|
|
NİHAVEND'İN
FETHİ
Nihavend'in
bu yılda fethedildiğine dair rivayetler olduğu gibi bu fethin H. 18 (M. 639)
veya H. 19 (M. 640)'da olduğunu ileri süren rivayetler de vardır. Nihavend
olayı, Müslümanların Fars illerinden askerlerini kurtarıp Ahvaz'ı fethetmeleri
üzerine İranlıların Merv şehrinde bulunan hükümdarlarına mektuplar yazarak
Müslümanların aleyhine kışkırtmaları neticesinde meydana gelmişti. Bunun
üzerine İran Kisrası da Babu'l-Ebvab, Horasan ve Hülvan'da bulunan hükümdarlara
mektuplar göndererek durumu bildirmiş, onlar da harekete geçerek Nihavend'de
toplanmak üzere anlaşarak orada bir araya gelmişlerdi. Bu düşman kuvvetlerinin
öncülerinin Nihavend'e ulaştıkları haberi Sa'ad bin Ebi Vakkas'a da ulaşmış,
bunun üzerine Hz. Ömer'e durumu bildirmişti. Ancak bu arada bir grup Sa'ad bin
Ebi Vakkas'a karşı isyan edip düşmanın harekete geçişine pek aldırış
etmemişlerdi. Hz. Sa'ad bin Ebi Vakkas'a karşı gelenlerin başında el-Cerrah bin
Sinan el-Esedi bulunuyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer onlara şöyle haber
göndermişti: "Vallahi bu tavrınızdan dolayı başınıza gelecek felaket için
size acımayacak ve tedbir almaktan vazgeçmeyeceğim. " Bunun üzerine Hz.
Ömer, Muhammed bin Mesleme'yi Sa'ad bin Ebi Vakkas'a yardımcı olarak
göndermişti. Halbuki orada bulunan Müslüman kuvvetler İranlılara yeter durumdaydılar.
Muhammed bin Mesleme, Hz. Ömer zamanında bir şikayette bulunan kimselere karşı
gerekli ceza-i müeyyideyi uygulayan birisiydi. Kufe'de halkın arasına girip
Sa'ad bin Ebi Vakkas hakkında onlara sorular sormaya başlamıştı. Sorduğu her
bir cemaat Hz. Sa'ad hakkında iyilikle söz etmişlerdi. Ancak Cerrah el-Es edi
etrafında toplanmış olanlar ondan pek iyilikle söz etmemişler ve bu konuda
susmuşlardı. Nihayet Muhammed bin Mesleme, Abeseoğulları'na gelip onlara Hz.
Sa'ad hakkında sorular sorunca, Usame bin Katade şöyle demişti: "Vallahi O
eşitçe paylaşmıyor ve adaletle hükmetmiyor, ayrıca ordu içinde de savaşlara
katılmıyor." Bunun üzerine Hz. Sa'ad bin Ebi Vakkas şöyle demişti:
"Allah'ım! Eğer o bu sözü riya için ve yalan olarak söylemişse gözlerini
kör et, çoluk çocuğunu çoğalt ve onu çeşitli sıkıntılara müptela eyle!"
Gerçekten Usame bin Katade, gözlerini kaybetmiş, on tane kızı olmuştu. Bir
kadın sesi işittiği zaman ona doğru yaklaşır ve dokunmaya çalışarak şöyle
derdi: "O mübarek insan, Sa'ad hakkında beddua ettim de öyle oldu."
Ayrıca Hz. Sa'ad bin Ebi Vakkas Bem} Esed hakkında da beddua ederek şöyle
demişti: "Allah'ım! Eğer bu insanlar sevinçlerinden dolayı kibirlenip
azgınlaşarak insanlara karşı riyakarca bir tavırla cihada çıkmışlarsa onları bu
yaptıklarıyla imtihan et ve hayatlarında meşakkatler çeksinler! "
Gerçekten meşakkatler çektiler. Cerrah el-Esedi, Hasan bin Ali'ye karşı
çıktığında adamları kılıçlarla parça parça edilmişlerdİ. Onlardan Kabisa
taşlarla, Erbed dövülerek ayaklar altında ve kılıç darbeleriyle öldürülmüştü.
Sa'ad
bin Ebi Vakkas şöyle der: "Müşriklerin kanını ilk defa akıtan benim.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) benim için, ''Annem babam sana feda olsun'' demiş
ve bunu daha önce başka hiç kimse için de söylememiştİ. Ben ilk Müslümanların
beşincisiyim ve Esedoğulları benim namaz kılarken iyice kılmadığımı ve
avcılıkla oyalandığımı zanneder."
