VASİYET |
ÖLÜM HASTALIĞINA İLİŞKİN
HÜKÜMLER
Bir hastalığın [ölüm
ihtimali söz konusu olacak şekilde] korkutucu boyuta ulaştığını zannettiğimizde
bu kişinin, terikesinin üçte birini aşan kısımdaki bağışları yürürlük kazanmaz.
Kişi bu hastalıktan iyileşirse bu tasarruflar yürürlük kazanır.
Bir hastalığın korkutucu
boyutta olmadığını zannettiğimiz durumda kişi ölürse, şayet ölüm aniden
gerçekleşmişse yaptığı [bağış şeklindeki] tasarruflar yürürlük kazanır. Aksi
takdirde bu, korkutucu [ölüm hastalığı]dır.
Bir hastalığın korkutucu
olup olmadığı konusunda şüphe ettiğimizde durum ancak hür ve adil iki doktorun
vereceği haberle netlik kazanır.
Kolon kanseri, karaciğer
zarı iltihaplanması (karaciğer kanseri), sürekli burun kanaması, hiç dinmeyen
ishal, kalp rahatsızlığı, felç başlangıcı, yemeğin sindirilmeksizin vücttan
atılması, yemeği n şiddet ve acıyla vücuttan çıkması, dışkı ile birlikte kan
gelmesi, sürekli var olan sıtma veya dört günde bir olan dışındaki diğer
sıtmalar ölümcül hastalık olarak kabı edilir.
Mezhepte esas alınan
rivayete göre, esir aldıkları Müslümanları öldürme şeklinde bir uygulaması
bulunan kafirlerin eline bir müslümanın esir düşmesi, güçleri birbirine denk
iki ordunun savaş meydanında birbirine girmesi, bir kimseye kısas veya recim
cezası infaz edilmek üzere idam yerine getirilmesi, gemiye binen kimseler
açısından şiddetli fırtına ve büyük dalgaların olması, doğum sancısı, kadının
doğum sonrasında doğum kesesi çıkmamış haldeki durumu da ölüm hastalığı durumu
gibi kabul edilir.
Bu bölümde, kişinin mal
varlığının üçte birini aşacak derecede bağış tasarrufları yaptığında bu
tasarruflarının kısıtlanmasını gerektiren ölüm hastalığı ve onun gibi
değerlendirilen durumlar ele alınmaktadır. Nevevi önce birinci kısmı ele alarak
şöyle demiştir:
104. Bir hastalığın
-çoğunlukla olmasa bile nadir olmayacak şekilde ölümcülolacağına dair bir zanna
sahip olursak, kişinin malvarlığının üçte birini aşan teberru işlemi yürürlük
kazanmaz, aksine askıda (mevkuf) kalmış olur. Çünkü üçte biri aşan kısımda bu
kişinin tasarrufları kısıtlanmıştır.
Not: Nevevi'nin "bu kişinin tasarruHarı
yürürlük kazanmaz" şekilde herhangi bir kayıt koymaksızın zikrettiği ifade
şu açıdan sorunludur:
Şayet işin iç yüzünü
dikkate alırsak, kişinin hastalığının ölüm hastalığı olduğunu zannetmemiz ile
böyle zannetmememiz arasında bir fark yoktur. Çünkü bu durumda hükmün dayanağı
"ölüm hastalığı zannı" değil, bizzat ölüm hastalığının kendisidir.
Şayet işin dışa yansıyan
boyutunu dikkate alırsak bu hüküm alimlerin çoğunluğunun görüşüne aykırı olmuş
olur. Çünkü alimler şöyle demişlerdir: "Bir kimse ölüm hastalığı sırasında
cariyesini azat etse, cariyenin velisinin onu evlendirmesi caiz olur; çünkü dış
görünüm açısından bu cariye hürdür. Azat eden kişinin sonradan borcunun ortaya
çıkması ihtimali dikkate alınmaz."
Azat işleminin kesin
olarak yürürlük kazanacağını kabul ediyorsak vasiyet sahih olmaya devam eder.
