MUĞNİ’L-MUHTAC

VASİYET

 

A. LAFZİ HÜKÜMLER

 

Bir kimse "davar" vasiyet etse bu vasiyet cüssesi küçük olanı da büyük olanı da, kusursuz olanı da kusurlu olanı da, koyunu da keçiyi de kapsar. Daha doğru görüşe göre erkeği de kapsar. Daha doğru görüşe göre kuzu ve oğlağı ise kapsamaz.

 

Kişi "falan kişiye benim davanmdan bir koyun verin" dese, kendisinin bir davar sürüsü olmasa bu vasiyet dikkate alınmaz. Kişi "falan kişiye benim malımdan bir koyun verin" dese, [o kişinin koyunu bulunmasa] malından bir koyun satın alınır.

 

Kişi, erkek veya dişi deve vasiyet etse bunun kapsamına Horasan develeri girdiği gibi Arap develeri de girer. Ancak bunlardan birini vasiyet etmesi halinde diğeri bunun kapsamına girmez.

 

Daha doğru görüşe göre "deve kervanı" ifadesi dişi deveyi içerir, "inek" ifadesi ise öküzü kapsamaz. Öküz, erkek için kullanılır.

 

Mezhepte esas kabul edilen rivayete göre "dabbe" ifadesi at, katır ve eşek için kullanılır.

 

"Köle" ifadesi küçük, dişi, kusurlu ve kafir köleleri kapsadığı gibi bunların zıddını da kapsar. [Zayıf] bir görüşe göre kişi "bir köle azat edilmesini" vasiyet etse, keffaret olarak azat edilmesi yeterli olacak bir kölenin azat edilmesi gerekir.

 

Kişi kölelerinden birini vasiyet etse, bu köleler onun ölümünden önce ölse veya öldürülse vasiyet geçersiz hale gelir. Bir köle kalsa, vasiyet onun üzerinde geçerli olur. Bir kimse "köleler azat edilmesini" vasiyet etse üç köle azat edilmesi gerekir. Malının üçte biri bu üç köleyi karşılayamaz haldeyse mezhepte esas alınan görüşe göre, köleden bir bölüm satın alınmaz, değerli iki köle alınır. Malın üçte biri ile iki değerli köle satın alındıktan sonra geriye bir şey kalırsa bu mirasçıların olur.

 

Kişi "benim malımın üçte biri köle azadı içindir" dese, kölenin bir parçası satın alınır.

 

Kişi bir kadının karnındaki yavru için vasiyette bulunsa, kadın iki çocuk doğursa, vasiyet her ikisine ait olur. Biri sağ, diğeri ölü iki çocuk doğurursa daha doğru görüşe göre vasiyetin tamamı sağ olarak doğana ait olur.

 

Kişi [hamile bir kadına] "senin karnındaki yavru erkek ise" veya "kız ise şu malonundur" dese, kadın bir erkek ve bir kız doğursa vasiyet geçersiz olur.

 

Kişi "şayet onun karnında erkek çocuk varsa şu malona aittir" dese, kadın hem kız hem erkek doğursa erkek çocuk vasiyet üzerinde hak sahibi olur.

 

Kadın iki erkek çocuk doğurursa, daha doğru görüşe göre vasiyet sahih olur, mirasçı bu vasiyeti bu çocuklardan dilediğine verir.

 

Kişi komşuları lehine vasiyette bulunsa, onun evine her yönden kırkar komşu bu vasiyetin kapsamına dahil olur.

 

"Alimler" için yapılan vasiyetin kapsamına; tefsir, hadis ve fıkıh gibi şer'i ilimlerle uğraşan alimler girer. Kur'an okutucusu, edebiyatçı, rüya tabircisi ve doktor bunun kapsamına girmez. Alimlerin çoğunlUğuna göre kelamcılar da girmez.

 

Fakirler için yapılan vasiyetin kapsamına miskinler girdiği gibi aksi de söz konusudur. Kişi vasiyet içinde "fakirler" ve "miskinler" ifadesini birlikte kullansa vasiyete konu olan mal aralarında yarı yarıya ortak olur.

 

Her bir sınıftan en az üç kişi vasiyetin kapsamına girer. Kişi dilerse bir sınıf kapsamında yer alan şahıslardan birini diğerinden üstün tutabilir.

 

Kişi "Zeyd' e ve fakirlere" şeklinde bir vasiyette bulunsa mezhepte esas alınan rivayete göre kendisine mal adı verilebilecek en düşük şeyi vermenin caiz olması bakımından Zeyd, fakirler gibi kabul edilir, bununla birlikte Zeyd vasiyetten tamamen mahrum edilemez.

 

Kişi sayıları belli olmayan muayyen bir gruba örneğin "Hz. Ali soyundan gelenlere" şeklinde bir vasiyette bulunsa, İmam Şafii'nin daha güçlü olan görüşüne göre vasiyet sahih olur. Bu durumda bu gruptan üç kişiye vermekle yetinilebilir.

 

Kişi, "Zeyd'in akrabalarına" şeklinde vasiyette bulunsa uzak bile olsa bütün akrabalar bunun kapsamına girer. Ancak daha doğru görüşe göre kişinin birinci dereceden aslı [anne ve babası] ile birinci dereceden fer'i [oğlu ve kızı] vasiyetin kapsamına girmez.

 

Daha doğru görüşe göre Araplara yapılan vasiyetin kapsamına anne yönünden olan akrabalar girmez.

 

"Zeyd'in akrabaları" ifadesi yorumlanırken Zeyd'in kendisine nispet edildiği en yakın dede dikkate alınır. Bu dedenin çocukları bir kabile olarak kabul edilir.

 

Kişi ["en yakın akrabalarım" şeklinde vasiyette bulunsa] en yakın akrabaların kapsamına asıl ve fer' girer. Daha doğru görüşe göre oğul babadan, erkek kardeş de dededen önceliklidir. Vasiyette erkeklik veya mirasçılık dikkate alınarak kişiye üstünlük tanınmaz.

Aksine burada baba ve anne ile oğul ve kız birbirine eşittir. Kızın oğlu, oğlun oğlun oğluna göre önceliklidir.

 

Kişi kendi akrabalarına vasiyette bulun sa daha doğru görüşe göre mirasçıları onun vasiyetinin kapsamına girmez.

 

150. Kişi vasiyette bulunurken "davar" vasiyet etse bu ifade cüssesi küçük ve büyük olanı, kusursuz ve kusurlu olanı, koyun ve keçiyi kapsar. Çünkü "davar" sözcüğü bunlara verilir.

 

Şöyle bir itiraz ileri sürülebilir: Alimler satım, zekat ve keffaret bölümlerinde "mutlak ifade kullanıldığında bu ifade, malın kusursuz olmasını gerektirir" demişlerdir. Yukarıdaki hüküm bununla çelişmektedir.

 

Buna şu şekilde cevap verilir: Bu, lafzın gerektirdiği anlamın ötesindeki bir durumdan kaynaklanmaktadır. Burada, bir delilolmadığı için lafzın gerektirdiğinin ötesine geçilmez. Şu var ki er-Ravda ve eş-Şerhu'l-kebır'de Beğavl'den aktarıldığı üzere kişi "onun için bir koyun satın alın" diye vasiyette bulunmuş sa kusurlu bir koyun satın alınmaz. Beğavi o meselede -Nevevi'nin mutlak ifadesinin gerektirdiği şekilde- bir ihtimal de ortaya koymuştur.

 

151. Nevevi'nin "koyun ve keçi" ifadesi, bu ikisi dışındakileri kapsamaz. Mirasçı, vasiyet lehdarına tavşan veya geyik vermek istese -İbn Usfur'un belirttiğine göre her ne kadar geyik için dağ keçisi ifadesi kullanılsa bile- bunu yapamayacağı gibi, vasiyet lehdarı da böyle bir şeyi kabul etmeye yetkili değildir. İbn Usfur şöyle demiştir: "Davar adı koyun, keçi, geyik, sığır ve vahşi eşekler [zebralar] için kullanılabilir." Bunun sebebi, örfte [halk arasında] "davar" sözcüğünün yalnızca koyun ve keçi için kullanılmasıdır.

 

152. Kişi "ona benim davarlarımdan bir davar verin" dese, kendisinin yalnızca geyikleri bulunsa, er-Ravda'da şahsi görüş olarak belirtildiği üzere bu kişiye bir geyik verilir.

El-Beyan yazarı bunu tek görüş olarak nakletmiş, bir başka yerde de alimlerden nakletmiştir. İbnü'r-Rif'a ise başkalarına tabi olarak buna aykırı görüş belirtmiştir.

 

153. ["Davar" sözcüğü, erkek hayvanları da kapsar mı? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre "davar" sözcüğü ile ne kastedildiğine dair bir karine yoksa erkek hayvanı da kapsar. Çünkü bu sözcük tıpkı "insan" sözcüğü gibi cins bir isimtir. [Arapça'da davar anlamına gelen] (öU) sözcüğünün sonundaki "ta" harfi dişilik değil tekillik bildirir.

Nitekim [Arapça'da güvercin anlamına gelen] .....) ve ..... sözcükleri de böyledir. Alimlerin şu ifadesi de bunu gösterir: "Davar / Şat" sözcüğü eril de dişil olarak da kullanılır. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "kırk davarda bir davar zekat vardır" ifadesi hem erkeklere hem de dişilere hamledilmiştir. (Ebu Davud, Zekat, 1568; Tirmizi, Zekat, 621; İbn Mace, Zekat, 1805)

 

İkinci görüş

 

Halk arasındaki kullanımdan dolayı "davar" sözcüğü erkek hayvanı kapsamaz.

 

Çift cinsiyetli hayvan da bu konuda erkek gibidir.

 

154. Hayvanın cinsiyetine dair bir karine varsa, örneğin vasiyetle bulunan kişi "ona bir davar verin de damızlık olarak kullansın", "ona bir teke verin", "ona bir koç verin" dese bundan yalnızca erkek hayvan anlaşılır. Yine kişi "ona bir davar verin de sütünü sağsın", "yağından, peynirinden yararlansın", "yavrularından yararlansın", "ona bir koyun verin" demiş olsa bundan yalnızca dişi hayvan anlaşılır.

 

"Ona bir davar verin de yününden yararlansın" dese bundan koyun anlaşılır, "tüylerinden yararlansın" dese bundan keçi anlaşılır.

 

155. Metinde geçen "cüssesi / bedeni küçük" ifadesi yaşı küçük hayvanı dışarıda bırakmaktadır. Nitekim Nevevi şöyle demiştir:

 

"Daha doğru görüşe göre [davar verilmesi vasiyet edildiğinde] kuzu veya oğlak verilemez."

 

Çünkü Rafifnin Saydalanı'den nakletliğine göre "kuzu" ve "oğlak" hakkında "davar" denilmez. Beğavi de bunu sahih görmüştür.

 

Diğer görüşe göre ise "davar" sözcüğü kuzu ve oğlağı kapsar; çünkü bunlara da o isim verilebilir. Ruyanı, Saydalanı dışında diğer alimlerimiz ile İmam Gazali'den bunu nakletmiştir. Bununla birlikte itimad edilmesi gereken görüş el-Minhac metnindeki görüştür.

 

156. Vasiyet yapan kişi "ona benim ölümümden sonra davarlarımdan / koyunlarımdan bir koyunlbir baş verin" dese, bu kişinin de ölümü esnasında davarı bulunsa, bunlar içinden bir koyun verilir.

 

157. Koyunu olmayan bir kişi ölümü esnasında [yukarıdaki ifadeyi] söylese vasiyet geçersiz olur; çünkü vasiyetin kendisine bağlanacağı bir mal bulunmamaktadır.

