MUĞNİ’L-MUHTAC

NİKAH – ENGELLER

 

3. KÜFÜR SEBEBİYLE OLAN ENGEL

 

Bu bölümde, "kendisiyle evlenilmesi helal olan ve olmayan kafir kadınlar" konusu ile bir takım başka konular ele alınacaktır.

 

Kafir kadınlar üç gruptur: Birinci grup güneşe veya puta tapanlar gibi herhangi bir kitabı bulunmayan ve kitabı bulunduğuna dair bir şüphenin de söz konusu olmadığı kadınlardır. er-Ravda'da belirtildiğine göre her türlü ilişkiyi mübah sayanların görüşüne inanan, küfür olan herhangi bir inanca bağlı olan kadın da böyledir.

 

İkinci grup Mecusiler gibi bir kitaba bağlı oldukları konusunda bir şüphe bulunan kimselerdir.

 

Üçüncü grup ise Yahudi ve Hristiyan kadınlar gibi, bir kitabı bulunduğu kesin olanlardır.

 

Nevevi ilk grubu ele alarak konuya başlamıştır.

 

A. BİR KİTABA BAĞLI OLMAYAN KADINLAR

B. BiR KİTABA BAGLI OLUP OLMADlĞI KONUSUNDA ŞÜPHE BULUNAN KADINLAR

C. EHL-i KiTABA MENSUP KADINLAR

D. MüŞRİKLERİN EVLİLİKLERİ

E. KAFİR İKEN MÜSLÜMAN OLAN ERKEĞİN EŞLERİNİN DURUMU

F. MÜSLÜMAN OLAN ZEVCEYE YÖNELİK MASRAFLARIN HÜKMÜ

 

A. BİR KİTABA BAĞLI OLMAYAN KADINLAR

 

Putperest vb. bir kitabı bulunmayan kadınla evlenmek haramdır.

 

505. Müslüman bir erkeğin, hiçbir kitaba bağlı olmayan bir kadınla evlenmesi haramdır. Putperest kadın [veseniyye] buna örnektir.

 

[Arapçada putu ifade etmek üzere kullanılan] "vesen" ve "sanem" kelimelerinin eş anlamlı olduğunu kabul edersek "sanem" adı verilen şeye ibadet eden kadın da bu kapsama girer.

 

Bir görüşe göre "sanem", kendisine belirli bir suret verilmiş olan [yani somut olan] puttur. "Vesen" ise sureti bulunmayan [soyut] ibadet nesnesidir. Bu kelime sureti bulunan ve bulunmayan mabudlar hakkında kullanılır. Bu görüşe göre her "sanem", "vesen" olduğu halde bunun aksi söz konusu değildir. Bu, dil açısındandır. Hüküm açısından ise ikisi arasında bir fark yoktur.

 

 

B. BiR KİTABA BAGLI OLUP OLMADlĞI KONUSUNDA ŞÜPHE BULUNAN KADINLAR

 

Mecusı ile evlenmek de haramdır

 

506. Mecusi ile evlenmek de haramdır. Mecusi ateşperest demektir. Bunların elinde şu an itibarıyla herhangi bir kitap olmadığı gibi daha önceden bir kitapları olduğu da kesin olarak bilinmemektedir, bu sebeple onlarla evlenmemek suretiyle ihtiyata riayet ederiz.

 

Nevevi'nin "ve Mecusi kadın" ifadesi, "kitabı olmayan" ifadesine atıf olup "putperest kadın" ifadesine atıf değildir. Zira öyle olursa bu, Mecusi'nin hiçbir şekilde bir kitabı olmadığı anlamına gelir. Oysa bu, meşhur görüşe aykırıdır.

 

 

C. EHL-i KiTABA MENSUP KADINLAR

 

Kitabı kadınla evlenmek helaldir, ancak harbı [darulharbe mensup] kadınla evlenmek mekruhtur. Doğru görüşe göre zımmı de böyledir.

 

Kitabı kadın, Yahudi veya Hristiyan olan kadındır, Zebur vb. şeylere tutunan kadın değildir.

 

Kitabı kadın İsrailoğulları soyundan değilse daha güçlü görüşe göre kavminin bu dine onun neshedilmesi ve tahrif edilmesinden önce girdiği biliniyorsa onunla evlenmek helalolur. [Zayıf] bir görüşe göre neshedilmesinden önce girmesi yeterlidir.

 

Nikahlanılan kitabı kadın; nafaka, kasm ve talak açısından Müslüman kadın gibidir. Adet ve loğusalıktan yıkanmaya zorlanır. Daha güçlü görüşe göre cünüplükten dolayı yıkanmaya ve domuz eti yemeyi terk etmeye de zorlanır. Gerek kitabı kadın gerekse Müslüman kadın, necis olan organlarını yıkamaya zorlanır.

 

Putperest erkek ve kitabı kadından doğan kadınla evlenmek haramdır. Daha güçlü görüşe göre aksi de böyledir.

 

Samirıler dinlerinin aslı konusunda Yahudilerden, Sabiıler de Hristiyanlardan farklı ise onlarla evlenmek haramdır, aksi takdirde haram değildir.

 

Hristiyan bir erkek Yahudi olsa veya aksi olsa, daha güçlü görüşe göre nikahına devam etmesine izin verilmez. Şayet bir kadın bunu yaparsa Müslüman birerkeğe helal olmaz. Müslüman ile evli olan kitabı bir kadın bunu yaparsa, Müslüman bir kadının irtidat etmesi gibi kabul edilir. Böyle bir kadından Müslümanlıktan başkası kabul edilmez. [Zayıf] bir görüşe göre ilk dinine dönmesi de kabul edilebilir. Bir erkek putperest olsa bu halinde bırakılmaz. Bundan neyin kabul edileceği konusunda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır.

 

Putperest bir erkek Yahudi veya Hristiyan olsa, bu inancında kalmasına izin verilmez. Tıpkı irtidat eden bir müslümanın durumunda olduğu gibi Müslüman olmaktan başka çaresi yoktur.

 

İrtidat eden bir kadın hiç kimseye helal olmaz.

 

Eşlerin her ikisi veya birisi zifaf öncesinde irtidat etse ayrılık derhal gerçekleşir. Zifaf sonrasında irtidat ederse beklenir: İddet içinde her ikisi de Müslüman olursa nikah devam eder. Aksi takdirde irtidat sebebiyle ayrılık söz konusu olur. Bekleme döneminde iken cinsel ilişkide bulunmak haramdır. [Buna rağmen ilişki söz konusu olursa] had cezası uygulanmaz.

 

507. Kitabı bir kadınla evlenmek helaldir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

 

> "Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetU kadınlarla evlenmen iz de size helal kılındı." [Maide, 5]

> "İman edinceye kadar müşrik kadınlarla evlenmeyin." [Bakara, 221]

 

Bu hükmün kapsamından Hz. Peygamber (s.a.v.)'in evliliği istisna edilir. er-Ravda ve eş-Şerhu'l-kebir'de belirtildiğine göre -ki Iraklılar bunu tek görüş olarak kabul etmişlerdir- onun kitabı bir kadınla evlenmesi helal değildir; çünkü bu kadın, onunla birlikte yaşamayı çirkin görür. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.), kendi menisini kafir bir kadının rahmine bırakmayacak kadar şereflidir. Ayrıca Allah "onun eşleri müminlerin anneleridir" [Ahzab, 6] buyurmuştur. Müşrik bir kadının, müminlerin annesi olması caiz değildir.

 

"O, menisini kafir bir kadının rahmine bırakmayacak kadar şereflidir" şeklindeki gerekçeden, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kafir bir kadını yataklık olarak cariye edinmesinin de haram olduğu anlaşılmaktaysa da er-Ravda'da ve Eş-Şerhu'l-kebir'de "daha doğru" olarak belirtilen görüşe göre onun kitabı cariyeyi yataklık edinmesi helaldir. Buna dair "Hz. Peygamber (s.a.v.), Safiyye (r.a.) Müslüman olmadan önce onunla ilişkide bulunurdu" şeklindeki hadisi delil göstermişlerdir. (Buhari, Nikah, 5085; Müslim, Nikah, 3483)

 

Maverdi şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Yahudi Kurayzaoğulları esirlerinden olan Reyhane'yi yataklık cariye olarak edinmiştir."

 

Buna şu şekilde cevap verilmiştir: Nikahın aslı amacı üremedir, bu sebeple bu konuda ihtiyata riayet edilmiştir. Ayrıca cariye edinmenin aksine evlenme durumunda, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in eşinin müminlerin annesi olması söz konusudur.

 

508. Putperest bir kadının ehli kitap erkeğe haram olup olmadığı konusunda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır. Rafii ve Nevevi'nin ifadesinin zahirinden bunun haram olduğu anlaşılmaktadır.

 

509. Putperest bir kadın, putperest bir erkeğe haram olur mu?

 

Subki şöyle demiştir: "Şayet onların, İslam'ın furu hükümleriyle muhatap olduğu görüşünü kabul edersek bunun haram olması gerekir, aksi takdirde burada herhangi bir helallik veya haramlık söz konusu olmaz."

