Amvas Vebasında Ölenler Ebu Ubeyde (R.A.)
Vefat Olayları Şurahbil B.Hasene
Bu Yılda Meydana Gelen Diğer Olaylar
Vefat Olayları Safvan B. El-Muattal
Bu Yıl Medine'de Ölenler Utbe B. Gazvan'ın Kölesi Habbab (R.A.)
Hicri Yirminci Yıl Mısır'ın Fethi
Ölüm Olayları Hz. Bilal B. Rabah El-Habeşî
Said B. Âmir B. Hızyem El-Cümehî
Hz. Safiyye Binti Abdül-Muttalîb
Hicri Yirmi Birinci Yıl Olayları
Kahire Ve İskenderiye'nin Fethi
Nihavend Savaşıyla İlgili Taberî'nin Rivayeti
Yezdecürd Hazinesinin Ele Geçişi
Bu Yıl İçindeki Vefat Olayları Ebu Haşim
Tuleyha B. Huveylid B. Nevfel El-Esedî
Hicri Yirmi İkinci Yıl Olayları
Bu Yılın Diğer Olayları El-Bab Şehrinin Fethi Ve Türklerle Savaş
Hicri Yirmi Uçuncu Yıl Olayları Fesa Ve Dârabecird Şehirlerinin Fethi
Bu Yılın Vefat Olayları Katade B. Nu'man (R.A.)
Hz. Ömer (R.A.)'In Hanım Ve Çocukları
Hz. Ömer'in Hilafeti Döneminde Ölenler
Taberi, Şuayb, Seyf-îbnu Rufeyl isnadıyla Rufeyden şöyle nakleder:
Rüstem. Atîq nehri kıyısında geceleyip, sabahleyin ordusunu saf tutturarak ilerleyip İslâm askerlerinin bittiği yere varıp oradaki bulunan köprü başına geldi. Zühre adlı bölük komutanını görüşmeye çağırdı. Zühre gelip karşısına durunca Rüstem onu birtakım şeyler vererek sulha razı etmeye çalışarak: "Siz bizim komşulanmızsınız. Bir kısmınız bizim idaremizde idi. Biz onların civarına ihsanda bulunurduk. Onlara dokunacak zararları defeder, onlara yumuşak davranan valiler atar ve onları korurduk. Onlara kendi otlaklarımızı açar, ülkemize ticareti serbest bırakırdı. Böylece sulh içinde geçinip gederlerdi." diyerek açıkça olmasa da sulhu teklif ediyordu. Zühre ona: "Doğru diyorsun, o zaman dediğin gibiydi. Ama şimdi durum o değil. Bizim isteğimiz onlarınki değil, bizim isteğimiz dünya değil ahirettir. Dediğin gibi önce biz size el açar ve elinizde bulunanlardan isterdik. Sonra
Allah bize bir Peygamber gönderdi. Biz de ona uyduk. Allah, Peygamberine: "Ben bu ümmeti benim dinime uymayanlara musallat ettim. Onlardan intikamımı bunlarla alıyorum. Bu dinde kaldıkları sürece zaferi onlara vereceğim. O hak dini olup ondan ayrılan kim olursa olsun zelil olur. ona sarılan da izzet bulu." dedi. Rüstem: "O din nedir?" deyince Zühre:
-O dinin "o olmazsa olmaz" denilen esası şahadetlerdir, Peygamberin Allah katından getirdiği gerçeklerin aynen kabulüdür, dedi.
Rüstem, "Bu ne güzel şey! Daha ne var?" dedi. O da:
-"İnsanlar Adem ve Havva'nın çocukları olarak aynı anne ve babadan olan öz kardeşlerdir." dedi. Rüstem: "Ne kadar güzel! Peki ben ve yanımdakiler bu dini kabul etsek siz dönüp gidecek misiniz?" deyince Zühre: "Vallahi öyle olacak, ticaret gibi ihtiyaçlar dışında bir daha gelmeyiz." dedi. Rüstem: "Vallahi sen doğru söyledin, ama İranlılar Erdeşifin Kisra oluşundan beri kendi idarelerinde bulunup da sonra ayrılan aşağı insanlara haddini aşıp kendi eşrafına döndü diyerek onları zelil ettiler." deyince Zühre: "Biz insanlar için en hayırlı insanlarız. Biz senin dediklerin gibi olamayız. Zayıflar konusunda da Allah'a itaata mecburuz. Allah'a isyan edenler de bize zarar veremez." dedi. Rüstem dönüp İran ileri gelenleri topladı ve Zühre'nin teklifini müzakere etti. İranlılar hemen reddettiler. Bunun üzerine Rüstem onlara: "Allah sizin gibi dostları uzak ve perişan etsin." diye kızdı.
Rufeyl der ki: Rüstem oradan ayrılınca ben onunla gitmeyip Zühre'nin yanma gittim. İşte benim müslüman oluşum böyle oldu. Aslında ben İran asıllı olmadığım halde Rüstem'in katında onlardan biri kabul edilirdim orada müslüman olunca Şa'd bana aynen Kadisiye'ye gelen gaziler gibi muamele edip onlara verdiği ganimet hissesinden bana da pay verdi.
Hz. Sa'd (r.a.), Muğira, Büsr b. Ebi Ruhm, Arfece, Huzafe b. Mıh-san, Rıbî b. Amir, Kırfe, Mez'ûr, Mudârib ve Ma'bed b. Mürra gibi arap dahilerini topladı ve "Ben sizleri temsilci olarak İran ordusuna yollayacağım, nasıl davranacaksınız?" deyince: "Senin emrine uyacağız, ama ortaya senin talimatının dışında bir şey çıkarsa o zaman uygun olanın en iyisini ve insanlara en yararlısını seçer ve onlara onu teklif ederiz." dediler. Sa'd da: "İşte bu işini sağlam yapanların tutumudur." dedi. içlerinden Rıb'î b. Amir:
-"İranlıların kendine has görüş ve âdabları vardır. Biz hepimiz birden onların yanma gidersek bizim onlara çok değer verdiğimiz görüşüne kapılırlar. Onun için onlara bir kişi gönderin, yeter." dedi. Hepsi bu görüşü doğru buldular. Sa'd da Rüstem'e Rıb'î'yi yolladı.
Rıb'î köprüye varıp Rüstem'le görüşme talebinde bulundu. Rüstem ayan heyeti ile görüşüp "Bunları nasıl karşılayalım övünelim mi onları küçümseyelim mi? deyince hepsi de, müslümanları hakir görmek hususunda söz birliği ettiler. Zinetleri çıkarıp yaygıları ve dayanma yastıklarını serdiler, her türlü süslemeyi yaptılar. Rüstem'e altından işlemeli bir taht hazırladılar. Rüstem altın sırmalı kıyafetini giydi. Sim işlemeli yastıklar serildi. Rıb'î kısa dolgun atına binmiş, parlak kılıcını kuşanmış bir halde geldi. Kılıcının kını bile eski elbise parçalarından sarılarak yapılmıştı. Mızrağı bir deri kabın içinde idi. Yanında yayı ve oku da vardı. Rüstem'e doğru en yakın sergiye kadar geldiğinde: "Atından in!" denildi. O da atını yaygıların üzerini sürüp at yastıklarına basınca inip atını iki yastığa bağladı. Sonra yastıkları parçalayıp ipi içinden geçirdi. Acemler onu men edemediler, sadece hakirsediklerini gösterdiler. Rıb'î onların maksadım anladı ve onları zor durumda bırakmak istedi. Rıb'î'nin üzerinde çukuru çıkmış bif. gömleği vardı. Kaftanı atının abası olup onu yırtarak zırh gibi sarılıp
ortasından bir urganla bağlamış, başına - tolga yerine- örtüsünü sarmıştı. Rıb'î arapların en gür saçhsıydı. Başında dört belik şeklinde ördüğü saçları tıpkı yaban tekesi boynuzları gibi dimdik idi. Ona: "Silahım bırak!" dediler. O: "Ben buraya kendi isteğimle gelmedim ki sizin arzunuzla silahımı çıkarayım. Eğer bu kıyafetimle gelmemi istemiyorsanız, döner giderim." dedi. Durumu Rüstem'e söylediler. "Onu bırakın, o bir tek adamdır." dedi. Rıb'î de sivri ucu kabından çıkmış olan mızrağına baston gibi dayanarak ufak adımlarla yastıkları ve sergileri delerek yürümeye başlayınca değdiği ne kadar yastık örtü sergi varsa mahv etti. Rüstem'e yaklaşınca korumalar onu tuttular, o da toprağın üzerine oturdu, mızrağım döşemeye dikti. Niye böyle yere oturduğu sorulunca: "Biz sizin şu süslerinizin üzerine oturulmasını mubah görmüyoruz." dedi. Rüstem: "Sizi buraya getiren sebep ne?" diye sorunca Rıb'î:
-Bizi yollayan Allah'tır. O bizi, buraya dilediğini kullara kulluktan kurtarıp Allah'a kulluğa götürelim, dünya darlığından ahiret bolluğuna ulaştıralım, dinlerin zulmünden İslâm'ın adalaletine kavuşturalım diye getirdi. Bizi bu dine davetçi olarak yolladı. Bu davetimizi kabul edeni biz de kabul eder, geri döner gideriz. Kabul etmeyenlerle Allah'ın va'di gerçekleşene kadar savaşırız, dedi.
-Rüstem: "Allah'ın va'di ne?" diye sorunca: "Daveti kabul etmeyenlerle savaşırken ölene Cennet!" dedi. Rüstem de: "Biz bunu daha önce de duyduk idi. Bize, bizim de sizin de bu konuyu iyice düşünmek için bir süre tanımanız mümkün mü?" dedi. Rıb'î: "Evet, ne kadar, bir gün mü iki gün mü?" deyince Rüstem: "Hayır, Hayır! Biz danışmanlarla ve idarecilerle yazışıp netice alana kadar." dedi. Böylece o hem süre kazanarak müdafa yapmayı, hem de yakınlaşmayı planlıyordu. Rıb'î ise: "Bizim Peygamberimizin sünnetinde ve imamlarımızın (halifelerin) tatbikatında bize harp ilan eden düşmana üç günden fazla süre vermek yoktur. Biz üç gün size dokunmayız. Bu süre konuyu görüşün ve sonunda üç şeyden birine, ya İslâmı kabule, ya cizye verip tebeiyyeti kabule ya da dördüncü gün savaş yapmaya karar verin. Harbe biz değil önce siz başlayacaksınız. Arkadaşlarım adına bu işin kefili benim." dedi. Rüstem: "Onların lideri sen misin?" deyince: "Hayır, ama müslümanlar birbirlerine bağlı vücud organları gibidir. Onların en küçüğü en büyüğü adına koruma garantisi verir ve geçerli olur." dedi.
Rüstem İran liderleriyle baş başa kalıp onlara: "Şimdi görüşünüzü bildirin bakayım, daha önce bu adamın sözünden daha açık. daha haysiyetli bir söz duydunuz mu?" deyince onlar: "Senin bu teklife kapılıp dinini bırakmandan Allah korusun, bu köpeğe mi kapılıyorsun. Elbisesini görmedin mi?" dediler. Rüstem de: "Yazıklar olsun! Elbiseye değil, söze, görüşe ve ahlaka bakın. Araplar elbise ve giyeceği Önemse-meyip şereflerini koruyorlar. Elbiseleri sizin gibi süslü değil ama onlar bu konuda sizin gibi düşünmüyorlar ki." deyince İranlı idareciler üzerine yürüyüp silahını alarak onu bundan vazgeçirmek istediler. Rüstem "İsterseniz ben size gösteri yapayım." deyip kılıcını bir sıyırdı ki, sanki ateş yalımı. "Kılıcını kınına sok!" dediler. O da kılıcını kınına sokup sonra onların çelik kalkanlarına vurdu, onlar da onun deri kalkanına vurdular. Deri kalkanına birşey olmazken onların çelik kalkanları parçalandı. Sonra: "Ey İranlılar, siz yemeği içecekleri ve elbiseyi büyük görüyorsun biz ise onları önemsemiyoruz." deyip bu süre meselesini görüşmeye koyuldular.
Ertesi gün Rüstem: "Yine aynı adamı yollayın!" diye haber saldı ise de Sa'd (r.a.) bu kere Huzeyfe _b. Muhsin'i gönderdi. O da aynen RıbTnin kılığında onların yanına vardı. Kendisine "atından in" deni-
linçe o da Rıb'î gibi cevap verip Rüstem'in yanına geldi. Rüstem: "Ne oldu dünkü arkadaşın gelmedi de sen geldin?" deyince: "Bizim komutan her halükarda aramızda adaletli davranmak ister, şimdi nöbet bende!" dedi. Rüstem ona da ne için geldiklerini sorunca Huzeyfe de aynen arkadaşının söylediği şeylere yakın sözlerle cevap verdi. Rüstem onun da aynı şeylerde direndiğini görünce Huzeyfe'yi geri yollayıp arkadaşlarına: "Yazıklar olsun benim gördüğüm gerçeği göremiyorsunuz. Birincisi dün bize gelip bizim büyüklediğimiz şeyleri hafife alıp bize toprağımızda baskın geldi. Atıyla yastıklarımızı çiğneyip onu onlara bağladı. Aklının üstünlüğü yanında bir de uğur ondan yana idi. Bugünkü gelen de şöyle şöyle idi, diyerek onları kızdırdı. Onlar da ona kızdılar.
Ferdası gün yine adam istediklerinde Sa'd bu kere Muğire b. Şu'be'yi yolladı. O da köprüyü geçip yanlarına vardığında yine İranlılar süslü püslü olarak onu karşılayıp Rüstem'e haber salıp izin aldılar. Müslümanlara karşı böbürlenme tavırlarında bir değişiklik yoktu. Muğira varıp Rüstem'le beraber tahtına ve minderinin üzerine oturdu. Acemler fırlayıp onu indirerek yere sürçtüler. Muğira: "Bize sizden akıllı diye bahsederlerdi. Ben sizden daha akılsız bir toplum görmedim. Biz müslümanlar hep aynı seviyedeyiz, birimiz diğerini köle edinmez ben de bizde olduğu gibi sizi de birbirinize eşit davranır sanmıştım. Ama böyle yapmakla bana birbirinizi Rab ettiğinizi haber vermeniz iyi oldu. Bu iş sizin aranızda iyi birşey değildir. Biz asla böyle yapamayız. Beni buraya siz davet ettiniz, ben kendiliğimden gelmedim. Bugün anladım ki işiniz muzmahil olmuş, artık siz mağlup sayılırsınız. Zira bu ahlak ile hiçbir idare ayakta kalmaz. Bu akılla devlet yürümez." dedi.
İranlıların ayak takımları bunu duyunca hoşlarına gitti ve: "Vallahi arap doğru söylüyor!" dedi. İran ayanı da: "Vallahi bu arap öyle bir laf ortaya attı ki artık kölelerimiz ona kaymaktan kendilerini asla alamayacaklar. Allah bizden öncekilerimizi kahretsin! Şu ümmetin ortaya attığı şeyi nasıl hakir görmekle ne ahmaklık etmişler!" diye söylendi. Rüstem ise meydana gelen etkiyi yok edebilmek için mizaha alarak: "Ey arap! Şu kralların etrafındaki adamlar çok kere kralın razı olmayacağı işleri yaparlar, böylece krala layık olan güvenin kırılacağı korkusu ile bundan uzak durmuş olacaklarını sanırlar. Ama vefa ve hakkın kabulü hususu senin arzu ettiğin şekilde olacak" deyip, Muğira'nın silahlarını iplik eğirdikleri eğ'e benzetti, kılıcının neye değersiz olduğunu sordu. Muğira da: "Görüntüsü değersiz darbesi çeliktir." dedi. Rüstem: "Sen mi yoksa ben mi söze başlayacağım?" deyince, Muğira: "Beni çağırtan sen olduğuna göre sen başla!" dedi.
Rüstem tercümanını araya koyup konuşmaya başladı, İran milletini övüp, kendi idarelerinin üstünlüğünü bahisle: "Hâla düşmanlarına galip ve milletler içerisinde en şereflisi olarak bu ülkelere hakimiz. Hiçbir kralın bizim gibi izzet, hakimiyet ve şerefi olmamıştır. İnsanlara karşı biz zafere erdirilmişiz, bize karşı olanlar zafere ulaştırılmadı. Bir iki gün ya da bir iki ay günahlardan dolayı aksine gitti. Allah intikamını alıp razı olunca bize izzet ve gücümüzü verir, düşmanları kötü günde perişan ederiz. Hem bize göre işi sizden daha maskara bir ümmet yoktur. Siz geçimi pek dar bir millettiniz. Biz sizi adam bile saymazdık. Arazilerinizde kıtlık ya da yıllar kurak geçerse bizim taraflardan yardım dilenirdiniz. Biz de size hurma, arpa ve katık verilmesini emrederdik. Şimdi sizin buraya kadar geliş sebebinizin ülkenizdeki yoksulluk olduğunu anlıyorum. Komutanınıza elbiseler, katırlar ve bin dirhem verelim, her birinize birer yük hurma ile ikişer elbise verelim de dönüp gidin. Benim sizi öldürmek ya da esir etmek gibi bir hevesim yok." dedi.
Muğira ona cevaben şunları söyledi:
-"Allah'a hamd ve sena olsun. Herşeyi yaratan ve rızıklarını veren Allah'tır. Birşey yapan onu kendi için yapar. Senin, kendini, ülkenin düşmanalara olan galibiyet ve hükümranlığınızı ve dünyadaki azamatli sultanlığınızı bahsetmene gelince, biz onu iyi biliyor ve inkar etmiyoruz. Allah bu işi size nasib etti ve o gücü size verdi. Bizim hakkımızda dediğin, vaziyetin kötülüğü, geçim darlığı ve aramızdaki ayrılıkları da biliyor ve inkar etmiyoruz. Allah bizi bununla denemiş ve bizi ona ulaştırmıştır. Dünya —paylaşılmaya müsait- daima geçen akçe gibidir. Biz hâla dünyada dar geçimlilerin servete, refah içindekilerin de darlığa dönüştürülünceye kadar bir uğraş verdiklerini görüyoruz. Eğer sizler Allah'ın size bağışladığı bu nimetlere şükretseydiniz, bu şükrünüz size verilenleri koruyacaktı. Şükrünüzün zayıflaması bu değişikliğe sebep oldu. Biz bu sınandığımız şeyden dolayı nimetleri inkar edip nankör olsaydık bize peş peşe gelen şeylerin en büyüğü Allah'ın rahmetini ve ikramını bizden alıp başkasına vermesi olurdu. Ama durum sizin sandığınızdan başkadır. Yahut siz Allah'ın bizim aramızda bir Peygamber gönderdiğini biliyorsunuz..."
Sonra Muğira sözüne aynen Huzeyfe b. Muhsin'in dediği gibi söyleyip, şöyle bağladı: "Eğer seni himayemize almamıza razı olursan bize maskara halde cizye vergisi ödeyen bir köle olursun, bunu da kabul etmezsen kılıçtan başka çare yok." Bunu duyan Rüstem'in öfkesi kabardı, müthiş homurdamp: "Yarın sabah güneş daha kuşluk yerine yükselmeden hepinizi öldüreceğim." diye güneşe yemin etti. Muğira da geri döndü. Rüstem İranlılarla baş başa kalınca:
-"Bundan sonra bakın bakalım onlar nerde siz nerde? (Bundan Önce gelen iki kişi sizi tasa ve zor duruma sokmamışmıydı?). Sonra bu herif geldi ki, hepsi aynı üslubu kullanıyor, aynı tarzda aynı işte, tek vücul halinde, vallahi bunlar yalancı olsalar da doğru olsalar da gerçek yiğil insanlardır. Vallahi bunlar aralarında çekişmeye düşmemek sırrına akılları ve korunmayı becermeleri ile ulaşmışlarsa arzu ettikleri hedefe ulaşmak için onlardan daha ilerde bir topluluk olamaz. Eğer sözlerinde sadık kimseler ise bunlar hiçbir şey engel olamaz." dedi. Lakin İranlılar inadlarında ısrarla yiğitlik iddiasında bulundular. Rüstem de: •'Vallahi kesinlikle biliyorum ki siz benim bu dediklerime kulak veriyorsunuz ama şu haliniz sadece riya ve gösteri içindir." dedi.
Taberi, isnadı ile Tufeyl'den şunu nakleder:
-Rüstem Muğire dönerken onunla adamlarından birini yollayıp ona: "Eğer Muğire köprüyü geçince onu tutan halatlarını kesip arkadaşlarına varmaya kalkacaksa sen Muğire'ye: 'Bizim hükümdarımız Müneccimdir, senin hakkında fala bakıp hesap yaptı, buna göre yarın senin gözünün biri patlatılacak.' diye bağır." diye tenbih etti. Bu adam oraya varıp, bu sözü Muğira (r.a.)'a söyleyince o da: "Bana hayır ve sevaba ulaşacağım birşey müjdeledin, bu günden sonra sizin gibi müşriklerle cihat etmeyeceksem öbür gözümün de patlatılmasını isterdim." dedi. Bu elçi m üs İtim ani arın Muğire'nin sözü ve basireti hoşlarına giderek gülüştüklerini görüp, bu gördüğü ve duyduğu şeyleri Rüstem'e ulaştırdı. Rüstem de İran ayanına: "Ey İranlılar, benim sözümü dinleyin! Allah'ın size gönderdiği bir belası var ki, ondan kendinizi kurtarmaya muktedir değilsiniz." dedi.
Süvariler köprüde karşılaşıyor ama müslümanlar üç gün süre asla onlara saldırmadı, onların saldırılarına engel oldular.
Taberi bu karşılıklı gidip gelmelerin birkaç defa vukuunu bildirdikten sonra der ki: 'Rüstem, siz mi bizden tarafa geçeceksiniz, yoksa biz sizden tarafa mı geçelim." dedi. müslümanlar: "Siz bizden tarafa geçin!" dediler. Elçiler Rüstem'in yanından yatsın sırası ayrıldılar. Hz.. Sa'd insanlara: "Yerinizden ayrılmayın!" diye haber saldı. Sonra İranlılara: "Nehri nasıl geçeceksiniz?" diye haber saldı. İranlılar "köprüden" diye isteklerini bildirince: "Hayır, bizim sizi yenerek aldığımız yeri size geri vermiş olamayız! Kendinize köprüden başka bir geçiş aleti yapın." dedi. Onlar da sabaha kadar eşyaları ile Fırat'ın Atik kolu üzerine bir set yapmaya uğraştılar.
Rüstem o gece rüyasında gökten bir meleğin inip arkadaşlarının dirhemlerinin eskilerini alarak üzerine damga vurup sonra da bunları gökyüzüne çıkardığını görüp çok üzülmüş yakınlarına bunu bahsedip: "Allah bizi ikaz ediyor, İranlılar beni kendime bıraksalardı ben bu ikazdan yararlanacaktım. Görmüyor musunuz zafer bizden alınıp talih rüzgarı düşmanımızla beraber. Biz onlarla ne işte ne sözde yarışabiliriz.'" diye yakındı.
İranlılar nehri geçince saflarını almaya başladı. Rüstem tahtına yerleşip üzerine çadır kurdu. Ordunun merkezine on sekiz fil yerleştirilip üzerine mahfeller cengaverler yerleştirildi. Sağ ve sol taraflara da yedi sekiz fil getirilip yine üzerine mehfel ve cenkçi yiğitler yerleştirildi. Calinus'u sağma Birzân'i soluna aldı.
Kisra Yezdecürd, Medayin'deki sarayının kapısından Rüsîem'in bulunduğu yere kadar birbirini işitebilecek mesafelere insanlar yerleştirip Rüstem'in hareketini haber alıyordu.
Müslümanlar saflarını almaya başladı. Zühre ile Asım, Abdullah ile Şurahbirin arasına yerleştirildi. Orada: "Ey insanlar haset Cihat dışında asla helal olmaz. Artık cihat için birbirinizle kıskançlık ve yarış edin." diye tellal çağrıldı.
O gün Sa'd (r.a.) kusma ve siyatik hastalığına yakalandığından ne oturabiliyor, ne de bir şeye binebiliyordu. Oradaki otağında bir dam
yaptırıp üzerine çıkmış bir yastığın üzerine göğsünü koyarak yüz üstü askerleri kontrol ediyordu. Talimatlarını yazıp bir bez içinde aşağıda bekleyen Halid b. Urfuta'ya atıyordu. Sa'd bizzat olayı görüp kontrol etmemiş olsa Halid onun vekili gibi olacaktı. Halid'in vekil olması bazılarını kızdırdı, ve dedikodu başladı. Sa'd (r.a.) da: "Beni kaldırın!" dedi, kaldırdılar. İnsanları görünce bu ihtilafa kızdığı için onlara darıldı ve: "Vallahi şu anda düşmanınız karşınızda olmasaydı sizi aleme ibret yapardım." deyip elebaşlarını kelepçeye vurup hapsettirdi. Bunun üzerine Cerîr: "Ama ben Rasulullah'a biat ederken, Allah'ın kendine devlet idaresini verdiği kişiye aslı Habeşistanlı bir köle olsa bile sözünü dinleyip itaat edeceğime söz vererek biat ettim." dedi. Sa'd ileri gelenlerin bir kısmını ve şarap şiiri okuyan Ebu Mihcen'i hapsetti.
Sa'd, hicri on dördüncü yılın Muharrem ayında Pazartesi günü, orduya şöyle bir hutbe okudu: "Allah, mülkünde ortağı olmayan haktır. Sözünde hilaf yoktur. Allah (c.c.): "Biz Zikr'den sonra Zebur'da şüphesiz yeryüzüne benim salih kullarım varis olacak." buyurdu. İşte rabbinizin verdiği söz ve miras. Onu size üç yıldır helal etti. Siz şimdi o mirastan yiyip içiyor ve ona sahip olanlarla çarpışıyorsunuz. Onlardan vergi ve esir alıyorsunuz. Şimdi onlar karşınıza geldi. Siz arapın yüz akı ve Önderlerisiniz. Eğer dünya meselesinde önemsiz, ahiret içinde rağbet ederseniz, Allah dünya ve ahireti size birlikte verir. Gevşer, dağılır ve zayıflık gösterirseniz, gücünüz kırılır." Sonra orduda bayrak taşıyan her gruba, kendi hastalığı sebebiyle Halid b. Urfuta'yı tayin ettiğini, onun kendi emri ile hareket edeceğiniz" yazdı ve herkesin gönül rızasını aldı.
O gece Sa'd'ın emriyle Kays b. Hübeyra, Galib, İbnu Huzayl el Esedî, Büsr b. Ebî Rühm el-Cühenî, Asım b. Amr, Rabi'l b. Bilal, ve Rib'î b. Amir kalkıp cihada teşvik konuşmaları yaptılar.
İranlılar da aynısını yapıp kaçmayacaklarına söz verip, otuz bin kişi birbirine zincirle bağlandı.
Şa'bi'nin dediğine göre, İran ordusu yüz yirmi bin kişi olup, otuz filleri vardı. Her filin etrafında dört bin muharib bulunuyordu.
Her iki ordu oradaki hendekle Atik nehri arasındaydı. Sa'd orduya cihat suresini okumalarını emretti. Onlara dört tekbir eetirece&ini, dördüncüde hep birden düşmana hücum etmelerini söyledi.
Böylece karşı karşıya geldiler. Galib b. Abdullah düello için meydana çıktı ve şiir okuyarak meydan okudu. Hürmüz ona karşı geldi. Galib onu esir edip Sa'd'a getirdi. Asım b. Amr da şiir okuyarak çıktı. İranlı bir süvariye saldırdı. Adam kaçınca ardına düştü. Başka birine rastladı. O da katırını bırakıp arkadaşlarına sığındı. Asım da katır ve yükûnunu alıp getirdi. Meğer o kralın ekmekçisi olup yük de onun yi-yecekleriymiş.
İranlılar süvari grubunun üzerine fillerle yürüyünce atlar fillerden korkup ürktüler ve üzerlerindekiyle dağıldılar. Fillerin karşısında sadece piyadeler kaldı. Sa'd diğer birliklere yardım çağrısı yaptı. Onlar gelip filleri duruttu.
İşte bu sırada Sa'd (r.a.) dördüncü tekbiri getirdi. Müslümanlar hep birden hücuma geçti. İranlılar da fillerle saldırdı. Her filin üzerindeki zırhta yirmi asker vardı. Hz. Sa'd, "Bu fillere bir çare bulunmasını emretti. Temim oğulları tamam deyip önce filin üzerindekilere ok yağdırıyorlar. Sonra filler geri dönünce zırhı tutan kolanları kestiler. Fillerin hevdeçleri düşünce filler çırılçıplak kaldı.
Gün batana kadar çarpıştılar. Gece karanlık basınca herkes kendi kampına çekildi.
O gün Esed oğullarından beş yüz kişi vurulmuştu. Bu ilk güne "Ermas' günü dendi. [453]
Geceleyin şehitler defnedildi, yaralılar tedavi için kadınlara verildi. O gece sabaha doğru, Şanı fethini bir ay kadar önce tamamlayan Irak ordusu. Hişam b. Utbe b. Ebi Vakkas komutasında imdada geldi. Öncü kuvvete Ka'ka b. Arrir, sağ kanada Kays b. Hübeyre, sol kanada da El-Hezhâz b. Artır el-İclî, artçı güçlere de Enes b. Abbas komuta ediyordu. Öncü komutanı Ka'ka acele etmiş ve Eğvas günü sabahı Sa'd'm ordusuna ulaşmıştı. Ka'ka'nm yanında bin kişilik bir güç vardı. Bunları onar kişilik gruplara ayırdı. Önce on kişiyi gönderip onlar gözden kaybolunca diğerini yola çıkarıyordu.
Kadisiye ordusuna gelince onlara selam verip imdat ordusunun geldiğini müjdeledi ve: "Ey insanlar, ben size öyle bir grupla geldim ki, vallahi onlar şimdi sizin yerinizde olsalardı sonra da sizin durumunuzu anlayabilmiş olsalardı, kesinlikle buradaki kazanılan şerefinizi kıskanırlar ve sizin önünüze geçmeye çalışırlardı. Haydi benim yaptığım gibi savaşın!" dedi.
Sonra ileri atılıp "Benimle yeke yek kim çarpışacak!" diye seslendi. Onun hakkında Hz. Ebu Bekr'in dediğini "İçinde böyle yiğit olan ordu hezimete uğratılamaz!'" dediler. İranlılardan Zıf 1-Hacib Ka'ka ile düelloya çıktı, Ka'ka ona "sen misin?" deyince, Zulhacip "Ben, Behmen Cazeveyh'im!" dedi. Ka'ka "Hey, Ebu Ubeyde'nin Selit'in Köprü savaşına katılanların intikamı heey!" diye haykırdı. Karşılaştılar. Ka'ka'a onu öldürdü.
Ka'ka tekrar çarpışacak birini istedi. Bu kere iki İranlı çıktı. Biri Birzan, diğeri Bindevan idi. Haris b. Zabyan da ileri fırlayıp Ka'ka'a'mn yanında yer aldı. Ka'ka'a vurunca Birzan'ın kafasını uçurdu. Haris de Bindevan'm kafasını biçti. Ardından ordu saldırdı. Akşama kadar kılıç harbi devam etti. Bugün İran ordusu sevinebilecek bir başarı gösteremedi, fil üzerinde savaşı da denemediler. Zira fil ler-deki zırhlar dünden parçalanmıştı.
Şa'bi der ki: Neha' kabilesinden dört oğlu olan bir kadın vardı. Oğullarına: "Siz müslüman oldunuz ama kendinizi değiştirmediniz. Göç ettiniz bir araya gelmediniz. Ülkeler sizinle uyuşmadı, kıtlık sizi yurdunuzdan başka yere taşımadı. Sonra da ananızı yaşlı aciz bir halde getirip İranlıların arasına koydunuz. Siz tek bir adamın çocuklarısınız üvey kardeş değilsiniz. Nitekim ananız da tek. Ben babanıza ihanet etmedim, dayınızı utandırmadım. Gidip şu savaşa katılın." dedi. Çocukları harbe katılmaya gittiler. O da ellerini açtı ve "Ya Rabbi evlatlarımı koru!" diye dua etti. Harpten geriye hiç yara almadan döndüler. Sabi der ki: "Ben onları daha sonra gördüm. Her biri ganimetten ikişer bin alıp annelerine teslim ederlerdi. O da bunları onların yararına kullanacakları şekilde bölüştürürdü.
Süleym b. Abdurrahman anlatıyor: Ka'ka'nm amca oğulları develere, fil hevdeci gibi zırhlı oturak yapıp, üzerlerine onar kişi bindirip develeri örtüyle örttüler. Etraflarını da süvarileri sardı. Sonra bu devlerle İran süvarileri üzerine yürüdüler. Böylece İranlıların bir gün önceki Ermas gün yaptıkları ürkütmeyi onlara karşı fil taklidi ile gerçekleştirip süvarilerini dağıttılar. Sonra müslüman süvarileri onlara saldırdı, böylece İranlılar bir gün önce mü si umanların uğradığı zayiattan daha fazla can kaybına uğradılar.
Yine Süleym şu hatırasını nakleder: İranlılardan biri çıkıp çarpışmak için adam istedi. îlba' b. Cahş çıktı. İlba ona hafif bir kılıç darbesi indirip ciğerini yaraladı. Bu kere İranlı ona vurdu ve karnını deşti.Her ikisi de yere yıkıldı. İranlı anında öldü. İlba'nın bağırsakları dışa yayılmış olduğundan ayağa kalkamıyordu. Bağırsakları katmaya uğraşırken bir müslüman ona geldi ve bağırsakları karnına kattı. Karnının yarılan yerlerini tutup sonra mü s lüm ani ardan tarafa hiç bakmadan doğruca İranlılara doğru saldırdı. İlk düştüğü yerden otuz arşın ötede İran saflarının içinde şehadet şerbetini içti.
Yine A'raf b. A'Iem düelloda İranlı ikisini peş peşe yere serince bir grup ona saldırıp silahını düşürttüler. İranlılar silahı alınca, A'raf yerden yüzlerine öyle bir toz savurdu ki, hiçbir yara almadan arkadaşlarının yanına döndü.
O gün Ka'ka'a otuz hamlede otuz savaşçı öldürdü. Bu gün müslümanların zafer günüydü. İran'ın ileri gelen pek çok komutanı öldürülmüş harp geceye kadar sürmüştü.
Harp şiddetlendiği zaman Ebu Mihcen hala hapisti. Gece olunca Sa'd'a kendisini bırakması için yalvardıysa da Sa'd onu azarladı. Bu kere o, Sa'd'ın eşi Selma binti Hafsa'ya geldi ve: "Yâ Selma, Yâ Hafsa ailesinin kızı, sen hayır yapabilir misin?" dedi. Selma: "Neymiş o?" dedi. Ebu Mihcen: "Benim kelepçemi çöz. Vallahi Allah bana sağlık verirse sana gelip tekrar ayağımı kelepçeye kendim koyayım." dedi. Selma: "Ben bunu yapamam" deyince, Ebu Mihcen kelepçelerini sürüyerek yürüdü ve "Süvariler mızrakla saldırırken benim böyle bağlı bırakılmam üzüntü için yeter." Diyerek hüzünlendirici bir şiir okudu. Selma da etkilenip "onu serbest bıraktı ve evine döndü.
Ebu Mihcen sarayın hendek tarafındaki kapısına kadar atı çekerek dışarı çıkardı ve ata bindi. Ordunun sağ kanadına gelince tekbir getirip İran ordusunun sol kanadına saldırdı. Sonra müslümanların ardından dolaşıp sol kanadın içinden onların sağ kanadına tekbir getirip saldırdı. Sonra ordunun ortasına geldi ve öne geçti. İranlılara mızrak ve diğer silahlarla saldırdı. O gece insanları kırıp geçirdi. Gündüz görünmeyen bu adama şaştılar ve "Herhalde HaşimMn öncüleri ya da Haşim'in kendisi" dediler.
-Sa'd (r.a.) sarayın damında yüz üstü kıvranarak acılar içinde orduyu kontrol ediyordu. "Eğer Ebu Mihcen hapiste olmasa bu odur, atı da onu atıdır, diyeceğim" dedi. Kimisi de "Eğer Hızır savaşa gelirse bu Hızır'dır" dediler. Gece yarısı İranlılar savaşı durdurunca Ebu Mihcen geldiği yerden saraya girdi atım bağlayıp ayaklarını kelepçeye koydu. Sonra da "Öğünme değil ama Sakifliler bilir ki, biz onların kılıç yönünden en ilerisi, en iyi zırhlıları, dayanamadı ki arı yerde en sabırlısı... Kadisiye gecesi beni fark edemediler. Ben de savaşa çıkışımı bildir-medim. Hapsedilmişsem bu benim imtihanımdı. Bırakılsam onlara ölümü tattırırım." diye bir şiir okudu. Selma ona: "Ey Ebu Mihcen, Sa'd seni niye hapsetti?" deyince, O: "Vallahi hapsolmam ne haram yediğim ne de içtiğimden. Ben Cahiliye döneminde içki içen bir şairdim. Şimdi onlardan bir şiir, alışkanlıkla dudağımdan döküldü:
1- Öldüğümde beni üzüm çubuğunun köklerine defnedin ki, ölümden sonra üzümün kök damarları kemiklerimi sulasm.
2- Sakın beni çöle defnetmeyin zira ben ölünce onu tadamayacağım diye korkarım
3- Mezar lahdimi Za'feran şarapı sulasm zira, ben onu gönderdikten sonra ona esir oldum!
Bu şiiri okuduğum için hapsetti" dedi.
Bu yüzden Selma, Ermâs, Hed'e, Sevâd diye ad verdikleri bu harp gecelerinde, Sa'd'a öfkeli idi. Sabah olunca gelip onunla barışıp Ebu Mihcen meselesini anlattı. O da onu serbest bıraktı ve: "Haydi git, bundan sonra seni söylediğin bir sözden dolayı -onu işlemedikçe- cezalandırmayacağım!" dedi. Ebu Mihcen ise "Zararı yok. Vallahi bundan sonra dilime kötü laf dolamayacağım" dedi.[454]
Seyf b. Ömer, Muhammed-Talha ve Ziyad'dan şöyle anlatır: -Üçüncü gün sabah olduğunda iki tarafta kendi saflarında yerlerini korumuş haldeydi. İki saf arasında bir mil uzunluğunda gelen gecenin çiğneyip ezdiği ahmak baklasının kalan eseri gibi kan izleri oluşmuştu. İki bin müslümanıardan, on bin de İranlılardan Ölü ve ölmek üzere ağır yaralı vardı. Ağır yaralılar kadınlara bıraklıdı. Çocuklarla kadınlar kabir kazıyor, ölüler sırtlarda oraya taşınıyordu. Oraya o gün iki bin beş yüz kişi defnedildi. Yaralılar ilerdeki bir hurma bahçesine taşındı.
O gece Ka'ka'a sabaha kadar arkadaşlarını bölük bölük önceki yerlerine gönderip onlara: "Güneş doğunca yüzer yüzer hazırlanıp bir grup gözden kaybolunca öbürü gitsin." Haşini Şam'dan imdada gelirse ne ala, yoksa siz yeni bir takviye gelmiş numarası yaparak insanların ümidini artırın!" dedi. Onlar da kimse farkına varmadan emri uyguladılar. Sabah, gün ilk ışıklarını gösterince Ka'ka'a tekbir getirdi. Arkadaşları da getirdi. O zaman harp meydanındakiler takviye güçleri geldi sandılar. Asım b. Amr da emrindekilere aynısını yapmalarını emretti. Böylece harp başladı. Ka'ka'a'nın son partisi gelip harbe katılmıştı ki, Haşini yanında yedi yüz kişi ile Şam'dan yardıma gedi. Ona da Ka'ka'a'nın yaptığı haber verildi. O arkadaşlarını yetmişer kişilik gruplara ayırıp oraya sevk etti. Kendine gelip ordunun ortasına katıldı ve tekbir getirdi. Haşini arkadaşlarına: "Savaş önce birbirine hücum şeklinde sonra da atışmakla olacak dedi. Atın kulağına ok saplanınca yaya çarpışmaya mecbur kaldı.
İranlılar o gece fillerin zırhlarını tekrar yenilediler ve bu günkü çarpışmaya fillerle katıldılar. Fillerin palanları tekrar kesilmesin diye etrafında piyadeler onları korumak için de süvariler vardı. Müslüman gruplardan birine fili sürdüler. Atları tekrar ürkütmek istiyorlardı. Ama iş dünkü gibi olmadı. Zira filler yalnız olunca vahşileşip etrafında insan olunca ehlileşiyordu.
Bu İmas günü sabahtan akşama kadar çok şiddetli geçti. Fakat iki taraf da üstünlük sağlayamadı. Yezdecürd de durumu anlayınca İranlılara yardım gönderdi. Eğer Allah Ka'ka'a'nın aklına o hileyi getirmese bir de Haşim gelmese idi müslümanlar moralman yıkılacaktı.
Şa'bî der ki: Kadisiye'deki üçüncü günü, İmas günü idi. Kadisiye günlerinde ondan daha şiddetlisi olmadı. Her iki taraf da eşit savaştı. Müslümanlar bir yerde bir üstünlük sağladı mı aynısını müşrikler de sağlıyordu.
Kays b. Mekşuh, Haşim'le beraber Şam'dan gelişinde beraberinde-kilere şöyle konuştu: Ey Araplar, Allah size İslâm'ı bağışladı. Muhammed (a.s.)'ı size ikram etti. Siz Allah'ın nimeti ile kardeş oldunuz. Davanız bir, işiniz birdir. Önce ise birbirini parçalayan aslanlar gibiydiniz. Kurt gibi birbirinizi yiyordunuz. Allah'a yardım edin o da size yardım etsin. İran fethinin gerçekleşmesini isteyin. Zira Şam'daki kardeşlerinize Allah oranın fethini gerçekleştirdi. Kırmızı saraylar ve kızıl atlar onların oldu.
O gün Amr b. Ma'di Kerîbi arkadaşlarına "Ben file ve etrafındakilere saldıracağım, benden pek uzaklasın ayın" diye tembih edip saldırdı. Fakat yerden kalkan toz onları örttü. Arkadaşları "O öldürülürse bizim yiğidimiz öldürülmüş olur." Deyip atıldılar ve onu müşriklerden kurtardılar. Atı vurulmuş kendi yerde idi. O sırada oradaki İranlı birinin atının ayağını yakaladı. İranlı atı sürmek istedi. At gitmeyince baktı ve Amr'ı gördü. Onu öldürmek isterken arkadaşları gelip kurtardılar.
Esved b. Kays, Kadisiye'ye katılan birinden şöyle nakleder: -İranlılardan biri iki ordunun ortasında durdu ve birtakım sesler çıkarıp "Benimle kim savaşır?" dedi. Bizden Şebr b. Alkame denen küçücük boylu bir adam çıktı. İranlı: "Ey Müslümanlar, bu adam size insaf etti" deyip onu beğenmedi. Lakin kimse cevap vermediği gibi ona karşı çıkan da olmadı. İranlı: "Beni alaya almazsanız bununla da savaşırım" dedi. Sonra İranlı nâra atıp ona saldırdı ve yere yıkıp göğsüne oturdu. Sonra onu kesmek için kılıcını aldı. Meğer Şebr'in atının yuları kuşağına bağlı imiş. İranlı kesmek için kılıcını sıyırıp kaldırınca at ondan ürkerek öyle bir ileri atıldı ki yular adama takılıp üstünden yere yuvarlandı. At onu sürüklüyorken Şebr atılıp üstüne çıktı. Arkadaşları ona bağırıyorlardi. O da "Dilediğiniz kadar bağırın, silahlarını almadan bırakmam" deyip onu öldürdü.
Fillerin ordudaki atları nasıl ürküttüğünü gören Sa'd (r.a.) İranlılardan orada Müslüman olanlara: "Bu fillerin öldürülebilecek noktası var mı?" diye sordu. Onlar da "Evet, dudakları ve gözleri" dediler. Sa'd, Ka'ka'a ve kardeşi Asım'a: "Siz beyaz fili öldürün", Hanmal ve Rabbil'e de: "Siz de karşınızdaki derisi benekli fili öldürün" dedi. Diğer filler bunlara uyuyordu. Ka'ka'a ve Asım iki yumuşak mızrak alıp sürünerek file yaklaştı. Sağı solu gözetlediler. Diğer iksi de aynısını yaptı. Arkadaşları onları koruyordu. Filler etrafındaki adamlarla meşgulken, Ka'ka ve Asım fırlayıp filin gözlerine mızraklarnı sapladılar. Fil müthiş bağırıp başını salladı. Sürücüsünü atıp dudaklarını sarkıttı.
Ka'ka'a da hemen dudaklarını kesti. Sonra üzerindeki savaşçıları öldürdüler. Hammal ve Rabîl de file saldırıp önce gözüne mızrak saplayıp sonra dudağını koparttılar.
Filler gidince müslumanlar, İranlılarla baş başa kalıp, hücuma geçtiler. Yatsı vaktine kadar öfkeyle çarpıştılar. Her iki traf da harbi eşit bir şekilde götürdü. Çünkü müslümanlar fillerle uğraşırken onlar da askerini toplayıp bir takım tuzak hazırlamışlardı.
Bu savaş geceye de sıçrayıp her iki taraf sabırla çarpıştı. Bu geceye "Herir" gecesi dendi. Bu geceden sonraki gecelerde Kadisiye'de başka çarpışma olmadı.
Abdurrahman b. Ceyş anlatıyor:
-Herir gecesi Sa'd (r.a.), Tuleyha ile Amr'ı ordunun aşağısmdaki nehrin geçidinden İranlılar geçer korkusuyla geçitte nöbete yolladı ve: "Oradan İranlılar geçmişse onların karşısına geçin, yok geçmemişlerse benim emrim gelene kadar orada nöbet tutun" diye tembihledi. Hz. Ömer, Sa'd'a ridde (dinden dönen) gruplara liderlik etmiş kimseleri -sonradan tevbe etse de- asla yüz kişinin başına bile idareci yapmamasını tembih etmiş idi. İkisi oraya varınca kimseyi görmediler. Tuleyha: "Şuradan nehre dalıp İranlılara arkalarından saldırsak!" dedi. Amr ise: "Hayır nehri aşağısından geçelim!" dedi. Zıtlaştılar. Tuleyha: "Benim dediğim daha uygun." derken Amr: "Sen benim gücümün yetmediği bir şeye çağırıyorsun." deyince ayrıldılar. Tuleyha İran ordusuna tek başına arkadan yaklaştı. Amr ise hem kendi hem de onun adamlarını alıp nehri aşağıdan geçti. Hepsi İranlılara saldırdı. İranlılar da fırladılar. Sa'd onların vaziyetinden korkup, Kays b. Mekşûh'u yetmiş kişi ile peşlerinden yolladı. Bu Kays Hz. Ömer'in emir olmasını istemediği Ridde liderlerinden idi. Sa'd ona: "Sen onlara yetişirsen sen başkansın." dedi. O da yola çıktı. Suyun şeddine gelince İranlıların Amr ve arkadaşlarını kovmaya çalıştıklarını gördü ve o da hemen onları kovaladı. Kays dönüp Amr'ı ayıpladı. O da ona cevap verip bağrıştılar. Kays'ın yanındakiler: "Ama bu sana emir tayin edildi!" deyince önce sustu sonra da: "'Benim cahiliye döneminde bir adamın ömrü için kendisiyle savaştığım birini mi bana emir yapıyor." deyip ordunun yanma döndü.
Tuleyha ise varıp şeddin karşısına gelince üç kere tekbir aldı. Sonra hızla uzaklaştı. İranlılar peşine koşuştular ama nereye gittiğini anlayamadılar. Tuleyha'da nehrin aşağısındaki geçitten geçip orduya geldi ve Sa'd'a vaziyeti anlattı.
Humeyd b. Ebi Şeccâr da bu olayı bir başka yönden anlatır.
Bu gece savaşa katılmış olan Kays b. Hübeyre, askere bir hutbe irad edip nasıl çarpışılacağım anlattı.
Yine Düreyd b. Ka'b da: "Cihadın sevabını anlattı. Neha" kabilesinin sancağı onda idi.
Eş'as b. Kays da ölümün buradaki derecesini anlattı.
Hanzala b. Rabî' de: "Damat olacakmış gibi kendinizi süsleyin, başınıza kesin geleceği belli olan şeyden sızlanmayın, sabır sızlanmadan daha iyidir." dedi. Diğer liderler de orduyu heyecanlandıran bir takım konuşmalar yaptı.
Abdullah b. Ebu Taybe anlatıyor:
Herir gecesi Müslümanlar Sa'd'ın üçüncü tekbirini beklemeden hücuma geçtiler. İlk saldıran Ka'ka'a idî. Sonra Esedliler sonra Neha'lilar, sonra Becile kabilesi ardından da Kinde saldırdı. Sa'd her birine acıyarak dua etti
Enes b. Huneys der ki: Herir gecesi ben Kadisiyede idim. Sabaha kadar kaynakçının çekiç sesi gibi demirlerin tıngırtısı devam etti. O gün Allah onlara sabrı adeta gökten üstlerine boşaltmış gibi oldu. Sa'd ömründe böyle bir gece geçirmemişti. Ne Araplar ne acemler böyle büyük bir olay görmediler. Nihayet Sa'd ve Rüstem tarafından haberler kesilince Sa'd sabah namazına kadar dua etti. İnsanlar bunun için galip geldiklerine kanaat getirdiler.
A'ver b. Benân'm dediğine göre bu galibiyet kanaatinin sebebi gecenin son yarısının ortalarında Ka'ka'mn: "Biz bir toplumu katlettik.'" diye başlayan bir şiiri okuması idi.
İbnu Rufeyl der ki: O gece sabaha kadar hiç konuşmadan, sadece kedinin uyurken boğazından çıkan "hır hır" sesi göğüslerinden çıktığı için bu geceye "Herir" gecesi dendi.
Mus'ab b. Sa'd anlatıyor: O gece Sa'd saflardan haber almak için yaşlı birini bulamayınca, Bicad adlı ufak bir çocuğu yollamıştı. Geri geldiğinde Sa'd: "Ne gördün yavrum?" deyince: "Onlar kılıç oyunu oynuyorlardı." dedi. Sa'd da: "Yoksa ciddi bir oyun mu oynuyorlar!" dedi.
Abis el-Cûfî anlatıyor: Jmas günü karşılarına bir İran bölüğü geldi. Üzerleri tam zırhlı idi. Onlara yaklaşıp kılıçla saldırınca kılıcın demir zırha bir şey yapmadığını gördüler. Hemen geri çekildiler.
Humeysa adlı birisi: "Bakın ben nasıl olacağını göstereyim/' deyip mızrağı onlardan birinin sırtına vurdu. Sonra dönüp: "Bunlar çaresiz önünüzde ölecekler." dedi. Hepsi birden saldırınca İranlılar saflarına geri kaçtılar.
Şa'bî der ki: Kinde alayından yedi yüz kişi karşılarında İranlılara yardıma gelen Taberistan Türklerini gördüler. Eş'as onlara: "Ey Kinde mücahitleri saldırın!" dedi. Onlar da saldırıp, onları dağıttı. Taberistan Türkleri öldürüldü.[455]
Muhammed, Talha ve Ziyad anlatıyor: Herir gecesinin sabaha yakın kısmına "Kadisiye gecesi" dendi. Bu gece ordunun en yorgun gecesiydi. O gecenin tümünde savaşmadılar. Ka'ka'a ordu grupları arasında dolaşıp onlara: "Bu saatten sonra hezimet acele edenin olur. Sabredin bir müddet tahammül edin. Zira zafer sabırladır. Sabrı sabırsızlığa tercih edin." dedi. Liderlerden bir kısmı da Ka'ka'a'nın yanında toplandı. Hep birlikte Rüstem'in hareketinin ne olacağına baktılar.
Komutanlar o gece askere şöyle bir konuşma yaptı:
-Allah'ın bu emrini icrada İran ordusu sizden daha ciddi olamaz. Onlara ölüme sizden daha cüretli değillerdir. Dünyadan vazgeçmeye canları sizden daha cömert olamaz. Haydi onlarla can yarışına çıkın!
Rabîa taburu içinde de: "İranlıları en iyi tanıyan sizsiniz. Daha önce olduğu gibi onlara karşı en cüretkar sizlersiniz. Bu günde en cüretkar olmanıza hiçbir engel yoktur." dediler.[456]
O gün öğle vakti girince, ilk ayrılan Hürmüzan ile Birzân oldu. Ordunun kalbi böylece öğle vakti açılmış oldu. Üstlerine gelen harp tozu durdu. Birden bir kasırga esti. Rüstem'in tahtının üstündeki gölgeliği söküp attı. Sonra Atik üzerinden batı yeli olarak esti. Fırtınanın tozu üstlerine yağmaya başladı. Ka'ka'a ve arkadaşları tahtın yanına varıp ele geçirdiler. Rüzgar üstünü attığında Rüstem, kalkıp kendisine o gün levazımat getiren katırın gölgesine sığındı. Levazımat hâla katırın üzerindeydi. Hilal b. Ullef e gelip katırın yükünün ipini kesti. Yükün bir tarafı (bir dengi) Rüstem'in üstüne düştü. Hilal onu görmediği gibi orada olduğundan haberi de yoktu. O yükleri açmakla uğraşırken Rüstem kaçıp kendini Atig nehrine attı. Hilal koşup ona saldırdı. Rüstem yüzüyordu. Hilal onu ayağından yakalayıp kıyıya çekti ve alnına bir kılıç indirdi. Onu öldürüp sürüyerek getirip katırının ayaklarının dibine attı, tahtın üzerine çıkıp olanca sesiyle: "Ka'be'nin Rabbine yemin olsun Rüstem'i öldürdüm gelin!" diye bağırdı. Onlar da tekbir alarak tahtın etrafını sardılar.
İşte o vakit müşriklerin sonu gelmiş ve bozguna uğramışlardı. Calinos oradaki bir duvar yıkığının üzerine çıkıp, İranlılara: "Nehrin karşısına geçin!" diye bağırdı. Rüzgar kesilip toz da dağıldı. Onlardan oraya yakın olanlar derhal nehre koşup peş peşe kendilerini Atik nehrine attılar. Müslümanlar da onlara mızraklarını sapladılar. Onlardan hiç kurtulduğunu haber veren olmadı. Bunlar otuz bin kişiydi. Dırâr b. El-Hattab da (Feridun Şah'in) Direfş'i Gâviyân adındaki bayrağı ele geçirdi.[457] O bayrağın yerine otuz bin bedel verildi. Bayrağın değeri bir milyon iki yüz bin dinar değerindeydi.
Harpte sadece bu gün ölenlerin sayısı on bin kişi oldu.
Ebu Ka'b et-Tâî babasından naklediyor: Herir gecesi öncesi Kadisiye'de iki bin beş yüz kişi öldürüldü. Herir ve Kadisiye gecesi sadece Müslümanlardan altı bin kişi öldürüldü. Oradaki hendeğe defnedildiler.
İranlılar kaçıp ortada kimse kalmayınca, ölülerin üzerleri kapatılıp iş bitince Sa'd (r.a.) kaçanları takip emri verdi. Öne doğru gidenlere Zühre'yi, aşağıya kaçanlara Ka'ka'a'yı, yukarı gidenlere Şurahbil'i takibe yolladı. Sonra Müşriklerin bıraktıkları malzeme ve mallar toplandı. Şimdiye kadar bu miktarda bir mal görülmemişti.
Zühre kaçanların peşinden nehrin şeddine kadar geldi. İranlılar Müslümanlar takip etmesin diye şeddi yıkmışlardı. Zühre üç yüz kişiyle art arda koştular. Diğerlerine de ufak köprüye gidin ve orayı bizim için tutun dedi. Onlar da öyle yaptılar. Böylece Zühre ve arkadaşları, İranlılara yetişti. Calinos onları korumak için arka tarafta idi. Zühre ile kapıştılar. Zühre Calinos'u öldürdü. Harrâra denilen yerden Seylehîn ve Necef e kadar bu arada olan İran savaşçıları kılıçtan geçirildi. Akşama Kadisiye'ye döndüler. Sa'd da zaferi Ömer (r.a.)'a bildirdi.[458]
Medâinî bu sonucu şöyle anlatır: Şevval ayının sonunda üç gün çok çetin savaştılar. Bunun Ramazan'm başında olduğu da söylenir. Rüstem öldürülünce acemler hezimete uğradı. Yine bazı rivayetlerde Rüstem'in susuzluktan öldüğü de söylenir. [459]
Müslümanlar kaçanların ardına takılıp savaşa devam ettiler. Calinos ile Zü'l Hacib bu sırada öldürüldü. Müslümanlar bu grupları (Küfe civarındaki) Harrara Seylehîn ve Necef arasında kıstırıp kılıçtan geçirdi. Kaçabilenleri Medayin'e sığındı. Müslümanlar onları orada öyle bir kuşattılar ki, açlıktan köpekleri bile yemeye mecbur kaldılar. Sonra ailelerini alarak çıkıp tâ Celûla'ya kadar geldiler.2 Ebu Vail anlatıyor: Biz onları Sırat nehrine kadar takip ettik. Bir kısmını Fırat'a kadar takip ettik, Allah onları hem Fırat hem de Sırat kıyısında bozguna uğrattı. Biz onları Medâin'e sığınıncaya kadar kovaladık.[460]
Yine Ebu Vail der ki: Ben o anı iyi hatırlıyorum. Birbirlerini öldüren bir sürü adamın hendekte yatan cesetleri üzerinden yaya olarak geçmiştim.[461]
Habîb b. Sohbân anlatıyor:
-Kadisiye savaşında o kadar çok altın kap ele geçirmiştik ki, içi-mizdekilerden birisi: "San beyaza değiştirilir." yani altın gümüşe değiştirilir, diyordu.[462]
El-Meâinî anlatıyor:
-Sonra Sa'd b. Ebi Vakkas onların peşinden gitmek için Kadisiye'den hareket etti. Yolda Hıyre halkı ona gelip: "Ya Sa'd! Bize dokunma, zira biz daha önceki yaptığımız anlaşmaya sadığız." dediler. Bistamhlar sulha geldi. Sa'd onlarla sulh anlaşması yaptı. Sonra Sa'd Fırat nehrinin karşısına geçti. Orada başlarında Basbahrâ denen komutanın bulunduğu bir orduya rastladılar. Zühre b. Hıveyye Basbahrâ'yı öldürüp topluluğu dağıttı. Sonra (Babil yakınındaki Irak Mezopotamya'sı içinde bulunan) Köse yakınlarında başka bir gruba rastladılar. Başlarında komutan olarak Feyrûzân vardı. Onları da hezimete uğrattılar.[463]
Muhammed îbnu Cerîr et-Taberi ise Kadisiye savaşının- bu yıl değil de önceki- ondördüncü yılda yapıldığını söyler, yine İbni Cerir, on beşinci yılda Sa'd b. Ebi Vakkas'in Hz. Ömer'in emriyle Kofe'de -ilk defa- şehir kurduğunu bahseder. Yine bu yılda Hz. Ömer (r.a.)'ın ilk defa asker aylıklarını belirlediğini, ilk defa devlette divan kurdurduğunu ve ilk Müslüman olanlara devlet gelirinden sosyal yardım yaptığını anlatır.[464] İbnu Cerir-i Taberi der ki:
Allah (c.c), Müslümanlara İran ganimetlerini açıp Rüstem de öldürülüp, Şam fetihlerinin ganimetleri de Ömer'e geldiğinde, Müslümanları topladı ve: "Vali için bu maldan helal olan miktar ne kadar?" diye sordu. Onların hepsi birden: "Valinin sırf kendi için yiyecek gıdası ve ailesinin gıdası, ne az ne fazla. Onların ve valinin yaz ve kış giyecekleri. Cihada gitmesi, ihtiyaçlarını taşıması ve hacca binip gitmesi için iki hayvan. Taksimat eşit olarak yapılacak. Bir felakete uğrayana, uğradığı felaket kadar verilecek. İnsanların işlerini düzenleyecek. Başlarına bir bela, bir felaket geldi mi durumları düzelene kadar onlara bakmayı üstlenecek." dediler.[465]
(Abdullah b. Ömer anlatıyor: Ganimet malları gelince Ömer halkı topladı ve: "Ben tüccar bir adamdım. Allah yaptığım ticaretle ailemi kimseye muhtaç etmiyordu. Lakin siz devlet işinizi bana yıkarak beni ticaretimden ala koydunuz. Ne diyorsunuz şu gelen ganimetten bir şey almak bana helal olur mu?" dedi. Toplumun her biri bir şey söyledi.) Hz. Ali susuyordu. Ona: "Sen ne diyorsun ya Ali?" deyince, "Sana ve ailenin ihtiyacı için örfe -günün geçerliliğine- göre ne yeterse o kadar. Bu malda senin başka alacağın olamaz" dedi. Halk da onu destekledi.[466]
Salim b. Abdullah b. Ömer anlatır:
-Hz. Ömer halife tayin edilince, Ebu Bekr'in maaşı kadar bir nzıkla maaşlandinlmıştı. Nihayet bu para yetmeyerek ihtiyacı çok arttı. Aralarında Osman, Ali, Talha ve Zübeyr'in bulunduğu bir grup toplandı.
Zübeyr: "Ömer'e söyleyelim de maaşını artıralım!" dedi. Ali: "Kabul etmesini ne kadar isterdik. Haydi gidip yanına varalım." dedi. Osman da: "Durun, biraz da önce Hafsa'ya gidelim, ona soralım!" deyip Hafsa'ya gittiler ve sordular. Onlar çıkınca, Hz. Ömer ona geldi ve kimlerin geldiğini sordu. O da söylemedi, ancak: "Sen şu konuda kendi kanaatini önce bildir!" dedi.
O zaman Ömer (r.a.): "Ya Hafsa! Allah aşkına söyle, Rasulullah (s.a.v.)'in senin evinde elbise olarak nesi olurdu." deyince Hafsa: "Elçiler gelince ve Cuma hutbesini okuyacağında giydiği iki boyalı elbise." dedi. "Peki sende yediği en iyi yemeği ne idi." deyince: "Arpadan ekmek yapar, sıcakken üzerine yağ çömleğinden biraz yağ döker ve yumuşatırdık o da onu severek yerdi!" dedi. "Peki ya minderi?" deyince Hafsa: "Sert kaba bir kumaşımız vardı, yazın onu dörde katlar altımıza sererdik. Kışın yarısını altımıza yansını üzerimize alırdı." dedi.
Ömer (r.a.) bunun üzerine: "Ya Hafsa! Sana gelip benim maaşımı yükseltmek isteyenlere söyle ki, Rasulullah (s.a.v.) bu şeyleri ölçüp biçer fazlasını vereceği yerlere verirdi. Ben de kendi geçimim için bir şey takdir ettim. Vallahi fazlasını yerli yerine vereceğim ve onu ulaşacağı yere kolaylıkla ulaştıracağım. Benim ve benden Önceki iki arkadaşım (Peygamber ve Ebu Bekr) tıpkı şu örnekteki üç kişiye benzeriz. Bunlardan birincisi yol azığını aldı yola çıktı ve hedefe ulaştı. İkincisi ardından yola çıkıp birincinin yolundan gidip ona ulaştı. Sonra üçüncü peşinden yola çıktı. Şimdi o ikisinin gittiği yoldan giderse, onların azığı kadarına razı olursa, onlara ulaşacak ve onlarla beraber olacak. Onların yolundan ayrılırsa onlarla bir daha buluşmayacak." diyerek maaşın artırılmasını reddetti.[467]
Attab b. Esid (r.a.)
Bu yıl Hz. Ömer'in vali olarak tayin ettiklerinden birisi Attab idi. Nitekim İbnu Cerir böyle söylüyor. Biz Attab'ın ölümünü daha Önce bildirmiştik.[468]
Taberi diğerlerini de şöyle söyler: Ömer (r.a.) bu yıl; Ya'la b. Münye'yi Taife, Sa'd b. Ebi Vakkas'i Küfe'ye, Küfe kadılığına Ebu Kurra'yı, Muğira b. Şu'be'yi Basra valiliğine, Yemame ve Bahreyn emirliğine Osman b. EbuT As'ı (bir rivayette el-Alâ el-Hadrami'yi) Ummân'a Huzeyfe b. Mihsan'i, Şam diyarı genel valiliğine de Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı tayin etmiştik.[469]
1- El-Haris B. Hişam
Haris b. Hişam'ın bu yıl içinde öldüğü iki ayrı rivayetten biridir. Onun ölümüne dair esas izah ileride -Filistin'de Ramle ile Kudüs arasında Ğor vadisinde bulunan- Amvas şehrinde baş gösteren veba hastalığından ölenler bölümünde gelecektir.
2- Sa'db.Ubade (R.A.)[470]
Nesebi: Sa'd b. Ubâde b. Düleym b. Harise b. Ebi Huzeyme b
Sa'lebe b. Taif b. El-Hazrec b. Saide b. Ka'b b. El-Hazrec şeklindedir. Ensarlı ve Sâidî olup Hazrec kabilesinin önderi ki, Lakabı Ebu Sabit'tir. Bazı yazarlar Ebu Kays diye kaydederler.
Hz. Sa'd, Akabe biati gecesinde bulunan delegelerden biridir. Sakife bahçesinde -Peygamberin vefatı üzerine- bir araya gelen Ensar onun ismi etrafında birleşmiş ve halife olarak ona biat etmek istemişlerdi.
Tarih yazarlarının hiçbirisi Hz.. Sa'd'ın Bedir harbine katıldığını bahsetmiyor. Buna rağmen İmam Buhari Tarihi Kebir'inde, Ebu Hatem-i Razı de el-Cerh ve't-Ta'dil adlı eserinde, onun Bedir harbine katıldığını bahsederler.[471]
Yine Urve'den de onun Bedir'e katıldığı nakledilmiştir.
Vakidi ise onun hakkında şu mütalaaları söyler: Sa'd b. Ubâde, Ebû Dücane ve el-Münzir b. Amr Müslüman olduklarında Sâide oğullarının putlarını kırıyorlardı. Sa'd; lider, cömert biri olup Bedir'e katılmamıştı. Bedir harbi için hazırlıklarını yaparken harbe gidemeden hastalandı. Ve yerinde kaldı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Gerçi Sa'd Bedir harbine katılmadı ama katılmaya çok arzuluydu" buyurdu. İşte İbni Sa'd bu hadisi "Tabakat"nida bu şekilde hiçbir senedi olmadan nakleder.[472]
Hz. Sa'd Uhut harbi ile sonraki gazvelerde bulundu.
İbni Sa'd devamla şöyle der:
Sa'd b. Ubade (r.a.), Peygamberimiz Medine'ye hicret edip geldiğinde her gün ona büyük bir çanakta yiyecek yollardı. Sa'd'ın yüksek damı üzerinde her gün: "Kim et ve iç yağı severse Sa'd b. Ubade'ye
gelsin!" diye dellal çağırılırdı. Ben onun oğlunun zamanına yetiştim, o da aynı adeti devam ettiriyordu.[473]
Abdullah b. Abbas (r.a.) der ki: Sa'd b. Ubade'nin annesi vefat edince annesi için meyvesi olgunlaşmış bir bahçesini sadaka olarak vermişti.[474]
Hz.. Aişe'ye yapılan iftira ile ilgili hadiste Sa'd(r.a.)'ın adı geçer. Oğullan Kays, Saîd ve İshak ile Abdullah b. Abbas ve Ebu Ümâme (r.a.)'lar, Sa'd'dan hadis rivayet etmişlerdir. Said b. Müseyyeb'in de Sa'd'dan rivayeti varsa da Said, Sa'd'a sağlığında yetişmemiştir.
İbni Sa'd derki:
-Bana Muhammed b. Ömer (Vakidi), Muhammed b. Salih yoluyla Zübeyr b. El-Münzir b. Ebi Esîd es-Saîdî'den şöyle nakletti:
-Hz. Ebu Bekr (r.a.) Sa'd'a: "Haydi gel de biat et, herkes bîat etti!" diye haber saldı. Sa'd da: "Hayır, vallahi şu ok torbamdaki okları size atmadan, beraberimdeki adamlarla sizinle çarpışmadan asla bîat etmeyeceğim!" dedi.