 

158. Kişinin vasiyet esnasında davarı bulunmamakla birlikte öldüğü esnada davarı bulunsa vasiyet geçerli olur.

 

159. Er-Ravda ve eş-Şerhu'l-Kebir'de şöyle denilmektedir: "Kişi, ona benim kölelerimden bir baş verin" dese, kendisinin vasiyet esnasında köleleri olmamakla birlikte sonradan kölesi olsa, bu konuda "vasiyet tarihi mi yoksa ölüm tarihi mi dikkate alınır" meselesindeki görüş ayrılığına bağlı olarak ihtilaf söz kousudur. Buna göre vasiyet ve ölüm anında kişinin davarı mevcut olması gibi kişinin davarından bir koyun verilmesi gerekir. Her iki durumda kişinin davarının dışında bir şeyden bir tane verilmesi -bu konuda iki taraf karşılıklı anlaşsa bile- söz konusu olamaz; çünkü bu, bilinmeyen bir şey üzerinde yapılan bir anlaşmadır.

 

Not:  Nevevi'nin sözünden şu anlaşılymaktadır: "Kişinin davarından yalnızca bir tane olsa bu vasiyet geçersiz olur." İbn Şehbe şöyle demiştir: "Daha doğru görüşe göre bu, vasiyet lehdarına verilir." Yani bu, kişinin malının üçte biri içinden çıkıyorsa verilir.

 

Nevevi'nin sözünden şu da anlaşılır: "Kişinin geyikleri bulunsa, davarlarla ilgili vasiyet geyikler hakkında uygulanmaz." Bu, daha önce geçen ve sahih görülen görüşe aykırıdır. İbn Şehbe şöyle demiştir: İkisi arasında şöyle bir fark bulunduğu belirtilebilir: "Geyiklere dağ keçisi adı verilebilmekle birlikte dağ davarı adı verilmez. Nitekim bu, er-Ravda'da belirtilmiştir. Bu sebeple bu durumda kişinin vasiyeti geçersiz olur."

 

160. Vasiyette bulunan kişi, "falan kişiye benim malımdan bir koyun verin" dese, bu kişinin -el-Muharrer'de belirtildiği üzere- ölümü esnasında bir koyun sürüsü olmasa, her nasılolursa olsun bir koyun satın alınır. 

 

Bu kişinin davan varsa mirasçı koyunu bu davar sürüsü içinden verebilebileceği gibi, kişinin davanndan farklı sıfatta başka bir koyun da verebilir; çünkü vasiyetteki ifade onu da kapsamaktadır.

 

161. Kişi "onun için bir koyun satın alın" dese, daha önce geçtiği üzere bu koyun mutlaka kusursuz olmalıdır; çünkü mutlak olan satın alma emri -tıpkı kişiyi vekil kılma durumunda olduğu gibi- alınan malın kusursuz olmasını gerektirir.

 

162. "Kölelerimden bir başı ona verin" veya "malımdan bir başı ona verin", "bu malı onun için satın alın" ifadesi de buna kıyas edilir.

 

163. Kişi "ona bir köle verin" demekle yetinse, bu vasiyet, "benim malımdan" ifadisini söylemiş gibi uygulanır. Bu, "ona bir koyun verin" deyip "benim malımdan" veya "benim davanmdan" dememesine kıyas edilir.

 

164. Deve [Arapça ifadesiyle "cemel" veya "naka"] vasiyet edilmesi halinde bu vasiyet Horasan develerini kapsadığı gibi Arap develerini de kapsar. Yine bu vasiyet kusursuz deveyi ve kusurlu deveyi, cüssesi küçük olanı ve büyük olanı kapsar. Çünkü "davar" ismi nasıl ki erkek-dişi, iri-küçük hepsini kapsıyorsa "deve" adı da bunların tümünü kapsar.

 

165. Bunlardan biri diğerini kapsamaz. Yani "cemel" sözcugu dişi deveyi kapsamadığı gibi, "naka" sözcüğü de erkek deveyi kapsamaz; çünkü "cemel" erkek deve için, "naka" dişi deve için kullanılır.

 

166. [Arapça'da] "balr [deve kervanı]" ifadesi dişi deveyi kapsar mı? Bu konuda mezhep içinde iki görüş vardır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru olan ve bizzat İmam Şafii tarafından ortaya konan görüşe göre, "deve kervanı" ifadesi "cemel / erkek deve" ifadesinin kapsadığı şeyleri kapsadığı gibi dişi deveyi de kapsar; çünkü bu kelime, dilde tıpkı "insan" sözcüğü gibi cins isim olarak kullanılır.

Araplardan (....) "falan kişi deve kervanını sağdı" ifadesi işitildiği gibi (....) "devem beni yere attı" ifadesi de duyulmaktadır ...

 

İkinci görüş

 

"Deve kervanı" ifadesi dişi deveyi kapsamaz. Pekçok alim bu görüşü benimsemiştir. Maverdi ve Gazali "mezhepte esas alınan görüş budur" demişlerdir.

 

Not:  Nevevi bunun aksini zikretmemiştir. Zerkeşi şöyle demiştir: "Zahir olan, naka sözcüğünün erkek deveyi kapsamamasıdır." EI-Muhkem adlı eserde "naka sözcüğü dişi deve için kullanılır" denilmektedir.

 

167. [Arapça'da] "bakara" sözcüğü daha doğru görüşe göre öküzü kapsamaz. Çünkü bakara, dişi sığır [yani inek] için kullanılır. Öküz toprağı yerinden kaldırdığı için ona ["kaldıran" anlamına gelen] "sevr" denilmiştir.

 

Diğer görüşe göre "bakara" sözcüğü [ineği kapsadığı gibi] öküzü de kapsar. Bakara ifadesinin sonunda yer alan "ta" [dişilik için değil] tekillik içindir.

 

Nevevi'nin Tahrir adlı eserinde "bakara kelimesi dilcilerin ittifakıyla hem erkek hem de dişi için kullanılır." demişse de bu, ilk görüşe aykırılık teşkil etmez; çünkü öküz için "bakara" kelimesinin kullanılması halk arasında yaygın değildir.

 

168. "Bağı (katır)", "kelb (köpek)", ve "himar (eşek)" ifadeleri bu hayvanların erkekleri için kullanılır, dişilerini kapsamaz. Kelb ve himar konusunu Gazali belirtmiş, Nevevi de er-Ravda'da bunu doğru kabul etmiştir. ilki de böyledir. Rafii ise kendi görüşü olarak bu ikisinin hem erkeği hem dişiyi kapsayacağını belirtmiştir; çünkü burada cins kastedilmektedir. Şayet yukarıdaki kelimelerin sonuna ta getirilerek "himare", "kelbe", "bağle" denilirse bu ifadeler erkeği kapsamaz.

 

Er-Ravda'nın "adak" bölümünün sonunda Cüveynı'den nakledilen ve benimsenen şöyle bir görüş bulunmaktadır: ["Arapça'da"] "bair / kervan" sözcüğü deve yavrusunu kapsamaz, "bakara" sözcüğü de buzağıyı kapsamaz."

 

Bu, daha önce geçen şu meselenin kıyas bakımından aynısıdır:

 

"Davar / koyun" sözcüğü kuzuyu kapsamaz.

 

169. El-Kifaye'de aksi yönde görüş belirtilmişse de "sığır" sözcüğünün kapsamına camızlar / kömüşler de girer. Nitekim camızlar eklenmek suretiyle sığır nisabı tamamlanır.

 

170. Saymerı şöyle demiştir: "Sığır sözünün kapsamına vahşi sığırlar girmez." Zerkeşi ise "ancak kişinin başka sığırı yoksa o zaman, koyun konusunda geçtiği üzere daha uygun olan görüş vasiyetin sahih olmasıdır."

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Kişi "sığır eti yemeyeceğim" diye yemin ettiği halde vahşi sığır eti yese yemini bozulur. Bu hüküm, Saymerl'nin ifadesi ile birlikte değerlendirildiğinde problemli görülmektedir.

 

Buna şu şekilde cevap verilir: Buradaki hüküm, örfe dayalıdır. Diğer meseledeki hüküm ise örfte farklı durumlar olmadığında örfe dayandırılır. Oysa o meselede örfte farklı anlayışlar söz konusudur.

 

171. Bir kimse "öküz" vasiyet ettiğinde bu vasiyet yalnızca "erkek" hayvan için anlaşılır, ineği kapsamaz.

 

172. [Arapça'da] ..... ve ..... ifadeleri yalnızca dişileri kapsar. Buna karşılık .....  ifadeleri ise hem erkeği hem dişiyi kapsar.

 

173. Mezhepte esas alan ve İmam Şafii'nin de açık olarak ifade ettiği görüşe göre "dabbe" sözcüğü ile yapılan bir vasiyet, halk arasında bu kelimenin kullanım şekli sebebiyle -et-Tetimme'de de belirtildiği üzere- binmeye müsait hayvanlar hakkında anlaşılır ki bunlar da at, katır ve eşektir. Bunlar erkek, kusurlu veya küçük de olsa vasiyet kapsamına girer.

Bütün beldelerde "dabbe" sözünün bu üçü hakkında kullanımı konusunda yaygın bir örf bulunmaktadır. Sözlük açısından bakıldığında ise "dabbe" sözcüğü yerde debelenip hareket eden bütün canlılar için kullanılır. Ayrıca bu üçü, en yaygın olarak binilen hayvanlardır. Nitekim Yüce Allah ayette "O, atları, katırları ve eşekleri binmeniz için yaratmıştır. " [Nahl, 8] buyurmaktadır.

 

[Zayıf] bir görüşe göre bu, Mısır halkının günlük konuşmasına göre böyledir. Irak halkı gibi "dabbe" sözcüğünü yalnızca at için kullananlar açısından o örf dikkate alınır.

 

İmam Şafii'nin bu konudaki ifadesiyle neyi kastettiğini anlama konusundaki ihtilaf sebebiyle "mezhepte esas alınan görüşe göre" denilmesi uygun olmuştur.

 

174. "Eşek" sözcüğüyle evcil eşek kastedilmektedir. Kişinin yalnızca vahşi eşekleri olsa, İbnü'r-Rif'a'ya göre vasiyeti geçersiz saymamak adına bu eşek üzerinden vasiyeti sahih saymak daha uygundur. Bu, geyiklerinden başka bir hayvanı olmayan kimsenin "koyun" vasiyet etmesi gibidir.

 

175. Bu hüküm, kişi mutlak ifade kullandığında geçerlidir. Kişi "ona bir dabbe verin de üzerinde savaşsın / saldırsın / kaçabilsin" gibi kayıtlı bir ifade kullanırsa bundan at anlaşılır.

"Ona bir dabbe verin de sırtından yararlansın / neslinden yararlansın" derse bundan kısrak, dişi deve veya dişi eşek anlaşılır. "Ona bir dabbe verinde üzerinde yük taşısın" derse bu vasiyetin kapsamından "at" dışarıda kalmış olur. Şayet o bölgede insanların aygırlar üzerinde yük taşıma alışkanlığı varsa o zaman o, vasiyetin kapsamına girer. Hatta Mütevelli şöyle demiştir -ki Nevevi de bunu desteklemiştir-: "Kişi, ona bir dabbe verin de üzerinde yük taşısın, derse, bu sözün söylendiği yerde deve ve sığır üzerinde yük taşıma adeti varsa bunlar da vasiyet kapsamına girer.

