VASİYET |
4. VASİYET İŞLEMİNE DAİR
SÖZLÜ İFADELER
Vasiyet yapılırken
"ona şunu vasiyet ettim", "benim ölümümden sonra ona şunu
verin", "ölümümden sonra şu malı falana ait kıldım" şeklinde sözlü
ifadeler kullanılır. Kişi "şu malonundur" dese, bu [vasiyet değil]
ikrar olur. Ancak "şu, benim malımdan olup ona aittir"
derse vasiyet olur.
Kinaye yollu ifadelerle
de vasiyet işlemi yapılabilir. Yazılı ifade de kinayedir.
Kişi
"fakirler" gibi şahsen belirsiz kimselere vasiyette bulunsa bu
kişinin ölümünden sonra herhangi birinin kabulüne ihtiyaç göstermeksizin bu
vasiyet bağlayıcı olur. Muayyen bir kişi lehine vasiyette bulunursa, [vasiyetin
gerçekleşmesi için] o kişinin kabul etmesi şart koşulur.
Vasiyette bulunan kişi
hayatta iken, kendisine vasiyet yapılan şahsın vasiyeti kabul veya reddetmesi
geçerli değildir.
Kendisine vasiyet
yapılan şahsın, vasiyet yapanın ölümünden hemen sonra kabulde bulunması şart
değildir.
Kendisine vasiyet yapılan
kişi, vasiyet yapandan daha önce ölürse vasiyet geçersiz hale gelir. Vasiyet
yapılan kişi vasiyet yapandan daha sonra ölürse onun mirasçısı vasiyeti kabul
eder.
Vasiyet lehdarı,
kendisine vasiyet edilen şeye, vasiyet eden kimsenin ölümü ile mi yoksa kendisinin
kabulde bulunmasıyla mı malik olur, yoksa vasiyet edilen malın mülkiyeti mevkuf
olup vasiyet edilen kişi bunu kabul ettiğinde onun ölümle mala malik olduğu,
reddettiğinde o malın mirasçıya ait olduğu mu ortaya çıkmış olur? Bu konuda
İmam Şafii'ye ait farklı görüşler söz konusu olup en güçlü görüş üçüncüsüdür.
Vasiyet edilen şeyden meydana gelen ürün, vasiyet edilen kölenin kazancı,
vasiyete konu olan köleye verilecek nafaka ve kölenin fıtır sadakası, vasiyet
eden şahsın ölümü ile vasiyet lehdarının kabulü arasında gerçekleşmiş olsa
bunun hükmünün ne olacağı yukarıdaki görüş ayrılığına dayalı olarak cevaplanır.
Vasiyet lehdarı, vasiyeti kabul etmek veya reddetmek arasında kararsız kalırsa
kölenin nafakasını vermesini kendisinden isteriz.
Nevevi, daha sonra
vasiyet işleminin dördüncü rüknü olan "sözlü ifade (siga)" konusunu
ele almaya başlamıştır.
126. Vasiyet, şu sözlü
ifadelerden biriyle yapılabilir:
> "Ona şunu
vasiyet ettim",
> "Ölümümden
sonra şu malı falana def edin",
> "Ölümümden
sonra şu malı falana verin",
> "Şu malı,
ölümümden sonra falana ait kıldım",
> "Şu mal,
ölümümden sonra falanındır."
Er-Ravda'daki mutlak
ifadenin zahirinden anlaşıldığına göre yukarıdaki sözlerin tümü, vasiyet
konusunda sarih [açık] ifadelerdir. Nitekim Nevevi'nin daha sonraki
"vasiyet, kinaye ifadelerle de kurulur" ifadesi de bunu
göstermektedir.
Şunlar da sarih vasiyet
ifadeleridir:
> "Şu malı,
ölümümden sonra falana temlik ettim",
> "Şunu
ölümümden sonra falana hibe ettim",
> "Şu mal konusunda,
ölümümden sonra falanı kayırdım."