Aksi durumda [yani azat işleminin kesin bir biçimde yürürlük kazanmasını kabul
etmiyorsak] şayet mirasçı bunu onaylar ve biz de bu onaylamanın "yürürlük
kazandırma" anlamına geldiğini kabul edersek bu durum, terikenin üçte
birinin yeterli olması gibi kabul edilir. Mirasçının kabul etmesinin onun
tarafından ilk olarak yapılmış bir bağış olduğunu kabul edersek ve mirasçı da
bunu onaylar veya reddederse, işlemin fasid olduğu anlaşılmış olur.
İbnü'l-Haddad şöyle
demiştir: "Cariyenin velisinin onu evlendirme hakkı yoktur."
Alimlerin yukarıdaki
görüşü de İbnü'l-Haddad'ın bu görüşü dikkate alınarak ortaya konulmuştur.
Zerkeşi şöyle demiştir:
"İki görüşün ortak bir noktada uzlaştırılabilmesi için alimlerin
ifadesinde yer alan "mevkuftur" ifadesinin "devam etmesi ve
bağlayıcılığı askıda kalır" şeklinde anlaşılması uygun olur."
105. [Ölüm hastalığı
esnasında, malvarlığının üçte birini aşacak şekilde bağışlarda bulunan kimse]
hastalıktan kurtulursa, daha önce yaptığı bağışlar yürürlük kazanır, çünkü bu
durumda kişinin tasarruf anında kısıtlı olmadığı anlaşılmış olur.
106. Kişi o hastalıktan
ölürse, veya Nevevi'nin Beğavı'ye tabi olarak belirttiğine göre bir göçük
altında kalmak, boğulmak, öldürülmek veya yüksekçe bir yerden düşmek suretiyle
ölürse, yapılan bağışların malvarlığının üçte birini aşan kısmı yürürlük
kazanmaz.
107. Yukarıdaki
hükümler, hastalığın kişinin öleceğine kesin hükmedilme durumuna varmadığı
sürece geçerlidir. Şayet hastalık bu dereceye varırsa, örneğin kişinin gözleri
kirpiklerde bir kımıldama olmaksızın bir noktaya dikilip kalırsa, canı boğazına
gelirse veya boğazı kesilir, yahut karnı deşilir de mide ve bağırsakları dışarı
çıkarsa, yüzmeyi bilmediği halde suya batıp suyun içinden çıkamaz hale gelirse
bu durumda iken kişinin yapacağı vasiyet veya başka tasarruflar dikkate
alınmaz. Bu durumda olan kişi, ileride cinayetler bölümünde geleceği üzere
ölmüş gibi kabul edilir.
108. Kişinin
hastalığının ölümcül derecede olmadığını zannettiğimizde kişi bu hastalıktan
ölürse bakılır:
> Bu hastalıktan ölme
halinde "kişinin aniden öldüğü" söyleniyorsa, örneğin diş ağrısı veya
göz ağrısı olan birisi ölmüş olsa, kişinin bu haldeyken yaptığı bağış işlemi
geçerli olur.
> Bu hastalıktan
ölme, "aniden ölüm" olarak nitelenmiyorsa, örneğin kişi bir iki gün
ishal olduktan sonra ölmüş olsa, bu, ölüm hastalığı olarak kabul edilir. Yani
ölümün bu hastalığa bitişmesiyle, bunun ölüm hastalığı olduğu anlaşılmış olur.
Buradan bir veya iki gün süren ishalin ölüm hastalığı olduğu anlamı çıkmaz.
Dolayısıyla bununla birazdan gelecek hüküm arasında bir çelişki yoktur.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Ölüm olayı bir hastalığa bitişik olarak gerçekleşirse bu
hastalığın, ölüm hastalığı olduğu anlaşılmış olur. Aksi takdirde bu hastalığın
ne olduğunu bilmemizin bir yararı yoktur.
Buna şu şekilde cevap
verilir: Kişi, böyle bir hastalık esnasında başkası tarafından öldürülse veya
boğulsa, şayet o hastalığın ölüm hastalığı olduğuna hükmedersek bu şahsın
bağışları geçerli olmaz, aksi takdirde geçerli olur.