 

176. Kişi "ona benim dabbelerimden bir dabbe verin" dese, bu kişinin üç cins [at, deve, sığır] içinden yalnızca bir türden hayvanı bulunsa o hayvanın verilmesi gerekli olur. Kişinin bu üç cins içinden iki cins hayvanı varsa, mirasçılar vasiyet yapılan şahsa bunlardan birini verme hakkına sahiptir. Kişi, ölüm esnasında bu üç cins hayvandan hiçbirine sahip değilse vasiyet geçersiz hale gelir; çünkü daha önce geçtiği üzere burada dikkate alınacak olan şey vasiyet tarihi değil ölüm tarihidir. Bu şahıs, dört ayaklı hayvanlardan herhangi birine sahipse, el-Beyan yazarının belirttiği üzere kıyasa göre vasiyet sahih olur. Bu durumda "dabbe" adı bu hayvana da verilebileceğinden vasiyet lehdarına o hayvan verilir. Bu, daha önce davar konusunda geçen meselenin benzeridir.

 

177. Bir kimse vasiyet işleminde bir köle vasiyet etse veya bir kölenin azat edilmesini vasiyet etse, er-Ravda ve eş-Şerhu'l-Kebir'de belirtildiğine göre bu vasiyetin kapsamına küçük, dişi, kusurlu ve kafir köle girdiği gibi bunların aksi özelliğe sahip olan büyük, erkek, kusursuz, Müslüman ve çift cinsiyetli köle de girer; çünkü bunların hepsine "köle" denilebilir.

 

[Zayıf] bir görüşe göre kişi köle azat etmeyi vasiyet etse, keffaret olarak verilmesi yeterli olacak olan bir kölenin azat edilmesi gerekir; çünkü azat işleminde bilinen uygulama bu şekildedir. Ancak kişi "falan şahsa bir köle verin" diye vasiyette bulunsa, bu şekilde bir örf söz konusu değildir.

 

Buradaki ihtilaf kişinin nafile olarak yaptığı köle azadı ile ilgilidir. Kişi "benim bir keffaretime karşılık" veya "adağıma karşılık bir köle azat edin" demişse, o zaman keffaret olarak azat olması yeterli olacak bir köle azat edilmesi şart olur. Bu mesele, ilgili bölümde tekrar gelecektir.

 

Yukarıdaki hükümler, vasiyet işleminde "köle" sözcüğü kayıtsız olarak kullanıldığında geçerli olur. Şayet kişi "ona savaşması içini yolculukta hizmet etmesi için bir köle verin" diye vasiyette bulunmuşsa, vasiyet lehdarına erkek köle verilir. Ezrai ilk mesele [yani savaşması için köle verilmesi vasiyetil ile ilgili olarak şöyle demiştir: "O zaman, verilen kölenin mükellef olması, kötürümlük ve körlük gibi kusurlardan salim olması şarttır". İkinci mesele ile ilgili olarak ise şöyle demiştir: "Zahir olan, bu durumda kölenin hizmete engel olacak kusurlardan salim olması gerektiğidir."

 

178. Kişi "ona hizmet için bir köle verin" dese, bu ifade, köle sözcüğüne herhangi bir kayıt konulmadığı durumdaki gibi olur. Yani Ezral'nin dediği üzere mutlak olarak değil de erkeklik ve dişilik bakımından böyledir. Çünkü zahire göre bu durumda hizmet etmeye elverişli olmayacak bir köle verilirse yeterli olmaz.

 

179. Kişi "ona bir köle verin de köle onun çocuğuna baksın" veya "bir köle verin de kendisinden yararlansın" derse bundan cariye anlaşılır; çünkü bu işlere elverişli olan, cariyedirY63)

 

180. [Birden fazla kölesi bulunan] bir kimse herhangi birisini net olarak tayin etmeden "kölelerimden biri falanın olsun" şeklinde bir vasiyette buhunsa, daha bu şahıs ölmeden önce kölelerin tümü ölse veya -tazmine tabi bir şekilde bile olsa- öldürülse yahut da azat etme, satım vb. bir yolla kişinin mülkiyetinden çıksa vasiyet geçersiz hale gelir; çünkü öldüğü esnada herhangi bir kölesi yoktur. Şayet kölelerden bir tanesi kalmışsa vasiyet onun üzerinde kesinleşmiş olur; çünkü mevcut olan köle odur. Mirasçı bu köleyi elinde tutup da ölmüş olan kölenin değerini ödeme yoluna gidemez. Kölelerin bir tanesi hariç diğerlerinin, yukarıda belirtilen diğer yollarla kişinin elinden çıkması da böyledir.

 

181. Bu [yukarıdaki hüküm], kişinin mevcut kölelerden birinin verilmesini vasiyet etmesi halinde söz konusudur. Şayet kişi "kölelerinden birini" vasiyet ettikten sonra onun mülkiyetinde bulunan köleler ölse veya onun mülkünden çıksa, daha sonra bu şahsın mülkiyetine başka köleler girse, -daha önce işaret edildiği üzere- daha doğru olan görüşe göre vasiyet batıl hale gelmez. Mevcut kölelerden bir tane kalmış olsa, Bulkini'nin de belirttiği üzere mirasçının ille de onu vermesi gerekmez, yeni elde edilen kölelerden verme hakkına da sahiptir.

 

182. Nevevi'nin "ölümünden önce" ifadesi, kölelerin vasiyet yapan şahsın ölümünden sonra onun mülkiyetinden çıkması durumunu istisna etmiştir. Şayet kölelerin öldürülmesi veya ölmesi, vasiyet lehdarının kabulünden sonra olsa veya vasiyet lehdarı kölelerin ölmesinden ya da öldürülmesinden sonra vasiyeti kabul etse, onun hakkı öldürülme halinde mirasçının seçeceği bir kölenin kıymetine intikal eder. Kölenin ölmesi halinde ise vasiyet lehdarı herhangi bir şeyalamaz. Her iki durumda da kölenin defin işlemini vasiyet lehdarı üstlenir.

 

183. Bir kimse "köleler" azat etme konusunda vasiyet yapsa, bu ifadeden üç köle anlaşılır; çünkü tercih edilen görüşe göre çoğulun en azı üçtür. Çoğulun en azının iki olabileceğini kabul edenler iki köle azadı ile yetinilmesini caiz kabul emişlerdir.

 

184. Kişi "malımın üçte biri ile köleler alıp azat edin" diye vasiyette bulunsa, belirtilen gerekçe ile üç köle satın alınır, [malın üçte biri daha fazla köle satın almaya yeterli oluyorsa] üçten fazla köle alınır.

 

İmam ŞafiI şöyle demiştir: "Ucuz fiyata üçten fazla köle satın almak, pahalı fiyata az köle satın almaktan daha iyidir."

 

Bu şu anlama gelir: Değeri az olan beş köleyi az at etmek, değeri yüksek olan dört köle azat etmekten daha iyidir.

 

Üç köle satın alma imkanı varken kişinin yaptığı vasiyet iki köleye sarf edilemez. Vasiyeti uygulayan kişi böyle yaparsa üçüncü kölenin bedelini kendi cebinden tazmin eder. Bu kişi vasiyetin uygulanması için harcanan bedelin üçte birini mi tazmin eder yoksa bir köle satın alınması için yeterli olabilecek en küçük bedeli mi tazmin eder? Bu konuda görüş ayrılığı bulunmaktadır. İkinci görüş tercihe şayandır.

 

185. Vasiyet yapan kişinin malvarlığının üçte biri üç köle satın almaya yetmezse [ne olur?

Bu konuda iki farklı rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre iki köle [satın alınmakla birlikte] iki kölenin yanında üçüncü bir köleden -velev ki bu üçüncü kölenin geri kalan kısmı hür bile olsa- pay satın alınmaz. Zerkeşi ise buna aykırı görüş belirtmiştir. Bu görüşün gerekçesi gelecektir.

 

Bu durumda vasiyete konu olan para ile iki köle satın alınır, bu satın alındıktan sonra geriye herhangi bir şey kalırsa bu para mirasçıların olur; çünkü kölenin mülkiyetinden bir parça, kölenin kendisi değildir. Nitekim kişi malının üçte biri ile bir köle satın alınmasını vasiyet etse, [tam bir köle bulunamayıp] bir kölede parça bulun sa kesin olarak bu parça satın alınamaz.

 

İkinci rivayet

 

[İki köle satın alındıktan sonra artan parayla üçüncü] köleden pay satın alınır; çünkü böyle yapmak, artan payı mirasçılara geri vermeye göre vasiyet yapan şahsın amacına daha uygundur. Subki bu görüşü tercih etmiştir.

 

Not:  Kişinin kendisi adına köleler azat edilmesini vasiyet ettiği durumda, üç köle satın alındıktan sonra malın üçte birinden geriye bir fazlalık kalırsa bunun ne olacağı konusuna Nevevi temas etmemiştir.

 

Veliyyü'I-lraki şöyle demiştir: el-Minhac'da yer alan meseleye göre bu meselede bir başka köleden pay satın almama hükmü dahada önceliklidir; çünkü burada [üç köle zaten satın alındığından, vasiyette "köleler" şeklinde ifade edilen] çOğul isim gerçekleşmiştir.

 

Kişi, bir köleden pay satın alınmasını vasiyet etse bu satın alınır. Böyle bir köle bulunmadığından veya köleden geri kalan payın çok az olmasından dolayı piyasada böyle bir köle olmasa vasiyet geçersiz olur, bu para mirasçılara verilir.

 

186. Kişi "malımın üçte birini köle azadı için kullanın" diye vasiyette bulunsa, [tam köle satın alınması şart olmayıp] köleden bir hisse satın alınabilir; çünkü burada kişi malın üçte birinin köle azadı için kullanımını istemiştir.

 

Nevevi'nin ifadesinden -ki el-Muharrer'deki ifade de böylediranlaşıldığına göre burada malın üçte biri ile bütün köle satın alınabilecek durum söz konusu olsa bile köleden hisse satın alınabilir. Bu yüzden SubkI şöyle demiştir: "Köleden bir hisse sabn alınabilir, ancak mümkün ise köleyi bütünüyle satın almak daha iyidir."

 

Tavusi ve Barizı'nin açık ifadelerine göre köleden hisse satın alınması, ancak kölenin bütününü satın almak mümkün olmadığında olur. Sonraki alimlerden kimileri ilk görüşü doğruya daha yakın bulmuş olmakla birlikte Bulkini'nin de belirttiği gibi bu ikinci görüş doğruya daha yakındır.

 

187. Bir kimse, [hamile bir kadının] karnındaki cenin lehine vasiyette bulunsa, kadın her ikisi de erkek veya dişi yahut biri erkek biri dişi olmak üzere aynı anda veya peşpeşe iki çocuk doğursa, vasiyet bu iki çocuğa eşit olarak verilir. Çünkü "kadının cenini" ifadesiyle yapılan vasiyette "cenin" tekil ve tamlayan konumunda bulunduğundan umumı bir anlama sahip olur. Bir kimsenin bir erkek ve kadına hibe yapması durumunda nasıl hibe eşit olarak paylaştırılıyorsa burada da [öyle yapılır], erkek kızdan daha üstün tutulmaz.

 

188. [Yukarıdaki meselede hamile olan kadın] biri sağ diğeri ölü olmak üzere iki çocuk dünyaya getirse, vasiyet edilen mal [nasıl bölüştürülür? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre vasiyet edilen malın tamamı hayatta olan çocuğa ait olur; çünkü ölü doğan çocuk hiç yok hükmündedir. Nitekim her iki çocuk da ölü doğmuş olsaydı vasiyet bütünüyle geçersiz olurdu.

 

İkinci görüş

 

Çocuk, vasiyet edilen malın yarısını alır, malın diğer yarısı vasiyet eden şahsın mirasçısına ait olur. Bu, kişinin biri sağ diğeri ölü olan iki kişiye vasiyette bulunması meselesi gibi değerlendirilir.

 

189. Vasiyette bulunan kişi, hamile bir kadına;

 

> "Şayet karnındaki erkekse ona şu malı vasiyet ediyorum" veya

> "Karnındaki dişiyse ona şu malı vasiyet ediyorum" dese,

 

Kadın erkek ve kız çocuk doğursa vasiyet geçersiz hale gelir; çünkü kadının karnındaki tek başına erkek veya kız değil, erkek ve kızın bütününden oluşmaktadır.