Not: Nevevi'nin ifadeleri arasında iki yerde geçen
"ölümümden sonra" sözü, daha önce zikredilen ifadeler hakkında da
geçerli bir kayıttır. Nevevi bunu her bir ifadeden sonra zikretse veya hepsini
belirttikten sonra zikretse -ki İmam Şafii'nin kabul ettiği kurala göre bu
durumda bu ifade daha öncekilerin tümüne gitmiş kabul edilir- daha iyi olurdu.
Bu kaydın, sondaki ifade dışındakilere dönmesi itiraza açıktır; çünkü bu
yalnızca farklı ifadeleri cem eden atıf harflerinde geçerli bir kuraldır. Ancak
"veya" gibi iki şeyden biri için kullanılan ifadeler böyle değildir.
Bunu Karatı ve başkaları belirtmiştir. Veliyyü'l-lrakı ise şöyle demiştir:
"O durumda bunun her bir sıgadan sonra zikredilmesi zorunlu olur."
İbn Şehbe şöyle demiştir: "Bunu her bir sigadan sonra zikretmenin zorunlu
olduğunu şu durum da desteklemektedir: Kişi bu ifadeyi, bütün sözleri
söyledikten sonra zikretse ve biz bu ifadenin yalnızca son olarak söylenen söze
döndüğünü kabul etsek, o zaman "ölümümden sonra" ifadesi yalnızca
"ona vasiyet ettim" sözüne ilişkin bir kayıt olur, oysa böyle
değildir.
127. Kişi, yalnızca
"şu mal falanındır" demiş olsa, bu söz [bir vasiyet olarak kabul
edilmeyip] ikrar olarak kabul edilir; çünkü bu söz, ikrar konusunda kullanılan
sarih ifadelerden olup kendi konusunda uygulanma imkanı da bulunmaktadır.
Dolayısıyla bu söz, vasiyet konusunda kinaye kabul edilmez. Ancak kişi
"bu, benim malımdan olup ona aittir" demiş olsa bu sözüyle vasiyette
bulunmuş olur; çünkü bu ifade ile ikrarda bulunmak sahih değıidir. Bu durumda
söz, vasiyet için kullanılmaya elverişli olur ve kişinin bu yöndeki iradesi
kabul edilir.
Not: Nevevi'nin ifadesinin zahirinden "bu,
benim mahmdan olup ona aittir" ifadesinin, vasiyet konusunda sarih
ifadelerden olduğu anlaşılmaktadır; çünkü bunu, sarih ifadelerle birlikte
zikretmiştir. EI-Muharrer, eş-Şerhu'l-Kebir, eş-Şerhu's-sağir ve er-Ravda'da
belirtildiğine göre ise bu ifade kinayedir. Subki bunun sarih olduğunu tercih
etmiş olmakla birlikte itimad edilen görüşe göre bu ifade kinayedir.
Kişi "şu mal, benim
ölümümden sonra benim mahmdan olup falana aittir" demiş olsa, bu sözün
vasiyet anlamına geldiği konusunda görüş birliği vardır.
Kişi yalnızca "şu
mah ona hibe ettim" dese ve bununla vasiyete niyet etse, bu vasiyet sahih
olmaz; çünkü bu ifade, hibe anlamında kullanılan sarih ifadelerdendir ve kendi
konusunda uygulanması da mümkündür, dolayısıyla vasiyet konusunda kinaye olarak
kabul edilemez.
128. Vasiyet, buna niyet
ederek kullanılan kinaye sözlerle de yapılabilir. Örneğin kişi [vasiyete niyet
ederek] "bu kölem Zeyd'indir" dese vasiyet işlemi gerçekleşir; çünkü
bu ifade vasiyete de ödünç vermeye de elverişlidir. [Bu sebeple ödünç vermenin
değil de vasiyetin geçerli olması için niyet gerekir.]
129. Kişi "bu mah
şunun için tayin ettim / belirledim" dese bu ifade vasiyet için kinaye bir
söz olmuş olur. Nitekim satım akdinde de böyledir. Hatta burada satım akdinden
daha öncelikli olarak kinaye olur; çünkü vasiyet, yapıldığı anda kabulü
gerektirmemesi bakımından insanın tek başına yapabileceği [tek taraflı]
tasarruHara benzemektedir. Bu, malın vasiyet yoluyla temellük edilebilmesi için
bir kinaye olarak kabul edilmektedir.