109. Kişinin
hastalığının korkutucu olup olmadığı konusunda şüphemiz varsa tıb konusunda
uzman, hür ve adalet sahibi yani şahitliği kabul edilen iki doktorun sözü
olmadıkça bunun ölüm hastalığı olduğu sabit olmaz. Çünkü buna vasiyet lehdarı
ve mirasçı gibi insanların hakları taalluk etmiştir. Dolayısıyla tıpkı diğer
konularda olduğu gibi burada da şahitlik şartları dikkate alınır.
110. Nevevi'nin
"iki doktor" ifadesinden bunların tıbbı bilen kimseler olduğu
anlaşılmaktadır. "Adil" ifadesinden bu doktorların Müslüman ve
mükellef olmaları gerektiği anlaşılmaktadır; çünkü bu ikisi adaletin
şartlarındandır. Birden fazla kadın veya bir kadın ile iki erkeğin vereceği
haber ile ölüm hastalığı sabit olmaz; çünkü burada amaç malolsa bile bu, mal
dışındaki bir konuda yapılan şahitliktir. Ancak hastalık, bir kadına ait gizli
bir illet ise ve bu hastalığa genellikle erkekler muttali olamıyorsa bu durumda
zikredilen kimselerin vereceği haberle de hastalık sabit olur.
Not: Nevevi"nin ifadesi şunu ıma etmektedir:
"İki doktor, hastalığın ölüm tehlikesi taşımadığını bildirseler onların
şahitliği kabul edilir." Mütevelll bunun olumsuzlamaya ilişkin bir
şahitlik olduğunu belirterek buna aykırı görüş belirtmiş olsa bile Rafiı ve
Nevevi'nin açıkça belirttiği üzere hüküm böyledir; çünkü buradaki olumsuzlama
belirli bir meseleye ilişkindir.
İki doktor "bu
hastalık görünürde ölümcül olmamakla birlikte, bundan ölüm tehlikesi bulunan
hastalıklar meydana gelir" veya "bu hastalık nadiren ölüme yol
açabilir" demişlerse, söz konusu hastalık ölüm hastalığı olarak kabul
edilmez.
Bağışta bulunan kimsenin
ölümünden sonra, mirasçı ve kendisine bağış yapılan kişi hastalığın ölümcülolup
olmadığı konusunda anlaşmazlığa düşseler, kendisine bağış yapılan kişinin sözü
kabul edilir; çünkü hastalığın ölümcülolmaması asıldır. Mirasçının [hastalığın
ölümcülolduğuna dair] delil getirmesi gerekir.
Nevevi', nelerin ölümcül
hastalık olduğuna dair zikrettiği örnekler sebebiyle ölümcül hastalığın
tanımını yapma gereği duymamıştır.
111. Kolon kanseri
ölümcül hastalıklardandır. Rafil' nin belirttiğine göre bu hastalık durumunda
kişinin yediği yemek bağırsaklarında kalır, aşağıya inmez. Bu hastalık
sebebiyle kişinin beynine doğru bir buhar yükselir ve bu da ölüme sebep olur.
Buna Arapça'da kulenc denildiği gibi kolon da denilmektedir. Bu hastalık
esnasında incir ve üzüm yemek, yemek yedikten sonra ishal veya kusmak suretiyle
mideyi boşaltmak iyi gelir. Kişinin gazı bağırsağında bekletmesi ve soğuk su
kullanması bu hastalığa yakalanan kişiye zarar verir.
Ezrai şöyle demiştir:
"Bunun ölümcülolması buna alışkın olmayan kimse içindir. Şayet bir kimse
etrafta görüleceği üzere bu hastalığa çokça yakalandığı halde iyileşiyorsa o
şahıs açısından bu hastalık ölümcül değildir."
Şu söylenebilir:
Ezrai'nin belirttiği hastalık ilk kısımdakinden farklıdır; zira doktorların
belirttiğine göre bu hastalığın birkaç türü bulunmaktadır.
112. Akciğer iltihabı
[zatü'l-cenb hastalığı] da ölümcül hastalıklardandır. İmam Şafii bu hastalığı
"zatu hasıra" diye isimlendirmiştir. Bu hastalık, insanın yan
kısmında şiddetli ağrılarla başlayan yaraların ortaya çıkması, sonra ölüme
yakın yan tarafın delinmesi ve bunun sonucunda ağrıların hafiflemesi ile
seyreder. Bu hastalık, kalp ve ciğere yakın olduğundan ölümcül kabul
edilmiştir. Nefes darlığı, sürekli öksürük ve sıtma, kaburgaların alt kısmında
şiddetli ağrı bu hastalığın alametlerindendir. Yüce Allah bizleri bu
hastalıklardan korusun.