 

510. Kitabı kadının müslümana helal olmasında onun darulharbe mensup olması ile [İslam ülkesi vatandaşı bir] zımmı olması arasında fark yoktur. Bununla birlikte İslam ülkesinde olmayan bir harbı kadın ile evlenmek mekruhtur; çünkü darulharpte yaşamak onların nüfusunu arttırmak anlamına gelir. Ayrıca böyle bir kadın, bizim hakimiyetimiz altında değildir. Böyle bir kadın hamile iken kocasından hırsızlık yapabilir. Diğer yandan böyle bir kadının "ben müslüman olan kocamdan hamileyim" şeklindeki sözüne de güvenilemez.

Yine [Müslüman bir erkeğin] böyle bir kadına meyletmesinde [erkeğin inancı açısından] fitneden korkulur.

 

511. [İslam ülkesi vatandaşı olan kitabı kadınla evlenmenin uhrevi hükmü nedir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır: ]

 

Birinci görüş

 

Doğru görüşe göre -yukarıda belirtildiği gibi- fitne korkusu bulunduğundan zımmı kadınla evlenmek de mekruhtur. Ancak harbı kadınla evlenmenin mekruhluğu daha şiddetlidir.

 

İkinci görüş

 

Bu mekruh değildir; çünkü bir kadını yataklık olarak edinmek onu küçültücü bir durumdur, kafir olan bir kadın da buna layıktır.

 

Yukarıdaki hüküm, kişi evlenmek üzere Müslüman bir kadın bulduğu takdirde söz konusudur. Şayet evlenmek üzere Müslüman bir kadın bulamazsa ZerkeşI'nin de belirttiği gibi mekruhluk söz konusu olmaz. Zerkeşi "hatta kadının Müslüman olması ümit ediliyorsa erkeğin onunla evlenmesinin müstehap olduğu bile söylenebilir" demiştir. Nitekim rivayet edildiğine göre Hz. Osman (r.a.), Hristiyan bir kadınla evlenmiş, daha sonra kadın iyi bir Müslüman olmuştur. (Beyhaki, Nikah, 7, 172)

 

Kaffal' in belirttiğine göre kitabı kadınla Müslüman erkeğin evlenmesinin mübah kılınmasının hikmeti, kadının, kocasının dinine meyletmesi ümididir. Zira kadınlar genellikle kocalarına meyleder ve onları ana-babalarına tercih ederler. Bu yüzdendir ki Müslüman kadının müşrik erkekle evlenmesi haram kılınmıştır.

 

Maverdi darulharpte Müslüman erkeğin Müslüman kadınla evlenmesini ve orada cariye edinmesini, bunun o ülkenin nüfusunu arttıracağından endişe ederek mekruh gördüğünü açık olarak ifade etmiştir.

 

512. "Kitabı" olan kadın, Yahudi ve Hristiyan olan kadındır. Bunun delili "Kitap bizden önce yalnızca iki gruba [Yahudi ve Hristiyanlara] indirildi demeyesiniz diye ... " [En'am, 156] ayetidir.

 

"Yahudi" sözcüğü, Hz. Yakub'un oğlu Yehud'dan türetilmiştir.

 

[Hristiyan anlamına gelen] "Nasram" sözcüğü ise Hristiyanlığın Şam'da ilk olarak görüldüğü kent olan Nasıra kasabasından türetilmiştir.

 

513. Hz. Davud'a indirilen Zebur adlı kitaba bağlı olan veya Hz. Şit, Hz. İdris ve Hz. İbrahim gibi peygamberlere indirilen sayfalara bağlı olan kimseler "kitabı" değildir. Böyle bir kadının, cizye verme karşılığında İslam ülkesinde ikamet etmesine izin verilse bile bir Müslüman erkeğin onunla evlenmesi helal değildir.

 

Bu hükmün sebebi konusunda farklı görüşler belirtilmiştir: Bir görüşe göre söz konusu peygamberlere sözlü olarak çalışılıp okunacak bir vahiy indirilmeyip yalnızca vahyin manaları indirilmiştir. Bir başka görüşe göre ise bu vahiylerde şer'ı hükümler yer almayıp yalnızca hikmetler ve öğütler bulunduğundan hüküm böyledir.

 

Kaffal, "kitabı" ile öyle olmayanı şöyle ayırmıştır: Kitabı olan kadında bir eksiklik bulunmaktadır ki o da küfürdür. Diğerlerinde ise küfürle birlikte dininin asılsız olması eksikliği de bulunmaktadır.

 

514. Kitabı kadın, İsrailoğullarından olmayıp Rum vb. bir milletten ise [Müslüman bir erkek böyle bir kadınla evlenebilir mi? Bu konuda İmam Şafii'ye ait üç görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre kadının atalarından bir dine ilk olarak bağlananların Hz. Musa ve Hz. İsa'nın dinine, neshedilip değiştirilmesinden önce girdikleri biliniyorsa o kadınla evlenmek helaldir. Çünkü ataları bu dinin hak olduğu bir zamanda o dine bağlanmışlardır.

 

Nasıl ki bu durumda olanların cizye karşılığında İslam ülkesinde kalmalarına izin verileceği konusunda bir görüş ayrılığı yoksa bazıları da [yalnızca] bu kadınlarla evlenilebileceğini tek görüş olarak benimsemişlerdir.

 

İkinci görüş

 

Nesebin yok olması sebebiyle böyle bir kadınla evlenilemez.

 

Üçüncü görüş

 

[Zayıf] bir görüşe göre, kadının kavminin bu dine tahrif edildikten sonra bile olsa neshedilmeden önce girmiş olması yeterlidir. Çünkü sahabe bu kadınlarla evlenmişler ve bu konuda herhangi bir araştırma yapmamışlardır.

 

Daha doğru görüşe göre bir kavim bu dini n tahrif edilmesinden sonra dine girmişlerse o kavimden olan bir kadınla Müslüman bir erkek evlenemez. Şayet söz konusu topluluk o dinin tahrif edilmeden önceki haline bağlı ise, tahrif edilmeden önce dine girmiş gibi kabul edilirler ve daha güçlü görüşe göre bu kavimden olan kadınla Müslüman erkeğin evlenmesi helalolur.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden şu sonuç çıkar: "Kişi, bir kadının mensup olduğu toplumun ehli kitabın dinine girişinin bu dinin tahrifinden önce mi yoksa sonra mı olduğunda şüphe etse, o kadınla müslümanın evlenmesi haram olur." Bu doğrudur. Yine onların boğazladığı hayvanları yemek de haramdır. Ancak, canlarının korunması yönü [diğer yönlere göre] daha üstün tutularak, cizye karşılığında İslam ülkesinde kalmalarına izin verilir.

 

Bir kadının ilk ataları, dinin neshedilmesinden sonra o dine girseler, örneğin Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmesinden sonra Yahudi veya Hristiyan olsalar, o kadınla evlenmek helal olmaz. Hz. İsa'nın gönderilmesinden sonra Yahudi olan kimse de böyledir.

 

Nevevi, "kitabı kadın, İsrailoğullarından değilse" demek suretiyle, İsrailoğullarından olan kitabı kadını dışarıda bırakmıştır. İsrailoğulları, İsrail'e nisbet edilen kadındır. İsrail, Hz. İbrahim'in oğlu olan Hz. İshak'ın oğlu olan Hz. Yakub'tur. Burada şart olan, ileride geleceği üzere, önceki dini nesheden bir peygamberin gelmesinden sonra o dine girdiğinin bilinmemesidir. Bu da kadının atalarının bu dine, sonraki peygamberin gelmesinden önce girmiş olduğunu bilmekle veya bu konuda şüphe etmekle olur. Kişi, kadının atalarının o dine tahriften sonra veya Hz. Musa ile Hz. İsa arasında o dini ne sh etmeyen bir peygamberin gelmesinden sonra girdiklerini bilirse, nesebinin şerefi sebebiyle o kadınla evlenebilir.

 

Subki şöyle demiştir: "İsrailoğullarından olup olmadıklarını belirlemek ve atalarının bu dine onun nesh ve tebdilinden önce mi yoksa nesi hden önce tebdilden sonra mı girdikleri konusunda Yahudi ve Hristiyanların kendi sözleri esas alınır mı? Alimlerimiz cizye bölümünde onların bu konudaki iddialarının kabul edileceğini söylemişlerdir; çünkü böyle bir durum ancak kendilerinin açıklamasıyla bilinebilir. Bu ise onların sözünün kabul edilmesini gerektirir.

 

Din, evliliğe ilişkin meselelerin aksine can konusunda canların korunmasını dikkate aldığından iki mesele arasında fark olduğu da söylenebilir; zira canlar konusunda ihtiyata riayet edilir. Buna göre günümüzde kitabı bir kadınla evlenmek imkansız veya çok zordur. "

 

Ezrai bu farkı esas alarak şöyle demiştir: "Buna göre zamanımızda zımmı kadınlarla evlenmek imkansızdır. Ancak zımmılerden iki kişi Müslüman olur da onların iddiasının doğru olduğuna şahitlik ederse o zaman evlenilebilir. Bizim peygamberimizin gönderilmesiyle onların dini ne shedildikten sonra ise Rafii ve Nevevi'nin de belirttiği üzere İsrailoğullarından olan ile olmayan kadın arasında fark yoktur; çünkü dinin neshedilmesiyle birlikte nesebin üstünlüğü ortadan kalkmıştır. Hz. İsa'nın gönderilmesinden sonra Yahudi olan kimse de daha doğru görüşe göre böyledir.