130. Yazılı olarak
yapılan vasiyet işlemi de kinaye ifadedir.
Satım akdinde olduğu gibi
hatta ondan da öte kişinin vasiyete niyet etmesi halinde vasiyet gerçekleşir.
Buna göre kişi "Zeyd için şu mal vardır" diye yazsa ve bunu yazarken
vasiyette bulunmaya niyet etse, niyetini de açığa vursa yahut onun ölümünden
sonra mirasçıları aynı şeyi yap sa bu sahih olur.
131. Konuşabilir durumda
olan bir kişi "falana şunu vasiyet ettim" yazsa, bir grup insanı da
bu yazının kendisine ait olduğuna, yazıda yer alan şeylerin kendisinin vasiyeti
olduğuna şahit tutsa, ancak yazının içeriğini onlara bildirmese, bununla
vasiyet gerçekleşmiş olmaz.
Bu şuna benzer: Bir
kimseye "sen falan kişiye şunu vasiyet ettin mi?" diye sorulduğunda,
soruya muhatap olan şahıs "evet" anlamında bir işaret yapsa [bu
durumda vasiyet gerçekleşmiş olmaz.]
132. Kişinin dili tutulsa,
tıpkı satım akdinde olduğu gibi yazarak veya işaret yoluyla yaptığı vasiyet
geçerli olur.
Not: Bir kimse "Benim ölümümden sonra bana
yönelik olarak herhangi bir iddiada bulunan kimselere iddia ettiği şeylerin,
kendisinden herhangi bir delil istemeyin" dese, iki şahıs onun ölümünden
sonra miktarları farklı iki hak iddia etseler ve onların bu konuda herhangi bir
delili olmasa, bu, vasiyet gibi değerlendirilerek terikenin üçte biri üzerinden
işleme konulur. Terikenin üçte biri bunun için yeterli olmazsa, hakları ile
orantılı olarak indirim yapılır. Bunu Rayilnı belirtmiştir.
Hasta olan kişi
"Falan kişinin iddiasını tasdik edin" deyip ölse bu, bilinmeyen bir
şey ikrar etmek anlamına gelir. Bunun ne olduğunu belirleme hakkı mirasçılara
ait olur.
133. Kişi, belirli
olmayan kimselere vasiyette bulunsa, örneğin "fakirler" demek
suretiyle genel bir gruba vasiyette bulunsa veya "Haşim oğulları",
"Muttaliboğulları" vb. ifadeler kullanarak sayısı belirli olmayan
muayyen bir gruba vasiyette bulunsa, bu şahsın ölümü ile birlikte kabul şart
koşulmaksızın vasiyet bağlayıcı olur; çünkü burada kabulün gerçekleşmesi
imkansızdır.
Böyle bir durumda
vasiyet edilen malı bu grup içinden üç kişiye vermekle yetinmek caizdir.
Bunlara eşit verilmesi zorunlu değildir.
Not: Nevevi'nin ifadesinden şöyle bir anlam
çıkmaktadır: "Kişi belirli bir bölgenin fakirlerine vasiyette bulunsa,
bunların sayısı sınırlı olsa, tıpkı muayyen kişiye vasiyette bulunmada olduğu
gibi burada da onların kabulü şart koşulur." Bu, doğrudur.
134. Kişi, belirli ve
sayısı sınırlı bir kimseye / kimselere vasiyette bulunsa, örneğin Zeyd diye bir
şahsa vasiyette bulunsa, tıpkı hibede olduğu gibi burada da vasiyet yapılan
şahsın kabulü şarttır.
135. Vasiyet yapılan
şahıs, kendisine yapılan vasiyetin bir kısmını kabul etse burada ne olacağına
dair Gazali tarafından iki ihtimal ileri sürülmüştür. Bunun benzeri hibe
konusunda da bulunmaktadır. O meselede daha önce şunu belirtmiştim: Bazı
Yemenınerin de tercih ettiği üzere bu şekildeki vasiyet sahih olur. Sonraki
bazı alimlerin görüşünün aksine burada da vasiyet sahih olur.