Nihayet
Muhammed bin Mesleme, Sa'ad bin Ebi Vakkas ve Esedoğulları ile birlikte Medine'ye
Hz. Ömer'in huzuruna varıp olup bitenleri anlatmış ve Hz. Ömer şöyle demişti:
"Ey Sa'ad nasıl namaz kılıyorsun?" Sa'ad: "İlk iki rekatı uzun
tutar, son iki rekatı ise kısarım" diye cevap vermiş, Hz. Ömer buna
karşılık olarak: "Ey Ebi İshak! İşte senin hakkında yapılan sü-i zan
budur. Eğer ihtiyatlı davranmazsak onların sonu şimdiden belli olurdu,"
demiş ve sormuştu: "Ey Sa'adl Senin Küfe'de bıraktığın vekilin
kimdir?" Sa'ad: "Abdullah bin İtMn'dır" diye cevap vermiş, bunun
üzerine, Hz. Ömer O'nu yerinde bırakmıştı. İşte Nihavend olayı ve onun meydana
gelişi Hz. Sa' d bin Ebi Vakkas zamanında idi.
Nihavend
olayı Ebü Abdullah zamanında meydana gelmişti. Yezdecird'in emri üzerine
Nihavend'de el-Firuzan kumandasında yüz elli bin İranlı savaşçı toplanmış
bulunuyordu. Bunun üzerine Sa'ad bin Ebi Vakkas, Hz. Ömer'e durumu bir mektupla
bildirmiş, sonra da durumu şifai olarak görüşerek şöyle demişti:
"Küfeliler senden kuvvetlerinin arttırılmasını ve savaşa büyük bir
şiddetle girişerek düşmanlarına heybetli görünmekte onlara izin vermeni
istiyorlar."
Bunun
üzerine Hz. Ömer Medine halkını toplayıp onlarla istişarede bulunmuş ve onlara
hitaben şöyle demişti: "İçinde bulunduğumuz bugün, sonrası devam edecek
bir gündür. Ben, benimle birlikte ve bana katılacak olanlarla oraya doğru
gitmeyi arzuluyorum. Bu iki şehir arasında orta bir yerde konaklayıp, Allah
fethi müyesser kılıncaya ve arzu ettiğim noktaya gelinceye kadar onlara destek
olmayı diliyorum. Eğer Cenab-ı Hak fethi müyesser eyler se onları kendi şehirlerinde
bırakıp geri dönerim."
Bu
konuşma üzerine Hz. Talha bin Ubeydullah şöyle dedi: "Ey Mü'minlerin
Emiri! İşler seni her konuda sağlam hüküm vermede tecrübeli kılmıştır.
Tecrübeler de senin sağlam bir görüş ileri sürmeni sağlamıştır. Sen arzu
ettiğin gibi ve kendi görüşüne başvurarak davran. Biz seni terk etmez ve senden
uzak durmayız. Bu işi sana bırakıyoruz. Sen bize emret, sana itaat edelim. Bize
bir yol göster, senin söylediklerine uyalım. Emret, atlarımıza binelim veya
bize komutan ol, senin emrine girelim. Bu işin Emiri sensin. Sen birçok
musibetle karşılaştın, birçok tecrübeden geçtin, savaş ile ilgili her konuda
uzmanlaştın."
Sonra
Hz. Osman kalkarak şöyle dedi: "Ey müminlerin emiri! Bence Şam ehline bir
mektup yazıp onların kendi ordularıyla, aynı şekilde Yemenlilerin oradaki
askerleriyle gelmelerini sağlaman ve Haremeyn'deki askerlerinle birlikte Küfe
ve Basra'ya doğru yönelip orada müşriklerle hep birlikte karşı karşıya gelmeniz
muvafık olur. Eğer sen ordunun başında oraya gidecek olursan Müslümanlara çokça
görünen bu düşman ordusu gözlerinde küçülecek ve sen en büyük şerefe nail
olacaksın. Sen bu sefere çıkacak olsan Araplardan sana katılmadık kimse kalmaz,
bu hususta her şeylerini feda eder, ellerinden gelen her şeyi, yaparlar. Bu
kendisinden sonraki günlerde meydana gelecek olayları etkileyecek bir gündür.
Sen ve yardımcıların bu sefere katılmalısınız. İşler Allah takdir ettiği gibi
olur. Bizim de başından sonuna kadar itaat ettiğimizi göreceksin."
Hz.
