ben, "Yâ Rasûlellah! Bunlar (müşrikler) susadılar. Ben onlara içmelerine fırsat vermedim. Onların ardından adam sal" dedim. Efendimiz (s.a.v.): Yâ İbnü'l Ekva' sen alacağını aldın artık merhamet et. Zîra Onlar şimdi kendi kavimleri arasında misafir olarak ağırlanıyorlar" buyurdu.[623]
(Beyhakî Delâil Cilt 3 Sayfa 6 Dan)
Ahmed b. Saîd ed-Dâramî derki:
- Bize Ali b. Hüseyin b. Vâkıd, Babası -Rabi' b. Enes- Ebu'l-Âliye isnadıylsf Übey b. Ka'b (r.a.)'ın şöyle dediğini anlattı:
"Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabı Medineye hicret ettiklerinde Medine ensarı onları bağrına basınca Arapların hepsi birden, adeta tek yaydan ok atmaya başladılar. Öyle olduki artık Müslümanlar ne silahsız geceliyorlar, ne de silahsız kalkıyorlardı. Bunun üzerine: "Sadece Allah'tan korkarak güvenlik içerisinde uyuyabileceğimiz bir vakit bize nasıl gelir, dersin?" dediler de Allah (c.c.)'de:
"Allah (c.c.) Onlardan (sizden Öncekilerden kimini yeryüzüne vekil (halife) yaptığı gibi sizden de îman edip salih amel edenleri "kesinlikle yer yüzünde halife yapacağım" ve elbette onların razı olacakları bir dîni onlar için kökleştirip kuvvetlendireceğim ve ke-sinkez bu korkularından sonra onları emniyetli bir hale çevireceğim" diye va'd etti. Böylece bana kulluk ederek ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. Artık kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıklarm ta kendileridir" (Nur Sûresi; 55) âyetini indirdi.[624]
Musa b. Ukbe İbni Şihab-ı Zührî'den şöyle dediğini anlatır:[625]
- Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) otuz kişilik bir süvari gurubunun başında Hamza (r.a.)'ı gaza etmek üzere yola çıkardı. Rasûl-ü Ekrem'in ilk gönderdiği kafile bu gurup idi. Bunlar yollarına devam ederek, Cüheyne topraklarındaki Sîyfü'l Bahr denen yere kadar geldiler. Orada yüz otuz kişilik müşrik bir gurubun başında komutan olarak bulunan Ebû Cehil b. Hişâm'a rastladılar. Her iki gurubun birbirine saldırmasına Mahşiy b. Amr el-Cühenî engel oldu. Zîra bu Mahşiy ve kabilesi hem Müslümanların hemde Mekke müşriklerinin antîaşmalısı idi. İki gurupta Makşî'nin ara buluculuğuna itiraz etmediler. Böylece her iki gurup da aralarında bir çarpışma olmadan kendi yurtlarına döndüler.[626]
Hamza'nın seferinden sonra Rasûlüllah (s.a.v.) bir müddet durup sonra yeniden seferlerine başladı. Kendisinin bizzat katıldığı ilk seferî, Medineye hicretlerinin on ikinci ayı başlarında Safer ayında meydana geldi. Kafile ile yürüyüp (annesinin kabrinin bulunduğu) Ebvâ denen mevkiye kadar geldi.
Sonra Medineye geri dönerek ilk Muhacirlerden altmış kişilik bir gurubu sefere çıkardı. Bu sefer de Ensar'dan hiç kimse yok idi. Bunların başına Ubeyde b. El-Hâris b. el-Muttalib (r.a.)'i emir tayin etti. Rabığ vadisindeki El-Ahyâ adındaki suyun başında büyük bir müşrik müfrezesi ile karşılaştılar. Birbirlerine ok attılar. Müslümanlar merkezlerini bırakıp düşmana doğru saldırdılar. Bu esnada kendilerini müdafa eden bir gurup vardı. Böylece El-Mirra tepesine kadar indiler. O gün Sa'd b. Ebî Vakkas arkadaşları adına ok atıyordu. Sonra iki gurup da birbirlerinden ayrıldılar.
O gün Allah yolunda ilk ok atan Sa'd b. Ebî Vakkas idi. Müslümanlarla kâfirlerin harb için yüzyüze geldikleri ilk gün bu idi. O gün Utbe b. Gazvan ile Mikdâd b. el-Esved kâfir tarafından kaçıp Müslümanlara iltica etti. Daha önce Müslüman oldukları için Kureyş kendilerini hapse atmıştı. Müşriklere katılıp böylece Ubeyde ve arkadaşlarına ulaşmış oldular.
Bu anlattığımız Musa b. Ukbe'nin ifadeîerindekilerdir. Urve b. Zübeyr hadisinde ise metin şöyledir:
- "Bu seferde, üç yüz kişilik bir müfreze ile Ebû Cehil b. Hişâm'a rastladılar. Sonra Allah Rasûlü onbir ay cihada müfreze yollamayıp, ardından Safer ayında sefere çıkıp El-Ebvâ'ya kadar geldi" Urve hadisinin gerisi aynen yukardaki gibidir.[627]
Yunus b. Bükeyr, İbni îshâk'm şöyle dediğini nakleder:
- Bundan sonra Allah Rasûlü (s.a.v.) harb için hazırlığını yaptı, Allah düşmanlarına karşı yapılması gereken cihad konusu ile bu Allah düşmanlarını takib eden arap müşrikleri ile yapılması gereken vuruşma hususunda Allah'ın kendisine emir buyurduğu hususları icra etti.
Allah Rasûlü (s.a.v.) Rabîü'l-evvel ayının onikinci günü Medine'ye teşrif etti ve orada on bir ay eğleşip ardından gazaya çıkarak, ta veddân[628] denen yere kadar geldi. Bu seferi ile Kureyş ile Damra b. Bekr b. Abdimenat b. Kinâne oğullarına saldırmak istiyordu. İşte bu "Ebvâ" seferi diye bilinen gazvesidir. Orada kendisi ile Damra oğulları anlaşma yaptılar. Anlaşma yapanlardan biride, Benî Damra'nın kendi dönemindeki Seyyidi Mahşî b. Amr idi.
Sonra Allah Rasûlü Medineye döndü. Bu seferde bir harbe rastlamadı. Medine'de Safer ayının gerisi ile Rabîü'l evvel'in bir kısmını geçirip bu esnada Ubeyde b. el-Haris b. Muttalib'i altmış muhacirin başında yola çıkardı. İçlerinde Ensardan kimse yok idi.
Allah Rasûlünün ilk edindiği sancak bu seferde idi. Yine Allah Rasûlü Medinedeki bu eğleşmesi esnasında Hamza b. Abdü'l Muttalib'i, "el-Ays" taraflarındaki "Sîyfü'l Bahr" denen yere otuz sü^ varinin başında gönderdi ki, hepsi Muhacirlerden teşekkül etmiş olup içlerinde hiç Ensarlı yoktu. Ubeyde b. el-Haris ile Müşrikler, "Ahyâ" adlı suyun başında el-Mirra tepesi başında karşılaştılar. Aralarında ok atışması oldu Müşriklerin başında Ebû Süfyan b. Harb var idi. Allah yolunda ük ok atan kişi Sa'd b. Mâlik idi. Sonra insanlar birbirine doğ^ ru saldırmaya geçtiler. O gün Müslümanlara saldıran Mikdad b. el-Esved ile Utbe b. Gazvân idi.
Otuz süvari komutanı olarak Hamza b. Abdi'l muttalip deniz sahiline doğru yola çıktı. Üç yüz kişilik topluluğu ile Ebû Cehl b. Hişâm onlara rast geldi. İki gurubun birbirine girmesini Mecdî b. Amr el-Cühenî önledi. Mecdî her iki tarafında anlaşmalısı idi. Hz. Hamza böylece geri döndü, aralarında harb olmadı.
Alimler Hamza ile Ubeyde'ye verilen sancak hususunda ihtilaf ettiler. Bir kısmı Hamza'nın sancağı Ubeyde'ninkinden önce idi derken bir kısım âlimlerde Ubeyde'nin sancağı Hamza'nın sancağından önce verildi görüşünü öne sürdüler. Bu çelişkinin sebebi, Efendimiz (s.a.v.)'in bu her iki gurubu beraber uğurlaması idi. İşte bu husus insanların konuyu karıştırmasına sebeb oldu.
Sonra Allah Rasûlü, Kureyş'i kasdederek Rabîü'l evvel ayında gazveye çıkıp, "Radvâ" tarafında (Yanbu yakınındaki) Büvât dağına kadar geldi isede, hiç bir çarpışma olmadan geri döndü.
Rabû'I evvel ayının kalanını ve Cemadiyel Ulanın bir kısmını Medine'de geçirip, Kureyş'e saldırmak için yeniden gazveye çıktı. Dînar bin Neccar oğullarına giden dağ yoluna saparak Yanbu' vadisindeki el-Uşeyre'ye indi ve Cemâdiye'l Ulanın geri kalanını ve Cemadiyel âhira ayının bir kaç gecesini orda geçirip Müdlic oğullan ve onların anlaşmalısı olan Damra oğullarından bir kısmıyla anlaşma yaptı.
İbni İshâk derki: Bana Yezid b. Muhammed b. Haysem, Muhammed b. Ka'b el - Kurazîden şöyle nakletti; " Bana baban Muhammed b. Haysem el - Muharibi Ammâr b. Yâsir ( r. a.)' in şöyle dediğini haber verdi.
- Yanbu vadisindeki "el-Uşeyra" seferinde ben ve A!i b. Ebî Talip yol arkadaşlığı yaptık. Allah Rasûlü oraya inince orada bir ay kadar ikâmet edip, Mûdlic oğullarıyla bunların Damra oğullarından anlaşmalıları olanlarla sulh yapıp anlaştı. Ali b. Ebî Tâlib bana: " Ne dersin ey Ebâ'l Yakazân ! -Müdlic oğullarından kuyularında çalışmakta olanları kastederek- şu adamların yanma gidip, nasıl çalıştıklarına bir bakalım mı ? dedi. Böylece onlara gittik, bir sasat kadar onları seyrettik. Sonra uykumuz geldi. Oradaki küçük bir hurma ağacının altındaki yumuşak toprağa yönelip geldik ve orada uyuduk. Vallahi bizi ancak Allah Rasûlü ayağıyla dürterek uyandırdı. Oturumumuza geldik ki, bu yumuşak toz her tarafımıza belenmiş. İşte o gün Allah Rasûlü (s.a.v.) efendimiz üzerindeki toprak yüzünden Ali (r. a.) "Ey Ebâ Türâb" (Tozlu) buyurmuştu.[629]
Orada Allah Rasûlü bizim başımıza gelecek şeyleri de haber verip:
"Sîze insanların en şakisi iki adamı haber vereyim mi?" buyurdu. "Evet, yâ Rasûlellah" dedik. O da:
"İşte bu iki eşkiya Allah'ın mucize devesini kesen Semûd kavminin Ühaymır'ı ile, -Allah Rasûlü elini Ali (r.a.)'nin başına koyarak- Yâ Ali! Senin şurana -kılıçla- vurarak -sonra elini Ali'nin sakalına koyarak- şuradan akan kan ile şurayı kana boyayan kimselerdir" buyurdu.[630]
İbni İshâk derki:
- El-Üşeyre dönüşü Allah Rasûîü (s.a.v.), Medine'de on gün eğleş-memişti ki Kürz b. Câbir el-Fihrî, Medîne otlağına saldılar. Efendimiz (s.a.v.) derhal onu yakalamk üzere harekete geçip Bedir taraflarında bulunan Sefevân vadisine kadar geldi. İşte ilk Bedir gazvesi budur. Kürz daha evvel kaçtığı için Efendimiz ona yetişemedi. Böylece Medineye dönen Rasûlüllah (s.a.v.) Cemâdiye'l âhir, Receb ve Şa'ban aylarını Medine'de geçirdi. İşte bu esnada Sa'd'ı (r.a.) sekiz müfrezenin başında sefere göndermiş, oda hiçbir çarpışma olmadan geri dönmüş idi.[631]
Mücâlid, Ziyâd b. Alâka aracılığıyla Sa'd b./Ebî Vakkas (r.a.)'ın şöyle dediğini anlatıyor:
- Peygamber (s.a.v.) Medine'ye hicret ettikten sonra bizi sayısı yüz kişiye ulaşmayan bir müfreze olarak sefere göndermiş ve bize Kinâne veya Cüheyne oğullarından bir kabileye saldırmamızı emretmiş idi. Bizde onlara saldırdık. Sayıları pek çok idi. Bizde Cüheyne kabilesine iltica ettik ve kılıçlarımızı çektik. Bize "niçin Haram ayda bizimle savaşıyorsunuz?" dediler. "Biz bu haram ayda bizi Allah'ın
Harem'inden çıkaranlarla harbediyoruz" dedik. O zaman harp ganimeti "kim bir şeyi ele geçirirse ona sahib olur" şeklinde idi. İçimizden bir kısmı; "Kureyşten başka kabilelere gidip, mallarına el koyup onu alalım" demişlersede bir kısmı, "hayıf, yerimizde kalacağız" dediler.
Ben de o sırada arkadaşlarımdan bir gurup içinde idim. "Nebî (s.a.v.)'e gidip haber verelim" deyip Efendimize doğru yola çıktık. Efendimiz bizi görünce yüzü öfkeden kıpkırmızı olarak kalkıp:
"Siz yanımdan toplu olarak yola çıkıp param parça olarak geri döndünüz. Sizden evvelki toplulukları helak eden şey en hayırlınız olmayan, ama açlık ve susuzluğu karşı en sabırlınız olan birini yollayacağım" buyurup başımıza Abdullah b. Cahş'ı (r.a.) ta'yin etti. Bu zat Efendimizin İslâmî dönemde tayin ettiği ilk askerî emir olmuştu.[632]
Kutbe b. Malik'in rivayetinde:
Yine Sa'd b. Ebî Vakkâs anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde... diyerek aynen üst haberi verir. Ancak burada "harp ganimeti" bahsini anlatmayıp sonunu şöyle bitirir: "Bir takım kimseler Nebî (s.a.v.)'in yanına geldi. Ben de bizden bir gurup ile Kureyş kervanım yakalayabilmek için gözetlemede kaldık.[633]
Hz. Hamza ile aynı kabre gömüldü. Annesi Abdü'l Muttalib'in kızı Ümeyme dirki Efendimizin Halası idi.
Vakidî derki: Rasûlüllah (s.a.v.)'in ilk bağladığı sancak Hz. Hamza b. Abdi'l muttalib için olmuştu. Peygamberin Medineye gelişinin yedinci ayı başlarında bir Ramazan ayında Kureyş kervanını ele geçirmek için sefer edilmişti.[634]
Zeyd b. Harise ile Ebû Râfî'yi de eşi Şevde bin Zem'a ile kızlarını alıp getirmek için Mekke'ye yolladı. Bu hicretin ilk yılında idi.
Vakidî derki: Rasûlü-Ekrem'in Sa'd b. Ebî Vakkas için akdettiği sancak olayı hicretinin dokuzuncu ayında Zilkade ayında vuku bulmuştu. Rasûlüllah (s.a.v.) hicretinin ikinci yılında ashabından seksen kişinin başında Kureyş kervanım ele geçirmek için Radvâ denen yere sefer etmişti ki bu Kureyş kervanına Ümeyye b. Halef reislik ediyordu.
Medine idaresine de Sa'd b. Muâz (r.a.) vekil etti. O gün Rasûlüllah'ın Sancağını Sa'd b. Ebî Vakkas taşıyordu. Herhangi bir çarpışma olmadan Medineye geri döndü.
Yine Vakidî'nin deyişine göre Rasûlüllah (s.a.v.) ilk Bedir seferini hicretin ikinci yılında yapmıştır. Medine otlağı koruluk idi. Oradaki hayvanları Kürz b. Cabir el-Fihrî sürüp götürdü. Efendimiz Muhacirlerle onun peşine düştü. Sancağı Ali b. Ebî Talip taşıyordu. Medineye Zeyd b. Hârise'yi vekil etti. Efendimiz, Kürz'ü arayarak Bedre vardıy-sa da Kürz kaçtığından ona ulaşamadı ve Medineye döndü. Bu sefere "İlk Bedir seferi" dendi. Efendimiz ikinci yılda Muhacirlerle El-Aşîra'ya gitti ve Medineye Ebû Selemeyi bıraktı. Sancağını Hamza taşıyordu. Yanbu' vadisine varıp Müdlic oğullan ve Benî Hamra'dan bunlarla anlaşmalı olanlarla sulh yaptı.[635]
Bu adam'ın adının Sellâm olduğu esas ise de, bir rivayette; Abdullah Ebî'l-Hukayk olduğu da geçer, kendisi yahudi idi Allah la'net etsin. Bekkâî İbni İshak'm şöyle dediğini anlatır.
Hendek harbi ile ilgili durumlar ve Benî Kureyza yahudileri ile alakalı meseleler sona ermiş idi. İşte Ebû lakablı Sellâm b. Ebî'l - Hukayk Rasûlüllah (s.a.v.) aleyhine o gurupları kışkırtanlar arasında bulunuyordu. Uhut harbinden önce Ensar'm Evs kabilesi, yine bir kışkırtıcı olan Ka'b b. Eşrafı öldürmüştü. Bu seferde Ensardan Hazreç kabilesine mensup olanlar da, Peygamber (s.a.v.) den Hayber de oturan Sellâm b. Ebî'l Hukayk'ı öldürmek için izin istediler. Efendimiz de onlara izin verdi.
İbni İshâk devamla derki:
" Bana Muhammed b. Müslim b. Şihâb'ı Zührî, Abdullah b. Ka'b b. Malik (r.a.) in şöyle dediğini anlattı: Allah'ın Hz. Peygamberimiz için yaptığı şeylerden biride şu idi : " Ensar'ın şu iki kabilesi Evs ve Hazreç, Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraber olduklarında tıpkı iki boğanın birbirini kıskanarak yaptıkları tarzda müdafa ederler. Evs, Peygamber (s,a.v.) in yararına birşey yapmaya görsün derhal Hazreç'te hemen : " Vallahi Evsliler bu işi yaparak Peygamber yanında ve İslam dininde bizden üstün bir makam elde edemeyecekler " derler ve bu iddiadan vazgeçmeden onlarınki gibi bir şeyde bunlar yaparlardı. Eğer Hazreçliler iyi bir şey yaparsa bu kerede Evs aynısını söylerdi.