 

İlk durumda kadın, iki erkek çocuk doğursa, vasiyet edilen mal ikisine bölünür. Nevevi er-Ravda'da bu görüşü tercih etmiş, İbnü'lMukrı de Ravd adlı eserinde bunu esas almıştır.

 

Buna kıyasla şu mesele de böyledir: Kadın ikinci durumda iki kız doğursa hüküm yine böyledir.

 

Şu mesel e bundan farklıdır: Vasiyette bulunan kişi "karnındaki bir oğlan ise ona şu malı vasiyet ediyorum" veya "kızsa ona şu malı vasiyet ediyorum" dese, kadın iki erkek veya iki kız doğursa bu çocuklar vasiyet edilen maldan hiçbir şeyalamazlar. Arada şu fark vardır:

"Erkek" ve "dişi" cins için kullanıldığından bir taneye de birden fazlaya da söylenebilir.

Buna karşılık "oğul" ve "kız" ifadesi bundan farklıdır.

 

Rafii "bu fark açık değildir, kıyasa göre iki mesele birbirine eşit olmalıdır" demiş, Subki de ona tabi olmuştur. Nevevi ise "aksine fark açıktır" demiştir ki tercihe şayan olan da budur.

 

Rafii'nin sözünü "aradaki fark dil yönünden açık değildir", Nevevi'nin sözünü ise "halkın kullanımında aradaki fark açıktır" şeklinde anlamak mümkündür. Aksi takdirde Hocamız Zekeriye el-Ensarı'nin de belirttiği üzere farkın açık olduğu meselesi itiraza açıktır.

 

190. Vasiyette bulunan kişi "şayet şu kadının karnında erkek varsa ona şu kadar mal vasiyet ediyorum" dese,

 

> Kadın erkek ve kız çocuk doğursa yalnızca erkek çocuk vasiyet edilen mal üzerinde hak sahibi olur; çünkü o çocuk annenin karnında bulunmuştur. Ana karnında fazladan bir de kızın bulunmasının vasiyete bir zararı yoktur.

 

> Kadın, iki erkek çocuk doğurursa daha doğru görüşe göre vasiyet sahih olur; çünkü burada kişi, ana karnındaki çocukları birle sınırlamamış, vasiyeti bir çocukla sınırlandırmıştır. Diğer görüşe göre ise vasiyet sahih olmaz; çünkü belirsiz [nekira] ifade, söylenen şeyin bir tane olmasını gerektirir.

 

191. Yukarıdaki meselede ilk görüşe göre, mirasçılar, vasiyet edilen malı bu iki erkek çocuktan dilediklerine verirler. Bu, vasiyet edilen malda müphemlik bulunmasına benzer; çünkü bu, sonuç itibarıyla mirasçının beyanı ile belirlenir. Zira mirasçı haklar konusunda vasiyet yapan şahsın yerini tutar.

 

[Zayıf] bir görüşe göre vasiyet edilen mal, iki çocuk arasında dağıtılır.

 

[Zayıf] bir başka görüşe göre çocuklar kabule ehil olup da aralarında sulh yapıncaya kadar mal bekletilir.

 

192. [Vasiyet yapan] kişi, [bir kadına hitaben] "erkek çocuk doğurursan", "karnında erkek çocuk varsa", "erkek çocuğa hamile isen ona şu kadar, kız çocuk doğurursan şu kadar vasiyette bulunuyorum" dese kadın hem erkek hem de kız çocuk doğursa her birine, ne kadar vasiyet yapılmışsa o kadar ödeme yapılır.

 

Kadın iki erkek çocuk doğursa -bu çocuklar iki kızla birlikte doğmuş olsa bile-, mirasçı, bu çocuklardan dilediğine vasiyet edilen malı verir.

 

Kadın, çift cinsiyetli çocuk doğurursa er-Ravda ve eş-Şerhu'l-Kebir' de belirtildiğine göre daha az olan miktar kendisine verilir; çünkü kesin olarak bilinen budur. Ez-Zehair yazarına göre, diğeri için ayrılan pay miktarı ne kadar ise bunun tamamı durum netlik kazanıncaya kadar bekletilir. İbnü'l-Müslim bu görüşü sahih kabul etmiş, Zerkeş! de kıyasa uygun olanın bu görüş olduğunu söylemiştir.

 

193. Kişi "komşularına" bir şey vasiyet etse, bu şahsın evinin dört bir tarafındaki her bir yönden kırk ev bu vasiyetin kapsamına girer. İmam Şafii bunu el-Ümm'de açık olarak ifade etmiştir. O, dili bilen bir imam olduğundan onun bu konudaki sözü huccettir. Ayrıca şu hadis de buna delalet etmektedir: "Komşuluk hakkı şu yönden, şu yönden, şu yönden ve şu yönden kırk evdir: "(Heysemi, Mecmeu'z-zevaid, 8, 168)

 

Hz. Peygamber (s.a.v.) bunu söylerken ön, arka, sağ ve sola işaret etti. Bu hadisi Ebu Davud ve başkalan mürsel yolla rivayet etmişlerse de hadisi destekleyen başka tarikler de bulunmaktadır.

 

[Kimlerin "komşu" kapsamına dahil olduğu konusunda başka görüşler de bulunmaktadır.

Bu görüşleri şu şekilde ifade etmek mümkündür:

 

> Evi bitişik olanlar,

> Aynı mahallede oturanlar,

> Evi bitişik ve karşı karşıya olanlar,

> çıkmaz sokakta yer alanlar,

> Aralarında kapalı bir koridor bulunmayanlar,

> Birlikte aynı mescitte namaz kılanlar,

> Kişinin kabilesi,

> Bütün beldede bulunanlar. Nitekim ayette "o münafıklar bundan sonra Medine'de seninle ancak az bir süre komşuluk yapabilirler." [Ahzab, 60] buyrulmuştur.

 

ilk görüşe göre, vasiyet edilen şey Müslüman, zengin ve bunların zıddı özelliğe sahip olan [yani kafir ve fakir] kimselere, oturan kimselerin sayısı bakımından değil ev sayısına göre taksim edilir. Burada dikkate alınacak olan şeyevin sahibi değil evde oturan kişidir.

Subki'nin belirttiğine göre her bir eve düşen pay, o evde oturanlara kişi başına taksim edilir. Bazı komşular vasiyeti reddederse Demırl'nin de belirttiği üzere vasiyet edilen mal, kalan kişilere verilir.

 

Not:  Alimlerin ifadesinden, [vasiyet edilen malın] vasiyet yapan şahsın evinin dört bir tarafındaki bütün evlere dağıtılmasının zorunlu olduğu anlaşılmaktadır. Ezrai "alimlerin sözünü, komşuluğun en üst sınırı bu kadardır, şeklinde anlamak daha uygun olur. Vasiyeti mutlak olarak bu şekilde taksim etmek gerekmez" demişse de doğru olan yukarıdakidir. Bu durumda vasiyetin dağıtılması gereken evlerin sayısı Kadı Ebu't-Tayyib ve başkalarının açık olarak ifade ettiğine göre yüz altmış tane olmaktadır. Alimlerin hiçbiri toplam ev sayısının kırk olduğunu söylememiştir. Dolayısıyla hadiste geçen "şu yönden, şu yönden" ifadesinin anlamı, her bir yönden kırk sayısı tamamlanıncaya kadar "şu yönden kırk, şu yönden kırk" şeklindedir.

 

Bu sayıya şu şekilde itiraz edilmiştir: "Vasiyet yapan şahsın evi dört bir yönden büyük olup her bir yönden bu evin hizasına düşen ev sayısı kırkı geçebilir. Bu durumda komşu ev sayısı [yüz altmıştan] fazla olacaktır.

 

Vasiyet eden şahsın eviyle aynı hizada bulunan iki evolabilir ve bu evlerden her birinin bir kısmı, vasiyet eden şahsın evin hizasından dışarıya çıkıyor olabilir. Bu durumda da sayı fazla olacaktır.

 

Burada şu söylenebilir: Kitapta yer alan ifade yaygın duruma göre söylenmiştir ki yaygın duruma göre her bir yön bundan fazla olmaz. Şayet fazlalık olursa mirasçı her bir yönden bu kadar sayıda evi seçer. Yönlerden birinde fazlalık diğerinde noksanlık olursa eksik olan kısım, fazla olan kısımla tamamlanıp vasiyet her ikisine dağıtılmalıdır.

 

Vasiyet yapan şahsın evinin, içinde beytler bulunan bir köşk olarak kabul edilmesi uygundur.

 

Vasiyet yapan şahsın iki evi bulunsa, vasiyet edilen mal, bu iki

evden hangisinde daha fazla kişi oturuyorsa onun komşuları na sarf

edilir. Her ikisinde aynı ise her iki evin komşuları vasiyete hak kazan-

ma bakımından birbirine eşit olur. Bunu Ezrai, Kadı Ebu't-Tayyib'ten, Zerkeşi'de bazı alimlerden nakletmiş sonra Kadı Ebu't-Tayyib şöyle demiştir: "Vasiyet eden kişi hangi evde öldp-yse ve vasiyette bulunduysa, vasiyet edilen malı o eve komşu olan kimselere verilmesi uygun olur." Zerkeşi ise yalnızca ölümün gerçekleştiği evi belirtmekle yetinmiştir.

Ölüm ve vasiyet bu evlerden birinde gerçekleşmişse ilk görüş kuvvetli olmaktadır. Şayet vasiyet bir evde yapılmış, ölüm bir başka evde gerçekleşmişse, ölümün gerçekleştiği ev dikkate alınmalıdır. Ölüm bu iki evden herhangi birinde gerçekleşmemişse her iki evin komşularına da vasiyet edilen maldan verilmelidir.

 

194. Hocamız Zekeriye el-Ensarl'nin de belirttiği üzere "mescidin komşularına" yapılan vasiyette de durum tıpkı evin komşularına yapılan vasiyette olduğu gibidir.

 

Bir görüşe göre mescidin komşuları, ezan sesini işiten kimselerdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mescide komşu olan kimsenin namazı ancak mescitte olur. "(Müstedrek, Salat? 1, 246)

 

Mescide komşu olan kimse, ezanı duyan kimsedir.

 

Buna şu şekilde cevap verilmiştir: Hadiste yer alan ifade, bağIamın da gösterdiği üzere namaz konusu ile ilgilidir.

 

Not:  Hafız Ebu Ömer, Ebu Said el-Ensarı'nin biyografisinde, onun Hz. Peygamber (s.a.v.)'den şu hadisi nakletliğini belirtmiştir:

 

"İyilik, akraba ile alakayı sürdürme ve güzel komşuluk beldeleri mamur kılar, ömürleri arttırır."(İbn Abdilberr, el-lstfab, 4, 1673)

 

195. Bir kimse "alimlere" bir vasiyette bulunsa bunun kapsamına şer'ı ilimlerle uğraşan kimseler girer.

 

Demiri "dinde bunun dışındaki ilimler değersiz ve fanı bilgiler-

 

Nevevi, şer'ı ilimlerin ne olduğunu daha sonra şu şekilde açıklamıştır:

 

196. Şer'ı ilimlerden biri tefsirdir. Tefsir sözlükte, garip bir kelimenin anlamını açıklamak anlamında kullanılmaktadır. Şer'i terminolojide ise Yüce Kitab'ın manalarını ve o Kitap'ta neyin kastedildiğini bilmektir.

 

Tefsir, uçsuz bucaksız [sahili olmayan] bir deryadır. Her alim bu

ilimden kendi payınca nasibini alır.