Bunun üzerine Beşîr b. Sa'd Hz. Ebu Bekr'e "Ey Rasulullah'm halifesi! Sa'd b. Ubâde bîat etmeyi reddetti ve inadında direndi. O öldürülmedikçe size bîat etmeyecek. O durumda oğlu ve akrabaları onunla beraber öldürülmeden o asla öldürülmeyecek. Hazreç kabilesinin tamamını öldürülmeden de onları öldüremeyeceksiniz. Öyleyse onu tahrik etmeyin, şimdilik vaziyet sizin lehinize yerine oturmuş durumdadır, size şu anda zarar verecek durumda değildir. Kendi haline bırakıldığı sürece o bir tek kişidir." dedi. Ebu Bekr (r.a.) da Beşir'in bu tavsiyesini kabul etti.
Daha sonra Ömer (r.a.) halife seçildiğinde bir gün Sa'd ile karşılaştı ve ona: "Haydi anlat es-Sa'd!" dedi. O da: "Ey Ömer haydi sen devam et!" deyince Ömer (r.a.): "Sen sahibi olmadığın şeylerin sahibisin!" dedi. Sa'd da: "Evet, bu devlet işi sana verilmiş durumda, vallahi senin arkadaşın (Ebu Bekr) bize senden daha sevimli idi. Vallahi artık ben sana komşu olmaktan hoşlanmaz oldum!" dedi. Ömer (r.a.) da: "Komşusunun komşuluğunu sevmeyen başka yere göçer." deyince Sa'd: "Ben bunu esasen gizleyecek değilim, işte komşuluğu senden daha hayırlı olan kimsenin yanına göç edeceğim." deyip, fazla oyalanmadan Şam diyarına göç etti. Daha sonra, Şam diyarındaki Havran denen yerde vefat eyledi.[475]
Muhammed b. Ömer el-Vakidi der ki: Bize Sa'd b. Ubade'nin torunu Yahya, babası Abdülaziz'in şöyle dediğini anlattı: Sa'd b. Ubade (r.a.), Ömer (r.a.)'ın hilafetinin iki yıl altı ayında Havran'da öldü. Vakidi der ki: Sanki ölümü hicri on beşinci yılda oldu. Sa'd'ın oğlu Abdülaziz devamla konuyu şöyle anlattı:
-Medine'de Sa'd'ııı ölümü, Münebbih veya Seken kuyusu başında pindü7. ortalarına doğru kölelerin kuyudan:
"Biz Hazrec'in seyyidi Sa'd b. Ubade'yi öldürdük.
Ona iki ok fırlatıp kalbine isabette hata yapmadık." diyen bir ses duyduklarını haber verene kadar işitilmemişti. Köleler bunu haber verince azarlandılar. Ama o günün tarihini de belirlediler, sonra haberler gelince bu günün Sa'd'ın ölüm günü olduğu anlaşıldı. Sa'd b. Ubade bir tünelin içinde ufak su döküyordu. Birden bir vuruşma oldu ve Sa'd o saat içinde öldü, derisi mosmor kesilmişti.[476]
ibnu Ebi Arûbe anlatıyor: Ben Muhammed b. Sîrîn'i bu konuyu şöyle anlatırken duydum: "Sa'd b. Ubade ayakta işemiş, arkadaşlarının yanına dönünce onlara: "Ben içimde bir halsizlik hissediyorum." deyip sonra öldü. Arkadaşları cinlerin: "Biz Hazrec'in seyyidi Sa'd b. Ubade'yi öldürdük. Ona iki ok fırlatıp kalbine isabet ettirdik." dediklerini duydular.[477]
Said b. Abdilaziz der ki: Şam diyarında ilk fethedilen yer Busrâ şehridir. Sa'd b. Ubâde (r.a.) orada vefat etti.
3- Sa'd B. Ubeyd B. En-Nu'man (R.A.)[478]
Lakabı Ebu Zeyd olup Ehsar'iri El-Evs kolundandir. Bu yıl Kadisiye savaşında şehit oldu. Rivayete göre Hz. Ömer'in Hımış şehrine vali alarak atadığı Zâhid Umeyr'in babasıdır. Sa'd (r.a.) Bedir başta olmak üzere diğer gazvelerin hepsine katılmış idi. Kendisine lakap olarak "Sa'd el-Kârî" denirdi.[479]
Muhammed b. Sa'd Tabakat'ında Kadisiye savaşının hicri on altıncı yılda yapıldığını ve Sa'd b. Ubeyd'in orada altmış dört yaşında iken harp esnasında şehit düştüğünü anlatır.[480]
Kays b. Müslim, Abdurralıman b. Ebi Leyla'dan naklediyor: Sa'd b. Ubeyd onlara harp öncesi hitabede bulunup şöyle demiş: "Biz yarın düşmanla karşılaşacağız ve bizler yarm şehit olacağız. Sakın bizim kanlarımızı yıkamayın, bizler sadece üzerimizdeki elbiselerle kefenlenip özel kefen giydirilmeyeceğiz.[481]
4- Saîd B.El-Harîs[482]
Nesebi, Said b. El-Haris b. Kays Adiy el-Kuraşi es-Sehmi'dir. Said ve kardeşleri olan Haccâc, Ma'bed, Temîm, Ebu Kays, Abdullah ve Sâib'in hepsi de Habeşistan'a göç eden ilk İslam muhacirlerinden dir. Bunları İbni Sa'd anlatıyor. Çoğu Yermuk harbi ile Ecnadeyn harbinde şehit edildiler.[483]
5- Süheyl B. Amr B. Abdîşems[484]
Nesebi: Süheyl b. Amr b. Abdişems b. Abd-i Vüd b. Nasr b. Malik b. Hasel b. Âmir b. Lüey olup lakabı Ebu Yezîd el-Âmirî'dir.
Kendisi Kureyş eşrafından ve hatiplerinden biri idi. Mekke fethi yılı Müslüman olmuş -geç olsa da- Müslümanlığı çok iyi tatbik etmiş idi. Bedir savaşında Müslümanlar tarafından esir alınmıştı. Mekke'de iken Kureyşlileri harbe teşvik etmek üzere ortaya atılmış: "Ey Ğalib oğulları!" Siz Muhammed ve şu dinden dönenleri sizin kervanlarınızı vurgun etmeleri için serbest mi bırakıyorsunuz?" kim mal istiyorsa işte mal! Kim güç istiyorsa işte güç!" diye onları harekete geçirmeye uğraşmıştı.
Kendisi son derece cömert, eli, açık ve çok güzel konuşan biri idi. Nitekim Peygamber Efendimizin vefat haberi ulaşınca Mekke'de halkın arasında kalkmış ve Ebu Bekr'in hutbesine benzer nefis bir hutbe okuyarak onları yatıştırmıştı. Hudeybiye sulhunun yapılması için gayret eden de o idi.
Zübeyr b. Bekkar der ki: Süheyl İslâm'a girdikten sonra namazı, orucu ve sadakası bol olan biri oldu. Kendi grubu ile cihat etmek üzere Şam'a gitti. Anlatıldığına göre gündüz oruca gece ibadete kendini öyle verdi ki, derisinin rengi değişti. Kuran okunduğu zaman kendini tutamayıp ağlardı.
Medâinî ve diğer bazı tarihçiler, Süheyl'in Yermuk harbinde şehit olduğunu yazarlar. Şafı'î ile Vakidî ise onun Amvas'ta ortaya çıkan veba sebebiyle öldüğünü söylerler.
Yezîd b. Umeyra ve diğerleri Süheyle aracılığıyla Peygamber Efendimizden rivayette bulunuyorlar. Bir rivayete göre Yermuk harbinde süvari guruplarından birine komutanlık yapıyordu.
6- Âmir B. Malik B. Ehyeb Ez-Zührî
Amir (r.a.), Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'m kardeşi olup Habeşistan'a giden ilk muhacirlerdendir. Hz. Ömer'in Halid b. Velid'i azl ve yerine Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı atadığını bildiren mektubunu Şam'a getiren odur. İki ayrı rivayetin doğrusuna göre Yermuk savaşında şehit olmuştur.[485]
7- Abdullah B. Süfyan[486]
Bu zat, Ebu Seleme b. Abdu'l Esed'in kardeşi olup Mah'zum kabi1esindendir.
Kendisi Sahabe payesine yetişmiş ve Habeş hicretinde bulunmuştur. Peygamberimizden rivayeti vardır. Amr b. Dinar'ın ondan munkatf olarak rivayette bulunmuştur. Yermuk'te şehit oldu.
8- Abdurrahman B. El-Avvâm[487]
Zübeyr b. Avvâm'ın babadan kardeşidir. O ve diğer kardeşi Ubeydullah el-A'rac müşrik olarak Bedir harbine katılmışlardı. İkisi de harp meydanından kaçmış Ubeydullah'a Müslümanlar yetişip öldürmek istediler, o kurtuldu. Daha sonra gelip Müslüman oldu ve Peygamberimizin sohbetine katıldı. Yermuk savaşında şehit oldu.
9- Utbe B. Ğazvan (R.A.)[488]
Utbe b. Gazvan'ın bu yıl içinde öldüğü söylenir. Oysa onun vefatı daha önce bahis konusu edilmiştir.
10- Ikrime B. Ebi Cehl El-Mahzumı
İkrime'nin hem bu yıl içinde hem de daha önce Yermuk savaşında şehit olduğu anlatılır ki ölümü (Yermuk'te ölenler arasında) daha Önce geçmiş idi.
11- Amr B. Ummu Mektum
Peygamber Efendimizin müezzini. Gözleri görmezdi. Peygamberimiz onu birkaç defa gazveye giderken Medine'ye vali yapmış idi. Denildiğine göre Kadisiye harbinde ordunun sancağı Amr (r.a.)da idi ve o çarpışmada şehit oldu.[489]
İbni Sa'd ise: "Kadisiye savaşından sonra Medine'ye döndü. Ama Ömer (r.a.)'ın döneminden sonra İbnu Ümmü Mektum'a dair biz bir şey duymadık." der.[490]
Derim ki: Abdurrahman b. Ebi Leyla ile Ebu Razın el-Esedî ondan hadis rivayetinde bulunmuştur.[491] îbni Sa'd'ın Tabakat adlı kitabında Amr b. Ümmü Mektum (r.a.) hakkında gayet geniş bir hal tercemesi vardır.
12- Amr B. Et-Tufeyl B. Amr B. Tarîf[492]
Amr, Yermuk savaşında öldürülmüştür.
13- Ayyaş B. Ebi Rabia[493]
Nesebi: Amr b. EI-Muğira b. Ayyaş el-Mah'zum'i'dir. Ayyaş (r.a.) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in bizzat kunut duasında adını söyleyerek kurtuluşu için dua ettiği sahabe olmak rütbesine eren biridir.[494]
Bizzat Peygamberimizden nakilleri vardır. Kendisinden oğlu Abdullah ve diğerleri rivayette bulunurlar.
Ayyaş (r.a.), Ebu Cehl ile anadan kardeştir. Künyesi Ebu Abdi İlah idi. Yermuk'te şehit oldu.
14- Firâs B. En-Nadr B. El-Haris[495]
Firas (r.a.Vın da Yermuk harbinde şehit olduğu nakledilir.
15- Kays B. Adiy B. Sa'd B. Sehm
Kavs (r.a.) Habeşistan'a göç eden muhacirlerden olup o da Yermuk savaşında şehit olanlardandır.[496]
16- Kays B. Ebi Sa'sa'a (R.A.)
Nesebi: Kays b. Ebi Sa'sa'a Amr b. Zeyd b. Avf olup Ensar ve Mazinî'dir.
Akabe bîatı ile Bedir harbinde bulundu.
İbnu Lehîa yolu ile Hibban b. Vâsi b. Hibban babası Vasî aracılığıyla Kays (r.a.)'tan şu hadisi nakleder:
-Ya Rasulullah! Kuranı kaç günde okuyayım, (hatmedeyim) dedim. Efendimiz (s.a.v.): On beş günde!" buyurdu. Ben de:
"Ben kendimi bundan daha güçlü buluyorum!" dedim. İşte bu hadis onun, Kur'anı göksünde cem edenlerden (hafız olanlardan) biri olduğunu gösterir. Yermuk savaşında askeri bölüklerden birinin komutanı idi.
17- Nusayr B. El-Haris[497]
Nesebi: Nusayr b. El-Haris b. Alkame b. Kelde b. Abdimenaf b. Abdi'd Dâr b. Kusayy el-Abdî olup Kureyşlidir.
Mekke fethi esnasında Müslüman olanlardan olmasına rağmen Kureyş'in en ağır başlılarından biriydi. Rivayete göre Peygamber Efendimiz onun kalbini İslam'a ısındırmak için Huneyn savaşında alınan ganimetlerden kendisine yüz deve vermişti. Bunu teslim almayıp duraklamış ve: "Müslümanlığı kabul için rüşvet alamam" demiş, biraz düşündükten sonra "vallahi bu develeri ne benim olsun diye temenni ettim, ne de istedim. O Allah Peygamberinin bir hediyesidir" diyerek onları kabul etmişti. O günden sonra çok iyi bir Müslüman oldu. Yermuk gününde şehit olarak öldü.
Kardeşi Nadr ise Bedir harbinde nöbet beklerken kafir olarak öldürüldü.
18- Nevfel B. El-Harîs[498]
Nesebi: Nevfel b. Haris b. Abdulmuttalib b. Haşini olup lakabı Ebu'l Haris'tir. Peygamberimizin amcası olan Haris* in oğludur. Haşim oğullan içinde Müslüman olanların en yaşlısı o idi. Bedir
harbinde -kafir olarak- esir edilmiş ve Abbas (r.a.) onu fidye ile kurtardıktan sonra o da Müslüman oldu.[499]
Bir rivayete göre o hendek savaşı sırasında Medine'ye hicret etti. Efendimiz, Abbas'la onu kardeş ilan etti. Cahiliye döneminde ikisi bir birini çok seven iki ortak idi,
Nevfel Hudeybiye ve Mekke fethine katıldı. Huneyn savaşında Peygambere üç bin mızrakla yardımda bulundu.
Huneyn günü Peygamberle beraber sabredip (kaçıp dağılanlarla kaçmayarak) yerinden ayrılmadı.
Onun bu on beşinci yılda öldüğü ihtilaflı olsa da en meşhur olanıdır. Onun hicri yirminci yılda öldüğü de söylenir.
19- Hişam B. El-Âs Es-Sehmî
Hişam'm Yermuk harbinde şehit edildiği rivayeti sadece İbni Sa'd'a göredir.[500]
Bir rivayette denildiğine göre Kadisiye savaşı bu hicri on altıncı yılın başında meydana gelmiş, ve o günkü savaşta iki yüz bin, bir başka rivayete göre yüz yirmi bin insan şehit olmuştur.[501]
Halife b. Hayyat, Tarihinde şöyle anlatır: El-Ehvaz şehri bu yıl fethedildi ama ardından Ehvazhlar anlaşmayı bozdular. Bana Velîd b. Hişam babası Hişam aracılığıyla dedesi Urve'nin şöyle dediğini nakletti: "Muğira b. Şu'be Irak'taki El-Ehvaz üzerine yürüdü. Ehvaz komutanı Firuzân bir milyon sekiz yüz bin dirhem vermek üzere Muğira (r.a.) ile sulh yaptı. Daha sonra anlaşmayı bozmaları üzerine El-Eşarî onlara tekrar hücum etti.[502]
Taberi Tarihlinde bu yıldaki olayları şöyle anlatır:
-Bu yıl Müslümanlar (Bağdat şehirlerinden biri olup Medain'e yakın bir yerdeki) Behürasîr şehrine saldırdılar ve şehre girdiler. Ardından da (o zaman çok meşhur olan) Medain şehirlerini fethettiler.[503] O zaman orada bulunan İran kralı Yezdecürd b. Şehriyar kaçıp canım kurtardı.
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) Behürasîr denen İran imparatorunun bulunduğu şehre gelip konakladığında, insanları nehrin karşısındaki en son şehre geçirmek için gemiler istedi ise de bunlardan hiçbir şey elde etme imkanına kavuşamadı. Zira İranlılar gemileri bağlamışlardı. Öylece günlerce bekledi. Nihayet İranlı iri kıyım adamlar Sa'd'ın yanına gelip ona nehrin geçidini gösterdilerse de o buradan böyle geçmeyi kabul etmedi. Daha sonra Sa'd, Dicle'ye dalıp geçmeye karar verdi. Müslümanlar da suya daldılar. (Ordunun çoğu peş peşe suya daldı ve suyun derin yerine geldiler. Dicle simsiyah kesilmiş üzerindeki çer çöpü taşıyıp kenara atıyor gibi bir hale gelmişti. İnsanlar suya dalıp yüzdüklerinde karş il aştıkları tehlikeye rağmen karada gidiyor gibi duruyorlardı.)[504]
Bu hiç hesap etmedikleri şey, İran ordusunda panik meydana getirmişti. Birkaç saat çarpıştı iseler de, sonunda dayanamayıp bozguna uğradılar ve mallarının çoğunu terk ederek kaçıştılar. Müslümanlar da bu bırakılanların hepsini ele geçirdiler, sonra da oradaki meşhur Beyaz saraya gelip kuşattılar. Sarayda bulunanlar oraya sığınıp kale gibi kullanıyorlardı. Daha sonra Müslümanlarla anlaşma yaptılar.
Denildiğine göre İran ordusu Müslümanların Dicle'ye dalıp yüzerek geldiklerini görünce: "Vallahi biz insanlarla savaşmıyoruz, biz cinlerle çarpışıyoruz" diyerek bozguna uğradılar ve yenildiler.
Böylece Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) Beyaz saraya konakladı. Oradaki tarihin en güzel eserlerinden biri sayılan Kisra'nın "Eyvan"ım cami edindi. Eyvanda pek çok put vardı ve bunlar kireçle -beton gibi- dökülerek yapılmış olduğundan Sa'd onları oradan söküp atmak istediyse de gücü buna yetmedi.[505]
Hz. Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) Kisranın oturduğu tahtının olduğu yere gelince Duhan süresindeki: Nice bahçeleri ve pınarları, nice ekinleri ve kıymetli makamı, nice hoşlarına giderek yaşadıkları nimetleri terk ettiler." ayetini okudu.[506]
Sa'd (r.a.) Beyaz saraya girdiğinde namazları dört rekat olarak kılmaya başlamıştı. Bunun anlamı orada (n daha ileri gitmeyip) uzun süre kalmak istemiş olması idi. İşte Irak arazisinde ilk kılman Cuma onların kıldığı Cuma olmuştu ki, tarih hicretin on altıncı yılının Safer ayını gösteriyordu.[507]
Taberi devamla şöyle anlatır: Sa'd Humus'unu (beşte birlik devlet hissesini) ayırdıktan sonra kalan ganimeti bölüştürdü. Her süvariye on iki bin düştü ki, ordunun hepsi süvari idi.[508]
Hz. Sa'd Medayin şehrinin evlerini insanlara taksim etti. İnsanlar da bu evlerde oturmaya başladı. Sa'd (r.a.) -bu arada- devlete ait olan Humus'u toplayıp, İran imparatoruna ait olan elbiseler, ziynetler ve kılıç gibi olan her şeyi bu Humus'a dahil etti. Müslümanlar da:
-"Şu kadife halının beşte dördünü almaktan vazgeçip tamamını Ömer'e göndermemize can-ı gönülden razı olur musunuz?, O da onu alıp dilediği yere koysun da Medine halkı arasında böylece bir mevki kazansın, ne dersiniz?" deyince: "Olur" dediler. O da bu kadifeyi hiç bozmadan Hz.. Ömer'e yolladı. Bu kadife halı 60*60 zira' (bir zira' yaklaşık 60 cm'dir) yek pare bir halı olup o günkü birim olan Cerîb (yani 3600)m büyüklüğünde idi. Halıda resim şeklinde yollar, nehre benzeyen şekilde döşenmiş kıymetli taşlar vardı ve bunların aralarında inci yerleştirilmişti. Bu nehrin iki yakası tıpkı ziraat arazisi gibi dokunmuştu. Yerde ilk baharda yeni otlarını çıkarmaya başlamış araziler gibi altın saplar üzerine ipekten dokunmuş, çiçekleri de alîm gümüş ve benzeri cevherlerle bezenmiş idi. Hz. Ömer bu halıyı Medine halkına bölüştürdü. Bunlardan bir parçası Hz. Ali'ye isabet etmiş o da bu hissesini yirmi bin dirheme satmıştı.[509]
Müslümanlar üç yıl içerisinde İran Kisralarmm krallık tahtını ve Bizans Kayserinin tahtım ve iki ülkenin ana toprakları sayılacak yerleri istila edip, şimdiye kadar misli asla duyulmamış şekilde altın, mücevher, ipekli kumaşlar, köleler, şehirler ve saraylara ganimet yoluyla sahip oldular. Fettah olan Allah'ı azîmu'ş-Şân ne yücedir!
Gerek İran imparatorları olan Kisra ile Bizans kralları olan Kayser' lerle, ülkelerinde onlardan önce hüküm süren kimselerin bu hükümleri çok uzun bir süreyi kapsamaktadır.
Kisralarla, İranlılar -ki bunlar dinen Mecûsî olup Irak ve Acemistan'da beş yüz yıla yakın bir süre idarede bulundular. Onların ilk kralı Daryâ idi. Bu kral gayet uzun bir ömür sürmüştür. Denildiğine göre o krallıkta iki yüz yıl kral olarak kalmıştır. Krallarının sayısı yirmi beştir. Bunlardan ikisi kadındır. Kisraların sonuncusu Hz. Osman zamanında ölen Yezdecürd'dür. Kisralardan birisi de Zülektaf Sâbur (veya Şapur) olup henüz ana rahminde daha doğmadan kendisine Kayser olarak bağlılık ilan edilmiştir. Zira o anasının rahminde iken babası ölmüş, bunun üzerine o dönemde yönetimde söz sahibi olan Kâhinler: "Bu doğacak çocuk yeryüzüne hükmedecektir!'' iddiasında bulunmuşlar, bunun üzerine de krallık tacı anasının karnı üzerine konulmuş ve o esnada ana rahminde bir cenin olmasına rağmen onun adına civarda bulunan yerlere yazılar yazmıştır. Böyle bir kral nasbi, Örneği daha önce görülüp duyulan bir şey değildi. Buna "Zü'İ-Ektâf diye lakap verilmesi, Sabûr'un kızdığı kimselerin kürek kemiklerini söktürmesinden dolayı (kürek kemikleri olan kişi, anlamına getirilerek) olmuştur.
Medayin'deki büyük Eyvan'ı yaptıran, Nişabur şehri ile Sicistan şehrini ilk defa kurduran da odur.
İranlıların son dönem Kisrâlanndan birisi de Nuşirevân'dır. Bu zat gayet zeki ve akıllı idi. Kendisinin on iki bin tane kadını ve hizmetçisi vardı. Elli bin baş hayvanı, dokuz yüz doksan dokuz fili vardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun hükümdarlık döneminde doğmuştu. Daha sonra Efendimizin dedesi Abdu'I Muttalib'in vefat ettiği vakitte ölmüştür.
Ashab-i Kiram Kisranın (en meşhur binası sayılan) Eyvan'ını ele geçirdiklerinde onu örten Örtüsünü yaktılar. Bu örtüden (işledikleri altından) geriye tam bir milyon mıskal ağırlığında altın elde ettiler.[510]
Bu yıl içinde meydana gelen hadiseleri sayarken İbnu Cerir-i Taberi şöyle der:
-Abdullah b. Ebi Taybe el-Becelî anlatıyor: Medâyin'de konaklayıp, ganimeti bölüşüp Hz. Ömer'e Humus'u yolladığımızda İran komutanı Mihran'ın Celûla'da askeri kamp kurup, orada hendek kazdırdığın, Musul'luların da Tikrit şehrinde kamp kurduğunu haber aldık.
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) durumu halife Ömer (r.a.)'a bildirdi. Ömer (r.a.) da Sa'd'a: "Hâşim b. Utbe komutasında on iki bin kişilik bir orduyu Celûla'ya yollamasını, öncü kuvvet komutanlığına Ka'ka' b. Amr'ı, sağ kanada Sı'r b. Malik'i, sol kanada Amr b. Malik'i, takviye kuvvetlerinin başına Amr b. Mürra el-Cüheni'yi tayin etmesini." bildirdi.
Taberi Muhammed, Talha, Mühelleb ve Ziyad dörtlüsünden bu konuda şu bilgileri de nakletti: Ömer (r.a.) Sa'd'a: "Allah Mihran ile Entâk'ın ordusunu bozguna uğratırsa, Ka'ka'yı önden gönder, gidip sizin sınırınızın bitimindeki Sevad-ı Irak ile oradaki dağın arasına varsın. Amr ile Saîd'i de onlara yardımcı yap." diye yazdı. Bunlar Celûla halkı hakkında da şu bilgileri söylerler:
-İranlılar Medâyin'de yenilip kaçarak Celûla'ya geldiklerinde İran-karma ordusunun yol ayrımına gelmişlerdi. Azerbaycanlıların, İranlıların ve dağ halkının yol ayrımı idi. Orada kaçışlarım ayıplayıp, harbe teşvik ederek: "Burada ayrılacak olursanız bir daha birleşeni jiıiiz, haydi gelin araplara karşı birleşip savaşalım. Harp lehimize sonuçlanırsa istediğimiz olur, aksi olursa da biz üzerimize düşeni yapmış olur ve mazeretimizi ortaya koymuş oluruz" deyip harbe karar verip hendekler kazdılar. Mihrân er-Râzî'yi komutan seçtiler.
Kisra Yezdecürd de Hulvan'a geldi. Onları "bu kadar adam böyle mi yapar" diye ayıplayıp orada epey mal bıraktı. Onlar da oradaki hendekte kaldılar. Hendeğin etrafım ucu sivriltilmiş ağaç çitle çevirdiler. Amir-i Şa'bî der ki: "Ebu Bekr (r.a.) ölene kadar, yaptığı harplerde asla dinden dönen (Ehli Ridde) kimselerden yardım istememiş-
1 Celûia, Bağdat civarında Horasan tarafına giden yol kenarında bir şehirdir. M. Buldan 2/156
tir.[512] Ömer (r.a.) ise onlardan da faydalanırdı.[513] Ancak onları beş on kişilik ufak bir grup olmadıkça asla emir yapmazdı. Ashabdan liyakatli biri oldukça harpte onlara hiç kimseyi denk tutmazdı. Eğer ashabdan böyle birini bulamazsa o zaman tabiinden en iyisini .seçer, bu ehli Ridde'den harbe gönderdiği kimselere başkan olma hevesini tattırmazdi. Zaten onların bütün harplerde reis olanları İslâm'ın kökleşmesine kadar birkaç zayıf kişiden ibaretti."
Yine aynı dörtlü şöyle devam ederler: On altıncı yılın Safer ayında Haşim b. Utbe on iki bin kişilik bir ordu ile Medayin'den hareket etti. İçlerinde Muhacir ve Ensar'ın ileri gelenleri ile mürted olsun olmasın arapın lider seviyesindeki kimseleri vardı. Celûla'ya varıp onları kuşattılar. İranlılar müthiş bir savunma yaptılar. Celûla'da Müslümanlar seksen defa saldırı yapıp her seferinde Allah onlara zafer, müşriklere de mağlubiyet verdi. Müşrikler yenilgiyi görünce odun kazıkları değiştirip demir kazıklarla hendeği çevirdiler. Taberi bu hadiseyi İbnu Bişr'den şöyle anlatır: -Haşim Celûla'da Mihran ve ordusunu hendekte kuşattı. Onlar karışık ordularla Müslümanlara ara ara topluca saldırıyorlardı. Komutan Haşim ordusuna: "Bu yer bundan sonraki yerleri fetih için bir merkez olacaktır!" diye teşvik ediyordu. Sa'd (r.a.) da ona süvariler yollayarak destek oluyordu.
Nihayet müşrikler Müslümanları atmak için hep bir araya gelip üzerlerine saldırdılar. Komutan Haşim ayağa kalkıp: "Size sevap ve ganimeti tamamlayacak olan imtihanınızı bugün Allah'a iyi verin, Allah için yapın yaptığınızı!" diye nida etti. iki taraf savaşa başladı. Allah üzerlerine öyle bir rüzgar estirdi ki etraf kapkaranlık kesildi de
sadece bir birlerine mani olmaya başlayıp süvarileri kendi hendeklerine peş peşe bir birlerinin üzerine düşmeye başladılar. Kendilerine kaçacak bir yer bulamadılar. Atları bırakıp kaçtı ve onların sığmaklarını da bozdu.
Müslümanlar bu duruma bakıp: "Haydin ikinci defa onların karşısına geçip onları oraya sokalım yahut önlerinde ölelim." dediler. Müslümanlar saldırıya geçince İran ordusu da çıkıp demir kazıkları Müslümanların geldiği tarafa atıp atların üzerlerine gelmesini engellemek istediler. Geçmek için açık bir yer koydular. Oradan çıkıp saldırdılar. Herır savaşındaki gibi eşi görülmemiş bir çarpışma oldu. Ka'ka' b. Amr onların hendek kapısına gelip orayı tutarak tellal: "Ey Müslümanlar! İşte komutanınız İran hendeğine girdi ve orayı ele geçirdi, haydi ona doğru gelin!" diye bağırttı. Bu ilanı Müslümanlara moral vermek için yaptırdı. Müslümanlar da: "Komutan Haşim, kesin hendekte" inancıyla saldırdı. Onlara karşı duran olmadan hendeğin kapısına vardılar ve Ka'ka'nm orayı ele geçirdiğini gördüler. Müşriklerden hendeğin sağ ve sol tarafındaki 1 erde yenilmeye başlayıp, Müslümanlara kurdukları tuzağa kendileri düşüp atlarının ayaklan kesildi. Yaya olarak kaçmaya başladılar. Müslümanlar da peşlerine takıldı. Yetişemedikleri dışında hiç kurtulan olmadı. "O gün onlardan yüz bin kişi katledildi. Ölüler hendeğin etrafındaki, önündeki ve ardındaki meydanı doldurup yeri adeta örtmüştü. İşte onların ölülerinin o meydanı doldurup Örttüğü için "örtülü" anlamına Celûla adı verildi.[514]
Taberi bu hadiseyi on altıncı hicri yılın Zilka'de ayında yapıldığını söylerken başka bir tarihçi onun hicri on yedinci yılda yapıldığını söyler.
Ebu VaiPden nakledildiğine göre, oraya Celûla denmesi serden uzaklaşması sebebiyle olmuştur.
Halife b. Hayyat'da bu hadiseyi "Tarih" adlı eserinde şöyle verir:
Kisra oğlu Kisra Yezdecürd, Medâin'den Hulvân şehrine kaçtı, ve dağlık bölgelerde yaşayan tebaasına mektuplar salıp asker toplattı ve bunları Celûlâ'ya sevk etti. Orada muazzam bir ordu meydana geldi. Komutanları Hurrazâz b. Hurrahürmüz idi. Sa'd b. Ebi Vakkas, Ömer'e yazıp durumu bildirdi. Hz. Ömer de ona: "Sen yerinde dur ve İranlılara ordu yolla! Zira Allah sana yardım edecek ve vadini tamamlayacaktır." diye yazdı.
Sa'd (r.a.) da kardeşi Utbe b. Ebi Vakkas'ın oğlu Haşim'e sancak hazırlatıp ordunun başında yola çıkardı. İki ordu karşılaştı. Müslümanlar bir hücum yaptılar, sonra Allah müşrikleri hezimete uğrattı. Onlardan büyük bir bölümü katledildi. İslâm ordusu, onların kamplarını sarıp, muazzam bir mal ve çok esir aldılar. Ganimetler on sekiz milyon dirheme ulaştı. Şa'bî'den nakledilişine göre: "Celûla ganimeti otuz milyon parçaya bölünmüştür." Ebu Vail de: "Celûla harbine "fetihlerin fethi" adı verildi" diye nakletmiştir.[515]
Taberi aynı dörtlüden şu bilgiyi verir: Hz. Ömer'e Celûla'nm fethini ve Ka'ka'nın Ömer'in emri gereği Hulvan'a vardığını bildirip, kaçan İranlıların peşine gitmek için Hz. Ömer'den izin istediler. Lakin Ömer (r.a.) bunu reddedip şu Irak sevadı (Dicle boyu köyleri) ile dağlar arsında bir set olup İranlıların bize, bizim de onlara ulaşamamamızı ne kadar isterdim. Bize ziraat arazisi olarak nehir kıyısındaki sulak yerler yeter. Ben Müslümanların sulh içinde olmalarını harple gelecek ganimete tercih ederim." buyurdu.[516]
Hz. Ömer kendisine yollanan Celûla humusunu açıp mücevheratları görünce ağladı. Abdurrahman b. Avf: "Ya Emiru'l mu'minîn, neye ağlıyorsun, vallahi bu şükür yeridir!" deyince: "Vallahi ben ona ağlamadım. Allah'a yemin ederim ki Allah bu mücevheratı hangi millete verse bir birini kıskanıp bir birine buğz eder. Bir de bir birini kıskanmaya görsünler derhal aralarına yıkılma belası girer![517] dedi. Taberi devamla der ki:
-Sa'd (r.a.) Medayin ötesindekileri toplatıp saydırdı, yüz otuz bin kadar olduğunu anladı. Otuz bin kadarı ev sahibi idiler. Bunların taksimi hususunu yazı ile Ömer'e sordu. Hz. Ömer de: "Kaçıp düşmana sığmmadıkça çiftçileri benim daha önce yaptığım gibi haline bırak" dedi. Sa'd'ın bir mektubu üzerine, çiftçi olmayanlar için yapılacak muameleyi de yapıp yolladı.[518]
Taberi yine aynı dörtlüden naklediyor:
-Haşim b. Utbe Celûla'da ikamet etti. Ka'ka' da kaçanların ardından Hankîn'a kadar gitti. Onların esirlerine yetişip savaşçılarından ulaştıklarını öldürdü. Komutan Mihran öldürüldü. Firuzan ise kaçtı. Bunları duyan Kisra Yezdecürd, Rey' şehrine doğru geri kaçtı.[519]
Taberi naklediyor:
-Sa'd (r.a.), Abdullah b. El-Mu'tem el-Antâk'a hareket etmesini emredip, öncü kuvvetlerin başına Rıb'î el-Anezî'yi, sağ kanada Haris b. Hassan ez-Zühelî'yi, sol kanada Furat b. Hayyan el-Iclî'yi takviye güçlerine Hânı b. Kays'ı, süvarilerin başına Arfece b. Herseme'yi tayin etti.
Böylece Abdullah b. El-Mu'tem beş bin kişilik bir kuvvet ile Medayin'den Tikrit'e yürüdü. El-Antak'm yanına vardı. Antak'm yanında Rumlar, Araplardan İyad, Nemir ve Tağleb kabileleri vardı. Oraya vardığında şehrin etrafında büyük bir hendek kazıldığını gördü. Kırk gün Tikrit'i kuşatıp, yirmi dört defa hücum yaptı. Bunlar Celûla halkı kadar güçlü değillerdi. Rumlar her çıkışta durumun kendi aleyhlerine olduğunu, her hücumda biraz daha bozulduklarını görünce, komutanlarını terk ettiler, eşyalarını gemilere taşıdılar. Tağleb. İyad ve Nemir kabilelerinden birtakım gözcüler; Abdullah b. EI-Mu'tem'e sulh istemeye ve Abdullah'ın isteğini kabul edeceklerini söylemeye geldiler. O da onlara: "Tevhid kelimesini kabul etmeleri teklifini yolladı. Onlar da "kabul ettik" diye cevap verdiler. Abdullah da: "Bizim tekbir sesimizi duyunca bilin ki, biz Önümüzdeki surun kapısına girmek için gelmiş olacağız. O zaman siz de Dicle nehri tarafındaki kapılan ele geçirip gücünüzün yettiklerini öldürün ve bu hususta diğerleri ile uyuşuncaya kadar devam edin." dedi.
Abdullah ve arkadaşları tekbir alınca Tağleb, İyad ve Nemir kabileleri de tekbir aldılar. Kapıları çoktan ele geçirmişlerdi. Bunu duyan Tikritliler, Müslümanların kendilerine arkadan saldırdıklarını sandılar ve Müslümanların bulunduğu kapılara koşuştular. Böylece önden Müslümanların, arkadan da o gece Müslüman olanların kılıçları arasında kaldılar. Hendek savaşçılarından bu Müslüman olanlar dışında hiç kurtulan olmadı. Tikrit'in ele geçmesi üzerine Abdullah, Hz. Ömer'in tavsiyesine uyarak İbnu'I Efkel'i Hısneyn şehrine yolladı ve casus haberinden daha hızlı, Kaylûle saati (öğle üzeri) uyuyup geceleri giderek hızla varmasını emredip yanına Tağlib, îyad ve Nemirlileri kattı. Onlar da çarçabuk Hısneyn'e ulaştı. Kapılara varıp onlara sulh teklif ettiler. Kabul edenler kaldı, etmeyenler kaçtı. Sonra Abdullah b. Mu'tem de oraya gelip kaçanları geri çağırdı. Onlara iyi davrandı. Hepsine zimmet verdi. Tikrit'te ganimetten her hisseye bin dirhem, süvarilere üç bin, piyadelere bin dirhem düştü. Humus'u ayırıp Fürat b. Hayyan ile Ömer (r.a.)'a yolladı.[520]
Bu yıl Ömer (r.a.), Şam diyarına gidip Kudüs'ü fethetti. Havran'ın kasabası olan Cabiye'ye gelip orada kendisinden mütevatir olarak rivayet edilen meşhur hutbesini okudu.[521]
Kudüs'ün fethine gelince:
Taberi bu hususta (özetle) şöyle nakleder:
-Ömer (r.a.)'m Şam seferine çıkışı -denildiğine göre- şu sebepten olmuştur: Ebu Ubeyde, Kudüs'e geldiğinde halk ondan aynen Şam halkının sulh şartları üzere anlaşma yapmak isteyip bu işin imzalanmasını bizzat Ömer (r.a.)'ın üstlenmesini istediler. Ebu Ubeyde de durumu Hz. Ömer'e yazdı ve şehirden ayrıldı.
Bir de ona Amr'ın gelmesi için yazdı. O hadise de şudur:
Amr b. El-Âs Ecnadeyn'e geldiğinde Rumların Artabûn adlı bir komutanı vardı ki, Rum dahisi idi. Muazzam bir ordu kurmuş idi. Amr yardım isteyen ve Artabun'u anlatan bir mektubu Ömer'e yolladı. Ömer onu okuyunca; biz Rum Artabûn'a Arab'ın Artabun'unu gönderdik deyip istişare ederek ona yardım gönderdi. Bu .yardımlarını hep birden Amr'a değil, Şam şehirlerini fetihle uğraşan .diğer komutanlara yolluyordu ki, o şehirlerden kimse Artabun'a yardıma gelmesin.
Amr, Ecnadeyn'de onu bir türlü tuzağa düşüremedi. Elçilerden de sadra şifa verecek netice çıkmadı. Bunun üzerine elçiliği bizzat kendi yapmaya karar verip elçi kılığında Artabun'a gitti. Ona gerekeni söyledi. Onun dediklerini dinledi. Bu arada Atabun'un kalelerini iyice bakıp öğrenerek, ne yapması gerektiğini anladı. Artabun da içinden: "Vallahi bu olsa olsa Amr dedikleridir, değilse de Amr'ın danışmanlarından biridir. Ben Müslümanlara bunu öldürmekten daha büyük bir darbe indiremem." diye geçirdi. Bir nöbetçi çağırıp ona gizlice: "Çık şu noktaya var, bu oraya gelince onu öldür" diye emretti.
Amr b. El-As bu telaştan durumu sezdi ve ona: "Sen beni dinledin ben de seni! Senin söylediğin benim kafama tam yattı. Lakin ben danışma kurulundaki on kişiden biriyim. Ömer bizi Amr'a yardım etmemiz, ve onun yaptıklarına bakmamız için yolladı. Ben varıp bu on kişiyi alıp geleyim. Onlar da senin bana yaptığın teklife benim gibi bakarsa baş komutan ve diğer komutanlar onların görüşüne katılır. Benim gibi görmezlerse onları yerlerine geri yollarsın!" dedi. O da: "Tamam!" dedi. Artabûn birini çağırıp gizlice ona yolladığı adamı çağırttı. O gelince Amr'a haydi git de arkadaşlarını getir!" dedi. Amr gidip gelmeyince durumu anlayan Rum komutan: "Herif beni kandırdı, bu insanların en dehası." dedi. Amr'ın bu hilesini Ömer duyduğunda çok sevindi ve: "Allah için bu Amr çok yaman bir herifi yendi" dedi. Çaresiz kalan Artabûn savaşa girdi. Yermuk'taki gibi çok çetin bir çarpışma oldu, çok ölü verildi.
Sonra Artabun yenilip İliya'ya (Kudüse) sığındı. Artabun İliya'ya geldiğinde Müslümanlar onun girişine müsaade ettiler. İliya'daki İslâm ordusu da Ecnadeyn'deki Amr'a katıldı. O sırada Artabun: "Sen benim dostum ve dengimsin, zira sen kendi milletinin arasında makamca benim gibisin. Vallahi Ecnadeyıı'den sonra Filistin'de fethedebileceğin bir yer yok, aldanma, geri dön. Yoksa senden evvelkilerin uğradığı hezimete uğrayacaksın." dedi.
Amr, Rumca bilen birini ona yollayıp: "Rumca bilmez gibi davran, ve ne dediğini iyi anlayıp bana haber ver." dedi. Adamın eline bir mektup verdi. İçinde: "Mektub'un bana geldi. Sen kendi toplumunda benim dengimle benim gibisin. Eğer bir özellik sana yanlış yaptırırsa benim üstünlüğümü kavrayamazsın. Sen de biliyorsun ki, bu ülkeyi fethedecek olan kimse (eski kitaplara göre) benim. Ben sana falan, falan ve falancaya yardımcı olmanı teklif ederim, benim bu kitabımı onlara oku, onlar aramızdaki bu meselede bir görüş belirtsinler." diye yazıldı.
Elçi mektubu alıp Artabun'a onların huzurunda verdi. Onlar mektubu okuyunca gülüştüler ve Artabun'a: "Peki bu ne diyor, sen onun burayı fetheden kimse olmayacağım nereden biliyorsun?" dediler. O da: "Bu fethin sahibi eski kitaplara göre adı üç harfli O-m-r olan biridir." dedi. Elçi bunları duyup geri döndü ve Amr'a söyledi. Amr da bu fethin Ömer (r.a.)'ın elinde olacağını anladı.
Amr, Ömer'e yardım isteyen bir mektup yollayıp: Ben çok zor, çok çarpıcı bir harbe, fethi senin için saklanan bir ülkeye harbe hazırlanıyorum, görüşünü bildir!" diye yazdı. Ömer mektubu okuyunca Amr'ın bu lafının bir teşvike değil, bir bilgiye dayandığını anladı ve insanlara yola çıkıyoruz, diye ilan ederek hazırlandı. Sonra yola çıkıp Cabiye denen yere kadar geldi. Ömer (r.a.) tam dört defa Şam'a gelmiş oldu.
1- Atı ile geldiği
2- Deve üzerinde geldiği
3- Veba hastalığını duyup geri döndüğü yolculuk
4- Bu son yolculuğu, bunu da eşeğin üstünde yaptı. Şam diyarındaki komutanlara da, Cabiye'de şu gün buluşalım diye yazdı. Ona ilk önce Yezid, Ebu Ubeyde ve Halid geldiler. Elbiseleri ipekli idi. Ömer onları böyle süslü püslü görünce taş alıp onlara attı ve: "Beni bu kılıkla mı karşılıyorsunuz. Sizin iki yıldır karnınız doydu, bu tokluk sizi ne çabuk yoldan çıkardı! Vallahi siz bu işi ikinci yüz yılın başına kadar böyle yaparsanız Allah bu nimeti sizden alıp başkalarına verecektir!" dedi. Onlar da: "Ey Mü'minlerin Emiri! Bu sadece yalmak dedikleri (kaşındırmayan sağlam) bir elbise, üzerimizde silah var, ondan giydik." deyince Ömer: "Tamam öyleyse." dedi.
Hz. Ömer'in torunu Salim b. Abdillah der ki:
-Ömer Şam diyarına girince, kendisini Şam yahudilerinden birisi karşıladı ve: "Esselamu aleyke ya Faruk! Tliya'nm (Kudüs'ün) sahibi sensin. Vallahi Allah İliya'yı fethetmeden seni geri döndürmeyecek." dedi. Kaç kere Amr'ı heveslendirdiler, o da askerlerini heveslendirdi ama ne Kudüs ne de Remle'ye gücü yetmedi.
Ömer Cabiye'de iken birden insanlar silahlara sarıldılar. Ömer: "Ne oluyorsunuz?" deyince: "Gelen kılıçlı süvarileri görmüyor musun?" dediler. O bakınca bir bölüğün kılıçları panldayarak geldiklerini görünce: "Korkmayın bunlar güvenlik istemeye geliyor, onlara güvenlik verin!" dedi. Onlara güvenlik verildi. Onlar geldiler ki, meğer Kudüs halkı imiş. Onlara İliya ve ona bağlı yerlerde bir de Remle ve civarındaki yerlerde geçerli olmak üzere bir belge yazdırdı. Böylece Filistin birisi İliya ve civarı, diğeri Remle ve civarı olmak üzere ikiye ayrılmış oldu. Onlar tam on tane büyük iskan yerinden ibaretti. Filistin ise Şam'ın bütün şehirlerine denkti.
Bu sulha o gelen Yahudi de şahit oldu. Hz. Ömer ona Deccal hakkında bazı sorular sordu.
Halid ve Ubade anlatıyor: Hz.. Ömer Kudüs halkına şu metni yazdı:
-Bismillahirrahmanirrahim. İşte şu vesika, mü'minlerin emiri, Allah'ın kulu Ömer'in Kudüs halkına verdiği vesikadır. Canlarına, mail larına, kiliselerine, haçlarına, hastasına, sağlıklısına, diğer din mensuplarına, kiliselerinin eve çevrilmeyeceğine yıkılmayacağına, Kudüs ve civarından bir şey eksiltilmeyeceğine, haçlarından ve mallarından bir şeye ilişilmeyeceğine, dinlerine baskı yapılmayacağına, hiç kimseye zarar verilmeyeceğine, onlarla İliya'da hiçbir Yahudi'nin iskan ettirilmeyeceğine dair güvence veriyorum. îliya halkı da buna karşılık diğer şehir halkı gibi cizye vergisi verecek, Bizanslıları oradan onlar, bizzat kendileri çıkaracak. Bizans Rumlarmdan kim oradan çıkarsa istedikleri güvenli bir yere gidene kadar can ve mallan korunacak. Ama güvenle İliya'da oturmak isteyen kimse İliya halkı gibi vergi vererek oturabilecek. İliya halkından Rumlarla beraber malını alıp gitmek isteyen de güvenli yer varana kadar can ve mallan emniyette olacak, bunların kalan haç ve kiliselerine dokunulmayacak. Diğer yerlerden olup da bu Artuvan'la beraber savaşa gelenler de dilerse aynı vergi ile İliya'da kalabilecek, dileyen Bizans Rumlarıyla gidecek, ailesine dönmek isteyen de dönecek ve bunlardan bir şey alınmayacak. Bu anlaşma metninde bulunan maddelere Allah'ın taahhüdü. Peygamberinin zimmeti (koruması) Halifelerinin zimmeti ve mü'minlerin zimmeti, bu vergiyi vermek şartıyla- geçerli olacaktır. Bu anlaşmaya Halid b. Velid, Amr b. El-As, Abdurrahman b. Avf ve Muaviye b. Ebu Süfyan şahitlik etmiş imza atmışlardır. On beşinci yılda yazılmıştır.
Hz. Ömer bu anlaşmayı yollayıp Kudüs'e yöneldi. Varıp doğruca Mescid-i Aksa'ya gitti. Kapıya yaklaştı, açılınca: "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, dedi ve içeri girip Davud (a.s.)'m mihrabına yöneldi. Orada nafile kıldı. Biraz sonra sabah oldu. Müezzin ezan okudu. Ömer (r.a.) öne geçip birincide "Sad" suresini, ikinci rekatta da "Esra" suresinin baş tarafını okuyarak namaz kıldırdı. Ka'b'a: "Kıbleyi ne tarafa yapalım?" deyince Ka'b, kaya'ya (ağlama kayası) doğru deyince: "Ya Ka'b, vallahi Yahudilere benzedin, biz kıbleyi mescidin ortasına Peygamberimizin yaptığı gibi yapalım" deyip kıbleyi belirledi. Sonra kalkıp Hıristiyanların Kudüs'e hakim olduğu zaman, Hıristiyan Rumların yerin altına gömdükleri -o vakit- çöplük olan Yahudi kıblesine geldi. Oraya varınca bir kısmını çıkarıp bir kısmını bıraktılar. Hz. Ömer elbisesiyle orayı temizledi. Ka'b ve yanındakiler tekbir getirdiler. Hz.. Ömer onları yanma çağırdı ve nedenini sordu. Çünkü Ömer her yerde takva gösterilmesini sevmezdi. Ka'b: Rumlar Yahudilere saldırıp mağlup olunca kiliseyi gömmüşler. Sonra galip gelmişler ama onu çıkaramamışlar. İranlılar gelip Yahudilere saldırınca, Yahudilere isyan etmişler. Sonra "işte sen gelene kadar Rumlar onlara galiptiler" diye bazı geçmiş kıssalar da anlattı.[522]
Enes b. Malik der ki: Kudüs'te Ömer'le ben de bulundum. Bir papaz gelip, şarap haram olmasına rağmen, üzümden yapılan bir şeyden bahsetti. Ömer onu görmek istedi. Papaz getirip bunu gösterdi ve bunun, şıranın üçte biri kalana kadar kaynatılarak yapıldığını söyledi. O da parmağıyla tadına bakıp beğendi, ve komutanlara bunun yenileceğini ilan etti.[523]
Züheyr b. Muhammed el-Mervezî anlatıyor: Bana Abdullah b. Müslim b. Hürmüz, kendisinin Ebu'l Gadiye el-Müzenî'yi şöyle derken işittiğini anlattı:
-Cabiye'de Ömer (r.a.) yanımıza çıka geldi. Esmer bir deveye binmiş tüysüz başı güneşten parlıyordu. Kafasında ne sarık ve ne takke vardı. Şiltesi, necid koçu postu olup bir yerde konaklayınca onu yatak olarak kullanırdı. Heybesi, içi lif dolu kadife ya da alaca (dedikleri çizgili) bezinden yapılmış olup yastık olarak kullanırdı. Üzerinde bir kısmı parçalanmış cebi kirlenmiş bir gömleği vardı.
Bu haberi İsmail el-Müeddeb de, İbnu Hürmüz'den o da, Ebu'l Âliye eş-Şâmî'den aynı metinle naklediyor.
Abdullah b. Ömer der ki: Ömer (r.a.) Cabiye'de bize şöyle bir hutbe okudu:
Rasulullah (s.a.v.) bizim aramızda şu kalktığım gibi kalkıp buyurduki:
"Size önce ashabımı iyi koruyup gözetmenizi, ikram etmenizi, sonra onları takiben gelen Tabiûn'u sonra da o nesli takiben gelen Tebe-i Tabiûn'u tavsiye ederim. O üç nesil, onlardan sonra yalan yaygınlaşacak, öyle ki kişi yemin teklif edilmeden yemin edecek. Şahitliği istenmeden yalan yere şahitlik edecek. Size cemaatle beraber olmak düşer. Bölünmekten sakının. Zira şeytan tek kişi ile beraber olur. İki kişiden ise -bize göre- daha uzaktır. Dikkat hiçbir erkek yalnız bir kadınla baş başa kalmasın (bunu üç kere söyledi), yoksa üçüncüleri şeytan olur. Cennetin en has yerini isteyen, cemaatle beraber olsun. Kimin yaptığı sevap kendini sevindirir, işlediği günah kendisini üzerse, işte mü'min kişi odur.[524]
Abdullah b. Muğira babasından nakleder:
-Ebu Ubeyde b. Cerrah (r,a.), Yermuk harbini tamamlayınca, Amr'ı Kmnesrin'e yolladı. Amr oraya varıp Halep, Menbec ve Antakya halkıyla sulh yapıp onları cizye vermeye tabi kıldı. Kmnesrin arazilerinin diğer yerlerini silah zoruyla çarpışarak fethetti.[526]
Bu yıl içinde Iyaz Ganm'ın komutasındaki bir ordu Suruç ve Ruha şehirlerini zaptetti.[527]
İbnu'l Kelebî bu yıl olayları içinde İliya fethiyle ilgili şu bilgilen verir: Ebu Ubeyde ön kuvvet komutam Halid b. Velid olmak üzere Kudüs'e doğru yola çıkıp, İliya halkını kuşattı (İliya Eski Kudüs'tür) İliya halkı: "Eğer bizzat sulh anlaşmasını Ömer gelir de kendisi yaparsa ve güvence metni yazarsa o zaman sulh isteriz." dediler. Ebu Ubeyde de bunu Ömer (r.a.)'a bir mektupla bildirdi. Ömer (r.a.) da kalkıp bu kutsî topraklara geldi ve onlarla sulh yaptı. Günlerce Kudüs'te kalıp sonra Medine'ye döndü.[528]
Bu yıl İçinde (Habur ırmağının Fırat'a döküldüğü yere yakın bir yer olan Kırkısya şehri zapt edildi. Haris b. Yezid el-Âmiri orayı muhasara etmişti. (Halk razı olunca) sulh ile fethedildi.[529]
Bu on altıncı yılın Rabiu'l evvel ayında ilk defa resmi tarih belirlendi.
Said b. Müseyyeb bu konuda şunları anlatır:
-Tarihi ilk belirleyen Ömer b. Hattab (r.a.) olmuştur. Hilafetinin üzerinden iki buçuk yıl geçince bu işi yaptı. Hz. Ali b. Ebi Talib ile istişare ederek Hicretin on altıncı yılı olduğu belirlendi. (Hicret tarih için esas alındı.)[530]
Yine bu yıl Musul halkı ile harp için Rıb'î b. El-Efkel görevlendirildi.[531]
Bu yıl Efendimiz'in eşlerinden, oğlu İbrahim'in annesi Mısırlı bir Kıbtiyye olan Mâriye vefat etti. Onu Peygamberimize Mısır kralı Mukavkıs hicretin sekizinci yılında hediye etmiş idi. Oğlu İbrahim (a.s.) sadece yirmi ay yaşamıştı.
Mariye'nin cenaze namazını Hz. Ömer (r.a.) kıldırdı. Cenazesi Bakî' mezarlığına defnedildi.
Ölümü bu yılın Muharrem ayında idi.[532]
Bir rivayette denildiğine göre bu yıl ölenler içerisinde Sa'd b. Ubade (r.a.) ile Ebu Zeyd lakaplı Sa'd b. Ubeyd el-Kârî de vardır.[533]
Bu yıl olayları arasında -bazı tarihçilere göre- Celûla savaşı da sayılır. O daha önce anlatılmıştı.[534]
Bu yıl Hz. Ömer (r.a.), Medine'nin başına kendine vekil olarak Zeyd b. Sabit (r.a.)'ı koyarak (Hz. Enes'in tarifine göre Tebük vadisinde bir köy olup) Hicaz topraklanyla Şam toprakları arasındaki hudut sayılan yerde bulunan Serğ köyüne kadar geldi. Maksadı Şam'a gitmekti. Şam'da tam o sıra veba hastalığı ortaya çıkmıştı. Hz. Ömer de Abdurrahman b. Avfin Peygamberinizden naklettiği bir hadisin gereği olarak Medine'ye geri döndü.[535]
Bu yıl, Mescid-i Nebevî dar gelmeye başladığı için, Hz. Ömer mescide ilave yaptı.[536]
Yine bu yıl Hicaz'da müthiş bir kıtlık ortaya çıktı. Bu yıla (arazinin kuraklıktan kül gibi renk almasından ötürü), Ramade yılı adı verildi.[537] Hz. Ömer (r.a.) Peygamberin amcası Abbas (r.a.)'ı öne geçilip onun hürmetine diyerek yağmur duası yaptı.[538]
Bu yıl Ömer bir mektup yazıp Basra valiliğim Ebu Musa el-Eş'ari'ye verdiğini (Muğira'nın azlinden sonra) bildirip, Ebu Musa'ya derhal Ehvaz vilayetine bağlı yerlere sefer yapmasını emretti. Ebu Musa emri alır almaz Basra valiliğine, Imran b. Husayn (r.a.)'ı vekil bırakıp, Ehvaz üzerine yürüdü. Ehvaz'ı bir rivayete göre sulh yaparak, başka bir rivayete göre de harp yaparak zorla fethetti. Hz. Ömer (r.a.) oraya on milyon dört yüz bin dirhem Ödemelerine karar verdi.
Ziyad, Irak genel valiliği döneminde şehrin zapt edilişindeki ikilemden dolayı bu "zorla fetih" meselesini "sulh ile fetihten" ayırmak ve onları cizyeye bağlamak istedi ama buna gücü yetmedi.[539]
Halife b. Hayyat der ki: bu yıl Ebu Bekr (r.a.) ile Nafî -ki ikisi de Haris'in oğullarıdır- Şebl b. Ma'bed ve Ziyad, Muğira b. Şu'be aleyhine "zina etti" diye şahitlikte bulundular. Sonra içlerinden biri şahitlikten çekindi. Ömer (r.a.) da Muğira'yı valilikten azledip yerine Ebu Musa el-Eşari'yi tayin etti.[540]
Yine Halife: Reyhan b. isme, Amr b. Merzûk isnadıyla Ebu Ferkad'dan: "Biz Ehvaz'da Ebu Musa el-Eşarî İleydik. Atlarında zırh gibi giydirilmiş ipekli şeyler vardı." dediğini anlatır.[541]
Bu yıl Ömer (r.a.)', Hz. Ali ve Fatıma (r.a.)'ın kızı Ümmü Kül-süm'le evlendi. Rivayete göre kırk bin dirhem mihir vermiş. [542]
Bu yıl içinde birçok ileri gelen insan öldü. Lakin daha doğru olan rivayete göre onların bir kısmı bu yıldan önce, bir kısmı da bu yıldan sonra ölmüşlerdir.
Utbe b. Gazvan, Said b. Ufeyr ile Vakidi'nin rivayetine göre bu yıl içinde Öldü.
Yine İbnu Ufeyr'in görüşüne göre Haris b. Hişam, İsmail b. Amr ve Şurahbil b. Hasene ile Muaviye'nin kardeşi olan Yezid b. Ebu Süfyan da bu yılda öldüler.
Hişam b. El-Kelbî'nin ve İbnu Ufeyr'in görüşüne göre Ebu Ubeyde b. Cerrah da bu yıl ölmüştür.
Ebu Müshir der ki: "Ben Yezid b. Ubeyde'nin kitabında Ebu Ubeyde ile Muaz b. Cebel'in on yedinci yılda öldüğünü okudum."
İbnu İshak: "Hz. Ömer insanlara yağmur duası yaptırdı. Duaya yanında Abbas b. Abdulmuttalib'i de alıp, "Allah'ım senden Peygamberinin amcası ile yardım istiyoruz..." diye yaptığı yağmur duasını bu on yedinci yılda yapmıştı." der.[543]
Bu yıl içinde Ebu Musa el-Eşarî (r.a.) Cündşabur ve Sûs şehrini sulh yoluyla ele geçirip sonra Ehvaz şehrine döndü.[544]
Yine bu sene, baş komutan Sa'd b. Ebi Vakkas, Cerir b. Abdullah el-Becelî'yi Celûla savaşından sonra Hulvan seferine yolladı. Cerir b. Abdullah Hulvan'ı savaş yoluyla fethetti.[545]
Bir rivayette deniyor ki; Sa'd, Cerir'i değil, Haşim b. Utbe'yi Hulvan'a yolladı. O önce orayı sulh ile aldı idi. Ama Müslümanlar Nihavend'e yürüdüklerinde Hulvanlılar anlaşmayı bozdular.[546] Sonra Haşim Malı şehri üzerine yürüyüp, onları Azerbaycan'a kadar sürdü. Sonra Sa's'a barış için haber saldılar, böylece sulh anlaşması yapıldı.[547]
Yine anlatıldığına göre: Ebu Musa el-Eşari (r.a.) (Huzistan'daki) Ramehürmüz şehrini zapt etti, sonra da (Huzistan'm en büyük şehri olan) Tüster üzerine yürüyüp orada konakladı.[548]
Ebu Ubeyde b. El-Müsenna anlatıyor: Bu yıl herim b. Hayyan Destehir (veya Reyşehr) halkını kuşattı. Destehir meliki rüyasında açlıktan çocuğunu yiyen bir kadın görünce paniğe kapılıp: "Şimdi Araplarla sulh etmeliyim!" deyip Herim b. Hayyan ile şehri Müslümanlara boşaltılmış olarak teslim şartıyla sulh anlaşması yaptı.[549]
Bu yıl ordu fetihleri yapıp Sa'd'le beraber Kûfe'ye döndü. Küfe şehri daha önce kamışla yapılmış ve bu yıl müthiş bir yangınla kül olmuştu. Sa'd, Hz. Ömer'le mektup aşarak Kûfe'yi yeniden kerpiçle inşa etti.
Bu yıl Ürdün tarafındaki Amvas'ta müthiş bir veba hastalığı baş gösterip nice Müslümanlar vebadan şehit oldular.[550] Denildiğine göre Mekke ve Medine'de veba hiç görülmemiştir.[551]
Nesebi: Âmir b. Abdullah b. El-Cerrah b. Hilal b. Üheyb b. Dabbe b. El-Haris b. Fihr el-Kuraşî el-Fihrî olup, asıl adı Âmiri idi. Peygamber dili ile "Bu Ümmetin Emîni" olup cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Sakife oğullan yurdunda Hz. Ebu Bekr'den sonra kendi yerine halife olmak üzere Hz. Ebu Bekr tarafından önerilen iki kişiden biridir.
Kendisinden Hz. Cabir, Ebu Ümame, Hz. Ömer'in kölesi Eşlem ve çok kimse hadis rivayet etmiştir.[553]
Şam orduları başkomutanlığını üstlenmiştir. İslam'a girmede ilk davrananlardan birisi olup Bedir harbine katılmıştır. Uhut savaşında Peygamberimizin başındaki miğferin parçalanıp yanaklarına oturan halkalarını Peygamberimize acı vermesin diye dişleriyle sökmüş ve bu yüzden ön dişleri çıkmıştı. Bu iki dişin oradan sökülmüş olması ağzina güzellik vermiş, hatta Ebu Ubeyde'nin dökük diş yerlerinden daha güzel bir ağız görülmedi, denmiştir.[554]
Ebu Ubeyde'mn nesli devam etmedi.[555]
Rivayete göre Nebi (s.a.v.) onunla Muhammed b. Mesleme'yi ahiret kardeşi ilan etmişti.[556]
Malik b. Yuhamir Ebu Ubeyde'yi tarif ederken: "İnce yapılı zayıf çökük yüzlü, seyrek sakallı, uzun boylu, göğsü hafifçe içeri çekik, ön dişlen dökük biriydi." der.[557]
Tarihçi Musa b. Ukbe, Zati Selâsil savaşını anlatırken: "Peygamber (s.a.v.) Amr b. Âs (komutasında yolladığı askere) aralarında Ebu Bekr ve Ömer'in de bulunduğu bir orduyu yardıma gönderdi ve onların başına Ebu Ubeyde'yi komutan yaptı." der.[558]
Raşid b. Sa'd ve diğerleri (Şureyh b. Ubeyd, Sabit b. Haccac, Ebu'l Acfa) anlatıyor: Hz. Ömer Şam seferine çıkıp da Serğ denen yere vardığında Şam diyarında müthiş bir veba çıktığı haberini aldı. O zaman Ömer dedi ki: Şam'daki vebanın şiddetini duyunca kendi kendine "Ecelim bana geldiğinde Ebu Ubeyde sağ olursa onu halife tayin eltiğimi bildireyim. Eğer Allah bana: "Muhammed ümmetine niye onu tayin ettin" derlerse ben de: "Ben senin Peygamberini onun hakkında: Her ümmetin bir Emîni (güvendiği kişi) vardır. Bu ümmetin Emîni de Ebu Ubeyde b. Cerrah'tır." Dediğini işittim, derim." dedi. Bu söz oradakilerin hoşuna gitmedi ve Fihr oğullarından gelen nesli kasdederek: "Peki Kureyş'in ulularına ne oluyor da onları halife yapmak istemiyorsun." dediler. Ömer de: Ecelim geldiğinde Ebu Ubeyde ölmüş olursa Mııaz b. Ce-bel'i seçerim. Rabbim bunu sorarsa, onun hakkında Peygamberin: "O kıyamet günü alimler arasında önde olarak hasredilir" derken duydum, derim." dedi.[559]
Abdullah b. Şakîk anlatıyor: Ben Hz. Âişe'ye: "Rasulullah'ııı ashabı arasında kendisine en sevimli olanı kimdi?" diye sordum. O da: "Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra da Ebu Ubeyde idi." diye cevap verdi.[560]
Urve b. Zübeyr anlatıyor: Hz. Ömer Şam'a geldiğinde onu komutanlar karşıladılar. O ise: "Kardeşim Ebu Ubeyde nerede?" dedi. "Şimdi geliyor." dediler. Az sonra burnuna ip bağlanmış bir deveye binmiş olarak gelip ona selam verdi. Sonra insanlara: "Bizi yalnız bırakın!" dedi. Hz. Ömer'le yürüyerek evine kadar geldiler. Ömer onun evine konuk oldu. Evde kılıcı kalkanı ve semerinden başka bir şey göremeyince Ebu Ubeyde'ye: "Evine biraz eşya alsan olmaz mıydı?" dedi. O da: "Ya Emira'l Mu'minîn! Şu gördüğün bile hakkımızda dedi kodu ettirecektir." dedi.[561]
Ebu Ubeyde (r.a.)'ın çok menkıbeleri vardır ki, bunların çoğunu Hafız Ebu'l Kasım b. Asâkir "Tarihi Dımışk" adlı eserinde anlatır.[562]
Ebu'l Müveccih el-Mervezî der ki: Tarihçilerin iddiasına göre Ebu Ubeyde Şam'da otuz altı bin kişilik bir askerin başında iken veba gelmiş ve bu otuz altı binden sadece altı bin insan ölümden kurtulabilmiştir.[563]
Urve anlatıyor: Amvas'taki veba faciasından Ebu Ubeyde ile ailesi kurtulmuştu. Ebu Ubeyde ise: Allah'ım Ebu Ubeyde hanesinde de nasibini yazıver! Diye ölen arkadaşları gibi vebadan şehit gitmek için dua ediyordu. Derken Ebu Ubeyde'nin parmağından bir çıban çıktı. Ebu Ubeyde bu çıbana bakmaya başladı. Kendisine: "bu basit bir çıban, bir şey olmaz" denilince; "Umarım ki Allah bereketini bu çıbanda verecek" demişti.[564]
Urve b. Ruveym'den nakledilir: Ebu Ubeyde'ye eceli o Fıhl şehrin-deyken yetişti ve orada öldü. Fıhl şehri Beyzan yakınlarında bir yerdir. [565]
El-Fellâs ve bir grup alim, Ebu Ubeyde'nin hicri on ikinci yılda öldüğünü söylerler. Fellas'm rivayetinde: "Ebu Ubeyde o zaman elli sekiz yaşındaydı." Diye naklederler.[566]
Ebu Ubeyde Ketem ve Kına ile saç ve sakalını boyardı. Saçlarında iki bölük örsü vardı.[567] Allah razı olsun.
Nesebi: Muaz b. Cebel b. Amr b. Evs b. Âiz b. Adiy olup Seleme oğullarından olup Ensardandır. Medine'deki Hazreç kabilesindendir ve adı Ebu Abdurrahman'dır.