Ömer teşekkür etti. O'ndan sonra Hz. Ali bin Ebi Talib ayağa kalkarak şöyle
dedi: "Ey müminlerin emlri! Eğer sen Şamlıları kendi diyarlarından çekecek
olursan Bizanslılar onların üzerine saldırır, onların çoluğunu çocuğunu perişan
ederler . Yemenlileri de kendi ülkelerinden çekip çağırırsan aynı şekilde
Habeşliler de onların çoluk çocuğunu yok ederler. Ayrıca sen de buradan
ayrılacak olursan civardaki bütün Arap kabileleri yarımadanın dört bir
tarafından buraya saldırırlar. Bundan dolayı askerleri kendi yerlerinde bırak
ve Basralılara bir mektup yaz da üç ayrı kola ayrılsınlar. Onlardan bir grup
oradakilerin çoluk çocuğunu korumak üzere görevalsın. Diğer bir grup,
kendileriyle akitleştikleri kimselere karşı dursun. Üçüncü bir grup ise,
Küfe'deki diğer Müslüman kardeşlerine yardımcı kuvvet olarak gitsinler.
İranlılar zaten seni bekleyip duruyorlar. Oraya vardığın zaman ''İşte bu
müminlerin emlri, Arapların emlri'' deyip seni yok etmeye çalışacaklar.
İranlıların üzerimize gelmelerinden söz ettin ve bu gelişlerini hoş
karşılamadığını söyledin. Cenab-ı Allah, onların gelişlerinden senden daha çok
hoşlanmaz ve O, hoşlanmadığı bir hususu değiştirmede senden daha çok kadirdir.
Onların çokluklarına gelince; biz daha evvel karşımızdakilerin sayılarına
bakarak savaşmıyor Allah'ın yardımını dileyerek savaşıyorduk."
Sonra
Hz. Ömer: "İşte görüş dediğin budur! Benim de uymak istediğim fikir buydu.
Bana oraya göndermek üzere bir adam söyleyin de onu görevlendirivereyim. "
dedi.
Başka
bir rivayette ise, Hz. Talha, Hz. Osman ve onlardan başka bazı kimselerin Hz.
Ömer'e Medine'de kalması için tavsiyelerde bulundukları kaydedilmektedir. Sözün
doğrusunu Allah bilir.
Hz.
Ömer: "Bana görevlendireceğim bir adamı gösterin de oraya göndereyim ve bu
adam Irak sınırlarında kumandan olsun." dediğinde şöyle karşılık verdiler:
"Sen kendi ordunu daha iyi bilirsin. Onlar gelmiş senin önünde
bekliyorlar." Bunun üzerine Hz. Ömer: "Yarın ben onlar arasında bu
işe en ehil birini tayin edeceğim." demiş, bunun kim olduğu sorulduğunda
da: "Görevlendirmek istediğim kişi Nu'man bin Mukarrin
el-Müzeni'dir." deyince sahabeler: "Evet, işte O en iyisidir ve bu
işin ehlidir." diye karşılık vermişlerdir.
O
gün Nu'man'ın yanında Kufelilerden oluşan bir ordu vardı. Nu'man, bunlarla
birlikte Cünd-i Şapur ve Esus şehrine hücum etmişti. Hz. Ömer ona bir mektup
yazıp Mah şehrine giderek beklemesini emretmiş ve orada toplanacak diğer
ordularla birlikte Firuzan ve yanındaki İran askerleri üzerine hücum etmesini
emretmişti. Diğer bir rivayette, o sırada Nu'man, Kesker'de bulunuyordu. Burada
bulunduğu sırada Hz. Ömer'e bir mektup yazıp kendini bu görevden affetmesini ve
başka bir orduda görevlendirmesini istemişti. Hz. Ömer ise O'na bir emir
göndererek Nihavend'e gitmesini istemiş, Nu'man da Nihavend'e varmıştı.
Hz.
Ömer, Abdullah bin Abdullah bin İtban'a mektup yazıp Mah şehrinde Nu'man'ın
etrafında şu şu şekilde askerlerin toplanmasını istemişti. Nu'man, halkı buna
davet etmiş ve onları, dinlerinde imtihan edilmek ve manevi nasiplerini
almaları için, bu en son giden birliklere katmak üzere yola çıkarmıştı.
Müslümanlar
başlarında Huzeyfe bin el-Yeman ve O'nun yanında Nu'aym bin Mukarrin olmak
üzere yola çıkmış ve Nu'man'ın yanına varmışlardı. Ömer, Ahvaz'da bulunan
askerleri Farslılar'ın Müslümanlarla uğraşmamalarını sağlamak için Mukterib,
Harmele ve Zirr kumandanlığında ileri geçirdi. Bu askerler Tuhum, İsfahan ve
Fars illerinde ikamet edip Nihavendlilere gelecek İran yardımını kesmiş
oldular. Müslümanlar, aralarında Huzeyfe bin el-Yeman, Hz. Ömer'in oğlu ve
Cerır bin Abdullah el-Beceli, Muğire bin Şu'be ve diğerleri olmak üzere,
Nu'man'ın yanında bir araya gelmiş bulunuyordu. Müslümanların kumandanı Nu'man,
yanında Tuleyha bin Huveylid, Amr bin Ma'dikerib ve İbn Ebi Selma olan Amr bin
Seniyy'i düşmandan bazı haberler getirmek üzere düşman tarafına
gönderivermişti. Bunlar o gün sabahleyin çıkıp akşama kadar yol almışlardı.