Zayıf bir görüşe göre ise böyle değildir. Bu iki görüş, şu konudaki görüş ayrılığına dayalıdır: "Hz. Musa'nın şeriatı Hz. İsa'nın şeriatı tarafından yürürlükten kaldırılmış mıdır, yoksa Hz. İsa'nın şeriatı onu tahsis etmiş de Hz. Muhammed'in şeriatı mı yürürlükten kaldırmıştır?" Bir görüşe göre Hz. İsa'nın şeriatı, Hz. Musa'nın şeriatını tahsis etmiştir; çünkü Hz. İsa, Tevrat şeriatını pekiştirmektedir. Zira o da İsrailOğullarına gönderilen peygamberlerdendir. İmam Şafii'nin kendi ifadesine göre her şeriat önceki şeriatı yürürlükten kaldırmıştır. Buna göre Hz. İsa'nın şeriatı, Hz. Musa'nın şeriatını yürürlükten kaldırdığı gibi, bizim şeriatımız önceki bütün şeriatları yürürlükten kaldırmıştır."

 

Yukarıda zikredilen kadınlar ile cariye edinmek suretiyle ilişkide bulunmanın hükmü nikahın hükmü gibidir. Zerkeşi şöyle demiştir: "Bizim mezhebimizin hükmü bu olmakla birlikte esir alınan kadınlarla ilişkide bulunulduğuna dair rivayetler incelendiğinde anlaşılacağı üzere bu hükümde insanın içine sinmeyen bir durum bulunmaktadır." Bu tereddüde cevap vermek zordur.

 

515. Nikahlı kitabı kadın; nafaka, kas me riayet, talak vb. açılardan Müslüman kadın gibidir; çünkü her ikisi de "eş olma" noktasında ortaktır. Ancak daha önce geçtiği üzere mirasçılık bunun dışında olduğu gibi zina iftirası da bunun dışındadır. Kitabı bir kadına zina iftirasında bulunan kimseye [had cezası uygulanmaz] tazir cezası verilir. Kitabı kadın, kendisine kocası tarafından zina isnadında bulunulması halinde lian [lanetleşme] yapmak suretiyle bu isnadı kendinden uzaklaştırabilir. Kitabı kadın nikahının mekruh olması bakımından Müslüman kadından farklıdır.

 

516. Müslüman olsun kitabı olsun kişinin karısı ve cariyesi hayız ve loğusalıktan yıkanmaya zorlanır. Yani koca veya efendi, kadının adet ve loğusalığı sona erdiğinde onu yıkanmaya zorlayabilir; çünkü ilişkinin helal olması buna bağlıdır.

 

Bundan şöyle bir sonuç çıkmaktadır: "Hanefı bir erkek kadını buna zorlayamaz; çünkü o, adet ve loğusalığın sona erdiğinde cinsel ilişkinin helalolduğuna inanmaktadır." Bununla birlikte Kadı Ebu't-Tayyib şöyle demiştir: "Alimlerimizden herhangi birinin bu konuda Şafii mezhebine mensup bir erkekle Hanen erkek arasında bir ayrım yaptığını bilmiyorum."

 

Bulkini şöyle demiştir: "Bu şöyle olabilir: Hanen mezhebine mensup erkeğe göre cinsel ilişkinin kendisi değil kemali buna bağlıdır. Bu konuda görüş ayrılığı bulunmaktadır."

 

Kitabı bir kadın -tıpkı akıl hastası olan Müslüman kadında olduğu gibi- abdest almaksızın yalnızca gusletmiş olsa, kocası -zaruret sebebiyle- bu gusle bağlı olarak onunla ilişkide bulunmayı helalolarak görür. Taharet bölümünde buna işaret edilmişti.

 

517. Daha güçlü görüşe göre kitabı bir kadın, cünüplükten yıkanmaya zorlanacağı gibi cinsel ilişkiden tam lezzet alınması için kadında bulunmaması istenen "domuz eti yemeyi terk etmek" vb. şeylere zorlanır. Nitekim ne casetleri gidermeye de zorlanır. Diğer bir görüşe göre ise buna zorlanmaz; çünkü böyle durumlar kadınla ilişkide bulunmaya engel teşkil etmez.

 

Not:  Nevevi'nin, görüş ayrılığını "zımmı kadın" ile ilgili zikretmesinden ilk anda anlaşıldığına göre Müslüman kadın, cünüplükten gusletmeye kesin olarak zorlanabilir.

 

Rafii bunu esas almıştır. Nevevi ise er-Ravda'da bunu "kadın baliğ iken namaz vakti geldiğinde" diyerek kayıtlamış ve şöyle demiştir: "Namaz vakti girmemişse, onun gusle zorlanılıp zorlanamayacağı konusunda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır. Daha güçlü görüşe göre zorlanabilir."

 

Şu da söylenebilir: Kocanın hakkı yalnızca kadınla ilişkide bulunmakla ilgili olup namaz gibi Allah hakkına ait olan şeylerde değildir. Böyle olunca Rafil'nin sözü daha uygun olmaktadır.

 

Görüş ayrılığı kitabı kadının Hristiyanlar gibi domuz eti yemenin helalliğine inanan kimselerden olmasına özgüdür. Şayet Yahudiler gibi bunun haram olduğuna inanan kimselerden ise o zaman kocanın kesinlikle bunu engelleme hakkı vardır.

 

518. Gerek kitabi gerekse Müslüman kadın, necis olan azalarını yıkamaya zorlanır. Rafii ve Maverdi bunun gerekçesini "kocası kendisinden istifade edebilsin diye" şeklinde belirtmişlerdir. Ayrıca koca, karısının bu şekilde ne cas ete bulaşmasından dolayı zorluk içinde kalır.

 

Bu ifadelerden, necis organlardan istifade etmenin caiz olmadığı anlaşılmaktadır. Ezral'nin belirttiğine göre bu hüküm, "istifade etme sonucunda kocanın organlarında necislik meydana geliyorsa" söz konusudur, aksi takdirde bu söz konusu olmaz.

 

Bir kimsenin kitabı olan karısı domuz eti yediğinde, bu kişi karısının necis olan organlarını kaç kere yıkamaya zorlayabilir? Bu konuda el-Havi'de iki görüş zikredilmiştir. Bunların birincisine göre tıpkı domuzun yalamasında olduğu gibi kadın necis olan organlarını yedi kere yıkamaya zorlanır. Diğerine göre ise yalnızca bir kere yıkamaya zorlanır; çünkü bu, kocanın kendi hakkı içindir. ilk görüş daha uygundur.

 

Not:  Nevevi'nin yıkamayı organlarla sınırlı olarak zikretmesi, elbiseleri dışarıda bırakıyor gibi görünse de bu kastedilmemiştir. Maverdi şöyle demiştir: "Koca, karısının necis olan elbiseleri giymesini kesin olarak yasaklayabilir. "

 

er-Ravda'da şöyle denilmiştir: "Koca, karısının ölmüş bir hayvanın tabaklanmamış derisinden yapılan, kerih kokusu bulunmayan elbiseyi giymesini yasaklayabilir. Yine karısını, aşırı bir hale geldiğinde kasık tıraşı olma, tırnak kesme, koltuk altı tüylerini alma ve kirlerinden arınmaya zorlayabilir. Koca, kokusu rahatsız eden soğan ve sarımsak gibi yiyecekleri ve hasta etmesinden korkulan yiyecekleri karısının yemesini yasaklayabilir.

Koca, kitabi olan karısının sarhoş edici içecekleri içmesini yasaklayabileceği gibi kilise ve havralara gitmesini de yasaklayabilir. Kadın Müslüman olup da sarhoş olmayacak kadar nebiz içmenin mübah olduğuna inanıyorsa koca kadının bunu içmesini yasaklayabilir. Yine Müslüman karısının mescit ve cemaatlere katılmasını da yasaklayabilir."

 

Nevevi'nin zikrettiği hususlar açısından cariyenin efendisi de koca gibidir. Nitekim bu husus evleviyetle anlaşılmaktadır.

 

Efendi, Mecusi veya putperest olan cariyesini Müslüman olmaya zorlayamaz; çünkü kölelik onun ölümden kurtulması konusunda bir güvencedir.

 

519. Putperest veya Mecusi bir erkekle hristiyan bir kadının evliliğinden doğmuş olan kadın kesin olarak haramdır; çünkü çocuk babaya nispet edilir. Bu durumdaki baba ise kendisiyle evlenilmesi helalolan kimselerden değildir.

 

Daha güçlü görüşe göre aksi de böyledir. Yani kitabı bir erkekle putperest veya Mecusi bir kadının evliliğinden doğan kadın da -haramlık yönü daha ağır kabul edilerek- haram olur.