Akabe biatına katılıp Bedir harbinde bulundu.[569] Kendini Allah'a veren bir İmamdı. Peygamber (s.a.v.) ona: "Ya Muaz vallahi kesinlikle seni seviyorum." buyurmuştur. (Muaz da: '"Anam babam sana feda olsun! Vallahi ben seni seviyorum!" deyince, Nebi (s.a.v.): "Ya Muaz! Sana her namazın arkasında 'Allahumme einn'i alâ zikrike ve şükrike ve hüsnü ibâdetike, Allah'ım seni anmaya, sana şükretmeye ve sana güzel ibadet etmeye bana yardım et' demeyi ihmal etmemeni tavsiye ederim" buyurdu)[570]
Hz. Ömer (r.a.) Efendimizin Muaz hakkında şöyle buyurduğunu anlatır: " Muaz kıyamet günü alimlerden bir taş atımı mesafe önde getirilir.[571]
Abdullah b. Mes'ud der ki: Biz Muaz'ı (Allah'ın Kur'andaki) "O, Allah için ihlasla ibadet eden, hanif (akideli) ve asla müşriklerden olmayan bir ümmettir" diye tarif ettiği İbrahim (a.s.)'a benzetirdik.[572]
İbni Sa'd der ki: Muaz (r.a.) uzun boylu, beyaz tenli, güzel ağız ya-pisi, iri gözlü, çatık kaşlı, kıvırcık saçlı biriydi.[573]
Bir rivayette denildiğine göre: "Muaz on sekiz yaşındayken Müslüman olmuş, kendisi otuz küsur yıl yaşamıştır. Kabri Filistin'deki el-Gor (Gor çukurluğu)'dadır.[574]
Kendisinden, Enes b. Malik, Ebu't-Tufeyl, Ebu Müslim Abdullah b. Süreb el-Havlanî, Ömer'in kölesi Eşlem, El-Esved b. Yezid, Mesruk, Kays b. Ebi Hazim (İbnu Ömer, İbnu Amr b. As, İbnu Abbas, Abdullah b. Ebi Evfâ, Ebu Ümame, Ebu Katade, Ebu Salebe, Cabir b. Abdillah, Abdurrahman b. Semura, Abdurrahman b. Gunm, Malik b. Yehâmur es-Seksekî, Ebu îdris el-Havlanî, Cübeyr b. Nüfeyr el-Hadramî, Abdullah b. Kays, Amr b. Mersed es-San'anî, Haris b. Umeyr, Yezid b. Amîra, Kesir b. Mürra, Ebu'l Esved ed-Düelî, Şakîk b. Seleme, İbnu Ebi Leyla, Amr b. Meymun ve diğer çok insan) ondan rivayette bulunurlar.[575]
Amvas vebasında Muaz (r.a.) ve oğlu şehit oldular. Oğlu Abdurrahman kendisinden önce ölmüştü.[576]
Beşir b. Yesar anlatıyor: Muaz b. Cebel Yemen'e öğretmen olarak gönderildiğinde orada cemaate namaz kıldırmış ve ayaklarını uzatmıştı. Çünkü ayağı topal idi. Onu gören cemaat de ayaklarını uzatmışlardı. Muaz onlara: "İyi ettiniz ama bir daha tekrarlamayın, deyip ayağının sakat olduğunu bildirerek onlardan özür dilemişti.[577]
Enes'ten merfû' olarak nakledilen sahih bir hadiste Peygamber Efendimiz: " Ümmetimin helal ve ha-ram'ı en iyi bileni Muaz b. Cebel'dir." buyurdu.[578]
Cabir (r.a.) anlatıyor: Muaz (r.a.) insanların en güzel yüzlülerinden ahlakı en güzellerinden, en eli açık olanlarındandı. Bu yüzden çok borçlanırdı. Alacaklıları yakasını bırakmayınca, birkaç gün evine girip onlara görünmedi. Alacaklılar Peygamberden yardım istediler. Rasulullah (s.a.v.) de Muaz'ı çağırttı, Muaz geldiğinde alacaklılar da oradaydı. "Ya Rasulullah! Muaz'dan hakkımızı alıver!" dediler. Efendimiz: "Muaz'a sadaka verene Allah rahmetiyle muamele etsin!" dedi. Bir kısmı alacaklarını sadaka sayarken bir kısmı kabul etmedi ve "Ya Rasulullah hakkımızı alıver!" dediler.
Efendimiz: "Onlara sabret ya Muaz!" buyurup, sonra Enes'in ne kadar malı varsa alıp alacaklılara verip bölüştürdü. Onların her birine yedide beş düştü. Onlar: "Ya Rasulullah onu bize sat!" dediler. Nebi (s.a.v.) de: "Muaz'ı bırakın. Artık ona bundan fazlasına hakkınız yok!" buyurdu. Muaz da kendi oymakları Seleme oğullarına gitti. Onlardan biri: "Elinde avucunda hiçbir şey kalmadı, Peygamberden isteseydin!" dedi. Muaz: "Kesin isteyemem!" dedi. Sonra Peygamber (s.a.v.) onu çağırıp Yemen'e vali yaptı ve: "Belki Allah bu sebeple senin yaralarını saracak ve borçlarını ödeyecek!" dediler.
Muaz gitti vazifesine başladı. Rasulullah vefat ettiğinde daha oradaydı. Ertesi yıl Hac'da Hz. Ömer'le karşılaştı. Ömer Hz. Ebu Bekr'in hac emiriydi. Terviye günü Mina'da buluşup kucaklaştılar. Efendimizin vefat taziyesini yaptılar. Sonra oturup konuşmaya başladılar. Ömer, Muaz'in yanındaki köleleri göstererek "Bu ne?" dedi. O da: "Şu yolla elde ettim" dedi. Ömer: "Hangi yolla?" deyince, Muaz: "Bunlar bana hediye edildi!" dedi. Hz. Ömer: "Öyleyse bunu Ebu Bekr'e anlatayım!" deyince, Muaz: "Bunu Ebu Bekr'e anlatmaya değmez!" dedi. Sonra Muaz uyudu. Rüyasında kendini bir ateşli uçurumun başında (yar'ında) gördü. Ömer arkasından tutmuş ateşe düşmesine engel oluyordu. Muaz dehşetle uyandı ve: "İşte bu rüya Ömer'in bana söylediği." Deyip, Hz. Ebu Bekr'e gelip anlattı. O da bunları Muaz'a bağışlayıp, Muaz'ın kalan borçlarını da ödedi. O zaman Muaz: İşte Peygamberden duyduğum "Herhalde Allah yaranı saracaktır" sözü gerçekleşti, dedi.[579]
Nesebi: Yezid b. Ebi Süfyân b. Harb b. Ümeyye el-Emevî'dir. Kendisine "Yezid el-Hayr" (Hayırlı Yezid) denirdi. Annesi Kinan oğullarından Nevfel kızı Zeyneb'tir.[580]
Mekke fethi yılında Müslüman olup çok iyi bir İslâmî hayat yaşadı. Huneyn savaşına katıldı. Bir rivayete göre Peygamberimiz ona Huneyn savaşında ele geçen ganimetten yüz deveyle kırk okka kıymetinde bir şey bağışlamıştı.[581]
Kendisi çok kıymetli, şerefli, seyyid ve faziletli bir kimseydi. Yezid, Hz. Ebu Bekr tarafından Şam diyarı fethi için görevlendirilip eline sancak verilerek yola çıkarılan dört ordu komutanından birisidir.[582] Şam fethi tamamlanınca Hz. Ömer onu Dımışk (Şam) şehrine bölge valisi olarak atadı. Yezid'in ölümünden sonra da kardeşi Muaviye'yi Şam valiliğine atadı.[583]
Yezid'in Peygamberimizden direkt olarak naklettiği tek hadis abdestle ilgili olan hadistir.[584] Onun Hz. Ebu Bekr aracılığıyla yaptığı rivayeti vardır.[585]
Şam'daki meşhur veba salgınında öldü.[586]
Velid b. Müslim ise: Yezid, on dokuzuncu yılda, Akdeniz kıyısındaki Kaysariyye şehri fethedildikten sonra vefat etmiştir, der.[587]
Avf el-A'râbî der ki: Bize Muhacir Ebu Mahled Ebu'l Âliye'den şöyle nakletti: Yezid b. Ebi Süfyan orduyla bir gazaya gitmişti, esirlerden güzel bir cariye adamın birinin hissesine çıktı. Fakat Yezid kızı zorla ondan aldı. Adam da gelip Ebu Zer (r.a.)'a şikayet etti. Ebu Zer. Yezid'e: "Adama cariyesini geri ver!" dedi. Yezid vermek istemediği için işi ağırdan alınca, Ebu Zer de: "Eğer sen böyle yapıyorsan bilmiş ol ki ben Hz. Rasulullah (s.a.v.)'in: "Benim sünnetimi ilk değiştiren Ümeyye oğullarından Yezid denen biri olacaktır." hadisini hatırlatırım" dedi. Yezid: "Allah aşkına ben onlardan mıyım?" deyince: -'Hayır!" dedi. Yezid de adama Cariyesini geri verdi. Bunu Rûyanî Müsned'inde nakleder.[588]
Nesebi: Şurahbil b. Abdullah b. Muta' b. Amr olup annesinin adıyla İbnu Hasene çağrılmıştır. Babasının adı Abdullah olup Zühre oğullarının anlaşmalısı idi. Abdullah'ın babası ise Kinde kabilesindendir.[590]
Şurahbil ile annesi Habeşistan'a yapılan ikinci seferde hicret etmişlerdi.[591]
Onun rivayet ettiği iki hadis vardır.[592]
Kendisinden Aburrahman b. Garım ile Ebu Abdullah el-Eş'arî rivayette bulunurlar.
Kendisi Hz. Ebu Bekr tarafından Şam diyarını fethe gönderilen dört komutandan biriydi.[593]
Efendimizin amcası Abbas b. Abdulmuttalib b. Haşim'in oğlu. Güzel yüzlü, tatlı görünüşlü, son derece yakışıklı biriydi.[595]
Genç yaşta öldü zira veda haccında daha yüzünün tüyleri yeni çıkıp gelen bir çocuk idi. Orada Arafat'tan Mina'ya gelirken Peygamberimizin devesinin arkasında binili idi.[596]
Fazl'ın; hem Efendimizle sohbet şerefine eren sahabeliği, hem de Peygamberimizden rivayeti vardır.[597]
Kendisinden, küçük kardeşi Abdullah b. Abbas, Ebu Hüreyre ve Rabî'a b. El-Haris hadis rivayet eder.[598]
İbnu Sa'd, Zübeyr b. Bekkar, Ebu Hatem ve îbnu'l Berki'ye göre on sekizinci yıldaki Amvas vebasında ölmüştür. Doğru olan da budur.[599] Bazı rivayetlerde onun Merc'us-Suffer'de, kiminde Ecnâdeyn savaşında, kiminde de Yermuk savaşında, hatta hicri yirmi sekizinci yılda öldüğü bile söylenir.[600]
Nesebi: Haris b. Hişâm b. El-Muğîra el-Mah'zumî olup lakabı Ebu Abdurrahman'dır. Bu, Ebu Cehl'in kardeşidir.
Mekke fethinde Müslüman oldu. Şerefli lider yapılı biriydi. Onun kendi toplumundaki milliyetçi etkenliğini bildiği için Peygamber (s.a.v.), sırf kalbini İslam'a ısındırmak için Huneyn ganimetlerinden yüz tane deve vermiş idi. Daha sonra çok iyi bir Müslüman oldu.[602]
Şam'a cihat için Mekke'den hareket ederken, Mekke halkı onun gidişine çok üzülmüş onu uğurlamak için yola dökülmüş ve ayrılığına gözyaşı dökmüşlerdi. (Halkla beraber Batha'nm üzerine gelince insanların üzüntüsüne bakındı ve: "Ey insanlar, vallahi burayı sizden uzaklaşmak ya da şu diyarınızdan daha iyi bir yurt bulmak için terk etmiyorum. Biliyorsunuz bu cihad işi çıkınca Kureyş ileri gelenlerinin çoğu cihada katılmaya gitti. Onlar Kureyş'in nesepçe (soyca) en iyileri değillerdi. Ama öyle bir derece elde ettiler ki vallahi, Mekke dağları altın olsa da onu Allah yoluna verseydik yine onların cihadtaki günlerinden bir tanesinde kazandıklarına ulaşamazdık. And olsun ki, dünyada cihatta bizden öne geçerlerse kesinlikle ahirette onlara erişmeye uğraşacağız!" deyip, malını mülkünü çocukları alıp Şam'a doğru gitti.)[603]
Haris'in ölümünden sonra Hz. Ömer onun hanımı Fatıma binti Velîd b. Muğira ile evlendi.[604]
İbnu Sa'd ise, Hz. Ömer'in, onun hanımıyla değil kızı Ümmü Hakim ile evlendiğini söyler.[605] Haris de Amvas vebasında öldü.[606]
Nesebi: Ebu Cendel b. Süheyl b. Amr olup asıl adı el-Âs'tır. Sa-habe-i kiram'm en faziletlilerinden biriydi. Hudeybiye sulhu bittiği esnada, ayaklarındaki çözemediği kelepçe ve zincirleri sürüyerek gelen o idi. Müslüman olunca babası onu zincire vurmuştu. Oğlunun geldiğini Hudeybiye'de gören babası Peygamberimize: "İşte anlaştığımıza göre, senin bize geri göndermek üzere ilk yargılamasını yapacağım kimse budur." demiş, Peygamber (s.a.v.) de onu geri vermişti.[608]
Kendisinin hem Efendimizle sohbeti lıem de cihadı vardır. Kardeşi Abdullah Yemame savaşında şehit olmuş, Bedir harbinde bulunmuş biriydi. Ebu Cendel (r.a.) da bu yılki Amvas vebasında öldü.[609]
Hayber fethi esnasında Habeşistan'dan gemiye binerek gelen grupla Medine'ye geldi, sonra Şam'a yerleşti.
Asıl adı Ka'b b. Asım'dır. Amr ya da Âmir b. Haris olduğu da söylenir.
Kendisinden Abdurrahman b. Ganm, Ümmü'd-Derdâ, Rabîa el-Cüraşî ve Ebu Sellâm el-Esved'in rivayetleri vardır.[611]
Ata b. Yesar ve Şehr b. Havşeb, ondan mürsel olarak rivayet ederler.[612]
Şehr b. Havşeb, Abdurrahman b. Gunm'den: "Muaz b. Cebel, Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Ebu Malik el-Eşari aynı günde vebaya yakalanıp öldüler" der.
İbnu Sa'd ve diğerleri sadece: "Hz. Ömer'in hilafetinde öldü." derler.[613] Ben Ebu Malik'i İbni Abbas (r.a.)'ın tabakası arasında sayıyorum.[614]
Bu yıl Ebu Musa el-Eşarî, el-Ruha ve Sümeysat şehirlerini zor kullanarak fethetti.[615]
Bu on sekizinci yılın başlarında Ebu Ubeyde (r.a.), Iyaz b. Ganm el-Fihrî'yi Cezire'yi (Mezopotamya'yı) fethe yolladı. Yolda Basra'dan gelen Ebu Musa el-Eşarî ve ordusuna rastladı. Beraberce yola devam edip Harran, Nusaybin ve Cezire'nin büyük bir bölümünü savaş zoruyla zapt ettiler. Bunun sulh ile olduğu da rivayet edilmektedir.[616]
Yine Iyaz b. Ganm Musul üzerine yürüyüp şehri ve civarındaki ona bağlı yerleri harple fethetti.[617]
Bu yıl Sa'd b. Ebi Vakkas Küfe camiini inşa etti. [618]
Halife b. Hayyat Tarih'inde der ki: Bu yıl (Filistin sahilindeki) Kaysariyye fethedildi. Ordu komutanı Muaviye b. Ebi Süfyan ile Sa'd b. Amir b. Hizyem idi. Her biri kendi ordusuna komuta ediyordu. Allah müşrikleri yenilgiye uğrattı. Onlardan çoğu çok çetin bir çarpışmayla öldürüldü.
Bu olayı Hişam b. El-Kelbî bu tarihte diye söylüyor. İbni İshak ise Kaysariyya fethinin hicri yirminci yılda yapıldığını söylemektedir.[619]
Bu yılın Zil-hicce ayında İran topraklarındaki Suhab köyü yakınında Suhab savaşı yapıldı. Müslümanların ordu komutanı Hakem b. Ebi'l-Âs idi. Savaşta müşriklerin komutanı Şehrak öldürüldü.[620]
Halife b. Hayyat Tarih'inde: "Bu yıl Rumlar Abdullah b. Huzafe es-Sehmî'yi esir aldılar." der.[621]
Denildiğine göre bu yıl Tikrit şehri fethedildi.[622]
Yine bu yıl içinde Celula savaşı tekrar yapılmıştır. Bu. acem ya da İranlılarla yapılan öncekinden ayrı bir savaştır.[623]
Bu sene Hz. Ömer, Osman b. Ebi'1-Âs'ı dördüncü Ermenistan'a[624] yolladı. Orada ufak bir çarpışma oldu. Saffan b. Muattal (r.a.) vurularak şehit oldu.[625]
Safvan b. El-Muattal b. Ruhsa es-Sülemî el-Zekvanî. Efendimiz (a.s.)'m (Hz. Aişe'ye yapılan iftira olan) ifk hadisinde adı geçen sahabesidir. O hadiste, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun hakkında; Onun aleyhine hayırdan başka bir şey bilmiyorum" buyurdu.[627]
Saffan bizzat, "Ömrümde hiçbir kadının evinin kapısını açmadım" demişti.[628]
Saffan (r.a.)'tan nakledilen iki hadis vardır.[629]
Kendisinden Said b. Müseyyeb, Ebu Bekr b. Abdurrahman b. El-Haris ve Saîd el-Makburi hadis rivayetinde bulunuyorlar. Tabii onların rivayette bulunması eğer Saffan bu on dokuzuncu yıldaki savaşta öldü ise imkansız olacağı için sened mürsel olur. Eğer Vakidî'nin dediği gibi Sümeysat şehrinde, hicri altmışıncı yılda öldüyse o zaman bizzat Saffan'dan duymuş olurlar.[630]
Halife b. Hayyat onun Cezira'da öldüğünü söyler.[631]
Safvan (r.a.) Peygamberimizin ordusunda orduyu ileri sevk edip arkayı kontrol eden birliğin komutasını yapmış biriydi.[632] Kendi aynı zamanda iyi bir şair idi.[633]
İbni îshak, onun bu Ermenistan savaşında öldüğünü ve o günkü komutanlardan biri olduğunu anlatır.[634]
Bir rivayete göre Yezid b. Ebi Süfyan'ın da bu yılda öldüğü anlatılırca da onun vefatı daha önceki yılda geçmiştir.[635]
Nesebi: Übey b. Ka'b b. Kays b. Ubeyd b. Zeyd b. Muaviye b. Amr b. Malik b. Neccar. Lakabı Ebu'l-Miinzir el-Ensarî olup Ebu't-Tufeyl dendiği de söylenir. Sahabenin Kurra başıdır. Hem Akabe biatında hem de Bedir harbinde hazır bulundu. Kendisinden şu kimseler rivayette bulundu:
Oğullan:
1- Muhammed,
2- Tufeyl
3- Abdullah,
4- Abdullah b. Abbas,
5- Enes b. Malik,
6- Süveyd b. Gafele,
7- Ebu Osman en-Nehdî
8- Riz b. Hubeyş
9- Cündüb el-Becelî
10- Abdurrahman b. Ebzâ
11- Abdullah b Amr b. Âs
12- Ebu Hüreyre
13- Ebu Eyyub el-Ensarî
14- Sehl b. Sa'd
15- Abdurrahman b. El-Esved
I6- Ebu'l Âliye el-Riyâhî
17- Ebu Basîr el-Abdi
18- Isme
19- Ebu Hakime
20- AbduIlah b. Ebu Basîr
21- İbni Ebi Leyla
22- Kays b. Abbad
23- Umara b .Amr b. Hazm el-Ensari
24- Carûd b. Sebra
25- Ebu Rafı el-Sanî')[637]
Talha b. Ubeydullah'ın oğlu İsa der ki: Übey (r.a.) ne uzun ne kısa, ortaya yakın kısa boylu iri cüsseli bir adam idi.[638] Yine Abbas b. Sehl, Übey'in saç ve sakalı bembeyazdı, der.[639] Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
-Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Übey b. Ka'b'a: " Allah bana, sana "Lem yekunillezîne keferû" (Beyyine suresi)ni okumamı emretti" buyurunca, Übey sevinçle: Allah sana benim adımı söyledi ha!?" dedi. Peygamberimiz de "evet" deyince Übey (r.a.) ağladı.[640]
Hz. Enes der ki: Rasulullah (s.a.v.) döneminde Kur'am dört kişi ezberinde toplamıştı ki, bunların hepsi de Ensardandır.
1- Übey b. Ka'b
2- Muaz b. Cebe!
3- Zeyd b. Sabit
4- Amcalarımdan biri olan Ebu Zeyd.[641]
İbni Abbas (r.a.) der ki: Übey b. Ka'b bir gün Hz. Ömer (r.a.)'a: "Ben Kur'an okumayı Cebrail'den alan zattan daha ağzının ıslağı kurumadan (yeni gelen ayetleri sıcağı sıcağına) aldım." dedi.[642]
İbni Abbas anlatıyor: Hz. Ömer; "Bizim Kur'an kıraatini en iyi bilenimiz Übey b. Ka'b, en iyi yargılayanımız da Ali b. Ebi Taİib'dir. Buna rağmen biz Übey'İn kıraatindeki bazı şeyleri kesin terk ederiz. Zira Übey: "Ben Peygamber (s.a.v.)'den duyduğum bir şeyi asla terk etmem." demekte. Halbuki Allah: " ^ü j' %£ ı> t^ ^ Biz bir ayeti nesh eder ya da onu unutturursak..." buyuruyor, dedi.[643]
Enes b. Malik, Nebi (s.a.v.)'in: Ümmetimin en iyi Kur'an okuyanı Übey'dir." buyurduğunu söyler.[644]
Muhammed b. Übey babası Übey (r.a.)'tan yine aynı haberi ayrı bir yolla Ebu Said el-Hudri'den şöyle nakleder: Übey b. Ka'b:
-Ya Rasulullah! Sıtma hastalığının mükafatı ne?" diye sordu. Efendimiz (a.s.) de: Sıtma, hastalandırdığı kişiye sevaplar getirir." buyurdu. Übey de: "Allah'ım bana, sana isyan ettirmeyecek, yolundan çıkarmayacak derecede olan bir Sıtma ver" diye dua etti. Ondan sonra hiçbir akşam olmadı ki, o sıtmalı olmasın.[645]
(Zehebi) derim ki: Zir b. Hubeyş: "İşte bu her günkü sıtma yüzünden onda sert huyluluk vardı." derdi.[646]
Ebu Nadra el-Abdî anlatıyor: Adı Cabir veya Cüveybir denen bizden birisi şöyle anlattı: Hz. Ömer'den bir ihtiyaç istemeye gitmiştim. Yanında elbisesi de saçları da bembeyaz bir adam vardı ve: Şüphesiz dünya, içinde bizi ahirete ulaştıracak yol ve azığı olan bir (yer-dir)dünyadır! Orada, bizim ahirette hesaba çekileceğimiz amellerimiz vardır, dedi. Ben Hz. Ömer'e: "Ey Mü'minlerin efniri bu da kim?" diye sorunca Ömer (r.a.): "Bu, Müslümanların Efendisi Übey b. Ka'b'dır." dedi.[647]
Ma'mer b. Raşid der ki: İbni Abbas'in genellikle ilim aldığı üç kişidir:
1- Ömer
2- Ali
3- Übey b. Ka'b[648]
Heysem b. Adiyy, Übey'in on dokuzuncu hicri yılı öldüğünü söyler.[649]
Yahya b. Maîn ise yirminci ya da on dokuzuncu yılı öldü, der.[650]
Ebu Ömer el-Darîr, Ebu Ubeyd ve Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr'de (onun yirmi ikinci yılda öldüğünü söylerler)[651] ve Vakidi'de bir çok kişiden onun yirmi ikinci yılda öldüğünü söyler.[652]
Halife b. Hayyat ve Fellas ise Hz. Osman'ın hilafetinde vefat ettiğini söylerler.[653]
İbni Sa'd der ki: Ben bizzat kulağımla "Übey (r.a.), Hz. Osman'ın hilafeti döneminde, hicri otuzuncu yılda öldüğünü söyleyen birini dinledim, bu konudaki görüşlerin en sağlamı budur," der.[654]
Kendisi ilk Müslümanlardan olan Efendimizin ashabı.
İbnu Ebi Hatem, kitabında ondan bahsetmiyor. Vakidi ise onu Be-dir'e katılanlar arasında verip lakabının da Ebu Yahya olduğunu söyler.
Ebu Ahmed el-Hakim de: Habbab (r.a.) Bedir savaşında bulunmuş ve elli yaşında iken on dokuzuncu hicri yılda vefat etmiştir, der.[656]
Mısır bu yıl fethedildi. Halife b. Hayyat Tarih'inde, birkaç raviden ve diğer tarihçiler bu konuda şöyle anlatırlar:
-Ömer (r.a.) bu yıl, Amr b. El-As'a Mısır üzerine yürümesini emreden bir mektup yazdı. Emri alan Amr b. El-As yola çıktı. Hz. Ömer, Amr'a destek vermesi için Zübeyr b. Avvam'ı bir ordu ile Amr'a yolladı.
Amr1 in yanında kuvvet komutanları olarak Umeyr b. Vehb el-Cumehî, Harice b. Huzafe el-Adevî ve Büsr b. Erfa vardı. Ordu ilerleyip (eski Kahire de denen Fustat yakınındaki) Bab-ı Elyon kal'asma gelip kamplarını kurdular. Mısır halkı kalelere kapandı. Ordu Ka-hire'yi harp yoluyla zapt ederken kaleye sığınan Bâb-ı Elyoırlularla sulh yaptılar. Kale burçların üzerine ilk önce Zübeyr (r.a.) çıktı. Sonra diğerleri peşine takıldı. Zübeyr (r.a.), Amr'a orayı, fethedenler arasında bölüştürmeyi teklif etti (ise de Amr ben kendiliğimden orayı taksime gücüm yetmez deyip) durumu Hz. Ömer'e mektupla bildirdi. Hz. Ömer de onlara: "Bir ve birkaç defada yemek bir defada hepsini yemekten hayırlıdır. Oraya dokunmayın (oranın haraç gelirlerini Müslümanlara fey olarak bölüştürürsünüz)" diye yazdı.[657]
Amr b. El-As'ın hutbeye çıkıp şöyle dediği nakledilir:
-Ben şuraya otururken Mısır Kıptîlerinden hiç kimseye güvenlik ve anlaşma yaparak oturmuş değilim. İstersem öldürürüm, istersem köle diye satarım, dilersem de ordu arasında humus olarak bölüştürürüm. Sadece Entablus halkı bunun dışında kalır. Zira onlara verdiğimiz bir güvenlik sözü var, ona riayet edeceğiz.[658]
Ali b. Rabah'tan: "Mağrib'in (o günkü kuzey Afrika'nın) hepsi silah gücüyle fethedildi." dediği rivayet edilir.[659] Abdullah b. Ömer (r.a.)tan şöyle dediği nakledilir; -Mısır, herhangi bir güvenlik verilmeden fethedilmiştir.[660] Tarihçilerden bir grup da aynı görüştedir. Yezid b. Ebi Habib ise: "İskenderiye dışında Mısır'ın her tarafı sulh yoluyla fethedildi." der.[661]
Velid b. Hişam el-Kahzemî babası ve amcasından nakleder: -Ebu Musa el-Eşari, el-Ehvaz, Nehri Tîrâ, Cünde Yesâbûr ve Râmehürmüz'ün fetihlerini tamamlayınca Tüster şehri üzerine yürüyüp şehrin şark kapısı önünde ordusunu yerleştirdi ve Ömer fr.a.j'tan takviye yardımı istedi. Hz. Ömer de Ammar b. Yasir'e bir mektup yazarak ona yardıma gitmesi emrini verdi. O da o sırada Hulvan şehrinde bulunan Cerir b. Abdullah'a: "Ebu Musa'ya yardıma hareket et" emrini içeren bir mektup yolladı. O da bin kişilik bir güçle yardıma gitti. Orada aylarca kuşatma yaptılar. Sonra Ebu Musa Hz. Ömer'e: "Onlara bu gelenlerin hiçbir katkısı olmadı." diye yazdı. Bunun üzerine Hz. Ömer, Ammar'a: "Bizzat sen kendin Ebu Musa'ya yardıma git!" emrini verip kendisi de Medine'den ayrı bir destek gücünü yola çıkardı.[662]
Ebu Bekr'e, oğlu Abdurrahman anlatıyor: Ebu Musa ve ordusu Tüster'de bir yıl kadar fethedemeden kaldılar. Tüster'den bir gün bir adam geldi ve Ebu Musa'ya: "Sana şehrin girişini göstermem karşılığında, benim ve ailemin kanının akıtılmayacağı, evimin ve malımın alınmayacağı garantisini isterim." dedi. Ebu Musa bu şartı kabul etti. Adam: "Öyleyse bana yüzme bilen akıllı bir adam ver götüreyim, sonra sana bu işin nasıl yapılabileceğinin tam haberini getirsin." dedi. (Ebu Musa da Meczee b. Sevr es-Sedûsi'yi çağırıp bana yüzme bilen akıllı bir adam bul, deyince Meczee: "Benim kendimi yollasana!" dedi. Böylece adamla oradan ayrıldı. Adam onu alıp dar bir geçide soktu. Öyle ki bazen öyle daralıyordu ki karnının üzerinde sürünüyor, bazen genişliyor ayakta yürüyor, kimi yerde dört elle yürüyorlardı.[663] Böylece şehre girdiler. Ebu Musa Meczee'ye yola çıkarken; "Şehrin asıl giriş kapısının yolunu, kale burcunun yolunu Hürmüzaırm kaldığı yeri iyi bellemesini tembih edip bir de: "Sakm ha benden önce hiçbir şey yapmaya kalkmayasın!" diye tembihte bulundu. Bu kafir onu Hürmüzan'ın yanma kadar götürdü. Hürmüzan'ı böyle görünce, içinden hemen onu öldüreyim diye geçirdiyse de Ebu Musa'nın "Sakm ha benden önce bir şey yapmaya kalkma!" demesini hatırlayıp vazgeçti.
Sonra Ebu Musa'nın yanma geri döndü. Ebu Musa ordudan onunla içeri girecek gönüllü istedi. Üç yüz kadar gönüllü ortaya çıktı.[664]
Ebu Musa onlara üstlerine sadece iki kat elbise giymelerini ve kılıç kuşanmalarını fazla bir şey olmamasını tembih etti. Meczee Allahu Ekber deyip suya atladı, diğerleri de tekbir alarak suya girdiler. Sanki ördekler gibiydiler. Yüzerek yer altı geçidine varıp yer altı su kanalına varıp otuz beş otuz altı kişiyle deliğe daldı, sonra diğerleri geçti. Bir kısmı şehrin ana kapısına, bir kısmı surlara doğru gittiler. Meczee birkaç kişiyle surun başına çıktılar. (Bu sırada Ebu Musa EI-Eşarî de orduyu alıp, şehrin bu kapısının önüne gelmişti. Kapıya gelenler oradaki nöbetçilere saldırıp öldürdüler.)[665] Hep birden hem surdakiler hem kapıdakiler tekbir alıp hücuma geçtiler (Kapının kilidini kırıp) kapıyı açtılar. Bu sırada surdan aşağı bir kafir elinde kısa mizrağıyla gelip Meczee'ye vurup onu şehit etti. Müthiş bir çarpışma oldu. Az sonra Müslümanlar şehri ele geçirdi. Hürmüzan da şehirdeki burçlardan birine girip saklandı.[666]
Ali b. Zehd ve Katade, Enes (r.a.)'ın: "Biz müşriklerle geceleyin çarpışmaya başladık, sabah olana kadar devanı etti. Ne ben ne arkadaşlarımız o gün öğle olana kadar sabah namazını kılamadık (ondan sonra kılabildik).
Bu namazın beni sevindirdiği kadar dünyanın tamamı beni sevindi-remezdi, dediğini anlatır.
İbn-u Sirîn: "O günkü çarpışmada (ashabın önde gelenlerinden) Berâe b. Malik şehit oldu.
Rivayete göre (Mübarek b. Füdale'nin Muaviye b. Kurra'dan nakline göre) şehrin kapısından içeri ilk giren Abdullah b. Muğaffel el-Mâzinî olmuştur.
Hasen-i Basri der ki: Ebu Musa Tüster şehrini iki yıl kuşatma altında tuttu. (Öyle fethetti)[667]
Şa'bi ise bu konuda: "Ebu Musa onları on sekiz ay kuşattı. Bu sırada İran kralı Hürmüzan Tüster*deki kal'ada kaldı. Sonra Hürmüzan Hz. Ömer'in verdiği can güvenliği ile kale burcundan inip teslim oldu." diye anlatır.
(Ebu Hanife ed-Dineveri der ki: Bunun üzerine Merzüban yanında bulunan ailesi ve idarecileriyle Ebu Musa'nın huzuruna geldi. Ebu Musa onları Hz. Ömer'e gönderdi.
Koruma için Enes'in komutasında üç yüz kişilik bir bölük verdi. Yolda Sümeyne adlı bir su başına geldiklerinde, oradaki eğleşenler suyu bitirecekler korkusuyla onlara şu izni vermek istemedi. Sonra bunlar komutanın Hz. Enes olduğunu duyunca onlara izin verdiler. Enes'in arkadaşlarından birisi "Medine'ye varınca bunların yaptıklarını Ömer'e şikayet et!" deyince Merzüban: "Bunları birisi buradan daha kötü bir yere sürecek olsa acaba böyle bir yer bulabilirmi?" diyorsun, dedi.)
Enes (r.a.) der ki: Hürmüzan'ı alıp Hz. Ömer'in yanına vardığımızda Hz. Ömer ona: "Haydi konuş bakayım!" deyince, o: "Ölmüş olacak bir adamın ağzıyla mı, yoksa sağ kalacak bir insan ağzıyla mı konuşayım?" dedi. Hz. Ömer de: "Sen konuş bir sakıncası yok!1' dedi. Hürmüzan da: "Bizler ve siz Arap topluluğu, Allah sizinle bizim aramızdan çekildiği sürece biz sizi yeniyor ve biz öldürüyorduk. Allah sizinle beraber olunca artık bizim size karşı iki elimizin bir faydası olmadı" diye konuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer bana: "Ya Enes, sen ne diyorsun?" dedi. Ben de:
-Yâ Emira'l-Mu'minîn ! Ben buraya gelirken geride bunlardan büyük sayıda insan ve çok şiddetli bir güç bıraktım geldim. Eğer sen krallarını öldürecek olursan hayattan ümitlerini kesecekler ve bu mevcut güçlerini daha da artıracaklar, dedim. Hz. Ömer de:
-Ne yani, Bera b. Malik ile Mecze'e b. Sevr'in katilini sağ mı bırakayım, dedi. Ben onun bu sözünden onu öldüreceğini hissedince Hz. Ömer'e: "Artık sen ona: "Konuş bir sakıncası yok" dedikten sonra ona güven vermiş olduğun için onu öldürmene şer'an imkan yok, dedim. Ömer: "Öyleyse sen bana senden başka birini de böyle olacağına şahit getir." dedi. Ben de Zübeyr'e rastladım. O da gelip benim gibi şahitlik etti. Ömer de onu öldürmekten vazgeçti. Ömer ona geçinebilecek bir maaş tahsis etti. O da Medine'de ikamet etti.[668]
Bizans imparatoru Heraklius bu yıl öldü. İslâm'a davet kıssası ile
Peygamberimizin kendisine mektup yazdığı Heraklius budur.
Bu yıl Hz. Ömer (r.a.) Yahudileri Hayber'den sürerek oranın mallarım taksim etti. Zil-Kurrâ vadisindeki arazileri de Müslümanlara bölüştürdü. Necran'daki fesatlık çıkaran Yahudileri de Küfe şehrine sürdü
Bu hadiseyi Muhammed b. Cerir et-Taberi anlatır.[669]
Hz.. Bilal'e künye olarak Ebu Abdu'l Kerim veya Ebu Abdullah hatta Ebu Amr el-Habeşi de denir.
Hz. Ebu Bekr'in kölesi olup, annesi Hamame'dir.
Kendisi İslam'la şereflenen ilk Müslümanlardan olup bu yüzden Allah yolunda çok işkence edildi. Bedir harbine katılmış ve Peygamberimizin müezzini olma şerefine ermiştir.
Kendisinden Abdullah b. Ömer, Ebu Osman en-Nehdî, EI-Esved b. Yezid, Abdurrahman İbni Ebi Leyla (Ebu Bekr, Ömer, Üsame, Ka'b b. Ücra, Abdurrahman b. Useyle, Ebu Amir Abdullah, Ebu İdris el-Havlanî, Şeddad, Said b. Müseyyeb, Ebu Ziyade Ubeydullah, Hakem b. Mina el-Medenî) ve nice alimler hadis rivayet ederler.[671]
Abdullah b. Mesud (r.a.) Allah yolunda işkenceye uğrayanları anlattığı haberinde şunları anlatır:
İslâm olduğunu ilk açıklayan yedi kişi şunlar oldu:
1- Rasulullah (s.a.v.)
2- Ebu Bekr
3- Ammar
4- Sümeyye (Ammar'ın annesi)
5- Suheyb-i Rumî (Bilal)
7- Mikdat
Rasulu Ekrem'i, Allah amcası Ebu Talib'le, Ebu Bekri de kendi kavmi ile korudu. Ama diğerlerine gelince: Müşrikler onları yakalayıp demir zırhlar içine koydular ve onları güneşe bırakıp adeta iliklerini erittiler. Bilal dışında bu beş kişiden müşriklerin isteklerine boyun eğmeyen kalmadı. Bilal ise Allah yolunda nefsini hakir gördü ve kavmine kendini teslim etti. Onlar da Bilal'ı çocukların eline verip, Mekke sokaklarında sürüye sürüye dolaştırıyorlar, Bilal ise hâla "'Allah tektir, Allah tektir" demeye devam ediyordu.[672]
Hişam b. Urve babası Urve'den naklediyor: Bilal (r.a.) işkence ediliyorken, Varaka b. Nevfel ona uğramıştı. Bilal'e İslâm'dan dönmesi için Mekke'deki Batha vadisindeki güneşin sıcaktan kavurduğu taşlara sırtım bastırıyorlar o da: "Allah tektir, Allah tektir" diyordu. Varaka yanma varıp: "Ya Bilal sabret, evet tektir, tektir" diyor ve ekliyordu: "Vallahi onu öldürecek olursanız, kesinlikle kabrini rahmet dilenen bir yer haline getireceğim."
Kavilerden kimi bu haberi, Hişam, babası Urve aracılığıyla ninesi Esma binti Ebi Bekr'den naklederlerse de, bunun kabulü çok müşküldür. Zira Varaka'nın, Peygamberliğin başlangıcına yetiştiği asla tesbit edilmiş değildir. Üstelik onu sahabe olarak sayan bir alim de yoktur.[673]
Bu işkence meselesini Hişam'dan başkası şöyle anlatmıştır: (Amir) der ki: Bilal'ın sahipleri onu güneşin altına yatırıp karnının üzerine kaya koyuyorlar ve onu mengeneyle sıkıyorlar ve ona "Senin dinin Lat ve Uzza'dır." diyorlar, o da: "Rabbim Allah'tır ve tektir/' diyordu. Ebu Bekr (r.a.) oradan geçiyordu. Müşriklere: "Buna niye işkence ediyorsunuz?" deyip, onu dokuz okkaya satın aldı, sonra da hürriyetine kavuşturdu.[674]
Ebu Ümame El-Bahilî ve Enes b. Malik Peygamberimizin:
"İmanda birinci (ilk) olanlar dört tanedir. Ben Arapların ilkiyim, Bilal Habeşlilerin ilkidir. Suheyb Rumların ilki iken, Selman da İranlıların ilkidir.[675]
Ebu Hayyan et-Teymî, Ebu Zur'a aracılığıyla Ebu Hüreyre (r.a.)'tan şöyle nakleder:
-Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Bilal'e: "Müslüman olalı beri yaptığın amellerin en ümitlisi hangisidir bana anlat. Zira ben dün gece cennette senin ayakkabılarının sesini duydum" buyurdu. Bilal de; Benim öyle ümit verecek bir ibadetim yok, ancak gece gündüz her abdest alışımda hakkımda ne takdir edilmişse o kadar namaz kılmıştım, dedi.[676]
Zeyd b. Erkam'dan naklolunduğuna göre Rasulullah (s.a.v.) "Bilal ne güzel bir kişi. Kıyamet günü müezzinlerin seyyididir" buyurdu.[677]
Urve der ki: Rasulullah (s.a.v.) Mekke fethedilince Bilal'e emretti de, Ka'be'nin üzerine çıkıp ezan okudu.[678]
Ali b. Zeyd (b. Ced'ân) ve diğer biri, Saîd b. Müseyyeb'ten nakleder: Ebu Bekr (r.a.) bir Cum'a günü gelip hutbeye çıkıp oturduğunda Bilal ona: "Sen beni nefsin için mi azlettin yoksa Allah için mi?" dedi. Ebu Bekr de: "Allah için!" deyince: "Öyleyse bırak da Allah yolunda cihada çıkayım!" dedi. O da ona izin verince Şanı diyarına cihada çıkıp orada öldü.[679]
Zeyd b. Esîem babası Eslem'den nakleder: Hz. Ömer'le beraber Şam'a gelmiş (Cabiye'de konaklamış) idik. Bilal orada bir ezan okudu ki, insanların aklına hemen Peygamberimizi (onun zamanında mescitte okuduğu ezanı) getirdi. Ben ömrümde o günden daha fazla ağlanılan bir gün görmedim.[680]
Süleyman b. Bilal b. Ebu'd-Derdâ, ninesi Ümmü Derda aracılığıyla, dedesi Ebu'd-Derda (r.a.)'m şöyle dediğini haber verir: Hz. Ömer Şam'a geldiğinde, Bilal kendisinin Şam'da kalması için izin istedi. Ömer de kabul etti. Ebu'd-Derda devamla der ki: Peygamberimizin ikimizi ahiret kardeşi ilan ettiği kardeşim Ebu Ruveyha bana anlattı ki, Bilal ile ikisi Havlandaki Dâriyya şehrine konakladılar. O ve kardeşi Havlandaki bir topluluğa gittiler ve: "Biz size düğür olarak geldik. Biz ikimiz de kafir idik, Allah bize hidayet verdi. İkimiz de köle idik. Allah bize hürriyet verdi. Fakir idik, Allah bizi zengin etti. Bizi kızlarınızla evlendirirseniz Allah'a hamd ederiz, reddederseniz lâ havle vela kuvvete illa billahi'] Aliyyi'l Azim deriz, dediler. Onlar da ikisini de evlendirdi.
Sonra Bilal (r.a.) rüyasında Peygamberi (s.a.v.) gördü, Efendimiz; "Ya Bilal bu ne cefâdır, hâla beni ziyaret zamanı gelmedi mi?" diyordu. Üzüntüyle uyanıp hemen bineğine bindi, Medine'ye geldi. Efendimizin kabrine gelip ağlayarak yüzünü sürdü. Hz. Ali'nin oğulları Hasan ve Hüseyin (r.a.)'lar geldiler. Bilal onları kucaklayıp öptü. Onlar: "Ya Bilal! Biz senin ezanını duymak istiyoruz." dediler. O da kabul edip mescidin damına çıktı. "Allahu Ekber, Allahu Ekber" deyince Medine adeta sarsılır gibi oldu. "Eşhedü en lâ ilahe illallah" deyince insanların sarsıntısı arttı. "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah" deyince genç kızlar örtülerinden çıkıp "Herhalde Hz, Peygamber (s.a.v.) dirildi." dediler. Medine'de bu günden daha fazla kadın erkek herkesin ağlaştığı bir gün görülmedi.[681]
İbnu'l Münkedir, Cabir'den nakleder: Ömer (r.a.): "Ebu Bekr Efen-dimizdir, seyyidimize hürriyet vermiştir" diyerek Bilal'ı kasdederdi.[682]
İsmail b. Ebi Halid, Kays'tan nakleder: Bir kısım adamların kendisini Ebu Bekr'den üstün tuttuklarını duyan Bilal: "Bu nasıl olur, ben onun yaptığı iyiliklerden sadece bir tanesiyim." demişti.[683]
Bilal'ı gören biri Mekhûl'e: "Bilal simsiyah, ince uzun hafif eğrice, sık saçlı çökük yanaklı, saçlarının akı beyazına karışmış bir adamdı." diye anlatmış.[684]
Yahya b. Bükeyr, Bilal (r.a.)'ın hicri on sekizinci yılda Şam'da veba hastalığından öldüğünü söyler.[685]
Muhammed b. İbrahim et-Teymî, İbnu İshak ve Ebu Ömer ed-Darîr ve bir grup alim, Bilal'in yirminci yılda Şam şehrinde öldüğü görüşündeler.[686]
Vakidi de, Bilal (r.a.) altmış küsur yaşlarında iken "Babu's Sağiı" denen mezarlığa defnedildi, der. [687]
Ali b. Abdullah et-Teymi ise "Babı Keysân" mezarlığına gömüidii, der.[688] Ebu Süleyman Zebr de, Dariyya'ya defnedildi, der.[689]
Osman b. Hurrazâz'm, Ali b. Abdurrahman'dan dediğine göre ise, Bilal Halep'te ölmüş ve "kırklar kapısı" mezarlığına gömülmüş.[690]
Nesebi: Üseyd b. Hudayr b. Simak b. Atip b. İmrul'Kays b. Zeyd b. Abdül-Eşhel b. Cuşum b. El-Haris b. EI-Hazrec. Evs ve Eşhel oğullarından olup Rasulullah'ın Ensarlanndan birisidir. Künyesi Ebu Yahya'dır. Ebu Atip, Ebu Hudayr, Ebu İsa ve Ebu Amr dendiği de olmuştur.
Akabe biati yapıldığı gece kabilesinin (Nakibi) delegesi idi. Babası Cahiliye döneminde Medine'de Evs ve Hazreç arasında yapılan Buas savaşında Evs kabilesinin lideri idi. Babası o savaşta öldürüldü. Bu olay hicretten altı yıl önce olmuştu. Babası Hudayr el-Ketâib diye çağrılırdı. Useyd babasının ölümünden sonra kabilesine hem İslâm öncesi hem Müslüman olduktan sonra lider olarak kaldı. Onların en akıllılarından ve görüşüne başvurulan danışma heyetinden biri idi.[691]
İbnu Sa'd, onun hakkında Nebi (s.a.v.) onunla Zeyd b. Harise'yi ahiret kardeşi ilan etmişti. Bedir harbine katılmamıştır, der.[692]
Peygamberimizden naklettiği çok hadis vardır.
Kendisinden: Ka'b b. Malik, Aişe, Enes, Abdurrahman b. Ebi Leyla (Muhammed b. İbrahim b. El-Haris, İbnu Şufey'a, İkrime b. Halid, Ebu Said el-Hudri, Mahmud b. Lebid, Ebu Seleme, Zir b. Hubeyş, Zeyd b. Eşlem) rivayette bulunurlar.[693]
Vakidi'nin anlattığına göre Üseyd (r.a.) Hz. Ömer'le beraber Şam seferine katılıp Cabiye'ye kadar gelmiş ve Hz. Ömer onu Ensar ordularının dördüncüsüne komutan olarak atamıştı.[694]
Vakidi ve diğerleri onun ve Sa'd b. Muaz'ın aynı günde Mus'ab b. Umeyr'in eliyle müslüman olduğunu söylerler.[695]
Ebu Hüreyre (r.a.)'tan: Nebi (s.a.v.) "Ebu Bekr ne güzel kişidir, Ömer ne güzel kişidir, Üseyd b. Hudayr ne güzel kişidir, Ebu Ubeyde ne güzel kişidir, Sabit b. Kays b. Şemmâs ne güzel kişidir, Muaz b. Cebel ne güzel kişidir, Muaz b. El-Cumuh ne güzel kişidir" buyurdu, diye nakledilir.[696] Bu hadisi Tirmizi sahih bir isnadla rivayet eder.
Yine rivayetlerde onun Kur'an okurken insanların en güzel seslilerinden biri olduğu anlatılır.[697]
Muhammed b. İshak, Yahya b. Abbâd b. Abdullah babası Abbad isnadı ile Hz. Aişe (r.a.)'ın şöyle dediğini anlatır:
Ensar'ın Abdıfl-Eşhel oğullarından üç kimse var ki, RasuJullah (s.a.v.)'den sonra kim fazilette onlardan üstün sayılamaz; Sa'd b. Muaz, Üseyd b. Hudayr ve Abbad b. Bişr.[698]
Yahya b. Bükeyr der ki: Üseyd (r.a.) hicri yirminci yılda öldü. Hz. Ömer onun cenazesini salın iki direği arasına koyup onu Baki mezarlığına kadar getirip koydu. Sonra cenaze namazını kıldı.[699]
Vakidi, Ebu Ubeyd ve diğer tarihçiler onun vefat yılını hep yirminci yıl diye yazdılar.[700]
Nesebi: Üneys b. Mersed b. Ebi Mersed Kennaz b. Husayn b.
Yerbu' b. Tarif b. Haraşa b. Ubeyd, el-Ğanevi'dir. (Buharı bu zatı Enes b. Ebi Mersed olarak alıp Üneys de dendiğini söyler.) Künyesi Ebu Yezîd'dir.
Kendisi, Huneyn seferinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in gözcüsü idi.[702] Babası, dedesi ve kendisi ashab-ı Kiramdandır.[703]
İbrahim b. Münzir el-Hızâmi ve başkaları "Üneys'in yirminci yılın RabiVÎ-Evvel ayında öldüğünü söyler.[704] Adının Enes olduğu da rivayet edilir.
Yine anlatıldığına göre Efendimiz zamanındaki bir zina hadisesi sebebiyle Peygamber Efendimizin recmi tatbik için oraya gönderirken: Ya Üneys! Haydi falanın karısına git, eğer suçu itiraf ederse onu recm et.[705] Hadisinde adı geçen Üneys'in bu olduğu söylenir.[706]
Hakem b. Mes'ud Üneys'ten fitne hususunda bir hadis rivayet eder.[707]
Kendisi Enes b. Malik (r.a.)'in kardeşi, Ensar'm Neccaroğuilarından...
Berae (r.a.), kahramanlık ve yiğitlikte kendileri örnek alman emsalsiz yiğitlerden biridir. Ensar'm en faziletlilerinden, çok takva sahibi idarecilerden biridir. Harp meydanlarında mübareze (teke tek dövüşme) yoluyla yüz kafir öldürmüştür.[709]
îbni Sîrin, Hz. Enes'ten nakleder: Berâe'nin yanına girmiştim. Kendisi şiir terennüm ediyordu. Ona: "Kardeş Allah onun yerine sana Kuran vermişken sen şiirle terennüm mü ediyorsun?" dedi. O da: -Sen benim yatağımda böyle öleceğimden mi korkuyorsun, oysa ben kendi başıma yüz kafir öldürdüm ki, harp esnasında orduyla birlikte öldürdüğümüz buna dahil değildir. Ben Allah'ın bana böyle bir şey yapmayacağını umuyorum" dedi. Bu haberin aynısını Enes'in oğlu Sümame b. Enes, babasından rivayet etmektedir.[710] Berâe (r.a.) Uhut'a ve sonraki gazvelerin hepsine katıldı.[711] İbnu Şirin der ki: Hz. Ömer (r.a.) Berae b. Malik'in herhangi bir asker grubuna komutan yapılmaması hususunda yetkililere bir mektup yazmıştı. Çünkü o, orduyu cesaretinden dolayı helak edecek yerlere sevk eder, diyordu.[712] İbnu Abdi'1-BeiT, Berae (r.a.)'nı Tuster'in fethinde şehit edildiğini söyler.[713]
Şerri b. Yahya, Muhammed b. Sirin'den naklediyor:
-(Yemame harbi esnasında) Müslümanlar, içinde müşrikler olan çevresi duvar çevrili bir bahçeye geldiler. Berae arkadaşlarına, "Ben şu halkanın içine oturayım siz de mızraklarınızla duvarın üzerine kadar kaldırıp beni orada içeri atın!" deyip kalkanın üzerine oturdu. Onlar da onu kaldırıp içeri attılar. Sonra da kendileri çarpışarak yanına ulaştıklarında Berae (r.a.) müşriklerden tam on tanesini kendi başına öldürmüştü.[714]
İbnu Avn, Muhammed b. Sirin'den naklediyor:
-Berâe (r.a.) Zara fethi savaşında oranın Merzubâıı'ı (lideri) ile düello etti. Ona bir darbe indirip yere serdi. Merzuban'm üzerindeki çıkan eşyalarını aldı. Sonra onları otuz bin dinara sattı. (Bu olay Hz. Ömer'e ulaştı. Ebu Talha'ya: "Biz, harpte öldürülen müşrikten çıkan (seleb) ağırlıkları müslümanlara humus'e göre bölüştürmezdik. Lakin Beraa'nın aldığı ağırlık büyük bir servet miktarına ulaştı. Benim kanaatime göre bu da Humus'a dahil olmalı" dedi."[715]
Hz.. Zeyneb binti Cahş b. Riâb el-Esedî, Huzeymelilerin Esed kolundan, mü'minlerin annesi, Hanine ve Ebu Ahmed'in bacısıdır. Annesi Abdulmuttalib b. Haşim kızı ÜmeymeMir. Peygamberimiz (s.a.v.) onunla hicri üçüncü yılda evlendi. Bir rivayette beşinci yılda evlendi, diyor. Dördüncü yılda evlendi deniyor ki bu daha doğru bir rivayettir. Peygamberimizle evlenmeden önce Efendimizin azatlısı Zeyd b. Harise'nin nikahında idi.
Allah (c.c), bu evlilik hususunda ba Ula "Zeyd ondan ihtiyacını görünce onu sana nikahladık." (Ahzab 37) buyurdu. Bu vesileyle Zeyneb (r.ma.) Efendimizin diğer hanımlarına karşı iftihar ederek "Sizi aileleriniz evlendirdi, beni ise arşının üzerinden Allah (c.c.) evlendirdi" derdi.[717]
Hz.. Zeynep (r.a.) çok dindar, çok kötülüklerden çekingen, iyilikleri ve fakirlere yardımı sayılamayacak kadar çoktur. Peygamberimize öbür dünyada ilk kavuşan hanımı odur. Cenazesini Hz. Ömer kıldırımıştır.[718]
Müslim'in rivayet ettiği Hz. Aişe hadisinde geçtiğine göre, Peygamber Efendimiz bir gün hanımlarına "Sizin bana en çabuk kavuşacak olanınız eli en uzun olanmızdir." buyurmuştu. Hz. Aişe der ki: Onlar da hangisinin eli daha uzun olduğunu belirtebilmek için boy ölçüşürlerdi. Elce en uzun olanımız Zeynep olmuştu. Çünkü o bizzat çalışır ve çok sadaka verirdi.[719]
îbnu Abdi'1-Berr anlatıyor: Bir çok yoldan naklettik ki, Hz. Aişe (r.a.) onun hakkında şunları söylemiştir:
-Allah Rasulu katında Zeynep benimle yarış ederdi. Ben dini hususlarda Zeynep'ten daha hayırlı, Allah'tan daha fazla korkan, ondan daha doğru sözlü olan, ondan daha iyi akrabalarla bağlılığı sürdüren, daha fazla sadaka veren bir kadın görmedim.[720]
Onun rivayet ettiği hadisler de vardır. Kendisinden Ebu Süfyan kızı Ümmü Habibe (r.a.), Ebu Seleme kızı Zeyneb, kardeşi oğlu (yeğeni) Muhammed b. Abdullah b. Cahş, rivayette bulundular. Kasım b. Muhammed de (onu görmesine rağmen) mürsel olarak ondan rivayette bulunmuştur.[721]
Hicri yirminci yılda öldü.[722] Hz. Ömer, Efendimizin hanımlarından her birine senede on iki bin dinar maaş bağladı. Sadece Cüveyriye ile Safiye harp esiri olarak geldiklerinden dolayı onlara altışar bin verdi. Bu haberi Zühri rivayet etti.
Vakidi derki: Bana Ömer b. Osman el-Cahşi babasının şöyle dediğini anlattı: Rasulullah (s.a.v.) Zeynep ile hicri yılın beşinci senesinue Zilkade ayında otuz beş yaşlarında bir kadın olarak evlendi. Zeyneb, saliha bir kadın olup gündüzü oruçlu gecesi ibadetli, eli sanatlı bir kadın olup, kazandığının hepsini fakirlere verirdi.[723]
Yine Vakidi der ki: Bana Musa b. Muhammed b. Abdurrahman babası Muhammed aracılığıyla annesi Amra'dan Hz. Aişe'nin şöyle dediğini haber verdi: Allah Zeyneb'e rahmet eylesin! O hiçbir şerefin ulaşamadığı dünya şerefine ulaştı. Allah onu Peygamberi ile evlendirip bunu Kuran'la ilan etti. Biz çevresinde oturuyorken Rasulullah (s.a.v.) bize: "Sizin elce en uzun olanınız bana kavuşmada en süratli olanınız olacaktır" buyurarak ona kendi yanına ilk gelen onun olacağını, onun da cennette Peygamberin eşi olacağı müjdesini vermiş oldu.[724]
Onun yirmi birinci yılda Öldüğünü yalnız Halife b. Hayyat söylüyor.[725]
Cumahoğullari eşrafından biri olup Efendimizin ashabındandı. Kendisinin Efendimizden rivayeti vardır.
Kendisinden Abdurrahman b. Sabit, Şehr b. Havşeb ve Hassan b. Atiyye mürsel olarak rivayette bulunmaktadır.
İbnu Sa'd Tabakalında onun Hayber fethine katıldığını söyler.[727]
Hassan b. Atiyye anlatıyor: Hz. Ömer'e Şam topraklarındaki Haleb şehrine vali olarak atadığı Saîd b. Amir (r.a.)'ın bir para ihtiyacı olduğu haberi ulaşmış, o da ona bin dinar yollamıştı. Para gelince Saîd hanımına: "Ne diyorsun bu parayı birine ortak verip ticaret yaptıralım mı? Diye sordu. Hanımı da: "Evet" cevabını verince, Said evden çıkıp bu paranın hepsini fakirlere sadaka verdi. Aradan çok geçmeden hanımı "Evde şu şu şu şeyler tükendi. O para verdiğin adama gitsen de, kârdan biraz alıp şu ihtiyaçları alsan" dedi.
Bu kere Said cevap vermedi. Hanımıyla dedi kodu ettiler. Said eve ancak geceleyin gelebilir hale geldi. Said'in ailesinden yanlarına devamlı gelip giden bir adam vardı. Bu adam hanımına "Sen Said'e neye eziyet ediyorsun. O bu paraları sadaka verdi." Deyince kadın bu kadar paranın gidişine ağladı. Daha sonra bir gün Said hanımın yanma girdi ve: "Yahu biraz ağır ol! Benim bir sürü dostlarım vardı. Onların benden ayrılışı (ölümleri) henüz yenidir. Ben dünya ve dünya nimetleri benim olmasına karşılık onların yolundan ayrılmış olmayı istemem. Eğer bu hayırlardan sadece bir tanesi gökten güneş misali doğmuş olsaydı yer yüzündeki herkesi aydınlatır, onun aydınlığı güneş ve ayın aydınlığını gölgede bırakırdı. Kesinlikle sana giydirilen bir dış elbisesi dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Bana göre senin bunları onlara bırakman onların senin için bırakmış olmalarından daha uygundur" dedi. Kadın da onun bu sözleriyle ondan razı olup müsamaha etti.[728]
Yezid b. Ebi Ziyad, Abdurrahman b. Sabit'ten naklediyor;
-Hz. Ömer, Said b. Amir'e "Seni şu birliklerin başına tayin ediyorum, onları al düşman topraklarına götürüp bu orduyla cihad et!" diye haber saldı. O da "Ya Ömer beni fitneye sokma!" diye haber saldı. Hz. Ömer de: "Vallahi sizin (Efendimize yakın olanların) hiçbirinizin yakasını bırakmayacağım. Devlet idaresini benim omzuma yüklediniz, sonra da hepiniz bir köşeye çekildiniz. Ben seni öyle bir topluluğun başına tayin ettim ki, sen onların en faziletlisi değilsin. (Ben seni onlann sırtını sopalayıp ırzlarını parçalayasın diye değil, onlarla birlikte düşmanlarla çarpışasın diye yolluyorum!) onların ganimetlerini sen bölüştüreceksin!" dedi. Said de: "Allah'tan kork ya Ömer, ben İslâm halkı için, senin kendin için neyi seversen onu severim. Sen yakın olsun ırak olsun mü si umanlardan tebaan altında güttüklerine yönünü iyi dön ve iyi yargıla. Sakın bir meselede iki ayrı yargılaman olmasın. O zaman idareciliğini zorlaştırırsın, haktan ayrılırsın. Bu işlerde delili olandan ayrılma ki, Allah senin yüklendiğin şeylerde sana yardım etsin. Sıkıntılı şeyleri bildiğin tarzda hakka yönlendir. Allah'ın emrinde seni ayıplayıcıların ayıplamasından korkma!" dedi. Hz. Ömer (r.a.):
-Vay Said, buna kimin gücü yeter! deyince, "Senin boynuna yüklediği gibi kimin boynuna yüklerse o tahammül eder. Sana düşen emretmek. Emrin tutulur ya da tutulmaz. Bu senin elinde huzur-u ilahide delil olur".dedi. Hz. Ömer "Sana biraz maaş bağlayayım!" deyince Said "Bana yeteceği-verdin. Ben müslümanlara ait hazineden daha fazla alamam" dedi.[729]
Halife b. Hayyat der ki: Kaysariyye şehri bu yıl fethedildi. Ordu komutam Said b. Amir b. Hızyem ile Muaviye b. Ebu Süfyan idi. Her ikisi de kendi ordusunun komutanı idi. Allah müşrikleri bozguna uğrattı. Onlardan pek çoğu muazzam bir çarpışma sonunda öldürüldüler. Said b. Amir bundan sonra Hımıs'a vali tayin edildi.[730]
İbnu Sa'd'ın anlattığına göre Said (r.a.) Hayber'in fethinde bulunmuş idi.[731]
Said b. Amir sahabe-i Kiram'ın ulularından sayılırdı.[732]
Nesebi: Iyaz b. Ğanm b. Hilal b. Züheyr b. Ebu Şeddad b. Hilal b. Üheyb b. Dabbe b. El-Haris b. Fihr, Künyesi Ebu Sa'd'dır.
İlk muhacirlerden olup Bedir ve sonrası diğer bütün gazvelerde bulundu. Ebu Ubeyde (r.a.) vefat edeceği esnada, onu Şam valisi vekaletine atadı. (Ölüm haberi Hz. Ömer'e gelince "Ebu Ubeyde yerine kimi vekil yaptı?" diye sordu. "Iyaz!" denilince onu kabul edip vali olarak atandığını bir yazıyla ona bildirdi.)
Kendisi çok salih, zahit, cömert, müsamahakar biriydi. Hz. Ömer onu Şam diyarı Hımış valisi yaptı. Altmış yıl yaşamıştır.[734]
Cezire'yi sulh yoluyla fetheden odur. İbnu Sa'd ise: Hudeybiye ve sonraki olaylarda bulundu, demektedir.[735]
Yermuk harbinde harbi yöneten beş komutandan biriydi. Iyaz b. Amr el-Eşarî, bu Iyaz (r.a.)'tan rivayette bulunur.[736]
Nesebi Ebu Süfyan b. El-Haris b. Abdulmuttalib şeklinde olup, Peygamber Efendimiz'in amcası Haris'in oğludur. Adı Muğira'dır. Huneyn savaşında Peygamberimizin devesinin yularından tutarak götüren o idi. O gün harp meydanında Peygamberimizle beraber sebat ve sabır gösterdi. Nevfel ile Rabîa'nm kardeşidir.
Ebu İshak es-Sübey'î anlatıyor: Ebu Süfyan b. El-Haris b.
Abdulmuttalib'e ölüm saati gelince: "Ben ölürsem bana ağlamayın! Zira müslüman olduktan beri günaha bir damla bile meni damlatmadım!" demiştir.[738]
Oğlu Abdulmelik b. Ebu Süfyan babasından Peygamberimizin Ey Haşini oğullan, Siz sadaka almaktan sakınınız"[739] buyurduğu hadisini nakleder. Rivayete göre kardeşi Nevfel de bu yıl içinde ölmüş. Onu daha önce anlatmıştık
Ebu Süfyan, Peygamberimizin süt kardeşiydi. Onu da Efendimizi de Halime es-Sa'diye emzirmişti.
İbnu'l-Kelbi ve Zübeyr b. BekJcar onu adının "EI-Muğira" olduğunu söyler. Diğerleri ise "Onun adı künyesi yani Ebu Süfyan'dir. Muğiıa onun kardeşidir" derler.
Bize ulaşan bilgilere göre Rasulullah (s.a.v.)'e benzetilenler,
1- Cafer b. Ebi Talib
2- Hasen b. Ali
3- Kasem b. El-Abbas
4- Ebu süfyan b. El-Haris idi.
Ebu Süfyan, Haşimoğulları şairlerinden olup, Mekke fethi günü müslüman oldu. Peygamberimize dokunan bazı sözleri olmuştu. İşte Hassan b. Sabit (r.a.)'ın şu şiirinde kasdettiği odur:
Ebu Süfyan'a benden duyurun ki, gizli iş açığa çıkmıştır.
Sen Muhammedi hicvettin, ben onu müdafaa için cevap verdim.
Bu hususta Allah katında mükafat vardır.[740]
İbnu İshak, Asım b. Ömer aracılığıyla ona anlatan birinden şöyle nakleder: Huneyn savaşında müslümanların çoğu bu ansız saldırı karşısında geri çekilmişlerdi. Ebu Süfyan, Peygamberimiz ve onunla beraber sebat edenlerle birlikte yerinden kımıldamadı. Sonra Hz. Peygamber, Ebu Süfyan'a muhabbet gösterip onun cennetlik olacağına şahadette bulunarak "Umarım ki o, Hamza'ya halef olur" buyurdu.
İbnu İshak onun, Rasulullah'a ağlayarak şu şiiri yazdığım söyler:
1- Kardeşim gitti bu gecem uykusuz, musibet gecesi hala uzadıkça uzamakta.
2- Ve ağlamak beni mutlu etmişti. Çünkü müslümanların başına gelen böyle belalardaki ağıtları pek az idi.
3- Bu kere musibetimiz pek azim pek büyük olmuş, zira geceleyin "Rasulullah'm ruhu kabzoldu" denilmişti
4- Biz Cebrail'in gece gündüz getirmiş olduğu vahyi ve
5- İşte bu insanların nefislerinin üzerlerine göz yaşı akıttığı veya akıta yazmış olduğu en müstahak olan şeydi
6- Öyle bir Peygamber ki, bizdeki şüphelen kendisine vahyedilen bilgiler ve kendi hadisleriyle giderirdi.
7- O bize doğru yolu gösterir biz de sapitıcılarm bize bir şey yapmasından korkmazdık. Zira delilimiz Rasulullah idi.
8- İnsanlar arasında onun gibi birini canlı olarak görmedik. Ölülerden de ona denk birisi mevcut değildir.
9- Ey Fatıma! Eğer ona yanıp feryat ediyorsan bu bir mazerettir. Feryat etmiyorsan o da doğru yoldur.
10- Taziyelerle Allah'a sığın! Zira öyle yapmada Allah'ın bol bol sevabı ve fazlı keremi vardır.
11- Baban hakkında bıkıp usanmadan söyle i Acaba anlatmak babanın yaptığı işleri karşılayabilir mi?
12- Babanın kabri bütün kabirlerin seyyididir. O kabirde bütün insanların seyyidi Allah Rasulü yatmaktadır.'