113. Sürekli yani çok
miktarda olan burun kanaması da ölümcül hastalıklardandır; çünkü bu, insanda
kan kaybına yol açar ve insanı güçten düşürür. Az miktarda olan ve sürekli
olmayan burun kanaması böyle olmayıp bunun bedene yararı vardır.
114. Uzun süre devam
eden ishal [zehirli ishal] de ölümcül hastalıklardandır; çünkü bu, insana beden
sıvısını kaybettirir ve insanı bitkin hale düşürür. Bir veya iki gün süreli
olan is hal ölümcül değildir. Ancak alimlerin sözlerinden anlaşıldığına göre
ishalle birlikte hayat! organların birinden kan gelirse veya ishalle birlikte
karında bir yarık meydana gelir ve ve kişi yediklerini midesinde tutamaz hale
gelir, yedikleri sindirilmeden dışarı çıkarsa o zaman ölümcül hastalık olarak
kabul edilir.
115. Kalp hastalığı da
ölümcül hastalıktır. Bununla birlikte insan normalde uzun süre yaşayamaz.
116. Felç başlangıcı da
[şok hali] ölümcül hastalık kabul edilir. Bu, bedenin uzunlamasına olarak bir
bölümünün sarkması [yani işlemez hale glmesidir.] Herhangi bir organın felç
olmasına da bu isim verilir. Felcin sebebi kişiden aşırı miktarda sıvı ve
balgam gelmesidir. Felcin başlangıç halinin ölümcül kabul edilmesinin sebebi
şudur: Şok hali ilk meydana geldiğinde insan bedeninde tabi olarak var olan
vücut ısısını yok edebilir. Devam ettiğinde ise ölümün derhal gerçekleşmesinden
korkulmaz, dolayısıyla bu, ölümcül bir vak'a kabul edilmez.
117. Eş-Şerhu'l-Kebir,
eş-Şerhu's-sağir ve er-Ravda'da belirtildiği üzere ishalle birlikte alınan
gıdaların çıkması da ölümcül vak'a olarak kabul edilir. Nevevi, "devam
eden ishal" ifadesinden sonra bunu zikretmiş olsaydı daha iyi olurdu;
çünkü bu ifade onun devamı mahiyetindedir. Nitekim Rafii el-Muharrer'de böyle
yapmış ve "ishal şayet sürekli olursa ... " demiştir.
118. Aynı şekilde alınan
gıda maddesi, istihale geçirmemiş bir şekilde [sindirilmemiş halde] vücuttan
aynen çıktığında da ölümcül bir hastalık söz konusu olmuş olur. (148)
119. İshal olan kişinin
aldığı gıda maddesi şidetli ve ağrılı bir şekilde vücuttan çıkıyorsa veya çok
çabuk vücuttan çıkıyor ve bu ağrı kişinin uyumasına engeloluyorsa yahut şiddet
ve ağrı söz konusu olmamakla birlikte ishalle beraber ciğer vb. hayatı bir
organdan kan geliyorsa bu durum ölümcül hastalık olarak kabul edilir. Basur
hastalığı sebebiyle gelen kanın durumu bundan farklıdır. (149)
120. Kişide sürekli
bulunan humma (sıtma) da ölümcül bir hastalıktır. İfadenin Arapça aslında geçen
"gayr" kelimesi halalarak "gayra" şeklinde okunur. Bunun
sıfat olarak "gayri" şeklinde okunması mümkün değildir; çünkü bu
kelime nekira, kendisinden önceki kelime ise ma'rifedir. Ancak önceki
kelimedeki ma'rifelik cins için kabul edilerek böyle yapılabilir. (Şirbınl)
121. Sürekli olmayan
kimi sıtma türleri de ölümcül hastalık ka-
bul edilir. Sıtma
türleri beştir:
> Her gün tutan humma
(humma'l-verd),
> Günaşırı tutan
humma (humma'l-ğibb),
> İki gün tutup bir
gün ara veren humma (humma's-sülüs),
> İki gün tutup iki
gün ara veren humma (humma'l-ahaveyn),
> Bir gün tutup iki
gün ara veren humma (humma'r-rubu'): Bu, ölümcül humma değildir; çünkü kişi,
hummanın ara verdiği iki günde kendisini toparlar. Halkın geneli buna
"müsellese" adını verir. Bu isimlendirmenin, belirtilen süre
sebebiyle fıkıhçıların verdiği isimden daha doğru olduğu düşünülebilir.