 

Diğer görüşe göre ise bu kadınla evlenmek helaldir; çünkü bu kadın babasına nispet edilir.

 

Yukarıdaki hüküm küçük kız veya akıl hastası olan kız içindir. Kız büyür de ana-babasından kitabı olanın dinine bağlanırsa onlardan kabul edilir ve kendisiyle evlenmek helal olur. Bunu İmam Şafii söylemiştir. Çünkü kız her ikisinden bir parça taşımakta olup anababadan birine tabi olduğu sürece haramlık tarafını ağır basmış kabul ederiz. Kız büyüyüp de kendi başına hareket ederek kitabı dini seçtiğinde artık o taraf ağır basmış olur.

 

[Zayıf] bir başka görüşe göre kız, ebeveyn içinden kitabı olanın dinine tabi kabul edilmez.

Bu sebeple Mecusi ebeveynden doğan kız gibi onunla evlenmek de helal olmaz. Bu görüşte olanlar İmam Şafii'nin sözünü şu şekilde yorumlamıştır: "Kızın ebeveyninden biri Yahudi diğeri Hristiyan olur da kız büyüdükten sonra bunlardan birinin dinini seçerse o dinden kabul edilir." Rafil, av ve hayvan kesimi bölümünün başında bu görüşü doğru kabul etmiştir.

 

Ezrai şöyle demiştir: "İmam Şafii'nin ifadesinin bu şekilde yorumlanması tuhaftır, zira İmam Şafii bu meseleyi el-Ümm'de ebeveynlerden birinin hristiyan diğerinin Mecusi olması meselesi ile ilgili ortaya koymuştur. "

 

Burada en iyisi şunu söylemektir: Burada İmam Şafii'nin ifadesine göre amel edilemez. Bir başka yerde belirtildiği üzere bunun sebebine mezhebimizin alimleri muttali olmuş ve o yüzden diğer görüşü tercih etmişlerdir.

 

520. Dinlerinin aslı bakımından Samirıler Yahudilere, Sabiıler de Hristiyanlara muhalefet ediyorsa onlardan olan kadınla Müslüman bir erkeğin evlenmesi haram olur, aksi takdirde haram olmaz.

 

"Samirıler" Yahudilerden kabul edilen bir grup olup buzağıya tapan SamirI'ye nispetle bu şekilde isimlendirilmişlerdir.

 

"Sabiıler" Hristiyanlardan bir grup olup bir görüşe göre Hz.

Nuh'un amcası olan Sabi'e nispetle, bir başka görüşe göre bir dinden başka bir dine geçmiş olmaları nedeniyle bu şekilde isimlendirilmişlerdir. Sahabe de kendi dinlerini terk edip İslam' a geçtikleri için kafirler onlara "Sabiıler" diyordu.

 

Bu şekilde muhalefet halinde, o kabilelerden olan kadınlarla evlenmek haramdır; çünkü bu kabileler furuda o dinlere tabi olsa bile kitaplarını inkar etmişlerdir. Şayet muhalefet etmiyorlarsa -ki bu onların muhalefete etmediklerini bizzat bizim bilmemizle olabilir- furuda aykırı olsalar bile onlarla evlenmek haram olmaz; çünkü bu durumda onlar [kendi dinleri açısından] bid'at ehli olurlar. Nitekim Müslümanlar arasında da her iki gruptan [hem usulde hem de furuda Müslümanlara muhalefet edenler] bulunmaktadır.

 

Burada SaM'ler ile kastedilen kimseler, belirtilen kişilerdir.

Bunun yanında Hristiyanlardan daha eski olan ve Hz. İbrahim döneminde mevcut olan bazı kimselere de bu isim verilmiştir. Bir görüşe göre onlar şu görüşü savunurlar: "Felek canlı olup konuşmaktadır. Kainatta işleri çekip çeviren yedi yıldız bulunmaktadır." Onlar meydana gelen işleri bu yıldızlara nispet ederler, kendi iradesi ile hareket eden bir yaratıcıyı reddederler. Bunlar Istahrı ve Mehamill adlı alimlerin döneminde mevcut idiler.

Dönemin yöneticisi olan Kahir, fakihlerden sabiılere ilişkin fetva istediğinde bu ikisi onların öldürülmesi yönünde fetva vermiş, Sabiller canlarını kurtarmak için yüklü miktarda mal verince Kahir de onları öldürmekten vazgeçmiştir. Şu halde bu, eski bir beladır. Bunlarla evlenmenin, kestiklerini yemenin helal olmadığı, bunların cizye karşılığı İslam ülkesinde yaşamasına izin verilemeyeceği açıktır.

 

Not:  Nevevi'nin sözleri arasında bunların usulde mi yoksa furuda mı muhalif olduğu konusunda şüphe duymamız halinde hükmün ne olacağı yer almamaktadır. er-Ravda'da bu durumda söz konusu kadınlarla evlenilemeyeceği tek görüş olarak nakledilmiştir.

 

521. Bir Yahudi Hristiyan olsa veya tersi olsa yani Hristiyan Yahudi olsa bu kimsenin, cizye ödeme karşılığında İslam ülkesinde kalmasına izin [verilir mi? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre izin verilmez; çünkü ayette belirtildiğine göre "kim İslam 'dan başka bir din ararsa bu ondan kabul edilmez." [Al-i İmran, 85] Kişi batıllığını itiraf ettikten sonra batıl başka bir din ihdas etmiştir, bir müslümanın irtidat etmesi durumunda olduğu gibi burada da kişinin kalmasına izin verilmez.

 

İkinci görüş

 

Her iki din de cizye karşılığında İslam ülkesinde kalmalarına izin verilmesi bakımından eşit olduğundan, bu kişinin İslam ülkesinde kalmasına izin verilir. Her ikisi de hakka aykırı dinlerdir. Bu kişinin durumu, Müslüman iken irtidat edene benzemez; çünkü bu şahıs hak olan dini terk etmiştir. RafiI eş-Şerhu's-sağir'de bu görüşü tercih ettiğini ifade etmiştir.

 

Nevevi meseleyi ilk görüşü esas almak suretiyle detaylandırarak şöyle demiştir:

 

522. Hristiyan bir kadın Yahudi olsa veya bunun aksine Yahudi

bir kadın Hristiyan olsa bu kadın Müslüman bir erkeğe helalolmaz; çünkü tıpkı Müslüman iken irtidat eden kadın gibi böyle bir kadının İslam ülkesinde kalmasına izin verilmez.

 

523. Böyle bir kadın müslümanın nikahlısı olsa, onun Hristiyan iken Yahudi olması veya Yahudi iken Hristiyan olması, evli Müslüman kadının irtidat etmesi gibi kabul edilir. Bunun hükmü birazdan gelecektir. Bu kadından -yukarıda geçen ayet ve yaptığımız açıklamalar sebebiyle- Müslüman olmaktan başka bir şey kabul edilmez.

 

[Zayıf] bir görüşe göre bu kadının Müslüman olması veya ilk dinine geri dönmesi kabul edilir; çünkü ilk dininde kalmasına izin veriliyordu.

 

Bu, bizim kadına "ya Müslüman ol ya ilk dinine dön!" şeklinde bir şeyi emredeceğimiz anlamına gelmez; çünkü batıl bir şey emredilmez. Hak ile batıl arasında kişi muhayyer bırakılmaz. Aksine bunun anlamı şudur: "Biz ona sadece Müslüman olmasını emrederiz. Müslüman olmayıp da ilk dinine geri dönerse ona ilişmeyiz. Müslüman olmaktan da ilk dinine dönmekten de kaçınırsa, tıpkı Müslümanlarla yaptığı anlaşmayı bozan kimsenin durumunda olduğu gibi bu kadını, güvenlikte olacağı yere göndeririz [sınırdışı ederiz], bundan sonra artık o harbı konumunda olup kendisini ele geçirdiğimizde öldürebiliriz."

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: "Zımınl, savaş gibi anlaşmayı bozacak bir şey yaptığında güvenliğe kavuşacağı bir yere gönderilmez, öldürülür. Bu kadına da aynısı yapılmalıydı."

 

Buna şöyle cevap verilir: Anlaşmayı bozan kimsenin zararı bize dokunduğu halde, din değiştiren kadının zararı yalnızca kendisine dokunmaktadır.

 

Not:  Kadının Müslüman olmasından başka bir şeyin kabul edilmemesi, Zerkeşi'nin belirttiği üzere cizye akdinin yapılmasından sonradır. Yahudi bir kimse darulharpte Hristiyan olduktan sonra bizim ülkemize gelip cizye ödemeyi kabul etse, bunu kabul etmekte bizim için maslahat söz konusu olduğundan o kişinin İslam ülkesinde kalmasına izin verilir.

 

524. Yahudi, Hristiyan veya Mecusi bir erkek putperest olsa, yukarıda geçen deliller sebebiyle cizye karşılığında İslam ülkesinde kalmasına kesinlikle izin verilmez. Bu kişiden neyin kabul edileceği konusunda İmam Şafii'ye ait -yukarıda geçen- iki görüş bulunmaktadır:

 

Birinci görüş

 

Yalnızca Müslümanlık kabul edilir.