Rivayet edilir ki, Ebu Süfyan hac edip başını tıraş ettirmişti. Berber onun başındaki siğili kesmişti. Kanını durduramadılar. Bu yüzden hastalanıp hac dönüşü Medine'ye geldiğinde vefat etti. Hz. Ömer onun cenaze namazını kıldırdı.[741]
Bir görüşe göre ise kardeşi Nevfel'in ölümünden dört ay sonra ölmüştür.[742]
Hz.. Peygamberin halası, Hz. Hamza, Hacel ve Mukavvim'in kız kardeşi. Anneleri Zühriyye'dir. (Bu, Vüheby b. Abdimenaf b. Zühre b. Kilab kızı Hale'dir)
Safıyye (r.a.) önceleri Haris b. Harb b. Ümeyye ile evli idi. Haris ölünce Avvam b. Huveylid ile evlenip ondan, Rasulullah'ın Havarisi olan oğlu Zübeyr'i, Es-Saib'i ve Abdul-Kabe'yi doğurdu. Sahih olan görüşe göre, Efendimizin halalarından Safîyye'den başka müslüman olan olmadı.
Kardeşi Hamza'nın ölümüne çok içten yanıp yakıldı. Sabrederek mükafatını Allah'tan bekledi.
Hendek savaşı esnasında Safiye (r.a.), Hassan b. Sabit (r.a.)'ın kal'asında idi. Bu olayı Safıyye şöyle anlatır:
-O zaman Hassan da çocuklarla ve biz kadınlarla beraber kal'ada idi. Kalenin dibine bir yahudi gelip kalenin etrafında dolanmaya başladı. Müslümanların hepsi de düşmanın karşısında Hendek'te idiler. Safıyye olayı anlatıp kaleden inip yahudiyi bir direkle öldürdüğünü anlatır. Bu hadise Hendek savaşı bahsinde anlatılmıştır.[744]
Safıyye (r.a.) hicri yirminci yılda vefat etti ve Baki mezarlığına defnedildi. Öldüğünde yetmiş küsur yaşında İdi.[745]
Abdu'l-Eşhel oğullan ile anlaşmalı olup Belevi'dir. Ensar'ın nakiblerinden (delegelerinden) biriydi.
Başta Bedir savaşı olmak üzere bütün olaylarda hazır bulunmuş biridir. Ashab-i Kiram'ın en hayırlılarından biri idi. O meşhur olan hadiste geçtiği gibi Peygamberimizi misafir eden bu idi.
(Bu olay şudur: Ebu Hüreyre der ki: Rasulullah (s.a.v.) bir gün ya da gece evinden çıkmıştı. Baktı ki: Ebu Bekr ve Ömer de çıkmışlar. Onlara: "Bu saatte sizi evinizden ne çıkarttı?" buyurunca onlar: "Açlık ya Rasulallah!" dediler. Efendimiz (le beraber yürüyerek) Ensardan bir zatın evine geldiler. Lakin o evinde yoktu. Kadın Nebi (s.a.v.)'i görünce: "Merhaba hoş geldin!" dedi. Nebi (s.a.v.) "Falan nerede?" buyurdu. Kadın: "O bize tatlı su almaya gitti şimdi gelir." Dedi. Ensarlı az sonra gelip Efendimiz ve arkadaşlarına bakıp "Elhamdülillah, bu gün benden daha fazla şerefli misafir sahibi kimse yok!" deyip gidip içinde yaş ve kuru hurma olan bir sepet getirip, "Siz bundan yiyedurun!" diyerek kesim bıçağını aldı. Onun maksadını anlayan Nebi (s.a.v.) "Sütü sağılana dokunma!" buyurdu. Adam onlara keçi kesti. Keçi etini ve hurmayı yiyip su içtiler. Doyunup suya kandılar.
Efendimiz (s.a.v.) Ebu Bekr ile Ömer'e:
Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki kıyamet günü kesinlikle bu nimetten sorulacaksınız. Sizi evinizden açlık çıkartmıştı. Sonra daha evinize geri dönmeye vakit kalmadan size bu nimet ulaştı" buyurdu) [747]
Ebu İ-Heysem'in asıl adı Malik b. Et-Teyhan b. Malik b. Ubeyd el-Belevî el-Kuzâî olup Abdu'l-Eşhel oğullarıyla anlaşması vardı. Bir başka rivayette ise onun Kuzâa'nın Belevî kolundan değil bizzat Medine Ensar'ından olup birinci ve ikinci Akabe Matlarına katıldığından bahsedilir.[748]
Ebu'l-Heysem'in hicri yirmi birinci yılda Öldüğü de rivayet edilir. Ama onun Sıffeyn harbinde Ali (r.a.)'ın safında çarpışırken şehit olduğunu söyleyenler yanılmışlardır. Aksine orada öldürülen, kardeşi Ubeyd idi.[749]
Babasının adı Teyhan şeklinde yâ harfinin şeddesiz biçimiyle söylenir ki, Hicazlılar bu ismi böyle söyler. İbnu'l-Kelbî ise bu ismi yâ harfini şeddeleyerek "Teyyihan" olarak söyler.[750]
Bu yıl Amr b. El-Âs îskenderiyye'yi fethetmiştir. Fetih hakkında yukarıda bilgi verilmişti.
Yine bu yıl içinde Küfe halkı valileri Sa'd b. Ebi Vakkas'i Hz. Ömer'e şikayet edip hakkında kötü şeyler söylediler. Hz. Ömer (r.a.) da Sa'd'ı görevinden alıp yerine (direkt birini tayin etmeyip) Ammar b. Yasir'i Küfe baş imamlığına, Abdullah b. Mesud (r.a.)'ı da maliye müdürlüğüne atadı. Osman b. Huneyf e de Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı yerlerdeki sahaların idaresini verdi.[751]
Bu yıl içinde, Osman b. Ebi'I-As orduyla hareket edip (İran'da Kâzerûn yakınında bulunan) Tevvec (Tevvez) şehrine kadar vardı. Orada konaklayıp orayı şehir edindi.[752]
Bu yıl, Sevvar b. El-Müsenna el-Abdî'yi Sâbur şehrini fethe yolladı. Sevvar orada şehit oldu.[753]
Osman b. Ebi'-Âs İse Seyfu'1-Bahr ve sahillere saldırı düzenledi.[754]
Hz. Ömer bu yıl Cârûd b. EI-Mualla'yı da orduyla sefere çıkardı. O da Sevvar gibi şehit edildi.[755]
Mufaddal b. Fudâle, Ayyaş b. Abbâs el-Kutbâni ve daha birkaç kişiden rivayet eder ki:
-Amr b. El-As, Hz. Ömer'den emir almadan orduyla Filistinden hareket ederek Mısır'a gitti ve orayı ele geçirdi. Hz. Ömer kendisine bildirmediği için Amr'a kızdı. Sonra Amr bir mektup yazarak İskenderiye halkı ile savaşmak için Ömer'den izin aldı. Amr hicri yirmi birinci yılda yola çıkıp (eski Kahire olan) Fustat şehrine Harice b. Huzâfe el-Adevî'yi vekil bırakıp İskenderiye üzerine yürüdü.
Önce orada Kıbtî halk ile karşılaşıp çetin bir çarpışmadan sonra onları mağlup etti. Sonra yine Kibtî'lerle (İskenderiye yakınındaki) Kiryevn mevkiinde bir daha karşılaştı. Müthiş bir çarpışma oldu.
Sonra ordu İskenderiye'ye ulaştı. Kral Mukavkıs haber salıp sulh ve hedene talebinde bulunduysa da, Amr harpte direndi. Sonra bütün ciddiyyetiyle savaşa devam edip kılıç gücüyle şehre girdi. Orada Rumlardan ne ele geçirdiyse onu ganimet olarak aldı. Sonra İskenderiye'yi korumak üzere bir bölük askeri orada bırakıp başlarına da, Abdullah b. Huzafe es-Sehmî'yi komutan yaptı. Ardından Hz. Ömer'e fetih müjdesini yolladı.
İskenderiye'nin düştüğü haberi İmparator Konstantin b. Heraklius'a ulaşmış idi. İmparator hemen üç yüz flikalık bir deniz ordusunu yakın arkadaşı Minvil'in komutasına verip İskenderiye'ye yolladı. Bunlar gelip şehre girdiler ele geçirdikleri bütün müslümanları öldürdüler. Sadece kaçanlar canlarını kurtarabildi. İskenderiye halkını da.
Haberi alan Amr b. El-As, on beş bin kişilik bir orduyla onlara saldırdı. Şehrin dış surları önüne mancınıklar kurdurup şehri taşa tuttu. Şartların zorluğuna rağmen işi çok ciddiye aldı ve şehri tekrar harp yoluyla fethetti. Derhal şehrin kale duvarlarını yıktırdı. Hatta Amr b. El-As'ın bizzat elleriyle yıkım yaptığı görüldü.
Bu kıssayı Hammad b. Seleme, Ebu İmran aracılığıyla Alkame (r.a.)'tan nakleder.[756]
En-Nehhas b. Kahm, el-Kasım b. Avf eş-Şeybanî aracılığıyla, Es-Sâib b. El-Akra'dan bu hususta şöyle dediğini anlatır:
-Müslümanlara karşı İran müşrikleri o güne kadar örneği görülmemiş bir biçimde saldırıya geçtiler. Mah şehri ahalisi, İsfahan halkı, Hemedan sakinleri, Rey (bugünkü Tahran) halkı, Humus halkı,
Nihavend'de oturanlar ve Azerbaycanlılar hep birden geçti.
Bu haber Hz. Ömer'e ulaşmıştı. Derhal ileri gelen Ashabla istişare yaptı (her biri ayrı bir görüş belirtti. Bunun üzerine) Hz. Ali: "Ey mü'minlerin emiri, sen görüşçe bizim en isabetlimiz olduğun kadar memurlarını da bizden iyi tanırsın. (Bana kalırsa Küfe halkına haber sal üçte ikisi oraya yardıma gitsin, kalan üçte bir de şehirde kalanları korusun. Basra halkına da aynı haberi yolla.)" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ben onların başına öyle birini tayin edeceğim ki, kesinlikle" dedi. Sonra Saib'e dönüp "Ya Saib, şu mektubumu al ve Nu'man b. Mukarrin'e götür. Küfe ordusunun üçte ikisini alıp yola çıksın. Basra ordusuna da aynı haberi salsın. Sen de elde ettikleri ganimetin korunup getirilmesini sağla. (Ama buna hakkımız olmayanı yollama. Ordudakilerin haklarını engelleme). Eğer Nu'man öldürülürse ordu komutanı Huzeyfe olacaktır. Huzeyfe de öldürülürse komutan Cerir b. Abdullah olacak. Bu ordu öldürülecek olursa seni de göremeyeceğim" dedi.[757]
Alkame b. Abdullah el-Müzenî, Ma'kil b. Yesar'dan naklediyor: -Hz. Ömer, İsfehan, İran ve Azerbeycan'dan hangisini önce fethe başlamak daha doğru olur, diye Hürmüzan ile istişare etti. Hürmüzan: "Ya Emira'l-Mü'minin, İsfehan baş, Farili ve Azerbaycan kanatlar hükmündedir. Kanatlardan biri kesilse baş öte tarafa yardıma koşar. Eğer baş kesilirse, kanatlar yere serilir." Dedi. Hz. Ömer de mescide girdi. Nu'man b. Mukarrİn namaz kılıyordu. Hemen onu Nihavend'e gitmek üzere yola çıkıp yanma Zübeyr b. El-Avvâm, Huzeyfe b. El-Yeman, Muğira b. Şu'be, Amr b. Ma'di Kerîb, Eş'as b. Kays ve Abdullah b. Ömer'i de kattı. Numan varıp Nihavend'e ulaştı. Alkame haberi anlatarak Numan'in iki ordu karşılaştığında söylediği şu söze getirir. Numan orduya:
-"Ben öldürülecek olursam hiç kimse benden yana gelmesin. Ben şimdi, bir dua yapacağım siz de "amin" diyeceksiniz" deyip "Allah'ım müslümanların zaferi ve müşriklere galip gelmesiyle, bana şehitlik nasip eyle" diye dua etti. Ordu bu duaya "amin" dedi.
Sonra hep birden hücuma geçtiler. İlk şehit olarak yere yıkılan Nu'man olmuştu.[758]
Halife b. Hayyat isnadı ile bu konuda şu haberi anlatır:
-İki ordu Nihavend'de Çarşamba günü karşılaştı. Müslümanların sağ kanadı biraz geriledi. Sonra Perşembe günü tekrar karşılaştılar, sağ kanat yerinde kaldı. Bu kere sol kanattakiler biraz geriledi. Cuma günü karşılaştıklarında Nu'man onlara hitap edip orduyu düşmana saldırıya teşvik eden bir konuşma yaptı. Allah da müslumanlara fetih nasip etti.[759]
Ziyad el-A'cem de şunları anlatır: Ebu Musa el-Eş'arî bize Hz. Ömer'in Osman b. Ebi'1-As'a yazılmış olan şu mektubunu getirdi. "Emma ba'dü: Ben sana Ebu Musa'yı ve ordusunu imdada yolluyorum. Emir sensin ama birbirinizin gönlünü alın. Vesselam." İstahar şehrinin kuşatması uzayınca, Osman b. Ebi'l-As bir çok komutanı oraya yolladı, onlar da el-Resâtik şehrine saldırdı.[760]
Taberi bu savaşla ilgili olarak şu bilgileri verir: -Nu'man b. Mukarrin ordusuyla Nihvend'e vardığında Nihavendliler yerlere demir dikenler dikmişlerdi. Nu'man oraya bir takım gözcüler göndermişti ki, bunlar bu "demir diken" tuzağının ne olduğunu bilmiyorlardı. Bu gözcülerden birinin atının ayak tırnağına bu demir çakılmış olduğundan adam atını zorluyor ama at yerinden aynlamıyordu. Bir de attan inip baktı ki, demir diken saplanmış. (Hemen geri gelip, Nu'mana durumu bildirdi) Nu'man da "Peki sizin görüşünüz ne?" diye sorunca, onlar: "Sen geri geri git. Ta ki İranlılar senin kaçtığını sanacak, seni yakalamak için çıkacaklardır.
Nu'man bunun üzerine orduyu geride duruttu ve bekledi. Gözcü casusları geri geri kaçar gibi yapınca İranlılar çıkıp yerlere kurduklar demir diken tuzaklarını temizleyip ardından casusları yakalamak için çıktılar. Nu'man gönüllü birlikleri hazırlayıp onlara doğru geldi ve orduya hitaben: "Eğer ben vurulursam, başınızda Huzeyfe olacak, o da vurulursa, komuta Cerir b. Abdullah el-Beceli'de olacak, o da vurulursa komutanınız Kays b. Mekşuh'tur" dedi. Muğira kendisini komutan olacaklar arasında saymadığı için gönlünün kırıldığını sezmişti.
İran ordusu harpten kaçmamaları için bir birlerine zincirle bağlanmış olarak harp meydanına geldiler. Müslümanlar onlara hücum etti. O esnada atılan bir ok Nu'man'a değip onu öldürdü. Kardeşi Süveyd b. Mukarrin (r.a.) onu bir elbise içine sarıp öldüğünü Allah onlara zafer nasib edene kadar gizledi. Zaferden sonra da sancağı Huzeyfe (r.a.)'a verdi.
Allah zü'1-Hacib (kaşlı) denen ve Behmen lakablı Merdan şah'ı öldürdü. Böylece Nihavend'in fethi gerçekleşti. Bundan sonra İranlıların toplu bir ordusu olamadı.[761]
Hz. Ömer (r.a.), Sakif in kölesi olan es-Saib b. El-Akra'yı İran seferine yolladı. Saib iyi bir katip ve matematikçi idi. Ona: Eğer Allah orduya zafer nasip edecek olursa ganimetin içinden humus'u ayır, kalanını ordudakilere taksim et, dedi. Saib der ki: Ben insanlara bu ganimeti dağıttığım sırada yanıma bir İranlı geldi ve: "Sana Yezdecürd'ün hazinelerini göstermem karşılığında benim ve ailemin can güvenliğini sağlar mısın? Hazine senin ve başkanının olur!" dedi. Ben de: "Tabi sağlarım" dedim. İranlıların yanına bir adam verip hazineyi almaya yolladım. Asker gidip iki kocaman getirdi ki, içinde sadec inci, yakut ve zeberced (sarı yakut) var.
Saib devamla der ki: Ben onları yükleyip beraberimde Ömer (r.a.)'a getirdim. Ömer bana onları Beytu'l-Mal'e (hazineye) koymamı söyledi. Ben de emrini yerine getirdim ve hiç oyalanmadan geri dönüp çok hızlı bir yolculukla Kûfe'ye geldim. Meğer Ömer beni çağırtmış ama elçi bana ancak ben Kûfe'ye geldikten sonra yctişebilmişti. Ben devemi çökertmiştim ki, o da gelip devesini devemin arkasına çökertip bana "Derhal mü'minlerin emiri Ömer'in huzuruna çıkacaksın!" talimatını söyledi. Ben de derhal geri dönüp Medine'ye geldim ve huzuruna çıtkim. Ömer (r.a.) bana "Benimle Ümmü Saib'in oğlu (Saib) arasında ne oldu veya Ümmü Saib'in oğluyla benim aramda bir şey mi oldu?" dedi. Ben de: "Anlattığın ne demek oluyor?" dedim. O da: "Vallahi başka bir şey değil de ancak ben uyumuş idim. Bir de rüyamda bir melaike gelip beni senin getirdiğin bu iki yanma doğru sürükledi. Bu iki de ateşe tutuşturulmuşlardı. Onlar bana "Biz bu hazinelerle senin vücudunu dağlayacağız" dediler. Ben de onlara, "Ben onları müslümanlar arasında bölüştüreceğim!" diyordum. "Ya Saib sen bu getirdiklerini benden al çarşıya bir yere götürüp onları sat da, müslümanların erzak ve ihtiyaçlarına sarf et. Allah seni babasız koysun!" dedi.
Ben hemen hazineden bunları aldım ve beraberimde Kûfe'ye getirdim. Sonra onları Küfe Mescidinde sergiledim. Tüccarlar duyunca etrafımı sardılar. Onları benden Amr b. Hureyş iki milyon dirheme satın aldı. Sonra Amr onları alıp İran topraklarına götürmüş ve orada onlar dört milyon dirheme satmış. Hala Küfe halkının en zengin kişisi Amr b. Hureyş'tir.[762]
Bu yıl Amr b. El-Âs Berka üzerine yürüyüp orayı sulh yolu ile ele geçirdi. Berka halkı ile on Üç bin dinar ödemeleri karşılğmda sulh yaptı.[763]
Yine bu yıl Ebu Haşini b. Utbe b. Rabî'a b. Abdu Şems Antakya ve Kıhkıyye halkı ile çevrede bulunan diğer bazı şehir halkları ile sulh anlaşması yaptı.[764]
Mekke fethi esnasında müslüman olanlardandır. Çok iyi bir îslâmi hayatı oldu. Ebu Haşim'in rivayet ettiği bir hadis Nesâî'nin "Sünen''
Ensabi'1-Arab s. 77 adının Şeyb'e, Hüşeym ya da Melışem olduğu söylenir adlı eserinde ve diğerlerinde yer alır.
Ebu Hüreyre (r.a.) ile Semura b. Cündüb (r.a.)'m ondan rivayeti vardır. Ebu Haşim, Muaviye'nin dayısıdır. Kendisi Şam diyarı fetihlerinde bulunmuştur.[766]
O da bu yılda öldü. Tuleyha, hicretin dokuzuncu yılında müslüman olmuşdu. Daha sonra dinden dönerek Necd diyarında Peygamberlik iddiasında bulundu. Müslümanlarla harbe tutuştu. (Ridde savaşı). Bu savaşta müslümanlar karşısında tutunamayıp bozguna uğradı ve kaçarak Şam şehri civarındaki Âl-i Cefne kabilesinin bulunduğu yerde bir yerlere sığındı. Hz. Ebu Bekr es-Sıddik vefat edince eski fikirlerinden dönüp tevbe etti ve ihramlanarak hac etmek üzere yola çıktı. Medine'ye geldi. Hz. Ömer onu bu halde görünce "Ya Tuleyha! Artık Ukkaşe b. Mihsan ve Sabit b. Akram'ın ölümünden sonra seni sevemiyorum" dedi.
Tuleyha da: "Ya Emiral-Mü'minin! O ikisi, Allah'ın benim elimle kendilerine şehitlik ikram etmiş olduğu insanlardır. Allah bana onların elleriyle bu imkanı vermedi" dedi.
Sonra Tuleyha iyi bir müslüman oldu. Kadisiye savaşına katıldı. Hz. ömer Sa'd b. Ebi Vakkas'a bir mektup yazarak ''Harp konusunda Tuleyha ile istişare etmesini, ama ona asla idarecilik vermemesini1' emretmişti.
îbnu Sa'd der ki: Kahramanlık ve şiddet yönünden Tuleyha bin süvariye denk kabul edilirdi. îbnu Sa'd dışındaki bir tarihçi onun Nihavend savaşında şehit olduğunu söyler.[768]
Nesebi: Halid b. Velid b. El-Muğira b. Abdullah b. Ömer b. Mah'zum el-Kuraşî olup künyesi Ebu Süleyman'dır. Lakabı Peygamber (s.a.v.)'in ona verdiği "Allah'ın kıhcı"dır. Annesi Haris kızı Lübabe Hilal oğullarından olup mü'minlerin annesi Meymırne (r.a.)'m bacısıdır.[770]
Mute savaşı ile daha sonraki harplerde bulundu.
Ondan nakledilen hadisler vardır. Kendisinden Abdullah b. Abbas, Kays b. Ebi Hazim, Cübeyr b. Nüfeyr, Ebu Vâil ve pek çok kişi hadis rivayetinde bulunmuşlardır.[771]
Müşaveresi uğurlu, kahraman bir yiğit idi.[772] Pek çok harbi bizzat kendisi başlatmış idi. Altmış yaşlarında iken yatağında eceli ile ölmüştür. Vücudunda şehitlerin ölüm alameti olan kılıç ve ok yarası olmayan bir karışlık yer yoktu.
Esma oğlu Cüveyriyye der ki: Halid (r.a.) insanların en keskin görüşlüsü idi.
Urve b. Zübeyr anlatıyor: Hz. Ömer halife olur olmaz Ebu Ubeyde'ye: "Ben vali olarak Halid b. Velid'i görevden aldım, yerine seni atadım!" diye mektup yazmıştı.[773]
Halife b. Hayyat anlatıyor: Ebu Ubeyde Şam fethini tamamlayınca Halid'i Dımşk (Şam diyarının başkenti) üzerine görevlendirdi.[774]
Ebu Ubeyd, İbrahim b. Münzir ve bir grup alim, Halid'in hicri yirmi birinci yılda Hımış şehrinde öldüğünü söyler.[775]
Sadece Duheym "Medine'de öldü" demektedir.[776]
Hz. Halid b. Velid'in anlatılacak pek çok menkıbesi vardır, ki îbnu Asakir Tarih'inde, bunları bir bir sıralamıştır. Bunların içinde en doğrusu îbnu Ebi Halid'in Kays b. Ebi Hazim'den naklettiği şu haberdir: Ben Halid b. Velid'i gördüm. Ona bir zehir getirilmiş idi. O "Bu da nedir?" diye sordu. Kendisine "zehirdir" dediler. O da "bismillah'" deyip içti."[777]
Yunus b. Ebi İshak, Ebu's-Sifr'den şöyle anlattığını nakleder:
-Halid b. Velid'e "İranlılardan sakın da sana zehir içirmesinler" dediler. O da "haydi bana zehir getirin!" dedi. Zehir getirilince onu alıp "bismillah" diyerek içti. Zehir ona hiç zarar vermedi.[778]
El-A'meş , Hayseme'nin şöyle dediğini bildirir:
-Adamın birisi Halid b. Velid'in yanma gelmişti. Beraberinde şarap tuluğu vardı. Halid: "Allah'ım onu sirke yap!" diye dua edince şarap sirke oldu.[779]
Cafer b. Ebi'l Muğira, Saîd b. Cübeyr yoluyla îbni Abbas'tan naklediyor:
-Halid b. Velİd ile Ammar b. Yasir arasında bir ağız tartışması olmuştu. Amman "İçimden seninle ebediyyen konuşmamak geçiyor!" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) Halid'e "Ya Halid! Ammar ile senin derdin ne! O cennet ehli olmuş bir adam. Üstelik Bedir harbine de katılmış biridir," Buyurup Ammar'a da dönüp: Ya Ammar! Halid gerçekten kafirler üzerine çekilmiş Allah'ın kılıçlarından bindir" buyurdu. Halid b. Velid derdi ki: "'İşte ben o günden beıi Ammar'i seviyorum![780]
Süfyan-ı Sevri, Habib b. Ebi Sabit aracılığıyla Ebu Vâil'den anlatır:
-Muğira (Halid'in dedesi) oğullan hanımlarından bir grubunun bir evde toplanarak Halid b. Velid'in ölümüne ağladıkları haberi Hz. Ömer'e ulaşmış idi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Başlarına toz toprak saçıp bir sürü laklaka yapmadıkları sürece bu kadınların Ebu Süleyman'a (Halid'e) yaptıkları bu ağıttan dolayı kendilerine bir günah yazılmaz" dedi.[781]
Vahşi b. Harb b. Vahşi, babası aracılığıyla dedesi Vahşi'den naklediyor: Ebu Bekr es-Sıddik (r.a.) Hz. Halid'i komutan tayin edip ona bir sancak yaptırdı ve "Ben Rasulullah (s.a.v.)'i şöyle deken duydum" dedi" "Halid b. Velîd ne güzel bir Allah kulu ne iyi bir kardeştir. O Allah'ın kafirlere ve münafıklara sıyırdığı Allah kılıçlarından biridir." Bu hadisi İmam Ahmed Müsned'inde rivayet etmiştir.[782]
Bu Hadramî'nin adı[784] Abdullah b. Abbâd b. Ekber b. Rabîa b.
Mukannâ' b. Hadramat olup Benî Ümeyye ile anlaşmalı idi. Mekke-i Mükerreme'nin yukansındaki Meymûn kuyusu bu zatın kardeşine nispet edilir. Bu kuyuya Cahiliye döneminde Meymun b. El-Hadramî kazdırmış idi. Bunların Amr ve Amir adlarında iki kardeşleri daha vardı.
Bu el-Alâ ashab-Kiram'ın en faziletlilerinden biri idi. Rasulü Ekrem (s.a.v.) ilk önce el-Alâ'yı, sonra Ebu Bekri ardından da Ömer'i Bahreyn valiliğine tayin etmişti. Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer onu Basra valiliğine atamış idi. El-Alâ oraya giderken Basra'ya ulaşamdan ölmüştü. Ömer de el-Alâ'dan sonra Bahreyn valiliğine Ebu Hüreyre'yi (r.a.) tayin etti.[785]
El-Alâ'nm, Peygamberimizden naklettiği: "Muhacir'in, hac amellerini bitirdikten sonra Mekke'de kalma hakkı üç gündür." Hadisi vardır.[786]
Es-Sâib b. Yezid, Hayyan el-A'rac ve Ziyad b. Hudayr ondan hadis rivayetinde bulunmuşlardır.
Mansur b. Zâzân, Muhammed b. Şirin aracılığıyla İbnu'l-Alâ'nın oğlundan: "El-Alâ b. El-Hadramî, Peygamber (s.a.v.)'e mektup yazmış ve mektuba kendi ismi ile başlamıştır" diye rivayet eder.[787]
Muhammed b. İshak der ki: El-A'la el-Hadram'ı, Harb b. Ümeyye ile anlaşmalı (birbirlerine garanti veren kişi) idi. Ona "el-Hadramî" denilirdi, zira o Hadramut (Hadra mevt) denen yerden gelmişti.
İbnu Lehîa, Ebu'l-Esved aracılığıyla Urve b. Zübeyr'den şöyle nakleder:
-Ebu Bekr es-Sıddik (r.a.) bu el-Alâ'yı bir ordunun başına vererek Bahrayn tarafına yollamıştı. Oranın halkı irtidad etmişlerdi. El-Alâ onların üzerine gitti. Aralarında denizin dalgayla ıslattığı bir yer kalana kadar varıp orayı ayaklarıyla yürüyerek geçmeye mecbur kaldılar. Yine orada öyle bir yerden geçtiler ki oradan gemiler geçmektedir. Bu gün de hala orada gemiler çalışmaktadır. Mürtedlerle çarpıştılar. Allah, el-Ala ve ordusuna onlara karşı zafer nasib etti. Bahreyn halkı da vermeyi reddettikleri zekat mallarını onlara verdiler.
İshak b. Ebi Bekr anlatıyor: Bize Yusuf b. Halil, Muıhammed b. Ebu Zeyd -Mahmud- İbnu Fâz Şah- Süleyman et-Taberanî-Hüseyin b. Ahmed b. Bestâm -(Lügatçi Herevî'nin arkadaşı) İsmail b. İbrahim ebu Ka'b -El-Cürayri- Ebu's-Seiil isnadıyla Ebu Hüreyre (r.a.)'tan şöyle dediğini anlatır:
-Peygamber(s.a.v.) Efendimiz, El-Alâ b. El-Hadramî'yi Bahreyn'a gönderdiği zaman, ben de ona uyup beraber gitmiştim. Onda hangisinin daha çok insanı hayrete düşürdüğünü anlayamadığım üç özellik gördüm.
1- Deniz kıyısına varıp dayandığımızda el-Alâ bize "Bismillah deyip denize yürüyün!" emirini verdi. Bismillah deyip hayvanlarımızı denize sürdük. Karşı kıyıya geçtiğimizde su, develerimizin sadece tırnak altını ıslatmiştı.
2- Dönüşümüzde çöl bir araziye rastladık, yanımızda su yoktu. Durumu ona şikayet ettik. Al-Alâ iki rekat namaz kılıp sonra dua etti. Birden kalkan gibi bir bulut peyda olup (sanki tuluk ağzı gibi) bize doğru bir tarafını sarkıttı biz de oradan sulanıp su ihtiyacımızı temin ettik.
3- El-Alâ, Ebu Bekr (r.a.)'m kendisini Rabra kabilesinin dinden dönmeleri sebebiyle Bahreyn'a yolladıktan sonra vefat etmiştir. Allah el-Ala'ya Rabi'a'ya karşı zafer nasib etti. Onlar vermeyi red ettikleri zekat mallarını verdiler. (Dönerken) El-Ala (r.a.) vefat etti. Biz de onu kumluk bir yere defnettik. Oradan pek fazla uzaklaşmamıştık ki, kendi kendimize: "Şimdi yırtıcı hayvanlar gelip onun cesedini yiyecekler!" deyip, hemen geri döndük ama onu gömdüğümüz yerde bulamadık.
Bu haberin bir benzerini Mücalid b. Saîd daha uzun olarak Şa'bî'den nakleder.[788] Mücalid'in Şa'bi'den naklettiğine göre Hz. Ömer (r.a.) o sırada Bahreyn'da bulunan el-Alâ el-Hadarami'ye: "Derhal Utbe b. Ğazvan'ın üzerine yürü. Ben seni onun işini bitirmekle görevlendirdim, sanıyorum ki müslumanların üzerinden onun belasını sen kaldırırsın" diye bir talimatname yolladı. El-Alâ derhal harekete geçti ise de ona ulaşamadan öldü.[789]
Yine bu el-Alâ ile ilgili olarak aynı tarzda Ebu Hüreyre (r.a.)'tan: "Rasulullah (s.a.v.) beni el-Alâ el-Hadrami ile beraber Bahrayn'a yolladı. Ben onun müezzinliğini yapıyordum..." diyerek nakledilmektedir.[790]
Misver b. Mahrame'den de: "Nebi (s.a.v.) el-Ala b. El-Hadarami'yi Bahrayn'a sefere yollamıştı. Sonra onu azlederek bu göreve Ebân b. Saîd'i tayin etti..." dediği nakledilir.[791]
Yine Ibni Sa'd anlatıyor: Hz. Ebu Bekr es-Sıddik (r.a.), el-Alâ el-Hadrami'yi bir müfreze komutanı yaparak sefere yolladı. O bu seferinde bir çok esir ve harp ganimeti aldı.[792]
Attâb oğullarının seyyidi, lakabı Ebu Attâb'dir. Onun lakabının Ebu Gıyas olduğu da söylenir. Bir rivayete göre ise Ebu'I-Münzir'dir. îsmi el-Cârûd b. El-Muallâ'dır. Denildiğine göre adı Bişr b. Haneş'tir.[794] Ona Cârud denilmesi, onun Bekr b. Vâil oğullarına saldırıp onları yenmiş ve her şeylerini soyup almış olduğu için (soyucu anlamına) olmuştur.[795]
Hicret'in onuncu yılında hiristiyan bir kabile olan Abdi kays oğulları içinde müslüman olmuş, Peygamber Efendimiz onun müslümanlaşmasına pek sevinmiş ve ikramda bulunmuş idi.
Carûd'un Peygamberimizden naklettiği bazı hadisler vardır.
Kendisinden Abdullah b. Amr b. El-As, Mutarrif b. Abdullah b. Eş-Şıhhîr, Zeyd b. Ali el-Kamûsî, Ebu Müslim el-Cezemî ve diğerleri hadis rivayetinde bulunur.[796]
Basra'da kendine bir arazi çevirip(yerleşti). Hicri yirmi birinci yılda İran topraklarında (fetihle uğraşırken) şehit oldu. Bir rivayete göre Numan b. Mukarrin ile beraber çarpışırken şehid olduğu anlatılır.[797]
Künyesi Ebu Amr veya Ebu Hakem diye de söylenir. Ashab-ı Kiramın ulularından. Mekke fethi günü Müzeyne kabilesinin bayrağını o taşımış idi.
Kendisinden oğlu Muaviye b. Numan, Ma'kıl b. Yesar, Müslim b. El-Heysam ile Cübeyr b. Hayye es-Sekafı hadis rivayet etmiştir.
Nihaven şehrinin fethinde ordu komutanı idi. O gün orada şehit düşmüş, ölüm haberini Hz. Ömer hutbede duyurarak, ağlamış idi.[799]
Bu yıl içinde Azerbaycan topraklan Muğira b. Şu'be tarafından fethedildi. Bu izah İbnu İshak'ııı izahıdır. Yine bir rivayete göre: "Muğira Azerbaycan halkıyla sekiz yüz bin dirhem haraç karşılığında onlarla sulh anlaşması yapmıştır."[800]
Ebu Ubeyde ise şöyle anlatır: Azerbaycan'ı Habib b. Mesleme el-Fihrî Şam ordusunun yardımıyla harp yoluyla fethetti. Yanında Küfe ordusu da vardı ve onların arasında Huzeyfe (r.a.) da vardı. Müthiş bir çarpışma sonucu Azerbaycan'ı fethetti. Allahu teala daha iyi bilir.[801]
Yine bu yıl içinde Huzeyfe (r.a.) harp yoluyla Dinever şehrini zapt etti. Bu şehir daha önce Hz. Sa'd tarafından fethedilmiş, daha sonra sulh anlaşmasını bozmuşlardı.[802]
Daha sonra Huzeyfe (r.a.) Mâsebezân şehri üzerine yürüyüp orayı da harp zoruyla ele geçridi. Zira onlar Mâh'daki sözlerini yerine getirmemişlerdi.[803]
Başka bir rivayette ise: "Bu şehri Sa'd'm daha önce fethettiği daha sonra halkın anlaşmayı bozdukları" anlatılır.[804]
Tarık b. Şihab anlatıyor: Basra ordusu Mâh şehri üzerine yürüdü. Küfe ordusu da onlara imdada geldi. Ordu komutanı Ammar b. Yasir idi. Kûfeliler de harp ganimetine ortak olmak isteyince, Basra ordusu buna karşı gelip razı olmadı. Sonra Ömer (r.a.) onlara: "Ganimet harbe katılan herkese aittir." Diyen bir mektup yolladı.[805]
Ebu Ubeyde der ki: Sonra Huzeyfe (r.a.) Hemedan şehrine saldırıp orayı harp zoruyla ele geçirdi.[806] Burası daha önce hiç fethedifmemişti. Huzeyfe (r.a.)'m yaptığı fetihler ta oraya kadar ulaştı. Bütün bu olaylar hicri yirmi ikinci yılda meydana geldi.
Yine Ebu Ubeyde der ki: Bir rivayette dendiğine göre Hemeden fethini (Huzeyfe değil) Muğira b. Şu'be (r.a.) hicri yirmi dördüncü yılda gerçekleştirmiştir. Yine bir rivayette de, orayı Muğira'nın emriyle Cerir b. Abdullah fethetmiştir.[807]
Halife b. Hayyat anlatıyor: Bu yıl içinde, Arar b. El-Âs Trablusgarb şehrini fethetti. Buranın fethinin bir yıl sonra olduğu da söylenir.[808]
Yine Ammar (r.a.) bu yıl Küfe genel valiliğinden azledildi.[809] (Ammar'ın azline dair bazı sebepleri daha önce anlatmıştım. Şimdi de diğerlerini anlatıyorum:
a- Küfe ileri gelenlerinden bir kısmı Ammar'ı Hz. Ömer'e şikayet edip, "O emir olmadığı gibi, ne gibi bir görev yüklendiğini bile bilmiyor" diye yazıp dedikodu ettiler. Hz. Ömer de onu Medine'ye çağırdı. Ammar (r.a.) yola çıkıp kendini destekleyeceğini sandığı bazılarını Ömer'e yolladı. Oysa bunlar Kûfe'de kalanlardan daha fazla aleyhinde idiler. Gelip Hz. Ömer'e hoşlanmayacağı durumlar anlattılar.
Ammar'a; "Görevden alınmana bozuldun mu?" denilince, "Görev verildiğinde sevinmemiştim, ama alınınca buna bozuldum!" dedi.
b- Hz. Ömer Kûfelilere "'Ben hangisinin daha iyi olduğunu biliyorum, ama size yine soruyorum Küfe mi yoksa Medayin mi daha hoşu-
nuza gidiyor?" diye sorunca Cerir birini övüp öbürünü kötülemjşti. Buna kızan Ammar ona: "Yalan söyledin!" deyip sonra yanındakilere "Valiniz Ammar hakkında ne biliyorsunuz?" deyince Cerir de: Vallahi o yeterli değil, bu işe yatkın olmadığı gibi siyaseti de bilmez!" dedi.
Sa'd b. Mes'ud da: "Vallahi Ammar senin kendisini nereye görev verdiğini bile bilmez." Dedi. Hz. Ömer Ammar'a "Ben seni nereye tayin ettim?" dedi. Ammar da "Hıyre ve arazilerine!" dedi. Hz. Ömer: "Peki ne görev üzerine?" dedi. O da "Babil ve arazisine!" dedi. Onlar da "Biz sana demedik mi, o senin onu hangi görev için vazife verdiğini bilmiyor işte dediler. Böylece Hz. Ömer onu görevden aldı. Sonra Ammar'a: "Seni alınca üzüldün galiba?" dedi. Ammar: "Vallahi beni bu göreve yollarken sevinmedim, ama azledilince üzüldüm!" dedi.
Hz. Ömer ona: "Ben senin bu işin ehli olmadığını biliyordum. Buna rağmen "Yer yüzünde ezilenlere bağışta bulunup, onları ezenlerin yer ve yurtlarına varis kılmak istiyoruz" (Kasas, 5) ayetini senin lehine tevil etmiştim (ama olmadı)" dedi. Böylece Ömer (r.a.) Ammar'ı görevden aldı.
Sonra Hz. Ömer bu tür görev alacak kimselerin nazik yapılı ya da güçlü sert olması hususuna Muğira b. Şu'be ile istişare etti. Muğira: "Zayıf, nazik müslümana gelince onun zayıflığı nazikliği belki kendi lehine iyi bir şeydir. Zayıflığı ise senin ve müslümanlarm aleyhinedir. Güçlü ve hiddetliye gelince, onun şiddet ve hiddeti kendi lehine de olur, aleyhine de. Kuvveti ise hem senin hem de müslümanlarm lehinedir" dedi.[810]
Cürcan şehri de bu yıl fethedildi.(Süveyd b. Mukarrin Bistam şehrinde askeri kampını kurup Cürcan kralı Rûzbân'a bir mektup yolladı. Ruzban da sulhu kabul etti. Süveyd de ordusuyla Gürcan'a geldi. Kral onu şehrin dışında karşıladı. Süveyd ona haraç karşılığı yazılı bir eman belgesi verdi.[811]
Bu yıl Süveyd b. Mukarrin, Rey şehrini ele geçirdi.[812]
Rey'in fethinden sonra Süveyd'in kardeşi Nuaym orada kamp kurup (ganimetleri paylaştırdığında Hz. Ömer ona kardeşi Süveyd'i Kûmis'e doğru sefere yollamasını emretti. O da orduyu alıp varınca sulh yapılıp şehir teslim oldu.[813]
Bu yıl içinde Übey b. Ka'b'ın öldüğü rivayeti sadece Vakidi-Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr, Muhammed b. Yahya ez-Züheli ve Tirmizi'ye aittir ki bu haber -ve ihtilaflar- hicri on dokuzuncu yıldaki "vefat olaylarında" ele alınmıştır.[814]
Mi'zad Azerbaycan'da şehit düştü. Kendisinin Peygamberimizle sohbeti yoktur. [815]
Yezid B. Muaviye bu yıl içinde doğmuştur.[816] (Bu yıl Hz. Ömer, Süraka b. Âmr'ı, el-Bâb şehrini fethe görevlendirdi. Abdurrahman b. Rabîa'yı öncü kuvvetlerin başına verdi. El-Bab meliki onların şehrin hizasına geldiğini görünce, onlara mektup yazdırdı ve'can güvenliği istedi. Süraka da o şartlan kabul etti. böylece el-Bab fethedildi.) (Sonra Süraka ordu komutanlarını Ermenistan'ı çevreleyen dağlan fethe yolladı. Bunlardan sadece Bükeyr Mokanı fethedip anlaşma imzaladı.)[817]
(Süraka'nın öldüğü ve Ölmeden önce yerine kardeşi Abdurrahman b. Rabîa'yı bıraktığı haberi Hz. Ömer'e ulaşınca) Abdurrahman'ın Fercu'1-Bab şehrine vali olmasını kabul edip, ona Türklerle savaş etmesi emrini verdi. Abdurrahman da ordusuyla çıkıp El-Bab'a geldi.
Şehribaz ona: "Sen ne yapmak istiyorsun?" dedi. O da: "Belencer şehrine gitmek...!" dedi. Şehribaz da: "Biz onların bize Bab şehri dışında dokunmamasına razıyız!" dedi.
Abdurrahman da: "Biz ise onların yurduna girip orayı ele geçirmeden onlardan razı olmayacağız. Vallahi bizim ordumuzda öyle bir topluluk var ki, eğer emirimiz ordunun ilerlemesine müsaade edecek olsa bu topluluk orduyu tâ Radm (Süd) şehrine kadar götürebilir." dedi.
Şehribaz "Onlar neyin nesi?" deyince "Bunlar Rasulullah (s.a.v.) ile sohbet şerefine eren bir topluluk olup, bu dine iyi bir niyetle girdiler, bunlar cahiliye döneminde de haya ve kerem sahibi insanlardı. İslâm'dan sonra bu ahlakları daha da arttı. Artık bu dinin ayakta durması onların varlığıyla kaimdir. Onlar galip gelen kimseler, onları değiştirene ve hatta kendi hallerini bırakıp, bu kendilerini değiştirenlerin durumuna dönmedikçe, zafer onlarla beraberdir." dedi.
Hz. Ömer zamanında bir grup gazi Belencer şehrine sefer yaptılar, süvariler Belencer'den iki yüz fersah öteye ulaştılar, ama ne bir dul kadın, ne de bir bebek öksüz kaldı. Sonra yine bir sefer yaptılar yine aynı selamet devam etti. Daha sonra Hz. Osman zamanında buraya bir çok sefer yapıldı. Hz. Osman'ın halifeliği döneminde, sırf Küfe halkıyla sulhu sağlamak için bazı mürted kimseleri devlet hizmetinde kullanmaya mecbur kaldığı Küfe halkının bozulma döneminde Abdurrahma b. Rabia vuruldu. Halbuki bu Kûfelilerin isteğinin yerine getirilmesi bile onların ishlahına yaramadığı gibi dünyalık talebiyle iyice bozuldular.)
(Abdurrahman b. Rabia, Türklerin yurduna girdiğinde Allah (c.c.) Türklerle onun arasına bir engel koyup onların da ona saldırmak için ortaya çıkmasına engel oldu. Bunun üzerine Türkler: "Bu adamın yanında kendisini ölümden koruyacak bir melek olmamış olsa bu adam bize saldırmaya cesaret edemezdi." deyip ondan kurtulmak için gizlenip kaçıştılar. Böylece Abdurrahman b. Rabia savaşmadan zaferi kazanıp ganimetleri ele geçirip geri döndü.
Bu hadise Hz. Ömer'in zamanında cereyan etti. Daha sonra Hz.
Osman zamanında da bir kaç kere yine Türk yurduna saldırıp zafer ve selametle ganimet aldı. Nihayet Küfe halkının Hz. Osman'ın dinden dönen bazı kimseleri devlet işinde görevlendirdi diye ahlaklarının bozuluşundan sonra bir kere daha oraya sefer yaptı.
Bu kere Türkler birbirlerini savaşa teşvik ettiler, içlerinden biri: "Bunlar ölmüyorlar" deyince bir diğeri "Bir deneyelim!" dedi. Ormanda bir yere gizlendiler. Birisi geçen müslümanlardan birine ansızın bir ok atıp öldürdü. Ölenin yanındakiler kaçışınca Türkler gizlendikleri yerden çıktılar. Çok çetin bir çarpışma oldu. Yukardan bir dellal "Ey Abdurrahman'm arkadaşları, sabredin! Yeriniz cennettir!" diye nida etti. Abdurrahman şehit olana kadar çarpıştı, ölünce sancağı kardeşi Selman b. Rabia aldı, ve onunla savaşı sürdürdü. Sonra Selman Ebu Hüreyre (r.a.) ile beraber Cîlan'a yürüyüp Cürcan şehrine kadar olan yerleri geçti.
Bundan sonra Türkler müslümanlara saldırma cesaretini buldular. Bununla beraber bu olay onların Abdurrahman1 m cesedini mübarek saymalarına engel olmadı. Onlar o zamandan bu güne kadar Abdurrahman'ın vücuduyla yağmur duasında bulunurlar.[818]
Velîd, Said b. beşir yoluyla Katade'den nakleder: Bana iki kişi Ebu Bekra es-Sakafı'den şöyle nakletti:
-Adamın birisi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'e geldi ve: Ben Süd'dü gördüm." dedi. Efendimiz (s.a.v.) ona: "Orayı nasıl bir şekilde gördün? buyurunca adam: "Çizgili yemen elbisesi şeklinde." dedi.
Bu hadisi Said b. Arûbe Katâde'den mürsel olarak nakleder ve: "Siyah bir çizgi (veya sütun) ve kırmızı bir çizgi (sütun) olarak görmüştüm." ilavesini yapar.[819]
Derim ki (Zehebi), burada siyahla demirin siyahını, kırmızıyla da bakırın kızıllığını kast ediyor.
Said b. Ebi Arûbe, Katade'nin Ebu Rafı aracılığıyla Ebu Hüreyre (r.a.)'tan naklettiği hadisinde Nebi (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu anlatır: "Ye'cuc ve Me'cuc kavmi her gün şeddi eşerler. Neredeyse güneşin şualarını görmeye az kalır da, başlarındaki "dönün artık, onu yarın kazalım." der. (Ertesi gün geldiklerinde görürler ki) Allah kazdıkları deliği ilk halinden daha çetin bir halde geri kapatmış. Böylece aynı uğraşma sürüp gider, nihayet onlarm(ilahi takdirdeki) kalış süreleri sona erip de, Allah onları insanların üzerine göndermeyi murad edince, yine kazarlar. Güneş ışınlarım göreyazdıkları bir sıra başkanları, "şimdi dönün de inşaallah onu yarın kazarsınız" der. Ertesi gün geldiklerinde o delmeye çalıştıkları yeri aynı şekilde (doldurulmamış olarak) bulurlar. Böylece deliği delip suru geçerek insanların yanma gelip bütün suları kurutmaya başlarlar. İnsanlar onlardan kaçıp sığmaklarına kapanırlar. Onlar oklarını havaya atarlar. Okları kendilerine kanla dolu olarak döner. Onlar bunun üzerine "Yer yüzü halkım kahrettik, gökyüzü halkına galip geldik." derler.
Nihayet Allah onların kafalarına bir kurt gönderip onları bununla yok eder." Sonra Peygamber Efendimiz "Nefsim elinde olan Zat'a yemin ederim ki, yeryüzündeki bütün hayvanlar Ye'cuc ve Me'cuc'un etleriyle beslendiklerinden dolayı semizleşip güçlenecekler." buyurdu.[820]
Muhammed b. Cerir et-Taberi Tarih'inde Amr b. Ma'di kerîb'in Matar b. Sele et-Temimi'den şöyle dediğini anlatır:
El-Bâb şehrinde Abdurrahman b. Rabi'a'nm yanına girdim. Beraberinde Şehribaz da vardı. Derken üzerinde yolculuktan ötürü zayıflık ve korku hali görünen bir adam gelip, Abdurrahman'ın huzuruna girdi ve Şehribaz'ın yanma oturdu. Matar'm üzerinde Yemen işi, yeri kırmızı süslemeleri siyah renkli kaba adı verilen (ceket vesaire gibi üste giyilen) bir elbise vardı. Birbirlerine ne var ne yok, hal hatır sordular.
Sonra Şehrberaz dedi ki: Ey komutan! Sen bu adamın nerden geldiğini biliyor musun? Ben bu adamı iki yıl kadar önce Süd'de doğru yolladım ki, sed ne haldedir, öte tarafında kimler var, bir bakıp anlayıp gelsin! Ona büyük bir servet hazırlayıp yol tedariki yaptım. Benim ülkemden sonraki kirala ona yardımcı olması için mektup yazdım ve hediyeler yolladım. Ve onun da kendisinden ötedeki kirala mektup yazıvermesini rica edip yol güzergahmdaki bütün krallara hediyeler yolladım, Her kıral da kendi ile Öteki smırdakine aynı şeyi yaparak, ta Süd'dekine kadar vardırdılar. Böylece bu adam sonunda sed'din üzerinde bulunan kralın huzuruna vardı, kral da Süd mıntıkasındaki valisine bir mektup yazdı. Bu da valinin yanma vardı. Bununla beraber bir de Doğancı (Doğan ve Şahinle avcılık eden kişi) yolladı. Avcının yanında Kartalı da vardı. Ona da kuşun içeceği bir çorba verdi."
Kıssanın gerisini o adam şöyle anlattı: Bunun üzerine avcı bana teşekkür etti. Nihayet oraya varınca ne göreyim iki tane dağ ve ikisi arasında kapalı bir sed uzanıyor, (şeddin boyu neredeyse bu iki dağın üzerine kadar yükseliyor) Şeddin önünde Öyle bir hendek var ki derinliğinden dolayı içi gece gibi kapkaranlık görünüyor. Ben oradaki görünen her şeye iyice bakıp ne olduğunu en ince teferruatıyla anladım. Sonra geriye dönmek istediğimde bana Doğancı: "Acele etme, ben seni mükafatlandıracağım! Zira bu geçip geldiğin ülkelerdeki- peş peşe olan kralların her biri sahip oldukları en pahalı dünya malı ile Allah'a yakın olmak istediler ve bu kıymetli eşyaları şu iki dağın arasındaki derin vadiye attılar." deyip sonra yanındaki bir et parçasını yarıp onu bu vadideki boşluğa attı. Kartal hemen uçup ete doğru süzüldü. Avı bana "Eğer kartal bu et yere düşmeden ulaşırsa bir şey yok, ama yetişmeden düşerse bir şey var demektir!" dedi. Bir de baktık kartal eti pençesiyle kapmış olarak yanımıza geldi. Ne görelim o ete bir de bir yakut parçası yapışmamış mı! Avcı onu bana verdi. O işte şu!11 dedi. Şehribaz onu aldı, baktı ki kıp kızıl parlıyor, sonra onu Abdurrahman'a uzattı. Abdurrahman da ona iyice baktı, sonra Şehrberaz'a geri verdi. Şehrberaz, "İşte şu yakut parçası kesinlikle şundan yani Bâb şehrinden daha değerlidir. Vallahi siz mülke hakim olma meselesinde benim için İran İmparatorluğu idarecilerinden daha iyisiniz. Eğer biz onların saltanatı altında olmuş olsak da bu yakutun bizde olduğu haberi onlara ulaşsaydı kesin kez onu benim elimden alırlardı. Allah'a yemin olsun ki, siz hakkını ödediğiniz müddetçe veya büyük kralınız bu hakkı verdiği sürece size karşı hiçbir şey dayanamaz." dedi.
Abdurrahman b. Rabîa, bu Süd'den gelen elçiye yüzünü döndü ve "Süd'dün durumu ne? Neye benziyor?" deyince elçi: Şu adamın (yani Matar'in) üzerindeki elbise gibi!" dedi. Matar b. Sele, Abdurrahman'a "Vallahi adam doğru söylüyor, kesinlikle oraya ulaşabilip onu gör-
müş" dedi. Bunun üzerine o da "Evet -elbiseye benzeterek demirin ve bakırın durumunu iyi tarif etti." Diyerek, Kehf suresi 96'nci ayeti olan "Bana demir kütleleri getirin..." ayetini okudu.
Abdurrahman Şehrİbaz'a "Senin gönderdiğin hediyelerin kıymeti ne kadar idi?" deyince, o: "burada benim ülkemde yüz bin. diğer ülkelerde ise üç milyondan daha kıymetli." dedi.[821]
Sellam et-Tercumân anlatıyor:
-Halife Vasik billah, Zülkarneyn'in yaptığı sed'din rüyasında açıldığını görmüş. Bu yüzden beni o tarafa yollayıp "Orayı gözünle gör ve bana haberini getir." deyip yanıma elli de adam kattı, azıklarımızı tedarik etti. Azıkları yüklemek için iki yüz de katır verdi. Biz yanımıza halifenin Ermenisan valisi İshak'a yazdığı mektubu alarak Sürrü men raâ'dan (Samarra'mn ilk adı) yola çıktık.
îshak o zaman Tiflis'te idi. îshak da bize Serîr kralına bir mektup yazıverdi. Şerir kralı da el-Lelâıı kralına bir mektup yazıp verdi. Yanma vardığımızda o da Filan Şah (veya kaplan Şah)'a, o da Hazer kralına bir mektup yazıverip bizimle beş tane de kılavuz yolladı. Biz Hazer kralının yanından itibaren yirmi altı gün yol yürüdük. Sonra gide gide simsiyah renkli çok pis kokuşmuş bir araziye geldik. Daha önce -oraya gelmeden yanımıza sirke aldığımız için- bu kötü kokudan kurtulmak için sirke kokluyorduk. Orada on gün daha yürüdük. Sonra içinde kimsenin bulunmadığı harabe şehirlere geldik. Oradan da yirmi yedi gün yol gittik.
Bu şehirler hakkında kılavuzlara sorunca onlar: "İşte Ye'cuc ve Me'cuc'un geceleyin baskın yaparak harap ettikleri şehirler bunlardır." dediler. Sonra şeddin yanında bir kaç kaleye geldik ki, orada Arapça ve Farsça konuşan, dinleri İslâm olup Kur'an okuyabilen bir millete
rastladık. Onların camileri ve medreseleri vardı. Bize nereden gelip nereye gittiğimizi sordular. "Biz mü'minlerin emirinin elçileriyiz" dedik. Bu sözümüzü duyunca hayrete düşüp "Mü'minlerin emiri mi!" dediler. "Evet!" dedik. Emir yaşlı mı genç mi? diye sordular. "Genç" dedik. "Nerde oturur?" dediler. "Irak'taki Sürrü men raâ denen bir şehirde!" deyince, "Biz bu şehri hiç duymadık " dediler. (Sonra onlara nasıl müslüman olduklarını sorduk. Onlar:"yıllar önce bir adamın uzun boyunlu uzun ayaklı bir hayvana binerek geldiğini kendilerinin anladığı dilde konuşup İslâm şeriatım tebliğ ettiğini[822] söylediler.)[823]
Sonra onlarla beraber üzerinde hiç yeşillik olmayan çıplak bir dağa gittik. Dağ eni yüz (elli) arşın olan bir vadi ile ikiye ayrılmıştı. Dağın vadinin iki tarafına uzanan yamaçlarını takiben her iki tarafa bina edilmiş iki tane payanda gördük. Her bir payandanın eni yirmi beş arşın (15 mt) idi. Kapının dış tarafında o payandaların alt tarafında on arşınlık bir çıkıntı (Pabuç) görünüyordu. Her biri bakırla karıştırılmış demir (Tunç)'dan dökülmüş tuğlalarla elli arşın (30 mt) boyunda inşa edilmişti. (Bu tuğlaların her biri 1,5 X 1,5 zira eninde dört parmak yüksekliğindeydi. Vadi ağzının iki tarafındaki derbend uzunluğu yüz yirmi arşın (72) olan demirden kütle olarak bu iki payandaların üzerine geçirilmişti).[824] Her bir payandadaki bu demir 10 X 5 arşın ölçüsündeydi. Bu iki tarafı bağlayan demir- derbendin üzerinde, bu tunç tuğlalardan örülmüş bir duvar vardı ki, yukarısı dağın tepesine çıkmıştı.
Yüksekliği gözün görebildiği yere uzanıyordu, bunun üzerinde deT demirden yapılmış bir takım balkonlar, her balkonda iki uçları bir birine girmiş şekilde boynuz -gibi bir şeyler- vardı.
Bir de demir bir kapı vardı ki, kapalı kanatlarının her birinin eni yüz arşın, (60m) uzunluğu yüz arşın, kalınlığı da beş arşın idi. Üzerinde uzunluğu yedi arşın eni bir arşın olan bir kilit vardı. (Kilidin yerden yüksekliği yirmi beş arşındı). Onun beş arşın yukarısında uzunluğu bu kilitten daha fazla olan ağaçtan bir kilit vardı. Kilit dilinin girdiği (Kafız) yerlerin her biri iki arşın idi. Ağaç kilidin üzerinde uzunluğu bir buçuk arşın olan bir anahtar asılıydı. Onun bağlı olduğu zincir de sekiz arşındı. O da mancınık halkası gibi bir halkada bağlıydı.
(Kapının eşiği on arşın olup kapı payandalarının altında kalan yerler hariç yüz arşın uzunluğunda döşenmişti. Beş arşın da payandalardan dışarıda kalan kısım vardı.)
Buradaki kalelerin komutanı her Cuma on süvari ile atma binip gelir. Süvarilerin her birinde demirden bir taş balyozu olup her biri bu balyozlarla üçer defa bu kilide ve kapıya vururlar ve kapının arkasındakine bunu duyurmak isterler. Anlarlar ki orada koruyucu vardır. Onlar da diğerlerinin kapıda herhangi bir şey yapmadıklarını anlar. Kapıya vurduklarında, hemen kulaklarını kapıya dayayıp dinlediklerinde gök gürültüsü gibi müthiş bir gürültü duyarlar.
Buraya yakın bir yerde büyük bir kale vardı. (Dendiğine göre oraya sanatkarlar gelir sığınırmış). Kapının yanı başında da her birinin 200 X 100 ölçeğinde iki kale daha vardı.
Bu kalelerin kapılarında ne olduğu bilinmeyen büyük ağaçlar vardı. Kalelerin ortasında tatlı bir pınar vardı. Kalelerden birinde Sed'din yapımında kullanılan eritme kazanı, demir eriyiği dökmek için kullanılan kepçe vs. gibi aletlerle demir tuğlaların artanı paslandığından, birbirine yapışmış olarak orada duruyordu. Tuğlalar 1,5 X 1,5 ebadında ve bir karşı kalınlığında idi. Biz orada yaşayanlar "Ye'cuc ve Me'cuc kavminden hiç bir kimseyi görüp görmediklerini" sorduk. Onlar, kendilerinin bir kere seddeki balkonlarda onlardan bir kısmını gördüklerini o sırada esen bir kara yelin onları oradan savurup yanlarına düşürdüğünü, onların boylarının bir buçuk (ya da iki buçuk) olduğunu anlattılar.
Geri dönerken kılavuzlar bizi Horasan tarafından götürdü. Biz de devam edip sonra Semerkand'ın yedi konaklık mesafe arka tarafına geldik. Kale halkı bize yetecek kadar yol tedariki yapmışlardı.
Sonra Abdullah b. Tahir'in yanına geldik. Selam et-Tercuman der ki: Ben ona yaşadığımız olayı anlattım. O da bana yüz bin dirhem, yanımdaki diğerlerinin her birine de beş yüz dirhem bağışta bulundu. Sonra Sürra men raâ (Samarra) şehrine, oradan ayrılışımızdan yirmi sekiz ay sonra geri gelmiştik.[825] "El-Mesalik ve'1-Memalik" adlı eserin yazarı (İbnu Hürdâzebe Ö.300 h.) "Bana Selam et-Tercuman böyle yazdırmıştır." der.[826]
Bu yıl Ömer (r.a.) hutbe okurken birden: "Ya Sariye, dağa dağa!" diye bağınnıştı.[828] (İşte hadise)
(Seyf b. Ömer, Ebıı Ömer Disâr b. Ebi Şebîb, Ebu Osman ile Ebu Amr b. el-Alâ aracılığıyla Mazinoğullarından birinden şöyle dediklerini anlatır:
-Hz. Ömer (r.a.), Sariye b. Züneym ed-Düelî'yi Fesa ve Darapecird şehirlerini zabta yolladı. O da varıp kuşattı. Sonra imdad istediler de her taraftan toplanıp birleştiler ve Sariye'ye saldırdılar. Ömer o gün Cuma namazının hutbesini okuyordu. Birden "Ya Sariye! Dağa, dağa!" diye bağırdı. Harp günü olduğunda müslümanlarm yanı başında bir dağ vardı. Eğer bu dağa sığınabilSeler, düşman onlara tek bir taraftan hücum edebilirdi. Onlar da hemen dağa varıp sırtlarını dağa verip onlarla çarpışmaya başlayarak müşrikleri yendiler.
Sariye büyük bir harp ganimeti elde etti. Bunlar arasında bir sepet dolusu Cevher (maden) de vardı. Sariye ordudakilerden bu cevheri Ömer'e hediye etmelerini istedi. Onlar da onu bağış olarak verdiler.
Sariye de onu fetih müjdesiyle beraber Hz. Ömer'e yolladı. O zaman elçilerin ve delegelerin mükafatlandırılma ve ihtiyaçlarının karşılanması adet idi. Adama: Bu mükafatına karşılık mükafattan ödemek üzere bulunmayacağın vakitteki ailenin ihtiyacına yetecek miktar borç iste!, dedi. Adam Basra'ya geldi ve onların ihtiyaçlarını borç olarak görüp oradan ayrılıp Hz. Ömer'e geldi.
O sıra Hz. Ömer fakirlere yemek veriyordu. Elçiye otur dedi. O da oturdu. Ömer oradan ayrılınca adam ardından kapısına kadar geldi. Hz. Ömer adamı doymadı sanarak buyur edip, içeri girdiler. Hz. Ömer'e yemeği getirildi. Menü; ekmek, zeytin ve iri öğütülmüş tuzdan ibaretti. Hz. Ömer hanımına: "Bre kadın, çıkıp yemek yemeyecek misin?" deyince hanımı: "Ben yanında birinin sesini duyuyorum!" dedi. Hz. Ömer "Evet" deyince hanımı "Benim erkeklerin olduğu yere girmemi istiyorsan bana bu üstümdekinde başka bir elbise alman gerek!" dedi. Ömer de: "Sen, sana Ali kızı Ümmü Gülsüm, Ömer'in hanımı denmesine razı olmuyor musun?" dedi. Hanımı da "Böyle denmesi benim ne kadar ihtiyacımı giderecek ki!" dedi.
Sonra Hz. Ömer adama: "Haydi buyur" diyerek, "Eğer hanım razı olsaydı seni gördüğünden daha iyi muamele ederdi." dedi. Yemeği yedikten sonra elçi Hz. Ömer'e "Ya Emira'l-Mü'minin! deyince Hz. Ömer "Merhaba" diyerek adama yaklaşıp dizi dizine değdi. Elçiye müslümanların oralardaki vaziyetini ve Sariye'yi sordu. Elçi sorulara cevap verip yanındaki cevher kutusunu anlattı. Hz. Ömer kutuya bakıp bir nara attı ve sonra da "Olmaz, böyle ikram olamaz, şimdi sen gidip o orduya varacak ve bunu onlara bölüştüreceksin!" diye hediyeyi almadı. Adam "Ey Mü'minlerin emiri, ben buraya gelmek için devemi dermansız koydum, ve senin elçiye vereceğin mükafatı alırım ümidiyle bir sürü borca girdim. Sana müjdesini verdiğim şeye karşılık bana bir şeyler ver." dedi. Bu konuda ısrar edince Hz. Ömer onun yorgun devesini alıp yerine zekat develerinden birini adama verip ötekini onun yerine koydu. Elçi hediyeden mahrum kızgın bir halde Basra'ya geldi.
Medine'nin ileri gelenleri daha ayrılmadan elçiye "Sariye ve harp hakkında sorular sorup, siz harp günü bir şey işittiniz mi?" diye sormuşlardı. O da "Evet, Ya Sariye dağa dağa!" diye bir ses duyduk, neredeyse helak olmak üzereydik. Hemen dağa sığındık Allah da zaferi nasip etti!" dedi.[829]
Yine rivayet olunur ki, Ömer (r.a.)'a daha sonra söylediği bu "Ya Sariye dağa" cümlesi hakkında soru sorulmuş, o da bunu hatırlamamış.[830]
(Bu yıl Süheyl b. Adiy Kerman üzerine yürüdü. Kirmanhlar Kufs halkını da yardıma çağırıp harbe hazırlanmışlardı. Kerman'a yakın bir yerde savaştılar. Allah müşrikleri bozguna uğrattı. Yollarını kesip kaçmalarını engellediler. Öncü komutan Nüseyr şehrin başkanını öldürdü. Bir çok davar ve sığır sürüsü ele geçirdiler. Develere ve koyunlara fiyat takdir ederek bölüştüler.
Bir rivayette ise Kerman'ı Abdullah b. Büdeyl fethetmiş sonra Hz. Ömer'e gelip ora arazilerinin kendi kullanımına verilmesini istedi ise de Hz. Ömer oranın arazisinin genişliğini dikkate alarak bu isteğini reddetti. [831]
(Asım b. Amr Sicistan üzerine yürüdü. Sicistanlılar onları yolda karşıladı. Müşrikler yenildiler ve kaçtılar. Müslümanlar peşlerine düşüp onları Zerenc'de kuşattılar. Sicistan arazisinde istedikleri gibi hareket ettiler. Sonra onlar Zerenc ve diledikleri arazileri vermek üzere sulh anlaşması yaptılar. Yalnız Sicistan'ın bitkisiz arazilerinin koruluk kalması şartını koydular. Müslümanlar oraya geldiklerinde oradan bir şey almamaları için birbirlerini ikaz ederlerdi.)[833]
(Hakem b. Amr, Mükran üzerine yürüdü ve oradaki nehrin yakınlarına geldiler ki Mükran ordusu da gelip kıyıda kamp kurmuşlardı. Sonra iki ordu karşılaştılar. Allah onların kralını öldürdü. Müslümanlar da harp meydanında müthiş bir savaş yaptılar. Müşrikleri günlerce takip edip, ta nehrin ilerisine kadar kovalayıp sonra Mükran'a gelip orada eğlendiler. Hakem b Amr zaferini Hz. Ömer'e bildirdi ve onu Suhar el-Abdi ile ganimetin beşte birin yolladı, ve Hz. Ömer'e el-Fiyle şehrinin fethi konusunu ne yapacağını bu mektupla danıştı. Suhar ganimetlerle Hz. Ömer'e geldi. Ömer Suhar'a Mükran şehrini sorunca Suhar: "Ey Mü'minlerin emiri:
Orası öyle bir arazi ki sahili dağ, suyu kötü, hurması kuru, düşmanı zorlu, iyileri az kötüleri çok, orada çoklar az, azlar yok, oradan ötesinde de şer çok." Deyince, Hz. Ömer: "Sen seci şairi misin yoksa haberci mi?" dedi. O da "Secici değilim haberciyim." dedi. Hz. Ömer de: "Hayır vallahi ben itaat edildiğim sürece oraya asla ordu gitmeyecek."dedi.