RasûlûIIah'a düşmanlığını artıran Ka'b b. Eşrafı Evs'Iiler öldürünce, Hazreçliler "Vallahi bununla bize üstün gelemeyecekler" deyip hemen "Rasûlûllah'a düşmanlıkta, Ka'b b. Eşrafa benziyen kim vardır" diye müzakere ettiler. Hayberde oturan İbni Ebîl Hukayk akıllarına geldi. Peygamberden onu öldürme izni istediler O da onlara izin verdi.
Hazreç kabilesinin Seleme oğulları boyundan beş kişi;
1- Abdullah b. Atîk,
2- Mes'ûd b. Sinan,
3- Abdullah b. Üneys,
4- Ebû Katâde b. Ribî ve
5- Esved b. Huzâa (ki bu hazrecî değil onlarla anlaşmalı idi) bu iş için ileri atıldılar. Nebî (s.a.v.) onlara Abdullah b. Atîk'ı komutan tayin etti. Yola çıkıp Haybere geldiler ve geceleyin İbni Ebî'l Hukayk'ın evinin olduğu yere ulaşıp, oradaki dairelerin kapılarını dışardan kapattılar. Onun kendisi, ancak hurma kütüğünden yapılan merdivenle çıkılan bir evde idi, Müslümanlar oraya, çıktılar. Sonra îbnü1 Ebîl Hukayk'm kapısına varıp kapıyı çalarak giriş izni istediler. Onlara onun hanımı çıkıp; "kim onlar?" dedi. "Biz arablardan bir kaç kişiyiz yiyecek istemeye geldik" dediler. Kadında, "İşte onun sahibi içerde, yanına girin" dedi. Derki:
Odasına girince kapıyı hem kendimize hemde kadına odayı kapadık. Böylece bizimle onun arasına müdafa için girme korkusu kalmadı. (Zira Rasûlüllah kadın ve çocukların öldürülmesini yasaklamıştı) Birden hanımı bağırıp bize sesini yükseltti. Bizde hemen o esnada yatakta olan Ebû Rafi'in yanına koştuk. Vallahi odanın karanlığında onu bize gösteren sadece onun beyazlığı idi. Sanki, serilmiş bir mısır işi beyaz keten kumaş gibiydi.
Kadın bağırınca, bizden biri ona vurmak için kılıcını kaldırıyor ama sonra Rasûlüllah'ın, "kadınların öldürülmesini yasakladığını" hatırlayıp eline engel oluyor. Böyle olmasaydı onun da o gece işi bitmiş
olurdu. Biz ona kılıçlarımızı vurunca Abdullah b. Üveys kılıcım karnına saplayıp arkasından çıkardı. Ebû Rafı1, "yeter, yeter!" diye bağırıyordu. Biz yanından çıktık. Abdullah b. Atîk gözleri iyi görmeyen biriydi. İnerken merdivenden düştü ve elinin eti feci şekilde ezildi. Bizde onu sırtlayıp, onların kalelerine pınarlarından gelen suyun girdiği kanala taşıyıp, oraya girdik.
Yahudiler ateşler yakıp her tarafta şiddetle bizi aramaya başladılar. Bizi bulma ümitleri yitince dönüp efendilerinin etrafını sardılar, O aralarında ölüyordu. Biz kendi kendimize" "Allah düşmanının öldüğünü nasıl anlayacağız?" dedik. Bizden biri, "Ben gidip bir bakayım" deyip kalkıp gitti ve insanların arasına katıldı. Bu zat şöyle anlattı:
- Oraya varınca hanımını ve diğer insanları Ebû Rafı'in etrafında buldum. Hanımının elinde bir fener olup kocasının yüzüne bakıyordu. Onlara bu olayı şöyle anlatıyordu. "Vallahi ben Abdullah b. Atik'in sesini duymuştum. Sonra kendimi yalanlayıp. "İbni Atik bu diyarda ne yapacak?" dedim. Sonra kadın kocasına eğilip yüzüne baktı ve, "Yahudilerin İlahına yemin olsunki o öldü" dedi. Bundan daha tatlı bir söz duymamıştım.
Bu zat sonra gelip bize haberi bildirdi. Bizde arkadaşımızı yükleyip yola çıktık ve Rasûlüllah'a gelerek durumu anlattık. Ama onun öldürülüşünde ihtilafa düştük her birimiz "onu ben Öldürdüm" iddi-asındaydık. Rasûlüllah (s.a.v.): "haydi kılıçlarınızı getirin buyurdu. Bizde onları getirince onlara baktı ve Abdullah b. Enis'in kılıcım göstererek: "Onu bu öldürdü zîra üzerinde yemeğin ve içeceklerin izi kalmış" buyurdu.[636]
Zekeriyya b. Zaide, Ebû İshâk eş-Şirazî aracılığıyla Berâe b. Azib'den naklediyor:
- Rasûlüllah (s.a.v.) Ensarlı bir manga adamı, Ebû Râfi' denen a-dama yolladı. Geceleyin Abdullah b. Atik onun evine girip uyku-dayken onu öldürdü.
Hadisi Buharî rivayet ediyor.[637]
israil'de yine Ebû İshâk eş-Şirâzi yoluyla Berâe (r.a.)'den şöyle dediğini anlatır:
- Rasûlüllah Ensarlı birkaç adamı Ebû Rafî'ye yolladı. Başlarında Abdullah b. Atîk vardı. Bu Ebû Rafı denen yahudî, Rasûlüllah'a eziyet verip, onun aleyhindekilere yardım ederdi. Hicaz topraklarında kendine ait bir kalesi vardı. Ensar'lılar oraya yaklaştıklarında güneş batmış ve insanlar evlerine dönmüşlerdi. Abdullah arkadaşlarına, "Siz yerinizde kalın. Zîra ben gidip kale kapıcısına bir iki latife yapacağım, belki içeri girebilirim" dedi. Gidip oraya yaklaştı ve tuvaletini yapacakmış gibi elbisesini miğfer gibi başına doladı. İnsanlar içeriye girmişti. Kapıcı onu seslenerek "Ey Abdullah! Girmek istiyorsan çabuk gir kapayacağım" dedi. Bende girip gizlendim. Kapıyı kilitledi ve a-nahtarı Vüd (yada kazığa) putuna astı. Daha sonra ben kalkıp kapıyı açtım.
Ebû Rafıin yanında dostları gece sohbeti yaparlardı. O yüksek konağında idi. Dostları sohbeti bitirip yanından dağılınca, ben yanma çıktım. İçeri açıp girdiğim her kapıyı içinden kilitliyordum. Kendi kendime; "ona ben öldürünceye kadar arkadaşlarım benim yanıma ulaşamayacaklarını bana bildirmişlerdi" dedim ve Ebû Rafıin olduğu odaya yürüdüm. Yanma vannca baktım ki, kapkaranlık bir odada ailesinin ortasında değilmi, onun odasının neresinde olduğunu bilemiyordum. Ona, "Ebû Rafı!" diye seslendim. O "bu da kim?" dedi. Hemen sesin geldiği yere yöneldim ve ona kılıçla bir darbe indirdim. Ben dehşete kapılmıştım, hiç bir şeyin önemi yoktu. Ebû Rafı bağırıyordu. Ben evden çıkıp fazla uzağa gitmeden biraz bekleyip tekrar yanına girip, "Yâ Ebhu Rafî bu darbe ne?" dedim. Bana, "Anayın cam cehenneme Evde bir adam var az önce bana kılıç vurdu" dedi. Bende -yerini iyice tesbit ederek- ona öyle bir darbe daha indirdim ki, öldürmedim ama çökerttim. Sonra kılıcın ucunu kamına öyle sapladım ki ta ucu sırtından çıktı.
Anladım ki artık onu Öldürmüşüm. Kapadığım kapıları teker teker açarak merdivene kadar geldim. Ben yere indiğimi sanarak ayağımı atmış oldum. Pırıl pırıl ayın aydınlattığı bir gecede yere düştüm ve ayağım kırıldı. Hemen sangımla kırığı sardım. Sonra gidip kale kapısına varınca durdum ve "Onu öldürüp öldürmediğimi tam anlayıncaya kadar ayrılmayayım" deyip orada kaldım. Şafakla horozlar ötünce dellal uyanıp surun üzerine çıktı ve: "Ebû Rafı'in öldüğünü duyururum!" diye bağırdı. Bende arkadaşlarımın yanına vardım ve: "Allah Ebû Rafiin canım aldı, haydi kaçalım" dedim. Rasûlü ekrem'in yanına varıp durumu ona anlatınca: "uzat ayağını11 buyurdu.
Bende uzatınca onu mesnetti, sanki hiç ağrım yokmuş gibi oldu. Haberi Buharî rivayet ediyor.[638]
Yine Buharî, İbrahim b. Yûsuf b. Ebî İshak yolu ile babası Yusuf b. Ebi İshak'ın dedesi Ebû İshak isnadıyla Berâe ( r.a.) dan bunun gibi bir haber daha nakleder. İşte orada şu ayrıntılara yer verir :
- Sonra evdeki odaların kapılarına gidip dışardan kapıyarak onları içerde hapsettim, sonrada merdivenle Ebû Rafı'in olduğu yere çıktım. Ev kapkaranlıktı. Kandiller söndürülmüş olduğundan onun nerde olduğunu anlıyamadım ve "Ya Ebâ Rafi" diye bağırınca "kim o" dedi. Fırlayıp onu avladım, ona hiçbirşey fayda etmedi. Az sonra tekrar gelip sanki ondan birşey sorar gibi, "ne oldu Ebû Rafİ" diyorken sesimi değiştirdim. "Anana yazık oldu, şaşarım haline, yanıma biri girip beni kılıçla yaraladı" dedi.
Bende sesin olduğu yere tekrar yanaşıp, bir daha vurdumki hiç engel olmadı. O da bağırınca ailesi ayağa kalktı. Sonra çıkıp tekrar sesimi birşey isteyen insan sesi gibi değiştirip, yanına geldim. Baktım sırt üstü uzanmış; Kılıcımı karnına dayayıp, üzerine yüklendim. Kırılan kemiğinin sesini bile duydum.
Sonra dehşetle dışarı fırladım ve inmek için merdivene geldim, ama merdivenden düşüp ayağımı çıkardım. Onu sarıp sonra seke seke arkadaşlarımın yanına geldim. Onlara; "haydi gidip Rasûlûllah'a durumu müjdeleyin, zîra ben ölüm ilanını duymadan buradan ayrılmayacağım" dedim.
Sabah girince dellal burca çıktı ve, "Ebû Rafîin ölümünü ilan ediyorum" diye ilan etti. Ben hiçbir ağrım yok gibi yürümeye başladım. Arkadaşlanm'a Efendimizin yanma ulaşmadan yetiştim ve Efendimize müjdeyi ben verdim.[639]
İbnü Lehî'a, Ebu'l Esved aracılığıyla Urveden şu sözleri nakleder:
- Sellam b. Ebî'I Hukayk denen kişi, gidip Gatafan ve çevresindeki müşrik arabları Rasûlüllah (s.a.v.) ile harbe da'vet ediyor ve onlara bü-
yük ödüller koyuyordu. Rasûlüllah (s.a.v.)'de ona Abdullah'la bir gurup yolladı onlarda geceleyin ona varıp katlettiler.[640]
İsmail b. İbrahim de amcası muşa b. Ukbe'den bu haberi şöyle nakleder:
- Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) Abdullah b. Atik, Abdullah b. Üveys, Mes'ûd b. Sinan b. el-Esved, Ebû Katâde b. Rıb'î ve Esved b. Huzâî ile Es'ad b. Hurâm'ı gönderip Abdullah b. Atiki onlara komutan yaptı. Onlarda geceleyin Hayberdeki Ebû Rafi lakablı, Sellam b. Ebî Hukayk'a geldiler ve evinde öldürdüler.
Musa b. Ukbe İbni Şihab yoluyla Ka'b'dan şöyle nakleder: Bu gurup Efendimiz hutbedeyken geldiler, "insanlar kurtuldu mu?" buyu-runca onlar "Yâ Rasûlellah! Senin yüzün kurtuldu" dediler. O da "Onu öldürdünüzmü? buyurunca "evet" dediler. Efendimiz, "öyleyse bana kılıcı uzat!" buyurdu. Kılıcı kından çekip verdiler. O da alıp "evet işte onun yediği şeylerin bulaşığı kılıcın keskin tarafında duruyor" buyurdu.[641]
İbnü Lehîa derki: Bize Esved, Urve'nin şöyle dediğini nakletti: - Rasûlüllah (s.a.v.) efendimiz, Abdullah b. Üveys es-Selemî'yi, Halid b. Süfyan b. Nübeyh el-Hüzelî el-Lihyâniyi Mekke'deki (Arafattaki) Ürene vadisine geldiğinde öldürmesi için yolladı.[642]
Muhammed b. Seleme, İbni İshâk'dan naklediyor: Bana Muhammed b. Ca'fer b. Zübeyr. Abdullah b. Abdillah b. Üneys aracılığıyla babası Abdullah b. Üneys'in şöyle anlattığını haber verdi:
- Rasûlüllah (s.a.v.) beni çağırdı ve: "Bana ulaştığına göre Süfyan b. Nübeyh el-Hüzelî'nin oğlu Hâlid benimle savaşmak için Nahle ya da Urene'de adam topluyormuş. Git ve onu öldür" buyurdu. Ben, "Yâ Rasûlellah! Onu tamyabilmem için şeklini bir tarif etsen" dedim. E-fendimiz de:
- Onu gördüğünde sana şeytanı hatırlatacak. Seninle onun arasındaki alamet de, senin onu görünce tüylerin ürpermesi olacak, buyurdu.
Hemen kılıcımı kuşanıp yola çıktım. Gide gide bir gün ikindi vakti onun yanına vardığımda o hanımları arasında onlara kalacak yer hazırlıyordu. Onu görür görmez Rasûlüllah'ın bana bildirdiği gibi tüylerim ürperdi. Ona doğru yöneldim ama, aramızda meydana gelebilecek olan bir uğraşının beni namazdan alakoyacağından korktum ve ona doğru giderken başımla ima ile namazı kıldım.
Yanına varınca bana, "bu adam kim?" dedi. Ben ona, "Araplardan biri, senin namını ve şu -Peygamberlik iddia eden- adama karşı asker topladığını duydum da, bunun için sana geldi" dedim. Bana; "Evet, işte biz bu işle meşgulüz" dedi. Ben onunla beraber yürümeye başladım. Elime ilk imkan geçer geçmez üzerine kılıçla saldırarak onu öldürdüm. Hanımlarını onun üzerine kapanıp ağlaşır bir halde ben onu bırakıp yola çıktım. Medine'de Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yanma gelince: "Şeref kurtuldu!" buyurdu. Ben de, "Onu öldürdüm. Yâ Rasûlellah!" dedim. Efendimiz de: "doğru söyledin" buyurdu.
Sonra beni kaldırıp evine götürdü ve bir baston verip: "Yâ Abdullah b. Üveys bu asayı yanında muhafaza et" buyurdu. Bende oradan asa ile ashabın yanma çıktım. Bana:
- Bu âsâ ne? diye sordular. Bende:
- Bana onu Rasûlüllah verdi ve yanımda muhafaza etmemi emretti, dedim.
- "Tekrar girip Rasûlüllah'a niye böyle olduğunu sorsan olmazını, dediler. Bende girip Efendimize, "Yâ Rasûleliah! Bu âsâ'yı bana niye verdin?" diye sorunca Nebî (s.a.v.):
"Kıyamet günü benimle senin aranda bir alâmet olsun diye. Zîra o gün insanların en azı asa'ya dayananlar olacaktır" buyurdu.
Muhammed b. Ca'fer derki: Abdullah b. Üveys bu âsâ'yı kılıcıyla beraber bağladı. Ölünceye kadar beraber taşıdı. Öleceğinde vasiyet etti de kefeninin yanma ilave edilip birlikte defnedildiler.[643]
Aynı haberi Abdü'l Vâris b. Saîd'de İbni İshâk'dan rivayet eder ve bu adamın adım "Halid b. Süfyan el-Hüzeli" olarak nakleder.[644]
Musa b. Ukbe'de (senetsiz olarak): Rasûlüllah (s.a.v.), Abdullah b. Üveys es-Stilemî'yi, Süfyan b, Abdullah b. Nübeyh el-Hüzelî' el-Lihyânî'ye yolladı. [O sırada bu adam Mekke'nin arkasındaki veya Arafattaki Urene'de idi. Etrafında Rasûlüilahla savaşmak için insanları toplamıştı. Rasûlüllah, onu öldürmesini emretti.
Abdullah, Efendimizden adamın tarifini aldı "ben hiç kimseden korkmam" deyip yola çıktı, kendini Huzâa'h gösterip Süfyan'a ulaştı.
O etrafındaki karışık gurupla yürüyordu. Onu görünce bir ürperti geçirip, "Allah Rasûlü doğru söylemiştir" dedi. Gizlendi, insanlar uyuyunca onu gafil avlayıp öldürdü.[645]
Buna Müraysî1 Seferi de denir.