Sealebı, Fıkhu'l-lüğa adlı eserinde bunu fakihlerin belirttiği gibi açıklamış
ve bunu devenin üçüncü gün suya gitmek üzere yaptığı harekete benzetmiştir.
> Bir veya iki gün
tutan humma da ölümcül hastalık kapsamından istisna edilir. Ancak terleme
öncesinde ölüm olayı gerçekleşirse bunun ölümcül hastalık olduğu anlaşılmış
olur.
Ölüm, terleme sonrasında
gerçekleşirse bu ölümcül değildir; çünkü terleme sonrasında hummanın etkisi
ortadan kalkmış olur. Bu durumda ölümün sebebi hummadan başka bir şeydir.
Hafif düzeyde seyreden humma,
hiçbir şekilde ölümcül bir hastalık olarak kabul edilmez.
Not: Nevevi'nin "şunlar ölümcül
hastalıklardandır" ifadesinden, ölümcül hastalıkların bunlarla sınırlı
olmadığı anlaşılmaktadır ki bu doğrudur, zira ölümcül hastalıklar çoktur.
Şunlar da ölümcül hastalık kabul edilir:
Verem hastalığına
yakalanarak ekşi safra, balgam ve kan salgılamak, El veya ayak gibi bir organın
kızararak kangren olması, çürümesi,
Veba ki bu, kanın bütün
bedene hücum etmesi ve bozulmasıdır,
Ezrai'nin belirttiğine
göre böyle bir durum, karşılıksız bağış yapan kimseye isabet etmemiş olsa bile,
benzeri şahıslar açısından ölüm olayı gerçekleşiyorsa ölümcül kabul edilir.
Sürekli kusma veya
balgam ve kan gibi bir karışımla birlikte kusma da böyledir.
İnsanın vücut boşluğuna
açılan veya ölümcül bölgelerinde bulunan yahut çok etli bölgelerdeki yaralar
ölümcülolduğu gibi, insanda tansiyona, kangren veya vereme yol açan
yaralanmalar da ölümcüldür.
Kalp kapakçığında veya
ciğer zarında meydana gelen ve etkisi beyne ulaşan hastalık da ölümcül bir
hastalıktır.
122. Mezhepte esas
alınan rivayete göre şu durumlar da ölümcül hastalıklar gibi kabul edilir:
> Esir aldıkları
kimseleri öldürme şeklinde bir uygulaması bulunan kafirlerin bir müslümanı esir
alması. Şayet devlete isyan eden isyancılar veya yol kesici eşkıya, esir
aldıkları kimseleri öldürmeyi adet edinseler, ZerkeşI'nin şahsı olarak ortaya
koyduğu görüşte belirtildiği üzere bunun hükmü de aynı olur. Rumlar gibi
aldıkları esirleri öldürme adeti bulunmayan kimselerin eline esir düşme
durumunda ölüm korkusu söz konusu değildir.
> Güçleri birbirine
denk veya yakın iki ordunun savaş meydanında birbirine girmesi de ölümcül bir
durumdur. İster her iki ordu Müslüman veya kafir yahut biri Müslüman diğeri kafir
olsun hüküm aynıdır. İki ordu savaşmak üzere birbirine girmedikçe, birbirine ok
fırlatsalar bile ölüm korkusu söz konusu değildir. Yine galip olan ordudaki
kimse için de ölüm korkusu söz konusu değildir.
> Kişiye kısas
cezasının uygulanması için, cezanın infaz edileceği yere getirilmesi de ölüm
hastalığı gibi kabul edilir. Bunun için hapsedilmek ise -alimlerin sözünün
zahirinden anlaşıldığına göre- ölüm hastalığı gibi kabul edilmez. Bulkini bunu
belirttikten sonra bazı Malikılerin bunu İmam Şafii'den aktardıklarını
söylemiştir.