Mükran el-Cebel (İran'daki dağlık kısım)'de bir şehirdir.[834]
Bu yıl Ebu Musa el-Eş'ari (r.a.) İsfahan'dan geri döndü. İsfahan'a bağlı yerlerin tamamını fethetmişti.
-(Hadise özetle şöyledir: Hz. Ömer arkadan bir baskın olmaması için Ebu Musa'ya ordu ile Basra civarındaki anlaşma yapılan yerlere kadar uzanmasını emretmişti. Asker Küver (Basra'ya bağlı bir şe-hir)'den hareket edince, Beyruz şehrinde kurt ve diğer gayri müslimlerden bir ordu toplandı.
Hz. Ömer'in korkusu da burada bir ordu toplanması idi. Zira o zaman müslüman ordusu kafirler tarafından çevrilmiş olacaktı. Ebu Musa durumdan haberdar olduğu için iyice toplansınlar diye önce ağır aldı. Ramazan ayında da Beyruz şehrine geldi. İki ordu Teyrâ nehri ile Menazir arasında karşılaştı. İran ve kültlerin kahramanları müslümanları kandırıp pusuya düşürmek için orada toplamışlardı. Muhacir b. Ziyad ölüye sürülen kafur kokusunu sürünmüş ve şehit olmaya niyetlenmiş olarak geldi ve Ebu Musa'ya "Bu gün oruçlulara yemin ver de geri dönmesinler deyip orucunu açtı. Böylece kardeşinin kendisini ölüm yolundan alakoymasma engel olmak istedi. Öne geçip şehit olana kadar savaştı.
Allah müşriklere bir korku saldı, korkuyla kaleye sığındılar. Ebu Musa oradan İsfahan'a vardı. Orada Cey şehrini kuşatan Küfe ordusuyla karşılaştı. Rebi b. Ziyad komutasındaki ordunun Beyruz'u fethetmesinden sonra Basra'ya döndü. Sonra Hz. Ömer'e gidecek elçileri seçince, Aneze kabilesinden Dabbe b. Muhsan kendisinin de bu delegelere katılmasını istedi. Ebu Musa kabul etmeyince gelip Hz. Ömer'e şikayet etti. Ebu Musa da bir mektupla onu Hz. Ömer'e şikayet etti. Hz. Ömer Dabbe'yi dinledi. Aralarındaki problemi Basra valiliğini yapan Ziyad'a havale etti. Sonra Ebu Musa Basra'da namaz işinin tedviriyle ve bazı işlerle görevlendirildi. Hz. Ömer öldüğünde o hala Basra valiliğinde görevli idi.)[835]
Yine bu yıl Muaviye es-Sâife'ye sefer yapıp Ammûriye şehrine kadar ulaştı. (Yanında Peygamberimizin ashabından Ubade b. es-Sâmit, Ebu Eyyub Halid b. Zeyd, Ebu Zer ve Seddad b. Evs vardı.)[836]
Katade b. Nu'man b. Zeyd b. Amr b. Sevâd b. Ka'b (bunun adı Zafer'dir) b. el-Hazrec b. Amr b. Malik b. Evs (r.a.). Lakabı Ebu Ömer olup Ensar'ın Zaferi (Zafer'e nispetle) oğullarmdandır. Ebu Said el-Hudri'nin anadan kardeşidir. Katade yaşça daha büyüktür.[838]
Katade (r.a.) Bedir harbine katıldı.[839] Gözüne Bedir'de ok isabet edip göz bebeği yerinden çıkıp yanağının üzerine düştü. Katade hemen Peygamber efendimizin yanına geldi. Nebi (s.a.v.) de yerinden çıkan
gözü eliyle yerine yerleştirdi. Bu göz ondan sonra onun en iyi gören gözü olmuştur.[840]
Hz. Ömer (r.a.) Şam'a geldiğinde Katade de öncü kuvvetlerin komutam idi.[841] Kendisi Ashabın meşhur atıcıları arasında idi.[842]
Katade'den nakledilen bir kaç hadis vardır. Katade'den üvey kardeşi Ebu Said el-Hudri oğlu Ömer b. Katade, Mahmud b. Lebid ve diğerleri hadis nakleder.[843]
Hz. Katade altmış beş yıl yaşadı. Sahih olan rivayet budur. Kabrine Hz. Ömer indi. Onun 64 yaşında öldüğü de söylenir.[844]
Nesebi: Ömer b. el-Hattab b. Nüfeyl b. Abdiluzza b. Rayâh b. Abdullah b. Kurt b. Razah b. Adiyy b. Ka'b b. Liieyy. [846]
Emiru'-Mu'minin, Ebu Hafs lakablı, Kureyşli, el-Adevî ve (hakla batılı kesin ayıran) Faruk... Zilhicce ayının sonlarında şehid oldu.[847]
Annesi Hanteme, Hişam (veya Haşim) b. Muğira b. Abdullah b. Ömer b. Mah'zum b. Yakaza b. Murra b. Ka'b) el-Mah'zumiyye olup Ebu Cehl'in bacısıdır.[848]
Kendisinden hadis rivayet edenler.
-Hz. Ali, Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Ebu Hüreyre, (Osman b. Affan, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas, Ebu Zerr, Cabir b. Abdullah, Ebu Said el-Hudri, Ebu Musa el-Eş'ari, Enes b. Malik, Abdullah b. Ömer, Nu'man b. Beşir, Ukbe b. Amir, Ebu Ümame el-Bâhili, Amr b. Anbese, Abdullah b. Anbese, Abdullah b. Üneys, Ebu Lübabe, Adiy b. Hatem, Berâe b. Azib, Büreyde el-Eslemî, Fudale b. Ubeyd, Şeddad b. Evs, Abdullah b. Amr b. el-Âs, Said b. el-Âs, Ka'b b. Ücra, Abdullah b. Sirces, Mis ver b. Mahrame, Saib b. Yezid, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. el-Erkam, Abdullah b. es-Sa'di, Eş'as b. Kays, Ya'la b. Ümeyye, Cabir b. Semura, Habib b. Mesleme, Ebu't-Tufeyl, İbnu Ebzâ, Süfyan b. Vehb, Feletân b. Âsim, Halid b. Urfuta, Amr b. Hureys, Abdullah b. Akim, Tarık b. Şihab, Ma'mer b. Abdullah, Müseyyeb b. Hazen, Süfyan b. Abdullah es-Sakafî, Hz. Aişe, Hz. Hafsa, İbrahim b. Abdurrahman b. Avf, kölesi Eşlem, Sa'lebe b. Ebi Malik, Ebu Zerr el-Ğifarî, Ebu Lübabe, Sü'da bt. Avf, Safıyye bt Ebu Ubeyd, Şifa bt. Abdullah, Ümmü Talk, Ümnıü Atiyye el-Ensariyye) gibi birçok sahabe ile Tabiinin büyüklerinden Alkame b. Vakkas, Kays b. Ebi Hazim Tarık b. Şihab, Zirr b. Hubeyş ve nice alimler ondan hadis naklettiler.[849]
Abdullah b. Ömer anlatıyor: Babam Ömer, Pembeye çalan ak tenli, uzun boylu, dazlak kafalı ak saçlı idi.[850]
İbni Ömer dışındakiler ise: Hz. Ömer (r.a.) kireç gibi bembeyaz, uzun boylu, esmerimsi hafifçe solak (iki elini de aynı derecede kullanabilen) biri idi.[851]
Ebu Raca el-Utaridî der ki: Hz. Ömer (r.a.) uzun boylu iri yapılı, son derece dazlak, aşırı beyaz,[852] pembe renkli olup yanaklarının eti az, bıyık ortası (üst dudağının) kaim ve bıyığın ucu kızıla çalan sarı renkli
olup bir işi çözmek kendine güç geldiği zaman bıyıklarının ucunu bükerdi.[853]
Simâk b. Harb: Hz. Ömer (r.a.) ayaklarının ökçeleri yakın uçları birbirine uzak duran olup sanki yanındakiler yürür o ise binili gibi iri dururdu. Ne sanırsın Sedüs oğullarından biri (gibi iri) idi.[854]
Buradaki el-Ervah kelimesi, yürüdüğü zaman iki ayağın arası yakınlaşan kişiye verilen bir sıfattır. (İbnu Esir Nihaye'sinde "Ökçeleri bitişik ayak uçları açık duran kişiye verilen sıfattır." der)
Hz. Enes (r.a.) Hz. Ömer'in kına kullandığını söyler.[855]
Simak b. Harb (Hilal aracılığıyla) Hz. Ömer yürüdüğünde hızla giden biriydi, der.[856]
Abdullah b. Ka'b b. Malik'in şöyle dediği rivayet olunur: Hz. Ömer sağ eliyle sol kulağını tutar (bir eliyle de atının kulağını tutup) atının üzerine sıçrayıp binerdi. Sanki atın sırtında yaratılmış gibi rahat otururdu.[857]
Abdullah b. Ömer ve diğerlerinden bir çok Ceyyid isnadla Peygamber (s.a.v.)'in: "Allah'ım İslam dinini Ömer b. el-Hattab ile kuvvetlendir." buyurduğu nakledilmiştir.[858]
Hz. Ömer'in İslam'a giriş kıssasını biz siyer bölümünde anlattık.
İkrime: İslâm dini tâ Ömer müslüman olana kadar gizüîik kalmaya devam etmişti, der.[859]
Said b. Cübeyr Eğer Peygambere karşı birbirinize destek olursanız onun dostu Allah, Cebrail ve mü'minlerin iyileridir. (Tahrim süresi ayet 4) ayetindeki "mü'minlerin iyisi" sözü Hz. Ömer hakkında inmiştir, der.[860]
Abdullah b. Mes'ud (r.a.) da: "Ömer müslüman olalı beri biz tam bir izzet içindeyiz. (Onun hicreti fetih, emirliği rahmet olmuştur. Vallahi Ömer İslâm'a girene kadar Beytullah'ta açıkça ne namaz kılabiliyor ne de tavaf edebiliyorduk. O müslüman olunca, onlarla çarpışabildik de bizi namaza öyle bıraktılar." der.[861]
Şehr b. Havşeb, Abdurrahman b. Ganm'dan naklediyor:
-Ebu Bekr (r.a.) ile Ömer (r.a.) Peygamberimize "Ya Rasulullah! İnsanların senin üzerinde güzel bir dünyalık kıyafet görmeleri onların İslâm'a olan hırslarını artıracaktır. (Sa'd b. Ubade'nin sana hediye ettiği şu elbiseye bir bak da onu giy ki bugün müşrikler senin üzerinde güzel bir elbise görsünler) dedi. Efendimiz (s.a.v.) de. Olur öyle yapayım! Allah'a yemin olsun ki, ikiniz benim için bir husus üzerinde ittifakla karar vermişseniz ben asla bu danışıp görüşülen hususta ikinize karşı gelmem. (Lakikn Rabbim buna ikiniz için meleklerdeki Cebrail ve Mikail'in örneğini verdi. Hattab oğlu Ömer: Melekler arasında Cebrail gibidir. Allah hiç bir ümmeti Cebrailsiz mahvetmedi. Peygamberler arasında da Nuh'un olduğu gibidir. Hani Nuh: Ya Rab yer yüzünde kafirlerden birini bırakma!" (Nuh 26) Ebu Bekr'in Meleklerdeki örneği yer yüzündekilere istiğfar eden Mikail'dir. Peygamberi erdeki örneği de İbrahim'dir. Hani "Artık kim bana uyarsa benden kim de bana isyan ederse, sen şüphesiz bağışlayıp esirgeyensin." (İbrahim 96) demişti).buyurdu.[862]
Leys b. Ebi Süleym, Mücahid aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)'tan nebi (s.a.v.)'in "Benim, iki tane gök halkından vezirim, iki tane de yeryüzü halkından vezirim var. Gök yüzü halkından olan vezirlerim Ebu Bekr ile Ömer, yeryüzü halkından olan vezirlerim de Ebu Bekr'le Ömer'dir." buyurduğunu rivayet eder.[863]
Buna yakın iki ifadeyle Ebu Said el-Hudri (r.a.)'tan da nakledilir.
Tirmizi, Ebu Said el-Hudri hadisini sevk edip ardından "Hadisim Hasenun" der.[864]
Derim ki: Buradaki İbni Abbas hadisinin isnadı da "hasen"dir.
Muhammed b. Sabit el-Bünani'nin babası Sabit el-Bünani aracılığıyla Hz. Enes'ten naklettiği hadis de buna benzer.[865]
Ebu Yaİa'nın Müsned'inde de: Ebu Zer (r.a.)'ın rivayeti olan hadiste: Her Peygamberin bir veziri var. Benim vezirlerim de Ebu Bekr'le Ömer'dir." şeklinde merfu olarak (Peygamberimizin dilinden) nakledilmiştir.[866]
Ebu Seleme de, Ebu Ervâ ed-Devsi'nin şöyle dediğini anlatır:
-Ben Rasulullah (s.a.v.) ile beraberdim. Geriden Ebu Bekr ve Ömer göründü. Efendimiz (s.a.v.): "Beni ikinizle destekleyen Allah'a hamd olsun." buyurdu. Bu haberi Asım b. Ömer b. Hafs b. Asım b. Ömer b. el-Hattab (Hz. Ömer'in torununun oğlu) rivayette tek kalmıştır ki, bu Asım zayıftır.[867]
Ebu Bekr es-Sıddik'in hal tercemesinde, Peygamber Efendimizin, kendisine doğru gelen Ebu Bekr ve Ömer'in yüzüne bakıp ardından: "İşte şu ikisi Cennet ehli yiğitlerinin efendileridir." buyurduğu anlatılmıştı.[868]
Tirmizi, İbni Ömer'den şunu nakleder: Bir gün Rasulullah (s.a.v.) evden çıkıp mescide girdi. Beraberinde Ebu Bekr'le Ömer de vardı. Ellerinden tutmuş ve Kıyamet gününde de böyle diriltileceğiz." buyurmuştu.[869] Lakin senedi zayıftır.
Zaide, Abdulmelik b. Umeyr-Rıb'î isnadıyla Huzeyfe (r.a.)'tan Peygamber Efendimizin Benden sonra Ebu Bekr ve Ömer'e uyun!" buyurduğunu anlatır.[870]
Bu hadisi bir de, zayıf bir ravi olan Salim Ebu'1-Alâ, Amr b. Kerim aracılığıyla Rıb'î'den rivayet eder. Zaide'nin hadisi Hasen isnadlı bir haberdir.
Abdulaziz b. Muttalib b. Hantab, babası aracılığıyla dedesi Hantab'ııı şöyle dediğini anlatır: Ben Rasulullah (s.a.v.)'le beraber oturuyordum. Bir de Ebu Bekr ile Ömer (r.a.)'lar görününce Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İşte şu ikisi göz ve kulak mesabesindedir.[871]
Buna benzer bir hadiste İbnu Ömer ve diğerlerinden (İbnu Amr) "Rasullah (s.a.v.), önemli bir iş için birini göndermek istemişti. Ebu Bekr'Ie Ömer'de yanı başlarında idiler. Ali (r.a.) "Şu ikisinden birini göndermez misin?" deyince Nebi (s.a.v.) "Bu ikisini nasıl gönderebilirim, bunlar din hususunda, kafaya göre, göz ve kulak durumundadırlar." buyurdu." şeklinde rivayet olunur.[872]
Ya'kub el-Kummî, Ca'fer b. Ebu'l-Muğira aracılığıyla Saîd b. Cübeyr'den nakleder:
-Cebrail, Nebi (s.a.v.)'e geldi ve: "Ömer'e selam söyle ve ona "Onun öfkesinin izzet ve celâlet, rızasının da hüküm olduğunu söyle!" buyurdu. Bazıları buna İbni Abbasi (r.a.) da katarak mevsul olarak rivayet ederler ama (Said'in) mürsel olarak rivayeti daha sahihtir.[873]
Muhammed b. Sa'd b. Ebi Vakkas babası Sa'd (r.aO'tan nakleder: Ömer, Efendimizin huzuruna girmek için izin istedi, (s.a.v.)'in yanında Kureyşli kadınlar yüksek sesle konuşuyorlardı. Ömer'in sesini duyunca kalkıp gizlendiler. Ömer girerken Efendimiz gülümsedi. Sebebini anlatınca, Ömer kadınlara: "Demek Peygamberden değil de benden mi çekmiyorsunuz?" deyince "Evet sen ondan daha sert ve daha kaba sözlüsün." dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) de: "Yeter ya Ömer lafı uzatma! Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şeytan senin bir sokağa girerken rastlayacak olsa senin gittiğine değil başka bir sokağa gider." buyurdular.[874]
Hz. Aişe de Nebi (s.a.v.)'i: Şeytan Ömer b. el-Hattab'dan çok korkar." derken işittim, diyor.[875] Bu haberi Mübarek b. Fudale, Ubeydullah b. Ömer-Kasım isnadıyla Hz. Aişe (r.a.)'tan rivayet eder.
Yine Hz. Aişe'den nakledildiğine göre şöyle anlatır:
-(Rasulullah (s.a.v.) ile otururken, birden bir takım gürültü ve sesler geldiğini duyduk. Rasulullah hemen kalkıp baktı. Bir de ne imiş, meğer Habeşliler mızrakla gösteri yapıyor, etrafında da çocuklar onları seyrediyor. "Ya Aişe, gel de seyret!" buyurdu. Ben de vardım çenemi
Rasulullah'ın omuzuna koyup Efendimizin başı ile omuzu arasından onları seyre koyuldum. Bana "Seyre doydun mu?" diye sordu. Ben. kendimin onun yanındaki değerimi ölçmek için "hayır" diyordum.) Derken Ömer görününce, insanlar onları seyretmeyi bıraktı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): Ben insan ve cin şeytanlarının Ömer'den kaçtığını görüyorum." buyurdu, Tirmizi bu hadisi sahih saymıştır.
Hüseyin b. Vakid anlatıyor: Bana Abdullah b. Büreyde babası Büreyde'den rivayet eder ki: Zenci bir Cariye yeni seferden gelen Peygamberimize def çalacağım diye nezir yapmıştım!" dedi. Nebi (s.a.v.) ona: Eğer nezrettiysen çalabilirsin!" buyurdu. Kadın, Ebu Bekr giridiğinde yine çalıyordu. Sonra Ömer gelince hemen defi arkasına aldı. Kadının başı örtülü idi. Rasulullah (s.a.v.) bunun üzerine: Ya Ömer, kesinlikle şeytan senden korkar." buyurdu.[876]
Yahya b. Yeman, Süfyan-ı Sevri-Ömer b. Muhammed isnadıyla Salim b. Abdullah (b. Ömer'den) naklediyor:
-Ebu Musa el-Eş'ari'nin beklediği Ömer'den gelecek haber gecikmişti. Karnında şeytan olduğu söylenen bir kadına geldi ve Ömer hakkında soru sordu. Kadın da: "Biraz bekle de şeytanım gelsin." dedi. Şeytan gelince kadın, şeytana Ömer'i sordu. Şeytan da: "Ben onu İzar giymiş (de zekat develeriyle meşgul) bir halde bırakıp geldim. Öyle bir adam ki, şeytan onu görünce burnu üstüne yere düşer. İki yüzü arasında koruyucu meleği var. Ruhu'l-Kudüs onun diliyle konuşur." dedi.[877]
Zir b. Hubeyş anlatıyor: Abdullah b. Mes'ud bir keresinde hutbesinde: "Kesinlikle sanıyorum ki, şeytan bir şey yapıp da Ömer'in onu bozacağından korkar. Yine sanıyorum ki, Ömerin iki gözü arasında kendisini düzeltip destekleyen bir melek olsa gerek." dedi idi.[878]
Hz. Aişe (r.a.) Nebi (s.a.v.) Efendimiz'in Ahmed ile Darakutni ona zayıf der" demektedir. İşte Tirmizi rivayetinde onun Yezid b. Roman'dan infirad ettiği rivayetlerden biridir. Doğrusunu Allah bilir.
Önceki ümmetlerde Peygamber olmadığı halde kendilerine ilham gelerek konuşanlar vardı. Eğer bu durum ümmetim için de söz konusu olursa işte Ömer onlardan biridir."[879] buyurduğunu anlatır.
İbni Ömer anlatıyor: Rasulullah (s.a.v.):
- "Allah (cc.) hakkı Ömer'in diline koymuştur." buyurdu. Bu hadisi bir grup ravi Nafı yolu ile Abdullah b. Ömer'den nakletti. Buna yakın ifadelerle Asahbm bir kısmından da bu haber nakledilmiştir.[880]
Şa'bi'nin anlattığına göre Hz. Ali (r.a.): "Biz sekine'nin Hz. Ömer'in dili üzerinde konuştuğuna uzak bir ihtimal olarak bakmayız." demiştir.[881]
Enes (r.a.) anlatıyor: Ömer (r.a.) der ki: Ben üç hususta Rabbime muvafakat ettim:
1- Ya Rasulullah "Makam-ı İbrahim'i namazgah edinsek!" demiştim. "Makam-ı İbrahim'i namazgah edinin" ayeti geldi. (Bakara 125).[882]
2- "Ya Rasulallah, hanımlarının yanına iyi de geliyor, kötü de; emretsen de örtünseler." dedim de hicab ayeti (Ahzab 53) nazil oldu.
3- Bir kıskançlık sebebiyle, hanımları Efendimizin etrafında toplanmışlardı. Onlara: "Belki sizi boşarsa Rabbi ona sizden daha hayırlı hanımlar verir." demiştim de bu hususta ayetler aynen böyle inmişti. (Bakara İ25)ı
Hayve b. Şürayah anlatıyor, Bekr b. Amr-Mişrah isnadıyla Ukbe b. Amir'den Rasulullah (s.a.v.)'in
"Benden sonra Peygamber gelecek olsa bu kesinlikle Ömer olurdu." dediğini nakleder.[883]
İki ayrı yolla İbnu Cüreyc'ten Ata yoluyla İbni Abbas (r.a.)'ın Nebi (s.a.v.)'den "Allah (cc.) meleklerine arafat halkı ile umumen övünür, Ömer'le ise hususi olarak övünür." buyurduğunu rivayet eder.[884]
Bunun aynısını Abdullah b. Ömer ve Ukbe Amir'den de rivayet edilir.[885]
Ma'n el-Kazzâz anlatıyor: Bize, Haris Abdul-Melik el-Leysî, Kasım b. Yezid b. Abdullah b. Kusayt-Babası Yezid-Ata-Abdullah b. Abbas isnadıyla İbni Abbas'ın kardeşi Fazl b. Abbas'tan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in: Benden sonra hak nerede olursa olsun, Ömer'le beraberdir." buyurduğunu rivayet eder.[886]
İbnu Ömer, Rasulullah'tan şöyle derken duydum der:
"Uyuyorken bana bir kadeh süt getirildiğini, onu sanki tırnağımdan çıkacak kadar kana kana içtim. Sonra fazlasını Ömer'e verdim, deyince "bu rüyayı ne ile yorumladın?" diye sorulunca "ilimle" buyurdu.[887]
Ebu Said el-Hudri Peygamberimizin şöyle buyurduğunu anlatır:
"Uykuda olduğum sırada rüyamda üzerlerinde gömlek bulunan bir kısım insanların bana gösterildiğini, gömleklerin kimisi göğüs hizasına kimi de daha aşağı inmiş olduğunu gördüm. Ömer de bana uğradı, üzerinde ucu yerde sürünen bir gömlek vardı." buyurdu. Ashab, bunu ne ile yo-rumladın Ya Rasulallah! dediler. O da: "Din ile" buyurdu.[888]
Enes, Rasulullah (s.a.v.)'in "jm-metimin en merhametlisi Ebu Bekr, Allah'ın dini söz konusu olunca onların en çetini Ömer'dir!" buyurduğunu anlatır.[889]
Yine Enes (r.a.) Peygamberimizden şöyle dediğini bildirir:
"Cennete girdim, orada altından yapılmış bir saray gördüm. "Burası kimin malı?" diye sordum. "Kureyşten bir gencin!" denildiğinde ben, o gencin kendim olduğunu sanmıştım. Bir de Ömer b. Hattab imiş.
Buhari de bu haberin aynısı Cabir rivayeti olarak geçer.[890] Ebu Hüreyre (r.a.) Nebi (s.a.v.) Efendimizin "Uykum esnasında kendimi cennette gördüm. Orada bir sarayın kenarında abdest alan bir kadın vardı. "Bu saray kimin?" dediğimde "Ömer'indir!" dediler. Ömer'in kıskançlığını hatırladım ve hemen geri dönüp gittim." buyurduğunu bildirir. Bunun üzerine Hz. Ömer ağladı ve: "Anam babam sana feda olsun, seni de mi kıskanacağım Ya Rasulellah!" dedi.[891]
Şa'bi ve diğerleri Hz. Ali (r.a.)'tan naklediyor: Ben Peygamber (s.a.v.) ile birlikte iken, Ebu Bekr'le Ömer geriden gölündüler. Pey-«amber (s.a.v.): "Şu ikisi var ya Nebiler ve Rasuller hariç cennet halkından hem öncekiler, hem de sonrakilerin seçkinlerinin efendileridir. Ama, ya Ali, bu sözümü onlara söyleme!" buyurdu.[892]
Bu hadisi Şa'bi -Hz. Ali'den değil- El-Haris el-A'ver'den rivayet eder.
Yine bu hadisin Hz. Ali'den kaynaklanan bir çok hasen dereceli rivayet yolları vardır. Bunlardan birisi de, Asım'ın Zirr b. Hubeyş yolu ile Ali (r.a.)'tan, bir diğeri de, Ebu İshak'ın Âsim b. Damra yoluyla Hz. Ali'den yapılan rivayettir.[893]
Hafız İbni Asakir: "Bu hadisin Hz. Ali'den rivayeti sağlamdır." der.
Derim ki: Bu hadisin bir benzeri de Ebu Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Enes b. Malik ve Cabir hadisi olarak da vardır.
Mücalid, Ebu'l-Vedak'îan, bir grup ravi de Atiyye'den, bu her ikisi de Ebu Said el-Hudri aracılığıyla Nebi (s.a.v.)'in şu hadisini nakleder:
"Cennette yüksek derece sahipleri, kendinden üstte olanları sizin gök yüzü ufkundaki parlayan yıldızı gördüğünüz gibi göreceklerdir. Ebu Bekr'le Ömer de kesin bunlardandır, daha fazla nimet de verilmiştir.[894]
İsmail b. Ümeyye, Nafı yoluyla İbnu Ömer'den naklediyor:
-Peygamberimiz sağ yanında Ebu Bekr sol yanında da Ömer olduğu halde Mescid'e girdi ve: "Kıyamet günü böyle dirileceğiz." buyurdu. Bu haber Said b. Mesleme el-Emevi, İsmail'den tek başına rivayet etmiştir. Said, İsmail'den rivayet ettiği yerlerde zayıftır.[895]
Hz. Ali Kûfe'de kendi halifelik yıllarında kalabalık bir cemaatin huzurda caminin minberine çıkmış ve: "Peygamberinden sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekr'dir. Ebu Bekr'den sonra hayırlısı Ömer'dir. Dileseydim üçüncünün adını da söylerdim." demiştir.[896]
Bu söz Hz. Ali'den mütevatir olacak kadar çok kişi tarafından rivayet edilmiştir. Allah bunun aksini söyleyen Rafızilerin yüzünü çirkin etsin.[897]
Süfyan-ı Sevri, Ebu Haşim el-Kasım b. Kesir aracılığıyla Kays el-Harifı'den şöyle nakleder: "Ben Hz. Ali'yi: "Rasulullah yarışı kazandı. Ebu Bekr birincinin ardından geldi. Ömer de üçüncülüğü paylaştı. Sonra bir fitneye düştük ki Allah'ın dilediği şeyle oldu." derken duydum." Şerik de bu haberin aynısını El-Esved b. Kays aracılığıyla Amr b. Süfyan'dan o da Hz. Ali'den rivayet eder.[898]
Süfyan b. Uyeyne, Zaide -Abdulmelik b. Umeyr- Rıb'î isnadı ile Huzeyfe (r.a.)'tan, Peygamberimiz (s.a.v.)'in şu hadisini nakleder:
"Benden sonra Ebu Bekr ve Ömer'e uyun. [899]
Yine bu haberi Süfyan b. Hüseyn el-Vasifî, Abdulmelik'ten rivayet eder ve bazen de isnadda tedlis yaparak aradan Zaide'yi çıkartarak rivayet ederdi.
Bu haberi yine Süfyan-ı Sevri de Abdulmelik -Rıb'î'nin kölesi Hilal aracılığıyla Rıb'î'den nakleder.[900]
Hz. Aişe anlatıyor: Hz. Ebu Bekr (r.a.): "Yer yüzünde bana Ömer'den daha sevgili gelen biri yok." dedi.[901]
Yine Hz. Aişe anlatıyor: Vefat ettiği hastalığı esnasında Ebu Bekrin yanına bir grup insan girdi ve: Sen Rabbinin katına doğru yola çıkmışken, başımıza Ömer'i tayin etmeyi içine nasıl sığdırdın, Rabbine bu konuda yarın ne diyeceksin?" dediler. O da "Ben onların başına en hayırlılarını tayin ettim." diyeceğim, dedi.[902]
Zühri'nin dediğine göre: Hz. Ömer'i "Emiru'l-Mü'minin" diye ilk selamlayan Muğira b. Şu'be olmuştur.[903]
Kasım b. Muhammed anlatıyor: Ömer dedi ki: "Benden sonra bu idareye gelecek olan kimse, kendisinden bunu almaya yakın akrabanın da uzak insanların da arzulayacaklarmı iyi bilsin. Ben kendimi insanlara karşı imkanım dahilinde uğraşacağım. Bu yükü taşımaya benden daha fazla takati olan birinin var olduğunu bilsem kesinlikle varıp boynumun vurulmasını bu işe yüklenmeye tercih ederim.[904]
İbn Abbas'tan nakledilir: Hz. Ömer halife tayin edilince kendisine "birisi neredeyse bu İşi senden daha iyi yapacağını iddia edecek." dendi. "Bu ne demek" deyince, "Senin sert olduğun söyleniyor." dendi. O da "Onlara karşı kalbimi merhametle dolduran, onların kalbini de korku ile dolduran Allah'a hamd olsun!" dedi.[905]
el-Ahmet b. Kays der ki: Ömer (r.a.)'ı: "Bu Allah'ın (hazinenin) malından Ömer'e kullanması helal olan, bir yaz için bir de kış için olmak üzere iki elbise, ömre ve haccımı yapmak için bir binek, Kureyş'in zengininden olmayan, orta halli bir adammki gibi aileme yetecek yiyecek. Sonra ben de bu müslümanlardan biriyim" derken
duydum. [906]
Urve der ki: Hz. Ömer, hilafeti boyunca insanlara bizzat kendisi hac ettirmiştir.
Abdullah b. Ömer anlatıyor: Ben Peygamberimizden sonra, onun vefatından beri Ömer b. Hattab'dan daha gayretli, daha cömert olan birini görmedim.[907]
Zühri der ki: Allah Şam diyarının tamamını, Ceziratu'l-Arap'ın, Mısır'ın ve Irak'ın hepsini Ömer'e fethetmeyi nasib etti. Ölümünden bir yıl önce divanları kurdurdu, halka, devletin elindeki ganimet gelirlerini taksim etti.[908]
Asım b. Ebi'n-Necûd, Ensardan biri aracılığıyla Huzeyme b. Sabit'ten şöyle nakleder: Hz. Ömer (r.a.) birini bir yere vali olarak atadığında, ona yazıp; "beygire binmeyeceğine, has un (vs. en iyi şeyler) yemeyeceğine, incecik elbise giymeyeceğine, idare kapısını ihtiyaç sahiplerinin yüzüne kapamayacağını, böyle bir şey yaparsa kendisinin cezalandırılmayı kabul edeceğine" dair şart koyardı. (Buna muhacir ve ensarı da şahit tutardı.)[909]
Tarık b. Şihab der ki: Adamın biri, Ömer'e (r.a.) yalan bir şey söyleyip de içinde bazı yalanlar eklese, Hz. Ömer hemen "şunu tut" derdi. Sonra ona yine bir şey anlattı mı bu yalanı tespit eder ve "şunu tut bakayım" der. Adama da: "Senin bana tutmayı emrettiklerinin dışında sana anlattıklarımın hepsi doğru idi." derdi.6
Mbnu Asakir, T. Dımışk 44/282
Abdullah b. Mesud der ki: "Salihler anıldığında Ömer'e gel. Zira Ömer bizim içimizde Allah'ın kitabım en iyi bilen, Allah'ın dinini en iyi kavrayan idi.[910]
Abdullah b. Mes'ud der ki: Ömer'in ilmini terazinin bir kefesine, yeryüzündeki insanların bilgisini de öteki kefeye koysaydınız Ömer'in ilmi onlarınkinden fazla gelirdi.[911]
Şemir, Huzeyfe (r.a.)'tan rivayet ediyor: İnsanların ilmi Ömer'le beraber bir delikte (yuvada) gizlenmektedir.[912]
Abdullah b. Ömer (r.a.) der ki: Hz. Ömer, Bakara suresini on iki yılda öğrenebildi. Öğrenince de bir deve kurban etti.[913]
El-Avvâm b. Havşeb, Muaviye'den şunları nakleder:
-Ebu Bekr'e gelince ne o dünyayı istedi ne de dünya onu, Ömer ise, dünya onu istedi ama o dünyayı istemedi. Osma ise hem dünyadan hem de dünya ondan bir şey elde etti. Bize gelince biz o dünyalığın içinde -eşek gibi- hem yüz üstü hem sırtüstü anladık (sürtünüp kaşıntımızı giderdik).[914] (Sonumuzun nereye varacağını Allah bilir.)[915]
İkrime b. Halid ve diğerleri anlatıyor:
-Hafsa, Abdullah b. Ömer ve diğerleri Hz. Ömer'le konuşup "Sen daha iyi yemek yesen -güçlensen- bu senin hakkı savunman için gereken kuvveti elde etmen için gerekir!" dediler. Ömer (r.a.) da: "Hepiniz bu görüşte misiniz?" dedi. Onlar "Evet" deyince o "Evet nasihatinizi anladım ama ben iki arkadaşımı (Yani Nebi (s.a.v.), Ebu Bekri) bir caddede bıraktım ki, şimdi onların caddesini terk edecek olsam o caddeye evde erişemem ki." dedi. İkrime der ki: O zaman insanlara kıtlık isabet etti. Ömer de o sene kıtlık geçene kadar ne tereyağı ne de yağlı bir Şey yedi. (Tarihi Dimeşk 44/287-288 Parantez arası metinde yoktur. İbni Asakirden alıntıdır.)
İbnu Ebi Müleyke anlatıyor: Hz. Ömer yemek yerken Utbe b.
Farkad Irak'tan gelmiş ve onun kuru ekmek ve zeytinyağı yediğini görmüştü. Hz. Ömer buyur edince, yemek için oturdu ama bu sert ekmeği yutamayacağım anladı. Sonra Utbe b. Ferkad, Hz. Ömer'le bu yemek konusunu görüştü ve beyaz undan yapılan Huvarî denen yemekten yesen! deyince Ömer (r.a.) "Yazıklar olsun, o müslümanların hepsine yeter mi?" dedi. "Hayır" deyince "Ya Utbe, sen benim dünya hayatımda tayyibatımın hepsini yiyip keyiflenmemi mi istiyorsun." dedi.[916]
Mübarek anlatıyor: Hasan-ı Basri der ki: Hz. Ömer, et yemekte olan oğlu Asım'ın yanına girdi ve "Bu ne?" dedi. O "Et canımız çekti de" dedi. Hz. Ömer "Peki sen her defa canıym çektiğini yer misin. Kişiye israf olarak canının çektiği her şeyi yemesi yeter!" dedi.2
Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem, babası aracılığıyla dedesi Eslem'den şöyle naklediyor. Hz. Ömer dedi ki:
-"Kalbime taze balık yeme arzusu düştü." Kölesi Yerfe'e "Hemen bineğini alıp yola çık!" dedi. Yerfe' bineğiyle iki gece yol giderek (deniz kıyısındaki) El-Câr kasabasına geldi. (On beş Sa1 alan) bir zenbile balık doldurup iki gece de bunlarla geri geldi. Yerfe' balıkları yıkayıp temizledi ve Ömer (r.a.)'a geldi. Hz. Ömer ona: "Geleyim de bir bakayım!" deyip oraya varıp bakınca köleye: "Sen şu balığın kulak altındaki damarı temizlemeyi unuttun. Ömer'in iştahı için bir hayvana eziyet ettin demek. Hayır vallahi Ömer senin bu yükünden hiç bir şey tatmayacaktır." dedi.ı
Katade anlatır: Hz. Ömer halife olduğu halde yünden dokuma, bir tarafı deri ile yamanmış bir cübbe giyer ve omuzunda insanları terbiyede kullandığı kamçısı ile sokaklarda dolaşır, eğer atılmış eski iplik ve çekirdeklere rastlarsa onları alır ve faydalanmaları için insanların menzillerine atardı.[917]
Enes b. Malik (r.a.): "Ben Ömer'in gömleğinin iki omuz başı arasında dört yamalık gördüm." der.[918]
Ebu Osman en-Nehdî de "Ben Ömer'in izarmda deriyle kapanmış bir yama gördüm." diye söyler.
Abdullah b. Amir b. Rabîa anlatıyor: Ben Ömer'le hac ettim ne çadır ne çatma kuruldu. Bir ağacın üzerine bir kumaş veya deri sofra gerilip altında gölgelenirdi.[919]
Abdullah b. Müslim b. Hürmüz, Ebu'l-Gâdiye eş-Şâmî'den naklediyor: Hz. Ömer (Şam seferinde) Cabiye denen köye kızıl bir devenin üstünde, başında sarık ya da takkesi olmadığından kafasının dazlaklığı güneş ışınıyla parıl parıl parlayarak gelmişti. Devenin ayak koyacak özengisi olmadığından ayaklarını palanın ik tarafının üstüne kornustu-. Onun şiltesi Enbican yünlü dokuma bir şey olup konakladığında bu Ömer'in yatağı olurdu. Heybesi lifle dolmuş olup binili iken heybe.
indiğinde yastık olarak kullanırdı. Üzerinde pamuklu bir gömlek olup eskimiş ve cepleri parçalanmıştı. "Bana köyün reisini çağırın" dedi. Onu çağırdılar. Ömer gömleğimi yıkayın, bana da iğreti (geçici) bir gömlek verip ve yırtıkları dikin!" dedi.
Ona keten dokuma bir gömlek getirdiler. "Bu ne?" dedi. "Keten" denildi. "Keten ne?" diye sordu. Ona anlattılar. O da gömleğini çıkardı. Onlar onu yıkayıp yamadılar. O da gömleği giydi. Köyün muhtarı: "Sen arapların kralısın. Burası da deve kullanmaya elverişli olmayan bir ülke" dedi. Bunun üzerine ona bir beygir getirildi. Üzerine sadece kadife şilte konmuş olup ne semer ne palan vardı. Hz. Ömer üzerinde biraz gidip "Durdurun durdun! İnsanların şeytana bindiğini sanmıyordum, bu ne? Bana devemi getirin." dedi ve ona bindi.[920]
Muttalib b. Ziyad, Abdullah b. İsa'dan nakleder:
-Hz. Ömer'in yüzünde ağlamaktan oluşmuş iki çizgi vardı.[921]
Hasen-i Basri'den nakledilir: Hz. Ömer geceleyin okumayı adet ettiği ayetleri okuyarak yürür, bazen bu yüzden düşer de hastanın tedavi edildiği gibi günlerce tedavi görürdü.[922]
Enes (r.a.) anlatıyor:
-Hz. Ömer'le çıkmıştım. Bir bahçeye girdi. İkimizin arasında duvar vardı. Onu orada kendi kendine "Hattab oğlu, mü'minlerin erilin Ömer ha! Ya Hattab oğulları, senden sakınacak, ya da sana azab edecektir." derken duydum.[923]
Abdullah b. Âmir b. Rabîa der ki: Hz. Ömer'i gördüm yerden bir saman parçası aldı ve: "Keşke ben bu saman çöpü olaydım hiç bir şey olmayaydım, keşke anam beni doğurmasaydı" diyordu.[924]
Abdullah b. Ömer b. Hafs der ki: Ömer b. el-Hattab bir kere omuzuna bir kırba yüklenmiş gidiyordu. Kendisine bu durum sorulunca "Nefsim kendimin de hoşuna gitmeye başladı. Onu biraz alçalt-mak arzu ettim." dedi.[925]
Salt b. Bihrâm, Cümey'a b. Umeyr et-Teymî'nin İbni Ömer'den şöyle dediğini anlatır: Ben Celûla vakasında bulundum. Ganimetten elime geçenleri kırk bine sattım. Sonra Ömer'in yanına geldiğimde bana:
-Ne diyorsun, ben cehenneme arz olunmuş olsam, sana da: "babanı fidye ver de kurtar" deseler fidyemi verir misin?" dedi. Ben de "Vallahi sana eziyet verecek her şey için fidyeni vermeye hazırım!" dedim. O da: "Sanki ben de, insanlar birbiriyle alış veriş yaparken "Bu Ömer'in oğlu Abdullah, Rasulullah'ın arkadaşı, mü'minlerin emirinin oğlu, onun katında ona insanların en sevgilisi, dediklerine şahit oluyorum. Tabi sen de böylesin. Sana ucuz vermeleri her halde sana pahalı satmalarından daha çok hoşuna gider. Ben -imam olarak- bir bölüştürü-cüyüm, mes'ulüm. Ve sana Kureyş'ten bir tüccarın kazancından daha fazla vereceğim. Bir dirhemine bir dirhem kâr veriyorum." dedi. Sonra bir tüccarı çağırıp ondan o malı dört yüz bin dirheme aldı ve bana da seksen bin dinar verdi. Kalanları da bölüştürmesi için Sa'd b. Ebi Vakkas'ayolladı.[926]
Hasen-i Basri anlatıyor: Hz. Ömer (r.a.), çok zayıflamış bir kız çocuğu gördü ve "Bu kim?" diye sordu. Abdullah b. Ömer de "Bu kızlarından birisi!" deyince "Hangi kızım bu?" dedi. O da: "Benim kızım, yani torunun!" dedi. Hz. Ömer de "Gördüğüme göre ona ne olmuş da böyle cılız kalmış?" deyince oğlu: "Senin işin! Ona geçinecek nafaka vermiyorsun." deyince Hz. Ömer de: "Vallahi ben senin çocuklarının geçimiyle yükümlü değilim be adam, onlar için çalış sana!" dedi.[927]
Muhammed b. Sirîn anlatıyor: Bir akrabası Ömer'e gelip devlet hazinesinden kendisine bir şey vermesi teklifinde bulundu. Hz. Ömer onu şiddetle azarlayıp "Sen benim Allah huzuruna hain bir kral olarak çıkmamı mı istiyorsun!" dedi. Sonra da kendi öz malından ona on bin dirhem verdi.[928]
Huzeyfe der ki: Vallahi Allah yolunda kendisini ayıplayanların kınamalarına aldırmayan Ömer dışında kimse tammadım.[929]
Huzeyfe anlatıyor: Bir gün Ömer'in huzurunda oturuyorduk. "Peygamber (s.a.v.)'in fitne hakkındaki sözünü hanginiz ezberlemişti?" dedi. "Ben" dedim. Bana "Sen zaten pek cüretlisin!" dedi. Ben de: "Kişinin ailesi, malı ve evladı yüzünden olan fitneye namaz, oruç, sadaka, emri bi'1-ma'ruf ve'n-nehyu ani'l-münker keffaret olur." hadisini) anlattım. "Sana bunları sormuyorum, lakin ben, deniz dalgası gibi dalgalanarak gelen fitneyi soruyorum!" dedi. Ben de: "Ama o dediğin fitnenin sana bir zararı yok. Zira onunla senin aranda kapalı bir kapı var!" dedim. Hz. Ömer: "Peki bu kapalı kapı kırılacak mı yoksa açılacak mı?" dedi. Ben "Normal açılmayacağı gibi üstelik kırılarak açılacak!" dedim. Hz. Ömer bunun üzerine "Öyle olunca da bir daha hiç kapanmayacak!" dedi.
Ravi der ki: Biz Huzeyfe'ye "Ömer kapının kim olduğunu biliyor muydu?" diye sordu da: "Evet! Yarının önünde gece olduğunu bildiği
gibi kesin biliyordu. Zira ben ona asla mugalata olmayan bir hadis anlattım!" dedi. Mesruk Huzeyfe'ye "Kapı kim idi?" diye sordu. O da "Kapı Ömer'di!" dedi. Bu hadisi İmam Buhari tahric ediyor.[930]
İbrahim b. Abdurrahman b. Avf anlatıyor:
-Kisra'nın hazineleri Hz. Ömer'e getirildiğinde Abdullah b. Erkanı "Ya Emira'l-Mü'minin! Onu paylaştırana kadar hazineye koysak olmaz mı?" dedi. Hz. Ömer: "Hayır vallahi onun işini bitirmeden onu dam altına koymayacağım." deyip mescidin ortasına yığdırdı. Bu yüzden onları da korumak için geceyi orada geçirdi. Sabah olup da üzerindeki örtü açılınca Ömer altın ve gümüşlerin parıl parıl ışıklarını görünce ağladı. Abdurrahman b. Avf ona: "Neye ağlıyorsun ey mü'minlerin emiri? Vallahi bu gün kesinlikle şükür ve sevinç günüdür!" dedi. Hz. Ömer de ona: Yazık sana! Bu altın ve gümüş var ya, işte hangi millete verilse aralarına düşmanlık ve buğz girmesine sebep olan bir merettir!" dedi.[931]
Hz. Ömer'in kölesi Eşlem anlatıyor: Ömer (r.a.) kölelerinden Hüney adlı birini bekçi yaptı, ve ona "Bana bak ey kişi, müslümanlara kanatlarını indir (dövüş horuzu gibi kanat kaldırma) yani iyi muamele et, mazlumun bedduasından sakın. Zira o kabul edilen dualardandır. Meraya bir kaz devesi olan ile bir bölükçük koyunu olan kimseleri kat. İbnu Avf ile îbnu Affan'ın develerinden sakın. Zira mera yetmeyince bunların hayvanları ölse geçim için bunlar ziraatçılık ve hurmacılık yapar- muhtaç olmazlar. Ama bu malı az olan insanların hayvanları ölürse -başka malları olmadığı için- doğruca bana gelecekler ve "Ya emira'l-mü'minin, muhtaç kaldık!" diyecekler. Be babasız kalasıca, ben onları bu halde kıvranmaya bırakiverecekmiyim. Su ve ot olan meradan onlara yer göstermek, bana onlara altın ve gümüş vermekten daha kolaydır. Hem vallahi bu az mal sahihleri benim kendilerine zulmettiğimi sanıyor. Zira bu mera onların ülkesi olup cahiliye döneminde orayı savunmak için savaştılar, İslâmi dönemde de o topraklar üzerinde yaşarken İslama girdiler. (Şimdi mera hakkının hep kendilerine ait olduğunu sanıyorlar). Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda cihada gitmek isteyip de bineği olmayanları bindirmek üzere beslediğim şu hayvanlar olmasaydı, onların topraklarından bir karış yeri bile mera olarak tahsis etmezdim." dedi. Bu haberi Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir.[932]
Ebu Hüreyre anlatıyor:
(Bahreyn'dan Ömer'in yanma gelmiştim. Bana halkı sorup "Ne getirdin?" dedi. "Beş yüz bin dirhem" dedim. Hayret edip ne diyorsun kaaç? dedi. Ben de beş kerre "Yüz bin yüz bin" diye tekrarladım. "Yorgunsun yat da yarın gel." dedi. Ertesi gün varınca yine sordu. Ben "Beş yüz bin dirhem." deyince bana "Sen iyi misin?" dedi. Etraftakiler benim büyük bir servet getirdiğimi bildirip "İstersen tartalım, istersen sayalım" dediler. Adamın birisi "Ya Emira'l-mu'minin! Ben İranlılarda gördüm. Bir divan yapmış -isimleri belirlemişler- İnsanlara ona göre veriyorlar." dedi.) Bunun üzerine emretti, de divan yapıldı. (İsim-sicil defteri yapıldı). Buna göre ilk muhacirlere bu mallardan beşer bin, Ensardan olanlara dörder bin, Peygamberimizin hanımlarına on ikişer bin dirhem olarak verildi.
İbrahim Nehaî: "Hz. Ömer halife olduğu halde ticaret yapardı." der.[933] (Hadise şudur: Hz. Ömer halifeyken Şam'a ticaret için bir kervan hazırlayıp Abdurrahman b. Avftan dört bin dirhem borç istemek üzere birini yolladı. O da adama "Selam söyle bunu hazineden alıp ticaret yapınca oraya geri ödesin." dedi. Bu Ömer'in çok ağrına gitti. Adama rastlayınca "Bana parayı hazineden alsın diye söyleyen sen misin? Bu para gelmeden ölecek olursam siz: "Yahu aldıysa bunu halife aldı, bırakın almayalım." diyecek ve kıyamette beni hesaba çektireceksiniz öyle mi? Hayır, ben bu borcu hırslı, cimri tıpkı senin gibi birinden almak istedim. Ölecek olursam bile yine alacağını gelir mirasımdan söke söke alır." dedi.)[934]
A'meş, Ebu Salih'ten Malik ed-Dâr'ın şöyle dediğini anlatır: Hz. Ömer zamanında insanlara büyük bir sıkıntı veren kıtlık olmuştu. Adamın biri Peygamber (s.a.v.)'in kabrine gelerek: "Ya Rasulallah ümmetin için Allah'tan yağmur iste. Zira mahvoldular!" dedi. Rasulullah bu adamın rüyasına girdi ve: "Sen Ömer'e git ve benim selamımı söyle ve ona onların yağmura kanacaklarını haber verip Ömer'e de "sana cıvan mertlik gerek diye iki kere söyle" dedi. Adam gelip Hz. Ömer'e anlatınca, Ömer ağladı ve "Ya Rab yapmaktan aciz kaldığım yere kadar yapabilirim." dedi. [935]
Enes (r.a.) anlatıyor: Rimade (Kül gibi renkler açlıktan solduğu) senesi Hz. Ömer'in karnı zeytin yağı yemekten gurul gurul öterdi. Kendine tereyağı yemeyi yasak etmişti. Parmağıyla karnına bastırır ve: "Ne yapalım insanlar bu kıtlıktan kurtulana kadar sana verecek bir şey bizde yok." derdi.[936]
Vakidi anlatıyor: Bize Hişam b. Sa'd, Zeyd b. Eşlem yoluyla Hz. Ömer'in kölesi Eşlemden nakletti ki: Rimade denen kıtlık yılı olunca her taraftan arap kabileleri açlığa ve susuzluğa dayanamayıp kalkıp Medine'ye geldiler. Hz. Ömer bu kıtlık zedelerin işleriyle uğraşmak üzere bir ekip kurmuştu. Bir gece Ömer'in yanındakilere "Bizim yemek verdiğimiz adamların sayısını hesaplayın" dediğini duydum. Sağlıklı adamları saydılar, tam yedi bin kişi oldukları anlaşıldı. Açlık ve susuzluktan hasta olanlarla onları aileleri ise tam kırk bin kişiydi. Bir kaç gün sonra bu sayı erkek ve eşleriyle altmış bine vardı. Allah gökten yağmur indirene kadar bunlar Medine'den ayrılmadılar. Sonunda yağmur gelince gördüm ki Ömer, bu göçmenleri geldikleri çöldeki yurtlarına götürmek için, birer adam tayin etmiş, onlara yiyecek ve ülkelerine götürecek binit veriyordu. Bu göçmenler arasında açlıktan müthiş bir ölüm hadisesi de ortaya çıkmış. Sanıyorum ki üçte ikisi açlıktan ölmüşler de ancak üçte bir kalmıştı. Ömer'in işçileri seher vakti gidip kazanın başına geçer ve onlara bulamaç ile Kerkur pişirirlerdi. (Ömer bu kıtlık yılı geçene kadar ne kendi evinde, ne çocuklarının evinde yemek yedi. Daima bu insanlarla beraber yedi.)[937]
Yine Eşlem der ki: Biz kendi aramızda: "Eğer Allah kıtlık senesindeki kuraklığı kaldırmamış olsaydı sanıyorum Ömer müslümanların başına gelen bu bela tasasıyla ölecekti." derdik.[938]
Süfyan-i Sevri der ki: 'Kim ki Hz. Ali, müslümanların idareciliğine Ebu Bekr ve Ömer'den daha fazla hak sahibi idi' diye iddia ederse, Ebu Bekr'e, Ömer'e ve muhacirlerle Ensar'a yanılma isnad etmiş olurlar.[939]
Şerik der ki: Ali'yi, Ebu Bekr ve Ömer'e üstün tutan hiç bir kimsede hayır yoktur.[940]
Ebu Usame "Ebu Bekr ve Ömer'in kim olduğunu anlıyormusunuz. Onlar islâm'ın anası ve babası durumundadır." dedi.[941]
Hasen b. Salih b. Hayy der ki: Ben Ca'fer b. Muhammed es-Sadik'i "Ebu Bekr ve Ömer'i hayırla anmayan adamlardan ben uzağım!" derken duydum.[942]
Hz. Ömer, Maz'un kızı Zeyneb ile evlendi. Bu hanımından Abdullah, Hafsa ve Abdurrahman doğdu. Sonra Huzâa kabilesinden Müleyke ile evlendi. Bundan oğlu Ubeydullah doğdu, (Bu Ali b. Muhammed'in görüşüdür) Sonra Ömer bu hanımından ayrıldı.
Vakidi ise. Ubeydullah (Sıffeyn'de Muaviye tarafında iken öldürülen) Zeyd el-Esğar'in anneleri Müleyke değil Cervel kızı Ümmü Gülsüm'dür, der.
Sonra Haris b. Hişam kızı Ümmü Hukeym el-Mah'zumiyye ile evlendi. Ondan Fatıma adlı kızı doğdu. Sonra Asım b. Sabit kızı Cemile ile evlenip ondan Asım doğdu. Hz, Fatimatu'z-Zelıra (r.a.)'m kızı Ümmü Gülsüm ile evlenip ona kırk bin dirhem mihir verdi. Bundan Zcyd ile Rukiyye doğdu.
Yemenli bir hanım olan Lüheyye ile evlenip ondan Abdurrahman el-Esğar dünyaya geldi. Daha sonra Zeyd b. Amr b. Nüfeyl kızı Âtike ile evlendi. Hz. Ömer ölünce bu hanım Zübeyr b. cl-Avvam'la evlendi.]
El-Leys b. Sa'd der ki: On üçüncü yılın Recep ayında Ömer halife tayin olundu, Şam diyarı da fethedildi. Sonra hicri 15'inci yılda Yermuk savaşı yapıldı. On altıncı yılda Şam diyarının girizgahı olan Câbiye fethedildi. Ardından on yedinci yılda İliya (Kudüs) ve Serğ fethedildi. Ardından on sekizinci yılda kıtlık kuraklık yılı (Rimade) ile Amvas'ta veba salgını oldu. 19'uncu yılda Celûla vakası oldu. Sonra Şam diyarından Bab-ı Liyon ve Kaysariyye şehirleri zapt edildi. Heraklius'un ölümü 20'nci yılda oldu. Aynı yılda Mısır fethedildi. 21 'inci yılda Nihavend şehri ele geçti. İskenderiyye'nin fethi ise 22'nci yılda gerçekleşti. Aynı yılda İsfehar ve Hemedan zapt oldu. Sonra Amr b. El-Âs Trablusgarp'a sefer etti. Bu yıl Ammariye savaşı oldu. Mısır fethinin komutanlığını Vehb b. Umeyr el-Cümehî yaptı. Yirmi üçüncü yıldaki Şam halkının emiri Ebu'l-A'ver idi. Sonra Hz. Ömer yıl sonunda hac dönüşü şehit edildi.[943]
Halife b. Hayyat, Tarih'inde Celûla savaşı 17'nci yılda oldu, der.[944]
Said b. Müseyyeb anlatıyor: Hz. Ömer (son haccmda) Mina'dan ayrıldıktan sonra Mekke'deki EI-Ebtah denen yerde devesini çökertip oradaki çakılları toplayıp istif yaptı, sonra sırtını yaslayıp ellerini semaya kaldırarak "Allah'ım yaşım ilerledi, gözüm azaldı, tebaam yeryüzüne dağıldı. Daha fazla yoyulmadan, terk edilmeden beni huzuruna al!" diye dua etmişti. Daha Zilhicce ayı çıkmamıştı ki vurularak şehit oldu.[945]
Ebu Salih es-Semmân anlatıyor: Ka'bu'l-Ahbar, Hz. Ömer'e: Ben seni Tevratta "şehid olarak öldürülecek" şeklinde buluyorum, dedi. Ömer (r.a.)da: Ben Arap yarımadasında oturuyorum -savaş olan yerlerde değil- bana şehitlik nereden nasib olacak, dedi.[946]
Eşlem de, Ömer'in: "Allah'ım bana senin yolunda şehitlik ver, ölümümü Peygamberinin beldesinde nasib et."dediğini, Bu haberi Buhari nakleder.[947]
Ma'dân b. Ebu Talha el-Ya'murî der ki: Hz. Ömer Cuma günü hutbeye çıktı. Peygamber (s.a.v.)'i ve Ebu Bekr'i andı sonra da: Rüyamda sanki bir horozun beni bir ya da iki defa gagaladığını görür gibi oldum. Ben bu rüyayı ecelimin geldiğine yorumluyorum. Bir kısım insanlar benden yerime halife atamamı istiyorlar. Allah dinini ve hilafetini zayi edecek değildir. Eğer bana ölüm acele gelecek olursa hilafet işi, şu Peygamberin ölürken kendilerinden razı olduğu altı kişilik grubun şûra yapmasıyla belirlenecek. (Ben kesinlikle biliyorum ki, benden sonra bazı kimseler bu işe karşı geleceklerdir. Ben onları şu elimle İslâm üzerine dövmüştüm. Eğer böyle yaparlarsa bunlar Allah düşmanı sapıklardır. Sonra ben. bana göre Kelâle (çocuğu babası olmayan kimsenin ölümündeki mirashk)'den daha önemli bir mesele bırakmadım. Bu konuda hiçbir meselede, bununla kadar ısrarla Peygambere gidip gelmedim. Hatta Peygamber parmağım karnıma dürtüp: "Sana Nisa süresindeki son ayetler yeter." buyurdu. Yaşarsam bu konudaki hükmü öyle bir belirleyeceğim ki, Kuran'ı okuyan da okuyamayan da onunla hüküm verebilecek. Sonra Hz. Ömer şöyle devam etti: "Allah'ım şehirlerdeki valilerine seni şahit tutarım. Zira ben onları bu göreve sadece, insanlara dinlerini, Peygamberin sünnetini öğretip, halka adaletle davranıp, ganimeti aralarında pay etsinler, kendilerine zor gelen işleri bana havale etsinler, diye getirdim.)[948]
Zühri der ki: Hz. Ömer müşrik esirlerinden buluğ çağına gelenlerin Medine'ye girmesine izin vermezdi. Bu iş ta Muğira b. Şu'be'nin Küfe valisi iken Hz. Ömer'e bir mektup yazarak onda birçok sanatı bulunan bir köleyi anlatarak Medine'ye girmesi için izin isteyinceye kadar sürdü. Muğira mektupta "Bu gençte çok işler var ki, insanlar bundan çok yararlanır. Zira o demircidir, süslemecidir, oymacıdır ve marangozdur." diyordu. Hz. Ömer de izin verip göndermesini istedi. Muğira b. Şu'be ona her ay yüz dirhem vergi vermesi şartını koymuştu. Medine'de Hz. Ömer'e bu haracın ağırlığını şikayete geldi. (Hz. Ömer ona ne iş yaptığını sorup o da sanatlarını söyleyince) işine göre bu vergi çok değil", deyince, öfkeyle homurdanarak geri döndü.
Bir kaç gün sonra köle yine uğradı. Hz. Ömer onu yanına çağırıp, senin "Ben dilesem, yel ile dönen bir değirmen bile yaparım", dediğini duymadım mı? deyince köle asık bir suratla Ömer'e bakıp "Ben sana öyle bir değirmen yapacağım ki hep insanlar onu konuşacak." dedi. Köle gidince Ömer yanındakilere: "Az önce köle beni tehdit etti!" dedi. Bir kaç gün sonra bu Ebu Lü'lü denen köle kabzası ortada, iki uçlu bir hançeri kuşandı. Sonra seher vakti mescidin bir köşesinde gizlendi.[949]
Amr b. Meymun el-Evdî anlatıyor: Bu Ebu Lü'lü denen kişi Muğİra b. Şu'benin kölesi olup, yanında taşıdığı iki uçlu bir hançerle Hz. Ömer'i yaralayıp, onunla beraber namaza gelen on İki kişiyi daha yaralamıştı. Onların altısı bu yaradan öldüler. Irak halkından biri, kaçmaya çalışan katilin üzerine bir bornuz attı. Etrafı sarıldığını gören köle kendini de öldürdü.[950]
Abdullah b. Zübeyr'in torunu Âmir, babası Abdullah'tan rivayet ediyor: Ömer bana dayanarak çarşıdan gelmişti. Ebu Lü'lü'e yanımıza uğradı. Ömer'e öyle çirkin bir bakışla baktı ki, eğer ben orada olmasam ona saldıracak sandım. Daha sonra şafak vakti mescide geldim. Ben uykuyla uyanıklık arası bir haldeyken bir de Ömer'in "Köpek! Beni öldürdü." dediğini duydum. İnsanlar bir müddet dalgalanıp durdular. Daha sonra bir de Abdurrahman b. Avf in sabah namazmdaki okuyuşunu duyduk. [951]
Sabit el-Bünanî anlatıyor: Ebu Rafı der ki: Ebu Lü'lü'e denen köle Muğira'nın kölesi olup değirmen yapardı. Muğira ondan her gün dört dirhem elde ediyordu. Köle Hz. Ömer'e rastladı ve: "Ya Emira'l-Mu'minin, Muğira bana çok ağır vergi koydu, onunla konuşsan!" dedi. Hz. Ömer'in niyeti konuyu Muğira ile konuşmak idi. Ona "Sen Efendine iyi davran!" dedi. Köle öfkelendi ve "Adaleti benden hariç bütün insanlara yetiyor" deyip, içinden Hz. Ömer'i öldürmeye karar verip bir hançer satın alarak onu bileğledi ve zehir içirdi. Ömer tekbir almadan önce cemaata "saflarınızı düzeltin" diyordu. Ebu Lü'lü'e gelip safta tam karşısına durdu ve hançeri hem omuzuna hem de böğrüne sapladı.
Ömer (r.a.) yere yığıldı. Adam Ömer'in yanındakilerden on üç kişiyi daha bıçakladı. Onların altısı öldü. Ömer hemen ailesinin yanına götürüldü, neredeyse gün doğacaktı. Sabah namazını iki kısa sûre ile Abdurrahman b. Avf (r.a.) kıldırdı. Hz. Ömer'e hurma şerbeti getirip içirdiler. Onu içti. Nebiz onun yarasından dışarı çıktı ama tam anlaşı lamadı. Sonra süt içirdiler. O da yaradan çıktı. Kendisine "Yaran o kadar kötü değil" dediler. Hz. Ömer de: "Eğer katil de bir sakınca varsa işte ben öldürüldüm." dedi. Etrafındakiler ona övgüler yapmaya başlayıp: "Sen şöyle idin, sen böyle idin!" dediler. Bunun üzerine o da: "Ama vallah ben bu işten ne lehime ne aleyhime, bana yetecek kadar kurtulabilmeyi ne kadar isterdim. Zira Rasulullah'ın sohbeti benim için daha selametliydi." dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas da onu överek "Sen vallahi bu işten sadece kendine yetecek kadar çıkmayacaksın sen Peygambere en iyi arkadaşlık yapıp şu şu işleri yaptın. O senden razı olarak öldü. Sonra Ebu Bekr'le arkadaşlığı aynen öyle sürdürdün. Sonra bu işi omuzladın öyle güzel şeyler yaptın ki...." diye konuştu. Hz. Ömer onun bu sözleriyle biraz rahatladı da "Bir daha tekrar et!" dedi. Sonra Ömer (r.a.):
-Yeryüzünün her tarafı benim için altın olsaydı kıyamet gününün (herkesin seyrettiği) o dehşetli görünümünden kurtulmak için onu kurtuluş fidyesi olarak verirdim. Neyse ben hilafet işini, şu Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman ve Sa'd'a havale ettim danışacaklar. Sonra Suheybe insanlara namaz kıldırmasını emretti. Bu altı danışmana da üç gün süre verdi.[952]
Amr b. Meymun Ömer (r.a.)'tan nakleder: (Hz. Ömer'i ilk ziyarete gelen İbni Abbas olmuştu. Ona: "Git de, bana kimin hançer vurduğunu bir öğren gel!" dedi. O da gidip bunu tesbit ederek geriye geldi ve Muğira'nın sanatkar kölesi." dedi. Hz. Ömer "Allah onu kahretsin ona ne olmuş, oysa ben onun işine yarayacak olan iyiliği emretmiştim." deyip sonra da) "Benim ölümümü müslüman olduğunu iddia eden birinin eline vermeyen Allah'a hamd olsun." dedi. Sonra Abdullah b. Abbas'a "Sen ve baban Abbas bu acem kafirlerinin Medine'de çoğalmasını çok istiyordunuz." dedi. (Abbas içlerinde bunlara en yumuşak davrananı idi.) Sonra öleceğini anlayınca "Ya Abdullah! Bak bakayım ne kadar borcum var?" dedi. Hesaplanınca seksen altı bin dirhem olduğu anlaşıldı. "Eğer Ömer'in malı yeterse borcu bu maldan kapat. Yetmezse Adiy oğullarından iste. Yine yetmezse Kureyş'ten olanlardan iste. Ama başkalarına gitme, sonra Hz. Aişe'ye var ve "Ömer iki dostuyla beraber defnedilmek için senden izin istiyor!" de" dedi. Abdullah ona vardı ve "Ömer'in sana selamı var...." diye izin istedi. Hz. Aişe "Ben o yeri kendim için istiyordum. Ama artık bugün onu kendime tercih ediyorum." dedi. Abdullah gelip "sana izin verdi" dedi. Ömer de Allah'a hamdu sena etti.
(Sonra kızı Ümmu'l-mü1 minin Hafsa (r.a.) geldi. Kadınlar çevresinde ona sütre oluyorlardı. Biz onu görünce Ömer'in yanından ayrıldık. Hafsa bir süre yanında kaldı. Sonra adamlar giriş izni istediler de Hafsa öte odaya girdi, sonra ağlayışını duyduk.)[953]
Hz. Ömer'e: Ya Emira'l-Mu'minin bize tavsiyeni yap ve halifeyi tayin et!" denildi. O da: "Ben bu işe adam tayin etmeye Rasulullah'ın kendilerinden razı olarak öldüğü şu gruptan daha hak sahibi birini göremiyorum." deyip, Ali, Talha, Osman, Zübeyr, Abdurrahman ve Sa'd adını saydı. Abdullah b. Ömer de onlara şahid sıfatıyla katılacak ama bu işte onun hiçbir yetkisi olmayacak. Sanki taziyeci gibi orda olacak. Eğer başkanlık Sa'd'a verilirse ne alâ, o öyle olur. Yoksa içlerinden hangisi seçilirse, ona yardım edilsin. Zira artık ben onu acizlikten ya da hainlikten dolayı görevden azledemem." dedi.