İbni İshâk derki: Rasûlüllah (s.a.v.), Bu seferi Huzâ'a kabilesinin bir boyu olan Mustalıkoğuüarma karşı hicri altıncı yılın Şa'ban ayında yapmıştır.[646]
Nitekim yine İbni İshâk, [Muhammed b. Yahya b. Habbân, Asım b. Ömer b. Katâde ve Abdullah b. Ebî Bekr'den yaptığı ve birbirini tamamlayan haberlerde, yine hicri altıncı yılda] demektedir.[647]
İbnü Şihâb-ı Zührî ile Urve ise bu seferin, hicrî beşinci yılda yapıldığını söylerler.[648]
Katade'nin bu görüşte yani beşinci yılda yapıldığına kail olduğu rivayet ediliyor.[649]
Vakıdî'de bu görüşe katıldığını şöyle açıklamaktadır:
- Müraysî' gazvesi beşinci yılda gerçekleşmiştir. Rasûlüllah (s.a.v.) hicrî beşinci yılın Şa'ban ayının ikinci günü olan Pazartesi günü gerçekleştirmiştir.[650]
Derim ki: İFK. hadisesi de bu sefer esnasında oldu. Bu hadise'den daha Önce hicrî beşinci yıl olayları anlatılırken bahsedilmiştir ki, doğru olanı da beşinci yılda olduğudur.[651]
Bu seferin hicri altıncı yılın muharreminde olduğu da söylenir. Leys b. Sa'd anlatıyor: Bana Saîd el-Makbürî, Ebû Hureyre (r.a.)'yi şöyle derken duyduğunu haber verdi:
- Rasûlüllah (s.a.v.) Necd tarafına bir bölük süvari gönderdi. Bunlar, Hanîfe oğullarından olup adına Sümâme b. Ûsâİ denen, Yenıâme halkının lideri olan bir adamı yakalayıp getirdiler ve Onu Mescid'deki direklerden birine bağladılar. (Lakin kim olduğunu bilmiyorlardı) Rasûlüllah (s.a.v.) odasından çıkıp onun yanına geldi ve ona, "yanında ne var?" diye sordu. O da, "Yâ Muhammed! Yanımda hayır var. Eğer beni öldürecek olursan, kanı pahalı (kan davası güdülecek) birini öldürmüş olursun. Eğer iyilik edersen, iyiliği teşekkür eden birine iyilik edersin. Mal istiyorsan, iste dilediğin kadar mal verileceksin" dedi. Rasûlüllah'da onu bırakıp gitti.
Ertesi gün olunca, yine Rasûlüllah ona, "Yanında ne var yâ Sümâme!" buyurunca, "bende, dün de söylediğim gibi hayır var. İyilik edersen iyiliğe karşılık veren birine iyilik edersin, öldürürsen kanı pahalı birini öldürürsün. Mal arzu ediyorsan, iste, dilediğin kadar mal verilirsin," dedi.
Efendimiz bunun üzerine, "onu salıverin" buyurdu. Adam salınınca Mescide yakın bir hurma bahçesine gitti ve gusül abdesti alıp sonra Mescide girdi ve, "Eşhedû el-Lâ ilahe illallah, ve eşhedü erine Muhammede-r-Rasûlûllâh! Yâ Muhammed! Vallahi yeryüzünde bana senin yüzünden daha sevimsiz bir yüz yoktu, ama şimdi senin yüzün bana bütün yüzlerden daha sevimli oldu. Vallahi bana senin dininden daha sevimsiz bir din yokken, şimdi senin dinin bana bütün dinlerin en sevimlisi oldu. Vallahi, senin diyarından daha sevimsiz bir diyar yokken, şimdi senin yurdun bana en sevimli yurt oldu. Ben Omreye giderken senin süvarilerin beni yakalayıp getirdi. Sen bu Ömre konusunda ne karar vereceksin?" dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.) ona müjde verip Ömre yapmasını emretti. Sümâme Melekeye geldiğinde adamın birisi, "Yâ Sümâme dinmi değiştirdin?" deyince, "hayır, ama İslama girdim. "Vallahi bundan sonra Rasûlüllah (s.a.v.) izin verinceye kadar Yemâme'den size yiyecek olarak tek bir buğday danesi bile gelmeyecektir" dedi.
Hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.[652] Yine Müslim bu haberi Abdü'l Humeyd b. Ca'fer aracılığıyla Makburî'den rivayet eder.[653]
Yunus b. Bükeyr'in rivayetine göre Muhammed b. İshâk, Sümâme'nin yakalanışı hususunda Buharî ve Müslim'e muhalefet etmiş ve şöyle nakletmiştir:
- Bana Saîd el-Makburî Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini haber verdi: Sümâme b. Üsâl'in İslâm'a girişi şöyle olmuştur: Sümâme -Müseyleme'nin elçisi olarak- bir takım tekliflerle Rasûlüllah (s.a.v.)'in huzurunda göründüğünde "Allah'ın onu yakalamasına fırsat vermesi için Rabbine dua edip" onu öldürmek istemişti.
Daha sonra bu Sümâme ömre yapmak üzere müşrik olarak yola çıkmış, Medineye kadar gelip orada yolunu şaşırmış ve yakalanmıştı. Müşrik olarak Rasûlüllah (s.a.v.)'ın huzuruna getirildi. Efendimiz emredince Mescid-i Nebevî'nin direğine bağlandı. Sonra Rasûlüllah yanına gelip "Ne oldu yâ Sümâme! Allah bana, seni yakalama imkanı verdi öimi?" buyurunca o, "Öyle oldu yâ Muhammed, öldürürsen kanı -daha önceden- da'va edilen birini öldürürsün, eğer af edersen affa teşekkürü yapan birini bağışlarsın, eğer mal istersen istediğin verilir" dedi. Rasûlüllah onu öldürmeyip öyle bırakıp gitti. Ertesi gün yine ona uğradı ve "ne oluyor sana ey Sümâme?" diye sorunca o, "hayra gidiyor yâ Muhammed! diyerek önceki sözlerini tekrarladı.
Ebû Hûreyre derki: Biz mescitteki fakirler kendi aramızda: "Sümâme'nin kanım -akıtıp da- ne yapalım? Vallahi, onun serbest bırakılması karşılığında semiz bir deve etinden bir öğünlük bir parça, bizim için Sümame'nin kanından daha iyidir" dedik.
Ertesi gün Rasûlüllah (s.a.v.) yine gelip durumunu sorunca Sümâme, "hayra gidiyor....." diyerek aynı sözleri söyledi. Nebî (s.a.v.)'de: "Yâ Sümâme senin kanını akıtmaktan vazgeçip seni affettim" buyurdu.
Sümâme çıkıp Medine bahçelerinden birine geldi yıkanıp temizlendi, sonra mescitte ashabiyla oturan Nebî (s.a.v.)'in huzuruna girdi ve üst rivayetteki İslâm'a girişini bildiren sözleri söyledi. Rasûlüllah ona Ömreyi öğretti, oda yola çıktı.
Mekkeye gelipte, Kureyş onun Muhammed'in (s.a.v.) dininden bahsettiğini duyunca, "Sümâme, sen dinmi değiştirdin" deyip onu öfkelendirdiler de; "Vallahi ben din değiştirmedim sadece İslâm'a girip Muhammedi tasdik edip ona inandım. Sümâme'nin canı elinde olan Allah'a yemin olsunki, ben sağ oldukça Hz. Muhammed izin vermeden size Yemâme'den bir tek buğday danesi dahi gelmeyecek" dedi.
Yemâme, Mekke için ekim yapılan münbit arazisi olan bir yerdi. Sümâme yurduna döndü ve Mekke kervanına engel oldu. Kureyş kıtlık başlayınca Rasûlüllah'a yazıp akrabalık hatırına Sümâme'ye yiyecek göndermesini yazmasım istediler. Rasûlüllah da bunu yerine getirdi.[654]
Derim ki: Buradaki Ebû Hüreyre'nin ifadesinden anlaşılan o ki, Sümame'nin İslâm'a girişi Ebû Hüreyre'nin girişinden sonra olmuştur. Onun İslâm'a girişi ise hicrî yedince senedeydi.[655]
Kasım b. Muhammed derki: Rasûlüllah (s.a.v.), Ukâşe b. Mihsan'ı Rabîü'l-evvel veya rabîü'l âhir ayında kırk kişinin başında El-Gamr'aya[656] gönderdi. Aralarında sabit b. Akranı, Şucâ'a b. Vehb ve Yezîd b. Rukayş da vardı. Sür'atle yola çıktılar. Lakin oradakiler bunların geldiğini anlayınca suyu bırakıp kaçtılar ve yurtlarının yüksek yerlerine yerleştiler. Ukâşe suya gelince, yurdun boşaltıldığını görüp, hemen Şucâ b. Vehb'i bir haber almak veya bir taze ize rastlamak ü-midiyle araştırmacı olarak yolladı. Şucâ'a geri gelip davar izine rastladığını anlattı. Orada bir gözcüyü uyurken yakaladılar. Onu konuşturup koyunların yerini gösterttiler. Koyunlara hücum edip, yüz tanesini sürerek Medineye getirdiler. Kaçan insanlara saldırmadılar. Herhangi bir çarpışma olmadan geri geldiler.[657]
Vakidî İsâ b. Umeyle ve Haris b. Fazl'dan naklediyor: - Bu yıl içinde Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'ı Rabiü'l evvel aymda "Zü'l Kassa"[658] denen yere gönderdi. Kırk kişi kadarlardı.
Bu yıl Sa'îebe ve Envar Sa'lebe ve Envar oğullan diyarında kıtlık olmuştu. (Benii Fezara yurdundaki) "Tağlemeyn" denen yere doğru giderken "Merâz" denen yerde bir büyük sel yatağında su birikintisi oluşmuştu. Bunun üzerine Benû Muharib, Sa'lebe ve Enmar'lılar buraya göçtüler. Oradan Medine otlaklarına saldırma karan aldılar. O yıl Medine otlağı Heykâ (veya Heytâ) da idi. Efendimiz akşam namazım kıldırdığında bu kırk kişiyi Ebû Ubeyde ile oraya yolladı. Tüm geceyi yürüyüp şafakla Zü'l Kassa'ya gelip onlara saldırdılar. Onlarda çaresiz dağlara kaçtılar. Bir adamla bir sürü ele geçirip bunları Medine'ye getirdiler. Adam Müslüman oldu. Efendimiz koyunlann beşte birini ayırıp diğerlerini onlar arasında taksim etti.[659]
Haris anlatıyor;
-Rasûiüllah (s.a.v.), on kişilik bir manga ile Muhammed b. Meslemeyi Zû Kassa'ya gönderdi. Müşrikler gizlenmişlerdi. Muhammed b. Mesleme ve arkadaştan uyuyunca, onlan çevirdiler. Yüz kişi kadardı. Müslümanlar ok aralanna düşene kadar durumu farketmemişierdi. Muhammed b. Mesleme yerinden sıçradı ve "silah başına!" diye bağırdı. Onlarda yerlerinden fırlayarak uyanıp geceleyin saatlerce ok atıştılar.
Oklar bitince bedeviler mızrakla saldınp, üç Müslümanı şehîd ettiler. Müslümanlar topluca saldırıp onlardan üçünü öldürdü. Kâfirler tekrar saldırıp kalan Müslümanlan da öldürdüler. Muhammed'de yaralanıp yere düştü. Topuğundan vurulmuş olup kıpırdayamıyordu. Müş-rikler, ölenlerin elbiselerini soyup gittiler.
Daha sonra oraya uğrayan bir adam "ölüleri görünce, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi Raciûn" deyince, Muhammed onu duyup ona doğru hareket etmeye çalıştı. Gelen Müslümandı. Ona yemek ve su verip, sonra onu yükleyip Medineye getirdi. îşte bunun üzerine Allah Rasûlü Ebû Ubeydeyi oraya yolladı.
Vakidî derki: Ben bu çıkarmayı Muhammed b. Mesleme'nin torunu İbrahim b. Mahmud'a anlatınca bana dediki: Bana dedem on kişinin başında yola çıktığım haber verdi, diyerek bunların adlarım da veriyor. Dedem dedi ki: Daha sonra Hayber gazvesinde baktım ki, o gece bana saldıranlar arasında bulunan biri de bizimle beraberdi. Beni görünce tanıdı ve "Artık Allah için Müslüman oldum" dedi. Bende, "ne iyi ettin" dedim.[660]
Yine bu yıl Rabiü'l âhir ayında, Rasûlüllah (s.a.v.) Zeyd b. Harise'yi Süleymoğullarına gönderdi. O da Nahle Vadisinin soluna düşen Cumûm'a kadar geldi. Orada adı Halime olan Müzeyne kabilesinden bir kadını yakaladılar. Kadın onlara Süleymlilerin yerini gösterdi. Orada, koyun keçi ve esirler elde ettiler. Aralarında bu Halime'nin kocasıda vardı. Zeyd b. Harise bunları götürüp Nebî (s.a.v.)'ye verince, Peygamber (s.a.v.) hem bu Halime'yi hemde kocasını bağışladı. (İbni Sa'd burada Halime'nin bağışlanışına dair) Bilal b. Haris'ten bir beyit de nakleder.[661]
İmran b. Mennâh derki: Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) onbeş kişilik bir manga ile Zeyd b. Harise'yi Benü Sa'lebe taraflarına düşen "Et-Taraf’a"[662] gönderdi. Bunlar Et-Tarafa varınca, müşrikler Rasûlüllah geldi sanıp korkarak kaçıştılar. Zeyd'de orada koyun ve deve sürüsünü ele geçirip, yola çıkıp doğru Medine'ye vardı. Yirmi tane deve idi. Burada çarpışma olmamış idi. Bu yolculuk dört gün sürmüş idi.[663]
Vakidî Muhammed b. İbrahim'den naklediyor: Rasûlüllah (s.a.v.) 6'cı yılın Cemâdiye'l ûla ayında Kureyş'e ait bir kervanın Şam'dan gelmekte olduğunu haber aldı. Bunun üzerine Zeyd b. Harise'yi yüzyetmiş kişilik bir süvari bölüğüyle kervanın yolunu kesmeye gönderdi. Bunlar kervanı ve malları ele geçirdiler. O gün SafVan b. Ümeyye'ye ait gümüş yükünü ele geçirip, kervandaki birçok insanı da esir aldılar. Aralarında Efendimizin damadı Ebu'l As b. Er-Rabî'de vardı. Medineye gelince Ebu'l Âs -hanımına- Zeyneb binti RasûlüIIah'a sığındı. Zeyneb'de, cemaat namazı yeni kılmışken gelip: "Ben Ebu'l Âs'ı himayeme aldım" diye seslendi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey insanlar! Bu sesi duydunuzmu, ben bu konuda birşey bilmiyordum." buyurup sonrada, "senin himayene aldığım bizde kabul ediyoruz" buyurup, malları geri verildi.[664]
Vakidî derki: Bana Musa b. Muhammed, babası Muhammed b. İbrahim'den şöyle dediğini nakletti:
Dihye el-Kelebî Bizans Kayser'inin yanından geliyordu. Kayser ona mükafatlar verip birde elbise giydirmişti. "Hısma'ya"[665] geldiğinde, Cüzam kabilesinden bir gurup yolunu kesip nesi varsa aldılar. Medine'ye üstünde sadece eski püskü bir elbiseyle vardı. Doğruca Efendimize gidip, durumu baştan sona kadar anlattı.
Vakidî derki: Bana bu olayı Sa'd Hüzeym kabilesinden bir adam babasından naklen şöyle anlatmıştı: Dıhye, Hümeyd b. Arız ve oğlu Arız tarafından soyguna uğradığında herşeyini .almışlardı. Olayı Dubeyb oğulları duymuş ve soygunculara saldırmışlardı. Bunlar on kişi olup aralarında Nu'nıan b. Ebî Cuâl'da vardı. Bu Hüneyd'i okla vurup malları geri aldılar ve Dıhye salimen Medine'ye döndü.
Yine bana bu olayı bir başkası şöyle anlattı: Dıhye'nin eşyasını Kuzâa'dan dostu olan biri kurtarıp ona geri vermiş, sonra Dıhye Medine'ye varınca, Efendimize anlatmış, O da Hüneyd ve oğlunun yakalanması için Zeydi göndermiş.
Daha önce Rifâ'a b. Zeyd, Nebî (s.a.v.)'ye elçi olarak gelmişti. Efendimiz onun orada kalmasına izin verdi. Rifâ'a da efendimizden kendine yazılı bir belge istedi. O da: Besmele ile başlayan ve onun davetini kabul edenlerin Allah ve Rasûlü'nün hizbinden olacağını bildiren, bir mektubu ona verdi. Rifâ'a kavmine gelip, bunları okuyunca,
onlar kabul ettiler. İşte bu sırada Dıhye olayı olmuş, onlar olay yerine geldiğinde iş işten geçmişti.
Bunun akabinde Zeyd'de Efendimize germişti. Rasûlüllah hiç bekletmeden Zeyd'i beş yüz kişilik bir gurupla oraya gönderdi. Dıhye de beraberdi. Zeyd gündüz gizlenip gece yol alıyordu. Yanında Uzra o-ğullarmdan kılavuzu da vardı.
Rifâ'a b. Zeyd, Peygamberin mektubuyla gelince Gatafan, Vâil ve diğer çevre oymakların hepsi (Benü Mazin yurdundaki) Rueyye'ye toplandılar. Bunlar Zeyd b. Harise'den haberleri yoktu. Delîl, Zeyd'i getirdi. Onlarda Hüneyd ile oğluna ve yanındakilere saldırıp pek çoğunu kılıçtan geçirdiler. Hüneyd'le oğlunu öldürdüler. Sonra hayvanlarını, develerini ve kadınlarını ele geçirdiler. Bin deve, beşbin davar, yüz kadar da kadın ve çocuk vardı.
Ed-Dubeyb, Zeyd b. Harise'nin yaptığını duyunca hemen atlarına binip geldiler. Zeyd'le sadece Hibbân b. Mille konuşsun diye karar aldılar. Hibban, Zeyd'in yanına gelince: "biz Müslüman bir topluluğuz" dedi. Zeyd'de, "öyleyse "Fatiha'yı oku!" diyerek onu imtihan etti. Hibban fatihayı okuyunca, "Bunlar fatiha okumakla, kendilerinden aldığımız şeyleri almamızı bize haram ettiler" diye delîal bağırttı. Topluluk geri döndü. Zeyd kendilerinin geldiği vadiye inmelerini men etti. Onlar'da ehlinin yanında gecelediler.