Fakat Amr bin Seniyy geri dönmüş, ona neden geri döndün diye sorulunca şöyle
demişti: "Ben Acemlerin ülkesinde olmak istemem. Orası öyle bir ülkedir ki
cahilini öldürmüş, alimleri de orayı yok etmişlerdir." Ancak Tuleyha bin
Huveylid ve Amr bin Ma'dikerib yollarına devam etmişlerdi. Ertesi gün Amr bin
Ma'dikerib de geri dönmüş, ona da dönüşünün sebebi sorulunca şöyle demişti:
"Bir gece ve bir gündüz yol aldık. Hiç bir şey görmeyince geri
döndüm." Ancak Tuleyha yoluna devam edip Nihavend'e kadar gitmişti.
Tuleyha, Müslümanların Nihavend'e yirmi küsur fersah uzaklıkta olduklarını
tespit etmişti. Tuleyha'nın geciktiğini gören Müslümanlar acaba Tuleyha irtidat
mı etti demişlerdi. Tuleyha onların bu sözünü duyunca geri dönmüş, O'nu
gördüklerinde tekbirler getirmişlerdi. Tuleyha onlara "Size ne
oluyor?" diye sorunca onlar kendisine korktukları durumu bildirmişler, O
da şöyle cevap vermişti: "Allah'a yemin ederim ki Arap asıllı peygamberin
getirmiş olduğu bu dinden başka geçerli bir din olsaydı, bu hınbıl Acemleri bu
Arab-ı Aribe'ye doğratmazdım." Tuleyha daha sonra Nu'man'a, Nihavend ile
aralarında hiç bir engelin ve hiç bir kimsenin olmadığını bildirmişti.
Nu'man
askerlerini iyice donatıp yola koyulmuştu. Nu'man'ın yanında bulunan askerler
otuz bin civarında idi. Nu'man öncülerin başına Nu'aym bin Mukarrin'i, sağ ve
sol kanatlara da Huzeyfe bin el-Yeman ve Süveyb bin Mukarrin'i tayin etmiş,
kılıçlıların başına Ka'ka' bin Amr'ı, yayaların başına da Mücaşi' bin Mes'üd'u
getirmişti. Medine'den Muğire bin Şu'be kumandasında gelen kuvvetler de
Nu'man'a ulaştı. Müslüman kuvvetler İspizihan'a vardıklarında İranlılar da
kumandanları Firuzan'ın emrinde tabyalarını tam teşekkül ettirmişti. Sağ ve sol
kumandanlıklarında da ez-Zerdak ve Behmen Cazuveyh bulunuyordu. Behmen
Cazuveyh, Zi'l-Hacib'in yerinde görevlendirilmişti. Kadisiye'den ayrılan bütün
İranlılar Nihavend'e, Firuzan'ın emrine koşup gelmişti. Nu'man düşman ordusunu
gördüğü anda tekbirler getirmiş ve Müslümanlar da O'na tekbirlerle
katılmışlardı. Onları gören Acemler birden sarsıntı geçirmişler ve Müslümanlar
da ağırlıklarını ve ordugahlarını hazırlamış, Nu'man'ın çadırını kurmuşlardı.
Aralarında Huzeyfe bin el-Yeman, Ukbe bin Amir, Muğire bin Şu'be, Buşeyr bin
el-Hassasiyye, Hanzala el-Katip ve Cerir bin Abdullah el-Beceli, Eş'ab bin
Kays, Said bin Kays el-Hemdani ve Vail bin Züc ve diğerlerinin bulunduğu birçok
kimseyle birlikte Küfe'nin ileri gelenleri Nu'man'ın karargahını kurmuşlardı. Bunlar
gibi Irak'ta iyi karargah kurup çadır yerleştiren kimseler az bulunurdu.