Satım akdinde, karşı
taraf, kendisine yapılan icapta malın bir kısmı üzerinde kabulde bulunsa akit
sahih olmaz. Hibe ve vasiyet ile satım akdi arasında şu fark vardır: Satım,
bedelli bir akittir bu sebeple hibe ve vasiyette göz yumulan şeylere satım
akdinde göz yumulmaz.
Not: "Belirli şahıslara yapılan vasiyet"
kapsamına, sayısı sınırlı kimseler de girer. Örneğin kişi "Zeyd'in
oğullarına" şeklinde vasiyette bulunsa [bunlar belirli şahıslar kapsamında
yer aldığından vasiyetin geçerli olabilmesi için] onların kabulde bulunması
zorunlu olur. Böyle bir vasiyet yapılırsa, bu şahısların tümüne vasiyet edilen
şeyden eşit bir şekilde vermek gerekir.
Vasiyet, tasarrufları kısıtlanmış
bir şahıs lehine yapılmış olursa bunu onun adına velisi kabul eder.
Nevevi'nin ifadesinin
zahirinden, onun "muayyen" ifadesiyle insanları kastettiği
anlaşılmaktadır. Vasiyet yapılan muayyen şey insan olmazsa, örneğin bir mescide
vasiyette bulunulursa bu durumda "vakfın nazırı veli gibi kabul
edilir" mi deriz yoksa bu, genel bir gruba yapılmış bir vasiyet gibi mi
kabul edilir? Ezrai şöyle demiştir: "Bu konuda açık bir ifade görmedim.
İkinci ihtimal bana daha mantıklı gelmektedir." Aynı şekilde kişi, sınır
boylarında [savaşlarda] kullanılmak üzere vakfedilmiş olan atlar için vasiyette
bulunduğunda da hüküm böyledir. İbnü'r-Rif'a "bize göre, mescidin
kayyiminin vasiyeti kabul etmesi şarttır" demiştir. Hocam Remli'nin de
belirttiği gibi uygun olan da budur.
Alimlerin ifadesinin
zahirinden, sözlü kabulün kastedildiği anlaşılmaktadır ki durum böyledir.
Zerkeşi ise fiille yetinilebileceği görüşünü ileri sürmüştür ki bu da tıpkı
hediyede olduğu gibi, vasiyet edilen malı almakla olur. Zerkeşi şöyle demiştir:
"Muayyen kişinin
kabulünün şart koşulduğu durum köle azadı dışındaki meselelerdir. Buna göre
kişi "ölümümden sonra kölemi az at edin" dese, bu vasiyetin geçerli
olması, kölenin kabulüne bağlı değildir. Çünkü azat işleminde Allah hakkı da bulunduğundan
bu vasiyet, genel bir gruba yapılmış gibi kabul edilir. Kölenin müdebber
kılınması da böyledir. Bunun vasiyet olduğu yönündeki görüşü kabul edersek,
kişinin ölümü anında herhangi bir kabule gerek olmaksızın köle derhal azat
olur. Rafii bunu, müdebber kölenin rehnedilmesi meselesinde belirtmiştir. Ancak
vasiyette bulunan kişi "falan köleme, kendi rakabesini vasiyet ettim"
derse, burada kabule gerek olup olmadığı konusunda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır. Daha doğru görüşe göre bu ifade kabulü gerektirdiğinden kabule
ihtiyaç vardır. Rafii bunu, [miras] hesaplarına ilişkin meselelerden hemen önce
zikretmiştir.
136. [Bir vasiyet
işleminde] vasiyette bulunan kişi hayatta iken [kendisine vasiyet yapılan
kimsenin vasiyetil kabul veya reddi geçerli değildir; çünkü karşı tarafın
ölümünden önce onun mal üzerinde hakkı yoktur. Bu, [şuf'aya konu olan malın]
satımlı] öncesinde şuf'a hakkı sahibinin hakkını düşürmesine
benzemektedir.