Sonra Ömer (r.a.): Benden sonra halife olacaklara: "Allah'tan korkmalarını, muhacirlere Ensarın hak ve hürmetlerine riayeti, diğer şehir halklarına hayırla davranmalarını tavsiye ederim. Zira onlar İslâm destekçileri, verginin tahsildarları, düşmana yönelen öfkedir. Arapların aslı olan bedevilere de iyi davranın, zira onlar İslâm'ın ilk maddesidir. Mallarının fazlalarından alınıp yine onların fakirlerine verin. Allah ve Rasulünün zimmetinde bulunan, içinizdeki gayri müslim zimmilere verdiğiniz sözünüzü tutun. Hududlarından ötedeki düşmanlarıyla savaşın. Zimmilere güçlerinin üstünde vergi teklifinde bulunmayın." derim, dedi.
Hz. Ömer ölünce cenazesini çıkarıp yürümeye başladık. Hz. Aişe'nin hücresine gelince Abdullah b. Ömer, Hz. Aişe'ye selam verdi ve "Ömer müsaade istiyor! dedi. Aişe de: "İçeriye alın!" deyince cenaze içeri alınıp iki dostuyla beraber gömüldü.
Defin tamamlanınca döndüler. Şûra grubu derhal toplandı. Abdurrahman b. Avf bu işi aranızdan üç kişiye indirin, tavsiyesinde bulundu. Zübeyr, ben yerimi Ali'ye verdim, dedi. Sa'd da: Ben yerimi Abdurrahman'a verdim, dedi. Talha da: Ben de Osman'a verdim, dedi. Üçü baş başa kalınca Abdurrahman: "Ben bunu istemiyorum ama hanginiz bu işten teberri edip de kendi yerini bana verecek. Böyle yaparsanız ben daha faziletli ve mûslümanlara daha hayırlı gelecek olanınızı ötekine değişmeyeceğime Allah için söz veririm." dedi. Ali de Osman da bir şey demediler. Abdurrahman: "Peki ben çıkıyorum, ama bu işin çözümünü bana bırakırsanız ben de hayırlı olanınızı tercih edeceğime Allah için söz veririm!" dedi. Bu kere ikisi de "olur" dediler.
Bu kere Abdurrahman, Ali (r.a.)'la baş başa bir görüşme yaptı ve Ali'ye: Senin de bildiğin gibi, senin İslama girişteki kıdemliliğin ve Peygamber (s.a.v.)'e olan akrabalığın tartışılmaz. Allah adına sana söylüyorum, ben şimdi seni halife tayin edecek olsam, insanlara adaletli davranacak mısın, eğer Osman'ı tayin edersem ona itaat edip sözünü dinleyecek misin?" dedi. Hz. Ali de "evet" dedi. Sonra Osman'la baş başa kaldı, ona da: aynı sözleri tekrarladı. O da "evet" dedi. Abdurrahman ikisinden de söz alınca, Osman'a dönüp "Uzat elini" deyip, Osman'ın elinden ona biat etti. Hz. Ali de biat edince diğer insanlar da biat etti.[954]
Misver b. Mahreme anlatıyor: Hz. Ömer hançerlendiğinde bayılmışti. Sabah olunca oradakilerden "Eğer Ömer daha yaşıyorsa, siz onu namaz için avutabileceğiniz gibi başka bir şey diyerek ayıltamazsi-nız." diyenler oldu. Bunun üzerine: "Ya Emira'-Mu'minin, namaz, namaz kılındı!" dediler. Ömer hemen gözlerini açıp "Hay Allah, haydi öyleyse, Namaz terk eden kişinin müslümanlıkta nasibi yok!" dedi ve yarasından kanlar akarken namazını kıldı.[955]
Nadr b. Şümeyl der ki: Bize Ebu Amir el-Hazzâz İbnu Ebi Müleyke aracılığıyla Abdullah b. Abbas (r.a.)'tan şöyle dediğini haber verdi: Hz. Ömer hançerlendiği zaman Ka'b geldi ve: "Vallahi müzminlerin emiri dua edecek olsaydı, Allah onu hayatta bırakacak ve onu bu ümmetin görmesi için yükseltecek şöyle şöyle yapacak" diye hatta münafıkların adını da bu meyanda saydı. Ben Ka'b'a "Bu söylediğini Ömer'e ulaştırayım mı?" dedim de o "Zaten ben seni ona söylesin diye bunları söyledim." dedi. Ben insanları aşarak başııcuna gelip oturdum ve "Ya. Emira'I-Mu'minin!" dedim. Babam başını kaldırdı. Ben de "Ka'b Allah'a yemin ederek, eğer mü'mihlerin Emiri dua edecek olsa, Allah onu hayatta bırakacak ve onu bu ümmete arz edece..." diyor." dedim. "Ka'b'ı çağırın!" dedi. Onu çağırdılar. Gelince "Sen ne diyorsun?" dedi. O da "Şöyle şöyle diyorum!" dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a.): Hayır! Vallahi böyle bir dua yapmam. Lakin eğer Allah af etmezse Ömer işte o zaman mutsuzdur." dedi. Derken Suheyb geldi ve vâh Safıyyâh, vah halîlâh, vâh Ömerûh (vay dost, vay canın vay Ömer!) diye ağlamaya başlayınca, Hz. Ömer: Yavaş ya Suheyb, sana Peygamberin "kendisine ağıt yapılan kişi, ehlinin kendisi için yaptığı ağıt sebebiyle azab görecektir." haberi yoksa sana ulaşmadı mı?" dedi.[956]
îbnu Abbas (r.a.)'ın "Ebu Lü'lü'e mecusi dininden idi." dediği söylenir.[957]
Zeyd b. Eşlem, babası Eslem'in şöyle dediğini anlatır: -Abdullah b. Ömer babasına: "Kendini biraz zorlayıp da müslümanlara bir halife tayin etseydin sana bir şey mi olacaktı?" dedi. Hz. Ömer: "Beni oturtun!" dedi. Abdullah der ki: "Beni oturtun." dediğini duyunca korkumdan, 'keşke Ömer'le aramızda Medine eninde bir mesafe olaydı' dedim. Sonra bana: "Siz kendi ağzınıza göre kimi tayin ettiniz!" dedi. Ben, falancayı!" dedim. O "Onu seçerseniz o sizin ak saçlınızdır." deyip sonra Abdullah'ın üzerine yönelerek "Vay anası yitiresice vay, sen bebeklere bakman mı, bebek bebekle büyür, onunla orta yaşa gelir. Sen onun, kendini yaratanı bildiğini sanıyor musun?" deyince Abdullah "evet ya emiral-mu'minin" dedi. Hz. Ömer de: "İşte ben de Allah'a; bana 'onlara kimi emir tayin ettiğim' hakkında soru sorarsa, ben de: "falancayı emir yaptım diyecek değilim. Ben onun hakkında neler neler biliyorum. Hayır, vallahi ilk önce bana bu işi yükleyenlere şimdi ben geri vereceğim -ne yaparlarsa yapsınlar- bu işe benden daha hayırlı- Allah'ın bana verdiği şeylerden hiç birisini eksiltmeyecek birinin, bu işin başına gelmesini ne kadar isterdim!" dedi.[958]
Salim b. Abdullah, babası, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini anlatıyor: Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahman b. Avf ve Hz. Sa'd, Hz. Ömer'in yanına girdi. Talha o sıra yoktu. Ömer (r.a.) onlara baktı ve "Sizin bu insanların idaresi hakkınızdaki durumunu araştırdım ve insanların bu konuda hiç bir ihtilafları olmadığını gördüm. İhtilaf olursa ancak sizin aranızda olur." dedi. Sonra da şunu ekledi: "Ey üç kişi sizin oymaklarınız her halde sizden birinizi emir seçtirecek. Ya Osman! Eğer insanların idareciliğini omuzlayacaksan Ebu Muayt oğullarım insanların omuzuna yükleme. Ya Abdurrahman, eğer sen bu işin başına geçersen akrabalarını insanlara yükleme. Ya Ali, eğer sen idareciliği alırsan Haşimoğullarım insanlara yükleme, (yani idare işlerine hep onları atama). Haydi şimdi kalkın, birbirinizle müşavere edin. Birinizi emir seçin" dedi. Onlar da konuyu görüşmek üzere dağıldılar.
İbnu Ömer (r.a.) der ki: Konuyu görüşmeye başladıklarında, Osman bir iki defa çağırıp benim hilafet işine girmemi istedi. Halbuki Ömer benim adımı bunlar arasına vermemişti.
Hayır, vallahi ben sonuçta kesinlikle babamın dediği olacağını bildiğim için onlarla olmayı asla istemedim. Vallahi onun dudaklarını birşey söylemek üzere hareket ettirip de sonra o dediğinin gerçek çıkmadığı bir sözü çok az işittim. Osman daveti sıklaştinnca, onlara: "Yahu siz düşünemiyor musunuz, siz mü'minlerin emiri sağ iken emir seçiyorsunuz!" dedim. Vallahi sanki onları (İbni Sa'd ve îbnu Asakir'deki ibareye göre Ömer'i) uykudan uyandırdım. Ömer "Siz acele davranmayın. Bana bir şey olursa size Suheyb üç gün namaz kıldırsın. Üçüncü gün insanların eşraflanyla ordu komutanlarını toplayın birimizi emir seçsin. Kim müslümanların müşaveresi olmadan, başkanlığı zorla almaya kalkarsa (kim olursa olsun) onun boynunu vurun." dedi.[959]
İbnu Ömer der ki: Ömer'in başı göğsümdeydi. Bana yanağımı yere koy." dedi. Ben koyunca: "Rabbbim bana merhamet etmezse bana da yazık anama da!" dedi.[960]
Ebu'I-Huveyris der ki: Hz. Ömer ölüp de namazı kılınması için musallaya konunca; "Cenaze namazını hangimiz kıldıracağız diye Ali ile Osman münakaşa etti. fîbnu Sa'd'ın aynı rivayetinde Ali ile Osman el ele tutuşarak geldiler.) Abdurrahman b. Avf: İşte bu yaptığınız emir olma hırsınızı gösterir. Siz de biliyorsunuz ki bu size ait bir iş değil. Zira bu işe başkası görevlendirildi." deyip "Ya Suheyb öne geç ve namazı kıldır!" dedi. O da namazı kıldırdı.[961]
Ebu Mi'şar, Nafı yoluyla Abdullah b. Ömer'den naklediyor: Ömer'in cenazesi Efendimizin minberi ile kabri arasına konuldu. Hz. Ali gelip safların ortasında durdu ve: "Allah sana rahmet eylesin. Amel defte-riyle -Peygamberin defteri hariç- Allah'a kavuşmayı istediğim şu elbisesine bürülü yatan bir başka yaratık yok." dedi. Bunun benzeri bir çok yoldan Hz. Ali'ye isnadla nakledilmiştir.[962]
Ma'dan b. Ebu Talha "Ömer (r.a.) Zilhicce'nin bitimine dört gün kala çarşamba günü öldü" derken Zeyd b. Eşlem ve daha birkaç kişi de bu görüştedir.[963]
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın torunu İsmail b. Muhammed "Ömer 24'üncü yılın ilk ayı Muharrem'in ilk başındaki Pazar günü defnedildi." der.[964]
Said b. Müseyyeb der ki: Ömer (r.a.) elli dört, elli beş yaşlarında öldü. Keza Zührî bunu Said'den böyle nakleder.[965]
Eyyub ve Ubeydullah b. Ömer Nafı yoluyla îbni Ömer'den: Ömer 55 yaşında öldü." diye naklederler. Keza Salim b. Abdullah, Urve'nin yetimi Ebu'l-Esved ve İbnu Şihab-ı Zühri de bu görüştedir.[966]
Ebu Âsim, Hanzale-Salim isnadıyla Abdullah b. Ömer'den nakleder: Ölmeden iki yıl kadar önce Ömer'in "Ben elli yedi veya elli sekiz yaşındayım." dediğini duydum.[967]
Vakidi der ki: Bize Hişam b. Sa'd, Zeyd b. Eslem'den babası Eslem'in "Ömer 60 yaşında öldü) diye anlatır.[968]
Katade ise, altmış bir yaşında öldü der.[969]
Amir b. Sa'd el-Becelî, Cerir b. Abdullah'tan Mııaviye'yi hutbede "Rasulullah 63 yaşında öldü, Ebu Bekr de Ömer de 63'er yaşında öldüler." derken duydum, der.[970]
Yalıya b. Said "Said b. Müseyyeb'in "Ömer Öldüğünde altmış üçü geçmiş idi." dediğini duydum, der.[971]
Said'in önceki geçen görüşü ayrı idi. Şa'bi'nin görüşü de aynen Muaviye'ninki gibidir.[972]
Bu konuda en çok görüş olarak söylenen îbnu Cureyc'in Ebu'I-Huveyris aracılığıyla İbni Abbas'tan naklettiği "Ömer (r.a.) 66 taşında ölmüştür." görüşüdür.[973] Doğrusunu Allah bilir.[974]
1- El-Akra'b. Habis[975]
Temim kabilesinin Mücasi kolundan olup onların meşhur müelleftu'l-Kulub (kalpleri dine parayla ısıtıl anlar)! arından ve onların
eşrafından biridir. Hz. Ebu Bekr, bununla Uyeyne b. Bedr'e bir arazi tahsis etmişti. Ömer halife olunca bu yerleri onlardan geri alıp onlara Hz. Ebu Bekr'in verdiği tapuyu da silip attı.[976] Bu ikisi kavimlerinin uluları arasındaydı. Bu Akra' b. Habis, Halid b. Velid ile Irak fethinde de bulunmuş ve arada öncü kuvvet komutanlığı da yapmıştır.
Rivayet edildiğine göre Abdullah b. Amir onu Horasan fethi için bir ordunun başına atamıştı. Ordu Cüzcan'da iken orada öldürüldü.[977] Bu hadise Hz. Osman zamanında olmuştur.
İbnu Düreyd der ki: Onun adı Firas b. Habis b. Tkâl idi. Ona "Akra" denmesi başında saç dökülmesi olduğundan bu (kel) adını almıştır.[978]
2- El-Hubab B. El-Münzir[979]
Nesebi: Hubab b. el-Münzir b. el-Cumuh olup dendiğine göre künyesi Ebu Amr olup Ensar'dan, Seleme ö. Sa'd oğullarından biridir. Ona Zu'r-Re'y denirdi.[980]
Bedir harbinde (Efendimiz nereye kamp kurulacağının istişaresini yaptığında Hubabe Münzir: "Ya Rasulallah buradaki kuyuları kapatalım bir tek müşriklere yakın kuyu kalsın. Orada havuz yapıp kullanalım, biz ne olsa harp ehliyiz bu işleri biliriz, diyerek) Peygamberimize Bedir'deki Mekke tarafındaki en son kuyu başında konaklayarak kafîrleri susuz bırakma taktiğine işaret etmişti.[981]
Benî Saîde sofasında (Hz. Ebu Bekr'in halifeliği için Ensar ve muhacirler biraraya geldiklerinde Hz. Ebu Bekr Ömer'in ve Sa'd b. Ubade'nin ellerinden tutup "bu ikisinden hangisini dilerseniz ona biat edin!" dediğinde Ensar adına kalkıp: Ben Ensar'm kaşağı tahtasıyım, Meyveden yıkmasın diye hurma ağacına dayadıkları desteğin sözcüsüyüm. Bizden bir emir, sizden de bir emir olsun." diyen işte bu Hubab idi.[982]
Onun sözünde geçen "Cüzeyl" kelimesi Cezel'in tasgiri olup uyuz develerin kaşıntısını sağlatmak için dikilen ağaç, kütük vs.'dir. "Uzeyk" da "Izk" Meyveye oturmuş hurma ağacıdır. "Müracceb" Ra-ce-be fiilinin ismi mefulü olup cins hurma meyveyi çok verdiği zaman ağacını yıkar korkusu olunca taş, ağaç vs. ile bu ağaca destek verilir. Müracceb desteklenen demektir. Bu işi yapınca Raccebtu denir ağaç da müracceb olmuş, olur.[983]
Kendisinden Ebu't-Tufeyl'in rivayeti vardır. Hz. Ömer'in hilafeti sırasında Medine'de ölmüştür.[984]
3- Rabiab. El-Haris[985]
Nesebi: Rabia b. el-Haris b. Abdulmuttalib b. Haşim b. Abdumenaf b. Kusayy'dir. Haşimoğullanndandir. Annesi Kays kızı Gaziyye'dir.
Künyesi Ebu'l-Erva'dır. Peygamberimizin amca oğludur. Kendisinin Sahabelid şerefi vardır.
Rabîa feth-i Mekke yılı müslümanlarındandır.[986]
Kendisinden oğlu Abdulmuttalib'in rivayeti vardır. Oğluda babası gibi sahabe olanlardandır.
4- Zem'a B. Kays Kızı Şevde (R.A.)[987]
Nesebi: Şevde binti Zem'a b. Kays b. Abdu Şems b. Abdu Vüdde b. Nasr b. Malik b. Hasel b. Amir b. Lüeyy.
Annesi Eş-Şumûs binti Kays b. Amr b. Zeyd b. Lebîd b. Hıdaş b. Âmir b. Ğunm b. Adiy b. Necar olup Ensardandir.
Mü'minlerin annesi (olma şerefine ermiş) Kureyşin el-Âmirî kolundan. Hz. Hatice'nin vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'in evlendiği ilk hanım. Şevde Efendimizden önce Süheyl b. Amr el-Âmirî'nin kardeşi es-Sekran ile evli idi.
(Mekke'de iken erken müslüman olup biat edenlerdendir.) Kocası Sekran da müslüman olmuş ve eşiyle beraber ikinci Habeş hicretine gitmişlerdir. Sonra Mekke'ye geldiklerinde Sekran öldü. İddeti sona erince Efendimiz (s.a.v.) ona düğürcü gönderdi. O da bunu kabul etti.)[988]
Yaşı ilerleyip analık halinden kesilince, cennette Peygamber (s.a.v.)'in eşleri arasında olmak arzusu ile Peygamberin ona ait nevbet gününü Hz. Aişe'ye bağışladı.[989]
Kendisinden Abdullah b. Abbas ile Yahya b. Abdullah el-Ensarî'nin rivayeti vardır.
Hz. Ömer'in hilafetinin son zamanlarında öldü. Peygamber (s.a.v.) ile tek hanım olarak dört yıl kaldı ki, kendisine ne bir kadın ne bir cariye kumahk etti. Sonra Rasulullah (s.a.v.) Aişeyle evlendi. Hz. Aişe o zaman dokuz yaşındaydı. Şevde hanımların önderlerinden biri olmuştur.
Hişam b. Urve babasının Hz. Aişe'den şöyle dediğini anlatır: "Ben kendimin, kendi derisinde (yaratılış ve huyunda) olmak istediğim Sevde'den şu kendisinde sertlik bulunan kadından başka bir kadın görmedim. Hz. Aişe devamla dedi ki: Yaşlanınca Peygamberle geçireceği günü Aişe'ye verdi ve "Ya Rasulallah! Ben sendeki günümü Aişe'ye bağışladım." dedi.[990]
Vakidi der ki: Bize Muhammed b. Abdullah b. Müslim, babası Abdullah aracılığıyla şunu nakleder: Peygamber (s.a.v.) Şevde (r.a.)'yı Peygamberliğin onuncu yılında Hz. Hatice'nin vefatından sonra Ramazan ayında nikahladı. Onunla hicret yaptı. Şevde bu yıl değil hicretin elli dördüncü yılında Medine'de Şevval ayında öldü. Vakidi: "Bu görüş bize göre en sağlam olanıdır.2 Amr b. el-Haris Said b. Ebu Hilal'in, Şevde Hz. Ömer zamanında öldü" dediğini anlatır.[991]
5- Utbe B. Mes'ud.[992]
(Nesebi: Utbe b. Mes'ûd b. Ğafıl b. Habib b. Şemh b. Fehr b. Mah'zum b. Kahil b. Haris b. Temim b. Sa'd b. Hüzeyl b. Müdrike-Huzeyl'den. Annes: Abd b. Vüd b. Süvey kızı Ümmü Abd'dır.) Zühri'nin şeyhi olan Fakih Ubeydullah b. Abdullah'ın dedesi olan Abdullah b. Mes'ud'un ana bir kardeşidir.
Mekke döneminde müslüman oldu. Sonra kardeşiyle beraber Habeşistan'a hicret etti. Uhut savaşma katıldı. Çok değerli bir fakih idi. Muaviye zamanında varsa da doğru olan rivayete göre Utbe, Hz. Ömer döneminde ölmüştür.[993]
6- Alkameb.Ulase[994]
Nesebi: Alkame b. Ulâse b. Avf b. Ahvas (adı Rabia) b. Ca'fer b. Kilab. Kilabî ve Amirî'dir. Müellefe-i Kulûb'dandır.
Peygamber (s.a.v.)'in elinde(yamnda) müslüman oldu. Kavminin eşrafından biriydi. Tihame'de oturdu. Kinane b. Abdiyalil ile Şam fethedilmeden başkenti Dımışk'a gelmiş ve Ebu Amir'in mirasını almak için terekeyi elinde bulunduran, Rahib denen Amr b. Sayfi'ye uğraşmışlardı. Rum kralı ikisini yüzleştirip terekeyi Alkame'ye değil, Kinane'ye verdi. Zira Kinane Meder (yani şehirli) Öbürü Veber (çöl) halkmdan idi.[995]
Hz. Ömer'in hilafetinde elçi olarak geldi. Hz. Ömer ona Şam tarafındaki Havran'ın idareciliğini verdi. Alkame orada öldü.
Enes b. Malik'in ondan rivayeti vardır.[996]
7- Alkame B. Mücezzez[997]
Nesebi: Alkame b. Mücezzez b. El-A'ver b. Ca'de b. Muaz b. Utvâra b. Amr b. Müdlic b. Mürra b. Abdu Menaf b. Kinane b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b, Nezar olup nisbeti Müdlicî'dir.
Peygamberimiz (s.a.v.) onu (dokuzuncu hicri yılın Rebi'u'I-Ahir ayında Habeşistan'a) yolladığı bir müfrezeye komutan yaptı. Ebu Bekr es-Sıddik (r.a.) hilafeti döneminde ona Filistin harbinin idaresini vermişti. Hz. Ömer'le beraber (Kudüs fethi-Şam fethi) Cabiye köyüne kadar geldi. Daha sonra Ömer onun emrine üç yüz kişi vererek bir müfrezeyle tekrar Habeşistan'a yolladı. Bu sefer de onların hepsi denizde boğuldular.[998]
Bu deniz hadisesinin Hz. Osman zamanında olduğu da söylenir.3 Babası Mücezzez kifayet (izden tanıma) ilminde meşhur bir adamdı.[999]
8- Amr b. Avf[1000]
Amr b. Avf el-Ensarî olup Amir b. Lüey oğullarının anlaşmalısıdır. Aslında Arap olmayıp sonradan Mekke'de araplaşmış biridir.
îbni İshak onun adına Amr derken, Musa b. Ukbe onun Umeyr olduğunu söyler. Uhut ve Bedir harplerine katıldı.
Misvar b. Mahreme Ebu Ubeyde'nin Bahreyn'de mal ile geldiği haberini bu Amr'dan rivayet eder. Bu haberi Buhari naklediyor.
Cenazesini Hz. Ömer kıldırmiştir.[1001]
9- Uveym B. Saıde[1002]
Nesebi: Uveym b. Saide b. Aiş b. Kays b. Nu'man b. Zeyd b. Umeyye. Künyesi: Ebu Abdurrahman olup Ensardandır. Annesi Umeyra binti Salim b. Selem'dir. Bedre katılmış olup meşhur sahabelerden biridir. Onun Beliy b. Amr b. El-Hâf b. Kuzaa oğullarından olduğu da söylenir.[1003] Ümeyye b. Zeyd oğullarıyla anlaşmalıdır. Akabe biatında da bulunmuştur. Onun İmam Ahmed'in Müsned'inde Şürahbil b. Sa'd -Uveym isnadıyla hadisi tahric edilmiştir. Lakin bu munkatı'dir. Zira Şurabil b. Sa'd Uveym (r.a.)'a yetişmemiştir.[1004]
İbnu Abdi'1-Berr der ki: Uveym, Peygamberimizin sağlığında ölmüştür. Yine bir rivayette: "Hz. Ömer'in döneminde öldüğü ve Ömer'in onun kabri başına dikilip "Hiçbir kimsenin ben bu kabrin sahibinden daha hayırlıyım demeye gücü yetmez" zira Rasulullah (s.a.v.) için bir cihat sancağı dikilmeye görsün, kesin kez Uveym onun altında olurdu" dedi.[1005]
10- Umara B. Veli[1006]
Halid b. Velid'in kardeşi olup Mah'zum kabilesindendir.
Vakidi der ki: Bana Abdullah b. Cafer, İbnu Ebi Avn'den şöyle dediğini anlattı:
-Habeşistan'da muhacirleri şikayete giden Amr b. El-Âs'ın işi ters gidip, olanlar olunca ve Necâşî de Umara b. Velid'e yapacağını yapıp da sihirbazlara sidik yolundan hava verdirip karnını şişirttiğinde Umara deli gibi olmuş ve ormanda vahşi hayvanlarla beraber dolaşmaya başlamıştı. Hz. Ömer'in halifeliği zamanında amcası oğlu Abdullah b. Ebi Rabia onu bulmak için yola çıktı ve onu Habeşistan'ın bir yerindeki, bir pınar başına geldiğini duyduğu için gözetledi. Bir insan kokusu alınca hemen kaçtı. Lakin susuzluk onun takatini kesince geri gelip sudan içti. İşte tam o sırada Abdullah onu kucakladı. Abdullah devamla der ki:
-O zaman Umara "Ya Buhayr beni salıver, eğer salmazsan ben ölürüm" dedi. Abdullah'a "Buhayr derlerdi. Ben ona vurdum. Hemen oracıkta elimde öldü. Onu gömdüm ve geri döndüm. Saçları vücudunun her tarafını örtüyordu.[1007]
11- Ğaylan b. Seleme[1008]
Ğaylan b. Seleme es-Sakafi. Kendisi Efendimizle sohbetle şereflenen ve rivayeti olan bir sahabidir.
Nikahı altında on kadın varken gelip müslüman olan odur.[1009] Çok iyi bir şair idi. İslâm'a girmeden önce İran imparatoruna gidip kendisine Taif te bir kale yaptın vermesini istemiş. O da bu kaleyi inşa ettirmişti. Feth-i Mekke esnasında müslüman oldu.
Bu zat gelip hanımlanyla müslüman olunca Efendimiz: "Onlardan dördünü seç diğerlerinden ayrıl!'1 buyurdu. Hadisin İbnİ Ömer rivayetinde Muhammed b. Cafer -Ma'ıner - Zühri -Salim şeklindeki isnadda şu ilave var: "Gaylan da hanımlarından ayrıldı. Daha sonra Hz Ömer döneminde diğer döıt hanımını da boşayıp malını oğullarına bölüştürdü. Ömer (r.a.) bunu duyunca: "Sanıyorum şeytan senin ölüm haberini meleklerden çalıp senin kulağına ulaştırdı. Her halde fazla yaşamayacaksın. Vallahi ya hanımlarını geri alacaksın mallarım da geri alacaksın ya da onu senin elinden alacağım ve -Semud kavminde kabri taşlanan uğursuz adam- Ebu Riğalin kabrinin taşlandığı gibi senin kabrini de taşlattıracağım.'1 dedi. Tirmizi bu hadisin isnadına Bulıari'nin itirazını anlatır. Buhari bu hadisi, Kebir'inde Osman b. Muhammed -Abdullah b. Salih ve İbnu Bükeyr ikilisi -El-Leys -Akîl -İbni Şihab bana ulaştığına göre Osman b. Muhammed isnadıyla verir. Şıı'be -Zühri -Muhammed b. Ebi Süveyd hadisini: Gaylan hanımlarını geri alıp iki ay sonra da öldü." İfadesiyle verip sanki bu haberin iki ayrı isnadı, ayrı ifadeleri taşıyıp isnad değişikliğine uğramış gibi oluyor. Tirmizi de bunu Buhari'den yukarıdaki isnadda mahfuz olmadığını duyduğunu söyler. Yoksa o olayın kendisi gerçektir.
Kendisinden oğlu Urve b. Ğaylan ile Bişr b. Asım'ın rivayeti vardır.[1010]
12- Ma'mer B.El-Harts[1011]
Nesebi: Ma'mer b. Haris b. Ma'mer b. Habîb b. Vehb b. Huzafe el-Cumahî. Hatib ve Hattab'm kardeşi. Annesi Kuteyle binti Maz'un b. Habib b. Vehb el-Cumahiyye'dir.
Ma'mer kıdemlilerden olup Müslümanların Mekke'de Erkam (r.a.)'ın evine sığınışından önce müslüman oldu. Mekke'den Medine'ye hicret etti. Peygamber (s.a.v.) onu Muaz b. Afra ile ahiret kardeşi yaptı. (Ma'mer (r.a.) Bedir, Uhut ve Hendek savaşı ile diğer olaylarda hep Peygamber (s.a.v.) ile bulundu.[1012]
13- Meysera B. Mesruk[1013]
Abs oğullarından olup salih bindir. Onun Efendimizle görüşüp (sohbet) sahabeler arasına girdiği anlatılır. Yermuk savaşma katılmıştır. O, Ebu Ubeyde'den Hz. Ömer'in kölesi Eşlem de ondan rivayette
bulundu. [1014]
Altı bin kişilik bir ordunun komutanı olarak Bizans topraklarına girdi. Orada epey içeriye ilerleyip, bir çok rum askeri öldürerek esir ve ganimet aldı. Rumlar ona karşı büyük bir ordu toplamışlardı. Bu olay hicri yirminci senesinde idi. Onlara saldırdı. Allah kendisine, rumlara karşı zafer nasib etti. Bu, çok büyük bir savaştı.[1015]
12- Hürmüzan (Tuster Kralı)
Yirminci yıl olaylarında onun hakkında çok şey anlatıldı. O da İran kisrası Yezdecürd'e bağlı olan krallardan biridir.
İbnu Sa'd der ki: Ebu Musa el-Eş'ari onu yanında on iki İranlı ile Hz. Ömer'e yolladı. Üzerlerinde ipekli kumaşlar, altın kemerler ve altın bilezikler vardı. Medine'ye geldiler. Görüntüleri insanlarda hayret uyandırmıştı.
Mescide girdiklerinde Hz. Ömer'i elbisesinin birazını baş altına yastık yapmış da öylece uyuyor buldular. Hürmüzan "Sizin kral bu mu?" dedi. "Evet denilince "Onun muhafızı ve hacibi -sekreteri- yok mu?" dedi. Onlar "Eceli gelene kadar onun koruması Allah'tır." dediler. Hürmüzan da: "Bu kral vallahi çok problemsiz biri." dedi.[1016]
Hz. Ömer (r.a.) (uyanıp "Bu Hürmüzan mı?" diye sordu, yüzüne bakıp iyice düşündü. Sonra şöyle dedi: "Şu herifi ve avanesini İslâmla zelil eden Allah'a hamd olsun! Ebu Musa'nın yanından gelen elçilere dönüp: "Anlatın bakayım!" dedi.
Enes b. Malik (r.a.): "Va'dini gerçekleştiren, dinini güçlendiren, kendine karşı çıkanları perişan eden, bizi onların arazi ve ülkelerine mirasçı yapan onların çocuklarını ve mallarını bize bağışlayan Allah'a hamd olsun." Deyip ağladı. Sonra Hürmüzan'a "Nasıl Allah'ın size yaptığına baktın mı? Dediyse de cevap vermedi. "Ne oldu da konuşmuyorsun?" dedi. Hürmüzan da "Ölünün ağzıyla mı -sağ kalacak adam ağzıyla mı konuşulacak?" dedi. Hz. Ömer "Sen sağ değil misin!" deyince Hürmüzan su istedi. Hz. Ömer "Hem susuzluk hem ölüm her iki ceza sana karşı uygulanmaz!" dedi. Ona su getirdiler. O da suyu içmedi. Hz. Ömer "Haydi iç bir sakıncası yok!" deyince, su bardağını attı ve "Ey Araplar! Biz ve siz dinsiz olduğumuz zaman sizi ya köle yapıyor ya da öldürüyorduk. Bize göre milletler içinde vaziyeti en bozuk olan sizlerdiniz. Ama Allah sizden tarafa olunca, kimsenin gücü Allah'a yetmedi." dedi. (Hz. Ömer, derdin neydi de ikide bir bizimle yaptığın anlaşmaları bozdun. Şimdi buna cevabın ne, elinde bir savunman var mı?" deyince, o: "Korkarım ki sana savunmamı söylemeden önce beni öldürürsün!" dedi. Hz. Ömer de "Yo, buna korkun olmasın!" dedi.)
Hz. Ömer "Öldürün" emri verdi. Hürmüzan, "Sen bana can güvenliği vermedin miydi?" dedi. Hz. Ömer de: "Nasıl vermişim!" deyince, "Konuşî'Sana bir zararı yok!" demedin mi? Böylece sen "İç, sen suyu içene kadar öldürmeyeceğim!" demiş oldun." dedi.
Hz. Ömer "Yalan söylüyorsun!" deyince, Zübeyr ile Enes "Doğru söylüyor." dediler. (Hz. Ömer "Yazıklar olsun size! Demek b. Berâe'nin, Miczee'nin katiline güvenlik verdim öyle mi, ya delil getirin ya da cezalanmaya hazırlanın" deyince ashabdan diğerleri de onları doğruladı.) Ömer (r.a.) Hürmüzan'a "Allah canını alsın, demek beni tuzağa düşürdün de ben farkına varmadım." deyip üzerlerindeki elbise ve altınları çıkarttı. Hz. Ömer Süraka b. Malik b. Cu'şum'a -esmer ince biri idi- Hürmüzan'ın bileziklerini takın! Deyince hem onları hem de elbisesini giydi.
Hz. Ömer: "Kisra ve milletinden takılarını ve elbiselerini soyup Süraka'ya giydiren Allah'a hamd olsun." deyip sonra Hürmüzan'a İslama girme teklifinde bulundu. O reddetti. Hz. Ali b. Ebi Talib "Ya Fmiral-Mu'minin! Şu İranlıları dağıtsan!" dedi. Hz. Ömer de Hürmüzan'ı, Cufeyne'yi ve diğerlerini deniz yoluyla Şam'a göndermek isteyip yolda boğulmaları için "Allah'ım gemilerini kır." diye dua etti. Yolda gemileri hasara uğradı ama batmadilar. Sonra onlar geri gelip müslüman oldular. Hz. Ömer onların her birini ayda ikişer bin dirhem aylık bağladı. Hürmüzan'a da "Arfata" adını verdi.[1017]
Misvar b. Mahrame "Ben Ravha denen yerde Ömer'le beraber hacca ihram giymiş olarak Hürmüzan'ı gördüm, demektedir.
İbrahim b. Sa'd da, babası aracılığıyla dedesinin "Ben hacca ihramlanmış olan Hürmüzan'ı Ömer'le gördüm." dediğini rivayet eder.
Ali b. Zeyd b. Ced'an Enes (r.a.)'tan nakleder: Ben Hürmüzan'dan daha fazla, karnı içine çekik, omuz araları daha geniş olan birini görmedim.
Abdurrezzak, Ma'mer-Zühri isnadıyla Said b. Müseyyeb'den naklediyor: Üzerinde asla yalanın sınama yapmadığ Hz. Ebu Bekrin oğlu Abdurrahman bana haber verip dedi ki: Ben Hürmüzan, Cüfeyne ve Ebu Lülü'ün yanına varmıştım. Bunlar birbirinin sırdaşı idi. Peşlerine düştüm. Derken, ortalarına birinden kabzesi ortada iki ağızlı bir hançer düştü. Abdurrahman b. Avf "Ömer'in ne ile öldürüldüğünü araştırın" demişti. Araştırınca gördüler ki, bu sıfatta bir hançer bu. Bunun üzerine Hz. Ömer'in oğlu Ubeydullah hemen bir kılıç kuşanıp doğru Hürmüzan'a geldi ve ona "Bana yoldaş ol da atıma bir bakıp gelelim!" dedi. Ubeydullah at işinin tam ehliydi. O da geldi. Bir ara önünde yürürken Ubeydullah ona kılıcını çekti. Kılıcın ağzının kendine değdiğini hissedince "la ilahe illallah" dediyse de Ubeydullah onu öldürdü. Oradan hıriştiyan olan Cüfeyne'ye geldi. Tam yanma varıp kılıcı kaldırdı ve iki gözünün arasına indirdi. Sonra da henüz ufak bir çocuk olan Ebu Lü'lü'e'nin kızına geldi. O kız müslüman olduğunu savunurdu. Onu da öldürdü. O gün yeryüzü sanki üzerindekilere gece oldu.
Sonra Ubeydullah yalın kılıç olarak yöneldi ve "Vallahi Medine'de şu harp ganimeti olarak gelen hiçbir çocuğu canlı bırakmayıp öldüreceğim, diğer bazılarını da öldüreceğim." Diyerek sanki muhacirlerden bir kısım kimselere laf dokunduruyordu. Onlar da "kılıcını at" dedikçe o hayır, diyordu. Sonra amr b. El-Âs geldi ve "Yeğenim kılıcı bana ver!" dedi. O da ona verdi. Sonra Hz. Osman gelip onun üzerine sıçradı ve başını çekince, alın alına tokuştular. Araya insanlar girip ayırdılar. Hz. Osman ayrılıp "Bana İslâm'da şöyle bir yara açan adam hakkında ne yapacağımı bir anlatın!" dedi. Muhacirler "öldür" dediler. İleri gelen cemaat ise "dün babası öldürüldü. Bu gün de ardından oğlunu mu kabre yollayacaksınız. Allah Hürmüzan'm da Cüfeyne'nin de şerrini uzak etsin! Dediler. Amr b. El-Âs ise Hz. Osman'a: "Allah bu fitnenin senin zamanında olmasından seni korudu. Sen de onu affet." Dedi. Amr'ın bu sözü üzerine insanlar dağıldı. Hz. Osman da bu öldürülen iki adamla kızın fidyelerim ödedi.[1018]
İbni Sa'd, Vakidî, Ma'mer isnadıyla verdiği bu habere şu ilaveyi yapıyor: ''Cüfeyne Hıyreli bir hıriştiyan olup, Sa'd b. Vakkas'in süt babası idi ve Medine'de insanlara yazı öğretiyordu." Yine İbni Sa'd orada "Ben o vakit Amr b. El-As'm Medine'de yaşadığını sanmıyorum, o Mısır'da idi. Ancak hac için gelmişti." Der.[1019]
Yine İbni Sa'd "Yer yüzü adeta kapkara oldu- kimse önünü görmüyor. Öyle ki insanlar bu olayı içlerinde çok büyüttüler, hatta bir nevi cezalandırılacaklarından korkar hale geldiler.[1020]
Ebu Vecze babasından naklediyor: Ben Ubeydullah b. Ömer'i o gün yakalandığında görmüştüm. Osman'la birbirinin saçlarından tutmuşlar, Osman ona "Allah canını alsın, namaz kılan bir adamı, küçük bir bebeği ve Allah'ın adına zimmetimizde olan başka bir adamı öldürdün, hukukta; senin cezalandırılmadan salıvermen yok!" diye bağırıyordu. Buna rağmen Ubeydullah Sıffeyn savaşında Muaviye tarafında savaşırken öldürülene kadar hayatta kaldı. [1021]
Ma'mer, Zühri'den... Bana Hamza b. Abdullah b. Ömer babasının: "Allah Hafsa'ya rahmet eylesin. Her halde Ubeydullah'ı onları öldürmeye o da teşvik etti." Dediğini haber verdi.[1022]
Ma'mer, bize Hz. Osman (r.a.)'m: "Ben Hürmüzan, Cüfeyne ve kızcağızın velisiyim, ben onların kanlarına karşılık olan cezayı diyete çevirdim!" dediği ulaşmıştır, der.
Taberi Tarih'inde kendine has isnadıyla anlatıyor: Hz. Osman (r.a.) Ubeydullah'ın bu cinayetinden dolayı Hürmüzan'ın çocuklarına kan bedeli diyet parası ödedi. Onlar da af edip kısastan vazgeçtiler.[1023]
13- Hindbintîutbe[1024]
Nesebi: Hind binti Utbe b. Rabîa b. Abduşems b, Abdimenaf. El-Abşemiyye el-Kureşiyye. Muaviye'nin annesi. Mekke fethinde nıüslüman oldu (Peygamberimize biat etti). Hz. Ömer'in zamanında oğlu Muaviye'nin yanına gelerek Yermuk savaşına katıldı.
Hz. Aişe'nin ondan nakline göre Peygamberimize: "Ebu Süfyan cimrinin biri. Bana da oğluma da yetecek kadar bir şey vermez. Ancak ben ondan habersiz ne alabilirsem. Bundan dolayı bana bir günah var mı?" diye soran kadın odur.
Peygamberimiz de ona:
"Sana ve çocuğuna yetecek kadar -o bilmese bile- alabilirsin." Buyurdu.[1025] Ondan oğlu Muaviye ile Hz. Aişe'nin rivayeti vardır. Onun (s.a.v.)'den rivayeti var.
Ebu Süfyan'dan önce Hafs b. El-Muğira ile evlendi. Bu zat Halid b. Velid'in amcasidır. Bu kocasından Eban adlı bir oğlu oldu. Sonra Ebu Süfyan'la evlendi. Ondan Muaviye ve Utbe adlı çocukları oldu. Onun bu ilk evliliği cahiliye döneminde idi.
Hind, Kureyş hanımlarının en güzellerinden ve en akıllılarından biriydi. Daha sonra Ebu Süfyan onu son yıllarında boşadı. Hind de bunun üzerine, Hz. Ömer'den dört bin dirhem (beytül-mal) hazineden borç vermesini istedi. Onu alıp, Kelboğulları yurduna gidip alım satım yaptı. (Ebu Süfyanla, Amr b. Ebi Süfyan'm Muaviye'ye gideceğini duyunca) hemen ayrılıp o da Hz. Ömer'in Şam valiliğini yapmakta olan oğlu Muaviye'nin yanına geldi ve ona "Yavrum bu Amr ne iyi adamdır, o sadece Allah için çalışıyor." Dedi.[1026]
Hind aynı zamanda çok iyi bir şair olup şiirleri vardır.[1027]
14- Vakid B. Abdullah[1028]
Nesebi: Vakid b. Abdullah b. Abdu Menaf b. Aziz el-Hanzalî el-Yarbûî. Adiy oğulllannin antlaşması ilk iman eden müslümafılardan biri.
Müslümanların daru'l-erkam'a sığınışından önce iman etmişti. Bedir başta olmak üzere bütün savaşlara katıldı. Rasulullah (s.a.v.) onu Bişr b. Berâe b. Ma'rûr ile ahiret kardeşi yaptı. Vakid (r.a.) Abdullah b. Cahş komutasında yahudilere karşı yapılan Nahle seferine katıldı. Vakid Amr el-Hadrami'yi öldürdü. İslam tarihinde ilk öldüren Vakid, ve ilk öldürülen de Amr oldu.[1029]
Vakid Hz. Ömer zamanında vefat etti.[1030]
15- Ebu Hıraş El-Hüzeli[1031]
Adı: Huveylid, İbnu Murra'dır. Kırd b. Amr el-Hüzeli oğullarmdandır.
Meşhur bir şairdir. Ebu Hıraş, koşuculardan biri olup, atlarla yarış edip geçerdi. Cahiliye döneminde arapların kırıp geçirenlerinden olup daha sonra müslüman oldu.[1032]
İbn Abdi'1-Berr der ki: Huneyn ve Taif savaşından sonra müslüman olmayan hiçbir arap kalmamıştır. Bunların kimi hicret edip Medine'ye geldi. Ebu Hiraş da -bu esnada- müslüman oldu ve iyi bir İslâmi hayat sürdü. Hz. Ömer'in zamanında -şu sebepten- öldü. Yanma hacılar gelmişti, o da onlara su doldurmak için oradaki bir su başına gitti. Su alırken kendisini bir yılan soktu. Acele geri gelip hacılara sularını, kestiği bir koyunu ve tenceresini verip onlara başına gelenden bahsetmedi. Sonra sabah olduğunda o ölmüş bulunuyordu. Hacılar daha oradan ayrılmadan onu defnettiler.
16- Ebu Leyla El-Mazinî[1033]
Adı Abdurrahman b. Ka'b b. Amr'dir. Uhut ve daha sonraki savaşlarda bulundu. Kendisi Kuran-ı Kerim'deki (Tevbe 92)
jjaijj "Kendilerini -harbe gitmeleri için bildiri vermen- için sana geldiklerinde "sizi üzerine bindirecek bir şey bulamıyorum." dediğin, Allah yolunda kendilerinin verebilecekleri bir şeyi bulamadıklarından gözlerinden yaşlar akıtan kimselere de -bu sefere gelemediklerinden dolayı- bir günah yoktur." Ayetinde bahsedilen ağıtçılardan biridir.
17- Ebu Mihcen Es-Sekafî[1034]
İsmi hakkında çelişkili haberler var. (Kimisi Amr b. Habib, kimi Malik b. Habib, kimi de Abdullah b. Habib der. Kimi de adı ve künyesi aynı derler. Elçiler yılında Sakif kabilesinin delegeleriyle beraber Peygamberimize geldi. Orada müslüman oldu. Kendisinden hiçbir hadis rivayeti yoktur. Kendi döneminde Şakulilerin meşhur bir savaş sü-varisiydi. Ancak uzun bir süre içki tiıyakiliginden kurtulamamıştır. Ebu Bekr ondan faydalanırdı. Defalarca içkiden dolayı celd (sopa) cezasına uğradı. Hatta Hz. Ömer onu (Hadavda) denen bir adaya sürgün etti. Ebu Mihcen oradan kaçıp Kadisiye'ye İranla savaşa gelen Sa'd b. Ebi Vakkas'ın ordusuna katıldı. Hz. Ömer -duyunca- Sa'd'a mektup yazıp bildirdi. O da onu hapsetti. Kadisiye savaşının günlerine verilen adlardan biri olan Kassu'n-Nâtif günü[1035] olunca harp iyice kızışmıştı. Ebu Mihcen Sa'd'ın hanımına bağını çözüp kendisine o sırada hasta olduğu için harp meydanına gidemeyen Sa'd'ın atını kendisine vermesini, eğer sağ salim geri dönerse, kendi gönlüyle gelip zencire vurulacağı sözünü verdi. Kadın da bağları çözüp ona atı verdi. Ebu Mihcen çok dehşetli bir çarpışma Örneği verip iyi bir imtihan geçirdi. Sonra zencirine geri dönüp bağlandı.[1036]
îbnu Cüreyc "Bana onun içkiden dolayı yedi kere had ceza uygulandığı haberi geldi." der.
Eyyub es-Sahtiyani İbnu Sîrin'den şöyle naklediyor: Kadisiye günü olunca ordunun savaş ettiğini görüp Sa'd b. Ebi Vakkas'ın hanımına yalvarıp yakardı. Kadın onu serberst bırakıp at ve silah da verdi. O da hiç durmadan düşmandan birini kestirip saldırıyor, vurup belini kırıyor (sonra geri kaçar gibi yaparak tekrar saldıryordu).
Sa'd hasta olduğu için seyrettiği kuleden ona bakıp hayrette kalarak "yahu bu atlı kim?" diyordu. Çok geçmeden kafirleri bozguna uğratmışlardı. Sonra Ebu Mihcen de geri dönüp kendini zincire vurdu. Sa'd da çadırına döndü ve durumu hanıma söyleyip L'ŞöyIe şöyle şeylerle karşılaştık. Nihayet Allah dor bir at üzerine binmiş bir süvari gönderdi. Eğer Ebu Mihcen'i zincire vurulu olarak bırakıp gelmemiş olsaydım, bu o diyecektim, zira bir takım davranışlarını onunkine benzettim." dedi. Hanımı da "Vallahi o Ebu Mihcen idi" diyerek olayı anlattı. Sa'd da onu çağırtıp zincirlerini çözdürdü ve "Artık seni bir daha içkiden dolayı sopalamayacağız." dedi. Ebu Mihcen de: Ben de vallahi bir daha onu içmeyeceğim. Onu bırakmayışım sizin dayağınızdan korkarak bırakmış olacağımdan idi, o zaman Allah korkusundan olmamış olacaktı, dedi, bir daha içki içmedi.[1037]
Ebu Muaviye ed-Darîr de Amr b. Muhacir yoluyla İbrahim b. Muhammed b. Sa'd yoluyla Sa'd b. Ebi Vakkas'ın oğlu Muhammed'den buna benzer bir şekilde anlamıştır. Orada şu ifadeler vardır:
-Kadisiye savaşı başlayınca Ebu Mihcen şu harbe gelen gruplardan birinin yanında bir teklifte bulunmak için ordunun arasında dolaşır, onlar da dönüp bakmazlardı. Babam onu azarlayınca o "Ben onu ancak Allah için bırakırım, senin lafın için değil." derdi.) Yine Kadisiye günü şarap içmiş olarak getirildi. İnsanlar da ona topluca saldırıp getirdiler. Sa'd da onu zincire vurdu. Haberin gerisini önceki gibi anlattı.[1038]
Tarih yazarları şu şiiri Ebu Mihcen'in inşad ettiğini söyler:
Öldüğümde beni üzüm çıbığının yanına defnedin. Ölümümden sonra çıbığm kökleri damarlarımı sulasm.
Sakın beni bitkisi olmayan çöl bir yere gömmeyin, zira öldükten sonra onu tadamayacağımdan korkarım.[1039]
Heysem b. Adiy "Kendisine bir adamın gelip Azerbeycanda veya Cürcan taraflarında Ebu Mihcen'in kabrini gördüğünü üzerinde asma bitip onun kabrini gölgelediğini ve üzüm verdiğini, hatta adamın hayret ederek o nuıı bu şiirini hatırladığını anlattığını" iddia ediyor.[1040]
[454] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/214-218
[455] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/218-223
[456] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/224
[457] Aslında Gâve bayrak demektir. Gâve çok kuvvetli (öküz güçlü) biri olup İsfahan şehrinin valisi idi. İran ordusu orada toplanır ve hazırlanırdı. Orada İran'daki bütün harp malzemesi yapanlar onun başkanlığında toplanırdı. Bu zat Zahhak adlı bir kralı, halkı toplayıp öküz derisi önlüğünü bayrak olarak kullanarak öldürüp, yerine Feridun'u geçirdi. Onun için bayrak bu adı aldı.
[458] Taberi'den nakil sona erdi.
[459] Tarihi Halife 132
[460] Tarihi Halife 132
[461] Age 132
[462] Tarihi Halife 133
[463] Tarihi Halife 133
[464] Kadisiye ile ilgili Taberi rivayetini yazdık, Taberi 2/452'de der ki: Bu yıl, yani on beşinci yılda Ömer Müslümanlara ödenecek maaşı karara bağladı ve divan tertip eyledi. Bu devlet bahşişlerini İslam'daki önceliğe göre belirledi ve Saffan b. Ümeyye, Haris b. Hişam, ve Süheyl b. Amr gibi Mekke fethinde Müslüman olanlara daha önce Müslüman olanlardan az verdi. Onlar bunu almak istemeyip: "Kimsenin bizden daha kerim olduğunu kabul edemeyiz!" dediler. Hz Ömer de: "Ben bu bahşişi kişinin şerefine göre değil İslam'a girişindeki önceliğe göre verdim." deyince tamam dediler. İbnu Cerîr orada kimlere ne kadar verildiğini kimlerin itiraz ettiğini etraflıca anlatır.
[465] Taberi 2/453
[466] Taberi 2/453
[467] Taberi 2/454, 455. Metin Taberi'dekidir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/224-229
[468] Taberi, Tarih 2/442. Lakin Taberi orada: "Bir görüşe göre1' diyerek ihtilafa işaret eder ve Mekke valisi diye açıklar.
[469] Taberi 2/442
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/230
[470] Hz Sa'd için bak: Siyeri A'Iamm-Nübelâ 1/270; Müsned-i Ahmed b. Hanbel 5/284, 6/7; Hakim, Müstedrek 3/252; Taberani; Kebir 6/17; İbni Sa'd 3/613; Buhari, Tarihi Kebir 4/44 no. 191; Buhari, Sağir 1/39; Fesevi, El-Ma'rife ve't-Tarih 1/294; Halife, Tarih 72, 117, 135, Tabakat 97, 303; Zehebi, El-Kâşif 1/278; Futuhu'i Buldan 3/583; İbni Kuteybe, El-Meârif 110, 259; Nesebu Kııreyş 200; El-Cerh ve't-Ta'dil no 382; Üsdü'l Gâbe 2/356; El-Kamil fi't-Tarih 2/489; İbnu'I Cevzî, Sıfatu's-Safve J/503; Mizzi, Tehzibu'l Kemâl 1/474
[471] Buhari, Tarihi Kebir 4/44; Ebu Hatem, El-Cerh ve't-Ta'dil 4/8; Taberani, Mu'cemu'l Kebir'inde 6/17 h.no 535'te bu bilgiyi teyit eder.
[472] İbni Sa'd 3/614; Hakim Müstedrek'te bu haberi aynen İbni Sa'd gibi Vakidi'den nakleder 3/252
[473] İbni Sa'd, Tabakat 3/613
[474] İbni Sa'd, Tabakat 3/615
[475] İbni Sa'd, Tabakat 3/616, 617; Taberani, Mu'cemu'l Kebir 6/18 h.no 5357, 5358
[476] İbni Sa'd, Tabakat 3/617
[477] İbni Sa'd, Tabakat 3/617; Taberani. Kebir 6/19 no 5359, 5360
[478] Sa'd b. Ubeyd için bak: Buhari, Tarihi Kebir 4/47 no 1919; İbni Sa'd 3/458; Tarihi Halife 133; Taberi 3/444, 446, 566, 583; El-Muhabber 277, 286; Futuhu'İ Buldan 2/321; Zehebi, Siyeri A'lamin-Niibela; Fesevi, El-Ma'rife ve't Tarih 1/487; Razi, Cerh ve Ta'dil 4/89 no 386; İstiab 2/41; Cemheratu Ensabi'l Arab 334; Taberani, Kebir 6/65, 66; Üsdu'l Ğabe 2/285; El Vafi bil Vefeyat 15/160 no 208; İbnu Kesir el-Bidaye ve'n Nihaye 7/49, 61, 62; Cemherat-u Ensabi'l Arap 334; fbni Hacer, El-İsabe2/31 no 3176
[479] Sa'd'a "Kari" denilmesi ihtilaflı bir konudur. Hafız îbni Mende "Ensar'ın Kara oğullarından olması yüzünden Kârî diye oraya nispet edilmiştir." der. İbnu'l Esir ise Üsdu'l Gabe'sinde (2/286) onun bu sözüne' itiraz ederek "Sa'd'in sülalesinin Kara'dan olmadığını nesebi sayarak açıklar ve 'işin esası Sa'd Kârî değil, sonu hemzeli olarak Kâri' dir ve bu Kıraat kelimesinden türeyen, okuyucu anlamına gelen kelimedir. Sa'd'in Ensardan Kur'anı ilk cem eden kimse olduğuna dair rivayet vardır. Evs içinde ondan başka Kuranı Cem eden kimse yoktur. Bu görüşü Ebu Ahıned el-Askeri ileri sürüyor. Ben ise (İbnu'l Esir) bu zatın Ensar'ın Kur'anı toplayanlarından biri olmasın! uzak bir ihtimal buluyorum. Bu Kur'anı toplayanlardan değildi. Zira Enes b. Malik (r.a.) naklettiği hadiste, Kuranı toplayanlardan biri olarak: "Amcalarımdan biri olan Ebu Zeyd" dernektedir. Enes(r.a.), Adiyy b. En-Neccar oğullanndan olup Hazreci'dir. Diğeri ise Fusi olduğuna göre nasıl Enesin amcası olabilir.? Bu gerçeğe çok uzaktır.
[480] İbni Sa'd, Tabakat 3/458; Taberani, Mu'cemu'l Kebir 6/65 h.no 5490
[481] İbni Sa'd, Tabakat 3/458
[482] Said için bak: İbni Sa'd 4/196; Taberi 3/572; Taberani, Kebir 6/82; Ensabu'l Eşraf 1/215; Futuhu'l Buldan 1/135; İstiab 2/8; Tehzibi Tarihi Dımışk 6/125; Üsdu'l Ğabe 2/304; Tarihi Halife 131; Zehebi, Siyeri A'lami'n Nubela 1/202; El-Vafi bi'l Vefeyat 15/208; İbni Hacer, El-İsabe2/44
[483] îbni Sa'd 4/196
[484] Süheyl için bak İbni Sa'd, Tabakat 7/404; Tabakat-ı Halife 26, 300; Tarih-i Halife 82, 90; Nesebi Kurayş 417; Fütuhul Buldan 103, 109, 166; El-Muhabber 79. 162, 170, 288, 473; Ensabu'l Eşraf 1/40, 102, 203, 219, 220, 228, 237, 303, 304: 349, 350, 354, 357^362, 363, 407; Ezdî, Futuhu'ş Şam 46, 47; Fesevi. Tarih 1/524; İbnu Kuteybe, El-Meârif 69, 154, 284, 342; İstîâb 2/108; Hakim, Müstedrek 3/281; Taberani, Mu'cemu'l Kebir 6/259; Buhari, Tarihi Kebir 4/103; El-Cerh ve't Ta'dil 4/249; Üsdu'l Ğabe 2/371; Siyeri A'lamm-Nubela 1/194
[485] Tehzibi Tarihi Dımışk 7/198
[486] Tarihi Halife 131; Futuhu'l Buldan 1/62; El-İstîâb 2/385; Kaşif 3/83 no 2786; El Bidaye ve'n Nihaye 7/62 El İsabe 2/319 no 4721
[487] Abdurrahmaıı için bak: İbnu Kuteybe, el-Mearif 220; İstiab 2/399; el-İsabe 2/415; Cemheratu Ensabi'l Arab 121, 125; el-Bidaye ve'n Nihaye 7/62
[488] Utbe için bak: Zehebi, Siyeri A'lamu'n Nubela 1/304 no 59
[489] Amr b. Ümmü Mektum (r.a.) için bak: İbni Sa'd, Tabakat 4/205, 212; El-Mearif 290; Ebu Nuaym, Hiiye 2/4 no 88; Ensabu'I Eşraf 1/311, 526; Nesebi Kureyş 343; Hakim, Müstedrek 3/634; Üsdü'l Ğabe 4/127; İstîâb 2/501; Taberi, Tarih 2/483, 536; Sifatu's Safve 1/582; Zehebi, Kaşif 2/284; el-İber 1/19; El İsabe 2/523
[490] Tabakat 4/212
[491] Zehebi'nin bu sözünde İbni Sa'd'ın "Ömer döneminden sonra ona dair bir haber duymadık" demesine edepli bir itiraz var. Abdurrahman b. Ebi Leyla ile Ebu Razin. ondan hadis naklediyor. Bu ise kesinlikle Ömer devrinden sonra olabilen bir hadisedir.
[492] Futuhu'l Buldan 1/135
[493] Ayyaş b. Ebi Rabia için bak: Tabakat-ı İbni Sa'd 4/129; Tabakat-ı Halife 21; Buhari, Tarihi Kebir 7/46; Ensabu'I Eşraf 1/197, 208, 209, 210, 220; Uyunu'l Ahbar 1/307; İkdu'l Ferid 2/50; İstiab 3/122; Üsdu'l Gabe 4/161; Cemheratu Ensabi'l Arab 230; el-Kaşif 2/312; el-İsabe 3/47 terceme no 6123
[494] İstiab 3/122
[495] Firas (r.a.) için bak: İstiab 3/231; Usdu'İ Ğabe 4/177; Ensabu'I Eşraf 1/203; El İsabe 3/202
[496] Kays için bak: Tarihi Halife 186; Ensabu'I Eşraf 1/132; EI-Muhabber 133, 177, 178, 474; İbni Kesir, El Bidaye 7/62; İbnu Hacer, El İsabe 3/284
[497] Nesebi Kurayş 255; Ensabu'l Eşraf 1/203; Cemheratu Ensabi'I Arab İ26; Taberi 3/90; İstiab 3/365; Usdu'l Ğabe 5/20; El İsabe 3/557
[498] Nevfel için bak: Zehebi, Siyeri A'laınu'n Nubela 1/99; Hakim, Müstedrek 3/245; İstiab 3/537; Usdu'l Ğabe 5/46; Tabakalı Halife Tarih 134; El-Mearif 126; Taberi 2/426; Ensabu'l Eşraf 1/301; Cemheratu Ensabi'I Arab 70; El-Cerh ve't Ta'dil 8/487; El İsabe 3/577
[499] Hakim, Müstedrek'te ve diğerleri şu ayrıntıyı verirler: Nevfel Bedir'de esir olunca Nebi (s.a.v.): Kendini fidye ile kurtar Ya Nevfel buyurdu. O da: "Benim fidye verecek bir şeyim yok ya Rasulullah!" dedi. Efendimiz: "Cidde'deki mızraklarınla fidye ver!" buyurdu. "Allah'tan başka benim dışımda orada mızraklarım olduğunu bilen yoktu, ben senin Allah Rasulü olduğuna şehadet ederim" dedim. Canını bu mızraklarla kurtardı. Bunlar bin mızraktı. Ravi Ali İsa en-Nevfeli der ki: Rasulullah (s.a.v.) Nevfel ile Abbas'ı -ahiret- kardeşi yaptı. Zaten cahiliye döneminde de ikisi ticaret ortağı olup birbirlerini çok severlerdi. Nevfel, Nebi (s.a.v.)le beraber Mekke fethi, Huneyn savaşı ve Taif muhasarasına katıldı. Huneyn'de ashab dağıldığı zaman Peygamberle beraber yerlerinde sabit kalanlardan biri de o idi. Rasulullah (s.a.v.) ona: Ben hâla senin müşriklerin mızraklarını görür gibiyim." buyurmuştu.
[500] İbni Sa'd, Tabakat 4/192
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/230-241
[501] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/242
[502] Tarihi Halife b. Hayyat s. 134
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/242
[503] Medain "Medine'nin" çoğulu olarak "şehirler" anlamına gelir. Orada o zaman yedi şehir vardı ki, bunların her birini Sasani imparatorlar! kendi adına yaptırmıştır. Bunlar sırayla; Atiga iskenderin şehri, Tuyoefûn'un şehri, Esfanir, Zamiyye gibi şehirler olup, birbirine yakın idiler. Bunlara Medain adını araplar vermiştir. İran dilinde oraya "Tosfain" denilirdi. Bkz. Mu'cemil Buldan 5/74-75
[504] Bu parantez arası Taberi'deki metne göredir.
[505] Bak Taberi 4/14
[506] Duhan suresi ayet 25
[507] Taberi, Tarih 4/16
[508] Taberi 4/20
[509] Taberi 4/21, 22
[510] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/242-246
[511] Firuzâbâdî Kamûs'unda der ki: Sâbur bin kişilik bir ordu İle kendi devleti hududundaki arablar saldırıp ele geçirdiklerini öldürtmüş ve kürek kemiklerini çıkarttırmış bu yüzden Zü'I Ektâf denilmiştir. Bak: madde K.T.F.
[512] Hz. Ebu Bekir, Efendimizin: Biz müşriklerden yardım istemeyiz" hadisini esas almıştır.
[513] Hz. Ömer Efendimizin hicrette müşrik birini kılavuz almasını esas alır.
[514] Zehebi son satırları aldığı için konu hiç anlaşılmaz halde idi. Bu yüzden metni Taberi'den verdim 4/24-26
[515] Tarihi Halife 136, 137
[516] Taberi, Tarih 4/29
[517] Taberi 4/30
[518] Taberi 4/31
[520] Taberi 2/474
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/251-253
[521] Her ne hikmet bilemiyorum, Zehebi merhumun Kudüs'ün fethi ile ilgili sözleri bundan ibarettir. Oysa gerek Vakidi, gerek Taberi konuyu gayet mufassal olarak anlatıyor. Kudüs fethi önemli bir hadise olduğundan onu atlamamız söz konusu olamaz. Ancak Vakidi gibi uzatmadan, Taberi ve diğer kaynaklardan özetleyerek verecesiz.
[522] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/253-258
[523] Taberi 2/448-451; Tarihi Dımışk 2/170,174
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/258
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/259-260
[524] Ömer (r.a.)'ın bu hutbesi mütevatirdir. Gerçi Darakutni IleFinde 2/122-125 bu haberin metnini değil de Abdulmelik b. Umeyr'den Cabir b. Semura'ya varan isnattaki ihtilafı tenkit eder. Lakin İbni kesir Müsned-i Faruk'ta (2/55) Abdulmelik Tabiin neslinin imamlarından ve liderlerinden biridir. Onun hadislerinde de muzdarip yok, diye bir şey olamaz. Ancak buradaki hadiste olamaz. Zira bu hutbeyi Ömer'den o kadar çok kişi dinledi ki, Abdulmelik de o cemaatten bunu aldı. Hem orada bulunan Cabir'den hem de Abdullah b. Zübeyr'den dinleyip her ikisinden de ayrı ayrı rivayet etmesi gayet mantıklıdır." der. Bu hadisi Cabir b. Semura, Ebu Salih, İbnu Ömer, ZUhri, Yesar, Kehmes el-Hilâlî ve diğerleri nakleder: hadisini etrafı için bak: Nesai, Süneni Kubra 5/387-389 no 9219-9225; Müsned 1/18, 26; Tirmizi 2165; Tahavi, Şerhu Meani'ul Asar 4/150-151; İbni Mace2363; Ebu Ya'la, Müsned 1/133 no 141, 143; Tayalisi, Müsned s.7 no 31; Ebu Ya'la 1/179 no 201, 202; Abdurrezzak 11/341 no 2071; Buharı, Sağir s. 98; Darakutni, İle! 2/122-123 no 155; İbni Ebİ Asım, Sünne 1/42 no 88, 2/435 no 897; Hakim l/l 13, 114; Beyhaki, Kübra 7/91: İbni Ebi Hatem, İlel no 1933, 2583, 2629; İbnu Mende, İman 3/962; İbnu Hibban, Sahih 7/442, 8/257; Hatib, Tarih 2/187; Abd. b. Humeyd, Müntehab 1/64 no 23 Hz Ömer'in bu hutbesi ne yazık ki bir bütün halinde değildir. Ancak onu yukarıdaki gibi parçalar halinde hadis kitaplarında görüyoruz. Hadis alimleri konuştukları konuyla ilgili olarak ondan birer parça naklediyorlar. Mesela Müslim Libas'ta (no 2069) "Suveyd b. Gafele'den Cabiye'de Ömer (r.a.)ı "Nebi (s.a.v.) ipek giymeyi yasakladı. Ancak kumaşta iki, üç ya da dört parmak kadar yer tutan hariç" derken duyduğunu nakleder.
Yine Tayalisî Müsned'inde (10-11) Kehmes el-Hilâlî'nin Ömer (r.a.)'tan hadisini nakleder.