 

Tefsir ikiye ayrılır:

 

a) Ancak vahiyle bilinen tefsir.

 

b) Lügat, meanı ve beyan gibi diğer ilimler vasıtasıyla lafızların delaletleri aracılığıyla idrak edilebilen tefsir. Bu ikinci tür tefsir de, şeriattan elde edilen lafza dayalı olduğundan şer'idir.

 

Bu iki kısım dışında Allah'ın bir kimseye vereceği anlayış kabiliyeti söz konusu olur ki bu da şer'ldir.

 

Irakı şöyle demiştir: "Tefsiri bilip de hükümlerini bilmeyen kimseye, vasiyet edilen maldan herhangi bir şey verilmez; çünkü o, hadis nakleden kişi gibidir."

 

197. Şer'ı ilimlerden bir diğeri de hadistir. Burada hadisle kastedilen hadisin anlamlarını, rivayet edenleri, tariklerini, sahihini, sakimini ve illetlerini, bunun dışında hadiste ihtiyaç duyulan diğer hususları bilmektir.

 

Hadis, Kur'an'dan sonra en değerli ilimlerdendir. Onu bilen kimse de en değerli alimlerdendir. Hadis alimlerinden olup da yalnızca hadis dinlemekle yetinen kimse yoktur.

 

198. Şer'ı ilimlerden biri de fıkıhtır. Burada "fıkıh" ile kastedilen, şer'ı hükümleri nass ve istinbat yoluyla bilmektir. Yani bunların her bir türünden bir şey bilmektir. Bunu İbnü'r'--Rif'a söylemiştir. Her bir tür ile kastedilen fıkıh konularının her birinden bir şeyler bilmektir, yoksa fıkhın belirli bir alanında bir şeyler bilmek değildir. Yani bununla örneğin hayıza ilişkin hükümleri veya Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından "ilmin yarısı" diye nitelenmiş olsa bile miras paylarına ilişkin hükümleri bilmek kastedilmemektedir.

 

"İstinbat yoluyla bilmek" ifademiz Zahirileri dışarıda bırakmaktadır. Bunu İbn Süreye söylemiş, kadı Hüseyin ve başkaları da bu şekilde fetva vermişlerdir.

 

Maverdi şöyle demiştir: "Bir kimse, insanların en bilgilisine- şeklinde bir vasiyette bulunsa, vasiyet edilen mal fakihlere verilir; çünkü fıkıh ilimlerin pek çoğu ile ilişkilidir."

 

Et-Ta'ciz adlı eserin Şarihi şöyle demiştir: Fakih sayılmaya en layık olanlar, kalbine nur ilka edilenlerdir. Bu miktar, Allah'ın bir lütfu olarak bazı inayet ehline de nasip olmaktadır. Zamanımız insanlarının pek çoğunun fıkıhtan anladığı ise bundan farklı olup, bu eğitim ve öğretimle öğrenilebilen bir şeydir.

 

"Fukaha", "mütefakkihe", "sufiyye" tabirlerinin ne anlama geldiği, vakıf konusunda ele alınmıştı.

 

Hasen-i Basrl'ye bir mesel e soruldu. Kendisi cevap verince ona "fakihlerimiz bu görüşte değil" denildi. Bunun üzerine o şunları söyledi:

 

Siz hayatınızda hiç fakih gördünüz mü ki? Fakih geceleri ibadetle, gündüzleri oruçla geçiren, dünyaya karşı zühd sahibi olup kimseye yaltakçılık yapmayan, [dünya için] kimseyle çekişmeyen, Allah'ın hikmetini yayan kimsedir. Şayet yaydığı şey kabul edilirse Allah teala'ya hamdeder. Fakih, Allah'ın emri ni ve yasağını derinlemesine kavrar, Allah'ın sevdiği ve sevmediği şeylerin ne olduğunu bilir, işte "Allah kimin iyiliğini isterse onu dinde anlayış sahibi kılar" hadisinde kastedilen gerçek alim budur. Kişi bu özelliklere sahip değilse o kişi aldanmışlardandır. " (Buhari, ilim, 71; Müslim, Zekat, 2389)

 

199. Bir kimse, "müfessir, muhaddis, fakih" lehine vasiyette bu-'• lunsa, bir şahısta bu üç özelliğin hepsi bir arada bulunuyorsa şahsa özelliklerinden birisi yönüyle bu vasiyetten verilir. Bunun benzeri, zekatın taksimi konusunda gelecektir.

 

200. Nevevi "şer'ı ilimler" ifadesi ile tıp, matematik ve mantık gibi aklı ilimleri dışarıda bırakmıştır. Tavusı, et-Ta'lfka adlı eserinde mantığın şer'ı ilimlere girmediğini belirtmiştir.

Ancak Gazali'den onun mantığı kelam ilmi kapsamında gördüğü de nakledilmiştir. O zaman bu konu da aşağıdaki mesele gibi ihtilaflıdır.

 

Not:

a. Nevevi'nin ifadesinden, şer'i ilimlerin bu üçüyle sınırlı olduğu anlaşılıyorsa da bu kastedilmemiştir. Saymerı ve el-Beyan yazarının belirttiği üzere usul-i fıkıh ilmi de bunlar arasında yer alır; çünkü fıkıh ilmi buna dayanır.

 

b. Gazall, el-Mustasfa adlı eserinin mukaddimesinde bMın ilmini yani kalbi tanıyıp onu yerilmiş huylardan temizlemeyi bilmeyi de dinı ilimler arasında saymıştır.

 

c. [Al-i İmran suresinin 5. Ayetinde geçen] "İlimde kökleşmiş (er-Rasihu'l-ilm)" ifadesi ile kimin kastedildiği konusunda ihtilaf edilmiştir. Kimileri "bir şeye dair yemin ettiğinde, yemin ettiği şey gerçekleşen, diliyle doğruyu konuşup kalbi dosdoğru olan kişidir" demişlerdir. Kimilerine göre ise dört özelliğe sahip olan kimselerdir: Allah ile ilişkisinde takvaya riayet eden, insanlarla ilişkisinde tevazu ile hareket eden, dünyaya karşı zühd ile hareket eden, nefsine karşı mücahede yolunu tutan kimsedir.

 

 

Daha doğru görüşe göre "ilimde kökleşmiş" alim; sözlerin türlerini, hükümlerin kaynaklarını, vaaz ve uyarının ne zaman yapılacağını bilen kimsedir; çünkü rüsuh [kökleşmek] bir şeyde sabitleşrnek anlamına gelir.

 

201. [Arapça metinde] merfa olan "ashab" kelimesine "mukrı, edib, muabbir ve tabib" kelimeleri atfedilmiştir.

 

[Buna göre] Kur'an okutan kişi, edebiyatçı, rüya yorumcusu,

doktor, müncessim, matematikçi, mühendis gibi kimseler şeriat alimleri grubunda yer almaz; çünkü bu işin uzmanları, söz konusu şahısları şeriat alimlerinden saymazlar. Yine lügat, sarf, meanı, beyan, bedı, aruz, kafiye, musiki vb. şeyleri bilenler de böyledir. Bunu el-Metalib yazarı, İbn Yunus'a tabi olarak belitmiştir.

 

202. "Mukrı" [Kur'an okutucusu] ile kastedilen Kur'an'ı okuyan kişidir. Kıraatlere ilişkin rivayetleri bilen, kıraat alimlerini tanıyan kimse ise hadis tarikleri konusunda bilgili olan kimse gibi kabul edilir. Subki mezhepteki rivayet açısından bunu reddettikten sonra bu görüşü tercih etmiştir. Mezhepte esas alınan rivayet açısından bunun reddedilme sebebi şudur: Kıraat manalarla değil lafızlarla ilgilidir. Kıraati bilen kimse ulema adı verilen sınıfa dahil olmamaktadır. Ayrıca Kur'an'ı okuyan kimse kan olarak nitelenir, mukrıolarak nitelenmez.

 

203. Maverdı, "üdeba [edlbler]" ile kastedilenin nahivciler ve lügatçiler olduğunu söylemiştir.

 

204. Zemahşerı, edebiyatın on iki [alt] ilim dalı bulunduğunu söylemiştir.

 

205. "Muabbir" ile kastedilen rüya tabircisidir. Bunun hakkında [muabbir ifadesi yerine] "abir" ifadesinin kullanılması daha fasihtir; çünkü ayette ..... buyrulmuş, [tabir anlamına gelen fiil şeddeli olarak değil] "abera" şeklinde şeddesiz olarak gelmiştir. Kimileri bu fiilin şeddeli kullanımını reddetmiştir.

 

Yine hadiste "...Rüya, ilk yorumlayanın yorumladığı şekilde çıkar';'buyrulmaktadır (İbn Mace, Ta'birü'r-rü'yo, 3915)

 

206. Tabib, tıbbı güzel bir şekilde [iyice] bilen kimseye denir.

 

207. Alimlerin çoğunluğuna göre, yukarıda belirtilen gerekçe sebebiyle kelam ilmiyle uğraşan kimse, şeriat alimleri grubu arasında yer almaz. Abbadı, Ziyadat adlı eserinde bunu İmam Şafii'nin ifadesi olarak aktarmıştır.

 

Bir görüşe göre ise kelamcı, şeriat alimleri grubuna girer. Müte::. vem bu görüşü ileri sürmüş, Rafil de bu görüşe meyletmiştir. Rafil'nin sözünden anlaşıldığına göre, delil, kelamcı ile muhaddis ve kıraat alimini eşit tutmayı gerektirir: Ya bunların tümü şeriat alimleri grubuna girmeli ya da tümü bu gruptan çıkarılmalıdır. Bu mesel ed eki bu kararsızlık sebebiyle Nevevi bunun hakkında "daha doğru görüş" ifadesini kullanmayıp "çoğunluğa göre" ifadesine yer vermiştir.

 

Subki şöyle demiştir:  "Kelam ilmi" derken, Allah'ı ve sıfatlarını, Allah hakkında müstahil olanları bilerek bid' atçıların görüşlerini reddetmek, sahih ve fasid inançları birbirinden ayırt etmek kastediliyorsa bu, şer'ı ilimlerin en yücelerindendir, bunu bilen de şeriat alimlerinin en üstünlerindendir. Alimler, siyer bölümünde kelam öğrenmeyi farz-ı kifaye işler arasında saymışlardır.

 

Şayet "kelam" derken felsefi yöntemlere bağlı kalarak şüpheli konulara dalıp bunlarda ileri gitmek, vakti boşa harcamak, bid'atçı olup da sapkın inançlara insanları çağıracak kadar bunlarla meşgulolmak kastediliyorsa bu, [değil ilim] "cehalet" denilmeye daha layıktır.

Filozofların yöntemine bağlı kalarak ilahiyat [teoloji] konularını ele almak usulüddin [dinin aslı] arasında yer almaz, aksine bunların çoğunluğu sapkınlık ve felsefedir. Allah lütuf ve keremi ile bizi bunlardan muhafaza buyursun, amin!

 

İşte, İmam Şafii'nin kelamdan reddettiği ve "kişinin şirk dışında her türlü günaha batmış olarak rabbine kavuşması, kelam ilmi ile uğraşarak kavuşmasından daha iyidir" dediği kısım budur.

 

Subki "aynı şekilde sufiler de bu şekilde iki kısma ayrılır" deyip uzun açıklamalar yaptıktan sonra sözlerinin sonunda şunları söylemiştir:

 

İbn Arabi, İbn Seb'ın, Kutb el-Konevi, Afif et-Tilmisanı gibi sonraki sufilerden olan kimseler bırak alim olmayı yoldan sapmış, cahil, İslam yolundan çıkmış kimselerdir.

 

İbnü'l-Mukri, Ravd adlı eserinde şöyle demiştir: "İbn Arabi taifesinin kafirliğinden şüphe etmek kafirliktir."