Vasiyette bulunan kişi
hayatta iken vasiyeti kabul etmiş olan kişinin onun ölümünden sonra vasiyeti
reddetme hakkı olduğu gibi bunun aksi de söz konusudur.
Vasiyette bulunan
kişinin ölümünden sonra henüz kabul gerçekleşmeden önce vasiyeti reddetmek
sahihtir. Ancak ölüm ve kabulden sonra ve vasiyet edilen şeyin teslim alınmasından
sonra vasiyeti reddetmek sahih değildir.
137. Vasiyet lehdarının
vasiyeti kabul etmesinden sonra henüz malı teslim almadan önce vasiyeti
reddetmesine gelince; daha uygun olan görüş bunun sahih olmamasıdır. Nitekim
Nevevi er-Ravda adlı eserde tıpkı [bu eserin aslını teşkil eden]
eş-Şerhu'l-Kebir'de olduğu gibi bu görüşü sahih kabul etmiştir. İsnevı
"fetvaya esas olan görüş budur" demiştir. İbnü'l-Mukrı de Ravd adlı
eserinde bunu esas almıştır. Buna karşılık Nevevi, Tashihü't-Tenbih adlı eserinde
bunun sahih olduğu görüşünü doğru kabul etmiştir. Ezrai "el-Ümm'de açık
olarak ifade edilmiş olan sahih görüş budur" demiştir. Iraklı alimler de
bu görüşü esas almıştır. Ezrai bu görüşü şu şekilde gerekçelendirmiştir:
"Vasiyet edilen malın mülkiyeti, teslim öncesinde tamamlanmış değildir.
Rafii, tercih konusunda Beğavı'ye tabi olmuş olmalıdır."
138. [Bir vasiyet
işleminin sahih olarak gerçekleşebilmesi için] vasiyette bulunan şahsın
ölümünden sonra, vasiyet lehdarının bunu derhal kabul etmesi şart değildir. Çünkü
derhal kabulün gerekınesi, [ölümden sonra geçerli olmak üzere değil de]
doğrudan yapılan ve icap ve kabulün birlikte yapılmasının dikkate alındığı
tasarruflarda şart koşulur. Çünkü vasiyet işleminde kabulün ölümün hemen
ardından yapılması dikkate alınırsa hemen icabın ardından yapılması da dikkate
alınır [ki böyle bir şey söz konusu olamaz.]
139. Mirasçılar, vasiyet
lehdarından vasiyeti kabul veya reddetmesini isteyebilirler. Vasiyet lehdarı
bundan kaçınırsa vasiyeti reddettiğine hükmedilir. Bu hüküm, vasiyet lehdarının
tasarruf ehliyeti bulunduğunda söz konusudur. Vasiyet lehdarı tasarrufları
kısıtlı bir kimse olur da velisi, onun yararına olduğu halde vasiyeti kabulden
kaçınırsa uygun olan, bunu hakimin kabul etmesi ve vasiyetin reddedildiğine
hükmedilmemesidir. Zerkeşi, sefih konusunda bunu söylemiş, daha sonra diğer
kısıtlı kimseleri de buna benzetmiştir.
140. Vasiyet lehdarı,
vasiyet yapan kişiden önce ölürse vasiyet geçersiz hale gelir; çünkü vasiyet,
ölüm öncesinde bağlayıcı değildir, ölümle birlikte ise geçersiz hale gelmiştir.
Bu, bir satım işleminde kabulden önce alıcı veya satıcıdan birinin ölmesine
benzer.
141. Vasiyet lehdarı,
vasiyeti yapan şahsın ölümünden sonra henüz kabul veya redde bulunmadan önce
ölürse onun mirasçısı vasiyeti kabul veya reddeder; çünkü mirasçı onun uzantısı
olduğundan bu konuda onun yerini alır. Nevevi, "mirasçısı onun yerini
alır" demiş olsaydı [kabul etme yanında] reddetme durumu da ifadenin içine
dahil olurdu.