Hz Ömer'in bu hutbedeki bazı sözleri kendinin gibi de nakledilir ki, aslında Efendi-mizindir. Yine baktığımızda hadis kitaplarında bu hadisleri diğer sahabelerin direkt Efendimizden nakli mevcuttur. İbni Kesir "Müsnedi Faruk" adlı eserinde (2/297) Ebu Bekr el-İsnıailî'den El-Bâhilî yoluyla Cabiye hutbesinden şunu nakleder: -Kur'am iyi öğrenin, zira iyi öğrenirseniz onunla marifetiniz artar. Kur'an'la amel edin ki, Kur'an ehli olasınız. Çünkü Allah'a isyan hususunda itaat olunmak hak sahibi menziline ulaşamaz. Bilin ki hak bir sebeple yaklaşılmayan bir şeydir. Hak sözü söylemek, iyi bir ikazda bulunmak, Allah'ın size vereceği rızıktan sizi uzaklaştır-maz. Bilin ki, ku! ile rızkı arasında bir perde olup sabrederse rızkı gelir. Acele edip rızkın üzerine atılarak perdeyi yırtsa da rızkından fazlasını ele geçiremez. Harp atlarına iyi bakıp öğretin, at yarışı yapın, nallayın midenize iyi bakın, acem ahlakından sakının. Zalimlere komşu olmamaya (desteklememeye) bakın. Aranızda haç'm kıyamına fırsat vermeyin, şarap olan sofraya yanaşmayın. İzarsız (donsuz) hamama girmeyin, hanımlarınızı oraya çağırmayın. Zira bu helal olmaz. Acem topraklarına bir iş için vardığınızda, sizi onların diyarında alakoyacak şekilde kazancınızı bir acemin yanında elde etmemeye bakın. Zira onlar bu fırsatla sizin yurdunuza girmeye kalkar. Çocukları köle yapmaktan sakının. Şimdilik size Arapların öteden beri malı olan hayvanlar yeter. Onlarla dilediğiniz yere göçer konaklarsınız. Bilin ki içecekleriniz üç şeyden elde edilir: Üzüm, bal ve hurma. Bunların şerbetlerinin eskimişi şarap olur ve helal olmaz. Bilin ki Allah üç kişiyi tezkiye etmez, yüzlerine bakmaz, kıyamet günü onları kendine yakın etmez. Onlara acıklı bir azap vardır:
I- Devlet başkanına dünyalık kasdıyla biat elini veren, böyle kişi, malı götürürse vefalı olur, değilse vefasız
2- Malını ikindiye kadar gizleyip sonra çıkartıp da müşteriye "vallahi bu mala şu şu fiyatları verip aldım" diye yemin ederek bu yeminle malı alınan kimse
3- Yanında fazla su olduğu halde yolculara su vermeyen kişi; Müslümanların sövmesi fasıklık, bir birlerini öldürmeleri küfürdür. Üç günden fazla kardeşine küsmen helal olmaz. Sihirbaza, kahine ya da kitap açtık diyerek cinlerden bilgi alarak bilgiçlik taslayana gelip onları tasdik eden, Muhammed'e indirileni inkar etmiştir. Bu haberin ravileri arsında İbnu Lehî'a olmasına rağmen İbnu Kesir "İsnadı ceyyittir, bunun şahitleri de vardır" der. Bu hutbeyi İbn-i Kuteybe Uyûnu'l Ahbar'ının 96.cı sayfasında İbnu Mahrame'den nakleder. Orada olmayan bazı ilaveler burada vardır.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/261-262
[525] Kınnesrin: "Eski Halep" adındaki şehirdir. Ebu Ubeyde 637 yılında orayı Rumlardan fethetti. Daha sonra 963'te Bizans tekrar saldırdı. Seyfu'd-Devle oranın halkını Halep'e götürdü. Halep'le Antakya arasındaki eski karayolu üzerindedir.
[526] Tarihi Halife s. 135. lakin Taberİ 2/445'te Ebu Ubeyde oraya Halid b. Velid'i Hımış fethinden sonra yolladığını Hâzır denen yerde rıımların (başlarında Heraklius'tan sonra ikinci lider olan Mîdas'la) saldırısına uğrayıp müthiş bir savaştan sonra Midas ve tüm ordunun öldürüldüğünü, Hâzır halkının gelip kendilerinin Arap olduklarını zorla harbe sürüldüklerini beyanla anlaşma yapıldığım anlatıp, sonra Halid'in Kınnesrin'e vardığında halkın kalelerine sığınıp çare kalmayınca anlaşmaya geldiklerini, Halep halkının şartı üzere anlaşmaya razı olduklarını söylediklerini Halid'in de bu şartları ancak Kınnesrin'in yıkılması şartıyla kabul edip şehri yıktığını anlatır.
[527] Futuhu'l Buldan 1/208
[528] Tarihi Halife s.135. bu az önce bizim yaptığımız ilavede etraflıca geçmiştir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/262
[529] Taberi 2/475. Taberi der ki: Haris gelip orayı harple fethetti. Fethi Ömer b. Malik yaptı. Haris b. Yezîd oradaki Hît şehrini kuşattı önce direnip hendekler hazırladılar, sonra sulha razı oldular, der.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/262-263
[530] Taberi, Tarih 2/475, 476; Buhari, Menakibu'l Ensar 48 no 3934'te Sehl b. Sa'd'dan; "Tarihi, ne Peygamberimizin bi'setinden ne de vefatından yaptılar. Onu Medine'ye gelişinden başlattılar." dediğini nakleder.
[531] Bak. Taberi 2/475
[532] Mariye (r.a.)'nın hayatı için bak: İbnu Sad 8/212, 216; İstiab 4/410-413; Üsdü'l Ğabe 5/543; Tarihi Halife 135; Fesevi, Tarih 3/305; Ebu Ubeyde, Tesmiyetu-Ezvâci'n-Nebiyy s. 75; El-İsabe 4/404 no 984; Taberi, Tarih 2/128, 141, 177, 214, 216,218,475
[533] Tarihi Haiife s. 135'te sadece Sa'd b, Ubade Şam'da öldü der. Sa'd b. Ubeyd (r.a.) Enes (r.a.)'m amcası veya bir başkasıdır. Kuranı ilk belleyenlerden olduğundan el-Kârî denir. İsminin Saîd olduğu da söylenir. İbn Nümeyr Tarihinde onun Kadsiye'de şehit olduğunu söyler. Buhari Tarihi Kebir'inde 4/47 no 1919'da "onun Kadisiye savaşındaki akşam inşallah biz yarın şehit olacağız, bizi kefenlemeyin'1 dediğini nakleder.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/263
[534] Tarihi Halife s. 136; Taberi, Tarih 2/486
[535] Tarihi Halife s. 136. hadiseyi Buhari Tıb'da 5729 anlatıyor: "Ömer (r.a.) Şam seferine çıkmış ve Serğ'a vardığında komutanlar, Ebu Ubeyde b. Cerrah i!e arkadaşlarıyla karşılaşmıştı. Onlar Şanı topraklarında veba olduğunu söylediler. Hz Ömer Muhacirleri çağırıp konuyu konuştu. Lakin "kimi bir kere çıkıldı dönüşü yok" kimi de "senin yanındakiler Peygamber (s.a.v.)in ashabının son kalanları vebaya gidip onları yok etme" dediler. Ömer (r.a.) da Ensarı çağırıp danıştıysa da onlar da çelişkiye düştüler. Hz Ömer de sadece Mekke fethine katılan Kureyş asıllı yaşlılarla toplandı. Onlar ağız birliği edip: "Bizim görüşümüz senin insanları alıp dönmen, vebanın üstüne gitmemelidir." dediler. Hz Ömer de: "Ben sabah geri dönüyorum!" diye ilan edince, Ebu Ubeyde (r.a.): "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" dedi. Hz Ömer: "Keşke bunu sen değil de bir başkası söyleseydi ya Ebu Ubeyde! Evet, Allah'ın kaderinden bir başka kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin bir tarafı otlak, karşı tarafı çorak bir vadiye inse develerini otlakta otlatınca Allah'ın kaderiyle değil mi, veya kurak çorak yerde gezdirsen yine Allah'ın kaderiyle değil mi?" dedi. Tam bu sırada Abdurrahman b. Avf gelip: Ben de bu konuda bilgi var, ben Peygamberimizden şöyle işittim:
"Siz bir yerde veba olduğunu duyunca ona gitmeyin. Yine sizin bulunduğunuz bir yerde veba başlamışsa ondan kaçarak başka yere gitmeyin." (Müslim h.no 2219)
[536] Taberi, Tarih 4/68
[537] Halife, Tarih 138; İbnu Sa'd, Tabakat 3/310; Taberi bu olayı 18ci yıl olaylarında verir. 2/507. Bu dokuz ay sürdü.
[538] Buhari, İstiska h.no 1010, 3710. Hz Ömer'in kıtlık yılında Hz. Abbas'ı vesile ederek: "Allah'ım biz sana Peygamberimizle tevessül ederek yağmur isterdik, sen de bizi sulardın. Şimdi Peygamberimizin amcasını vesile ederek istiyoruz bize yağmur ver Allah'ım!" dediğini anlatır.
[539] Halife b. Hayyat s. 135-136; Taberi'de konu çok tafsilatlıdır. Bak: 17cî yıl olayları
[540] Tarihi Halife b. Hayyat s. 135; Taberi 2/492
[541] Halife s. 136
[542] Taberi, Tarih 2/492; İbnu İshak, Siyer ve Meğazi s. 248
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/264-266
[543] Tarihi Halife 138; İbnu Sa'd, Tabakat-3/321. Az yukarda Buhaıi rivayetini vermiştik.
[544] Tarihi Halife 140. Taberi bu konuyu gayet uzun anlatır. Bak: 2/503-505
[545] Tarihi Halife 139
[546] Tarihi Halife s. 140. Burada "Hıyne kelimesi yanlışlıkla "hattâ" diye basılmış/Düzeltme Tarihi Halifedendir.
[547] Age s.140
[548] Age s. 140
[549] Age. s. 141
[550] Zehebi bunu az sonra vebadan ölenler bölümü ile verecek
[551] Tarihi Halife s. 138. Taberi bunu tam tafsilatla verir 2/479-480
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/266
[552] Geniş bilgi için bak: İbnu Sa'd 3/409-415; Buharı, Tarihi Kebir 6/444, 445 no 2942; İmam Ahmed, Müsned 1/195, 196, Zühd 230; Nesebi Kureyş 445; İbnu Kuteybe, El-Mearif 247, 248 ve Uyunu'l Ahbar 11/142, 3/23; Ebu Zür'a, Tarih 1/177; Yahya b. Mattı, Tarih 2/715; Taberi, Tarih 2/17, 126, 146, 147, 159. 207, 209, 331-347'ye 352'den 368'e 380, 386, 427, 428, 429, 432, 433, 442, 443, 446, 449, 457, 476-482, 507, 508, 509, 513, 580, 618, 3/5; Fütuhu'l Buldan 1/206; Cerh ve Ta'dil 6/325; Futuhu'ş Şam (Ezdi) 267; Hakim 3/262; Taberani, Kebir 1/154-157; Hilyetu'l Evliya 1/100; Fesevi 3/306; İstiab 3/2; İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 25/435 ve devamı Siyeri A'laınu'n-Nubela 1/5; Üsdü'l Gabe 3/128
[553] Örnek için bak: Müsned 1/195-196; Ebu Ya'la, Müsned h.no 870'ten 888; Tarihi Dımışk 25
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/266-268
[554] Tarihi Dımışk 25/437; İbnu Sa'd 3/410; Hakim 3/216; İstiab 3/3
[555] İbni İslıak, Siyer s. 226; îbni Sa'd 3/409; Tarihi Dımışk 25/437
[556] Tarihi Dımışk 438, 446; İbnu Sa'd 3/410
[557] İbnu Sa'd 3/414, 7/384; Hakim 3/262; Tarihi Dımışk 25/443, 444
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/268-271
[558] İbnu Sa'd 3/414; Hakim, Müstedrek 3/164; Tarihi Dımışk 25/449; İmam Ahmed, Müsned 1/249 h.no İ703. Hadise şudur:
-Amr b. Âs zati Selasil'deki kabilelere gönderilmişti. Oradan haber salıp Peygamberimizden yardım istedi. Efendimiz Muhacirlerden bir bölük hazırlayıp başlarına Ebu Ubeyde'yi tayin edip yola çıkardı. Vardıklarında Amr: "Komutan benim, sizi Peygamberden ben istedim!" dedi. Muhacirlerse: "Sen askerleriyin komutanısın, bizimki Ebu Ubeyde dediler. Onlar Bekr kabilesine saldırmakla emir almışken, Amr b. Âs gidip Kuzaa'ya saldırdı. Çünkü Bekr ana tarafından dayılarıydı. Muğira da gelip Ebu Ubeyde'ye: Seni başımıza Peygamberimiz atadı. Nabiğa'nın oğluna bak (Amr'a) ordunun bütün komutanlığına heveslenip sana hak tanımıyor, deyince, Ebu Ubeyde: "Ben Peygamberin bize "anlaşın" emrine uyuyorum, o bana itaat etmezse ben ona ederim" deyip, komutanlığı Amr'a verdi.
[559] Metin Ahmed b. Hanbel'e göredir. 1/38 h.no 109; Tabakat 3/412; Hakim 3/268; Tarihi Dımışk 25/460 h.no 5470; Hadisin sırf metni Kütübii Hadiste çok yerde geçer.
[560] Tirmizi 3657; îbntı Mace 102; Tarihi Dımışk 25/470; Nesai, Süneni Kübra 5/58 h.no 8201
[561] Abdurrezzak, Musannef 20628; İmam Ahmed, Zülıd 184; Ebu Nuaym, Hilye 1/10; Tarihi Bağdad 25/460, 461
[562] Bak Tarihi Bağdad cild 25/435-491 tere. No 3051
[563] Tarihi Bağdad 25/485
[564] age 25/485
[565] age 25/491
[566] Tarihi Bağdad 25/489, 490; Tabakat 3/414, 415; Hakim 3/264; Taberani, Kebir 1/155
[567] İbnu Sa'd 3/415; Tarihi Bağdad 25/495
[568] Hayatı için bak: Müsnedi Ahmed 5/227-248; Müsnedi Tayalisi 76-78; İbnu Sa'd, Tabakat 3/583-590; Halife, Tabakat 103, 303; Buhari, Tarihi Kebir 7/359; Yahya b. Main, Tarih 2/57İ; El-Mearif 254; Ezdi, .Futuhu'ş Şam 267-274; Uyuııu'l Ahbar 1/60, 230, 2/309, 3/14, 4/113; Ebu Zür'a, Tarih 1/İ77; Cerh ve Ta'dil 8/244; Cemheratu Ensabi'l Arab 342, 358; Taberani, Kebir 20/28-175; İkdu'l Ferid 2/215, 3/213, 2/229, 6/103; Fesevi, Tarih 3/778; Ebu Nuaym, Hilye 1/229-244; İstiab 3/355-361; Hakim 3/268-274; Siyeri A'lamu'-n Nubela 1/443; Tarihi Dımışk 58/383-458 terc.no 7471; Sıfatu's Safve 1/489-502
[569] Taberani, Kebir 2/28; Tarihi Dımışk 58/383
[570] Müsned 5/244, 245, 247; Ebu Davud 1522; Nesai 3/53; İbnu Huzeyme h.no 751; Hakim 1/273, 3/273; Taberani, Kebir 20/60; İbni Hibban 3/234; Ebu Nuaym, Hilye 1/241,5/130
[571] Bu hadis Ebu Ubeyde bahsinde geçen hadisle hemen aynı gibidir. Hadisçiler onu kâh birlikte kâh ayrı ayrı alıyorlar. Bak: Hakim 3/268; Müsned 1/18; Tabakat 3/590; Taberani 20/29; İbnu Asakir 58/404 ve 405'te bu rivayetlerin hepsini verir.
[572] İbni Sa'd 2/349; Ebu Nuaym, Hilye 1/430; Tarihi Dımışk 58/418-421. Hadis şudur: Bir eün İbni Mesud "İnne Muazen kâne ümmeten kânken11 dedi. Ferve b. Nevfel de onu Nalıl 120ci ayetini okuyorsun, o ayet "İnne îbrahime kâne ..." dir, sen yanildin dedi. İbni Mesud buradaki "o...bir ümmettir1' ne demek? Deyince: "Sen söyle dediler. O da: Ümmet insanlara hayrı öğretendir. "Kânit" de Allah'a tam itaat edendir. Biz Muaz'i öyle olan İbrahim (as)'a benzetiyoruz, dedi.
[573] Tabakat 3/590; Tarihi Dımışk 58/394, 397
[574] Ebu Zür'a, Tarih 1/219; Tarihi Dımışk 58/394
[575] Tarihi Bağdad 58/383
[576] El-Ezdî, Futuhu'ş-Şam 268, 269; Tarihi Dımışk 58/447, 452, 453
[577] İbnu Sa'd 3/585; El-Bürsân ve'1-Urcân 214
[578] Müsned 3/184; Tirmizi 3793, 3794; İbnu Mace 154; İbnu Sa'd 3/586; Ebu Nuaym, Hilye 1/228; Tarihi Dımışk 58/399-403; İbni Adiy, el-Kamil 2/377
[579] Abdurrezzak, Musannef 8/268 no 15177; Hakim, Müstedrek 3/274; İbni Sa'd 3/587; Ebu Nuaym, Hilye 1/231; Taberani, Kebir 20/30; Beyhaki, Süneni Ktibrâ 6/48; İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 58/431; İstiab 3/358; Üsdü'l Ğabe 4/419; Zehebi, Siyeri A'lamu'n-Nubela 1/454. Zehebi'nin kısalttığı haberi kaynaklardan verdim.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/272-275
[580] Yezid için bak: İbnu Sa'd 7/405, 406; Nesebi Kurayş 125; Halife, Tabakat 10; Buhari, Kebir 8/317; Ezdî, Futuhu'ş-Şam 295; İkdu'l Ferid 1/128, 129, 4/147, 158; El-Mearif 345; Cemheratu Ensabi'l Arab 111; El-İstiab 3/649; Fesevi, Tarih 1/691, 2/303, 315, 3/291, 298, 30; Ebu Zür'a, Tarih 1/172; Üsdü'l Ğabe 5/112, 113; Taberani, Kebir 22/231, 232; Siyeri A'lamu'n-Nubela 1/328; İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 65/239-259
[581] Mekke fethi bölümünde geçti. Tarihi Dımışk 65/241
[582] Bu komutanlar I-Anır b. Ef-As 2-Halid b. Velid 3-Yezid b. Ebi Süfyan 4-Şıırahbil b. Hasene'dir. Bak: Tarihi Dımışk 65/239
[583] Buharı, Tarihi Kebir 8/317; Tarihi Dımışk 65/240, 241; İbni Sa'd 7/406: Futuhu'l Buldan 1/204; Taberani, Kebir 22/231; Üsdü'l Ğabe5/I 12
[584] Bu hadis "Abdestinizi tanı alın" hadisi olup İbni Mace 455 no ile zikreder. Bu hadisi adı geçen dört sahabe ayrı ayrı zikreder. Bak: Müsned 2/164, 193, 301: Ebu Davud 97; Müslim, Taharat 26; İbni Mace 450; Buhari, Tarihi Kebir 4/248; Nesai, Taharat bab 105; İbnu Ebi Şeybe 1 /26; Tarihi Dımışk 65/239
[585] Bak: Tarihi Dımışk 65/244, 245, 246, 247
[586] Tarihi Dımışk 65/240, 241; Tarihi Halife 128
[587] Tarihi Dımışk 65/254; Tehzibu'I Kemal 20/319
[588] Ruyanî, Müsned 3/36 h.no 253; Tarihi Dımışk 65/250
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/275-277
[589] Şurahbil için bak: İbni Sa'd 7/393; Buhari, Kebir 4/147; Mearif 325; Tarihi Dımışk 22/464; Ensabu'l Eşraf 1/214; İkdu'l Ferîd 4/168; İstiab 2/139-141; Fesevi, el-Mearife 3/580; Üsdü'l Ğabe 2/360; El-Vâfi bi'l Vefeyat 16/128; Mtistedrek 3/275-277
[590] Tarihi Dımışk22/464
[591] Hakim, Müstedrek 3/276; Tarihi Dımışk 22/467
[592] Taberani, Kebir 7/305 h.no 7209, 7211; İbni Asakir, Tarihi Dımışk 22/477
[593] Ebu Ubeyde bahsinde anlatıldı.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/277
[594] İbni Sa'd 4/54, 7/399; Halife, Tabakat 4/297; Ebu Zür'a 1/157; Tarihi İbnu Main 2/474; Buhari, Kebir 7/114; Razi, Cerh ve Ta'dil 7/63; Fesevî, el-Ma'rife 1/456, 518, 2/146; Nesebi Kureyş 29, 89; İstiab 3/208; Hakim 3/274; Taberani 18/267; Tarihi Dımışk 48/320-335
[595] Cabirin uzun hac hadisi Müslim 1282. İbni Ebi Şeybe, İbni Mace, Müsned ve diğerlerinde onun çok yakışıklı olduğu, bir kadına bakmaktan kendini alamadığı (kadının da ona baktığı) ve Efendimizin eliyle Fazl'ın yüzünü öbür tarafa çevirdiği nakledilir.
[596] Müsned 1/275 no 1801, 1803, 1805, 1807, 1808, 1810, 1813, 1814, 1815, 1818, 1821, 1828, 1833, 1836, 1837
[597] Bak: Müsned 1/275-278; Tarihi Dımışk 48/320 ve devamı
[598] Ebu Hüreyre, Müsned-i Fazl'da bizzat cünüpken uyuma meselesindeki hadisi L'ben onu Peygamberden değil FazI b. Abbas'tan duydum" der.
[599] İbnu Sa'd 4/55, 7/399; El-Cerh ve Ta'dil 7/55; Tarihi Bağdad 48/328
[600] Taberani, Kebir 18/671; Tarihi Dımışk 48, 330 ve devamında bu ihtilafları tek tek nakleder.
[601] İbni Sa'd Dördüncü Tabaka 1/316 no 57, 5/444, 7/404; Halife, Tabakat 299; Ebu Zur'a 1/445; Buhari, Kebir 2/258; Nesebi Kureyş 301, 382; Cerh ve Ta'dil 3/92; Hakim 3/277; İstiab 1/307; El-Vafı bi'l Vefeyat 1 1/249; El-Eğanî 18/124; Taberani 3/292; Tarihi Dımışk 11/491; El-Ezdî, Futuhu'ş-Şam 16
[602] İbni Hişam 3/493; İbnu Sa'd 7/404 ve dördüncü Tabaka 1/319; Tarihi Dımışk 11/494,495; Tirmizi, Tefsir 5/227 h.no 3004; Tarihi Halife 90; Me'arif 342;
[603] El-İstiab 1/310; Tarihi Dımışk 11/499; Nesebi Kureyş 301, 303
[604] Tarihi Dımışk 11/497; İbnu Ebi'd-Dünya yoluyla İbni Sa'd'da ise bu rivayet yok. Nesebi Kureyş 303, Belazuri Futuh 141 *de de yok. Lakin Hakim 3/278, İbni Abdilberr el-îstİab 2/264'te "Fatıma ile" diye söyler.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/278
[605] Bak: İbni Sa'd (yeni kısım) dördüncü Tabaka 1/317, 321; Nesebi Kureyş 303; Futuhu'ş-Şam 141
[606] İbnu Sa'd, dördüncü Tabaka 1/321; Halife, Tarih 138 Uyıınu'l Ahbar 1/340; Hakim 3/278; İstiab 2/263; Taberi 4/60
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/279-230
[607] Bak: İbni Sa'd 7/405; Vakidi, Meğazi 607, 609, 650; Halife, Tabakat 26 ve 300; İbnu Hişam4/29; İstiab 4/33; Hakim 3/277; Üsdü'l Ğabe 5/160
[608] Bulıari, Şurut 15 Iı.no 2731; Müsned 4/330. Bu Hudeybiye hakkındaki uzun hadisten bir parçadır. Bu kısım kitabımızın Meğazi bölümünde anlatıldı
[609] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/280
[610] . Tabakat-ı Halife 68, 304; İbni Sa'd 4/358;'Taberani, Kebir 19/171; Devâlîbî, el-Esma ve'l Künâ 1/52; İstiab 2/31; Mukaddimem Müsnedi Baki 1 15; Müsned 5/341-344
[611] Müsned 5/341-344
[612] Müsned 5/341 h.no 2296I'de Ata, 22962'de Şehr'in rivayeti. Lakin 22979 nolu hadiste gördüğümüz gibi Ata b. Yesar bazen araya Abdurrahman b. Ğanın'ı koyarak nakleder.
[613] Ne yazık ki Zehebi'nin naklettiği bu bilgiler bizim elimizdeki İbni Sa'd'ın Tabakasındaki eksikler sebebiyle yoktur.
[614] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/280-281
[615] Tarihi Halife s. 139. Taberi bu konuda daha değişik söyler. 2/484'te hicri 17ci yılda, Iyaz b. Ganm'in oraya yolladığı Süheyl ve Abdullah tarafından sulh ile alındığını yazar ki, bu Seyf b. Ömer'in rivayetidir. Yine Taberi 18ci yılda lyaz tarafından alındığını Vakidi'den nakleder. 2/509
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/281
[616] Tarihi Halife 139; Taberi 2/509; Nusaybin 2/484'te bahseder.
[617] Tarihi Halife 139
[618] Tarihi Halife 141; Taberi 2/479'da bu olayı tam tafsilatıyla verir. İlk model İslam şehri kuruluş olarak önemine binâen buraya özetleyerek naklediyorum:
Köfe ve Basra yangını, kamışlardan yapılmış bu iki şehri kül edince, Sa'd (r.a.) durumu Hz Ömer'e bildirip şehrin kerpiçten yapımı için müsaade istedi. Hz Ömer yanına gelen heyete: "Haydi yapın, ama kimse üçten fazla ev yapmasın. Binalarda yükseklik yarışına girmeyin, sünneti gözetin, devlet de sizi gözetsin" dedi. Köfe halkının, yerleşim birimlerine yerleştirilmesi işlemine Ebu'l Heyyac b. Malİk'i atadı. Sa'd Ebu'l-Heyyac'ı çağırtıp Ömer'in yolların yapımı hakkındaki mektubu haber verip: "Ana yolları kırk arşın eninde, onu takiben gelen yolların otuz arşın eninde diğer yolların yirmi arşın eninde, ara sokakların yedi arşın eninde yapılmasını, kabilelere tahsis edilecek arsaların altmış zira olmasını emrettiğini bildirdi. Hz Ömer yanına gelenlere: "Binalarınızı kararının üzerine yükseltmeyin." demiş. Karar ne kadar denilince de: "Sizi ne israfa götürecek ne de maksattan aşağı indirecek bir miktar." demişti.
Hemen planlama için takdir heyeti toplandı. İlk önce Köfe camisi planı yapıldı. Sabuncular ve hurmacılar pazarının yerine karar verdiler. İyi ok atan biri gelip arsanın ortasına durup sağ tarafına, sol tarafına önüne ve arkasına birer ok atıp, hemen ev yapımına başlamak isteyenlerin buradan ileriye serbest olduklarını bildirdi. Böylece caminin arsası kare şeklinde ortadan her dört yöne aynı uzaklıkta oldu.
Mescidin Ön tarafına önü ve arkası olmayan bir gölgelik (Yazlık kısım) yaptılar insanların izdihamsız yerleşebilmesi için cami dört köşe halinde planlandı. Ka'be dışındaki diğer camiler de böyle yapılmıştı. Ka'be'nin hürmetine binâen camileri Ka'be'ye benzetmiyorlardı. Gölgelik mermer sütunlar üzerinde iki yüz (arşın) (120* i 20) ebadında yapıldı. Sütunlar İran Kisralannın saraylarından alınmıştı. Tıpkı Roma kiliselerindeki sütunlara benziyordu. Cami sahanlığı olarak bırakılan yere birisi gelip bitişiğe ev yapmasın diye hendek kazdılar. Hizasında Sa'd'a bir idare merkezi binası yaptılar, ikisi arasında iki yüz arşın uzunlukta ince bir yol koydular.
Yine oraya beytülmal binası inşa etiler. Burayı Hemedanlı biri olan Rûzubeh adında biri Hıyre'deki Kisraların binası tarzında inşa etti. Beytülmal'in mescid sahanlığına beş giriş, kıble tarafa dört, doğu tarafına ve batı tarafına üç geçiş verip onu süslediler. Buradan ayrılan yollara Süleym, Sakif, Hemdân, Becile, Teymü'1-Lât, Tağleb, Esed, Neha\ Kinde, Ensar, Müzeyne, Temim, Muharib, Esed, Âmir, Becle, Becâle, Cedîie, Cüheyne kabilesinden olanları yerleştirdiler. Her biri arasında yollar bulunuyordu. Sonra diğer gelenler de aynı tarzda yerleştirildiler.
Yerleşim birimlerinin her yerine deve çökekleri (bugünkü araba parkı) yapıldı. Sa'd devlet sarayını tam mescidin mihrabının karşısına yaptırıp bunu Ömer'e bildirmişti. Ömer de: "Sen mescidi sarayın yanı başına taşı. Ev kıblede kalsın. Zira mescidin gece ve gündüz ziyaretçisi olur. Orası insanların kale gibi manevi sığmağıdır" deyince mescid oraya taşındı. Böylece Muaviye zamanına kadar bu şeklini korudu.
Muaviye döneminde Irak valisi Ziyad mühendisler çağırıp: "Ben şöyle yüksek şöyle azametli bir mescit arzu ediyorum ama bir türlü sıfatını size tam anlatamıyorum." dedi. İran kisrasınm ustalarından biri: "Bu dediğin yükseklikte bir bina ancak Ehvaz dağlarından getirilecek mermer sütunlar üzerine kurulabilir. Onlar kesilip süslenecek delikleri delinip sonra demir şişler birinden diğerine geçirilip kurşun eritilip doldurularak yapılacaktır. Böylece sen onu otuz arşın (18 metre) yükseltirsin. Sonra çatıyı örter önüne ve arkasına ilave yaparsın daha sağlam olur." deyince Ziyad: "İşte bu benim anlatamadığını şekil" deyip, sonraki mescidi inşa ettirdi.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/281-282
[619] Tarihi Halife s. 141; Taberi 2/511. Daha önce geçti.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/283
[620] Taberi bu olayı hicri 23cü yılda verir 2/552; Tarihi Halife 141
[621] Tarihi Halife 142; Hakim, Müstedrek 3/630; İbnu Abdi'l Berr, İstiab 3/891
[622] Tarihi Halife 141
[623] Taberi, Tarih 2/51 i
[624] Ya'kut, Mu'cemu'l-Buldan'da Ermenistan'ı dört bölge olarak bildirir. Bu dördüncüsü bugünkü Kuzey İrak, İran, Azerbaycan arası olup İranlıların eline geçmişti. Ve o zaman bu taksimatla bilmiyormuş. Mu'cem 1/160
[625] Taberi, Tarih 2/485; İbni Asakir, Tarihi Dımışk 24/164, 175; Cerh ve Ta'dil 4/420
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/283-284
[626] Safvan için bak: Müsned 5/312; Buharı 4/305; Ensabu'l Eşraf 1/342; Ezdî, Futuhu'ş-Şam 105, 113; İbni Hişam, Siyre 4/10; Fesevî, Tarih 1/309; İstiab 2/187; Cemheratu Ensabi'l Arab 246; Taberani, Kebir 8/61-63; Hakim 3/518; Tehzibıı Tarihi Dımışk 6/440; Üsdü'l Ğabe 3/26; Siyeri A'lamu'n Nubela 2/545
[627] Bak: Buharı, Şahadat 2637, Meğazî 141, Tefsir 4757; Taberi, Tefsir 18/72; Müsned 6/194; Müslim 2770; Abdurrezzak, Musannef 9748; Nesaî, Kebir, Tefsir 6/415 h.no 11360. Hadise daha önce anlatıldı
[628] Buhari 4141,4757; Müslim 2270; Müsned 6/194; Tirmizi 3 179
[629] Safvan (r.a.)'tan nakledilen iki hadis Allah bilir birisi Said el-Makburî'nin ondan naklettiği "namazın hangi vakitte mekruh olduğunu Peygamberimize sorduğu"' hadistir. Bak: Müsned-i Ahmed 5/312 no 22727; Hakim 3/518; Taberani 8/62 no 7344; İbni Mace 1252; Tarihi Dımışk 24/160; Üsdü'l Ğabe 2/413. İkinci hadis de "Peygamber (s.a.v.) beni, "Testide bekletilen hurma şırasını içmeyin, çünkü şaraplaşıyor" diye ilan etmeye gönderdi" hadisi olsa gerek. Bak Hakim 3/518, 519; Taberani, Kebir 8/63 no 7346 ve 12/102.
Kitabın Arapça tahkikini yapan üstad Abdüsselam Tedmurî der ki: Ahmed b. Hanbel üç, Taberani dört, Hakim üç hadis naklederken, hem Zehebi Müstedrek'in telhisinde bunları yazarken "onun iki hadisi vardır" demesine şüpheyle bakılır.1' Sanıyorum Zehebi ya onun bizzat bu müsned hadislerini içinde Efendimizden lafız rivayeti olanı kasdediyor, ya da bu haberlerden bir kısmını onun saymıyor. Zaten burada, en alt paragrafta ondan hadis nakledenlerin bu yılda ölmesi ile nakillerinin imkansız olacağına dikkati çeker. Zaten naklettiğim ikinci haberi Safvan'dan Mekkul nakleder ki, o zaman bu haber de kopuk olur. Bir sonraki dipnotta biz, Zehebi'nin ayrı bir mütalaasını da sunuyoruz.
[630] Halife b. Hayyat, Tarih 226; İbni Asakir 24/162 ve 176'da Vakidi'nin böyle dediğini söyler. Zehebi Siyeri A'lamu'n-Nubela'sında (2/550)'de biri on dokuz öbürü on dokuzda rivayetlerini verip: "Bu onun Ölüm tarihi arasında büyük bir farktır. Anlaşılan o ki bu isimde iki tane olsalar gerek" diyor. Ben derim ki: -Herhalde Zehebi'nin elindeki Vakidi'nin yazmasında bir okunmaz veya yanlış okunan yer olsa gerek. Zira İbni Asakir yine aynı yerde s. 16 Vakidi'den Saffan'ı anlatırken: "Safvan Sümeysat'ta altmış yaşlarında öldü." Diye verir ve ikinci bir rivayetle bunu yine Vakidi'nin ağzından s. 176'da tekrarlar. Anlaşılıyor ki orijinal yazma nüshada kelimesi iyi yazılmayı belki yanlış yazılıp <^diye yazılınca bu karışıklık ortaya çıksa gerek. Zaten Halife b. Hayyat da onun ölüm yılını Tabakat'ında s. 101 rakam 330'da Sümeysat da s. 51 ve 3 18'de de on dokuzuncu yılda öldü diye verirken Tarih'inde onu 59cu yıldaki isimler arsında senetsiz olarak sadece.isimler arasında yer verir. Böylece onun altmışıncı yılda değil altmış yaşında öldüğü doğrudur. Zaten öyle olsa adı kesinlikle uzun yaşayan sahabeler arasına girer, ister istemez ondan çok rivayet bize ulaşırdı. (M. Can)
[631] Cezira, Mezopotamya'dır. Sümeysat şehri de kuzey Mezopotamya'da Fırat kıyısında Mezopotamya'nın batı kuzeyinde yer alan bir şehirdi. Halife Tabakat s. 51 ve 318
[632] İbni Asakir 24/164
[633] İbnu Asakir 24/161'de şunu nakleder; Safvan (r.a.) Şam'a bağlı bir köyde üzerinde İran ziynetleri (takıları) olan bir adama saldırıp yere devirmiş. Adamın karısı bağırarak, Safvan'a doğru kocasına yardıma koşmuş. Bunu gören Safvan da İrticalen:
I- Ben öyle bir ordu gördüm ki çıkardıkları toz Dımışk'taki Darayya ile Neva şehri arasına yayılıp gidiyor.
2- Takılar takmış birine saldırdım da hanımı: "Ey Muattal oğlu ne görüyorum sen ne istiyorsun" dedi bana.
3- Ben de ona: "Şimdi kocanı gülen dişlerine topraklar dolmuş olarak kilisesine götürüp bırakacağım...
4- Onun (kocanın) üzerinde takılar olduğuna göre, ben de ilan ediyorum Öyleyse ben de tutulmuşum takılar takınana" dedim.
Buhari Tarihi Kebir'inde 4/47 Hz Ebu Bekr'in kölesi Sa'd'dan nakleder: Birisi (Hassan b. Sabit) Efendimize Saffan beni şiirle hicvediyor, diye şikayet etmiş, Efendimiz de: "Safvan'i bırakın, zira o kötü dilli ama tertemiz kalplidir" demiştir. Hanımı tarafından, ben namaz kılınca dövüyor, orucumu bozduruyor, sabah namazına da kalkmıyor diye şikayet edildiğinde: "Ya Rasulullah! Namaza durunca iki sureyi o kadar uzunundan okur ki, bölüştürsen birisi Cemaate yeter. Ben bu uzun sureleri okuma diyorum, dinlemiyor. Orucu her fırsatta tutuyor. Ben gencim sabredemiyorum." deyince Efendimiz: "Kocası izin vermeden hiçbir kadın oruç tutmayacak" buyurdu. Safvan: "sabah namazına gelince biliyorsun ben keyifle hayat sürmüş bir ocaktanım. Bizi herkes bilir ki gün doğmadan uyanamıyoruz." Deyince Nebi (s.a.v.): U-^ Jiiüj ıju "Sen de uyanınca kıl!" buyurdu. Bak: Buhari 5192; Müslim 1026; Ebu Davud 2458; Tirmizi 782; Hakim 4/173; Müsned 3/80; Abdurrezzak 7886
[634] Taberi 2/484; Tarihi Dımşk 24/174 (Mus'ab b. Mihran'dan)
[635] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/284-287
[636] Bak: Müsned 5/113-144; Buhari, Tarihi Kebir 2/39 no 1610; Ebu Zür'a, Tarih 1/640; Yahya b. Main, Tarih 2/19; İbnu Sa'd 3/498; İkdu'l Ferîd 4/161, 258, 259; İbni Kuteybe, El-Mearif 261, 442; Müsned-i Bakî b. Mahled 82 no 24; İbni Hişam 2/243; Futuhu'l Buldan 3/48, 106; Ensabu'I Eşraf 1/205, 264, 267, 271, 314, 344, 371, 531; Fesevi, Tarih 1/315; Cerh ve Ta'dil 2/290; Hilyetu'l Evliya 1/250; Yakubî, Tarih 2/138; Taberani, Kebir 1/197-202; İstiab 1/19, 20; Müstedrek 3/301-312; Üsdü'l Ğabe 1/49; Siyeri A'lamu'n Nubela 1/389 no 82; Zehebi, Ma'rifctu'l Kıırrâu'l-Kibar 31 no3; El-Vafî bi'l Vefeyat 6/190 no 2644; Zehebi, Tezkire 1/16, 17; İbnu Mübarek, Zühd 69, 170, 331, 562; Nevevî, Tehzibu'l Esma 1/108-110 no 44; Tayalisi, Müsned s. 72; İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 7/308, 347 no 558
[637] Parantez arası İbni Asakir'indir.
[638] Tarihi Dımışk 7/316; İbnu Sa'd, Tabakat 3/498
[639] İbnu Sa'd 3/499; Tarihi Dımışk 7/316; Taberani, Kebir 1/197 (el-Adesi'den )
[640] Buhari 3809, 4959, 4960, 4961; Müslim 799; İbni Sa'd 3/499; Tirmizi 3795; Abdurrezzak 20411; Müsned 3/130, 137, 185, 218, 233, 273, 284, 5/İ32; Hakim 2/224; Nesai, Kebir 6/520 h.no 11691; İbnu Ebi Şeybe 10/520 (Ebu Habbe'den)
[641] Buharı, Fazailu'l Kuran 66/8 no 5003, 5004; Müslim 2465; Tirmizi, Menakıb 3796; Tarihi Dımışk 7/323; HiIyetıTI Evliya 1/229
[642] Müsned 5/117; Tarihi Dımışk 7/324, 337
[643] Buhari, Tefsir 4481-5005; Müsned 5/113; Hakim 3/305; Nesai, Kebir, Tefsir h.no 10995; Fesevi, Tarih 2/481
[644] Tirmizi 3793; İbni Mace 154; İbnu Sa'd 3/499; Tarihi Dımışk 7/327, 328. Bu Hz Ebu Bekir, Ebu Ubeyde, Muaz b. Cebel ve Hz Osman'ı ümmetimin en..., şeklindeki hadistir. Daha önce de geçti. .. .
[645] Her iki rivayeti İbni Asakir alt alta verir. Tarihi Dımışk 7/331; Hilyetu'l Evliya 1/255; Müsned 3/23; Taberani, Kebir 1/201
[646] Taberani, Kebir I/İ97; Hakim 3/304; Müsned 5/132 h.no 21267; Tarihi Dımışk 7/316
[647] İbni Sa'd, Tabakat 3/499; Tarihi Dımışk 7/339
[648] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 7/343'te bunu Abdurrezzak yoluyla Ma'mer'den verir.
[649] Tarihi Dımışk 7/345
[650] age 7/346
[651] Bu üç rivayet için bak: Tarihi Dımışk 7/345, 347; Taberani, Kebir 1/198
[652] Tarihi Dımışk 7/347
[653] Tabakat-ı Halife 3/502
[654] İbni Sa'd, Tabakat 3/303; Tarihi Dımışk 7/347
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/287-290
[655] Bak Taberi 2/499; EnsabıTI Eşraf 1/202; îstiab 1/424; Üsdii'l Ğabe 2/101; Muhabber288; İbni Sa'd 3/99, 570
[656] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/290
[657] Tarihi Halife b. Hayyat s. 142, 143; Taberi 2/513
[658] Tarihi Halife 143
[659] Tarihi Halife 143
[660] Tarihi Halife s. 143
[661] Tarihi Halife s. 144
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/291-292
[662] Tarihi Halife 144, 145
[663] Ebu Hanife ed-Dineverî "el-Ahbaru't-Tıval" adlı eserinde şu ilaveyi söyler: Bir gece adı Sîne olan biri gelip, kendi, ailesi, evlatları ve malının korunmasına karşılık şehrin nasıl zaptedileceğini gösterme teklifinde bulundu. Ebu Musa kabul edince, o bir kişi istedi. Ebu Musa adamlarına: "Kendini feda edecek kim var, şu acemle beraber bir deliğe girecekler ki, orada yok olmayacağı garantisi veremem. Belki Allah ona selamet de verir. Ölürse cennete gider, kıırtulursa yararı herkese ulaşır." dedi. Şeyban oğullarından adı el-Eşras b. Avf olan biri kalkıp "ben" dedi. Ebu Musa da: "Haydi harekete geç! Allah senin ömrünü uzatsın!" dedi. Adam onunla gidip Dicle'ye karışan ufak ırmaklardan birine daldı. Sonra oradaki yer altı kanallarından birinden geçirip evine götürdü. Ona İran işi bir Taylasan palto (cübbe) giydirip: :'Şimdi arkam sıra hizmetçim gibi yürüyeceksin." deyip onunla dışarı çıktı. Şehri anine boyuna iyice dolaştırıp şehrin kapısını koruyan koruma askerlerinin yanma götürüp gösterdi. Sonra onu Kral Hürmüzan'ın sarayına götürdü. Hürmüzan sarayı-ıın kapısında duruyordu. Yanında şehrin idarecileri vardı. Adam her şeyi görüp an-adi ve aynı delikten geçerek geri geldiler.
[664] Dineverî aynı yerde bunların iki yüz olduğunu söylerken Taberi "pek çok insan katıldı, aralarında falan falan ve falan da diye dört isim de verir 2/501
[665] İlave Dineveri'den ve Taberi'dendir.
[666] Zehebi metnin bazı yerlerini atlamış, tercemede onun da kaynağı olan Halife b. Hayyat rivayetini esas aldım. Tarihi Halife 145. Taberi İse (2/501) Meczee'yi bizzat Hürmüzan'ı öldürdü der.
[667] İşte Taberi bu yüzden Tüster fethini 17ci yıl olaylarında alır.
[668] Tarihi Halife 146, 147; îstiab 1/155; Futuhu'I Buldan s. 468. Taberi bu hadisenin hem yılını hem de bazı isimlen farklı verir. 2/500, 501
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/292-296
[669] Taberi, Tarih 2/516
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/296
[670] Bilal için bak: Nesebi Kurayş 208; Halife, Tabakat 19/298; Baki b. Mahled, Mukaddime 86 no 73; İbni Asakir, Tarihi Dımışk 10/429-480 no 978; İstiab 1/141; Üsdü'l Ğabe 1/243; El-Vafi bi'l-Vefeyat 10/276; Ebu Zür'a, Tarih 1/594; îbnu Sa'd, Tabakat 3/232-239; Uyunu'l Ahbar 4/73; Müsned-i Ahmed 6/12-15; Buhari, Kebir 2/106; İbni Ebi Hatem, El-Cerh 2/395; İsfehani, el-Eğani 3/120; Ebu Nuaym, Hilye 1/147-151; Taberani, Kebir 1/336-372; Hakim, Müstedrek 3/282-285; Tuhfetu'l Eşraf 2/104-114; Telızibu'l Kemal 4/284-291; Siyeri AMamu'nNubela 1/347
[671] Taberani bu sahabelerin rivayetlerini de tek tek verir 1/339-366. Bunlar tam otuz beş ravıdır.
[672] İbni Mace, Mukaddime no 150; Müsned 1/404; îbni Ebi Şeybe 12/149 no f 2383; Ebu Nuaym, Hilye 1/294; İbni Sa'd 3/233; Hakim 3/284; İstiab 1/141; Tarihi Dımışk 10/439;
[673] Tarihi Dımışk 10/440; İbni İshak, Sire s. 170; Zehebi görüldüğü gibi bu habere katılmıyor. Zaten rivayet Urve'nin sahabe olmamasından dolayı mürseldir. İbni Hacer El-İsabe'de 3/634 bu Urve haberini nakledip: "İşte bu iyi bir mürseldir. Varaka'nın Peygamberin davetine kadar yaşadığını gösterir." Demesi ise şaşılacak bir şeydir. Varaka o tarihte olsa, ne kadar çok bahsedilirdi.
[674] İbni Sa'd 3/232; Tarihi Dımışk 10/442
[675] İbni Sa'd 3/232; EnsabuM Eşraf 1/186; Sıfatu's-Safve 1/436; Tarihi Dımışk 10/448, 449; Ebu Nuaym, Hilye 1/149, 185; İbnu Adiy, el-Kamil 2/75; Hakim 3/284; Taberani 8/34; Tarihi İsfahan 1/49; T. Cürcan 2/507; İbni Ebi Şeybe 12/152
[676] Buhari, Teheccüd 19/17 h.no 1149; Müslim, Fazail 2458; Müsned 2/439; Tarihi Dımışk 10/453; İbni Ebi Şeybe (ufak metin farkıyla Büreyde'den ) 12/150; Ebu Nuaym 1/150; Hakim 3/285
[677] Hakim 3/285; Ebu Nuaym, Hilye 1/147; Tarihi Dımışk 10/461
[678] İbni Sa'd 3/236; Tarihi Dımışk 10/466
[679] İbni Sa'd 33/237; Ebu Nuaym, Hilye 1/150; Tarihi Dımışk 10/469; Buhari, Fazail'de (3755) Kays yoluyla bunu nakleder. Bu yüzden Tedmurî'nin öne sürdüğü Ali b. Zeyd b. Ced'an yüzünden haber zayıf olmaz. İbni Ebi Şeybe 12/151
[680] Tarihi Dımışk 10/471
[681] Üsdü'l Gabe 1/208; Zehebi, Siyeri A'lamu'n-Nubela 1/358. Zehebi isnadı leyyin ve haberi münker sayar.
[682] Buhari Fazailu Ashabi'n Nebi h.no 3754; İbni Sa'd 3/233; Taberani, Kebir 1/338; Ebu Nuaym 1/147; Hakim 3/284; İbnu Ebi Şeybe 12/151; Abdurrezzak 11/224
[683] Tarihi Dımışk 10/475
[684] İbni Sa'd, Tabakat 3/238, 239; Tarihi Dımışk 10/475
[685] Tarihi Dımışk 10/476
[686] age 10/476
[687] age 10/477
[688] Age 10/479
[689] Age 10477
[690] age 10/480
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/297-302
[691] Tarihi Dımışk 9/78, 79; İbni Sa'd 3/603, 604
[692] Tabakat .3/665, İbnu Sa'd "Üseyd'in Bedre katılmayışını kendi ağzından "Ya Rasulallah, ben düşmanla çarpışmaya gideceğini sanmadım. Sadece kervanı yakalamaya gideceğinizi sandığım için gelemedim." Dediğini, Efendimizin de "doğru söyledin" dediğini nakleder. İbnu Sa'd bunu Vakidi'den verir. Ne var ki İbnu Asakir Tarih'inde İbni Sa'd yoluyla Vakidi'den isnadı ile Mahmud b. Lebid'den şöyle nakleder: "Üseyd yirminci yılda öldü. Ömer (r.a.) cenazesini kıldırıp Baki'a defnetti. Üseyd Abdul-Eşhel oğullarından olup Akabe ve Bedir'e katılmıştır. Sülalesi devam etmedi. Garib olan, İbnu Sa'd aynı isnad ile aynı haberi 3/606'da verir ve Baki'a defnedildiği ile cümleyi bitirip gerisini söylemez.
[693] Mesela bak: Taberani 1/203-209 arası. Tarihi Dımışk 9/73 ]
[694] Tarihi Dımışk 9/73
[695] İbni Sa'd 3/604; Tarihi Dımışk 9/84. Bu mevzu Tarihu'l-İslam'ın birinci cildi sayfa 412'de Musa b. Ukbe rivayeti ile etraflıca anlatılmıştır.
[696] Tirmizi, Menakıb, 3797; Nesai, Kübra 5/67; Tabakat-ı İbnu Sa'd 3/605; Hakim 3/289; Tarihi Dımışk 9/85
[697] Taberani 1/207'de Mahmud b. Lebid'den; Tarihi Dımışk 9/90'da Ebu Said el-Hudri'den. Kuran okurken atının şahlanışı kıssasında.
Bu kıssayı Buhari 5018, Müslim 796, Nesai Kübra 5/67, İmam Alınıed 3/81'de naklederler.
Buhari Üseyd'in bu hadisesini şöyle anlatır:
-Üseyd geceleyin Bakara suresini okurken, yanı başında atı bağlıymış. Birden at şaha kalkmış, Üseyd durunca at da sakinleşmiş. Tekrar okuyunca aynısı olmuş, sonra yine okuyunca yine şahlanmış, bu kere okumaktan vazgeçmiş, oğlu Yahya ata yakın olup ona at çarpar diye korkmuş. Çocuğu çekince, başım göğe kaldırmış bir bakmış ki, (içinde kandiller bulunan bulut gibi bir şey göğe doğru Üseyd) göreme-yinceye kadar yükselmiş. Sabahleyin Peygamberimize anlatmış, o da: "Oku ya Hudayr'in oğlu, oku ey Hudayr'in oğlu" demiş. Üseyd: "hayvan Yahya'yı çiğneyecek diye korktum, zira ona yakındı ya Rasulallah. Başımı namazdan kaldırıp çocuğun yanına gittim. Başımı göğe kaldırınca ne göreyim, içinde sanki kandiller olan bulut gibi bir şey! O yukarı doğru ben göremeyinceye kadar çıktı, dedim. Nebi (s.a.v.) de: "Bunun ne olduğunu anlayabildin mi?" buyurunca "hayır" dedim. Peygamber efendimiz: "Bunlar senin sesine yaklaşan meleklerdi. Eğer sen okumayı bırakmayıp devanı etseydin melekler de dinleyerek sabahlarlar, insanlar da melekler Kuran dinlemek için kendilerinden gizlenmeyip onları açıkça görürlerdi" buyurdu.
[698] Hakim 3/229; Îbnu'l-Asakir, Tarihi Dımışk 9/89
[699] Taberani, Kebir 1/203; Tarihi Dımışk 2/97
[700] Tarihi Dımışk 9/95-98. Yalnız Halife b. Hayyat Tarih'inde onun yirmi birinci yılda öldüğünü söyler, (s. 149)
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/ 302-304
[701] Üneys hakkında geniş malumat yok, hatta bazıları hç almaz ya da diğer sahabeler meyanında adı geçer. Bkz:Buhari, Kebir 2/32; İ.E. Hatem, el-Cerh ve't-Ta'dil 2/287; Hakim 3/287; Taberani 1/265; İstİab 1/61, 62; Mukaddimetu Müsned-i Baki 151* Üsdü'l-Ğabe 1/135; El-İsabe 1/73; Zehebi, Tecrid 1/33 no 278
[702] Buhari, Kebir 2/30; İstiab 1/61
[703] Tabi bu üçü doğru ise, zira hem îyas, hem de babası denilen Mersed'in Hz Hamza ile anlaşmalı olduğu aynı yaşıt olduğu görülüyor. Hem bu gözcülük kıssası hem ona hem de babasına isnad edenler var. Hem de kimi Beğavi ve İbnİ Şahin onları ayrı ayrı söyler, ama kıssaları karışır. Ama Buhari bunların Enes veya Üney olarak ikisinin de aynı kışı olduğunu adlarının "Enes (Üneys) b. Mersed b. Ebu Mersed" diye üçlü değ'il "Enes veya Üneys b. Ebu Mersed" olduğunu söyler ki bu daha akla yatkındır.
[704] İstiab 1/62
[705] Zehebi, Tecridi Esmau's-Sahabe'de bu hadise muhatap olanın hem bu Uneys b. Ebi Mersed, hem de Üneys b. EI-Dahhak olduğunu her iki tercemede belirtir. İbnu'l-Esir Üsdül-Gabe'de 1/136 ikinciyi seçer,
[706] Buhari 2315, 2695, 2724, 6633, 6827, 6833, 6835, 6842, 6859, 7193, 7258, 7260, 7278; Müslim 1697, 1698; Muvatta 2/822; Tirmizi 1433; Ebu Davud 4445; Nesaı, Müct'eba 8/240, 241; İbni Mace 2549; Darami 2/177; Beyh. S. Kübra 8/213, 219, 222, 225; Humeydi 811; Tahabi, Ş. M. Asar 3/135; Temhid 6/189
[707] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/304-305
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/306-307
[708] İbnu Sa'd 7/16-17; Buhari, Kebir 2/117; El-Maarif 308; Ensabu'l-Eşraf 1/491; El-Cerh ve't-Ta'dif 2/399; Hilyetu'l-Evliya 1/350; Taberani 2/26-28; îstiab 1/137; İkdu'l-Ferid 6/8; Hakim 3/291, 292; Üsdü'i-Ğabe 1/172; S. A. Nübela 1/195
[709] Abdurrezzak Musannef te (9469), Taberani Kebir'inde (2/26, 27) ölüm döşeğinde yanına gelen kardeşi Enes'e "yatağımda öleceğimden korktuğumu mu sanıyorsun, ben harpteki ler hariç sırf düelloda yüz kafir öldürdüm." Dediğini anlatır.
[710] Hakim 3/291; Ebu Nuaym, Hilye 1/350; Taberani, Kebir 2/26, 27; Abdurrezzak 9469; İstiab 1/137; İsabe 1/143
[711] İbnu Sa'd, Tabakat 7/16
[712] Tabakat7/i6; Hakim, Müstedrek 3/291; İstiab 1/38; Üsdu'l-Ğabe 1/172
[713] İstiab 1/139; Halife b. Hayyat, Tarih s. 146
[714] Bu hadise Müseyleme ile yapılan Yemame harbinde olmuştur. Yemame harbi Hz Ebu Bekir döneminde geçmişti. Bu hadise için bkz: Tarihi Halife s. 109; İbnu Abdi'1-Berr, el-İstiab 1/138, 139; S. A. Nübela 1/196
Taberani'nin 2/28'de İshak b, Abdullah b. Ebu Talha'dan onun kahramanlığına dair şu malumat var:
-Enes ve Bera bir düşman kalesinin kuşatmasında bulunuyordu. Düşman onlara ateşte kızartılmış zincirle çengel atıp çengel takılan kimseyi yukarı çekiyorlardı. Bunlardan biri de Enes'e takılmış ve ayakları yerden kesilmişti. Durumu haber alan kardeşi Berae koşarak geldi ve duvara sonra eliyle kızgın zencirlere yapışıp onu döndürmeye başladı. Ellerinden yanık dumanları yükselirken o hiç bırakmadan kafirleri asılmaya devam etti. Sonunda zenciri kopardı. Sonra eline bir baktı ki ne görsün avcunun içinde hiç et kalmamış kemikleri ağarıyordıı.
[715] Taberani 2/27; Abdurrezzak 9468; Tahavi, Ş. M. Asar 2/132, 133; Said b. Mahsur, Sünen 2291; Beyhaki 6/310,311
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/
[716] Bkz. Müsned 6/324; İbnıı Sa'd 8/101-105; Ebu Ubeyde, Tesmiyetu Ezvaci'n-Nebi 6i; Halife, Tabakat 332, 336; Fesevi, Tarih 2/722, 3/233; Müsned-i Baki b. Mahled 96; Futuhu'l-Buldan 3/555; Ebu Zur'a 1/492; İstiab 4/313; Hakim 4/23; Taberani 24/37-57; Üsdu'1-Ğabe 5/463; TehzibıTl-Kemal 3/1683; Hilyetu'l-Evliya 2/51; El-Vafi 15/61; S. A. Nübela2/211
[717] Buhari, Tevhid 8/175 no 7421; Müslim 1428; İbni Sa'd, Tabakat 8/103; Taberani, Kebir 24/39; Müstedrek 4/25; Ebu Ubeyde, Tesmiyetu Ezvaci'n-Nebiy s. 62: Nesaİ 6/79; Beyhaki, Kübra 7/75
[718] İbnuSa'd 8/113
[719] Müslim 2433; Buhari 1420 bu olayı şöyle anlatır:
-Efendimizin hanımları ona "Sana ahirette en çabuk hangimiz kavuşacak?" dediler.
O da "Elce en uzun olanınız!" dedi. O lar da bir kamışla kollarını ölçtüler, en uzun kollusu Şevde çıktı. Hz Aişe der ki "Daha sonra anladık ki kol uzunluğu sadaka vermekmiş. En önce ona Zeynep kavuştu. O sadakayı çok severdi. Taberani, Kebir 24/46
[720] El İstiab 4/3I6
[721] Bkz. Taberani 24/51-54
[722] Taberani, Kebir 24/38
[723] İbni Sa'd 8/114, 103
[724] Ibni Sa'd, Tabakat 8/108
[725] Tarihi Halife b. Hayyat s. 149
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/308-310
[726] İbnu Sa'd 4/269; Tabakat-ı Halife 25, 299; Nesebi Kurayş 399; Ebu Zür'a, Tarih 1/507; İbnu Mübarek, Zühd 77; Fesevi, Tarih 1/293; M. Mtisned-i Baki 164; İkdu'l-Ferid 2/380; FutuhuM-Buldan 205; İ. E. Hatem, el-Cerh 4/48; Hakim, Möstedrek 3/286; İstiab 2/12, 13; Taberani, Kebir 6/70-73; Sıfatu's-Savfe 1/660, El-İsabe 2/48
[727] Tabakat 4/269
[728] Ebu Nuaym, Hilyetu'l-Evliya 1/244, 245; Tarih-i Dımaşk 21/150, 151. Parantez arası Zehebi metninde atlandığı için kaynaklardan naklettim.
[729] Hilyetu'l-Evliya 1/247; İbnu'l-Cevzi, Sifatu's-Safve 1/660; İbnu Asakir, M: Tarihi Dımışk 21/145
[730] Tarhi Halife b. Hayyat s. 141
[731] İbnu Sa'd, Tabakat 4/269
[732] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/310-312
[733] Bkz İbnu Sa'd 7/398; Bulıari, Kebir 7/18; Tabakat-ı Halife 28, 300; Fesevi. El-Marife ve't-Tarih 3/307; Hakim 3/289; İstiab 3/128; Sıfatu's-Safve i/668; Üsdü'l-Ğabe 4/327; S. A. Nübela 2/254
[734] îbnu Sa'd 7/398
[735] a.g. yer buradan sonraki "Yermuk harbinde ..." diye başlayan cümle de İbnu Sa'd'ın gibi anlaşılır biçimde dizilimiş. Orası Zehebi'nindir.
[736] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/313
[737] İbnu Sa'd 4/49-54; TabakaM Halife b. Yalıya b. Main, Tarih 2/707; El-Maarif 126, 164, 57; Ebu Zür'a, Tarih 1/645; Futuhu'I-Bııldan 20; Fesevi 1/327, 3/261; Hakim 3/254; İstiab 4/83; Üsdü'I-Ğabe 5/215; S. A. Nübela 1/202
[738] İbnu Sa'd 4/53; İstiab 4/84; Nevevi, Tehzibu'l-Esma 2/239; Sıfatu's-Safve 1/520
[739] Hadis'e bu haliyle vakil olamadım. Ancak Hakim(3/64)'de Peygamberine hurma borcu olduğu onu, yanında iyi hurması olmadığı için Havli'den borca iyi hurma alıp ödediğini ve "Allah, zayıfın hakkını kuvvetliden almayan ümmete merhamet etmiyecektir" buyurduğunu nakledip; Ebu Süfyan'ın tek hadisi dışında müsned başka hadisi yoktur" der.
[740] İbnu Abdi'1-Berr, El-İstiab 4/85; Zehebi, S. A. Nübela 1/205; İbnu Abdîl-Berr üçüncü ile dördüncü beyit arasına burada olmayan bir beyit ilave eder, ancak 10 ve 11. beyitlere yer vermez.
[741] İbnu Sa'd 4/53; Hakim, Müstedrek 3/255; İbnu Abdil-Berr, el-İstiab 4/85
[742] Üst Kaynaklar.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/313-316
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/317
[743] Safıyye için bkz: İbni Sa'd, Tabakat 8/41; Nesebi Kurayş 20, 230; Tabakat-ı Halife 331; İbnu İshak, Siyer 67, 147, 156, 335; El-Mearif 327, 219; Ahbaru Mekke 2/296; Ensabu'l-Eşraf 1/90, 119, 202, 324, 559; Futuhu'I-BuIdan 1/57; Taberani, Kebir 2/319; Hakim 4/50, 51; İkdu'l-Ferid 3/225, 4/16, 47; İstiab 4/345; Üsdü'1-Ğabe 5/492, 493; Zehebi, S. A. Nübela 2/296; El-Vafi bi'1-Vefeyat 16/326
[744] İbni Hişam 3/264; Taberani, Kebir 24/319; İbnu Sa'd, Tabakat 8/41; Hakim 4/50, 51; Üsdü'i-Ğabe 5/493
[745] Hakim Müstedrek'te yetmiş üç yaşında öldüğünü ve Ömer'in namazını kıldırdığını bahseder. 4/50
[746] İbnu Sa'd 3/447, 449; El-Maarif 270; Ensabu'l-Eşraf 1/240; Tabakat-ı Halife 78, 190; Tarihi Halife 149; Müsned-i Bakiy 155; Futuhu'l-Buldan 1/33; C. Ensabu'l-Arab 340; El-İstiab 4/200, 201; Taberani, Kebir 19/249; Ebu Zür'a, Tarih 1/575; Hakim 3/285; Üsdü'I-Ğabe 4/274; Sıfatu's-Safve 1/462
[747] Parantez arası tarafımızdan ilave edildi. Bkz Müslim, Eşribe h. No 2038; Tirmizi, Zühd no 2474; Taberi, Tefsir 30/287; Taberani, Kebir 19/257 tere. No 571
[748] İbnu Sa'd, Tabakat 3/447, 448; Hakim, Müstedrek 3/285; Taberani, Kebir 19/250; Usdü'l-Ğabe 4/274
[749] Tarihi Halife b. Hayyat s. 149; İbnu Sa'd, Tabakat 3/449
[750] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/318-319
[751] Halife b. Hayyat, Tarih s. 149; Taberi, Tarih 4/144 ^Tarihi Halife s. 149
[752] Tarihi Halife s. 149.
[753] A.g.y.
[754] A.g.y
[755] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/319-320
[756] Futulul-Buldan 1/259,210
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/320-321
[757] Futuhu'l-Buldan 2/373; Tarih-i Halife 147, 148
[758] Futuhu'l-Buldan 2/372; Tarih-i Halife 148, 149
[759] Tarihi Halife 148 '
[760] Tarihi Halife 150
[761] Tabeıi, Tarih 4/116
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/321-323
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/323-324
[762] Taberi, Tarih 4/116, i 17; Futuhu'l-Buldan s. 373, 374
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/325-326
[763] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/326
[764] Taberi, Tarih 4/144
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/326
[765] İbni Sa'd 7/407, 408; Tabakat-i Halife s. 12, 126; Taberi Tarih 4/145; îstiab 4/210; Müsned-i Baki 116; EI-Küna ve'l-Esma 1/60; Zehebi, Tecrid 2/209; El-Kamil 3/21, 4/191; Üsdü'l-Ğabe 5/314; El-İsabe 4/200; El-Cerh ve't-Ta'dil 9/453; Cemheretu
[766] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/326-327
[767] Vakidi, Meğazi s. 341, 470; Uyunu'I-Ahbar 3/9; Tarihi Halife 102, 103, 104; Futuhu'l-Buldan 1/114-116, 320, 324, 395; İstiab 2/237; T. Tarihi Dımışk 7/93-106; Taberi, Tarih 3/147, 185, 187, 242, 260, 261, 266, 511-515, 533, 4/127, 134.318, 442; Cemheratu EnsabiM-Arab 196, 443; Simaru'l-Kulub 23, 316; Üsdü'l-Ğabe 3/95; Teh. Esma 1/1/254; Zehebi, S. A. Nübela 1/316; Düveli'l-İslam 1/17; El-İber 1/26; El-Vafî bi'I-Vefeyat 16/495
[768] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/327-328
[769] Tarihi Dımışk 16/220; İbnu Sa'd'dan naklen Buğyetu't-Taleb 7/3113
[770] Hz Halid için bkz: İbnu İshak 193, 327; Müsned 4/88, 89; Ezdi, Fü. Şam (Fihrisine bkz); İbnu Sa'd 4/252, 7/394-398; Vakidi, F.Şam 13, 46, 54, 65, 114; Halife, Tabakat 19/20, 299, Tarihi 86, 88, 92, 150; Buharı, T. Sağir 1/23, 40,.Kebir 3/136; Cahız, el-Bursan 305, 344; îbnu Maîn, Tarih 2/146; İbnu Kuteybe, el-Mearif 66. 163, 165, 182, 210, 267, 282, 286, 303, 333, 435, 491; Ebu Zür'a, Tarih 1/171-173; Fesevi, el-Marife (Fihrisine bkz) 3/517; İkdu'l-Ferid 1/21, 63, 100, 129. 139, 148, 2/47, 63, 3/235, 4/268, 6/133; Uyunu'l-Ahbar 1/128; El-Cerh ve't-Tadil 3/356; Devâlibî, el-Kiina 1/71; İbnu Hazm, Cemhere 148; İstiab 1/405-410; Hakim 3/286; Tarihi Dımışk 16/216-282; Sıfatu's-Safve 1/650-655; EI-Eğani 16/194; Zehebi, S. A.Niibela 1/366-384
[771] Tarihi Dımışk 16/216; İbnu Asakir, Cabİr, Mikdam b. Ma'di kerib. Malik b. Haris el-Yesa b. Muğîra el-Mahzumî ve Ebu Abdullah el-Eş'arî'yi de ekler.
[772] Tarihi Dımışk 16/219
[773] Tarihi Dımışk 16/262; Halife b. Hayyat s. 122
[774] Dr. Tedmuri buraya şu dipnotu düşer: Halife b. Hayyat'ın bu sözünü Zehebi nereden almış bilemiyorum. Halife Tarih'inde buradaki gibi değil, şöyle der: On dördüncü yılda Şam diyarı fethedildi. Ebu Ubeyde Halid'le beraber Şamlıları kuşattı. Onlar da sulh istediler ve Şam'ın Cabiye kapısını Ebu Ubeyde'ye açtılar. Halid ise diğer kapıları savaşla fethetti. Ama Ebu Ubeyde onları da sulha dahil etti. Halid o zaman başkomutan idi. O da onlarla sulhu kabul etmişti. Ancak bu sulh işini tamamlamadan Halid görevden alınıp Ebu Ubeyde yerine atandı. O da Halid'in yazdığı sulh metnini imzalayıp herhangi bir madde değişikliği yapmadı s. 125-126
[775] Hakim 3/296, 30; İbnu Sa'd 7/397; Tarihi Dımşik 16/220
[776] Tarihi Dımışk 16/221; Ebu Zür'a, Tarih 1/171, 594; İbnuM-Adîm 7/3134; Hakim 3/297
[777] Tarihi Dımışk 16/251- 252
[778] Ebu Ya'la, Müsned no 7185; Taberani, Kebir 4/105 no 3808; Tarihi Dımışk 16/253; îbnu Adîm 7/3153
[779] Tarihi Dımışk 16/252, 253; Zehebi, S. A. Nübela 1/376; El-İsabe I/4I4
[780] İbnu AbdiM-Berr, El-îstiab 1/409
[781] Buhari, Cenaiz bab 34 Muallak olarak, Buharı' T. Sağir 1/46, 47; Hakim 3/397: Tarihi Dımışk 16/277; İbnu Adim 7/3163; Üsdü'1-Ğabe 1/588; İbnu Abdi'1-Berı. ı>i-İstiab 1/409-410; İbnu Hacer, el-İsabe i/415, îbnu Hacer'in burada "İşte bu kadmia rın ağıtı Halid'in Medine'de öldüğünü gösterir" demesi acayiptir. Zira bu rivayette onun Medine'de öldüğüne dair en ufak bir şey yoktur.