 

İkinci görüş

 

Müslümanlık veya ilk dinine dönmesi kabul edilir. Bir Müslüman erkekle evli bir kadın bunu yaparsa onun hükmü, irtidat eden Müslüman kadının hükmü gibidir.

 

525. Putperest bir erkek Yahudi veya Hristiyan olsa, cizye ödemek suretiyle İslam ülkesinde kalmasına izin verilmez, o kişi hakkında kabul edilecek tek seçenek Müslüman olmasıdır. Bu, irtidat eden Müslüman erkeğin durumu gibidir ki ondan sadece Müslümanlık kabul edilir. Nevevi'nin ifadesinden anlaşıldığına göre bunu kabul etmezse derhal öldürülür. Nitekim Eş-Şerhu'l-kebir ve er-Ravda'daki ifadeden de bu anlaşılmaktadır. Ezrai ise buna aykırı görüş belirterek şöyle demiştir: "Bu kişinin durumu, din değiştir med en önceki durumu gibidir. Kendisine eman verilmişse, din değiştirmekle bu emanda bir değişiklik olmaz."

 

526. İslam'dan irtidat eden bir kadın hiç kimseye helal değildir.

 

Müslümana hel al değildir; çünkü bu kadın cizye ile İslam ülkesinde kalmasına izin verilmeyecek kafir birisidir.

 

Aslen kafir olan bir erkeğe de helal değildir; çünkü İslam bağı halen devam etmektedir.

 

Mürted bir erkeğe de helal değildir; çünkü nikahın amacı evliliğin sürekli olmasıdır.

Mürtedin ise [İslam ülkesinde yaşama hakkı bulunmadığından evliliği] sürekli değildir.

 

527. Karı-koca birlikte veya bunlardan biri zifaf öncesinde irtidat etse ayrılık derhal gerçekleşir. Çünkü evlilik zifafla veya onun yerini tutan bir şeyle pekişmemiştir.

Maverdi bu konuda icma bulunduğunu nakletmiştir.

 

Şayet zifaf veya onun yerini tutan bir şeyden sonra irtidat gerçekleşirse eşler arası ayrılık askıda bir biçimde kalır ve bakılır:

 

> Her ikisi de kadın iddet beklerken İslam'a dönerse evlilik devam eder. Zira belirttiğimiz şekilde pekişmiş olur .

> Aksi takdirde yani her ikisi birden Müslüman olmazsa her ikisinin veya birinin irtidat vaktinden itibaren aralarında ayrılığın gerçekleşmiş olduğu anlaşılır; çünkü tıpkı aslen kafir olan eşlerden birinin Müslüman olması durumunda olduğu gibi bu da zifaf sonrasında gerçekleşen bir din farklılığı olduğundan derhal feshi gerektirmez.

 

Bu bekleme esnasında cinsel ilişki haramdır; çünkü eşlerin birlikte İslam'da birleşmesinden önce iddetin bitme ihtimali bulunmaktadır. Böyle bir şeyolduğunda nikahın irtidat anından itibaren fesholduğu, ilişkinin ise ayrılık zamanında gerçekleştiği anlaşılır.

Bununla birlikte koca bu dönemde ilişkide bulunsa şüphe sebebiyle kendisine had cezası uygulanmaz. Bu şüphe de nikahın devam ediyor olmasıdır. Bu ilişki sebebiyle iddet bekleme si gerekir. Bu durumda, tıpkı ric'i talaktan iddet bekleyen kadınla iddet içindeyken ilişkide bulunma meselesinde olduğu gibi kadın aynı şahıstan iki kere iddet bekler, kadına emsal mehir ödenir. İddet içinde her ikisi de Müslüman olursa İmam Şafii'nin açık ifadesine göre mehir düşer. Ric'i talakla eşini boşayan koca iddet içinde eşiyle ilişkide bulun sa daha sonra kadını yeniden nikahına alsa, mehir ödeme yükümlülüğü düşmez. Arada şu fark vardır: İrtidadın kirliliği Müslüman olmakla ortadan kalkmış, nikah da önceki durumuna dönmüştür. Ric'at ise böyle değildir; çünkü o, talak sayısını azaltmıştır.

 

Not:  Kişi karısını bekleme vaktinde iken boşasa veya zıhar yahut ıla yapsa, daha sonra iddet bitmeden önce her ikisi Müslümanlıkta buluşursa bu tasarrufların sahih olduğunu anlamış oluruz. Aksi takdirde bunlar sahih olmaz. Koca bu durumda o kadının kız kardeşiyle veya o kadından başka dört kadınla evlenemez, bir cariye ile de nikahlanamaz; çünkü kadının İslam'a dönme ihtimali bulunmaktadır.

 

Koca, bekleme döneminde karısını üç talakla boşasa veya muhalaa yap sa bu geçerli olur; çünkü kadın İslam'a dönmediğinde irtidat sebebiyle kadından ayrılmış olur, aksi takdirde boşama veya muhalaa sebebiyle ayrılmış olur.

 

Son Hükümler

 

Eş-Şerhu'l-keb!r ve er-Ravda'nın "mehir" bölümünün hemen öncesinde Beğavl'nin fetvalarından şu aktarılmıştır: Kişi Müslüman ve zımm! bir kadınla evli olsa, her ikisi ile zifaf yapmamış olsa, Müslüman kadına "sen irtidat ettin", zımm! kadına "sen Müslüman oldun" dese, her iki kadın da bunu inkar etseler, kocanın iddiası açısından her iki kadının nikahı da ortadan kalkar; çünkü o, Müslüman kadının irtidat ettiğini iddia etmiştir ki bu durumda kadın ona haram olur. Zımm! kadının Müslüman olduğunu iddia ettiği halde zımm! kadın onu yalanlayarak bu inkarı ile mürted olmuş ve kocaya haram olmuştur. Zifaf sonrasında ise nikah, iddetin bitimine kadar askıda bekler.

 

 

D. MüŞRİKLERİN EVLİLİKLERİ

 

Kitabı olan veya olmayan bir erkek Müslüman olduğunda, kitabı bir kadınla evliyse nikah devam eder.

 

Putperest veya Mecusi bir kadınla evli ise bakılır:

 

Zifaf gerçekleşmemiş ve kadın da İslam'a girmekte gecmiş olursa derhal ayrılık meydana gelir.

 

Zifaf gerçekleşmiş olur da kadın iddet içinde Müslüman olursa nikahları devam eder. Aksi takdirde ayrılık, kocanın Müslüman olduğu andan itibaren gerçekleşmiş olur.

 

Kadın Müslüman olur da koca Müslüman olmamakta ısrar ederse durum yukarıdakinin aksi olur.

 

Her ikisi de birlikte Müslüman olursa nikah devam eder. Birliktelik, sözün [kelime-i şehadetin] en son kısmı [nın birlikte söylenmiş olması] ile gerçekleşir.

 

İkisinin nikahının devam etmesine hükmettiğimizde müslüman olmakla ortadan kalkacak olup kadının kocasına helal olmasına engelolmayacak derecede müfsid bir durumun akde ilişmesinin bir zararı olmaz. Nikahı bozacak durum [İslam'dan sonra da] devam ederse nikah ortada kalmaz. Buna göre;

 

a. [Karı kocanın kafir iken] velisiz ve şahitsiz olarak kıydığı nikah devam eder.

b. Kadının Müslüman olması ile biten iddet içinde iken yaptığı nikah aynen devam ediyor kabul edilir.

c. Süreli nikahı onlar eb edi kabul ediyorsa bu nikah da geçerli kabul edilir.

d. Müslümanlığa, şüphe sebebiyle beklenen iddet bitişik olursa mezhepte esas alınan görüşe göre hüküm yine böyledir.

e. Mahrem ile olan evlilik ise böyle değildir. [Onun devam etmesine göz yumulmaz.]

 

Koca Müslüman olduktan sonra ihrama girse, o ihramdayken kadın Müslüman olsa. mezhepte esas alınan görüşe göre bu nikah aynen devam ettirilir.

 

Bir erkek bir hür kadın bir de cariye ile evlendikten sonra hep beraber Müslüman olsalar hür kadının nikahı geçerli olur, mezhepte esas alınan görüşe göre cariyenin nikahı ortadan kalkar.

 

Doğru görüşe göre kafirlerin nikahı sahihtir. [Zayıf] bir görüşe göre fasiddir. Bir başka görüşe göre ise onlar Müslüman olurlar ve nikahları üzere bırakılırlarsa sahih olduğunu anlamı Ş oluruz, aksi takdirde fasid olduğu anlaşılmış olur.

 

Doğru görüş esas alındığında bu kişi karısını üç talakla boşadıktan sonra her ikisi de Müslüman olsa, araya başka bir koca girmedikçe kadın ilk kocasına helal olmaz.