Nu'man,
ordugahın kurulmasından sonra birden savaşa girmiş, çarşamba ve perşembe
günleri şiddetli çarpışmalar meydana gelmiş ve nihayet düşman cuma günü kendi
hendeklerine gizlenivermişti. Böylece Müslümanlar onları bulundukları yerlerde
kıskıvrak kuşatıvermiş oldular. Ancak İranlılar canları istedikleri zaman
gizlendikleri yerlerden çıkıyorlardı. Bu durumun uzun bir zaman alacağını
anlayan Müslümanlar endişeye kapılmışlardı. Hatta bir gün Müslümanların ileri
gelenlerinin bir araya gelip görüştükleri bir toplantıda görüş alışverişinde
bulunulmuş ve aralarında şu konuşmalar geçmişti: "Düşmanımızın
istediklerinde yerlerinden çıktıklarını görüyoruz." Kendisine durumu anlattıklarında
Nu'man da onların bu düşüncelerine katılmış; asker içinde bulunan ve iyi görüş
sahibi olabilecek kimseleri toplayıp istişarede bulunmuş, onlara şöyle hitap
etmişti: "Düşmanın böyle kalelerinde gizlenip durduklarını, savaşa
istedikleri zaman çıktıklarını, Müslümanların ise onları yerlerinden çıkarmaya
şu anda güçlerinin olmadığını, dolayısı ile içinde bulundukları sıkıntıyı
görüyorsunuz. Biz bu düşmanı savaş meydanına nasıl çıkarabiliriz? Bu konudaki
görüşleriniz nelerdir? Bu gizlenmelerin uzayıp gitmesinden nasıl
kurtulabiliriz?" Bu soru üzerine orada bulunanlar arasında yaşça en
büyükleri olan Amr bin Seniyy söz almıştı. O, aralarında konuşma örfü olarak en
yaşlılarının söze başlaması gerektiğinden dolayı söz almıştı. Amr şöyle
demişti: "Onların bu şekilde kuşatılıp durmaları onlar için sizin böyle
durup beklemenizden daha zor bir durumdur. Onun için onları bu şekilde
bekleyin. Onlardan savaş meydanına çıkanlarla savaşın ve savaşa bu şekilde
devam edin." O'nun bu görüşünü kabul etmemişlerdi.
Amr
bin Ma'dikerib ise şöyle demişti: "Onlarla çarpışmaya ve onları
sıkıştırmaya devam et ve onlardan asla korkma." Fakat Müslümanlar O'nun da
bu görüşünü reddederek şöyle demişlerdi: "Biz şu anda duvarlardan başka
neyle çarpışıp duracağız. Karşımızda bu duvarlardan başka bir şey var mı
ki?"
Tulayha
ise şöyle demişti: "Bence onlara bir grup süvari gönderelim, onlarla
savaşadursunlar. İyice savaşa tutuştukları anda bizimkiler yenilmiş gibi
görünerek birden bize doğru kaçmaya başlasınlar. Biz düşman yanımıza gelinceye
kadar onları durdurmayalım. Bizi bu şekilde görünce onlar üzerimize saldıracak
ve yerlerinden çıkmış olacaklardır. İşte o zaman biz onlarla Allah bizlere
hükmünü verinceye kadar çarpışıp dururuz."
Başkumandan
Nu'man, Ka'ka' bin Amr'ı emrindekilerle birlikte düşman tarafına göndermiş,
onları yerlerinden söküp atmasını ve kendisine doğru çekmesini istemişti. Ancak
düşman ordusu asla kaçmamak üzere ahitleşmiş, demirden dağlar haline
gelmişlerdi. Yedişer yedişer birbirlerine iyice kenetlenmiş ve geriye
kaçmamaları için demir kazıklara bağlanmışlardı. Ka'ka' ve arkadaşları onlarla
karşı karşıya gelince yavaş yavaş geri çekilmeye başlamış, bunun üzerine
İranlılar Müslümanların ganimetlerini toplamaya başlamışlardı. Gerçekten
Tulayha 'nın tahmin ettiği durum meydana gelmiş ve Müslümanlar bunu görünce:
"Evet, evet; tahmin ettiğimiz gerçekleşiyor" demişlerdi. Düşman
ordusu öyle bir şekilde yerlerinden ayrılıp geliyordu ki, şehir kapılarını
bekleyen bekçilerden başka kimse orada kalmamıştı. Nihayet Ka'ka'
yanındakilerle birlikte Müslümanların yanına ulaşmış ve İranlılar kendi
kalelerinden tamamen uzaklara varmışlardı. Müslümanlar da günün tam ortasında
savaş durumu almış bekliyorlardı. Nu'man Müslümanlara kendilerine emir vermedikçe
yerlerinden ayrılmamalarını ve savaşa girmemelerini söylemişti. Onlar da
Nu'man'ın bu dediklerine uymuş ve ok atmamakta sabırlı davranmışlardı. Nihayet
düşman ordusu yaklaşmış, onlardan bir kısmını yaralayıncaya kadar ok yağmuruna
tutmaya devam etmişlerdi.
Bu
durumu gören Müslümanlar Nu'man'a şikayette bulunup: "İçinde bulunduğumuz
bu halimizi görmüyor musun ve hala neyi bekliyorsun? Müslümanlara savaş için
izin vermeyecek misin?" demişler, Nu'man ise:
"Yavaş
yavaş, acele etmeyin" diye cevap vermiş ve Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in düşmana karşı savaşa giriştiği en uygun saat olan zeval vaktini
beklemeye koyulmuştu.