Bunlar Zeyd ve ashabı için gözcülük ediyordu. Zeyd ve arkadaşları uyudular. Uyuyupta iyice dalınca bunlar kalkıp Rifâ'a b. Zeyd'in yanına gittiler. Sabahleyin Rueyye'de Rifâ'anın yanma vardılar. Hibban söz alıp, "sen oturmuş keçi sağıyorsun. Cüzam'lı kadınlarsa esirdir," diyerek durumu haber verdiler.
Hepsi birleşip Medine'ye gittiler ve Nebî (s.av.)'ye, yazdığı mektubu geri verdiler, Efendimiz mektubu okuyup hallerini sorunca Zeyd'in yaptığını anlattılar. Efendimiz; "öldürülenleri nasıl edeyim?" buyurun-ca: Rifâ'a Yâ Rasûlellah! Bize helali haram, haramı helal etme" dedi. Ebû Zeyd'de: "Yâ Rasûlellah sağlan, bırak. Ölülere gelince, bunlar artık ayağımın altında dedi. Efendimizde, "Zeyd doğru dedi" buyurdu. Bunlar, "Yâ Rasûlellah! Zeyidle kavimlerimiz ve mallarımızın arasına birini yollasana" dediler. O da Hz. Ali'ye emretti. Ali'de; "Yâ Rasûlellah! Zeyd beni dinlemez." deyince, "şu kılıcımı al" buyurdu. Ali'ye birde deve verdiler. Yolda giderken Zeyd'in müjdecisine rastladılar. Ali müjdecinin devesini aldı, sahiblerine geri verdi. Adamı da terekesine aldı ve Fuhleteyu denen yerde Zeyd'le karşılaştı. Rasûlüllah'ın emrini bildirip kılıcını gösterdi. Zeyd'de adamları toplayıp, Kimin yanında bir mal, bir esir varsa sahiblerine geri verdi.[666]
Bu yılın Receb aymda gerçekleşmiştir. (İbni Sa'd derki) Tarih alimleri: "Rasûlüllah (s.a.v.) hicretinin altıncı yılında Zeyd b. Harise (r.a.)'yi ordunun emiri olarak (Teyma ile Hayber arasında bulunan ve burada çok köyler oluşundan) "Va'dil-Kura" denilen yere yollamıştır.[667]
Vakidî derki: Bana Abdullah b. Ca'fer, Ya'kub b. Utbe'nin şöyle dediğini nakletti:
- Rasûlüllah (s.a.v.) yüz kişilik bir kuvvetin başında Hz. Ali'yi, Fedek'teki Sa'd kabilesine yolladı. Onların Hayber yahudilerine yardım göndermek üzere bir kuvvet topladığı haberi Nebî (s.a.v.)'ye u-laşmıştı.
Hz. Ali gece hareket edip gündüz gizlenerek, "Hemec" denen yere geldiğinde bunların bir casusunu yakaladı ve oradaki toplumu sorduğunda adam; "hiç bir bilgim yok" deyince sıkıştırdılar. O da, kendisinin Haybere yollanmış bir casus olduğunu ve hurma karşılığı onlara destek teklifi götürdüğünü, söyledi. "Topluluğu bize göster" deyince cam için garanti istedi, onlarda verdiler.
Gözcü, onları alıp bir çok koyun ve deve'nin olduğu yere getirdi. Onlar hücum edip davar ve develeri bağladılar. Casusu, kampı göstermeden salmadılar. O onları kampa kadar getirdiysede kimseyi bulamadılar. Deve ve davarları sürüp gittiler. Medine'ye kadar hiçbir çarpışma olmadan geldiler.[669] Bu olay Şa'ban ayında idi.[670]
Bana, Said b. Müslim, Atâ b. Ebî Rabah yoluyla, İbni Ömer'den naklediyor:
- Efendimiz (s.a.v.) Abdurranman b. Avfı çağırıp: "Haydi hazırlan, bu gün veya yarın seni sefere çıkaracağım." buyurdu. İbni Ömer derki: Kendi kendime "gidip ben de yarm kuşluk, Nebî (s.a.v.) ile beraber kılacağım ve onun Abdürrahman'a vasiyetini duyacağım" dedim. Ertesi gün vardım, Ebû Bekir. Ömer ve diğerleri ordaydı. Efendimiz (s.a,v,) Abdürrahmân b. Avf a, "Gece yürüyerek -gündüz gizlenerek-Dûınetü'l- Cendel'e gidip, oradakileri İslama da'vet etmesini" emretti.
Abdürrahman'm arkadaşları seher vakti kampa gitmişlerdi. Yedi yüz kişi olup Cüruf mevki indeydiler. Efendimiz Ona; "arkadaşlarından neye geri kaldın?" deyince, "Yâ Rasûlellah! Medine'de en son işim seni görmek olsun diye düşündüm" dedi. Efendimiz onu önüne oturtup, ona siyah bir sarık sardırdı, bir ucunu omuzu arasından sarkıtıp, "işte böyle sar" buyurdu. Sonra: "Bismillah deyip gazaya yürü, Allah yolunda cihad et, Allah'ı inkâr edenlerle çarpış, gaddar olma, çocukları öldürme" deyip ellerini uzatarak:
"Ey insanlar! Başınıza belası gelmeden, şu beş şeyden sakının.
1- Bir topluluğun ölçü ve tartısı eksilmeye görsün. Allah onlara kıtlık ve meyvelerinde noksanlık verir. Belki hakka dönmeleri umulur.
2- Bir topluluk taahhüdünü bozmaya görsün. Allah başlarına düşmanlarını bela eder.
3- Bir toplum zekâta engel olmaya görsün. Mutlaka Allah yağmurlarını kesecektir. Hayvanlar olmamış olsa, su bulamayacaklardı.
4- Bir toplumda fuhuş artmaya görsün. Allah başlarına veba belası verir.
5- Bir topluluk, Kur'an âyetleri dışında hüküm vermeye görsün, Allah mutlaka onlara parçalama gömleği giydirip bir birine diğerlerinin işkencesini taddıracaktir" buyurdu.
Abdurrahman yola çıkıp arkadaşlarıyla Du'metü'l Cendel-e geldi ve konaklayıp, onları İslâm'a da'vet etti. Üç gün da'vete devam etti. İlk gün direnip kılıca razı göründüler. Üçüncü gün Esbağ b. Amr el-Kelebî Müslüman oldu. Bu zat hıristiyan olup, onların liderleriydi. Abdürrahmân durumu Efendimize yazıp, Rafı1 b. Mekis denen bir zatla yolladı ve onlardan bir hanımla evlenme arzu ettiğini bildirdi. Efendimiz de El-Esbağ'ın kızı Tümadırla evlendi. Böylece hepsi birden Müslüman oldu. İşte bu kadın Ebû Seleme'nin annesi idi.[671]
Altıncı yılın Şevval ayında, Kürz b. Câbir (r.a.)'in, Peygamberimizin çobanını öldürüp develeri çalıp götüren Ürene kabilesinden, bir gurup eşkıya üzerine yaptığı sefer meydana geldi. Rasûlüllah (s.a.v.)'da yirmi kişilik bir süvari mangasını Kürz'ün emrine verip, arkalarından saldı.
İbnü Ebî Arûbe, Katâde aracılığıyla Enes'ten naklediyor: Ukal ve Ureyne kabilelerinden bir gurup Rasûlüllah (s.a.v.)'a geldiler ve, "Bizler çiftçi değil davarcılıkla geçinen bir milletiz. Medine'nin havasına alışamadık." diye yakındılar. Rasûllüllah (s.a.v.)'de onlara birkaç sütlü deve ve çoban verilmesi adamlarına emredip» onlara da hayvanların olduğu yere gidip, onların sütünden ve sidiklerinden içmelerini emretti.
Onlarda oraya doğru yola çıktılar. Harra yakınlarına vardıklarında Rasûlüllah'm çobanını öldürüp süt develerini sürüp götürdüler. Daha önce Medineye geldiklerinde, Müslüman olduk demelerine rağmen kafir olduklarını ilan ettiler.
Rasûlüllah (s.a.v.) peşlerinden yakalatmak için adam saldı. Yakalanıp getirildiklerinde, elleri ve ayaklan kesilip gözlerine mil çekildi. Sonra Harra da bir kenara bırakılarak ölünceye kadar Öyle kaldılar.
Katade derki: Bana anlatıldığına göre (Maide Sûresi 33'cü âyeti o-lan)
"Allah ve Rasûlüne harb ilan edip yeryüzünde fesat yaymaya koşanların cesası -başka değil- ancak öldürülmek, veya asılmak yahut elleri ve ayakları çarprazlama kesilmektir......M âyeti bunlar
hakkında nazil olmuştur. Yine Katade der ki: Bana ulaştığına göre Nebî (s.a.v.) bu olaydan sonra, cesede işkence yaparak öldürmeyi yasaklayıp sadakaya teşvik edermiş.
Bu hadisi Buharı ve Müslim rivayet ediyor.[672]
Hadisin bir tarikında "Ukal ve Ureyne" yerine "Ukal ya da Ureyne" diye geçiyor.
Lakin Şu'be Hemmam ve diğerleri burayı, Katade'den "Ureyne'den" diye kesin olarak belirtiyorlar.
Hem, Humey et-Tavîl -Sabit ve Abdü'l azîz b. Suheyb'in Enes (r.a.)'ten rivayetleri de "Ureyne" olarak kesindir.
Züheyr de, Simak b. Harb'in, Muâviye b. Kurra aracılığıyla Enes (r.a.)'dan, bunu şu şekilde anlattığını rivayet eder:
- Ureyne kabilesinden bir gurup insan Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve ona bîat etti. O vakit Medine'de Mûm veya Birsam da denen "Zatü'l-cenb" hastalığı meydana çıkmıştı. Bu gurup Efendimize gelerek: "Yâ Rasûlellah! Şu dert ortaya çıktı. Bize izin versen de develerin otlağına gitsek" dediler. Efendimiz (s.a.v.)'de "haydi gidinde orada bulunun" buyurdu. Onlarda otlağa gidip İki çobandan birini öldürüp develeride alıp gittiler. Diğer çoban yaralı olarak geldi ve "arkadaşımı öldürüp develeri götürdüler" dedi. Efendimizin o anda yanında yirmiye yakın Ensarlı genç bulunuyordu. Efendimiz (s.a.v.) bunları eşkiyayı takibe gönderip, onlara bir de iz sürücü adam kattı. Gençler bunları yakalayıp getirdiler. Bunların elleri ve ayakları kesilip yüzlerine kızgın mil çekildi.
Bu hadisi bu şekilde Müslim rivayet ediyor.[673]
Eyyûb es-Sahtiyanî de Ebû Kılâbe aracılığıyla Enes (r.a.)'in şöyle dediğini anlatıyor:
- Ukl kabilesinden bir gurup gelip, Müslüman oldular. Lâkin Medine'nin havası kendilerine dokunduğu için orada oturmak istemediler. Rasûlüllah'a gelip durumu arz ettiler. O da, "Develerin yanına gidip sütünden ve sidiğinden için" buyurdu. Onlarda gidip bir süre orada kalıp sonra da çobanı öldürüp develeri sürdüler. Birisi gelip Nebî (s.a.v.)'den imdad istedi. O da yakalamak için arkalarına adam saldı. Daha güneş ortaya varmadan yakalanıp getirildiler. Efendimiz emredip bir mil kızartıldı ve vücutları dağlandı, elleri ve ayakları kesildi. Onları kara taşlığa attılar. Su, sû diye bağırıyorlardı ama, Ölene kadar su verilmedi ve akan kan damarları bağlanmadı. Hadisi Buharı rivayet etmiştir.[674]
Rasûlüllah (s.a.v.)'in damadı, Ümame'nin anası Hz. Zeyneb'in kocası Ebû'l Âs b. Er-Rabî b. Abdü'luzza b. Abdişems b. Abdimenâf b. Kusayy el-Abşemî altıncı yılın ortalarında Müslüman oldu. Adı İbnü Maîn ve Fellas'a göre Lakîyt, îbnü Sa'd'a göre ise Miksem'dir. Annesi de hanımı Zeyneb'in teyzesi olan Hâle binti Huveylid'dir. Her ikisi de teyze çocuklarıdır.
Ebu'l Âs, Hz. Zeyneb'le Peygamberlik öncesi evlenmişti. Ondan Ali adında bir oğlu doğdu ama bebek iken vefat etti. Onun bir diğer kızı da Efendimizin omuzuna alarak namaz kıldığı Ümâme idi. İşte teyzesi Fatıma (r.a.)'ın vefatından sonra Hz. Ali'nin evlendiği Ümame budur. Ebû'l Âs'a Mekkeliler arasında, "Batha aslanı" denirdi.
Bedir harbinde esir alındığında, eşi Zeyneb henüz Mekke'de bulunuyordu.
Yahya b. Abbâd b. Abdullah b. Zübeyr, babası Abbad aracılığıyla Hz. Âişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
- Zeyneb onu kurtarma fidyesi olarak bir takım şeyler göndermişti. Bunlar arasında Hz. Hatice'nin düğün hediyesi olarak kızına verdiği bir gerdanlıkta vardı. Rasûlüilah (s.a.v.) gerdanlığı görünce kalbine rikkat gelerek, ashabına, "Eğer onun esirini onun hatırına bağışlayıp da malını geri göndermeyi uygun görürseniz böyle yapabilirsiniz" buyurmuş, ashab da öyle yapıp Ebû'l Âs'ı serbest bıraktı. Lakin Rasûlüllah (s.a.v.) Ebu'l Âs'dan, gizlice Zeyneb'i kendisine yollayacağına dair söz aldı.
İbni İshâk bu konuda şunları anlatır:
- Rasûlüllah (s.a.v.), Zeyd b. Harise ile Ensardan bir başkasını Zeynebi getirmeleri için yola çıkarıp, "Zeyneb yanınıza gelinceye kadar Ye'cec[675] denen vadide bekleyin" buyurmuştu. Bu hadise Bedir harbinden bir ay sonra idi. Ebû'l As, Kureyş'in mal, güven ve ticaret yönünden hatın sayılır kişilerinden biriydi. İslâm dini onunla Zeyneb'in arasını ayırmış olmasına rağmen, Nebî (s.a.v.) onları ayırmaya hala kadir olamamıştı.[676]
Yûnus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm bu konuda şunları anlattı:
- Ebû'l As, ticaret için Şam diyarına gitti. Kendisi çok güvenilen biriydi. Beraberinde Kureyş'e ait mallar da vardı. Dönüşte Rasûlüllah (s.a.v.)'ın müfrezesine rastlayınca korkup kaçtı. Onlarda kervanı alıp yükleriyle beraber Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yanına getirdiler. O da bunları onlara taksim ediverdi. Ebû'l Âs da, gelip Zeyneb (r.a.)'in yanına girerek sığınma istedi. Üstelik Rasûlüllah'a gidip kendine ait malların iadesini de istedi.
Rasûlüllah (s.a.v.) bu müfrezeyi çağırdı ve onlara, "Sizinde bildiğiniz gibi bu adam bizden biri sayılır. Siz ona ve yanında bulunan diğer kimselere ait malları ele geçirmiş bulunuyorsunuz. Bu bir ganimet malıdır. Sahibine geri vermeyi uygun görürseniz verebilirsiniz. Yok istemezseniz işte siz hakkınızı almış durumdasınız" buyurdu.
Ashab da: "Almayız, üstelik aldığımızı ona geri veririz" deyip Vallahi ele geçirdikleri herşeyi geri verdiler. Hatta ufacık su kırbasını, eski tuluğu bile, hatta ipi bile getirdiler. Ebû'l Âs bunları aldı ve Medine'den ayrılıp Mekke'ye vardı. İnsanlara eşyalarım geri verdi. Yanında emanet kalmayınca onlara:
- Ey Kureyş topluluğu! "Bende hiç birinizin bir şeyi kaldımı?" dedi. Onlar da, "Allah seni hayırla mükafatlandırsın kalmadı" dediler. Vallahi yanınıza gelmeden önce beni İslâm'a girmekten alako-yabilecek hiçbir şey yoktu, sadece benim, "sizin malınızı aşırmak için Müslüman olduğumu sanma" korkum vardı da onun için geldim. Şimdi ben, "şehadet ederim ki Allah'dan başka ilah yoktur ve Muhammed onun kulu ve Rasûlü'dür" diyerek şehadet getirdi.[677]
Mûsa b, Ukbe ise, tarihinde Ebû'l Âs'ın bahsi geçen bu mallarına Ebû'l Basîr'in bu tarihten daha sonra El-Hedene denen yerde el koyduğunu anlatır.[678]
İbni Nümeyr, İsmail b. Ebî Hâlid aracılığıyla Şa'bî'den naklediyor:
- Ebû'l Âs, Şam'dan yanında müşriklere ait büyük bir mal kerva-nıyla geldi. Hanımı Zeyneb (r.a.), Müslüman olup hicret etmişti. Kendisine, "Müslüman olsan da şu getirdiğin malları böylece geri alsan olmaz mı?" denilince Ebû'l Âs, "bana emanet edilen şeylere ihanet ederek, İslama girişim ne çirkin birşey olur" dedi. Hanımı Zeyneb (r.a.) ise Ebu'l Âs'ın varıp hak sahihlerine mallarını geri verdikten sonra Medine'ye döneceğine garanti verdi. O da geri gelerek Müslüman oldu. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz onların arasını ayırmadı.[679]
îbnü Lehî'a, Musa b. Cübeyr el-Ensârî -Irak b. Malik- Ebû Bekr b. Abdirrahman isnadıyla Ümmü Seleme'den şöyle nakleder:
- Kocası Ebû'İ Âs, eşi olan Rasûlüllah'm kızı Zeyneb'e, "babandan bana can güvenliği alıver" diye haber salmıştı. Zeyneb de, Efendimiz sabah namazındayken başım hücresinin mescide bakan kapısından uzatıp: Ey İnsanlar! Ben Allah Rasûlü'nün kızı Zeyneb'im. Ben Ebû'l Âs'a sığınma hakkı veriyorum" diye seslendi. Nebî (s.a.v.) namazı tamamlayınca, "Ey insanlar! Ben bu konuyu şimdi sizin de duyduğunuz şu ana kadar bilmiyordum. İyi dinleyin! İnsanların en zayıfı -en küçüğü- bile insanlara koruma hakkı verebilir" buyurdu.[680]
îbnü'l İshâk derki: Buna Dâvud b. el-Husayn, İkrime aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)'m şöyle dediğini anlattı:
- Nebî (s.a.v.) kızı Zeyneb'i altı yıl aradan sonra eski kocası Ebû'l As'a ilk nikahıyla geri verdi.[681]
Haccâc b. Ertâ, -Zayıf bir ravi olan- Muhammed b. Ubeydillah el-Arzemî- Amr b. Şuayb, babası- dedesi isnadıyîa:
"Rasûlüllah (s.a.v.), Zeyneb'i yeni bir mihir ve yeni bir nikah ile Ebû'l As'a geri verdi" diye rivayet ederse de, İmam Ahmed b. Hanbel, "bu zayıf bir hadistir. Sahih olan Rasûlüllah'm, "onu eski nikah üzere mukarrar bıraktığıdır" der.