 

Nikahının devam etmesine izin verilen kadın, sahih olarak belirlenmiş mehri almaya hak kazanır. Şarap gibi fasid mehre gelince, şayet Müslüman olmadan önce bunu teslim almışsa artık bir şey alamaz. Teslim almamışsa emsal mehir alır. Bir kısmını teslim almışsa, emsal mehirden kalan miktarı alır.

 

Zifaftan sonra Müslümanlık sebebiyle nikahı ortadan kalkan kadın, şayet onların nikahı sahih kabul ediliyorsa sahih olarak belirlenmiş mehri almaya hak kazanır. Aksi takdirde emsal mehir almaya hak kazanır. Zifaftan önce nikahı ortadan kalkan ve nikahları sahih görülmüş olan kadına gelince; nikahın ortadan kalkması kadının Müslüman olmasından kaynaklanıyorsa herhangi bir şeyalamaz. Kocanın Müslüman olmasından kaynaklanıyorsa; şayet mehir sahih ise kadın akitte belirlenen mehrin yarısını alır, aksi takdirde emsal mehrin yarısını alır.

 

Bir zımmı ve bir Müslüman davalarını bize getirdiğinde onlar hakkında hüküm verilmesi gerekir. İki zımmı davalarını bize getirdiğinde, daha güçlü görüşe göre hüküm verilmesi gerekir. Müslüman olduklarında onların devam etmesine izin verdiğimiz halleri üzere onları bırakırız. İzin vermeyeceğimiz durumlara ise [onlar kafir iken de] izin vermeyiz.

 

528. Müşrik, kitabı olsun başka dinden olsun kafir olan kişiye denir. Bazen de bu kelime kitabınin mukabili olarak kullanılır. Nitekim şu ayette böyledir:

 

> "Apaçık delil kendilerine gelinceye kadar ehl-i kitaptan ve müşriklerden inkarcılar (küfürden) ayrılacak değillerdi." [Beyyine, 1]

 

Bu yüzden Bulkini şöyle demiştir: "Müşrik ve kitabı ifadeleri tıpkı bizim alimlerimizin fakir ve miskin ifadeleri hakkında söylediği gibi aynı sözde birlikte yer aldığında manaları farklı olur. Yalnızca biri zikredildiğinde diğerini de kapsar."

 

Şu sorulabilir: Allah'a ibadet eden ancak Peygamberimiz (s.a.v.)'e inanmayan kitabıye nasıl müşrik denilebilir?

 

Buna şöyle cevap verilebilir: O, peygambere (s.a.v.) inanmadığında sanki onu gönderenden başkasına kulluk etmiş gibi olur ve bu itibarla müşrik gibi kabul edilir.

 

Nevevi'nin birazdan yer alacak ifadesi ilk kullanıma göredir.

 

529. Kitabı olan veya onun dışında Mecusı ve putperest vb. olan kafir bir erkek Müslüman olduğunda bakılır:

 

> İlk olarak akit yapması helalolacak şekilde hür kitabı bir kadınla veya köle olan şahıs iki kadınla yahut hür kişi dört kadınla evli ise onun nikahının aynen devam edeceği konusunda icma vardır. Çünkü Müslümanın bu sayılanlarla evlenmesi caizdir .

 

> Putperest veya Mecusi bir kadınla ya da ilk olarak evlenmesi helalolmayan kitabı bir kadınla yahut da onun dışında bir müslümanın evlenmesi helal olmayan bir kadınla evli ise bakılır:

 

a. Zifaf olmamış ve kadın Müslüman olmaktan geri kalmış ise derhal ayrılmış olurlar.

Çünkü aralarındaki nikah pekişmiş değildir. Nitekim bu durumda iken kocasını tek talakla boşamış olsa, bu boşamanın Min olarak gerçekleşmesi de nikahın pekişmemiş olduğunu göstermektedir.

 

b. Zifaf veya onun yerini tutan bir şey gerçekleşti kten sonra [ise bakılır:]

 

ba. Kadın iddet içindeyken Müslüman olmuşsa -isterse kocasına tabi olarak olsun- nikahları devam eder. Çünkü Ebu Davud'un İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) zamanında bir kadın Müslüman olup evlendi. Onun [daha önceden kafir olan] kocası gelerek "Ey Allah'ın elçisi! Ben Müslüman olmuştum, o benim Müslüman olduğumu bile bile gitti başkasıyla evlendi" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) o kadını ikinci evlendiği şahıstan ayırıp ilk kocasına geri döndürdü.(Ebu Davud, Talak, 2239)

 

bb. Kadın iddeti bitinceye kadar Müslüman olmamakta diretirse, kocanın Müslüman olduğu andan itibaren aralarında ayrılık gerçekleşmiş kabul edilir. Cariyenin hükmü ileride gelecektir.

 

530. Kadın Müslüman olduğu halde kocası kafir olarak kalmakta ısrar ederse bunun hükmü yukarıdaki meselenin yani erkeğin Müslüman olup da kadının inkarda ısrar etmesi meselesindeki hükmün aksi olur. Bunun hükmü yukarıda geçmişti.

 

Bunun delili Şafii'nin şu rivayetidir: Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Hakım b. Hizam'ın karıları kendilerinden önce Müslüman oldu, kocaları yaklaşık bir ay sonra Müslüman oldular. Onların nikahları devam etti.

 

İmam Şafii "bu, megazı ilmini bilenlerin bildiği bir durumdur" demiştir.

 

Not:  Kitabı kadının aksine bu konuda kitabı erkek ile başkaları arasında bir fark yoktur. Bu yüzden Nevevi herhangi bir kayıt koymamıştır.

 

531. Hangi tür inkarcılık içinde olmuş olursa olsunlar, gerek zifaftan önce gerekse zifaftan sonra olsun karı-koca birlikte Müslüman olurlarsa nikahları devam eder. İbnü'l-Münzir ve İbn Abdilber'in belirttiği üzere bu konuda icma vardır. Ayrıca ayrılık din farklılığından meydana gelir. Oysa karıkocanın ne inkarcılıkta ne de Müslümanlıkta dinleri birbirinden farklı olmamıştır.

 

532. İslam'da birliktelik kişinin Müslüman olmasını sağlayan sözcüğün son kısmında olur ki bu da erkeğin Müslüman olmak üzere söylediği ifadenin son kısmı ile kadının söylediği ifadenin son kısmının aynı zamanda gerçekleşmesiyledir. Sözcüğün ilk harfinin aynı anda olup olmaması fark etmez.

 

533. Her ikisi de küçük veya deli olan veya birisi bu durumda olan karı-kocanın babalarının Müslüman olması, bizzat eşlerin veya birinin Müslüman olması gibidir. Beğavl'nin belirttiğine göre yetişkin kadın ile onun küçük veya deli olan kocasının babası birlikte Müslüman olsa, şayet zifaf gerçekleşmemişse nikah batıl olur; çünkü küçük veya delinin Müslüman olması, babasının Müslüman olmasının ardından meydana gelir. Kadın bu durumda daha önce Müslüman olmuştur.

 

534. Kadın, babanın Müslüman olmasından sonra Müslüman olmuş ve küçük veya deli olan kocası onunla zifafa girmemiş olursa yine Beğavl'nin belirttiğine göre nikah batıl olur; çünkü küçük çocuk ve delinin Müslümanlığı [hakikaten değil] hükmendir. Kadının Müslümanlığı ise bizzat sözlü ifadeyle olur. Hükmen olan Müslümanlık, sözlü ifadeyle olandan daha önce olduğundan burada eşlerin Müslüman olmaları aynı anda gerçekleşmemiş olur.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Beğavı'nin bu görüşünü Mütevelli, Kadı Hüseyin ve Harezmı de dile getirmiştir."

 

Bulkini şöyle demiştir: "Beğavl'nin bu konuda dile getirdiği görüş, fıkha tamamen uygundur."

 

535. Eşler arasında nikahın devam etmesine hükmettiğimiz durumda, kafirlik döneminde yapılmış olan nikaha onu bozucu olan bir durumun bitişmiş olmasının bir zararı yoktur.

Karı-koca bunun sahih olduğuna inanıyordu ve bu bozucu durum zaten eşlerin Müslüman olmasıyla ortadan kalkacaktır. Böyle bir durumda kadın, şu an itibarıyla kocaya helal olmuş gibi yani nikahı şimdi yapıyormuş gibi kabul edilir. Zira şartlar, .kafir iken evlenme durumunda dikkate alınmadığından Islam'ı benimseme durumunda dikkate alınır ki akit her iki durumda da şartlardan ayrı olmamış olsun. Cürcanl'nin belirttiğine göre bazı mezheplerde [kafir iken Müslüman olanların nikahının geçerli sayılması için karı-kocanın birbirine] helal olması [yani aralarında evlilik engelinin bulunmaması] yeterlidir.

 

Eşler, [kafirlik döneminde iken bu nikahın] fas id olduğuna inanıyor ve sona erdiğini kabul ediyorsa onların bu ni kahta devam etmelerine izin verilmez, nikah bağı kalkmış olur. Biz, akdi bozucu durum akde bitişik olduğu halde nikahın devamına yalnızca Müslümanlık sebebiyle bir hafifletme yapmak amacıyla hükmettik.