 

Hocamız Zekeriya el-Ensari şöyle demiştir:

 

Adı geçen şahısların sözlerinin zahirinden, bazıları Allah'ın alem ile birleştiğini anlamışlarsa da doğrusu bunlar Müslüman ve hayırlı şahıslardır. Bunların sözleri tıpkı diğer sufilerin sözlerinde olduğu gibi kendi aralarında anladıkları dile göre ifade edilmiştir. Bu sözler, onların kendi kastettikleri anlamlarda hakikattir. Bu sözlerin zahirde ifade ettiği anlamları esas alması halinde kafir olacak kimseler nezdinde ise bu sözler tevile muhtaçtır. Çünkü bir terim, kendi terim anlamında hakikat olduğu halde başka anlamda alınırsa mecaz olur. Bu sözlerin anlamına inananlar, o sözlerin sahih anlamlarına inanmaktadırlar. Allah'ı bilen bir grup alim İbn Arabi'nin bir veli olduğunu açık olarak ifade etmişlerdir ki Şeyh Taceddin b. Adaullah ve Şeyh Abdullah el-Yafı bunlardandır. Gerek İbn Arabı gerekse onun taifesi hakkında sufiler dışındakiler tarafından zikredilen onlara ait sözler bir eleştiri konusu yapılamaz.

Ayrıca arif kimseler tevhid ve irfan denizine dalıp da kendi zatlarından ve sıfatlarından fani olup, Allah dışında her şeyi görmez hale gelince Allah'ın bir varlığa hulOI ettiği veya bir varlıkla birleştiğini ifade edermiş gibi görünen kimi sözler ederlerse de bu, kelimelerin, yükseldiği makamı ifadeden aciz kalması sebebiyledir. Oysa Teftazanı ve başka alimlerin de belirttiği üzere bu ifadelerin, hulOI ve ittihad ile hiçbir ilgisi yoktur.

 

208. Kişi "kurra'ya" diyerek vasiyette bulunsa, daha doğru görüşe göre bu vasiyet Kur'an'ın bütününü ezberlemiş olan hafızlara yönelik yapılmış kabul edilir. Kur'an'ın bütününü ezberlememiş olup da mushaftan okuyanlara yapılmış sayılmaz.

 

209. Kişi "kölelere (rikab)" yönelik vasiyette bulunsa bu vasiyet, sahih bir kitabet akdi yapmış mükatep kölelere verilir; çünkü şer'! terminolojide "rikab" ifadesinden anlaşılan bu olduğundan kelime bu anlama yorulur. Vasiyetin yeterli olabilmesi için en azından üç kişiye verilmesi gerekir. Dünya üzerinde hiç mükatep köle kalmamış olsa, herhangi bir köle ile kitabet sözleşmesi yapılması ihtimaline binaen, vasiyet yapan şahsın malının üçte biri bekletilir. Mükatep köle, kendisine vasiyet edilen maldan aldıktan sonra yeniden köleliğe dönerse bakılır: Mal kendisinin veya efendisinin elinde mevcut olarak bulurı:ayorsa mal alınır.

 

210. Bir kimse "Allah yolunda harcanması için" diyerek vasiyette bulunsa bu mal, zekat alabilecek durumda olan gazilere verilir; çünkü şer'an bu kelimeden anlaşılan anlam budur. Bu grupta yer alan en az üç kişiye verilmesi gerekir. Daha önce zekat bölümünde [kendilerine zekat verilmesi haram olan kimselerden olan] "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ailesi"nin kimler olduğu geçmişti. Kişi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ailesi dışında kalan kimselere vasiyette bulunsa bu vasiyet sahih olur. Bu, kişinin akrabaları şeklinde mi yorumlanır yoksa bu vasiyetin kime verileceği, hakimin ictihadına mı bırakılır? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır. Hocam Remli'nin de belirttiği üzere ilk görüş daha uygundur.

 

211. [Kişinin yaptığı vasiyette geçen] "ehl-i beyt [ev halkı]" ifadesi de tıpkı "al [aile]" ifadesi gibidir. Ancak bunun kapsamına kişinin karısı da girer.

 

212. Kişi "ev" sözcüğünü zikretmeksizin bir kimsenin ehline vasiyette bulunsa, o kimsenin nafaka vermekle yükümlü olduğu bütün şahıslar vasiyetin kapsamına girer.

 

213. Kişi, bir şahsın "babalarına" vasiyette bulunsa, her iki taraftan [hem anne hem de baba tarafından] dedeler de bu vasiyetin kapsamına girer. Kişi, bir şahsın "annelerine" vasiyette bulunsa, her iki taraftan nineler de buna dahil olur.

 

214. Erkek kardeşler için yapılan vasiyetin kapsamına kız kardeşler girmediği gibi aksi de söz konusu değildir.

 

215. "Kayınpederler" ifadesi, kişinin karısının babası anlamına gelir. Aynı şekilde mahrem olan bütün yakınların karısının babası da [Arapça'da] "ham" kelimesi ile kastedilir.

 

216. "Mahremler" ifadesinin kapsamına; nesep, süt emzirme ve sıhriyet yoluyla kendisiyle evlenilmesi haram olan bütün kimseler girer.

 

217. "Mevali" için yapılan vasiyet, tıpkı onlara yapılan vakıf gibi değerlendirilir. Bunların kapsamına müdebber ve ümmüveled girmez.

 

218. Kişi; "yetimler", "dullar", "bekarlar", "körler", "hacılar",  "kötürümler", "hapiste bulunanlar", "borçlular", "ölülerin kefenlenmesi", "ölülerin kabrinin kazılması" gibi ifadelerle vasiyette bulunsa bu şahısların [vasiyetten yararlanabilmesi için] fakir olması şartı aranır. Ezrai hacılara yapılan vasiyette fakirlik şartını uzak bir ihtimal görmüşse de hüküm belirttiğimiz gibidir; çünkü vasiyet yaparken amaçlananlar fakirlerdir. Şayet bu şekilde kendisine vasiyet yapılan belirli sayıda şahıs varsa, vasiyet edilen maldan onların tümüne verilmesi gerekir. Sayıları sınırsız ise üç kişiyle yetinilmesi caiz olur.

 

219. "Yetim", buluğ öncesinde babası ölmüş olan kimseye denir. İbnü's-Sikkıt şöyle demiştir: "İnsanlarda yetimlik babanın kaybedilmesi ile, hayvanlarda .ise annenin kaybedilmesiyle olur."

 

İbn Haleveyh şöyle demiştir: "Kuşlarda yetimlik, anne ve babanın kaybedilmesiyle olur; çünkü yavru kuşları ana-baba koruyup besler."

 

220. [Arapça'da] "eyyim" ve "ermele [dul]" ifadeleri eşi bulunmayan kimse hakkında kullanılır. Şu var ki "dul" ifadesi kocasının ölmesi veya boşaması sebebiyle kocasını yitirmiş olan kadına denir. "Eyyim" ifadesinin kullanılması için kişinin daha önceden evlenmiş olması ise gerekmez. Her iki kelime de, an itibarıyla eşi olmayan kişi hakkında kullanılma hususunda ortaktır.

 

221. Bir kimse "dullar" veya "bakireler" için vasiyette bulunsa bunun kapsamına, karısı olmayan erkekler girmez; çünkü halk arasında bu isim, kadınlar hakkında kullanılır.

 

222. Vasiyet yapan kimse, [Arapça] "Uzzab" ifadesi kullanmışsa bunun kapsamına karısı olmayan erkek girer. İki görüş içinden tercihe şayan olanına göre bu ifadenin kapsamına, kocası olmayan kadın girmez.

 

223. "Kani" ifadesi dilenci, "mu'ter" ifadesi ise dilenmeye maruz kaldığı halde dilenmeyen kimse hakkında kullanılır. Kurbanlarla ilgili bölümde bu konuda daha fazla açıklama yapılacaktır.

 

Not:  [Arapça'da], buluğ öncesi dönemde kişilere "gılman", "sıbyan", " etfal", "zerarı" denilir. Buluğdan sonra otuz yaşlarına kadar olan dönemdeki kimselere "şübban" ve "fityan" denilir. Otuzdan kırka kadar olan dönemdekilere "kühhal" denilir. Kırktan sonraki kişilere "şüyuh" denilir.

 

224. "Fakirlere" yapılan vasiyetin kapsamına "miskinler" girdiği gibi bunun aksi de söz konusudur. Halk arasında bu iki kelimeden hangisi tek başına kullanılırsa diğerini de kapsadığından, birisi için yapılan bir vasiyette, vasiyet edilen malı diğerine vermek caizdir.

 

225. "Fakirlere" yapılan vasiyetin kapsamına, ihtiyaçları akrabasının veya kocasının nafakası ile karşılanan kimse girmez. Yine zekatta olduğu gibi gayr-i Müslim fakirler de girmez. Bununla birlikte vasiyet işleminde, vasiyet edilen malı başka yerdeki fakire nakletmek caizdir. Vasiyet ile zekat arasında şu fark vardır: İnsanlar vasiyet edilen mala zekattaki mal kadar tamah etmezler; çünkü zekat, vasiyetin aksine sürekli olan bir şeyolduğundan fakirlerin bakışı daima zekat üzerindedir. Bu yüzden vasiyetin "başka bölgenin fakirleri" diye kayıtlanması caizdir.

 

226. Bir kimse "fakirlere ve miskinlere" şeklinde vasiyette bulunsa, vasiyet edilen mala her iki sınıf da ortak kılınır, bu malın yarısı fakirlere yarısı da miskinlere verilir. Mal, aralarında kişi başına göre bölüşülmez. Bunların hepsine verilmesi zorunlu olmayıp, imkan bulunduğunda bunu yapmak müstehaptır.

 

227. "Alimlere", "fakirlere", "miskinlere" şeklinde yapılan vasiyette, vasiyetin yeterli olabilmesi çin her bir gruptan en az üç kişiye maldan vermek gerekir; çünkü çoğul ifadenin en azı üçtür. "Zeyd'in oğullarına", "Amr'ın oğullarına" şeklinde yapılan vasiyet ise bundan farklı olup burada -er-Ravda'daki ifadeden de anlaşılacağı üzere- malın, bu şahısların tümüne kişi başı olarak taksim edilmesi zorunludur.

 

228. Kişi, vasiyet edilen maldan, alimlerden veya fakirlerden yahut miskinlerden [üç kişiye değil de] iktkişiye verse, üçüncü kişiye, mal adı verilmeye layık en düşük miktarı tazmin eder. Zayıf bir görüşe göre üçte biri tazmin eder. Kişi bunu üçüncü kişiye bizzat vermez,

hakime teslim eder, hakim de bunu kendisi üçüncü şahsa verir yahut vasiyeti uygulayan şah sa geri verir ve bu şahıs da üçüncü kişiye verir.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: Alimler bu konuda şöyle bir ayrıntı hükümden bahsetmişlerdir: Bir kimse akrabaları lehine vasiyette bulunsa, kendisinin yalnızca bir tane akrabası bulunsa bu kişi vasiyet edilen malın tamamını mı, yarısını mı yoksa üçte birini mi elde eder? Bu konuda görüş ayrılığı bulunmaktadır. Yukarıdaki mesele de bunun gibi olmalıdır.

 

Bu, yerinde bir görüş olmakla birlikte ileride geleceği üzere ilk görüş tercihe şayandır.

 

229. Kendilerine vasiyet yapılan fakirler ve miskinlerin hür şahıslar olması şarttır. Bu yüzden İmam Şafii'nin açık olarak belirttiği üzere böyle bir vasiyetin kapsamına köleler girmezler.