İbni İshâk derki: Ebû'l Âs Mekkeye Müslüman olarak döndü. Efendimizle hiç bir savaşa katılamadı. Daha sonra Medineye geldi ve hicri 12'ci yılın sonunda öldü.[682]
Denilir ki; Sellâm b. Ebî'l Hukayk denen yahudi öldürüldüğü zaman, Yahudiler kendilerine Üseyr b. Zarmı'ı emir seçmişlerdi. Bu a-dam arab kabilelerinden Gatafan ve diğerlerini dolaşarak, Rasûlüllah (s.a.v.) ile harbetmeye teşvik ediyordu. Bunu haber alan Rasûlüllah (s.a.v.) hemen Abdullah b. Ravâha (r.a.)'yı üç kişi olarak gizlice haber almaya yolladı. Abdullah da onun yaptıklarını ve kurmak istediği tuzağı araştırıp, bu konuda malumat edindi ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın huzuruna gelerek duyduklarım haber verdi.
Rasûlüllah (s.a.v.) otuz adam hazırladı ve başlarına Abdullah b. Ravahayı vererek yola çıkardı. Bunlar Üseyr'in yanına kadar vardılar ve ona: "Biz sana, geliş sebebimizi arzetmek için senden güvence alabilirmiyiz?" dediler. O da, "tabi, alın. Bende o aynı güven içinde olacağım değilmi" deyince ashab "tabi" dediler. Sonra da:
- Rasûlüllah bizi sana yolladı ki, çıkıp yanına varasın da, seni Hayber'e vali yapsın ve sana ihsanda bulunsun, dediler. Yahudi Üseyr bu valilik tamahına kapılarak hemen yola çıktı. Otuz tane yahudî'de beraberce yola çıktılar. Her adamın ardında bir Müslüman yedeği vardı. Haybere altı mil mesafede bulunan "Karkaratı Sibâr'a" geldiklerinde, Üseyr bu yaptığına pişman oldu. O vakit de bu Müslüman müfreze arasında bulunan Abdullah b. Enîs der ki: Üseyir elini kılıcına doğru uzattı. Ben ne yapmak istediğini anlayıp ona: "Bire Allah düşmanı aldatıyormusun" diyerek devemi hızla sürdüm. O bunu iki kere tekrarladı. Bende inip topluluğu ileri sevkedip Üseyr ile yalnız kaldık. İşte o zaman kılıcımı öyle bir indirdim ki uyluğunun çoğu koptu. Yere yuvarlandı. Elinde bir baston vardı. Bastonu bana öyle bir vurdu ki, dimağımın üstündeki deriyi parçalattı. Biz arkadaşları tarafına yönelip onları öldürdük. Onlardan sadece birisi kaçabildi. Medine'ye Rasûlüllah'm yanına geldiğimiz de Efendimiz (s.a.v.);
"Allah sizleri zalim bir topluluktan kurtardı" buyurdu.[683]
[397] Katan seriyyesi Zehebî'de hem kısaltılmış, İıemde yanlış imlalar olduğu için biz Vakîdî ve Beyhakî rivayetlerini esas aldık.
Ebû Seleme (r.a.): Adı Abdullah olup babası Abdül esed b. Hilâl'dir. Rasûlüllah'ın, Hamza İle birlikte süt kardeşi idi. Onları Ebû Leheb'in cariyesi Süveybe emzirmişti. İlk Müslümanlardan olup Habeşistana da göçmüştü. Bunun Ömer, Zeyneb gibi çocukları da ashabdandır. Bu seferin ardından vefat etmiştir.
[398] Vakîdî 1/340, 343; Bey. Delâü 3/319, 321; İbni Sa'd Tabûkat 2/50.
[399] Zehebî'de "Amr" ise de Vakîdî ve Beyhakî'de "Ömer"dir.
[400] Vakîdî 1/344; Beyhakî Delâil 3/322.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/318-321
[401] Vakîdî 1/354; Bey. Delâii 3/323; İbni Sa'd 2/55.
[402] Bu haberi fi!-hakîka Buharı böyle rivayet etmemiştir. Bunu bu şekli ile rivayet eden İbni Sa'd'dir. Lakin ben kıssanın daha iyi anlatılması için [ ] işaretleri arasına Buharî'deki rivayetleride vererek ikmal ettim. Zîra konu Buharî rivayetinde daha kısa idi.
Bak. Buhari 64/10 ve 64/28. H. no 3989, 4086; İbni Sa'd 2/55, 56; Beyhaki Delâil 3/324;
İbni Hişam Sîre 3/226; Urve Meğazî 175; Vakîdî Meğazî 1/354, 355; Vakîdî hadiseyi zayıf ve senedsİz haberlerle çok uzatarak nakleder. Taberi Tarih 2/78.
[403] Urve Meğazî s. 175; Beyhakî Delâil 3/326; Musa b. Ukbe'nİn rivayetinde yoksada aynı
rivayeti Urve'de verir ve şu ilaveyi de nakleder: Hubeyb öldürüleceğinde: - Allah'ım! Şu anda sadece düşmanlara bakıyorum. Allah'ım! Peygamberine selamımı yollayacak kimse bulamıyorum. Benim selâmımı ona sen ulaştır Allah'ım, dedi. Cebrail gelip durumu Allah Rasûlüne bildirdi.
[404] Beyh. Delâil 3/327.
[405] İbni Hişam 3/226; Tarihi Halife S. 75; Beyhakî Delâil 3/328, 329.
[406] Beyhakî Delâil 3/332; El-Eganî 4/228, 229; Taberi Tarih 2/78.
[407] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/321-329
[408] İbni Hişâm 3/230, 232; Beyhakî Delâil 3/338; Taberî 2/80.
Bi'ri Mâûne "Maûne kuyusu" nun nerede olduğu hakkında çeşitli rivayetler vardır. Kimine göre, Medine Mekke arasındaki Ebiâ dağları arasında, kimine göre, Amir b. Sa'sa'a oğullan yurdunda, kimine göre Benî Âmir yurdu ile Benî Süleym taşlığı arasında, kimine görede Benî Süleym ile Benî Kilâb yurdu arasında bulunan bir kuyudur. Bak Mu'cemü'l Buldan 1/302. Belki bunların hepsi aynı yerdir, kiminde kabile, kiminde toprak esas alınmış olabilir. Öyle değilse kanaatimce en doğrusu son görüştür. Buharî de Racî kıssası İle Biri Maune faciasın aynı babda zirreder. Zîra iki su da aynı yerde Benî Süleym İle Beni Kİlab yurdunda bulunur.
[409] Parantez arası îbni İshak rivayetinden alınmadır.
[410] Beyhakî 3/343; İbni Abdi'l Ber "Ed-Dürer fi İhtisâri'lMeğazî ves-Siyer" sayfa 161; Abdürrezzak- kısaca 19658. Tam olarak 9741; Taberanî 19/71; Begavî Sünne 6/108.
[411] İbni Hişâm 3/232; Urve Megazî 180; Beyhakî Delâil 3/339, 341; Taberi Tarih 2/81 îbni Sa'd Tabûkat2/53; Begavî 1/448; Vakidî Meğazî 1/346.
[412] İbni Hişâm 3/232; Aynı haberi Buharî 64/28 de aynı isnadla verir.
[413] Kıssanın Cebbar b. Sülma rivayetine benzer bir rivayeti Buharı Meğazî 64/28 de Enes (r.a.)'den nakleder.
[414] "Ümmü'l Benîn", "Oğlanlar anası" demektir. Bu kadın Ebû Berâ Rabî'a b. Âmir'in annesi olup beş oğlu olduğu için bu lakabı almıştır.
[415] İbni Hişâm 3/232; Beyhakî 3/341; Taberî Tarih 2/82.
[416] Beyhakî Delâil 3/342.
[417] Müslim 1902; Beyhakî Delâil 3/343, 344; İbni Sa'd 3/515.
[418] Buharî de "(arapça) Topal bir adam olduğu halde Haram...." diye geçerki Topallık Haram'ın sıfatı gibi olmuş. Halbuki "(arapça) Haram kendi ve topal bir adam" olması doğrudur. Sarihler hattadın "Vav" harfini yanlışlıkla "Racül"den alıp "hüve"'ye yazdığını söylerler.
[419] Buradaki üç şekilde okumak caizdir: O zaman mana:
1- Haram'ın arkadaşı kaçıp Müslümanlara katıldı, demek olur.
2- Haram'ın arkadaşına (da kaçmadan) yetişildi.
3- Müşrikler Müslümanlara yetiştiler.
Tercemede biz bu sonuncuyu tercih ettik. Halbuki birçok nüshada "Lahika" olarak zabtedilmiştir. Lakin üçüncüsü manaca daha uygun geldi.
[420] Buharî 64/28 lı. no 4091; Beyhakî Delâil 3/238, 239; Buharî Cihad 56/9. h. no 2801.
[421] Bu rivayet için bak, Buharî 6/28; Beyhakî Delâil 3/348; İbni Sa'd 2/53.
[422] İmanı Ahmed Müsned 3/137; Beyhakî Delâil 3/349; îbni Sa'd kısa olarak 2/53, 54.
[423] Buharı 64/28; Beyhakî S. Kübra 9/226, Delâil 3/352. Bu iki ayrı rivayettir.
[424] Divan-ı Hassan b. Sabit sayfa 107; İbni Hişâm 3/232. Bu 8 nolu dipnottaki şiirdir. Zehebî İshâk rivayetini orada almışken şiiri atlamış ve buraya ayrı bir rivayet gibi vermiştir. Lakin ben İbnİ İshâk'm rivayetini esas alıp şiiri yerinde verdim.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/330-340
[425] Bu konu bu cildin orjinal 148'inci sayfasında da geçmişti.
[426] İbni Hişâm İbni îshâk'tan naklen 3/240.
[427] İbni Hişâm aynı yer.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/341-344
[428] İbni Hişâm 3/297.
[429] İbni Hişâm 3/297.
[430] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/344-345
[431] îbni Hişâm 3/246.
[432] Buharî Megazî 64/ Bab, gazveti Zatı Rikâ'.
[433] İbni Hişâm 3/246; Beyhakî Delâil 3/
[434] Vakidî Meğazî 1/
[435] Nuheyl, bu günde ma'mur olan bir mıntıka olup sulan ve bahçeleri olan bir yerdir. Şükra ile Sa'd da bu gün bilinen yerlerdir.
[436] İbni Hişâm Sîre 3/246.
[437] Buharî Meğazî 64.
[438] İmam Ahmed Müsned 3/390; Ebû Avane Müsned.
[439] İbni Hişâm 3/247.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/346-350
[440] Urve Meğazî 184.
[441] İbni Hişâm 3/249.
[442] İbni Hişâm 3/248; Uyunü'l Eser 2/53.
[443] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/350-352
[444] İbni Hişâm 3/258.
[445] Taberî Tarih 2/555.
[446] İbni Sa'd Tabâkat 8/115, Tesmiyetü ezvâcın-Nebî sayfa 69.
[447] İbni Sa'd Tabakat 3/614, 8/338, İbnü'l Esîr Üsdü'l Ğabe 5/587, İbnü Abdi'l Ber El'istîâb 4/362.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/353-359
[448] Bak Vakidî Meğazî 1/395, İbni Sa'd Tabakat 2/61. Taberî Tarih 2/555.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/360
[449] Vakidî Meğazî 1/403.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/360-361
[450] Vakidî Meğazî 1/404.
[451] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/362-364
[452] İbni Sad Tabakat 8/118; İbni Hişâm 4/8, 9.
[453] İbni Hişâm 4/6, 7.
[454] Buharî Tefsir, Suretü'l Münâfikîyn Müslim 2584.
[455] Buharî Tefsîr, Münafikûn Sûresi Taberî Tarih 2/ Taberî Tefsir.
[456] Müslim 2782.
[457] Müslim 2782.
[458] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/365-371
[459] İbni Hişâm 4/10.
[460] Bu rivayet Zehebî'nin Âli bir isnadıdır. 10 ravi İle hadis Hz. Âişe'ye ulaşıyor ki 7 asırda bu kadar âli İsnad az görülür. Buharî ise aynı hadiseyi Urve'den verir ve Hz. Âişe'yi anmaz. Bak.
[461] İfk âyetinde ifade edilenler, "Abdullah b. Übey b. Selûl, Hamme bin. Cahş, Abdullah b. Cahş, Mistah, Yezîd b. RifSa ve onlara lafı yaymada yardımcı olan Hassan b. Sabit" idiler.
[462] Âyet ve Mealleri şudur (Nur; 11-21):
[463] Buharî Tefsîr-i Sürat in-Nûr Müslim 2770.
[464] Buharı Megazî 64/
[465] İbni Hişaâm 4/12
[466] Buharî Meğazî 64/ Hassaân b. Sabit, Divan sayfa 324. İbni Hişâm 4/13.
[467] İbni Hişam 4/13; Taberî 2/618.
[468] îbni Hişâm 4/13; Taberî 2/618.
[469] İbniHİşâm4/I4
[470] İbni Hişâm 4/14
[471] İbni Hişâm 4/14; Taberî
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/372-389
[472] Vakidî Meğazî 2/440
[473] Vakidî Megazî 2/440, 444.
[474] İbni Hişâm 4/259 ve devamı. Tabert İbni İshâk'tan naklen 2/.
[475] İbni Hişâm 4/260.
[476] İbni Hişâm 4/260.
[477] İbni Hişam Sîre 4/260.
[478] Üst kaynak.
[479] Urve Meğazî 185; tbni Hişâm Sîre 3/261.
[480] Roma kuyusu.
[481] İbni Hişâm 3/261; Beyhakî Delâil 3/429.
[482] Beyhakî Delâil 3/430; İbni Hişâm 3/261. :.
[483] Buharî Meğazî 29 nolu babda Hz. Âişe (r.a.)'nin bu âyeti okuyarak "bu hadise Hendek savaşında olmuştu dediğini nakleder. Müslim haberi Tefsir bölümünde 3020 no ile verirken Beyhakî Delâil'inde 3/433'de nakleder.
[484] Beyhakî Delâil 3/435; îbni Hişâm 3/262; Ibnİ Hişâm bu Muatteb'in münafıklardan olmayıp ancak etkilenerek böyle konuştuğunu yoksa onun Bedir harbine katılmış bir zat olduğunu izah eder.
[485] İbni Hişâm 3/262; Taberî 2/94.
[486] Hadisin Sadece bu bölümünün Taberânîni Kebirinde (Cild: 3, Sayfa: 57) 2676 nolu uydurma bir hadisin arasına hiç münasebet almadan sıkıştırılmış, ne baş ne son itibarıyla a-lakası da yok. Bilmem nasih'in hatası, şimdilik el yazma nüsha ile mukabeleye vakit bulamadım.
[487] İbni Hişâm 3/262.
[488] İbni Hişâm 3/263; Taberî Tarih 2/94; Beyhakî Delâi) 3/436, 437. İbni Hişâm aynı beyti bazı kelime farkları İle vererek orada dördüncü bir beyit vardır. Zehebî'nin almadığı bu beyit şudur;
4- Ben onun elbisesini almaya tenezzül etmedim. Halbuki vurulup yan üstü yatan ben olsaydım o benim elbisemi çoktan soyup ganimet diye almış olacaktı.
İbni Hişam "Şiir otoritelerinden çoğu bu sözlerin Hz. Ali'ye ait olacağında şüphe etmektedirler" der.
Taberî'nin İbni İshâk rivayetinde bu beyitler yoksa da şu ilaveler vardır:
"Orada Amr ile beraber iki kişi daha öldürüldü. Münebbih b. Osmana ok isabet edip Mekke'ye dönünceye kadar yaşayıp varınca öldü. Diğeride Nevfel b. Abdullah b. el-Muğıre idi, Hendeği geçeceğim derken içine düştü. Müslümanlarda onu taşa tuttular. O da "Ey arablar, bundan daha iyi bir öldürme tarzı yokmu?" deyince Hz. Ali Hendeğe atlayıp onu öldürdü."
[489] Süheylî'nin Ravdu'l Unf (3/280) adlı şerhinde bu beytin eski bir recez olup Sa'd'ın onu darb-ı mîsâi olarak getirmiş olduğu nakledilir. Haberin bu bölümü tbni Ebî Şeybe'nin Musannefinde 14/408 de geçer.
[490] İbni Hişâm 3/263; Beyhakî Delâil 3/441; Taberî Tarih 2/95.
[491] Burada Zehebî'nİn metninde takdim ve te'hir var, biz İbni Hişâm Taberî ve Beyhakî rivayetlerindeki metni esas alarak terceme ettik.