 

536. Akdi bozucu durum, Müslüman olduktan sonra da mevcut ise, yani kadın o kocaya şu an itibarıyla nesep, süt emzirme, üç kere boşanmış olma vb. bir sebeple haram oluyorsa veya bozucu durum Müslüman olduktan sonra ortadan kalkmış olmakla birlikte onlar [daha önceden] bu nikahın fasit olduğuna inanıyordu ise aralarındaki nikah devam etmez.

 

Nevevi'nin sözünden anlaşıldığına göre "akitten sonra meydana gelen bozucu durumun bir zararı yoktur." Bu doğrudur. Ancak nikahı ortadan kaldıran süt emzirme veya ilişki bunun dışındadır.

 

Nevevi daha sonra nikahı bozan durumun Müslüman olmakla ortadan kalkması hükmünü esas almak suretiyle konuyu detaylandırmıştır.

 

537. [Gayri Müslimlerin Müslüman olmadan önce] velisiz, şahitsiz, velinin baba ve dededen başka birisi olduğu durumda dul veya bakire kadından izin almaksızın yaptıkları nikahlar, bir hafifletme yapılarak geçerli sayılır; çünkü Müslüman olduklarında nikahı bozucu bir durum söz konusu olmayıp an itibarıyla nikah caizdir.

 

538. Aynı şekilde şüphe yoluyla olan bir ilişki sebebiyle bile olsa başkasından iddet bekleyen bir kadınla yapılan ve iddetin Müslümanlık esnasında sona erdiği nikah da geçerlidir; çünkü bu durumda kadınla ilk olarak nikah yapmak caizdir.

 

"Sona erdiği" ifadesi ile iddetin devam ettiği durum dışarıda bırakılmış olup bu durumda nikahı bozucu durum devam ettiğinden o kişilerin nikahı devam ettirilmez. Bu, el-Muharrer'de açık olarak belirtilmiştir. Koca, karısına dördüncü temizlik döneminde dönüş yapsa ve onlar bunu sahih olarak kabul etseler, Müslüman olduğu esnada nikah akdini bozan durum bulunmadığından bu nikahları devam ettirilir.

 

539. [Kafirken Müslüman olan karı-koca, eski dinlerinde] süreli nikahı ebed! nikah gibi kabul ediyarlarsa [Müslüman olduklarında] nikahları devam eder, zikredilen süre dikkate alınmaz. Bu bizim "süreli boşama"yı ebed! olarak kabul etmemize benzer. el-Muharrer'de açık olarak ifade edildiğine göre onlar süreli nikahı süreli kabul ediyarlarsa o zaman nikahları devam etmez; çünkü böyle bir nikah bize göre batıldır. Böyle bir nikah, ancak onların inancında sahih olduğunda sahih kabul edilir, oysa onlar bu nikahın ebed! olduğuna inanmamaktadırlar. Burada eşleri,lll süre dolmadan önce Müslüman olmasıyla sonra Müslüman olması arasında fark yoktur; çünkü süre dolmadan önce nikahın süreli olduğuna inanıyorlardı. Böyle bir nikahı ilk olarak yapmak caiz değildir. Süre dolduktan sonra ise onların inancına göre artık ortada nikah yoktur.

 

540. Zımmı olmayan kafir bir erkek zımmı olmayan kafir bir kadını kaçırsa, onlar bu kaçırmayı nikah olarak kabul ediyorsa, bu kaçırma fiili sözlü olarak evlenme gibi kabul edilerek nikahlarında devam etmelerine izin verilir.

 

541. Zımmı bir erkek zımmı bir kadını kaçırıp onu kendisine eş edinse, onlar bunu nikah olarak kabul etse bile bu nikahlarını devam ettirmelerine izin verilmez; çünkü devlet başkanı zımmılerin birbirine zulmetmesini önlemekle yükümlüdür.

 

İbn Ebu Hureyre'nin belirttiği üzere bu hüküm, zımmı harp ülkesini vatan edinmemişse geçerlidir. Aksi takdirde o, harbı gibidir; çünkü böyle bir durumda onların birbirine yapacağı zulmü önlemek gerekli değildir.

 

Bu gerekçeden anlaşıldığı üzere harbı bir kimse zımmı bir kadını veya zımmı bir erkek harbı bir kadını kaçırsa, onlar bunu nikah olarak kabul ediyorsa ikinci durumda bu nikahın devam etmesine izin verilir -ki Şerhu'l-İrşad adlı eserde bu açık olarak belirtilmiştirilk durumda ise buna izin verilmez -ki bunu da Bulkini belirtmiştir-; zira devlet başkanı harbılerin zımmılere zulmetmesini engellemekle yükümlü olduğu halde bunun aksiyle yükümlü değildir.

 

et-Tenbih'te belirtildiğine göre yukarıda zikredilen hükümler bakımından kadının kendi rızasıyla gitmesi erkeğin onu kaçırması gibidir.

 

542. Yine, Müslümanlığa bitişik olarak akit sonrasında şüphe sebebiyle iddet bekleme yani iddet nikahın devamında gerçekleştiğinde de böyledir.

 

Bu şöyle olabilir:

 

> Bir erkek Müslüman olduğunda onun karısıyla başka bir erkek şüphe yollu ilişkide bulunsa daha sonra kadın Müslüman olsa,

 

> Veya kadın Müslüman olduktan sonra [kocasının Müslüman olması] beklenirken bir erkek onunla şüphe yollu ilişkide bulunsa, sonra iddet devam ederken koca Müslüman olsa,

 

[Bu durumlar nikaha etki eder mi? Bu konuda iki rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan ve İmam Şafii tarafından açıkça ifade edilen görüşe göre nikaha etki etmez. Her ne kadar iddet bekleyen bir kadınla ilk olarak [doğrudan] evlilik yapmak caiz değilse de bu hüküm böyledir; çünkü şüphe sebebiyle olan illet, müslümanın nikahını kesmediğine göre bu nikahı evleviyetle kesmez. Zira Müslümanların nikahlarında göz yumulmayan kimi durumlara kafirlerin nikahlarında göz yumulur;

 

İkinci rivayet

 

İkinci rivayette yer alan mezhep içi bir görüşe göre iddet bekleyen bir kadınla ilk olarak evlenmek caiz olmadığı gibi yukarıdaki durumda da nikahın devamına müsaade edilmez.

 

543. Akde bitişik olan şüpheye gelince; örneğin şüphe sebebiyle iddet bekleyen bir kadınla evlenen bir erkek, kadın iddet beklerken Müslüman olsa, o kadınla olan nikahına devam etmesine müsaade edilmez; çünkü burada nikahı bozucu durum, Müslüman olma anında mevcuttur. Rafii ve Nevevi, buna müsaade edileceği görüşünü de nakletmişlerdir. Bunun gerekçesi şudur: Müslüman olmak, nika.htan dolayı beklenen iddetin aksine şüphe sebebiyle olan ilişkiden dolayı beklenen iddet ile birlikte nika.hın devam etmesine engel değildir. Rafii ve Nevevi şöyle demişlerdir:

"Alimlerin çoğunluğu bu farka temas etmemişler, nika.hın devamına müsaade etmenin ilk olarak nika.ha başlamanın caiz olmasına bağlanacağını mutlak olarak belirtmişlerdir." Yani buna göre şüphe yollu ilişkiden dolayı iddet beklemekle nika.htan dolayı iddet beklemek arasında bir fark yoktur ki itimad edilmesi gereken de budur.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir:

 

"İkisinin Müslüman olması arasında nasıl bir şüphe düşünülebilir ki? Eşlerden biri Müslüman olduğunda kadın nika.h iddeti beklemeye başlar. Bu, ileride iddet bölümünde geleceği üzere şüphe yollu olan ilişki sebebiyle beklenen iddetten -şayet bir hamilelik söz konusu olmamışsa- daha öncedir. Şu halde diğer eşin Müslüman olması, şüphe yollu ilişkiden iddet beklerken değil nika.htan dolayı iddet beklerken gerçekleşmiştir.

 

Buna şöyle cevap verilir: Biz bunun nika.htan dolayı beklenen iddet oldUğunu kesin bilemeyiz; çünkü Müslüman olan eşten sonra diğerinin Müslüman olması mümkündür.

Şayet böyle olursa daha önce geçen iddetin nika.h sebebiyle değil şüphe yollu ilişki sebebiyle olduğu anlaşılmış olur.

 

Not:  Nevevi'nin belirttiği hüküm, şüphe yollu olan cinsel ilişkinin kadını erkeğe haram kılmadığı durumla ilgilidir. Şayet bu ilişki erkeğin babası ve oğlu gibi bir kimseyle olur da kadını erkeğe haram kılarsa Ezrainin de belirttiği üzere zahir olan, bu ilişki nikahı keser, böyle bir nikaha devam etmelerine müsaade edilmez.

 

544. [KMir iken Müslüman olan karı-koca] nesep, süt emme veya sıhriyet yoluyla birbiriyle evlenmesi haram olan kimseler ise bu durumda evli kalmalarına müsaade edilmez; çünkü böyle bir nikahı ilk olarak yapmak caiz değildir. İbnü'l-Münzir bu konuda icma bulunduğununakletmiştir.