Not:
1. Mezhebimizde, vasiyet
dışında, kabul eden kimsenin ölmesi ile birlikte ortadan kalkmayan başka bir
akit yoktur. Bunlardan biri de şudur: Bir kimse, başkasının kölesi lehine
vasiyette bulunsa, vasiyet yapan kimsenin ölümünden sonra kabul işlemi
gerçekleşmeden önce köle ölse, -bunu açık olarak ifade eden bir alim görmedim
ancak- zahir olduğu üzere efendisi kabul konusunda onun yerini alır.
2. Metinde mutlak olarak
yer alan "mirasçı" ifadesi, özel mirasçıyı kapsadığı gibi genel
mirasçıyı da kapsanmaktadır. Buna göre bir kimse özel mirasçı bırakmaksızın
ölse, devlet başkanı onun yerini alır. O, vasiyeti kabul ettiğinde vasiyet
edilen mal Müslümanlara ait olur. Debili bunu açık olarak ifade etmiştir.
3. Mirasçı vasiyeti
kabul ettiğinde, vasiyet olarak elde edilen bu mal içinden, vasiyet lehdarının borcu
ödenir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmakta olup daha doğru olanına
göre aynen diyetinde olduğu gibi vasiyet yoluyla elde edilen bu maldan da ölen
şahsın borcu ödenir. Nitekim, diyetin ilk olarak mirasçılar adına sabit
olduğunu söylesek bile borç diyetten ödenmektedir.
4. eş-Şamil adlı eserde
alimlerimizden nakledildiğine göre vasiyet lehdarının vasiyeti kabul etmesiyle
onun mirasçısının vasiyeti kabul etmesi sadece bir yönden birbirinden ayrılır:
Bir kimse, bir şahsa, onun köle olan oğlunu vasiyet yoluyla bıraksa, bu şahıs
vasiyeti kabul ettiğinde oğlu doğrudan az at olur ve aynı zamanda babasına
mirasçı olur. Mirasçısı vasiyeti kabul ettiğinde ise çocuk azat olur ancak
mirasçı olamaz; çünkü mirasçı olursa o zaman onun da vasiyeti kabul etmesi
dikkate alınacaktır. Oysa bu imkansızdır. Çünkü biz kabul öncesinde onun hür
olduğuna hükmetmedik, aksine o sırada kendisi köledir. Onun kabulü sahih
olmayınca kendisi mirasçı da olamaz. Vasiyet lehdarı vasiyeti kabul ettikten
sonra öldüğünde ise, onu teslim almış olsun ya da olmasın vasiyete sahip olmuş
olur ve bunun mülkiyeti mirasçılara intikal eder. Vasiyet lehdarı vasiyeti
reddettikten sonra, onun reddetmesiyle vasiyet geçersiz hale gelir.
142. [Vasiyet lehdarı,
kendisine vasiyet yoluyla bırakılan mala ne zaman sahip olur? Bu konuda İmam
Şafii'ye ait farklı görüşler vardır:]
Birinci görüş
Vasiyet lehdarı, -tıpkı
mirasta ve kölenin müdebber kılınmasında olduğu gibi- vasiyet edilen mala,
vasiyet eden kişinin ölümü ile sahip olur. Ancak bunun mülkiyeti Şeyh Ebu Hamid
ve Iraklı alimlerin de belirttiği üzere kabul ile kesinlik kazanmış olur.
İkinci görüş
Vasiyet lehdarı, vasiyet
edilen mala vasiyeti kabul ettiği anda sahip olur; çünkü vasiyet, bir akitle
mal temlik etmektir, dolayısıyla tıpkı satım akdinde olduğu gibi kabule
dayanmaktadır.
Üçüncü görüş
Vasiyet lehdarının
vasiyete sahip olması mevkuftur [askıdadır]. Nevevi bu durumu şöyle
açıklamıştır: Vasiyet lehdarı vasiyeti kabul ederse, onun vasiyet edilen mala,
vasiyet eden şahsın ölümü anında sahip olmuş olduğu anlaşılır. Vasiyeti kabul
etmezse, vasiyet edilen malın mülkiyetinin mirasçıya ait olduğu anlaşılmış
olur.