[492] Taberî 2/96; İbni Hişâm 3/228; Beyhakî Delâil 3/443; Süheyli Ravdu'l Unfta (3/281) "bu rivayeti, bazı âlimlerin İsnadı munkatı'dır diye red ettiklerini, hem bu doğru olsa o zaman Hassan gibi korkakları hicveden bîr zat korkak olmuş olurdu ve diğer düşman şairler onu hicvederlerdi. Oysa hiçbiri Hassanı korkak diye tanımlamıyor" diye naklediyor. Derimki: Süheylî'nin bu talili doğru sayılmaz. Bîr kere haberin metninde "Hassân'ın korkudan gitmediği" gibi bir şey yok. Belkide onun o andaki vazifesi çocukları ve kadınları kale içinde korumak olduğu için dışarıya gitmek için kendini vazifeli görmemiş olabilir. Ayrıca bu haberi Yahya b. Abbad babası olan Abdullah b. Zübeyr (r.a.)'İn oğlu olan Abbad b. Abdillah b. Zübeyr'den naklediyor. Yahya Sika birisidir. Babası ile bu Ümmetin ikinci ku sağı olan Tabiîn'in en ileri gelen alimlerinden biridir. Hem İbni îshâk'm Yahya b. Abbad'dan hadis naklettiği bilinen bir gerçektir. Evet Abbad sahabe olmadığı için haber munkatı ise de bu onun doğru olmadığını göstermez Zîra Abbad'm babası Abdullah b. Zübeyr, hem babası hem kendisi sahabe üstelik Hz. Âişe'nin bacısı Esma (r.a.)'nın oğlu, yani Hz. Ebû Bekr'in de torunudur. Bu vesile ile Teyzesi Âişe yoluyla gelen haberleri en iyi bilenler o ailenin fertleridir. Diğer kardeşi Urve'nin Hz. Aişe'den nakilleri cümlenin malumudur. Ayrıca Hişâm b. Urve de bunu babasından nakleder.
[493] İbni Hişâm 3/264; Taberî Tarih 2/96.
[494] Beyhakî Delâif 3/443. Burada "Müşriklerden birini öldüren ilk Müslüman hanımı Safıyye olmuştur" ilavesi vardır.
[495] Beyhakî Delâil 3/445; İbni Hişâm 3/265; Taberî 2/96. Hadisin "harb hiledir" kısmı pek çok kaynakta yer alır.
[496] "Beyhakî rivayetinde "Hifâf' yerine "Kürâ1" yazılıdır ki deve anlamına gelire. Belki o daha sağlam bir zabt olabilir. Delâil 3/447.
[497] İbni Hişâm 3/262, 265; Taberî 2/96, 97; Beyhakî Delâil 3/446,447; Vakidî Meğazî
Beyhakî burada (3/447) İbni İshâk'tan Yezîd b. Rûman - Urve isnadıyla Hz. Âİşe (r.a.)'nin şöyle anlattığını nakleder:
- Nuaym b. Mes'ud, müthiş jurnalci bir adamdı Rasûlüllah onu çağırıp: "Yahudiler bana "Eğer Kureyş ve Gatafanhlardan bir kısım ayanlarını rehin alıp sana vermemiz ve senin onları katletmen bizden razı olmanı temin edecekse biz bu isteğini yapacağız" diye haber saldılar" dedi. Nuaym da gidip bu durumu müşriklere bildirdi. Nuaym onlara gitmek üzere oradan ayrıldığında Nebî (s.a.v.) "Harp hiledir" buyurdu. Aynı Hadiseyi İbni Ebî Şeybe 14/417 de Yezîd b. Harun -Hammad b. Seleme- Hişâm b. Urve isnadıyla Hz. Âişe'nİn yeğeni Urve'den nakleder. Sadece Nuaym adını Mes'ud diye verir ve "Harp hiledir" kısmını da söylemez. Ancak 4/424 te yine Urve'nin Rasûlüllah Kureyza günü "Harp hiledir" dediğini nakleder.
[498] Parantez arası Taberî rivayetinden ilavedir.
[499] îbni Hişâm 3/266.
[500] İbni Hişâm 3/265, 266; Taberî 2/97, 98; Beyhakî Delâil 3/449, 455 arasında Huzeyfe'nin bu hadisesini
1- Yezîd b. Şerik et-Teymî
2- Bilal el-Absî,
3- Abdülazîz (Huzeyfenin üç yeğeni
4- Muhammed b. Müslim b. Vara
5- Ömer (r.a-)'in kölesi Zeyd b. Eslem'den ayrı ayrı rivayetlerle verirsede İbni îshâk'm bu Muhammed b. Ka'b haberini almaz. Yezîd b. Şerik'in haberini Müslim Cihad da 99 no ile verirken Bilal el-Absî'nin kendisini Hâkim Müstedrek'te (3/(31) verip sahih sayar ve Zehebî de ona doğrular.
[501] Parantez arasındaki rivayet Beyhakî'den ilavedir. Zîra Zehebî merhum hadisi çok kısaltmış idi.
[502] Beyhakî Delâil 3/455.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/390-411
[503] Beyhakî 3/393.
[504] Beyhakî 3/394.
[505] Beyh. Delâi! 3/394.
[506] Buharî 64/29; Tirmizî 13/24 (h. no 1361); İbni Ebî Şeybe 12/539 ve 13/47; Said b. Mansur Sünen 2/187; Abdürrezzak, Musannef 5/311; Beyh. Delâil 3/395.
[507] Zehebî'nin bu Öne sürdüğü tez aslında Beyhakî'nİn görüşlerinin kısaltılmasıdır. Beyhakî Delâil'de 3/396 da şöyle der:
"İşte bu ihtilafların asıl menşei şudur: Alimlerin kimileri "İslâm Tarihi'nin başlangıcı Peygamberimizin Medine'ye ayak basması ile başlar" görüşündedir. Kimileride, "Peygamberimiz Medİneye Rabîü'l evvel ayında geldi" diyerek o aydan sonrakileri o yıla gamberimİz Medineye Rabîü'l evvel ayında geldi" diyerek o aydan sonrakileri o yıla dahil etmeyip Hicri yılın başlangıcını Muharrem ayından başlatıyorlarki o zaman tarih ikinci yıldan itibaren başlamış oluyor. O zaman Bedir harbi birinci yılda, Uhut ikinci yılda ikinci Bedir gazvesi üçüncü yılda Hendek'de dördüncü yılda olmuş olur."
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/411-412
[508] Buharî Cihad 56/33 Meğazî 64/29 hadis no 4099. Müslim h. no 1788; Beyhakî Delâil 3/410, 411; Müsned 3/170, 187, 244, 278, 288, 6/289, 315; Beyhakî Sünen-İ Kübra7/43; Taberî Müşkilü'lâsâr 4/298.
[509] Buharî Meğazî 64/29 hadis no 4100; Beyhakî Dclâil 3/412. Zehebî kısalttığı için biz Buharî metnini esas aldık.
[510] Buharî Megazî 64/29; Cihad 96/34.
[511] Buharî Meğazî 64/29; Beyhakî Deİâil 3/414 Tercemeler Buharî metnine giredir.
[512] Buharî 64/29; Beyhakî 3/416, 4!7. Beyhakî'nin rivayetindeki bazı lafızlar Buharî'den farklı ve metin daha uzun.
[513] İbni Ebî Şeybe Musannef 14/422; Ebû Nuaym Delâil hadis 430; Beyhakî Delâil 14/422; Hatib-i Begded^ğ 17131, 4/131. bu rivayetteki ravi Meymunu İbni Hibban haricinde sika sayan yok. Diğer ricaline gelince Hevic b. Halife’yi İmam Ahmed “Saduk olmasını umarım, ama hadisleri dört dörtlük değildi derken, Yahya b. Maîn “zayıf” Nesaî “bir sakıncası yok derken Ebû Hatem’de “Saduk”dan Avf el-A’rabiyi de Nesaî ^Sika^derken çoğu ona hücum ederler. Mesela İbnü41 Mübarek, Ca’fer b. Süleymân’a: “Sen İbni Avn, Eyyub ve Yunus’a görmüş adamken nasıl odluda onların meslisine değilde Avf’ın meclisine gittin. Vallah Avf bir bid’at buldumu onunula yetinmez ikincisinide alırdı. O hem kaderî hemde xiî mezhebindendir^demişti. Görüldüğü gibi isnadı pek parlak görülmüyor.
[514] Buhari 64729, Cihad 40, 41, 135; Fazâilü-s-Sahabe 13; Müslim Fazailüs-Sahabe 2415; Müsned 1789, 102, 103, 37207, 214, 228, 265,; Tirmizî 3744; İbni Ebî Asım 2/610, 611; Hakim 3/362;Bey. S. Kübra 6/368, 97148: Selb Delâil 37431; Humeydî 1231; Taberanî 1783; Ebû Nüaym Hilye 4/186; İbni Mace 122; İbni Ebî Şeybe 12/93; Ebû Ya’la 4/2082; Ebû Hanife Müsned 371; İbni Sa’d 2/25, 3/105.
[515] Beyhakî Delâil 3/434, 435. Taberİ Tefsirinde bunları her âyetin yerinde ayrı ayrı alır. Zannederim Beyhakî hepsini bir rivayet gibi verince Zehebî de oradan nakletmiş.
[516] Bu hadisi Tirmizî Cihad, Bâb "Lha tüfadî CîfetÜ'l Esîr" de Süfyan -îbni Ebî Leyla- Hakem- Miksem - İbni Abbas senedi ile 1715 no ile sevkeder. Lakın metin "Müşrikler, ölen bir müşriğîn cesedini satınalmak istediler. Rasûlüllah bunu kabul etmedi" şeklinde olup bunu garib sayar. Beyhâki S. Kübra 9/133; Delâil 3/440. Bu rivayeti destekleyen ikinci bir rivayeti İmam Ahmed Müsnedinde 1/248 aynı isnadla
"ölülerini geri verin, zîra o Ölünün cifeside diyeti de pistir" buyurup para almadı. Şeklindedir. Aynı rivayeti îbni Ebî Şeybe Müsannefinde EbÛ Eyyûb es-Sahtiyanî yolu ile İkrİme'den munkati bir isnadla verir 14/423 ve bu kâfirin Nevfe! ya da İbnü Nevfel olduğunu söyler. Keza Said b. Mansur da süneninde bu rivayete 2/278 de Serik'ten nakleder. Vakidî ise bu haberi Süfyan yolu ile verir.
[517] Beyhakî Delâil 3/437 de "Nevfel'in düello isteğine Zübeyr (r.a.)'ın çıkıp ona kılıcı indirince ikiye biçtiğini anlatır.
[518] Müslim Mesacid 628; Buharî Meğazî 64/29; Nesaî 1/236; Müsned 1/113, 122; Tahavî Şerhümeâniü'Iâsar 1/321; Abdürrezzak 2192; îbni Ebî Şeybe 2/503; Ebû Avâne 1/355; Ebû Avane 1/355; İbni Huzeyme 1337; Beyhakî 1/460, 2/220; Taberanî 11/384; Taberî Tefsir 2/344; Beyhakî Delâil 3/444; İbni Hibban (Mevarid) 270; Taberanî 12/26 Ebû NüaymHilye 10/24.
[519] Buharı Mevakît 9/36; Megazî 64/29; Müslim 629; Beyhakî Delâil 3/444; Ebû Avane 1/357.
[520] Müslim Cihad 1788, Beyhakî s. Kübra 9/119; Bey. Delâil 3/450; İbni Ebî Asım Sünneh 2/6! 1; Müsned 3/314; EbûNüaym Hilye 1/354.
[521] Hâkim Müstedrek 3/310; Beyhakî Delâil 3/451.
[522] Beyh.Delâİİ 5/452.
[523] Buhari 64/29; Müslim 1742; Beyhakî 3/456 İbni Mace 2796 Müsned 4/353, 355, 382; Abdürrezzak 9516; tbni Huzeyme 2775; Tirmizî 1678 Ebû Dâvud 2622; Beyhakî S. Kübra 9/652; İbni Ebî Şeybe 5/540, 14/426; Sünen-i Said b. Mansur 2/25.
[524] Buharî Meğazî 64/29; Müslim 2724; Beyh. Delâil 3/456; Tirmizî 2428; Müsned 2/307.
[525] Buharî Meğazî 64/29; Müsned 4/262; Taberanî 7/115; Hılyetü'l Evliya 4/345.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/413-424
[526] Beyhakî Delâil 3/459; Turtubî 18/58.
[527] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/425
[528] İbni Hişâm 3/257.
[529] İbni Hişâm 3/275.
[530] Bu az ilerde de geçmiş idi. Vakidî Meğazî 2/496 da, orada Nevfel'den başka Abd b. Ebî Kays b. Abdi VÜdd'ün de Hz. Ali tarafından öldürüldüğünü, Abdüddaroğu Harından da Osman b. Müncbbih adlı müşriğin hendekte aldığı yara ile Mekke'ye döndükten sonra öldüğünü izah eder.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/425-426
[531] Buharî 64/30; Müslim Cihad, 1769; Beyhakî Delâil 4/5; ibni Ebî 'Şeyhe 14/424.
[532] Buharı Meğazî 64/30. hadis no 4118; Beyhakî Delâil 4/6; Müsned 1/173, 3/213.
[533] Buharî 64/30; Müslim Cihad 1770.
[534] Müslim 1770; Beyh. Delâil 4/7; İbni İshâk ile Musa b. Ukbe'de "öğle" diye zabt etmişlerdir.
[535] îbni Hişâm 3/267; Beyhakî Delâil 4/8; Buna yakın ifadelerle Vakidî 2/297.
[536] Hâkim Müstedrek 3/34, 35; (Hâkim hadisi sahih sayarken Zehebî Telhisinde ona uyar.) Beyhakî Delâil 4/9, 10. Bu rivayeti Abdürrezzak'da Musannef 5/371, 9737 nolu hadis olarak Ziihrî yoluyla Saîd b. Müseyyeb'den mürsel bir isnadla verir ve "Onlarla çarpışmadan önce İslâm'a da'vet etti ama onlar kabul etmeyip Rasûlüllah ve arkadaşlarıyla harbe tutuştular. Rasûlültah'ın kendileri hakkındaki hükmünede razı olmayıp Sa'd'ın hükmüne razı olarak kaleden indiler" ilavesini yapar.
[537] ' Zehebî bu hadisi nedense çok kısaltmış, biz hadisi îbni Ebî Şeybe ve Müsned'dekine göre tam vereceğiz, lakin bu ilerde 50 nolu dipnotta tekrar geleceği için burada değil orada nakledeceğiz.
[538] Müsned 6/141, 142; îbni Ebî Şeybe Musannef 14/408, 411; Taberi Tarih 2/99; Vakidî Meğazî 2/497.
[539] Beyh. Delâil 4/11; İbni Hişâm Sîre 3/268. Zehebî metnini sanıyorum Dr. Tedmurî eİ yazısından yanlış okuyup yanlış harekelenmiş ve "Rasûlüllah bizim yanımıza beraberinde bayrağı ile geldi" şeklinde olmuş oysa Kadife değil "Kaddeme" dir. "Aleyna" değil "Aliyyen" dİr ki biz bunu kaynaklara göre düzelterek terceme ettik. [ ] parantez arası metinde olmayıp İbni Hişâm'ın rivayetinden alınmıştı
[540] Parantez arası İbni Hazm'ın Camiüs'Sîre sayfa 193'teki ilavesidir.
[541] Beyhakî Delâil 4/12-14; Musa b. Ukbe'den nakien Urve Meğazî sayfa: 186, 187; Taberî 2/100.
[542] Beyh.De!âil4/î4.
[543] BeyhakîDelâil4/14, 15.
[544] Beyhakî Delâiİ 4/16; İbni Hişâm 3/267; Taberî 2/100 Vakidî Meğazî 2/506, 507.
[545] Beyhakî Delâiİ 4/16; Vakidî -Ma'mer- Zührî isnadiyla Said b. Müseyyeb'in "Rasûlüllah'm ona iik hitabı, bir yetim İle hurma ağacı hususunda arasında geçen bir çekişme yüzünden olduğunu kaydeder. Ciid 2/ sayfa 505.
[546] Beyhakî Delâiİ 4/16.
[547] 17 İbni Hişâm 3/268; Taberî Tefsir 6/221, 222; Enfal süresi 27'ci âyetin tefsiri
[548] Vskidî 2/508'de, bunu Yezîd b. Abdullah b. Kusayt -Babası Muhammed b. Sevban aracılığıyla, İbni Hişâm 3/268'de müellifin isnadıyla, Beyhakî 4/17'de Yûnus b. Bilkeyr -İbni İshâk isnadıyla Taberî 2/100'de Seleme b. Fazl aracılığıyla tbni îshak'îan aynı isnadla nakleder.
[549] îbni Hişâm 3/268'de isnadsız verir. Vakidî 2/509'da her iki âyeti bahsedip, "bize göre doğru olanı bu âyettir" der.
[550] îbni Hişâm 3/269; Taberî 2/100. Orada şu ilave var. Bunlar ne Kureyza nede Nadîr oğuîlanndandı. Nesebleri daha ileriye dayanırdı. Onlar bunların amcaoğlu sayılırdı. Aynı hadiseyi Beyhakî Delâil 4/32'de İbni îshâk, Asım b. Ömer b. Katade ve Kureyza oğullarından bir şeyh isnadıyla nakleder ve tbni Heyyİban kıssasını baştan sona verir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/427-429
[551] Metinle "Ebû Sa'd" yazılı isede doğrusu "Ebû Saîd el-Hudri" dir.
[552] Buharî Cihad 56/168; Meğazî 64/30; Müslim Cihad 1768; Beyh. Delail 4/18; Taberi Tarih 2/101; İbni Ebî Şeybe 14/420; İbni Sa'd Tabakat 3/426; Müsned 3/22; Beyh. S. Kübrâ 6/58, 9/63, 97; Taberânî Kebîr 6/6; Ebû Dâvud 5215, 5216; Timizi 856; Saîd b. Mansur Sünen 2964; Müsned 6/142.
[553] İbni Hişânı 3/269; Taberî 2/101; Taberî Tefsir U/152, 153.