Şöyle bir itiraz ileri
sürülebilir: Vedia bölümündeki ifadelerden şöyle bir sonuç çıkmaktadır:
"Bir kimse ölüm
ihtimalinin bulunduğu bir hastalığa yakalansa veya öldürülme k üzere hapse
atılsa, kişinin elindeki emanet malı [sahibine vermesi için] bir kimseye
vasiyet etmesi gerekir; çünkü öldürülmek üzere hapsedilmek, ölüm cezasının
infaz edilmesi için kişinin idam edileceği yere getirilmesi gibidir."
Buna şu şekilde cevap
verilir: Kısas cezasının uygulanması için, katilin hak sahiplerine takdim
edilmesi, kişi açsınıdan dehşet vaktidir [yani bu vakitte kişinin zihni
karışıktır, vasiyeti düzgün yapamaz.]
"Kişi ancak bu
vakitte vasiyette bulunabilir" denilirse, o zaman ya daha önce vasiyet
etmeyi terk etmesi sebebiyle vediayı kendisine tazmin ettiririz -ki ona tazmin
ettirmemiz durumunda kendisine zarar vermiş oluruz- ya da ona tazmin
ettirmeyiz, bu durumda da emanet malın sahibine zarar vermiş oluruz.
Dolayısıyla o meselede masIahat, öldürülmek üzere hapsedilmeyi de ölümcül hastalık
gibi kabul etmeyi gerektirmiştir. Bizim ele aldığımız mesele ise bundan
farklıdır.
123. Denizde veya Nil ve
Fırat gibi büyük nehirlerde şiddetli fırtına ve dev dalgalar arasındaki gemi
yolcusunun durumu da -bu kişi yüzmeyi bilse bile- ölüm hastalığı gibi kabul
edilir. Kişi yüzmeyi biliyor ve gemi de sahile yakın ise o zaman ZerkeşI'nin de
belirttiği üzere bu durum, ölüm hastalığı gibi kabul edilmez. Deniz dalgasızı
sakin olduğunda ölümcül bir tehlike söz konusu değildir.
124. Doğum sancısı da
ölümcül hastalık gibi kabul edilir. Er-Ravda'da belirtildiği üzere kadından kan
pıhtısı veya et parçasının çıkması ise ölümcül hastalık kabul edilmez; çünkü
bunlar olmadan doğum yapmak tehlikelidir. "Doğum sancısı" ifadesi,
doğumun kendisini dışarıda bırakmaktadır ki bu ölümcül bir hastalık gibi kabul
edilmez.
Not: Sa'lebı, tefsirinde Ahkaf suresinin son
ayetinde İbn Abbas'ın şu sözünü aktarmıştır:
"Bir kadın doğum
yapmakta zorlanıyorsa bir sayfaya şunlar yazılır, sonra sayfa yıkanır [bu
mürekkebin yer aldığı su] kadına içirilir: Bismillahirrahmanirrahim. La ilahe
illallahu'l-halimu'l-kerim. Sübhanallahi Rabbi's-semavati ve rabbi'l-ardi ve
rabbi'l-arşi'l-azim. Ke'ennehüm yevme yeravneha lem yelbesu illa aşiyyeten ev
duhaha. Ke'ennehüm yevme yeravne ma yuadune lem yelbesu illa saaten min nehar.
Belağ, fe hel yehlikü ille'l-kavmü'l-fasikun.
125. Doğum sonrasında
doğum kesesi kadından ayrılmadan önceki durumda ölüm hastalığı gibi kabul
edilir. Kadınlar doğum kesesine "halas (kurtuluş)" adını verirler.
Doğum kesesi ayrıldıktan sonra şayet doğum sebebiyle bir yara veya şiddetli
kalp çarpıntısı yahut verem gibi bir durum olmadığı sürece ölüm korkusu söz
konusu olmaz.
Not: Göz, diş ve baş ağrısı, ihtiyarlık ve uyuz gibi
durumlar yukarıda bahsi geçen ölüm hastalıkları kapsamında değerlendirilmez.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
4. VASİYET
İŞLEMİNE DAİR SÖZLÜ İFADELER