Gerçekten
o zeval vakti yaklaştığı zaman Nu'man atına atlamış ve süratle Müslümanların
önünde atını koşturmuş, elinde sancak tutan kumandanların yanına varıp gerekli
talimatları vererek onları savaşa teşvik etmiş ve zafere kavuşmalarını temenni
etmişti. Ayrıca Nu'man onlara şunu bildirmişti:
"Ben
üç sefer tekbir getireceğim. Siz de üç sefer arkamdan tekbir getirin. Ben hücum
ettiğim anda siz de hücum edin. Öldürüldüğüm takdirde benden sonra sizin
başkanınız Huzeyfe'diL Huzeyfe de öldürülürse benim yerime falandır." Arka
arkaya yedi isim saymıştı, bunların en sonuncusu da Muğire bin Şu'be idi. Sonra
şöyle dua etmiş idi: "Allah'ım! Dinimi aziz kıl ve kullarına yardımcı ol!
Bu kulların içinde de ilk şehit olarak şahadeti Nu'man'a nasip eyle ve senin
dinini şerefli kıl ve kullarına yardım et Yarabbi."
Diğer
bir rivayette Nu'man'ın şöyle söylediği kaydedilir: "Allah'ım! Bu fetih ve
zaferle beni sevindirmeni ve İslam'ı aziz kılmanı ve benim ruhumu şehit olarak
almanı temenni ederim." Müslümanlar O'nun bu sözleri üzerine ağlamaya
başlamışlardı. Nihayet Nu'man yerine dönüp üç sefer tekbir getirmiş ve
Müslümanlar da emrini yerine getirmişler ve savaşa hazır olduklarını
göstermişlerdi. Nihayet Nu'man ve arkasından Müslümanlar büyük bir hamle ile
savaşa girişmiş, sancağı ile avının üzerine atılan bir kartal gibi savaş
alanına atılmıştı. Nu'man, sarığı ve elbisesinin beyazlığıyla görünüp
tanınıyordu. Aralarında çok şiddetli çarpışmalar meydana gelmiş ve hiç kimse o
güne kadar böyle bir savaşın olduğunu duymamıştı. çarpışma sırasında zırh
seslerinden başka duyulan bir şey yoktu.
Müslümanlar
da bu çarpışmalarda çok mükemmel bir şekilde sabretmiş ve direnmişlerdi.
Nihayet İranlılar yenilmiş, onlardan birçok kimse öldürülmüştü. Savaş zeval
vaktinden akşama kadar sürmüştü. Savaş meydanında o kadar kan birikmişti ki
oraya basan insanlar veya atlar kan üzerinde kayıveriyorlardı.
Gerçekten
Nu'man bu büyük zaferi gözüyle gördükten sonra Cenab-ı Hak duasını kabul etmiş
ve savaşta şehit olmuştu. Nu'man'ın bir rivayete göre atının ayağı kaymış ve bu
yüzden öldürülmüştü. Diğer bir rivayette ise, yan tarafına isabet eden bir okla
şehit olmuştu. Kardeşi O'nu bir örtü ile örtmüş, sancağı alarak Huzeyfe'ye
götürüp teslim etmiş, Huzeyfe de sancağı alıp Nu'man'ın yerine geçmiş ve kendi
yerini de Nuaym'a bırakmıştı. O anda Muğire bin Şu'be onlara şöyle demişti:
"Müslümanların morali bozulmasın ve onlara bir korku gelmesin diye
Allah'ın hakkınızda ve düşman hakkında vereceği hüküın gelip çatana kadar
kumandanınızın ölüm haberini gizli tutunuz." Gerçekten öyle yapmışlar ve
savaşa devam etmişlerdi. Gece karanlık basınca ınüşrikler büyük bir hezimete
uğrayıp kaçmaya başlamışlar, Müslümanlar da onları kovalayıp peşlerini
bırakmamışlardı. Arkalarında bıraktıkları o ateş çukurlarına varınca orada arka
arkaya düşmeye başlamışlardı. Onlardan birisi düşünce ona bağlı olan diğer altı
kişiyi de arkasından sürüklüyor ve bu şekilde arka arkaya ölüp gidiyorlardı.
Savaş alamnda öldürülenleI'in dışında bu izdiham esnasında yüz bin kişiye yakın
adam ölmüştü.
Diğer
bir rivayette, bu izdiham anında ateşte ölenlerin seksen bin, savaşta ölenlerin
ise otuz bin kişi oldukları kaydedilir. Kaçanlardan başka kurtulan olmamıştı.