Bu görüşlerin en güçlüsü
üçüncü görüştür; çünkü vasiyet edilen malı ölen şahsa ait kabul etmek mümkün
değildir; çünkü ölü, bir şeye malik olamaz. Bu malı, ölen şahsın mirasçısına
ait kabul etmek de mümkün değildir; çünkü mirasçı terike üzerinde ancak
vasiyetler yerine getirildikten ve borçlar ödendikten sonra tasarruf hakkına
sahip olur. Bu malı, vasiyet lehdarına ait kabul etmek de mümkün değildir; aksi
takdirde -tıpkı mirasta olduğu gibi- onun vasiyeti reddetmesi sahih olmaz. Hal
böyle olunca geriye tek şık, bu işlemin mevkuf olmasıdır.
143. Bir kimseye vasiyet
yoluyla bir köle bırakılsa, bu köle, söz konusu şahsın mülkiyetine girdiğinde
kendiliğinden azat olacak derecede yakın bir kimse olsa, bu kimsenin vasiyeti
kabul etmesi zorunlu değildir, reddetme hakkı vardır. Bu kişi vasiyeti kabul
etmedikçe köle azat olmaz.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Nevevi'ye itiraz olarak şu ileri sürülebilir: Onun "veya
vasiyet lehdarının kabulü ile" demesi gerekirdi; çünkü Arap dilinde
"hel" ile bir soru sorulduğunda, sorunun içinde ( -ev- ) değil ( -em-
) getirilir.
Buna şu şekilde cevap
verilir: Burada olduğu gibi soru tayine ilişkin olduğunda fıkıhçıların yaptığı
üzere Nevevi de burada "hel" soru edatını hemze gibi değerlendirme
konusunda esnek davranmıştır. "Em" soru edatı ise bundan farklıdır;
çünkü aslında onunla birkaç şeyden birinin varlığı sorulur.
144. Vasiyet eden şahsın
ölümü ile vasiyet lehdarının vasiyeti kabul etmesi arasında vasiyet edilen bir
ağaç meyve verse veya vasiyet edilen bir köle kazanç elde etse, yahut vasiyet
edilen köle için nafaka ve giyecek gerekli olsa, kölenin fıtır sadakası gerekli
olsa bunlar konusunda nasıl hareket edileceği, yukarıdaki üç görüşe göre
belirlenir. Şöyle ki;
> Birinci ve üçüncü
görüşe göre vasiyet lehdarı, maldan elde edilen fazlalıklara sahip olur, malın
masraflarına da katlanır. İkinci görüşe göre ne fazlalıklara sahip olur, ne de
masraflara katlanır.
> Vasiyet lehdarı
vasiyeti reddetse ilk görüşe göre malın fazlalıklarını alır, masraflara da
katlanır. İkinci ve üçüncü görüşe göre ne fazlalıklara sahip olur, ne
masraflara katlanır.
> Vasiyet edilen malın
gelir ve masraflarının vasiyet lehdarına ait olmadığı iki durum, vasiyet
lehdarının mirasçısı için de geçerlidir.
145. Yukarıdaki
hükümlerin tümü temlik şeklindeki vasiyete özgüdür. Kişi, ölümünden sonra
belirli bir kölenin azat edilmesini vasiyet ederse o köle azat oluncaya kadar
kölenin mülkiyeti kesin olarak mirasçılara ait olur. Rafii ve Nevevi de bunu
belirtmiştir. Bu durumda kölenin elde ettiği kazanç ve köle için yapılacak
harcamalar da onlara aittir. Ruyani ise şöyle demiştir: "Bu meselenin de,
tıpkı vasiyet lehdarı konusu gibi ihtilaflı olduğu söylenmişse de daha doğru
görüşe göre mülkiyetin köleye ait olduğu kesindir; çünkü vasiyet lehdarının
aksine o, azat edilmeyi hak etmiştir. Vasiyet lehdarı ise muhayyerdir."
Cürcani de bu görüşü tek
görüş olarak zikretmiş, Nevevi erRavda'nın "köle azadı" bölümünde bu
görüşü esas almıştır. İtimad edilmesi gereken görüş de budur.