[554] Müsned 4/310, 5/312; Daramı Siyer bab no: 26; Tirmizî Siyer 1584; Ebû Davud Hudud 4404; Beyhakî Delâil 4/25; İbni Hişâm 3/271; İbni Mace Hudud h. no 2541; İbni Ebî Şeybe 12/384, 539; Beyh. S. Kübra 9/63; İbni Hazm Muhallâ 7/348. Zehebî'nin "diğerleri" dediği Süfyan b. Uyeyne ile Ebû Avâne ve Said b. Mansur'un Sünen 2/372'deki rivayetine göre Hüşeym'dir.
[555] Zehebî'nin metninde bu kelime "Müştekim" olarak yanlış yazılmış, Doğrusu "Müstebkıhim" derki tercemeyide böyle yaptık.
[556] Bu paragraf Beyhakî rivayetinden ilavedir.
[557] Beyhakî de (Delâi! 4/20) "Ebû Cehm" yerine "Ebû Cehl yazılıki yanlıştır. Zîra Ebû Cehl Mekkeli idi ve Medine'de de evi yoktu.
[558] Beyhakî Delâil 4/19,20; İbnü Abdi'l Ber Döner sayfa 180, 182; îbni Hişâm 3/269.
[559] Bu kısmı Beyhakfnin Musa b. Ukbe metnine göre naklettik. Zîra Zehebî bu Hendekle ilgili kısım yukarda anlatıldığı için o bölümü haklı olarak atlamış biz daha iyi uyum için bu bölüm'ün sonunu alarak konuya ekledik.
[560] Beyhakî Delâil 4/22; Taberî Tefsir 11/130. Ahzab Sûresî.
[561] Beyhakî Delâil 4/22; Urve Meğazî 189; Taberî Tefsîr 11/155; Zehebî metninde Urve'nin "Orası Hayberdir" dediği kesin ifade edilip gerisi söylenmiyor. Biz bu kısmı Beyhakî rivayetine göre yazdık.
[562] Tahavî Şerhti Meâniü'l Âsâr 3/216; tbni Hişâm 3/269; Taberî Tarih 2/101; Vakidî 2/512.
[563] İbni Hişâm 3/270; Beyhakî Delâil 4/23; Taberî 2/101; Vakidî 2/512.
[564] İbni Hişâm 3/271; Taberî 2/102; Vakidî 2/516, 5I7'de şu bilgileri verir; Benî Nadîr'ii Nûbâte adında bir kadın vardı Kureyzalılardan bir adamla evli olup birbirlerini çok severlerdi. Rasûlüllah'in kuşatması şiddetlenince kadın ağlamış ve kocasına, "sen benden ayrılacaksın" demişti. Adamda "Tevrat'a yemin olsun bu böyle, ama ne dersin, sen bir kadınsın, şu el değirmeninin taşını damdan onların üstüne yuvarlasan ne olur. Artık öyle görünüyorki biz bundan sonra onlardan kimseyi öldüremiyeceğİz. Sen bir kadınsın. Eğer Muhammed bu savaşın sonunda bizi yenerse kadınları öldürmeyecektir. Ben senin onlara esir olmanı istemem, böylece bu suçla seninde öldürülmeni isterim" dedi. Kadın Zübeyr b. Batâ'nm kalesinde idi. Kale burcundan taşı yuvarladı. Müslümanlar kale dibinde gölgede oturuyorlardı. Değirmen taşı görününce topluluk birden etrafa sıçradıysa da taş Hallâd b. Süveyd (r.a.)fİn başına düştü. Müslümanlar bir daha kale dibine gelmediler. Sonra esir olup gelince bu kadın Hz. Aişe'nin yanma geldi ve onunla sohbete başladı. Adı çağırılınca "beni kocam katletti" dedi ve durumu anlattı.[564]
[565] Taberî Tefsir 11/150.
[566] İbni Hİşâm 3/274; Taberî 2/103, Vakidî 2/520 Beyhakî Delâit 4/24.
[567] Buharî Meğazî 64/30; Müslim h. no 1769; Beyhakî Delâil 4/25, 26; Vakidî 2/525; Müsned 6/142; İbni Ebi Şeybe 14/412.
[568] İbni Sa'd 3/424. Tİrmizî Siyer 1582 Tıb 2051; Müsned 3/350; Beyhakî Deiâil 4/28; Daramı Sünen 2/238; Müsned 3/212, 386; Müslim 2208; Ebû Dâvud 3866.
[569] İbnü Sa'd Tabakat 3/329; Beyhakî 4/28; îbni Ebî Şeybe 14/413; İbni Hişâm 3/280.
[570] Nesâî Sünen-i Mücteba 4/100. Hadis no 2055; Tabakat 3/434; İbni Ebî Şeybe buna çok yakın bir ifadeyi Huzeyfeden nakleder 14/416; Beyhakî Delâil 4/28.
[571] Müsned 3/327, 360, 377; îbni Sa'd 3/432; Beyhakî Delâil 4/29; Hâkim 3/206; Sa'd {r.a.) kabrinde sıkıştırılma sebebi olarak İbni tshâk'ın bir rivayeti var, yeri burası ama Zehebî ne sebeble bilmem onu geriye almış. Bu rivayet az sonra (4 dipnot ilerde) düşülen haberdir.
[572] İbni Hişâm 3/275.
[573] îbni Hişâm 3/275; Beyhakî 4/29; Müsned 3/327; Hâkim 1/206.
[574] İbni Hişâm 3/274, 275.
[575] ibni Sa'd Tabakat 3/420; Beyhakî Delâil 4/30. Bu rivayet görüldüğü gibi munkatı senedlidir.
Lakin sahih bir sened ile Hz. Âişe'den Efendimizin âi»i-> jJÜ ül "Kabrin kesinlikle bir
tazyiki vardır. Bundan kurtulabilseydi Sa'd b. Muâz kurtulurdu" buyurmuştur. Bak Müsned 6/55, 98; Tahavî Müşkilü'l âsâr 1/107; Beğavî Stinne 8/73/2; Ebû Nüaym Hılye 3/174.
[576] İbni Ebî Şcybe Musannef 14/408, 411; Müsned 6/141, 142; İbni Sa'd 3/423. Bu daha önce çok kısa olarak geçmişti. Burada da atlanan bölümler vardı. Biz tercemeye Musannefl e-sas aldık. Bura da Efendimizin ağlamadığı söyleniyorsa da çok çeşitli hadislerde onun şefkat ve merhametle ağladığı sabittir. Taberî 2/103.
[577] Müsned-i Ahmed 3/22; İbni Sa'd Tabakat 3/425.
[578] îbni Sa'd Tabakat 3/426; Ensabü'l Eşraf 1/347; Hâkim 2/144, 124; Tehavî Ş. Meâniü'i asar 3/216; Beyhakî S. Kübra 9/63.
[579] İbni Sa'd Tabakat 3/427.
[580] İbni Sa'd Tabakat 3/428; İbni Ebî Şeybe bunu 14/411'de Yezîd b. Harun, Muhammed b. Amr, Asım b. Ömer b. Katade isnadıyla verir. Lakin daha kısadır.
[581] îbni Sa'd Tabakat 3/429; îbni Ebî Şeybe 5/322, 12/145; İbni Ebî Şeybe 14/412'de bunun son tarafını verir.
[582] İbni Sa'd Tabakat 3/430.
[583] Bu başkası dediği Abdullah b. İdrîs'tir. Bak, İbni Sa'd Tabakat 3/430; Bu hadis daha önce uzunca geçen İbni Ömer hadisidir.
[584] Taberanî 12/232, 10/406. îbni Abbas'tan İbni Sa'd 3/430.
[585] Matbu Nüshada Ömer yerine "Amr" yazılı ki yanlıştır.
[586] İbni Sa'd Tabakat 3/431; İbni Ebî Şeybe 15/413; Vakidî 2/528.
[587] Tabakat 3/431, Ravî EI-Fıtrî'yi Tirmizî Sika sayerken Ebû Hatem saduk ama Şiaya meylederdi der.
[588] İbni Sa'd Tabakat 3/421; İbni Ebî Şeybe 14/411; Vakidî 2/528.
[589] İmam Ahmed Müsned 6/98, 55; Tahavî Müşkilü'lâşar 1/107 İbni Sa'd 3/430'da bunu Saîd el-Makburî'den nakleder 53 nolu dipnota bak.
[590] İbni Ebî Şeybe Musannef 12/145, Hadisin ravilerİ sikadır, Lakin Amr b. Şurahbil Sa'd'a yetişmediği için İsnad mürseldir.
[591] Metinde "Benî İbrahim" ki dizgi hatasıdır.
[592] Müsnedde İmam Ahmed bunu 6/55 ve 98 de verir ama, aradaki Safiyye yerine "bir İnsandan" ifadesini kullanır. Tahavî merhum ise Müşkilü'l asarında (1/907) sırf bu konuda bir bab açıp Safiyye yerine "İbni Ömer'in hanımı" ta'birinİ kullanır.
[593] Zehebî merhum'un buraya özetlediği bu güzel izahını "Siyeri a'lâmı'n Nübelâ" adlı eserinde (Cild 1/298) çok tafsilatıyla anlatıp "Rabbine kavuşması dışında mü'mine gerçek bir rahat yoktur" deyip "biz kesinlikle biliyoruzki, Sa'd (r.a.) Cennet ehlinden ve en yüce şehitlerden biridir. Ey kişi! Sen herhalde, Cenneti kazanan kişiye birtakım sıkıntıların her iki cihanda ulaşmayacağını, korku ve elemi tatmayacağını sanıyorsun. Sen Rabbinden afiyet ve bizleride Sa'd'ların zümresi arasında hasretmesini dile" diye çok güzel bir nasihat yapmaktadır.
[594] İbni Sa'd Tabakat 3/433; İbni Ebî Şeybe 14/413.
[595] Vakidî Meğazî de bu rivayeti bulamadım Lakin İbni Sa'd bu isnad İle 3/433'te nakleder.
[596] îbni Sa'd 3/434; Müsned 3/316; Buharî Tarih-i Sağîr 1/173; Taberanî Kebîr 12/11; Buharı Sahih h. no 3803; Müslim 2466; ibni Mace 158; İbni Ebî Şeybe 12/142; BejŞavi şerhüs-Sünneh. no 3980,
[597] İbni Ebî Şeybe 12/İ42; İbni Sa'd 3/434; Taberani Kebîr 12/10; Müsned 3/23, 24; Hâkim 3/206.
[598] Müsned 6/456; îbni Ebî Şeybe 12/143; îbni Sa'd 3/434; Taberanî Kebir 12/12.
[599] Tirmizî 3848; Müsned 6/329; Tirmizî Şemail h. no 30; İbni Sa'd 3/435.
[600] Zehebî burada böyle nakleder ve bir ilave etmez. Lakin Siyer-i A'iamın nübelâsında (1/297) bu rivayetin ardından şu ta'lili yapar:
"Buradaki "arş" kelimesini "karyola" olarak açıklaması İbni Ömer'inmi yoksa Mücahid'in izahımı belli değil. Lakin "bu hiç faydası olmayan bir izahtır. Zîra hadisin diğer rivayetlerinde bu kelime "Rahman'ınarşı ve Allah'ın arşı" olarak kesin bir şekilde gelmiştir. Hem Arşda Allah'ın yarattığı birşey olup dileyince oda sarsılır. Böyle yapmasında Sa'dı sevdiğinin sembolize edilişi vardır. Nitekim Uhut dağının sallanışında da E-fendimize olan sevgini şiarı vardır." Zehebî sonra "Ey dağlar! Onunla (Davudla) beraber -zikirde- sizde yankılanın" (Sebe; 10) "Yedikat gök ve yer ona teşbih eder" Hiçbir şey yokki onu teşbih etmesin (İsra; 44)" âyetlerini ve Buharî'deki İbni Mesûd (r.a.)'ın "Efendimiz (s.a.v.) yemek yerken yemeğin teşbih ettiğini duyardık" hadisini nakledip (h. no 3579) sonrada, "bu geniş bir bab olup oraya ulaşmanın tek yolu îmandır" der. Zehebî merhum bu sözün İbni Ömer'e ait olmasını normal bulmuyor ve bu tenkidi yapıyorsada "karyola" yada "divan" dediğimiz bu izah tarzı aslında sahabe arasında bir kısmının kullandığı bir tabir olduğunu görüyoruz. Buharî Menâkibü'l Ensar da (63/12 hadis no: 3803) Ameş'ten Ebû Süfyan Talha b. Nafİ'nin Cabir'den şu naklini verir: Nebî (s.a.v.)'i "Sa'd'ın ölümüne arşı titredi" derken duydum. Yine devamla aynı İsnad ile A'meş'in, Ebû Salih a-racılığıyla Câbir (r.a.)'ın aynı hadisi söyleyince adamın biri Cabir'e, "sen böyle diyorsun ama Berâe b. Âzib ise (divan (yada karyola) titredi) diyor" dedi. Câbir'de [O nunu bu sözünden hayret etmişçesine Yani Berâe (r.a.)'nin de Evs kabilesinden olup Sa'd (r.a.) da Evsli olunca bu sözü nasıl söyler oysa ben Hazreçliyim) "Hazreç İle Evs arasında meydana gelen kavganın bıraktığı bir kin var. (buna Rağmen ben Sa'd'ın hakkını ketmedenem zîra) Rasûlüllah (s.a.v.)'ı Rahman'ın arşı Sa'd'ın ölümüyle sarsıldı" derken duydum] demiştir. Hâkim 3/207 Tabi burada Berâe (r.a.) bu yorumunu Muazı kötülemek için değil duyduğu bir şeyi nakil etmiş, Cabirde, "Berâeye bu sözü düşmanlık değil fakat bir hayret ifadesi olarak kullanmıştır. İbni Ömer Zehebî'ninde işaret ettiği gibi bu sözü söylemiş mi? Eğer öyle ise sonra bu sözünden döndüğü anlaşılıyor. Hem bu İbnİ Ömer'in "karyola" yorumlu hadisini Ata b. Es-Saib naklediyor ki Ata son zamanlarında zeka gerilemesi geçirmiş ve bilgilerini karıştırır olmuştu. Buharî "Ata'nın önceki rivayetleri sahihtir" derken İmam Ahmed de "Onu eskiden dinleyip alanın hadisleri sahih, daha sonrakiler birşey değildir" der. Bunda herkes İttifak halindedir. Bu yüzden Buharî onu şahit olarak alır. (Bak Zehebî Mizan 5641; İbni Ebî Şeybe 14/414 te İbni Ömer hadisini "karyola" yorumu olmadandır.
[601] İbni Sa'd 3/435; İbni Ebî Şeybe 14/414, 12/144; Tirmizî 3848; Buharî 63/12 Müslim 24/126.
[602] İbni Ebî Şeybe 14/414; İbni Hibban (İhsan) Sahih 9/90 h. no 6996; İbni Sa'd 3/435; İbni Ebî Şeybe 12/145; Buharî Sahîh 63/12, 59/8, 77/26; Müslim 24/126; Tirmizî J724, 3847; Nesaî Ziynet Bab 38; İbni Mace 157; Müsned 3/111, 112, 207, 209, 234, 238, 251, 277, 4/289.
[603] Beyh. S. Kübrâ 3/274; Buharı Hibe 51/28; İbni Mace 157; İbni Ebî Şeybe 14/413, 12/144; İbni Hibbân 9/91; İbni Sa'd 3/435.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/448-464
[604] İbni İshâk'ın bu naklini İbnİ Sa'd verir. Bak tabakat 3/420, 421, Sa'd (r.a.) İçin ayrıca bak; Tabakatü'l Halife s. 77, Buharı Tarih-i Kebir 4/65; İstîâb 4/163; Üsdü'I Gâbe 2/373, Tehzibü'l Kemâl 477.
[605]Tabakat 3/421.
[606] Bu daha önce de geçti. Ayrıca bak Tabakat 3/421.
[607] Tabakat 3/421; Siyer-i A'lamın nübdâ 1/285. Şeyh Şuayb Arnavut Siyeri a'lam'm dipnotunda, "Bu hadisin isnadı munkatı olup sahih değildir" İfadesini kullanır. Biz deriz ki Bu hadisin ravileri hep sikadır. Nevarki Ebû Mütevekkil sika. biri olup birçok sahabeye yetişmiş isede sahabe olmadığı için haber Mürseldir ve garibdic..
[608] İbni Sa'd Tabakat 3/420; Zehebî metninde anlaşılmaz bir yanlışlık vardı. Bilmiyorum el yazması, bilmiyorum dizgi hatası, biz bu yönden İbnİ Sa'd'i esas aldık.
[609] Bu kısmın birazı yukarda geçmişti. Lakin Uhut şehitleri anlatırken yeğeni Haris'in adı orada da şehit olarak geçer.
[610] Buharı Meğazî 64/2. Hadise şudur: İbni Mes'ûd, Sa'd'dan naklediyor:
- Müşriklerden Ümeyye b. Halef, Sa'dın Öteden beri arkadaşı olup Medineye gidince ona uğrar Mekke'de de Sa'd ona konaklarmış. Hicretten sonra Sa'd (r.a.) Ömreye gitmiş ve orada Ümeyye'ye "benim Beyti rahat tavaf edeceğim boş bir zamana bakıver" dedi. Öğleye yakın çıktılar. Orda Ebû Cehil rast geldi ve "Yâ Ümeyye, yanındaki kim?" dedi. O da "bu Sa'd" deyince, Ebû Cehl: "Bakıyorumda gayet güven içinde Ka'be'yi tavaf ediyorsun. Siz şu dininden dönen Muhammed'e sığındırdınız ve onu destekleyip yardım iddia ediyorsunuz, Eğer yanında Ebhu Saffan (Ümeyye) olmasa sen sag salim ailene dönemezdin" deyince Sa'd'da bağıra bağıra: "Vallahi beni bir kovda göreyim, bende sena bundan daha a-ğir gelen bir şeyden ticaret kervanıyın Medine yolunu keserim" dedi. Ümeyye Sa'd'a, "Yâ Sa'd! O bu vadinin lideridir. Ona yüksek sesle konuşma!" diye ikaz edip ısrar edince Sa'd, Ümeyyeye: "Bırak beni, ben Peygamber (s.a.v.)'den "Seni öldüreceğimizi söylediğini" duydum, dedi. Ümeyye müthiş korktu ve: Mekke'de mi? deyince Sa'd "bilmiyorum" dedi. Ümeyye durumu hanımına anlattığında "O bunu yapar" dedi. Ümeyye de vallahi Mekke'den çıkmam" dedi. Ebû Cehil Bedre giderken gelip Ümeyye'yi zorladı. O da çıkmak istemedi. Ebû Cehil "sen bu vadinin seyyidisin bizimle bir müddet gel yeter, sen geri kaldırsan diğerleride kalacak" dedi. Ümeyye b. Halef bir deve alıp yola çıkmak istedi. Hanımı durumu kendine hatırlattı ve "Medinelİ kardeşiyin sözünü unutma!" deyince o, "ben onlarla biraz gidip döneceğim dediysede çıkınca Bedre kadar vardı ve Allah canını aldı. Taberanî Kebîr 6/14. hadis no 5350.