Kumandanları Firuzan da kaçanlar arasında idi. Kaçarak kurtulmuş ve Hemedan'a
yönelmişti. O arada Nuaym bin Mukarrin ve arkasında da Ka'ka', O'nu
kovalamışlar ve Hemedan'ın önlerinde yetişmişlerdi. O sırada bal yüklü büyük
bir kervan ile karşı karşıya gelen Firuzan bir türlü kaçamamış, kervancılar
atını sıkıştırmışlardı. Bu arada Firuzan ileri gidemeyeceğini anlayınca atından
inmiş ve dağa doğru yaya olarak kaçmaya başlamıştı. O'nu gören Ka'ka' da aynı şekilde
yaya olarak takip etmiş ve Müslümanların da yetişmeleriyle Firuzan'ı
öldürmüşler ve şöyle demişlerdi: "Allah'ın baldan gönderdiği orduları
vardır. " Bu bala olduğu gibi el koyan Müslümanlar olaya "Bal
Olayı" adını vermişlerdi.
Müşrikler
kaçıp Hemedan'a gitmiş, Müslümanlar da onları kovalayıp şehrin içine kaçan
düşmanları dışardan kuşatmışlardı. Hemedan'ın kumandanı bulunan Hüsrev Şünum bu
durumu görünce Müslümanlardan eman dilemiştİ. Zafer tamamen Müslümanların
lehine sonuçlanınca, Müslümanlar kumandanları Nu'man bin Mukarrin'i sormaya
başlamışlardı. Kardeşi Ma'kil onlara şöyle demişti: "Canab-ı Allah
kardeşiniz Nu'man'ın gözünü aydın kılmış ve hayatını şahadet ile sona
erdirmiştir. İşte kumandanınız Huzeyfe'dir, O'na tabi olunuz."
Müslümanlar
Nihavend'e bu büyük zaferden sonra girdiklerinde bir sürü mal, eşya, her türlü
ev eşyası ele geçirmiş, bütün bunları bir araya toplayarak Saib bin el-Akra'a
teslim etmişlerdi. Nihavend'de ikamet eden Müslümanlar Ka'ka' ve Nuaym
kumandasında Hemedan'a giden kardeşlerinden haber almak üzere
bekleyeduruyorlardı. Bu arada Mecusi tapınağı yöneticisi olan Hirbiz
Müslümanlara gelip eman dilemiş ve bu isteği kumandan Huzeyfe'ye iletilmişti.
Hirbiz, Huzeyfe'ye şöyle dedi: "Bana ve dilediğim kimselere eman verecek olursan
Kisra'nın bende emanet olarak bıraktığı bütün zahire ve hazinesini sana
vereceğim." Bunun üzerine Huzeyfe olumlu cevap vermiş ve aldığı bu
mücevheratı bir kap içerisine doldurup humuslarla birlikte, Saib bin el-Akra'
es-Sekafi'ye vererek Hz. Ömer'e göndermişti. Bu Saib bin el-Akra' es-Sekafi
gayet iyi muhasebe bilen bir katipti. Hz. Ömer O'nu İranlı Müslümanlara
gönderip şöyle demişti: "Eğer Cenab-ı Hak Müslümanlara burada bir zafer
nasip ederse ganimetten kendilerine isabet eden hisselerini ver ve geri kalan
beşte biri al getir. Fakat bu askerler şayet hezimete uğrayacak olursa bil ki
Cenab-ı Allah'ın yerin derinliklerinde sakladığı nimetleri yeryüzünde
bulunanlardan çok daha fazladır."
Saib
şöyle anlatır: "Cenab-ı Hak Müslümanlara Nihavend'de zafer nasip edince
yukarıda sözü edilen tapınak görevlisi iki kap içerisinde hazırlamış olduğu bir
sürü inci, yakut ve zümrütten oluşan mücevheratı getirdi ve bunlar ganimetlerin
beşte biri ile birlikte Hz. Ömer'e gönderildi. Hz. Ömer, Nihavend'den haber
alamadığı için geceleri bir türlü uyuyamıyor, hüzün ve keder içinde haber
bekleyip duruyordu. Nihayet bir gün Nihavend'e katılan Müslümanlardan bir
tanesi bazı işlerini halletmek üzere Medine'ye dönmüş, Hz. Ömer onu geceleyin
karşılayıp: ''Nereden geliyorsun?'' diye sormuş, adam: ''Nihavend'den
geliyorum.'' deyip Allah'ın nasip ettiği zaferi ve Nu'man'ın şehit edildiğini
haber vermişti. Ertesi gün sabah olunca bu adam Nihavend hakkında üç gün üst
üste Müslümanlara bilgi vermişti. Hz. Ömer bu adama sorular sormuş ve ondan
cevaplar almıştı. Fakat Hz. Ömer: ''Bu cinin getirdiği posta haberidir.''