 

230. Vasiyet yapan şahıs ve onun bulunmadığı durumda hakim, her bir sınıfın fertleri arasında ihtiyaca göre farklılık gözetebilir, her bir ferde eşit vermesi gerekmez. Hatta ihtiyacı daha çok ve ailesi daha kalabalık olanlara daha fazla verilmesi daha uygundur. Vasiyet yapan şahsın mirasçı olmayan yakınlarına, sonra komşuları na sonra da tanıdıklarına öncelik tanınması daha uygun olur. Bu, söz konusu şahıslar sınırlı sayıda olmadığında böyledir. Kişi belirli bir bölgenin fakirleri lehine vasiyette bulunsa ve bu şahıslar sayıca sınırlı olsa, bunların tümüne vasiyetten vermek ve aralarını da eşit tutmak gerekir. Bu, bizzat şahıs olarak onları belirlemek gibidir. Fakirlere yapılan mutlak vasiyette olduğunun aksine burada vasiyet yapılan şahısların kabulü şarttır.

 

231. Bir kimse belirli bir bölgenin fakirlerine vasiyette bulunduğu halde o bölgede fakir bulunmasa, vasiyet geçerli olmaz.

 

232. Kişi "Zeyd'e ve fakirlere" diyerek vasiyette bulunsa [hüküm ne olur? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre, "mal" adı verilebilecek en düşük miktardaki şeyi vermenin caiz olması bakımından Zeyd, diğer şahıslardan biri gibi kabul edilir. Çünkü kişi, vasiyette bulunurken onu diğerlerine birleştirmiştir. Bu durum eşitliği gerektirir.

 

Şu söylenebilir: Zeyd fakir bir kimse olup "fakirler" ifadesi Zeyd'i kapsamına alabilir, bu durumda Zeyd'in özelolarak zikredilmesinin bir anlamı kalmaz.

 

Buna şöyle cevap verilir: Bunun iki anlamı vardır: Zeyd'e vasiyetten bir şey verilmemesi ihtimalini bertaraf etmek, Zeyd'in fakirliğinin dikkate alınmamasını sağlamak. Nitekim Nevevi'nin şu ifadesi de bunu göstermektedir: "Ancak Zeyd zengin bile olsa, fakirlerden herhangi birinin vasiyetten mahrum bırakıldığı gibi vasiyetten mahrum bırakılamaz." Çünkü daha önce geçtiği üzere, açık olarak ifade edilmesi sebebiyle vasiyetin tüm fakirlere tek tek verilmesi gerekmez.

 

Not:

a. Nevevi'nin "mezhepte esas alınan görüş" ifadesine itiraz edilmiştir. Çünkü bu meselede yedi farklı görüş bulunmaktadır. Bunların ilki, yukarıda Nevevi'nin zikrettiği görüştür. Diğer görüşler ise geniş çaplı eserlerde zikredilmektedir. Ben bu görüşlerin çoğunu Şerhu't-Tenbih adlı eserde zikrettim, dolayısıyla burada tekrar zikrederek konuyu uzatmayalım.

 

b. Yukarıdaki hüküm "Zeyd" sözcüğünü herhangi bir kayıt belirtmeksizin zikrettiğinde söz konusu olur. Şayet Zeyd'i de [onunla birlikte zikrettiği] diğerlerinin vasıflarıyla nitelerse, örneğin "fakir olan Zeyd'e ve fakirlere vasiyette bulunuyorum" derse, şayet Zeyd zengin ise onun payını diğer fakirler alır, vasiyet yapan şahsın mirasçıları fakir bile olsa onlar almaz.

 

c. Kişi Zeyd'i, onunla birlikte zikrettiği diğer şahısların niteliklerinden farklı bir şekilde nitelese, örneğin "katip olan Zeyd'e ve fakirlere vasiyette bulunuyorum" dese, Zeyd, vasiyet edilen malın yarısını hak eder.

 

d. Kişi, Zeyd'e ve sayıları sınırlı bir gruba vasiyette bulunsa, Zeyd'e vasiyetin yarısı verilir, diğer yarısını ise diğer grup alır.

 

e. Kişi, "Zeyd'e bir dinar, fakirlere malımın üçte birini vasiyet ediyorum" dese, Zeyd fakir olsa bile kendisine bir dinardan fazla verilmez; çünkü vasiyette bulunan şahıs, vasiyette bulunduğu malın miktarını belirtmek suretiyle bunun üzerinde ictihad yapılmasının yolunu kapatmıştır.

 

f. Kişi "Zeyd'e ve Cebrail'e", "Zeyd'e ve duvara", "Zeyd'e ve rüzgara", "Zeyd' e ve şeytana" gibi ifadeler kullanarak [Zeyd'in yanında] mülkiyetle nitelenemeyecek şeyler zikretse, Zeyd'e vasiyetin yarısı verilir, diğer yarım üzerindeki vasiyet geçersiz olur. Bu şuna benzer:

Kişi "Zeyd'in oğluna ve Amr'ın oğluna" şeklinde vasiyette bulunduğu halde Amr'ın oğlu olmasa [bu vasiyetin yarısı Zeyd'in oğluna verilir, vasiyetin Amr'ın oğluna denilerek yapılan kısmı ise geçersiz olur.]

 

g. Kişi "duvar" sözcüğünü bir şeye izafe ederek kullansa, örneğin "mescidin duvarının tamiri" veya "Zeyd'in evinin duvarı" dese, vasiyet sahih olur. Vasiyetin yarısı bunun tamirine harcanır.

 

h. Kişi, Zeyd'e ve meleklere veya rüzgarlara yahut duvarlara vb. vasiyette bulunsa "Zeyd'e ve fakirlere" şeklinde vasiyette bulunması durumunda olduğu gibi burada da Zeyd' e, mal adı verilebilecek en az şey ne ise o verilir, bundan artan kısımdaki vasiyet ise geçersiz olur.

 

ı. Kişi "Zeyd ve Allah için" diyerek vasiyette bulunsa, Zeyd, vasiyetin yarısını alır. Diğer yarısı ise Allah'a yaklaştırıcı yollara harcanır; çünkü bu yollar, Allah haklarından olan harcama yerleridir.

 

i. Kişi, malının üçte birini Allah için vasiyet etse bu mal belirtildiği üzere hayır yollarına harcanır. Kişi "Allah Teala için" demezse bu para miskinlere harcanır.

 

j. Kişi, üç tane olan ümmüveledine ve fakirlere ve miskinlere şeklinde vasiyette bulunsa, vasiyet edilen mal bunlar arasında üçe bölünür.

 

233. Kişi, "Hz. Ali'nin soyu", "Haşimoğulları", "Temımoğulları" gibi sayısı belirli olmayan muayyen bir gruba vasiyette bulunsa [bu vasiyetin sahih olup olmadığı konusunda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre, "fakirlere" şeklinde yapılan vasiyet nasıl sahih oluyorsa bu vasiyet de sahih olur.

 

İkinci görüş

 

Bu vasiyet batıldır; çünkü genelleme yapmak, vasiyet edilen malın bu gruptaki fertlerin tümüne verilmesini gerektirir oysa bu imkansızdır. "Fakirlere" şeklinde yapılan vasiyet ise bundan farklı olup, şer'ı terminoloji bunu üç le sınırlandırdığından bu konuda ona uyulur.

 

İlk görüşe göre, tıpkı fakirlere yapılan vasiyette olduğu gibi bu vasiyette de kişi üç kişi ile yetinebilir.

 

Not:

a. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e özgü niteliklerden birisi, onun kızının soyundan gelen çocukların nesep olarak kendisine bağlanmasıdır. Bunlar [zamanımızda da] mevcut olan "şerifler" dir. Haşimıler bunlardandır.

 

Hocamızın hocası [Zekeriya el-Ensarı], Şihab İbn Hacer el-Askalanı'nin Ebnaü'l-umran adlı eserinden şunu nakletmiştir: "Hicri 873 yılındra Sultan Şa'ban, şeriflerin, yeşil sarık takmak suretiyle diğer insanlardan farklı giyinmelerini istedi. Mısır, Şafii ve başka bölgelerde bu uygulandı. Ebu Abdillah Cabir el-Endülüsı bu konuda şu şiiri söylemiştir:

 

Peygamberin çocukları için bir alamet kıldılar, Alamet meşhur olmayanın işidir. Peygamberlik nuru onların şerefli yüzünde, Şerif olanı yeşil sarığa muhtaç kılmaz.

 

234. Kişi, "Zeyd'in akrabalarına" şeklinde bir vasiyette bulunsa bu vasiyetin kapsamına uzak bile olsa bütün akrabalar, Müslüman veya kafir, zengin veya fakir, hür veya köle bütün akrabalar girer.

 

Köleye düşen payanun efendisine verilir. Bunu açık olarak ifade edeni görmemiş olmakla birlikte alimlerin mutlak ifadesinden bu anlaşılmaktadır.

 

Daha önce "fakirlere" yapılan vasiyet konusunda geçen ifadeden kölelerin bu vasiyet kapsamına girmediği anlaşılabilirse de daha sonra Naşirl'nin bu konuda ileri sürdüğü şu görüşe rastladım: "Köleler akrabalar kapsamına girip de onlara düşen payefendilerine verilir mi? Efendiler vasiyetin kapsamına dahil değil ise kölelerin girmesi uygun olur, ancak efendiler vasiyetin kapsamına dahil ise vasiyet edilen mal efendilere hem kendi adlarına hem de köleleri adına olmak üzere iki kere verilmesin diye köleler vasiyete dahil edilmez."

 

Kemal b. Ebu Şerıf bu görüşü şu şekilde eleştirmiştir: "Kölelerin vasiyet kapsamına girmesinde tevakkuf edilerek şöyle denilebilir: Kişinin hür akrabası yok ise kölelerin vasiyet kapsamına girmesi uygun olur. Kişinin hür akrabaları varsa köleler onlarla birlikte vasiyet kapsamına dahil olmaz. Çünkü normalde vasiyet yapılırken kölelerin vasiyete girmesi kastedilmez."

 

Naşirı'nin görüşü daha uygundur; çünkü alimler, "akrabalar" ifadesi kullanıldığında mirasçılar ile başkaları arasında fark olmadığını söylemişlerdir. Çünkü bu sözcük akrabalık yönünü vurgulamak için söylenir. Bu isim [hür ve köle] hepsini kapsar.

 

Not:  Nevevi'nin "büün akrabalar" ifadesinden, akrabalarının her birine vasiyet edilen maldan verilmesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Şayet akrabaların sayısı belirli ise bu hüküm böyledir. Şayet sayısı çok ise bu vasiyetin hükmü "Hz. Ali'nin soyuna" şeklinde yapılan vasiyette olduğu gibidir.

 

"Akrabalara" şeklinde yapılan vasiyet yalnızca çoğul haldeki akrabaları kapsamaz. Kişinin yalnızca iki veya bir akrabası olsa, daha doğru görüşe göre bu kişi vasiyet edilen malın tümünü alır, kendisine düşen payı almaz.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: "Ekarib" kelimesi, ism-i tafdı:ı olan "akreb" isminin çoğulu olduğu halde uzak akraba nasıl bu şekildeki vasiyetin kapsamına dahil olabilir?

 

Buna şu şekilde cevap verilir: Uzak ve yakın akrabanın vasiyet hususunda birbirine eşit olduğu örf ile sabittir. Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e "en yakın akrabalarım uyar" [Şuara, 214] buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kimi akrabaları kendisine daha yakın olduğu halde bu hitabın kapsamına bütün akrabaları girmiştir. Yine "ana-babaya ve yakınlara" [Bakara, 180] ayetinin zahiri de bunu göstermektedir. [Bu ayette, akraba anne-babaya atfedilmiştir.] Atıf, [atfedilenin, kendisine atıf yapılandan] farklılığı[nı] gerektirir. Ancak burada "yakınlar" ile çocukların kastedildiği de söylenmiştir. Nitekim "en yakın akrabam uyar" ayeti indirilince, uyarılmak üzere çağrılanlar arasında Hz. Fatıma (r.a.) da yer almıştı.