İbni Asakir burada İbnu Sa'd isnadıyla Abdullah b. İkrime'den naklediyor: "İnsanların; "Ömer ölüye sesli olarak ağıt yapmayı yasakladı" demesine şaşarım. Halid ölünce Medine'de bizzat ağlayan Ömer'di. Üstelik yanında Halid'in akarabalan olan kadınlar üstlerini parçalaya parçalaya ellerini başlarına vura vura ağıt yaptılar da, onlara da ses çıkarmadı. Hem Nu'man b. Mukarrin'in ölümünü duyunca bunu hutbeden ilan ederken yine ağladı.
Gerçekten, Hz Ömer'in bu arkadaşlarına yaptığı ağıt çoktur. Öyle olunca gerçekten İbnu İkrime gibi ben de şaştım. Zira kaynaklarda (Mesela Buhari) çok kere Hz Ömer'in "Ailesinin kendine ağlaması yüzünden ölüye azab edilir" diye naklettiği. İbnu Ömer'in bunu babasından naklederek kendi çocuklarına bile ağlamayıp ağlatmaması, Hz Aişe onu duyunca "Allah Ömer'e rahmet etsin. O yalan söylemiyor ama yanılıyor. O hadisin doğrusu "kafir kabrinde azab görürken ailesi de ağlıyor." şeklindedir/demesi ne oluyor. Biz bu konuyu Hz Ömer'in vefatıyla ilgili bölümde dipnotta anlattık.
[782] Müsned 1/8; Hakim, Müstedrek 3/298; Taberani 4/120; Tarihi Dımışk 16/239. Aynı rivayeti Ebu Hüreyre de nakleder. Bkz. Vakidi, Meğazi 3/883: İbnu Adim, Buğyetu't-Taleb 2/360; Tirmizi 3846
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/328-331
[783] El-Alâ için bkz: Müsned 4/339, 5/52; İbnu Sa'd 4/359-363; Vakidi, Meğazi s. 182; Halife,1 Tabakat 12, 72, Tarih 97, 116, 122/154; el-Muhabber 77, 126; Buhari, Kebir 6/506; İbnu Kuteybe, el-Mearif 283, 284; Fesevi, Tarih 1/324, 503; Ensabu'l-Eşraf 1/10, 532; Futuhu'l-Buldan 95-97, 101-104, 108; İkdu'l-Ferid 4/158, 168: Tabeıi 3/353-312; Cemheratu Ensabi'l-Arab 224, 226, 461; Hakim 3/296; el-Cerh ve't-Ta'dil 6/357; İstiab 3/146; El-Bed'u ve't-Tarilı 5/102; Üsdü'1-Gabe 4/7. 8; El-Kamil 2/368-371; Sıfatu's-Safve 1/694-697; Tehzİbu'l-Kemal 2/1070; Zehebi, S. A. Nübela 1/262
[784] Bu ihtilaflar için bkz. İbni Sa'd, Tabakat 4/359; El-İstiab 3/146; Üsdii'l-Ğabe 4/7
[785] Taberi2/352,442,476
[786] Buhari, Menakibu'l-Ensar 4/266; Müslim h. "No 1352; İmam Ahmed, Müsned 5/52; Ebu Davud 2022; Tirmizi 949; Nesai, Mücteba 3/122; İbnu Mace 1073; Darami f/355; İbnu Sa'd, Tabakat 4/361
[787] Ebu Davud, El-Edeb h. No 5135; Hakim, Müstedrek 3/636
[788] İbnu Sa'd, Tabakat 4/363
[789] İbnu Sa'd, Tabakat 4/362
[790] İbnu Sa'd, Tabakat 4/360
[791] İbnu Sa'd, Tabakat 4/360
[792] İbnu Sa'd, Tabakat 4/361, 362
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/331-334
[793] Carud için bkz: Tarihi Halife s. 13, 16, 149; Buharı, Kebir 2/236; Haiife, Tabakat s. 61, 185; İbnu Kuteybe, le-Mearif s. 338, 339; Baki b. Mahled, Müsned s. 110 no 359; El-Cerh ve't-Tadil 2/525; İstiab 1/247, 248; Ensab 38/18; Üsdü'1-Ğabe 1/260; El-Kaşif 1/123; Tehzibu'l-Kemal 4/478; İbnu Hibban, Sikat 3/59; Taberani, Kebir 2/295; El-Vafi bi'l-Vefeyat 11/35, 36
[794] Mizzi, Tehzibu'l-Kemai'inde 4/478 onun adındaki diğer ihtilafları nakleder.
[795] İbnu Sa'd 5/559'da şu bilgiyi verir: Bu zata Cârûd (soyucu) denmesi şundandır: :Abdu Kays oğullarının ülkesi kıtlıktan telef omuş, Carûd'un da az bir malı kalmıştı. O bu inallarını alıp dayıları sayılan Şeyban'tn Hint oğullarına göç etti. Devesinde bulaşıcı hastalık olduğundan onların develerine de bulaşıp onların ölümüne sebep oldu. Halk da, "Bişr onları soydu (tecrid elti)" deyip adına Carud dediler. Bir şair bunu
"Biz onları her taraftan çevirip kılıçla Carûd'un Bekr b. Vail oğulların soyduğu gibi soyduk" diye anlatır.
[796] Tehzibül Kemal 4/479
[797] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/335
[798] Bak. EI-Marife vet-Tarih 2/230. Müsned 5/444. Buhari Kebir 8/75. Buh. Sagir 1/47,56,216. Ebu Hatem El-Cerh 8/444. Hakim 3/292-295. Zehebi, Tarih-i Düvelül İslam 1/17, Siyeri A'lamın-Nübela 1/403, El isabe3/565
[799] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/336
[800] Halife b. Hayyat, Tarih s. 151; Taberi, Tarih 2/535
[801] Tarihi Halife b. Hayyat s. 151
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/336
[802] Tarihi Halife s. 150
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/337
[803] Tarihi Halife s. 150
[804] Buranın hicri İ6. yılda Sa'd tarafından fethini Taberi anlatır. 2/475
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/337
[805] Tarihi Halife b. Hayyat s. 151; Taberi konuyu oldukça tafsilatlı olarak verir 2/54:
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/337
[806] Taberi 2/535,536
[807] Tarihi Halife s. 151; Taberi, Tarih 2/536; Yine Taberi'de orayı asıl fethedenin Nuaynı b. Mukarrin olduğu izahıyla geçer ki, benim kanaatim baş komutanın Huzeyfe olduğu, diğerlerinin de ordu komutanı oluşu sebebiyle bu çelişki ortaya çıkmış olsa gerek.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/337-338
[808] Tarihi Halife s. 152
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/338
[809] Taberi (2/544) konuyu tam olarak verir. Müellif Zehebi ise bir cümle ile yetinmiş önemine binaen bu kısmı Taberi'den özetledim.
[810] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/338-339
[811] Taberi, Tarih 2/538; Parantez arası Taberi'den ilavedir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/339-340
[812] Taberi 2/537. Fetih komutam Nuaym b. Mukarrin'dir. Rey şehri daha sonra pek çok alim yetiştirmiş bir şehir olup nisbetli "Razî" olup Razî olanlar "Reyli" demektir. Selçukluların başşehri olan bu şehir son asırlarda önemini kaybetmiş ve büyüyen Tahran'm bir banliyösü haline dönmüştür.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/340
[813] Taberi, Tarih 2/538
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/340
[814] Übey (r.a.)'ın ölümü hicri on dokuzuncu yılda olmuştur ki, bu cildin (orijinal 191 'inci sayfasında hayatı ve bu ihtilaflar anlatılmıştır.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/340
[815] Bu isimdeki zatın ölümünü Taberi, hicri otuz ikinci yıldaki Belencer harbinde olduğunu kaydeder. 2/628. doğru olan budur. Zira Ibn Sa'd da Tabakatında, yapılan Azerbaycan seferinde öldüğünü nakleder. Mi'zad Hz Ömer'den rivayeti olan aynı zamanda Abdullah b. Mesûd (r.a.)'ın talebelerinden, Köfe'deki büyük alimlerden biridir. Zehebi'nin onu burada alması belki bir tashih hatasıdır. El-Kamil fi't-Tarih 3/132-134
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/340
[816] Taberi, Tarih 4/160
[817] Bu kısmı Zehebi atlamış, ama Taberi bu hadiseleri bu meyanda verdiği için özetle-dim.2/540, 541
[818] Taberi, Tarih 2/541, 542. Zehebi bu olayı fazla kısalttığı için ben tercemeye Taberi metnini esas aldım.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/341-343
[819] Taberi, Tefsir cüz 17 s. 23 Kelif suresi ayet 25'in tefsirinde. Katade rivayetini verirler ki bu mürseldir. Buharı bu haberi muallak olarak nakleder. Nuaym b. Hammad el-Mervezi, Kitabu'l-Fiten 2/584 h. No 1632
[820] İbnu Mace, Fiten h. No 4080; Müsned-i İmam Ahmed 2/510; Hakim, Müstedrek 4/48S; İbnu Asakir, Tarih-i Dımışk 2/2; Tirmizi 3153 tefsir sure 18; Müslim Fiten'de geçen 2137 nolu Nevvas b. Sem'ân hadisinde Decca! ile ilgili haberinde bu olaya değinir. İbni Hibban 8/292
[821] Taberi, Tarih 2/542 (22. yıl olayları)
[822] Onların da kabul ettiklerini, sonra Kur'ani ve manasını öğrettiği
[823] Bu kısım Nihayet'lİrab'dan ilave edildi.
[824] İlave el-Mesâlik ve'l-Memâliks. 165 ile Mu'ceınu'l-Buldan'dandır. 3/199
[825] El-Mesaiik ve'1-Memalik s. 162-170. Yakut, Mu'cemu'l-Buldan 3/199-200. Yakut bu haberin sonunda şöyle der: Ben Süd'de dair kitaplarda bulduğum şeyleri yazdım, ama bu naklettiklerimin doğru olduğunda kesin kararlı değilim. Çünkü rivayetler çelişkilidir. Doğrusunu Allah bilir. Her halükarda Süd hadisesinin doğruluğunda ise asla şüphe yoktur. Zira onun varlığı Allah'ın kitabında bildirilmiştir.
[826] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/343-350
[827] Zehebi metni Taberi'den almasına rağmen çok kısalttığından biz tercemeye Taberi'yi esas alıyoruz.
Fesa İran'da Şiraz'a dört fersah mesafede bir şehirdir. Darabicerd'de yine irandaki o dönem vilayetlerden biri olup Fesa da oraya bağlıdır.
[828] İbni Ömer'in bu konudaki rivayetinin kısaltılmış bir özeti. Bkz İbnu Asakir 20/24 ve 44/336; El-İsabe 2/3
[829] Taberi, Tarih 2/553, 554; İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 20/26, 27; İbnu'l-Cevzi, Menakib-i Ömer s. 172, 173; Vakidi 2/42
[830] Tarihi Dımışk 44/336
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/351-353
[831] Taberi 2/544. Metin Taberi'nindir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/353
[832] Sicistan, Afganistan'la Iran arasında bir bölge. Ebu Davud oralıdır. 2 Taberi 2/554
[833] Taberi 2/555
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/354
[834] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/354-355
[835] Parantez arası Taberi'den özetlenmiştir, 2/555-556
[836] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/355-356
[837] Bkz Buharı, T. Kebir 7/184; El-Marife ve't-Tarih 1/320; Müsned 4/15, 6/384; İbnu Sa'd, Tabakat 1/187, 2/190, 3/452, Halife b. Hayyat, Tarih s. 153, Tabakat s. 81, 96; İbnu İshak, Sire 328; İbnu Kuteybe, Mearif 268, 466, 588; Hakini, Müstedrek 3/295, 296; İstiab 3/248-251; Ensabu'l-Eşraf 1/241, 278, 523; Üsdü'I-Ğabe 4/195-197; Tehzibu'İ-Kemal 3/1123; Siyeru A'lamu'n-Nubela 1/331-333; El-İsabe 3/225-226; Taberani, Kebir 19/3-14; İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 49/269-289
[838] İbnu Asakir, T. Dımışk 49/269, 273; Taberani 19/3; Halife b. Hayyat, Tabakat s. 148, tere. 526
[839] İbni Sa'd 3/452; T. Dımışk 49/273
[840] Bu konu Bedir harbinde de geçmiştir. Bkz İbnu Sa'd 1/187, 3/453; Beyh, Delail 3/100, 251, 6/183; Taberani, Kebir 19/8; Tarihi Dımışk 49/279; İstiab 3/249; Üsdü'I-Ğabe 4/390. Bu rivayetlerin hepsi de Katade'nin torunu Asım yoluyla babası Ömer b. Katade'den nakledilir. İbnİ Sa'd rivayeti aynı ise de o da mürseldir. Darekutni bu haberi Abdurrahman b. Yahya el-Uzrî yoluyla İmam Malik'ten Asım, Ömer, Katade isnadıyla verirse de bu Abdurrahman meçhuldür. Ebu Ya'la Müsned 3/120 h. No 1549, 1550; İbni Hişam 4/390; Ebu Nuaym, Delaii h. No 416, 417; Hakim 3/295. Lakin hadisin Delail-i Beyhaki'de 3/253 ve İbnu Asakir'deki iyaz b. Abdullah b. Ebi sarh bunu Ebu Said el-Hudri'den nakleder ki bu da her halükarda bu haberin sıhhatine delalet eder.
[841] Tarihi Dımışk 49/270
[842] İbni Sa'd, Tabakat 3/452; İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 49/372-373
[843] Bu rivayetleri İbni Asakir Tarihi Dımşık'ta verir. Orada diğerleri arasında Yahya b. Said de Katade'den rivayet eder. Biri de Iyaz b. Abdullah b. Sa'd'dır.
[844] Mu'cemu'l-Kebir, Taberani 19/3; Tarihi Dımışk'ta kabre diğerleri.de adlandırılır.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/356-357
[845] Geniş bilgi için bkz: İbnu Ebi Şeybe, Musannef 12/21-39 h.no 12017-12071. 13/fiö 15708-15800; Buhari, T. Sağir 1/44-46, 57; Fesevi, Ma'rife (fihriste bak); el-Cerh ve't-Ta'dil 6/terceme 558; Sem'ani, El-Ensab 5/144, 9/221, 10/267; Müsned 1/14-57; Neseb-i Kureyş 347; İbni Hazm, Cemhere s. 150; İstiab 2/458" Tehzibu'l-Keına! 30/316 no 4225; İbni Sa'd 3/265; Sıfatu's-Safve 1/268; İbnu'l-Cevzi Hz Ömer; Hakim, Müstedrek 3/66 ve devamı (Marifetu's-Sahabe; Belazuri, Ensabu'l-Eşraf 10/286-440; Buhari, Eshabu'n-Nebiyy 62/6 babu Menakib-i Ömer; Nesai, S. Kübra, Menakibu Eshabi'n-Nebi 5/37 bab 2; El-Bed'u ve't-Tarih 5/88; İbnu'l-Asakir. Tarihi Dımışk cild 44; Taberi, Tarih 2/559-587; Taberani, Kebir 1/65; Buhari, Tarihi Kebir 3/2/138; İ. Cevzi, Muntazam 5/3, 8, 114, 157, 161
[846] Burada soyu. Efendimizle birleşir.
[847] Halife b. Hayyat, Tarih s. 55
[848] Taberani 1/65; Belazuri, Ensabu'l-Eşraf 10/286; Taberİ 2/562; Nesebi Kureyş (Ziibeyrî) s. 347; İbnu Hibban, Meşahiru LJlemai'l-Emsar s. 5; Cemheretu Ensabİ'l-Arab 150; İbnu Sa'd, Tabakat 3/265; Tabakatu Halife 22; Hakim, Müstedrek 3/80, Eİ-Esâmî ve'l-Künâ 3/207; İbnu Asakir, T. Dımışk 44/9; İstiab 2/458; El-Bed'u ve't-Tarih 5/89; Mir'atu'l-Cemân 81; İbnu'l-Cevzi, SıfatuVSavfe 1/268; Üsdü'I-Gabe 4/52; Halife b. Hayyat, Tarih s. 55; İbnu Abdilberr İstiabında Hz Ömer'in annesinin babasının adının Hişam değil Haşim olduğunu, Hişam'la Haşim'in kardeş olduklarını dolayısıyla Hanteme'nin Ebu Cehil'in bacısı değil amcası kızı olduğunu izah eder.
[849] Buradaki parantez arası Tehzibu'l-Kemal ve İbnu Ebi Hatem'in el-Cerh vc't-Ta'diPinden ilavedir. Cerh ve't- Tadil 6/105; Tarihi Dımışk 44/12; Tehzibu'l-Kemal 21/320; Hafız Mizzi Hz Ömer'den nakleden yüz otuz isim verir.
[850] İbnu Sa'd, Tabakat 3/324; Taberi 2/562; İbni Asakir 44/17
[851] İbn-i Sa'd 3/325. Hakim 3186, îbn-i Asakİr44/17, Abdullah b. Amr'a ait bir görüştür. Bkz. Belazuri Ensabul Eeşraf 10/444, İbn-i Sa'd ve Belazuri, Vakidi'nin şu naklini verirler; Bize ulaşan bilgilerde "Hz. Ömer'in esmer olduğu hiçbir rivayetle yoktur. Sadece ona esmer diyen kişi, herhalde onu kıtlık yılında görmüştür. Zira o zaman Hz. Ömer o senelerde sadece zeytin yağı yiyebilmiş, çok üzüntülü ve hep aç olurdu." Dediğini nakleder.
[852] Beyaz kelimesi metinde yok ama biz Tarihi Dımışk'tan verdik.
[853] İbnu Asakir 44/17; İstiab 2/460; Dr. Tedmuri bu haberi İbni Sa'd'a dayandırır. Oradaki rivayet Abdullah b. Zübeyr'den olup, orada Hz Ömer'in sadece bıyığını büktüğü yer alır.
[854] Bu şekilde haberde kopukluk var. Zira Simak ashabdan 80 kad.ır kimiye yetişmiştir. Ancak kaynaklar onun bu haberi Hilal b. Abdullah diye birinden nakleder. Bu iki rivayet olup her ikisi de Simak'tan Hilaf yoluyla gelir. İbnu A sakır bu İkisini birleştirmiştir. Bkz. İbnu Sa'd 3/326; Taberani, Kebir 1/67; Belazııı-;, E.,sab İO/405; Tarihi Dımışk 44/18, 22; İstiab 2/462
[855] Belazuri 10/395, 449; Tabakat-ı İ. Sa'd 3/327; Taberi 2/562
[856] İbni Sa'd 3/325, 326; Tarihi Dımışk 44/22; Belazuri 10/405
[857] Bu rivayeti bu isnadla İbnu Asakir İbni Sa'd'dan nakleder. T. Dımışk 44/22
[858] Müsned 2/409; Belazuri, Ensab 10/288; Abdurrezzak, Musannef 5/320; İbni Sa'd 3/267, 269, 270; İbni Mace no 105; Tirmizi 3681, 36S3; Hakim 3/502, 83; Beyh. Delail 2/216; Beyh. S. Kübra 6/370; Taberani, Kebir 2/97, 10/197; İbni Hİbban9/17; T. Dımışk 44/24-29; İbnu Sa'd'daki 3/293, Taberani'deki 1/66 Es'lem'm rivayetidir. İbni Sa'd buna yakın bir ifadeyi İbni Mesud'dan nakleder 3/270, Belazun 10/290
[859] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/44
[860] İbni Ebi Şeybe 12/29 h. No 12045; İbnu Asakir bunu Mukatil b. Süleyman'dan "Ebu Bekir, Ömer ve Ali" diye verir. T. Dımışk 44/45
[861] Buhari, Sahih, Fazailu Ashabi'n-Nebi 3684, Menakib 3863; İbni Sa'd 3/270; Hakim 3/84; Belazuri, Ensab 10/291; İbnu Asakir 44/47, 48; İbni Ebi Şeybe, Musannef 12/23, 27
[862] Müsned 4/227 K. No 18158; İbni Asakir tam metin (Parantez arası buradan ilave) T. Dımışk 44/59, 60
[863] İbnu Asakir, T. Dımışk 44/62, 63. Yine Ata+ İbni Abbas isnadı da var. Tirmizi, Menakib h. No 3761; Hatib, Tarihi Bağdad 3/298; Hakim 2/264; Hakim hadise sahih derken, Zehebi de ona katılır. Tirmizi ise buna "Hasenun Garibun" der. Ve bunu ravi Ebu'l-Cahhafa bağlar. Zehebi sanırım bunun için diğer rivayetle desteklendiğini söyler. İbnu Asakir ise bu Ebu Said hadisine diğer tankları belirttiği gibi, İbni Abbas rivayetinin farklılıklarını da açıklayıp aynı haberi Abdullah b. Mesut, Enes b. Malik, Ebu Zerr hadisleri ile de takviye eder. Ayrıca Buhari T. Kebir 2/159
[864] Zehebi Tirmizi'nin "Garibun" da dediğini belirtmez.
[865] Bir Önceki 2 nolu dipnotta belirttim.
[866] Ebu Ya'la'nın Müsned'i Ne yazık ki tam basılamadı. Matbu nüshada Ebu Zerr Müsned'İ yok. Ancak aynı haberi İbni Asakir 44/65'te nakleder.
[867] Hakim 3/74; Hadisi İbni Asakir Tarihi Dımışk 44/65, 66'da naklettikten sonra Darekutni'nin "Bu Nadr b. Arabi'nin naklettiği Garib bir haberdir. O bunu Asım b. Ömer'den alır ki, bu zat Ubeydullah'ın kardeşi olup, bu hadisi ondan sadece Bişr b Ubeys nakleder'1 dediğini belirtir.
[868] Orijinal sayfa (arapça s. 65) Tirmizi 3664, 3665; Tarihi Cürcan 116; İbni Ebi Asım, Sünne 2/617; Hatib, Tarih 3/15, 7/119; 10/192; Tahavi, Müşkilu'1-Âsar 1963; Ebu Ya'la, Müsned l/h. No. 533, 624; İbni Mace 95, 100; Müsned 1/80; İbni-Hibban, Mevarid 2192; İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44
[869] Tirmizi, Menakib h. No. 3751; T. Dımışk 44/187; Tirmizj bu isnada: "Garib'tir, zira ravi Said b. Mesleme alimlere göre Kavi değil ama bu hadis birkaç ayrı tanktan İbnu Ömer yolu ile nakledilir" der, İbni Mace 99; Hakim 3/68, 4/280; İbnu Ebi Asım 2/616; Hatib, Tarih 4/365, 12/137; T. Bağdad 44
[870] Tirmizi, Menakib h. No 3742, 3743; İbni Mace 97; Müsned 5/382, 385, 399, 401, 402; Hakim 3/75; Beyhaki, s. Kübra 5/12, 8/153; Ebu Nuaym, Hilye 9/109; İbni Hibban, Mevarid 2193; Tahavi, Müşkil 1224; Hatib, Tarih 4/337, 7/403, 12/20; Buhari, Tarihi Kebir 8/209, 9/50; İ. E. Asım, Sürme 2/117, 545; Humeydi, Müsned 949; Taberani, Kebir 9/68; Belazuri, Ensabu'l-Eşraf 10/295
[871] Tirmizi, Menakib 3753; İbnu Asakir, T, Dımışk 44/67; Tirmizi "Abdullah b. Hantab'm Peygamberimize yetişmediğini dolayısı ile haberin Mürsel olduğunu, ama bu konuda Abdullah b. Amr'dan da rivayet olduğunu belirtir.
[872] İbnu Asakir 44/68; Rivayeti Zehebİ atladığı için ben kaynaktan naklettim. Abdullah b. Amr hadisinde Efendimiz: "Meryem oğlu İsa'nın havarilerini yolladığı gib ben de diğer milletlere davetçi yollamak istiyorum." Deyince, bu hadisi irad ettiği geçer. Yine İbnu Asakir aynı haberi benzer ifadelerle Huzeyfe b. El-Yeman'dan da nakleder.
[873] Tarihi Dımışk 44/69; Belazuri, Ensabu'l-Eşraf 10/292; İbni Abbas rivayeti Tarihi Dımışk 44. İbnu Adiy, El-Kamiil fi'd-Du'afâ 6/287; İbnu'l-Cevazi, Menakibi Ömer s. 28; Enes hadisi T. Dımışk 44/70, 71; İbnu Asakir 10/72'de bunu hem Akil b. Abdulmuttalib, hem de Hz Ali'den de nakleder.
[874] Buhari, Fezail 4/199 h. No 3683, Edeb 7/93 no 6085, Bed'u'1-Halk 4/96 no 3294; Müslim, Fazailu's-Sahabe h. no 2396; İmam Ahmed, Müsned 1/171, 182, 187; Tarihi Dımışk 44/78, 79, 80; İ. Ebi Asım 2/585; İbni Ebi Şeybe 12/30
[875] T. Dımışk 44/82
[876] Tirmizi Menakib h. No 3773; İmam Ahmed, Müsned 5/353; İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/83, 84
[877] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/89; İbnu'l-Cevzi, Menakibi Ömer s. 49
[878] Tarihi Dımışk 44/89; Fesevi, El-Ma'rife ve't-Tarih 1/462; İbni Ebi Şeybe 12/27 h. No 12038
[879] İbni Asakir 44/92; Müsned 6/55; Tahavi, Müşkil 1648; Müslim, Fazailu's-Sahabe no 2398; Tirmizİ, Menakib no 3776; Hakim, Müstedrek 3/86; Buhari buna benzer bir haberi Fazailu Ashabi'n-Nebi'de 3689 no ile İbni Ebi Şeybe Musaıınef inde 12/22, 12021 no ile Ebu Hüreyre'den nakleder. Tahavi, Müşkil 1650; îbnu Asakir 44/94; Nesai, S. Kübra no 8120
[880] Tirmizi, Menakib 3765; Hakim 3/87; İbni Mace 108; İbni Ebi Şeybe, Musaıınef 12/21 no 12017; T. Dımışk 44/98; Ebu Davud 2992; Müsned 5/165, 177; İbni Sa'd 2/335; İbnu Ebi Asım, Sünne 2/581; müsned 2/401; Tarihi Dımışk 44/100-103; Belazuri 10/296,298
[881] İbni Ebi Şeybe, Musannef 12/23-25 no 1235 no 12023; Ebu Nuaym, Hilye i/42; Abdurrezzak, Musannef 11/222; Tarihi Dımışk 44/108, 109, 110; Beyh. S. Kübra 7/88
[882] Müslim, Fazailu's-Sahabe 2399; Müsned 1/60; İbnır Asakir 44/112, 113; İstiab 2/462
[883] Tirmizi 3769; Hakim 3/85; Taberani, Kebir 17/298,310; İbnu Asakir 44/114, 115; Fesevi, Tarih 1/462
[884] Hamza b. Es-Sehmi, Tarihi Cürcan s. 171; İbnu Asakir 44/117; İbnu Adiy el-Kamü 2/31; Taberani, Kebir 11/182
[885] Bu rivayetler için bkz. Tarihi Dımışk 44/116, 117, 118
[886] İbnu Asakir, T. Dımışk 44/127; El-Kamil 4/150; Ukayli 3/482
[887] Müsned-Ahmed 2/131, 147; Buhari 62/37 bab 6 h.no 3681; İlim h. No 82; Müslim, Fazail 16 no 2391; Darimi, Ru'ya 13; Ibmı Asakir 44/128; Tirmizi 3770; Abdurrezzak Musannef 11/214; Nesai, S. Kübra no 8122
[888] Buhari, Fazailu Ashabi'n-Nebiy 3691, İlim 23; Müslim 2390; Abdurrezzak. Musannef 1 1/224; Müsned h. No 23232; İbnu'l-Asakir 44/131; Ebu Ya'la 2/1290; Nesai, Kübra 8121
[889] Müsned 3/184, 281; Tirmizi 3790, 3791; İbnu Sa'd, Tabakat 3/291; İbni Asakir, Tarihi Dımışk 44/136; İbni Mace 104; Beyhaki, S. Kübra 6/210; Abdurrezzak, Musannef 20387; Hakim 3/422; Taberani, Sağir 1/201; İbni Hibban (İhsan) 9/131, 136, 187; Ebu "Nuaym, Hilye 3/122; Tahavi, Müşkil 808; İbnu Abdi'1-berr, Temhid 8/109; İbnu Ebi Asım 2/582; Tarihi İsfehan 2/13; Said b. Mansur, Sünen s. 4
[890] Tirmizi, Menakib 3771; Müsned 3/179, 191, 263; Tahavi, Müşkilu'l-Asar no 1957; Ebu Nuaym, Hilye 6/334; Cabir hadisi olarak bkz Buhari 62/6 no 3679, 5226; İbni Ebi Şeybe, Musannef 12/28 no 12042; Nesai, Kübra 8127
[891] Nesai, S. Kübra no 8129; Buhari 62/6 no 3680; İbni Mace 107; Müsned 2/339; MÜSÜm 2395; Abdurrezzak Musannef 11/224; İbni Ebi Şevbe 12/28 no 12043
[892] Tirmizi, Menakib 3747; İbnu Mace 100; Müsned 1/80, İbni Asakir, T. Dımışk 44/170, 371
[893] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/168-174 arasında bu rivayetleri tek tek verir.
[894] İbni Ebi Şeybe, Musannef 12/6 no 11974; İbnu Asakir 44/174-186 da bunu pek çok tarikiyla nakleder. Tirmizi, Menakib 3738; Müsned 3/27, 93/50, 72; İbni Mace 96; Ebu Nuaym, Hiiye 7/250; ibni Ebi Asım, Sünne 2/616; Tarihi Cürcan 237; Humeydi, Müsned 755; Taberani, Kebir 6/160, 2/482
[895] İbnu Adiy, el-Kamil fi'd-Duafa 3/1215; İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/187; Tirmizi 3639, 3669; İbni Mace 99; Hakim 3/68, 4/280; İ. Ebi Asım, Sünne 2/616; Hatib Tarihi Bağdad 4/365, 12/137
[896] İbni Ebi Şeybe 12/34 no 11999; İbni Mace 106; Müsnedi Ahmed 1/106 h. No 837, 838, 839, 840; Tarihi Dımışk 44/196, 197, 198, 199, 200, 201-217; Hatib 1/114
[897] İbni Asakir bunların bir kısmını nakleder: Hz Ali'den bu sözü, Şa'bi, Muhammed b. El-Hanefiyye, Ebu Cuhayfe, Zir b. Hubeys, Amr b. Ma'dikerib, Haris, Abduhayr, Ebu İshak ashabdan İbni Abbas Ebu Hüreyre, Amr b. Hurays ile Nezzal b. Sebra, Zeyd b. Vehb, Mes'ade el-Beceli, Ebu Hazini, Abdullah b. Seleme, Ebu Hilal el-Ateki, AH b. Şu'be, İsmail b. Ziyad, çeşitli yollarla nakleder.
[898] Müsned 1/112, 124, 125, 132, 147; İbni Asakir, T. Dımışk 44/217, 218, 219
[899] Tirmizi, Menakib 3742; İbnu Mace 97; Müsned 5/382, 399, 402; İbni Ebi Şeybe, Musannef 12/11 h. No 11991; Beyh., S. Kübra 5/12, 8/153; Hakim 3/75; Ebu "Nuaym, Hilye 9/109; İbni Hibban, Mevarid 2193; Buhari, T. Kebir 8/209, 9/50; Tarihi Bağdad 4/337, 7/403, 12/20; Humeydi 949; Taberani, Kebir 9/68; t. E. Asım, Sünne 2/117, 545; İbni Sa'd 2/2/98; Belazuri, Ensab 10/295
[900] Farklılıklar için üst kaynaklara bilhassa İbnu Asakir T. Dımışk 44/227, 228, 229, 230, 231,232, 233'e bak.
[901] İbni Asakir, T. Dımışk 44/247
[902] İbni Sa'd, Tabakat 3/274, İ. Asakir, T. Dımışk 44/250; İbni Ebi Şeybe 12/36'da; Abdurrezzak, Tabakat 3/1/196; Belazuri, Ensabu'l-Eşraf 10/306
[903] Bııhari, Tarihi Sağir 1/54, Akıyl b. Halid yoluyla Zühri'den; İbnu Abdıı'1-Berr, El-İstiab 2/465; İbni Asakir, T. Dımışk 44/260
[904] İbni Sa'd 3/275; İbnu'l-Cevzi, Menakibi Ömer s. 58; T. Dımışk 44/267; Belazuri. Ensab 10/307
[905] İbni Asakir, Tarihi Dımışk 44/269; İ. Cevzi, Menakibu Ömer s. 134, 135
[906] İbnu Sa'd, Tabakat 3/275; İbnu Asakir 44/270, 276; İbnu Sa'd rivayeti iki ayrı rivayetin birleşmesi olduğu için daha uzundur. Belazuri Ensabu'l-Eşraf 10/307
[907] Buhari, Fazaifu'l-Ashab 62/6 h. No 3687; İbni Sa'd 3/292; Tarihi Dımışk 44/272.. 273; İ. Ebi Şeybe 12/29 no 12047
[908] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/170
[909] Tarihi Dımışk 44/276
[910] İ. E. Şeybe, Musannef 12/26 no 12038, 23 no 12024; İbni Sa'd 3/1/270; Abdurrezzak, Musannef 11/231
[911] İbni Ebi Şeybe, Musannef 12/32 h. No 12052; Lakin burada "yeryüzündeki ler" yerine "arap kabilelerindekiler" ibaresi yer alır. Hakim 3/86; Tarihi Dımışk 44/285; îbni Sa'd 2/336; Belazuri, Ensab 10/296
[912] Tarihi Dımışk 44/285; İbni Sa'd, Tabakat 2/336; Belazuri, Ensab 10/296; İ. E. Şeybe, Musannef 12/39 no 12071
[913] İbni Asakir, Tarihi Dımışk 44/286
[914] Anlamak, Köyüm Kurucabel'in çok has bir kelimesidir. Ancak ikinci harf olan "n" eski Osmanlicadakİ genizden sÖy!enen(n ile g arasınnda) harfle olacaktır. Gerek hayvan gerek keklik vs hayvanlar kaşıntılarını gidermek için sırt üstü bir sağa bir sola döner. İşte buna Toros köylerinde "anlamak" denir. Kuşların böyle devamlı kullandığı yere de "anlak" denir.
[915] İbni Asakir, T. Dımışk 44/291
[916] Tarihi Dımışk 44/295, 296
[917] İbni Sa'd, Tabakat 3/330; İbni Asakir, Tarihi Dımışk 44/303
[918] İbni Sa'd, Tabakat 3/328; Tarihi Dımışk 44/303, Usdu'l Gabe 4/62
[919] İbni Sa'd 3/279; Tarihi Dımışk 44/305; Belazuri, Ensab 10/316
[920] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/306; İbnu'l-Cevzî, Menakibi Ömer s. 150
[921] İbnu'l-Cevzi a.g.e. s. 168; Tarihi Dımışk 44/308
[922] İ. Asakir, Tarihi Dımışk 44/309; İ. Cevzi a.g.e. 168
[923] İ. Asakir, T. Dımışk 44/310; İbni Sa'd 3/292
[924] İbnu Mübarek, Züht s. 79 no 234; Tarihi Dımışk 44/313
[925] Tarhi Dımışk 44/318
[926] İ. Asakir, Tarihi Dımışk 44/322, 323
[927] İbnu Sa'd, Tabakat 3/277; İ. A. T. Dımışk 44/329; İ. Cevzi, Menakib s. 105 Haberin Cerir b. Hazini Hasen-i Basri isnadında "Ben yanımdaki devlet malından ona vermediysem, diğer insanların kızları için kazandığı gibi kazanmaktan aciz mi-sin?" dedi, şeklinde geçer.
[928] İbnu Sa'd 3/303; İ. A. T. Dımışk 44/331; Taberi, Tarih 2/566
[929] İ. Asakir, T. Dımışk 44/332
[930] Buhari, Mevakit 1/133 h. No 525, Zekat 2/119 no İ435, Savm 2/226 no 1895, Menakib 4/174 no 3586, Fiten 3/96 no 7096; Müslim, İman 231; Fiten 2359; Müsned 5/386, 401, 405; İ. A. T. Dımışk 44/333; İ. Ebi Şeybe, Musannef 15/13, 16; Tirmizi 2258; İbni Mace 3955; Müsned 5/386, 401, 405
[931] îbnu Asakir, T. Dımışk 44/339
[932] Buhari Cihad ve Siyer 56/180 h. No 3059; Malik, Muvatta Da'vetu'l-Mazlum 60/1; T. Dımışk 44/341; Belazuri 10/405 kısa olarak
Bu Hüney hakkında İbni Sa'd 5/1 l'de kısa ama faydalı bir bilgi verir. Hüneyin torunu dedesinden "Rebze"deki koruluğa tayin edildiğini anlatır.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/357-383
[933] İbni Sa'd 3/312; İbnu Asakir, T. Dımışk 44/347
[934] İ. Asakir, T. Dımışk 44/345; İbni Sa'd 3/278. Parantez arası kaynaklardan ilavedir.
[935] İbnu Ebi Şeybe, Musannef 12/32 no 12051; Beyhaki, Delail 7/47; İ. A. T. Dımışk 44/345
[936] İbni Sa’d 3/312; İbni Asakir, T. Dımışk 44/347
[937] İbni Sa'd 3/316, 317; Tarihi Dımışk 44/348, 349
[938] İ.A. Tarii Dımeşk 44/349 İbn Sa'd 3/315
[939] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/384
[940] İbnu Asakir, T. Dımışk 44/385
[941] İbnu Asakir T. Dımışk 44/386
[942] Tarihi Dımışk 44/386
[943] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/391, 392, 393
[944] Tarihi Halife s. 136; T. Dımışk 44/394; İbni Asakir bu tarihleri Tam tafsilatıyla verir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/383386
[945] İbnu Sa'd 3/334, 335; Hakim 3/92; Belazuri, Ensabu'I-Eşraf 10/411; 412; Tarihi Dınlışk 44/396; Üsdü'1-Ğabe 3/671; Yine İbni Asakir 600'üncü sayfada bunu Zühri'den nakleder.
[946] İbnu Sa'd 3/331; 1. A.T.Dımışk 44/403; Belazuri, Ensab 10/419
[947] Buhari, Cihad ve Siyer 56/3 muallak olarak verir ama bunu Fazailu'l-Medine'de (29/12 lı.no) I890'-nolu hadis olarak verir. Ayrıca Zeyd b. Eslem'in annesi aracılığıyla, Hz. Hafsa'dan verir. Aynı haberleri İbni Sa'd daisnadlanyla nakleder 3/331; Muvatta, Cihad 34; Ebu Davud, Salat 61; Belazuri, Ensab 10/409; İ.A.T. Dımışk 44/405
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/386-387
[948] Müslim Mesacid 567 ve Feraiz 1617; Nesai no 709; Müsned 1/15, 27, 48; Humeydi29; İbni Mace 1014, 2726; Ebu Ya'la, Müsned 185 ve 256
[949] İbnu Sa'd, Tabakat 3/345; Belazuri, Ensabu'l-Eşraf 10/423; İ. A. T. Dımışk 44/413. Kıssanın devamı epey uzun. Fakat Zelıebi bunları kısaltıyor. Hadiseyi çeşitli rivayetlerden naklederken mümkün mertebe birinde geçen bir olayla yetinip ikinci rivayette de aynısını tekrarlamıyor. Bu onun zekasındandır. Allah bizi onlardan faydalananlardan eylesin.
[950] İbnu Sa'd, Tabakat 3/337; Belazuri, Ensab 10/414; Ebu Ya'la bu Amr b. Meyimin hadisin 205 no ile nakleder. Ama burada olmayan bilgileri, zira o da her hadis alimi gibi kendine önemli geleni alır ki, bu bilgiler iki üst kaynaktaki Ma'dan hadisinde-kilerdir. İbnu Asakir, T. Dımışk 44/408 ve 415
[951] Tarihi Dımışk 44/409
[952] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/410, 411, 412, 413; Hakim, Müstedrek 3/91; Heysemi, Mecme'uz-Zevaid 9/76, 77; Heysem i bir de "Bu haberi Ebıı Ya'la da rivayet eder. Onun ricali (Buharı) Sahih'in ricalidir." -Der. Oysa o bu haber değil üstte geçen Madan hadisidir. Dr. Abdusselam Tedmurî de haberi ibni Sa'd (37353) ve Heysem i'ye havale etmiş ki, bu fihristle yetinmeden kaynaklansa gerek. Belazııri 10/426 ve 421 konunun birazına İbni Abbas'la konuşmasını verir. Konu parça parça İbni Sa'd, Belazuri ve İbnİ Abdi'1-Berr tarafından nakledilir.
[953] Parantez arası ilave sadece İbnu Asakir'de var.
[954] İbni Sa'd 3/337-339; Belazuri, Ensabu'I-Eşraf 10/414-416; İbnu A. Tarihi Dimi; 44/415-418
[955] Tarihi Dımışk 44/419 ve 441; İbni Sa'd 3/351; Belazuri 10/426; Taberi 2/560
[956] İbni Sa'd olayı Sııheyb'e kadar olan kısmını İbni Abbas'tan 3/361. Sonrakini de Enes'ten 3/362 verirken, İbnu Asakir bunu aynen böyle verir 44/422. Bu hadise de ğişik olarak çok çeşitli rivayet edilir. Yine İbni Sa'd Zühri'den naklettiği (3/345, 346) bu haberde "Hz Ömer'in, ağlamayın, ağlayacak olan dışarı çıksın, siz Peygamberin [Ailesinin ağlamasından dolayı ölü azab çekecektir] hadisini duymadınız mı? dedi. Bu yüzden İbnu Ömer, kendi çocuklarından biri ölünce kendi yanında ağlamayı kabul etmemişti." İfadeleri yer almaktadır. Buhari bu haberin Suheyb'le olan kısmını Cenaiz 32 1283 ve 1287 nolu hadiste şöyle alır: İbni Abbas der ki: Mekke'den Ömer'le ayrılıp, Beyda'ya gelince gölgelenen bir kervan görüp, beni kim olduklarını sormaya yolladı. Suheyb olduğunu haber verince git çağır dedi. Çağırdım o da geldi. Sonra Ömer vurulunca Suheyb ağlayarak geidi ve "Vay kardeş vay dost!" diye dönünce Ömer (r.a.) "Ya Suheyb bana ağlıyor musun? Diyerek yukarıdaki hadisi okudu. İbni Abbas der ki: Bu olay Hz Aişe'ye söylendi de: "Allah Ömer'e rahmet etsin. Rasulullah böyle değil, ama: "Ailesi ona ağlarken Allah da kafire azabını artırmaktadır." Şeklinde söyledi. Size Kuran'daki (Enam 164) "Hiçbir suçlu başkasının suçu ile suçlanmaz" ayeti yeter dedi. İbni Abbas tam burada "Güldüren de o Allah, ağlatan da" dedi. Ravi İbnu Ebi Müleyke der ki: Vallahi İbnu Ömer buna hiçbir şey demedi.
[957] İbn'i Asakir 44/423; Taberani Kebir 1/71 no:77
[958] İbnu Asakir, Tarihi Dımışk 44/436
Bu hadise Hz Ömer'in vurulduktan sonra geçen konuşmalar arasında olup olmadığı kesin değildir. Zehebi ve İbni Asakir konu münasebetiyle bunu buraya dahil etmişlerdir. Gerçi burda Hz Ömer'in "Beni oturtun!" sözünden, bu son olay olduğu kanaati doğmaktadır. Lakin Abdullah b. Ömer'in babasının yerine halife tayin etmeyeceğini bir seferde duyduğu ve gelince konuştuğu, yine Hafsa'nın onu bu konuda ikaz ettiği de İbni Asakir ve diğerlerinin rivayetleri arasında geçmektedir. Doğrusunu Allah bilir. Çok kere tarih kitaplarında beş altı rivayet birleştirilerek münasebet kurularak verilir. Hele bu rivayetler aynı şahsın ayrı ayrı ravilerden nakledilen haberleri olursa.
[959] İbni Sa'd, Tabakat 3/344; T. Dımışk 44/438; Taberi 2/580 ile 586 sabiteleri arasında bu şura olayındaki rivayetleri cem ederek gayet mufassal olarak verir.
[960] İ. Sa'd, Tabakat 3/360, 361; İ. A. T. Dımışk 44/444, 445; Belazuri, EnsabıTl-Eşıaf 10/429
[961] İ. Sa'd 3/367; Hakim 3/92; İbnu Asakir 44/450; Belazuri bunu Abdullah b. Faid ve İbnu Ca'debe'den erir.
[962] Hakim 3/94; İ. Sa'd 3/369, 370; Müsned 1/109 no 865; İbnu Asakir 44/451; Fesevi, El-Ma'rife. 2/745, İbnu Asakir Zehebi'nin belirttiği çeşitleri 44/452, 453, 454'te verir.
İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/388-399
[963] Tabei4/560; İ. Sa'd 3/365; Belazuri 10/439; T. Dımışk 44/464
[964] Sa'd 3/365; Tarihi Dımşk 44/464
[965] İ. Sa'd 3/365; Tarihi Dımışk 44/467
[966] İbni Sa'd 3/365; Tab. Kebir 1/69; İ. A.T. Dımışk 44/468, 469; Belazuri 10/440
[967] İbnu Asakir 44/47 i
[968] Taberi 2/563; Belazuri 10/439; İbni Sa'd 3/365; İ. Asakir 44/473
[969] Taberi 2/563; İ. Asakir 44/473
[970] îbnu Sa'd 3/365; Taberani, Kebir 1/69; İ. Asakir 44/473; Müsned 6/23 ve 3 İ
[971] İbnu Asakir 44/474
[972] Taberani, Kebir 1/68; İ. Asakir 44/474
[973] Tab. Kebir 1/68; İbnu Asakir 44/476
[974] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/399-400
[975] Geniş bilgi İçin bkz. Halife, Tabakat 41, 178; Vakidi, Fihrist; Neseb-i Kurayş 7; !. Kuteybe, Me'arif 342, 379, 621; İbni Sa'd 7/37; (İbni Sa'd'm yeni basılan dördüncü kisılm 2/525, Tere. No ! 19; İbni Hişam 3/489, 493, 560, 567, 627; Müsned 3/488, 6/393; Belazuri, Ensab 384, 530; Ahbaru Mekke (Fakihi 1/370, 5/107; İbn. Abdii Berr, İstiab 1/193; İ. Hibban, Sikat 3/18; Taberi, Fihrist, Futuhu'l-Buldan 87; Uyunu'L-Ahbar 1/85; Muhabber, Fihrist; İkdu'l-Ferid 1/286, 2/192; Taberani, Kebir 1/300; Tarihi Dımışk 9/184-196; Buharı, Tarihi Sagir 2/65; El-Vafı bil Vefeyat 9/308; Üsdü'1-Ğabe 1/128; El-İsabe 1/91; İbnu Şebbe, Tarihu'l-Medine 2/477; Buahari, Sahih Farzu'l-Humus 57/19 h no 3150, 4336'da Müslim Zekat'ta no 1068; Humeyn günü Peygamberimizin buna ve diğer Mekke eşrafına ganimetten yüz deve verdiğini bununla onların kalplerini kazanma gayreti güttüğünü bildirir.
[976] El- Ma'rife ve't-Tarih 3/294; îbnu Asakir, T. Dımışk 7/195; Buhari, T. Sağir 1/56
[977] İbnu Asakir 9/196; Üsdü't-Ğabe 1/110
[978] İbnu Asakir 9/184; Üsdu'l-Ğabe 1/109
[979] Bkz. İbni Sa'd 3/567; Buhari, Kebir 3/109; İkdu'l-Ferid 4/186, 254; Cemheretu Ensab 359; İstiab 1/354; Simaru'l-Kulub 288; Hakim 3/426; Meğazi, Fihriste bak. Üsdü'1-Ğabe 1/346, 365; El-Vafı bil Vefeyat 11/282; El-İkmal 2/140; İsabe i/302
[980] İbnu Sa'd'm İbni Abbas'tan nakline göre "Bedir harbinde su başlan tutma fikrini o verdiği için fikirli, iyi görüşlü anlamında söylenmiştir. Zira Efendimiz onun bu görüşüne "Görüş Hubab'm işaret ettiğidir. Ya Hubab sen iyi bir görüşe işaret ettin!" buyurdu. Bkz Hakim 3/429; İbni Sa'd 3/567
[981] Ibnu Sa'd 3/567
[982] Buhari Hudud h. No 6830; Fazaitu's-Sahabe'de Hz Aişe'den 3668; Müsned 1/56; Ibnu Sa'd 3/567. Konu daha önce Hz Ebu Bekir'in halife oluşu babında genişçe geçmişti.
[983] Bu açıklama Zehebi metninde var. Kelimeler araplar içinde açıklamaya ihtiyaç duyulan Garibi erdendir. Biz metinden dolayı aldık, yoksa tercümede bu izaha gerek yoktu.
[984] İbni Sa'd 3/368; El-İsabe 1/302, 303; İbni Hacer bu F.bu't-Tuveyl'in ondan rivayetini İbni Şahin'e isnad edip "isnadı zayıftır" der.
[985] İbnu Sa'd 4/47; Halife Tabakat 5; Buhari ,Kebir 3/283; İbni İshak 108; El-Mearif 120, 126, 127, 128, 164; Vakidi Fihriste bk. Taberi Fihrist, îstiab 1/505: Cemheretu Ensab 70; Üsdu'l-Ğabe 2/166; S. A. Nübela 1/257; Taberani, Kebir 5/47; El-Vafi 14/87; Tehzibu'l-Kemal 1/409
[986] İbni Sa'd anlatıyor: Abbas (r.a.) ile kardeşi Nevfel, hicret etmek üzere yola çıktıklarında bu yeğenleri Raba onları uğurlamaya çıktı. Ebva'ya gelip de uğurlarken Abbas ve Nevfel ona "Nereye dönüyorsun, Peygamberle harp edenlerin şirk yurduna mı, Allah Rasulü güçlendi, ashabı çoğaldı, haydi gel!" dediler O da onlarla Medine'ye müslünıan olarak geldi. Peygamberimizle Mekke fethine, Huneyn savaşına Taif in fethine katıldı. Huneyn savaşında Peygamberi terk etmeyen yiğitlerden biri oldu.
Peygamberimizin Müslim 1218, Ebu Davud 1905, İbnu Mace 3074; Nesai 5/143 ve İbnu Ebi Şeybe'nin Musannef inde geçen Cabir (r.a.)'ın uzun hac hadisinde? "İslam'da ilk kaldindığım kan davası Rabîa b. El-Haris'in oğiununkidir." Hadisindeki zat o olup bu oğlunun adı belli değildir. Bu oğlu bazı kitaplara Adem b. Rabia diye geçmiş ki, Hişam b. Muhamıned es-Saib el-Keİebi'den İbni Sa'd şu olayı nakleder: Bu çocuk Hüzeyl kabilesine süt anneye veilmişti. Hflzeyl ile Leys kabilesi arasında çıkan bir kavgada atılan taş başına gelip onu öldürmüştü ki, çocuk daha sabî olup evin önünde apalıyormuş. Kelebi der ki: Bu çocuğun adı belli değildir. Zira bebek iken öldü. Görüyoruz ki kimisi onu ^ Adem diye yazmış olanlar, kitaptaki hadiste geçen "demi İbni Rabi" (Rabia'nın oğlunun kanı) cümlesindeki "dem" yani kanın önüne bir A koyarak Adem yapmışlardır. Oysa bu haberi nakleden ravilerin kimi ona Temmam, kimi de İyas derler.
[987] Vakidi Fihriste bkz. İbnu Sa'd 8/52-57; Halife, Tabakat 335; İ. K. Mearif 28, 42, 69, 123; EI-Muhabber 79, 92, 98, 100, 101; İstiab 4/323; Taberani, Kebir 24/29-37: Cemheratu Ensab 160, 167; Üsdu'l-Ğabe 5/485; Tehzibu'l-Kemal 3/1685: S. A. Nübela 2/265; El-Vafi 16/41
[988] Parantez arası İbnu Sa'd'dan ilavedir.
[989] İbnu Sa'd 8/53; Buhari Hibe 35 h. No 2593, Nikah 5212; Müslim 1463 (48); Ebu Ya'la462l; İ. Mace 1972; Beyhaki, S. Kübra 7/74-297; Müsned 6/117
[990] Müslim 1463; Burada İbni Sad 8/54 Sabit el-Bunânî Sümeyye-Aişe isnadıyla aynı haberi aynı ifadelerle verir. Ancak "kendisinde hasetlik bulunan kadın" diye tamamlar. Bu herhalde yanlış olsa gerek. Ya el yazmasından -ı-. ile birbirine yakın olduğu için nasih hata etti. Belki de ravinin biri yanlış duydu. Ya da Matbaada dizgi hatası. Yoksa Hz Aişe cömertliğini ve huyunuı övdüğü birini bu şekilde "haset" diye kötü ayiplayamaz.
[991] Buhari Tarihi Kebir 1/49,50; Tarihi Sağir 1/50
[992] İbni Sa'd 4/126; Buhari, Kebir 6/522; B. Sağir 1/47, 213; î. K. Mearif 520; İ. E.Hatem, El-Cerh 6/373; İstiab 8/16; ÜsdüM-Ğabe 3/569; Tehzibu'l-Esma 1/319, 320; Îkdu's-Semin 6/13, 14; S. A. Nübela 1/500; Hakim 3/257, 258; Uyunu'l-Ahbar 3/57; Fesevi, El-Ma'rife 2/551; Ebu Zur'a, Tarih 1/419; İbnu İshak 225, 228; Vakidi 233, 301; Muhabber298; Ensabu'l-Eşraf 1/204, 322, 329
[993] İbni Sa'd 4/126
[994] El-Meanf 83, 88, 331, Fesevi, El-Ma'rife 2/36, 37; Uyunu'l-Ahbar 3/261; Muhabber 135, 474; Vakidi 749, 907; Ensabu'l-Eşraf 1/282; Tabaeri 3/140, 262; İkdu'l-Ferid 2/9, 15; İstiab 3/126; Cemhere 258, 282, 284; Taberani, Kebir 18/9, 10; Üsdü'1-Ğabe 4/13; İsabe 2/503 tere, 5669; İbnu Sa'd dördüncü Tabaka 2/576. tere no 151, Kelbi Cemheretu'n-Neseb 310; Belazuri, Futuh 382; T. Dımışk 41/142; Fakihi Alıbaru Mekke 3/99
[995] 1. A. Tarihi Dımışk 41/142
[996] İbni Asakir 41/141 ve devamı. İbni Asakir onun kıssalarına epey yer ayırır. Zehebi'nin son olarak söylediği söz aslında öyle anlaşılmamalı. Evet Enes ve İbni Ömer'in onunla ilgili rivayetleri var ama bunları ondan duymamış. Bizzat orada bulunmuşlardır. Mesela: Enes'in ondan nakli sayılan hadis. Alkame Peygambere gelip; kendisinin yaşlandığını, Kuran öğrenemeyeğini söyleyip de "Ama sadece şehadet kelimesini biliyorum dediğinde, Nebi (s.a.v.): ''Adanı fakih oldu. Konuyu anladı." Haberi bu türdendir. Bu hadisi Enes ondan değil. Efendimizden duymuştur. Yine İbni Ömer'in onun hakkında "Bilal yavaş ol, Alkame sahur yapıyor." Hz Ali'nin naklettiği "Alkameye yer aç" hadisi de böyledir. Bak. İbnu Asakir 41/142, 143; Bilal hadisi: Taberani Kebir'de, Tayalise Müsned'de no 885 iyi bir isnadla alır. İbni Sa'd Ömer hadisini 1/311 de nakleder.
[997] Taberi Fihriste bkz. Cemheretu Ensab 187; İstiab 3/127; Üsdül Ğabe 4/İ4; Ensabu'l-Eşraf 1/382; EI-Kamil fi't-Tarih 2/497, 501, 536, 569; İbnu As. T. Dımışk 41/191 ve devamı; El İsabe 2/505 tere no 5677
[998] İbnu Asakir, İbnu'l-Kelbi'den 41/193 Mbnu Asakir, İbnu'l-Kelbi'den 41/196
[999] Buhari Menakib 23, Fazailu'l-Ashab 17 ve Feraiz 31'de Müslim Rida 38, 39, 40; Ebu Davud Talak 31, Tirmizi Velâ 5; Nesai, Talak 51; İbnu Mace, Ahkam 21; İmam Ahmed, Müsned 6/82, 226'da) Bu Mücezzez'in Üsame ve babası Zeyd yatarken başlan görünmediği halde ayaklarına bakarak "Bu ayaklar bundandır." Dediğini naklederler.
[1000] El-İsabe Tere. No 5920; İbnu Sa'd 4/363; İ. Ebi Hatem, el-Cerh 6/241; Müsned-i Baki b. Mahled s. 58; İstiab 2/507; Üsdü'1-Ğabe 4/128
[1001] İbnu Hibban Sahabe'sinde bu zatı lıem Amr, hem de Umeyr olarak verip altında aynı şeyi anlatmış. İbni Hacer "doğrusu bu adam tektir. Umeyr Amr'ın küçültme ismidir." der.
[1002] Bkz: İb. Sa'd Tabakat 3/459; Vakidi, Meğazi, Fihrist; Müsned 3/422; Buhari, T. Sagir 1/44, 74; Taberi, Fihrist; İkdu'I-Ferid 4/257; Ebu Nuaym, Hilye 2/1], 12; Cemheretu Ensabi'1-Arab 334; İstiab 3/171; Üsdül-Gabe 4/358; Mizzi, T. Kemal 2/1068; Zehebi, S. A. Nübela 1/503; El-İsabe 3/44 tere. No 6112; Müstedrek 3/631; El-Muhabber 83, 419; Müsned-i Baki 100 no 220
[1003] Bu görüş onun dedesi Sa'Iece oluşuna binaendir ki, bu İbni İshak'ın görüşüdür. İbnu Sa'd: "Ben o isimde Neseb şecerelerinde birine rastlamadım.1' der. Tabakat 3/459
[1004] Hadis şudur: (Rasulullah Küba mescidine gelip Allah bu mescit hakkında sizin taharetinizi övüyor.
[1005] 1/153; İbnu Huzeyme 1/43 h. No 83; Taberani, Kebir 17/140; Taberi, Tefsir I l/2'de bunu Uveym'den naklederse de İbni Mace 355 Beyhaki 1/150 yine de Münsed 616, Hakim 1/155, 2/334; Taberi 11/22; İbnu Ebi Şeybe Musannef 1/153; Tahavi Müşkilul Asar 4740 no ile bu haberi Abdulllah b. Selam, Şa'bi, Muhammed b. Abdullah b. Selam, Enes hadisi olarak sahih bir isnadla rivayet ederler.
Buharı, T. Sağir'den naklen İ. Hacer el-İsabe 3/45 tere. No 6107; Üsdü'1-Ğabe 4/158
[1006] Taberi 2/326; Ensab 1/231; İkdu'l-Ferid/29; Cemheretu Ensab 148; El-Muhabber 176; İbni İshak, Sire 152, 167, 211; Uyunu'l-Ahbar 1/37; İsabe tere no 6817
[1007] El-İsabe 3/171; Ensabu'l-Eşraf 1/232,233
[1008] İbnu Sa'd, Tabakat 5/505; Taberani, Kebir 18/263; İstiab 3/189-192; Taberi 3/81, 6/107; İkdu'I-Ferid 2/337, 379; El-Muhabber 35, 357, 475; Vakidİ 923, 931; Cemheretu Ensabi'1-Arab 268; Rabiu'l-Ebrar 4/295; Simanı'1-KuIub 136; Üsdu'l-Ğabe 4/172, 173; el-İsabe 3/189-I92no 6924
[1009] Tirmizi 2/298 h.no 1128; Hakim, Müstedrek 2/193; İbni Mace 1953; Müsned 2/13 h.no 4608 ve 4630; Beyh. S. Kübra 7/138; Darakutni, Sünen 3/269, 270; Abdurrezzak, Musannef 12624; Taberani 12/315, 18/359; İbni Hibban 6/181; Said b. Mansur, Sünen 1864, 1865; İbni Sa'd 5/506; Buharı, Edebu'l-Müfred 2/136. 297, 298; Buharı T. Kebir 6/248 tere no 2304.
[1010] İbnu Sa'd 5/505, 506
[1011] İ. Sa'd 4/402; Halife, Tabakat 25; Muhabber 74, 401; Ensabu'l-Eşraf 1/213; İstiab 3/440; Üsdü'1-Ğabe 4/399; Vakidi Meğazi 156; İbni İshak, Siyer 226, 143; El-İsabe 3/448 no 8141
[1012] İbni Sa'd 3/402
[1013] Futuhu'l-Buldan 194, 204; Üsdül-Ğabe 4/426; Ezdi, Futuhu'ş-Şam 16, 128, 129, 132, 135, 148, 149, 155, 172, 173, 199, 237; Taberi 4/112; El-Kamil fi't-Tarih 2/496; El-İsabe 3/469 tere no 8371; İbnu Sa'd dördüncü tabaka 568 no 137
[1014] İbni Sa'd dördüncü tabaka 568; İbnu Sa'd onun Peygamberimizle görüşmesini, Yemame savaşına girişini Vakidi'den nakleder.
[1015] Futulıu'1-Buldan 1/194; Taberi 2/516 (diğer tab. 4/112)
[1016] Tabakat 3/293 Buraya kadar alıp Taberi 2/501 'de devamında verir.
[1017] Taberi 2/502 (diğer baskı 4/87, 88)
[1018] Abdurrezzak, Musannef 5/478 no 9775; Taberi (4/240) 2/586, 587; Belazuri, Ensab 10/432,433
[1019] Lakin burası İbni Sa'd'da olmadığı gibi Belazuri ve Abdurrezzak'ta da yoktur.
[1020] Üst kaynaklar
[1021] İbni Sa'd Tabakat 3/357; Belazuri 10/434 (Hz Osman'ın halife olduktan sonra Ubeydullah'ı serbest bırakmasına insanlar şaştılar. Herhalde onu fikrinden Amr b. El-Âs çevirse gerek) ilavesi var.
[1022] İbnu Sa'd 3/356; Belazuri 10/433
[1023] Taberi Tarih 4/239-243
[1024] Bkz, İ. Sa'd 8/235; Tarihi Dımışk 70/166; Nesebi Kureyş 104, 105; Taberi Fihrsit; İstiab 4/424; İ. Hişam Fihrist; Ensabul Eşraf Fihrist, Ahbaru Mekke 1/123; Üsdü'l-Ğabe 6/292; Halife Tarih Fihrsit; Futuhu'l-Buldan 160, Cemhere 87, 111; İkdu'l-Ferid 1/49, 53; Taberani Kebir 25/69; ,e!-îsabe 4/425 no 1113
[1025] Buhari Buyu' 34/95 Ahkam 8/115; Müslim 1714; E. Davud 3532; Nesai 8/246; Darami Nikah bab 45; İ. Sa'd 8/237; Müsned 6/39, 50, 206; İ. A. T. Dımışk 70/166; İ. Mace 2293; Beyhaki 7/466, 10/141, 270; Humeydi 242; Tahavi, Müşkil 1833; İ. Ebi Şeybe 6/584; Darakutni 4/235; Ebu Ya'la 8/4636
[1026] Tarihi Dımışk 70/167, 185; Taberi, Tarih 2/576. Buradaki şu ilave önemli: Ama baban da gelmiş. Şimdi sen ona elinde olan her şeyj verirsin. O buna layık ama insanlar ve Ömer gerçeği bilmediği için seni kınarlar.
[1027] Tarihi Dımışk 70/183
[1028] Vakidi, Meğazi, Fihrist; Taberi Fihrist; Ensabıı'l-Eşaraf 1/302, 372; Cemhere 224; İstiab 3/638, 639; Üsdü'I-Ğabe 5/80; El-Kamil fi't-Tarih 3/628 no 9097; Tabakatı Halife 23; El-Muhabbar 73; Ta'cilu'l-Menfaa no 1 149; îbni Sa'd onun dedesine "Abdumenaf" der.
[1029] İbnu Sa'd 3/390
[1030] İstiab 3/638, 639; Ta'cilu'l-Menfaa s. 435
[1031] Taberi 1/617; Halife Tabakat 52; El-Maarif 618; Eş-Şi'r ve'ş-Şu'arâ 554; Cemheratu Ensabi'I-Arab 198; İstiab 4/56; Simaru'l-Kulub 373; El-Eğani 21/211; Üsdü'I-Ğabe 5/178; El-Kamil fi't-Tarih 3/78; El-İsabe î/464 no 2345; el-Vafi bi'l-yefeyat 13/339; Bağdadi HizanetıTI-Edeb 1/211; Müberrad el-Kami! 2/56, 182
[1032] EI-Eğani 21/223; MıTcemıTl-Buldan 1/448
[1033] İstiab 2/398; Usdu'1-Ğabe 5/287; El-Kamil fi't-Tarih 2/277; El-Muhabber 281; Taberi fihrist; Vakidi Meğazi Filırsit; Cemheratu Ensab 352
[1034] Vakidi Meğazi, Fihrist, Taberi Fihrsit, Tarihi Halife 124; İstiab 4/182; Futuhu'l-buldan 8/30, 309, 316, 317, 318; Cem. Ensabu'1-Arab 268; üsdu'l-ğabe 5/290; İbnu Sa'd 5/515; El-Eğani 19/1-13; El-İsabe 4/173; Eş-Şi'r ve'ş-Şuara 336: El-Mü'teüf 95; Hazanetu'l-Edep 3/550; Ei-Kuna ve'l-Esma 1/52
[1035] Bu ad, Küfe'ye yakın Fırat'ın doğu kıysında bir yerin de adıdır. Hicri I3'üncü yıldaki Ebu Ubeyde komutasındaki İslam ordusu İranlılarla burada harp elmiş ama bu Kadisiye değiL "köprü savaşı"dir. Bu güne "Ermas günü'1 denir.
[1036] El-Eğani 19/5, 10. Bu konu Kadisiye savaşında da ele alınmıştı.
[1037] Taberi 3/575; Eğani î 9/6-10; Üsdu'l-Ğabe 5/291; Eş-Şi'r ve'ş-Şuara 1/336; Bir alt haber Eğani'de şu ilave ile biter: Sa'd onu serbest bırakınca Ebu Mihcen "Ben şarabı bana had sopası vurulurken yine içiyor, had cezasıyla paklanmış oluyordum. Ama sen şimdi beni sanki masum imiş gibi cezasız bıraktın. Hayır vallahi bir daha içmeyeceğim." dedi.
[1038] El-Eğani I9/Iİ. Zehebİ'de atlamalardan konu anlaşılmadığı için bu metne göre terceme ettim.
[1039] Eğani 19/17. Burada şu bilgiyi de nakledelim: Hz Ömer'e aralarında Ebu Mihceırin de bulunduğu birkaç sarhoş getirildi. Hz Ömer: "Siz şarabı Allah yasakladıktan sonra mı içtiniz? deyince Allah ve Rasulü onu haram etmedi ki Zira Allah (cc): İman edip salih amel yapanlara sakınıp ve iman ettikleri, ve salih amel ettikleri sonra yine sakınıp iman ettikleri, sonra sakınıp ihsanda bulundukları süre yiyecek ve içeceklerden -tattıklarında bir günah yoktur." (Maide 93) buyuruyor ya dediler. Hz Ömer yanındakilere "Sİz ne diyorsunuz?" dedi. Onlar da ikileme düşünce, Hz Ali'ye haber saldı ve ona danıştı. Hz Ali de: "Bu ayetin anlamı onların dediği gibi ise, o zaman leş, kan ve domuz etini de helal saymaları gerekir!" deyince sustular. Bkz. El-Eğani 19/15, 16
[1040] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/400-422