demişti. Nihayet asıl haberci gelip Hz. Ömer'e gerçek haberi verdikten sonra
Nihavend'deki zaferi anlatmış, fakat Nu'man'ın şehit edildiğinden söz
etmemişti. Saib: ''Hz. Ömer bir gün öncesinden çıkıp Nihavend'den gelecek
haberleri bekliyordu.'' der ve ekler: ''O'na vardığım zaman bana şöyle dedi:
'Neler oldu? Arkanda neler bıraktın?' Ben de: 'Hayırlı şeyler bıraktım ey
müminlerin emiri! Allah sana büyük bir zafer ve fetih hediye etti. Nu'man bin
Mukarrin de şehit oldu.' diye cevap verdim.'' Hz. Ömer: ''Biz Allah'ınız ve
tekrar Allah'a dönücüleriz.'' diye söylenip hıçkıra hıçkıra bitkin bir hale
düşünceye kadar ağlayıp durmuştu. Bu perişan halini gördüğüm zaman O'na: ''Ey
müminlerin emiri! Nu'man'dan sonra gerçekten hiç bir kimse şehit olmadı, ancak
bilinmeyen bazı askerler şehit oldu.'' dedim. O zaman Hz. Ömer şöyle dedi:
''İşte onlar Müslümanların müstez'af (zayıf, zaafa uğratılmış, güçten
düşürülmüş) olanlarıdır. Ancak Cenab-ı Allah'ın kendilerine şahadet nasip
ettiği kimselerin yüzleri ve nesepleri mutlaka bilinecektir. Fakat Ömer'in
bunları bilmesi neyi ifade eder?'' Sonra iki kap içinde getirdiğim inci, yakut
ve zümrütleri takdim ettim. Hz. Ömer bu ganimetleri Beytü'l-mal'a koydu ve
bunları sonra görüşeceğiz diyerek haydi sen ordunun yanına koşuver diye emir
verdi. Ben de hemen emrine uyarak süratle Küfe'ye vardım.
Ertesi
gün yola çıktıktan hemen sonra arkamdan birisini gönderip beni geri çağırdı.
Fakat bu adam bana Küfe'ye kadar yetişememişti. Ben Küfe'ye varıp da devemi
ıhtırdıktan çok kısa bir süre sonra gelip devesini benim devemin ıhtırıldığı
yerde ıhtırdı ve bana şöyle dedi: ''Koş, Emiru'l-mü'minin seni çağırıyor. Beni
seni çağırmak üzere gönderdi. Sana yolda bir türlü yetişemedim.'' Bunun üzerine
ben de onunla birlikte deveme binip Hz. Ömer'in huzuruna vardım. Hz. Ömer beni
görünce şöyle dedi: ''Benim ve Saib'in başına gelen musibetler nedir?'' Ben de
ona ''Peki neden?'' diye sordum. ''Yazıklar olsun sana! Senin çıkıp gittiğin o
gece melekler sürekli olarak bana bu iki kabın yanıp durduğunu söylediler ve
şöyle dediler: 'Seni bu zümrüt ve incilerle yakacağız.''' Ben de dedim ki:
''Onları mutlaka Müslümanlar arasında paylaştıracağım.'' ''İşte al bunları
götür ve benden uzak tut. Onları Müslümanlara geri ver. Bunlar onların hakkı ve
rızıklarıdır.'' dedi." es-Saib de şöyle der: "Onları alıp Küfe
mescidine götürdüm. Amr bin Hureys el-Mahzumi onları benden iki milyon dirheme
satın aldı. Sonra o da onları alıp Acem diyarına götürmüş, dört milyon dirheme
satmıştı. Nihavend'de taksim edilen ganimetlerden süvariler altı bin, yayalar
da ikişer bin dirhem almışlardı. "
Nihavend'den
getirilen esirler Medine'ye vardıklarında Muğıre bin Şu'be'nin kölesi Ebu
Lü'lü'e esir çocukların başını okşamış, ağlamış ve şöyle demişti: "Ömer
ciğerimi parçaladı." Ebu Lü'lü'e Nihavend'den olup O'nu Rumlar esir
almışlar ve Müslümanlar da Rumlardan harb ganimeti olarak ele geçirmiş, esir
olarak Muğıre bin Şube'nin eline geçmişti.
Müslümanlar
Nihavend zaferini "Fetihlerin Fethi" diye adlandırıyorlardı. Çünkü
gerçekten bu zaferden sonra Sasallilerin hakimiyetine tamamen son verilmiş ve
onların ülkesi tümüyle Müslümanların eline geçmişti.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
BU YILIN
OLAYLARI:
HEMEDAN, MAHAN
ve DİĞER ŞEHİRLERİN FETHİ
MÜSLÜMANLARIN
ACEM DİYARINA GİRMELERİ
MUĞİRE BİN
ŞU'BE'NİN KUfE'YE VALİ OLARAK TAYİN EDİLMESİ