146. Bir kimse bir şeyin
vakfedilmesini vasiyet etse, o şeyin vakfedilmesi onun ölümü anına kadar
gecikse, vakfın geliri kime ait olur? Bir görüşe göre kimin için vakıf
yapılmışsa ona ait olur. Bir başka görüşe göre vasiyet eden şahsın mirasçısına
ait olur; çünkü vakfın geliri, vakfın hasıl olması halinde vakıf yapılan şahsa
ait olur. Ezrai "bu daha uygundur" demiştir. İbn Şehbe "bu, azat
edilmesi vasiyet edilmiş olan kölenin azat edilmeden önceki kazancı meselesine
yakındır" demiştir.
Vakıf genel bir gruba
veya "Haşimoğulları" gibi sayısı belirli olmayan bir gruba yapılmışsa
bunun böyle olacağı açıktır; çünkü burada kabule ihtiyaç yoktur. Ancak vakıf,
sayısı belli olan muayyen bir gruba yapılmışsa Ezrai'nin görüşü daha doğrudur;
çünkü bu durumda kişi kabul ile red arasında muhayyerdir.
147. Bir kimse,
[evlendirdiği] cariyesini, cariyesinin kocasına vasiyet yoluyla bıraksa bakılır.
Bu kişi vasiyeti kabul ederse, vasiyet öncesinde ölüm anından itibaren nikahın
fesholmuş olduğu ortaya çıkmış olur. Vasiyeti reddederse nikah devam eder.
Kişi, cariyesini yabancı bir şahsa vasiyet yoluyla bıraksa, cariyenin kocası,
vasiyet eden kişinin mirasçısı olsa, yabancı şahıs vasiyeti kabul etse nikah
fesholmaz. Yabancı şahıs vasiyeti reddederse nikah fesholur.
148. Yukarıdaki her üç
görüşe göre de kendisine köle vasiyet edilmiş bulunan kişi, şayet kabul ve red
arasında kararsız kalırsa, kendisinden kölenin nafakasını vermesini talep
ederiz. Yani er-Ravda ve eş-Şerhu'l-kebir'de belirtildiğine göre mirasçı veya
onun yerini alan velı ve vası bunu talep eder. Bu, iki karısından birini
boşayan kimseden, hangisini boşadığını belirlemesini istememize benzer.
149. Vasiyet lehdarı
vasiyeti ne kabul ne de reddederse hakim onu kabul ile red arasında muhayyer
bırakır. Buna rağmen tercihte bulunmazsa -tıpkı bir tarlanın etrafını taşla
çevirmiş olan kişi onu ihya etmektan kaçındığında yapıldığı gibi- hakim
vasiyeti iptal eder.
Not: Yukarıdaki ikinci görüş esas alındığında,
vasiyet lehdarından bunun talep edilmesi problemli bulunmuştur. Çünkü daha önce
geçtiği üzere, vasiyet lehdarının vasiyeti kabul etmesinden önce vasiyet edilen
malın mülkiyeti mirasçınındır. Bir görüşe göre ise ölmüş olan şahsındır. Hal
böyle olunca, bir kimse nasıl olur da başkasının mülkü olan bir şey için nafaka
vermekle yükümlü tutulabilir?
İbnü'r-Rif'a şöyle
demiştir: Vasiyet lehdarından bunun talep edilmesi, vasiyet eden şahsın ölümü
ile birlikte onun mala sahip olduğu görüşüne dayalıdır. Cüveynı bunu açık
olarak ifade etmiştir. İbnü'r-Rif'a, vasiyetin mevkuf olması görüşü esas
alındığında şöyle bir görüş belirtmiştir: Kendisine vasiyet yapılan kişinin
kabul veya red yönünde kararsız kaldığı dönemde köle için yapılacak harcama
vasiyet lehdarı ile mirasçıya aittir, yani bunun derhal istenmesi açısından
böyledir. İşin sonu belli olunca ise şayet vasiyet lehdarı vasiyeti kabul
ederse nafaka ile o yükümlü tutulur, reddederse mirasçı yükümlü tutulur.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
SAHİH VASİYET... A.
LAFZİ HÜKÜMLER