 

235. [Kişi, "akrabalarına" vasiyette bulunduğunda, bunun kapsamına ana-baba ve çocukları girer mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha dOğru görüşe göre ana-baba ve kişinin kendi çocukları "akrabalar" kapsamına girmez; çünkü halk arasındaki kullanımda bunlara "akraba" denilmez. Dedeler ve nineler ise "akraba" isminin kapsamında yer aldığından vasiyetin kapsamına girer.

 

İkinci görüş

 

Ana-baba ve kişinin kendi çocukları da vasiyet kapsamına girer; çünkü "en yakın akrabalar" şeklinde yapılan vasiyetin kapsamına bunlar giriyorsa "akrabalar" şeklindeki vasiyetin kapsamına nasıl olur da girmezler?!

 

Subki ikinci görüşün hem aklı olarak hem de naklen daha güçlü olduğunu söylemiştir.

 

[Zayıf] bir görüşe göre usul ve furudan hiçbirisi "akrabalar" şeklinde yapılan vasiyetin kapsamına girmez.

 

236. Kişinin akrabaları na yaptığı vasiyetin kapsamına anne tarafından olan yakınlar [girer mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş vardır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre, vasiyeti yapan kimse Arap ise [anne tarafından olan yakınlar, akrabalara yapılan vasiyetin kapsamına] girmez; çünkü onlar bu yakınlıkla övünmezler ve bunu akrabalıktan saymazlar.

 

İkinci görüş

 

Arap olmayanların ["akrabalar" diyerek] yaptıkları vasiyetin kapsamına, anne tarafından olan akrabalar girdiği gibi Arapların yaptıkları vasiyetin kapsamına da bunlar girer.

 

Rafii yazdığı her iki şerhte bu görüşü desteklemiş, Nevevi de er-Ravda'da bu görüşü sahih kabul etmiş, İbnü'l-Mukrı de bu görüşü esas almıştır. Zerkeşi ve başkalarının belirttiği üzere itimad edilmesi gereken görüş de budur. İlk görüş sahiplerinin ileri sürdüğü delil zayıftır; çünkü Rafil'nin açık olarak belirttiği üzere "rahim" sözcüğünün kapsamına gerek Araplarda gerek arap olmayanlarda anne tarafından olan yakınlar girer. Subki şöyle demiştir:

"Rahim'in akrabalık olduğu konusunda şüphe yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) kıbtller hakkında "onlar için zimmet [sözleşme] ve akraba- , Iık] söz konusudur" buyurmuştur. (Müslim, Fedailü's-sahabe, 6440) 

Çünkü Hz. İsmail'in annesi onlardandı. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), dayısı Sa'd ile övünerek şöyle demiştir: "Benim dayım Sa'd'dır. Birisi bana dayısının kim olduğunu söylesin!"

 

237. [Akrabalık konusunda] zikredilen hususIarda Zeyd'in kendisine nispet edildiği en yakın dede dikkate alınır. Bu dedenin evIatIarı bir kabile oIarak kabuI edilir. Amcaoğullarında dedeye doğru çıkılır. Dede ile aynı derecede veya ondan daha yukarıda oIanIar dikkate alınmaz.

 

238. [Buna göre] "Hz. Hasan'ın akrabaIarına" yapıIan vasiyet Hz. Hasan'ın çocuklarını kapsar. Ondan yukarıda oIanIarın çocukIarını ve Hz. Hüseyin'in çocukIarını kapsamaz.

 

239. "Şafii'nin akrabaIarı" şeklinde yapıIan vasiyet, onun döneminde [İmam ŞafiI'ye adını veren ve dedesi oIan] ŞaH'in çocukIarıdır. Er-Ravda'da "Şafii'nin döneminde" şeklinde getirilen kayıt, ihtirazı bir kayıt oImayıp aksine kastedilenin hilafına bir anIam çağrıştırmaktadır; çünkü ŞaH, İmam ŞafiI'nin kendisi ile bilindiği en yakın dedesidir. Bu vasiyet, ŞaH'den sonra başka bir dedeye mensup oIan kimseye meseIa ŞaH'in kardeşleri oIan, Hz. Ali'nin ve Abbas'ın çocukIarına harcanmaz; çünkü bunIar Muttalib'e nispet edilirler.

 

240. Kişi, bu dönemde Şafiı'nin bazı evIatIarının akrabaIarına vasiyette buIunsa bunun kapsamına İmam ŞafiI'nin çocukları girdiği haIde [İmamın dedesi olan] ŞaH'in çocukIarı girmez. Şayet böyle bir sınırlama yapıImasaydı o zaman bütün insanIar vasiyetin kapsamına dahil oIurdu, çünkü bütün insanIar Hz. Adem'in çocuğu oImada ortaktır.

 

241. Nevevi'nin "kendisine nispet edildiği" ifadesi, anne yönünden oIan dedeyi dışarıda bırakmaktadır; çünkü kişi anne tarafından oIan dedesine nispet edilmez.

 

242. Vasiyet yapan şahsın "akrabaIarımın en yakınIarı" ifadesinin kapsamına ana-baba [asıI] girdiği gibi oğuI ve kızı da [fer'] girer.

 

Bunların yokluğu halinde diğer akrabalar da girer; çünkü "en yakın" ifadesi, akrabalıktaki yakınlık yönünden diğerlerinden daha ileri olma konusunda tek olandır. Ana-baba ile oğul ve kıza her ne kadar halk arasında "akraba" denilmese de onlar akrabaların en yakınlarıdır.

 

243. Yukarıdaki ifadeden, onların bu vasiyetin kapsamına genel anlamda dahil oldukları anlaşılmaktadır. Bunların vasiyetten eşit alması yahut bir kısmının diğerine öncelenmesine gelince Nevevi bu konuda şunları söylemiştir:

 

Daha doğru görüşe göre -aşağı doğru ne kadar giderse gitsinoğul, babadan önceliklidir; çünkü mirasçılık ve asabelik yönünden o, daha güçlüdür. El-Houf's-sağır adlı eserde yapıldığı üzere, ifadenin kapsamına kızın da girebilmesi için "fer" demiş olsa daha uygun olurdu.

 

Bu hükmün aklı gerekçesi şudur: Fer', vasiyet yapan kişinin bir parçasıdır. Bir şeyin aslına göre parçası o şeye daha yakın olduğundan çocuklar daha öncelikli olmuştur. Daha sonra ne kadar aşağı giderse gitsin onların çocukları gelir.

 

Oğulların ve kızların çocukları birbirine eşittir. Daha sonra onların üzerinde bulunan ana-babalar gelir.

 

244. Her üç bakımdan kardeş, her iki yöndeki dededen daha önceliklidir; çünkü oğulluk yönü babalık yönünden daha güçlüdür.

 

Mezhebimizde, erkek kardeşin baba tarafından olan dedeye mutlak olarak üstün olduğu bu mesefe ve bir de ana-bir erkek kardeş dışındaki kardeşin velası meselesi dışında bir mesele yoktur. Ancak ileri sürülen gerekçeden, ana-bir erkek kardeşin dışarıda kalması anlaşılıyorsa da bu kastedilmemiştir.

 

245. Diğer görüşe göre, her iki durumda bunlar birbirine eşit' tutulur. Çünkü ilk durumda [baba ve oğlun durumunda] her ikisi rütbe yönü ile eşittir. İkinci durumda [dede ve erkek kardeşin durumunda] ise derece bakımından birbirine eşittirler; çünkü her ikisi de vasiyet yapan şahsa onun babası aracılığıyla bağlanmaktadırlar. RafiI'nin belirttiğine göre ikinci durumla ilgili görüş ayrılığı İmam ŞafiI'nin iki görüşü arasındadır. Bu sebeple er-Ravda'da olduğu gibi bu konuya ait görüşleri "kavI" şeklinde belirtmiş olsa daha uygun olurdu. Hatta eş-Şerhu's-sağir'de tercih edilen görüşe göre ilk durumda da görüş ayrılığı İmam Şafii'ye ait iki görüş arasındadır.

 

246. Dedelikten sonra amcalar, halalar, dayılar ve teyzeler akrabalık konusunda eşittir.

Sonra bunların çocukları gelir.

 

İbnü'r-Rif'a şöyle demiştir: Amca ve hala, dedenin babasına göre önceliklidir. Dayı ve teyze de annenin dede ve ninesine göre önceliklidir.

 

247. Akrabalar arasında erkeklik veya mirasçılık dikkate alınarak bir öncelik söz konusu olmaz. Aksine baba ile anne, oğul ile kız, erkek kardeş ile kız kardeş birbirine eşit olduğu gibi Müslüman ile kafir, baba-bir erkek kardeş ile ana-bir erkek kardeş birbirine eşittir.

Ana-babanın çocukları olan erkek kardeşler ve kız kardeşler, amcalar ve halalar, dayılar ve teyzeler ile bunların çocukları, ana ve babadan yalnızca birinin çocuklarına göre öncelikli olur.

 

248. Baba-bir erkek kardeş, ana-baba bir erkek kardeşin oğlundan önceliklidir.

 

249. Daha sonra bir yönde derece bakımından daha yakın olana öncelik tanınır. Yeter ki yön aynı olsun. Aksi taktirde yakın yönden olan uzak şahıs, uzak yönden olan yakın şahsa göre öncelikli olur. Örneğin erkek kardeşin oğlunun oğlu -ne kadar aşağı inerse insin- amcadan daha önceliklidir.

 

250. Kızın oğlu, oğlun oğlunun oğluna göre önceliklidir; çünkü o, derece bakımından vasiyet yapan şahsa daha yakındır.

 

251. Mirasçılık bakımından eşit olsalar bile her iki yönden olan O nine, bir yönden olan nineye göre önceliklidir. Beğavı ve Harezmi vakıf meselesinde bunu tek görüş olarak belirtmişlerdir. Çünkü mirasçılık meselesinde "ninelik" adı dikkate alınırken burada "yakınlık" yönü dikkate alınmaktadır.

 

Eş-Şerhu' [-Kebir' deki ifadeden her iki konunun [mirasçılık ve vasiyet konularının] birbirine eşit olduğu anlaşılmaktadır.

 

252. Bir kimse kendi akrabaları na vasiyette bulunsa, [bu vasiyetin kapsamına zaten mirasçı olan akrabalar girer mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre, ifadenin genelliği değil şeriatın bu konudaki bilindik uygulaması esas alındığından mirasçılar bu vasiyetin kapsamına girmez. Ayrıca genellikle mirasçı olan şahsa vasiyet yapılmadığından bu vasiyet diğerlerine özgü olur.

 

İkinci görüş

 

Eş-Şerhu's-sağir adlı eserde "daha güçlü" olarak kabul edilen görüşe göre mirasçılar da vasiyet kapsamına girer; çünkü kişinin söylediği söz onları da kapsamaktadır. Ancak daha sonra vasiyetin onlara yapılan kısmı geçersiz hale gelir, geriye kalan kısım, mirasçı olmayan akrabalar hakkında geçerli olur.

 

253. Kişi "en yakın akrabasına" vasiyette bulunsa, sıralama yukarıda geçtiği şekilde olur. Ancak en yakın akraba mirasçı ise, -diğer mirasçıların bu vasiyeti onaylamaması halinde- vasiyet edilen mal mirasçılar dışındaki en yakın akrabaya verilir. Bu, "kişi akrabasına vasiyette bulunduğunda, mirasçı akrabalar bu vasiyetin kapsamına girmez" görüşüne dayalı bir hükümdür.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

B. MANEVİ HÜKÜMLER