[611] Bu konu geçti İbni Hişâm 3/276.
[612] İbni Hişâm 3/276.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/464-466
[613] Bu yanlış olsa gerek. Bu haberi veren Yûnus değil Cerîr b. Hazım'dır. Yûnus hadisi bundan sonraki (3) nolu dipnotun metnidir. Zaten Zehebî orada "Yunus b. Mükeyr de hadisinde şu ilaveyi yaptı" demesi de bunu gösterir.
[614] Kıssanın bir bölümü İbni Hişâm'da 3/269'da geçer, habe bu haliyle Beyhakî'nin Delâil'indedir4/3I.
[615] Beyhakî Delâil 4/32; îbni İshak burada Amr b. Su'da'nın geceleyin Kaleden kaçmış ve Muhammed b. Mesleme ile müfrezesine rast gelmiş idi. Sorulunca kendini tanıttı. Bu Amr, "ben asla Muhammed'i aldatmam" diyerek Kureyzalılarda harbe katılmamıştı, Muhammed onu tanıyınca "Allah'ım, İyilerin sürçmesinin diyetine beni mahrum etme" deyip onu serbes bıraktı. Oda Medine'ye gelip geceyi Mescidde geçirdi, sonra çekip gitti ve bir daha haber alınamadı. (Siyeri İbni Hişâm 3/269, Beyhakî aynı yer.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/467-468
[616] İbni Sa'd 2/78; Beyhakî Delâil 3/364, 368; İbni Hİşâm Sîre 3/297; Taberî Tarih 2/105; Vaki-dî Hadiseyi 2/535, 337rde Ka'b b. Malik ve Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm aracılığıyla daha uzun verir. Şunları ilave eder. O vakit Hubeyb ile iki arkadaşı Kureyşte esir olup bir zencire bağlıydı. Müşrikler Nebî (s.a.v.)'in Usfan'a geldiğini duyunca "Muhammed Ğamîm'e kadar Hubeybî kurtarmaya geldi. Ta Dacnân'a gelmiş, şimdi buraya gelecek" dediler. Bunu duyan Mûaviye adlı bir kadın, Hubeyb'e bunu bildirdi. O da, "Allah ne di Ğamîm'e kadar Hubeybî kurtarmaya geldi. Ta Dacnân'a gelmiş, şimdi buraya gelecek" dediler. Bunu duyan Mûaviye adlı bir kadın, Hubeyb'e bunu bildirdi. O da, "Allah ne dilerse onu yapar" dedi. Kadın da, onlar şimdi seni Öldürmeyip haram ayların çıkışını bekleyecekler, sonrada "gördünüz mü, Muhammed bizimle Haram aylarda bile savaştı, biz ise arkadaşını büe o ayda öldürmedik" diyecek; dedi. Efendimiz oradan "Aibûne tâibûne âbidûn, İt rabbinâ hamidûn Allahümme eûzü bike min va'sâİs-sefer.......duasını okuyarak medineye döndü.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/469
[617] İbni Hişâm Sîre 3/299; Taberî 2/106; Beyhakî Delâil 3/180; İbni Sa'd 2/20; Vakidî Meğazî 2/537.
[618] Üseyd b. Zuhayr mı, Üseyd b. Hudayr mı olduğunda raviler şek edip kimi öyle kimi böyle diyor.
[619] Beyhakî Delâil 4/186,187; îbni Hişâm 4/3, 4; Taberî Tarih 2/107,108.
[620] İbni Hişâm 4/4.
[621] İbni Hİşâm 4/4; Beyhakî Delâil 4/187, 188; Taberî 2/108; İbni Sa'd (bir kısmı) 2/81; Abdürrezzak 9395, 9715, 15812; Darakutnî 4/14; Ebû Dâvud 3316; (Lakin İmran b. Husayn (r.a.) ) rivayetidir. Müslim Cild 2/44; Humeydi Müsned 2/365; Said b. Mansur Sünen 2967.
[622] Müslim Cihad h. no 1807; İbni Sa'd Tabakat 2/80, 84; Beyh. Delâi! 4/182.
[623] Buharı Cihad 56/166; Beyh. Delâil 4/181.
[624] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/470-479
[625] Bu konuda Vakidî Megazî 1/9 ve İbni Sa'd Tabakat 2/6 da şu ön bilgileri verirler: Hamza'nın bu seferi Rasûlüilah (s.a.v.)'m Medineye hicretlerinin yedinci ayının başlarında ve Ramazan ayında idi. Medineye geldikten sonra Efendimiz (s.a.v.) ilk defa bayrak kullanma adetini bu Hamza (r.a.)'nın Seferinde yapmıştı. Bayrak beyaz renkli İdi. Hamza ile gönderdiği otuz kişinin yarısı Muhacirlerden diğer yansıda Ensardan iki. Vakİdî ve İbni Sa'd burada derki: Doğru olan hepsinin Muhacir oluşudur. Zîra Efendimiz Bedir harbine kadar Ensardan hiç kimseyi Cihad için sefere çıkarmamıştır. Çünkü onlar Efendimize "O-nu kendi yurtları İçinde koruma şartını" koymuşlardı. Bu görüş bizce daha sabittir.
Vakidî de burada Muhacirlerin ve Ensar'ın adım verirki şunlardır:
I- Ebû Ubeyd b. Cerrah.
2- Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabîa.
3- Ebû Huzeyfenin azatlısı Salim.
4- Âmir b. Rabîa.
5- Amr b. Sürâka.
6- Zeyd b. Harise.
7- Kennâz b. el-Husayn.
8- Mersed b. Kennâz.
9- Efendimiz (a.s.)'in kölesi Enese ve bir takım adamlar.
Ensardan da;
1- Übey b. Ka'b,
2- Umara b. Hazm.
3- Ubâde b. Essâmit.
4- Ubeyd b. Evs.
5- Evs b. Havlîy.
6- Ebû Dücâne.
7- Münzir b. Amr.
8- Râfi b. Malik.
9- Abdullah b. Amr b. Hıram.
10- Kutbe b. Âmir b. Hadîde ve adı verilmeyen diğerleri.
Vakidî bu Mecdî'nin adamlarının daha sonra Efendimiz (s.a.v.)'e geldiğini, onlara ikramda bulunup bu Mecdî hakkmda'da "İş düzgün biri idi" dediğini nakleder.
[626] Vakidî 1/9; İbni Sa'd 2/6; İbni Hişâm 2/223; Beyhakî Delâil 3/8; Taberî 2/404.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/479-480
[627] Vakidî 1/10; İbni Sa'd 2/7; İbni Hişâm 2/224; Beyh. Delâil 3/10; İbni AbdÜ'l Ber, Ed-Dürer s. 96.
[628] Veddan, Ed-Dar'a tarafında Cuhfeye yakın Ebva'ya altı mil mesafede Mekke Medine güzergahında bir yerdir.
[629] İbni Hişâm 2/236; Beyhakî Delâil 3/12; Buharî salat bahsinde Sehl b. Sa'd (r.a.)'tan bu hadiseyi Mescid-i Nebevî'de geçen bir olay olarak verir.
[630] İbni Hişâm 2/236; Beyh. Delâil 3/13.
[631] İbni Hişâm 2/238; Beyhakî Delâil 3/13.
[632] Abdullah b. Çalış b. Riâb el-Esedî (r.a.): İlk iman edip Habeşistana göç edenlerdendir.
Oradan Medineye geldi. Bedirde savaştı. Uhut harbinde müthiş yiğitlik gösterip orada şehid edildi. Cesedini müşrikler parçaladı. Harpten önce "Yarabbî! Beni çok güçlü bir kâfirle karşılaştırki beni şehid edip burnumu kulağımı kesip atsın. Yarın Mahşer günü huzuruna varınca sen, "Yâ Abdullah! burnun ve kulağın ne için kesildi?" diye sorasın da ben de, "senin ve Rasûiüyün yolunda" diyeyim. Sen de "doğru söyledin" buyurasm." diye dûa etmişti.
[633] İbni Hişâm 2/240; Bey. Delâil 3/15.
[634] Beyh. Delâİl 3/15; İbnİ Hİşâm 2/241; Vakidî 1/2.
[635] Vakidî 1/2, 3; Bey. Delâil 3/16.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/480-486
[636] İbni Hişâm 3/295, 296; Beyhakî Delâil 4/33, 34; İbni Sa'd Tabâkat 2/91.
[637] Buharî Sahih Meğazî 64/16; Hadis no 4038; Beyhakî Delâil 14/34.
[638] Buharî Meğazî 64/16; Beyh. Delâii 4/37.
[639] Buharı Meğazî 64/16. hadis no 4640; Beyhakî Delâil 4/36.
[640] Beyhakî Detâil 4/38; İbnü Abdit Ber Dürer.
[641] Beyhakî Delâil 4/38; Zehebî'nin atladığı bazı önemli yerleri kaynağa göre naklediyoruz.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/487-493
[642] Beyhakî 4/40; İbni Hişâm 4/237.
[643] İbni Hişâm Sîre 4/297; tbni Su'd 2/50; Vakidî Megazî 2/531; Beyhakî Delâil 4/42; Müsned 3/496.
[644] Müsned 3/496; Beyhakî 4/43; Ebû Davud da bunu Ebû Ma'mer aracılığıyla Abdü'l-Vâris'den nakleder.
[645] Beylıakî Delâil 4/41; İbni Sa'd Tabakat 2/50; Vakidî Meğazi 2/531, 533. Parantez arası Beyhaki rivayetidir. Zehebî orayı atlamış. Vakîdî bu hadiseyi İsmail b. Abdullah b. Cübeyr aracılığıyla Musa b. Cübeyr'den daha tafsilatlı olarak anlatır. îbni Sa'd da isim vermeden aynı kıssayı kısaltarak nakleder. Orada Abdullah'ın kaçıp bir mağaraya sığınışı, mağaranın kapısına örümceğin ağ örüşü ve bu olayın hicretten 54 ay sonra Muharrem a-yında olduğuna yer verir. Allah daha iyi bilir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/493-496
[646] İbni Hişâm 4/6; Beyhakî Delâil 4/46.
[647] Beyhakî Delâil 4/46; îbni Hişâm 4/7.
[648] Urve'nin rivayeti Beyhakî Delâil 4/44; Mustalıkoğulları ve Lihyanoğulllan seferi beşinci yılın Şa'ban ayında idi" şeklindedir. Bu aynı zamanda Taberî ve Halife b. Hayyat'ında görüşüdür. Zührî'nin rivayetini yine Beyhakî Delâil 4/45'te Musa b. Ukbe -Zührî isnadıyla "Sonra Rasûlüllah beşinci yılda Mustalık oğulları ve Lihyaıı oğullarıyla savaştı" diye nakleder.
[649] Beyh. Delâil 4/45.
[650] Vakidî Meğazî 1/404; Beyhakî Vakidî'den naklen 4/45.
[651] Görüldüğü üzere bu hadisede ekseriyet 6. ve 5'ci yıl diyor. Buharî'de İbni Ukbe'den "hicrî dördüncü yılda oldu" diye de bir rivayet varsa da bu bir kalem hatası olsa gerek. Yine Buharîde İbni Ömer'in Benî Mustalıq seferine gitmesi beşinci yılı doğrular. Hem Hz. Âişe'ye yapılan İftira hususunda Sa'd b. Muaz ile Sad b. Ubâde'nin çekiştiği bir gerçektir. Eğer hicrî 6'cı yılın Şa'ban ayında olsaydı Sa'd b. Muâz'tn adı geçemezdi zîra o Beni Kureyza gazvesini takİb eden günlerde vefat etmişti. O da hicri beşinci yılda idi.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/497-498
[652] Buharî Meğazî 64/70; Müslim Cihad 1764 (59); Müsned 2/452; Beyhakî Delâil 4/78.
[653] Müslim Cihad 1764.
[654] Beyhakî Delâil 4/79, 80; Zehebî bunu tamamen kısalttığı için biz tercemeyi Beyhakîden yaptık. Aynı kıssayı İbni Hişâm 4/254'te îbni îshâk'tan nakledersede biraz değişiklik vardır.
[655] Bu yorum aslında Beyhakî'ye aittir ve daha geniştir. Bak Delâil 4/81.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/498-501
[656] EI-Gamr Benî Esed'e ait bir su olup Feyd'den iki gece uzaklıkta bulunmaktadır. Zehebî bu kıssaları nedense Vakidî'den değilde Beyhakî'nin Delâil'inde (4/82) Vakidî'den kısaltarak yaptığı nakli tekrarlar. Biz Tercemede Vakidî metnini esas aldık.
[657] Vakidî 2/550; İbni Sa'd 2/84, 85; İbni Abdil Ber El-Istîab 1/191, NihâyetÜ'l îrab 17/203, Uyûnü'l Eser 2/103; Tarihü Halife b. Hayyat sayfa 85.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/501-502
[658] Medine'den Rabze'ye giderken yirmi dört mil mesafede bir yerdir. Sa'lebe ile Benû Aval boyu orda otururdu.
[659] Vakidî 2/552; İbni Sa'd Tabakat 2/86; Beyhakî Delâil 4/83; Uyunü'l Eser 2/105; Uyûnü't Tarih 1/248.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/502-503
[660] Vakidî Meğazî 2/551; İbni Sa'd Tabakat 2/85; B. Deİâil 4/83; Uyunü'I Eser 2/104; Uyunul-Tarih 1/248; Bu kıssa Vakidî ve diğerlerinde bundan önce iken Zehebî ve Beyhakî bu şekilde alırlar.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/503-504
[661] İbni Sa'd 2/86; Taberî 3/İ55; Nihayetü'l Irab 17/505; Beyh. Delâil 4/84.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/504
[662] Et-Taraf Medineler otuz altı mil uzakta Merka'ya yakın, bir suyun adıdır.
[663] Vakidî 2/555; Beyh. Deİâil 4/84; İbnİ Sa'd 2/87; İbni Hişâm 4/237.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/505
[664] Vakidî 2/553; İbni Sa'd 2/87; Beyh. Delâil 4/84.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/505
[665] El-Hısmâ Şam, tarafındaki çölde Vadi'l Kurâ'ya iki günlük mesafededir. Hışma Tebük'ten görünür. Mucemü'l Buldan 2/258.
[666] Vakidî Meğazî (Terceme Vakidî'ye göre yapılmıştır) 2/553, 559; İbni Sa'd Tabakat 2/88; İbni Hişâm Sîre 4/235; Beyhakî Delâil 4/84; Taberî Tarih 2/! 10; Uyûnû't Tarih 1/249, 250.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/506-508
[667] İbnü Sa'd Tabakat 2/89.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/508
[668] Fedek, Hicazda Medine'ye iki üç günlük meşalede bir köydür. Orasını Allah Rasfilü sulh ile ele geçirmişti.
[669] Vakidî Meğazî 2/562; İbni Sa'd Tabakat 2/89; Uyunü'l Eser 2/109; Taherî tisi kaynak.
[670] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/509
[671] Vakidî 2/560, 561; İbni Sa'd 2/89; İbni Hişâm 4/242; Taberi Tarih 2/1015; Uyûnü'I Eser 2/108; Beyh.Delâil 4/85.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/510-511
[672] Buharî Hudud 86/17; Megazî 44/Babü kıssati Ukl. Müslim Kasame ve!-Muharibîn 1671; İbnü Sa'd Tabakat 2/93; Vakidî 2/563; Ebû Dâvûd 4364; Tirmizî Taharat 72; Nesâî 7/93, 101 İbni Mâce Hudud h. no 20; Müsned 3/163; 177, 198.
[673] Müslim 1671; Beyh. Delâil 4/87.
[674] Buharı Hudud 86/17'de verir. Beyhakî 4/88'de bundan sonra şu ilaveli rivayeti Ebûz Zübeyr aracılığıyla Câbir'den şöyle nakleder: "Efendimiz bunların yaptığını duyunca: Allah'ım! Yolları onlara gösterme, onlara devenin sıkmasından daha dar getir" diye beddua etti. Onlar yolları şaşırıp gidenler onlara çabucak ulaştı......
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/512-514
[675] Ye'cec Mekke'ye sekiz mil uzakta bir yerdir. Mucemü'l Bİldan 5/424.
[676] İbni Hişâm Sîre 3/58.
[677] İbni Hişâm 3/69, 70.
[678] Musa b. Ukbe'nin bu eseri hala tam olarak mevcut değilse de Beyhakî Merhum onu ve İbni İshâk'ı Delâİl'inde yaşatmıştır.
[679] Ebû Dâvud 2240; Tirmizî 1143.
[680] İbni Mace Diyet 31; Cihad 147; Ebû Davud Diyet 11/2240; Daramı Siyer/58; Müsned 2/360, 4/397, 5/250, 6/180, 215.
[681] Ebû Davud Talâk/24; Tirmizî Nikâh/42; İbni Mace Nikah/60; İbni Hişâm 3/60; Zehebî Mucemûş-Şüyuh Sayfa 70 rakam 12.
[682] İbni Hişâm 3/61.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/514-518
[683] îbnü Hişâm 3/237; İbnü Sa'd Tabakat 2/92; Vakidî 2/566; Vakidî konuyu uzun alır.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 3/518-519