 

545. Koca Müslüman olduktan sonra ihrama girse, o ihramdayken ve karısı da iddet beklerken kadın Müslüman olsa,

 

Veya kadın Müslüman olduktan sonra ihrama girse o ihramda iken ve iddet beklemekteyken kocası Müslüman olsa;

 

[Bu iki durumda karı-koca arasında nikah devam eder mi? Bu konuda mezhep içinde iki rivayet vardır:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan rivayete göre evliliklerini sürdürmelerine müsaade edilir; çünkü Müslüman karı-kocanın ihrama girmesi onların evliliklerine etki etmediğine göre bu evliliğe hiç etki etmez.

 

İkinci rivayet

 

Bazıları tarafından tek görüş olarak benimsenen bir görüşe göre, ihramlı kişinin nikah akdi yapması caiz olmadığı gibi bu kişilerin de evliliklerini sürdürmelerine müsaade edilmez.

 

Meselenin bu şekilde ortaya konulması şu durumu dışarıda bırakmaktadır: Karı-koca birlikte Müslüman olup sonra ihrama girseler, onların evliliklerini sürdürmelerine kesin olarak izin verilir.

 

Erkeğin ihrama girmesiyle kadının Müslüman olması aynı zamanda olsa, bu evliliğin sürdürülmesine izin verilmesi tek görüş müdür yoksa bu konuda ihtilaf mı bulunmaktadır? Subki "bu konuda bir nakil görmedim, İkinci görüş akla daha yakın durmaktadır" demiştir.

 

[Kafir olan bir] kişi hür -ve Rafifnin işaret ettiği üzere kendisiyle ilişkide bulunulabilecek durumda olan- bir kadınla ve bir cariye ile aynı anda veya sırayla evlenmiş olsa, daha sonra koca, hür kadın ve dıriye birlikte Müslüman olsalar, hür kadın o adamın nikahlı karısı olur, mezhepte esas alınan rivayete göre cariyenin nikahı ortadan kalkar; çünkü kişi hür bir kadınla evliyken cariye ile evlenemez. Diğer rivayette yer alan ikinci görüşe göre "cariyeyi nikahta tutmak ilk olarak evlenmek değil nikahı devam ettirmek gibidir" kuralından hareketle cariyenin nikahı ortadan kalkmaz.

 

Hür kadın, ilişkide bulunulabilecek bir kimse değilse yok hükmündedir.

 

Yukarıdaki meselede yalnızca hür kadın ve kocası Müslüman olsa yine yalnızca onun nikahı geçerli olur, cariyenin nikahı ortadan kalkar.

 

546. [Kafirlerin evlilikleri geçerli midir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş vardır:]

 

Birinci görüş

 

Doğru görüşe göre kafirlerin evlilikleri geçerlidir. Nitekim ayetlerde şöyle buyrulmuştur:

 

> "Firavun 'un karısı dedi ki ... " [Kasas, 9]

> "[EbU Leheb'in] karısı da odun taşıyıclS! olarak [cehenneme girecek]." [Tebbet, 4]

 

Ayrıca gerek Gaylan gerekse başka kimselerden dörtten fazla kadınla evli olup Müslüman olan kişilere Hz. Peygamber (s.a.v.) [dört kadını] nikahında tutmasını emretmiş, onların yaptıkları nikahlarda hangi şartlara uyduklarını sormamış, evliliklerinin sürmesine müsaade etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) hiç kimseyi batıl olan bir şey üzerinde bırakmaz. Ayrıca kafirler bizim mahkememize başvurduklarında onların nikahlarını kesinlikle iptal etmeyiz, onlar Müslüman olduğunda da evliliklerinin sürmesine müsaade ederiz. (Tirmizi, Nikah, 1128)

 

İkinci görüş

 

Zayıf bir görüşe göre onlar evliliğe ilişkin [İslam'ın koyduğu] şartlara riayet etmediklerinden evlilikleri fasiddir. Bununla birlikte anlaşma ve zimmeti korumak amacıyla onlar bizim mahkemelerimize başvurduklarında eşler birbirinden ayrılmaz. Biz [onların bu evlilikleri düzgün olduğundan dolayı değil], bir ruhsat olarak ve onların zimmeti kabul etmekten kaçınmamaları için İslam'ın ah di olarak onların evliliklerine göz yumarız.

 

Üçüncü görüş

 

Zayıf bir başka görüşe göre onların evlilikleri askıdadır: Müslüman olurlar ve bu durumda iken [evliliklerini sürdürmelerinde İslaml açıdan bir sorun olmadığından] evli kalmalarına izin verilirse bu evliliğin sahih olduğu anlaşılmış olur. Aksi takdirde yani evliliklerini sürdürmelerine müsaade edilmeyecek durumdaysalar evliliklerinin fasid olduğu anlaşılmış olur.

 

Nevevi'nin ilk görüşte [kafirlerin evliliklerinden bahsederken kullandığı] "bu evlilikler sahihtir" ifadesine itiraz edilmiştir. Zira erRavda ve Eş-Şerhu'l-kebir'de yalnızca "sahih olduğuna hükmedilir" denilmiştir. Subki şöyle demiştir:

 

Bu ne kadar da güzel bir ifadedir! Benim tercih ettiğim şudur: Bu evlilik, İslam şeriatının hükümlerine uygun ise sahihtir. Şayet uygun değilse, tarafların Müslüman olması bu evliliğe bitişmişse ruhsat gereği ve Allah'ın affı icabı bu evliliğin sahih olduğuna hükmedilir. İslamı şartların tümünü kendinde barındıran bir evlilik sahihtir. Ben bu konuda bir görüş ayrılığı görmüyorum. Aksine bu durumda şer'ı şartlar bulunduğundan böyle bir evliliğin kesin olarak sahih olduğuna hükmedilir. Allah'ın hükmü [Müslüman için de kafir için de] birdir.

 

er-Ravda'da tasvip edilen görüşe göre görüş ayrılığı yalnızca İslam döneminde benzerlerinin fasid olduğuna hükmedilen nikahlarla ilgili olup onların kendi nikahlarıyla ilgili değildir. Buna göre onlar [kafirlik döneminde] İslam şeriatına uygun bir nikah yapmış olsalar bu nikah [onların Müslüman olmalarından sonra da] sahih olur, bu konuda görüş ayrılığı yoktur.

 

547. Nevevi daha sonra meseleyi yukarıdaki görüş ayrılığına dayalı olarak detaylandırmış ve şöyle demiştir:

 

Yukarıda doğru kabul edilen görüş yani onların nikahlarının sahih olduğu görüşü esas alındığında kafir bir erkek karısını kafirlik döneminde üç kere boşadıktan sonra, kadın ikinci bir kocayla evlenmeden önce her ikisi de Müslüman olsalar, araya başka bir koca girmedikçe o kadın kocaya şu an itibarıyla helal olmaz. Onlar ister talakın gerçekleşmiş olduğuna inansınlar ister inanmasınlar böyledir; çünkü biz yalnızca İslam'ın hükmünü dikkate alırız. Kafirlik döneminde iken kadın başka kocayla evlendiğinde bu evlilik, o kadının ilk kocasına hel al olması için yeterli olur.

 

548. Kişi şirk döneminde karısını üç kere boşadığı halde araya başka koca girmeden onunla evlense ve sonra her ikisi de Müslüman olsalar, bu ikisi birbirinden ayrılır. İmam Şafii, el-Ümm'de bunu açık olarak belirtmiştir.

 

Not:  Nevevi'nin sözünden anlaşıldığına göre [yukarıdaki hüküm, bu nikahın sahih kabul edilmesine bağlı olup] nikahın fasid olduğunu söylediğimizde veya beklenmesi görüşünü esas aldığımızda bu hüküm geçerli olmaz.

 

Nikahın fasid olduğu görüşünü esas aldığımızda bu sonuç uygundur. Bekleme görüşünü esas aldığımızda hükmün ne olacağı konusunda İbn Rif' a uzun açıklamalar yapmıştır.

Ezrai şöyle demiştir: "Bana göre, Müslüman olduktan sonra devam etmesine izin verilen her türlü ni kahta bu hüküm geçerlidir. Bu, alimlerimizin sözlerinde mevcuttur."

 

Kafir bir erkek iki kız kardeşi veya bir hür ile bir cariyeyi üçer kere boşadıktan sonra Müslüman olsa, bu kadınlar başka kocayla evlenmedikçe onların hiçbiriyle evlenemez. Hep birlikte Müslüman olurlarsa veya erkek dahaönce Müslüman olursa yahut da Müslüman olmaları zifaftan sonra gerçekleşir ve koca da karılarını üçer kere boşamış olursa kız kardeşler içinden kendisinin seçeceği ile veya hür kadınla araya bir koca girmeden evlenemez.

 

549. Nikahının devam etmesine müsaade edilen kadın için;

 

> Akit esnasında sahih mehir zikredilmişse bu mehri alır.

 

Bu, daha önceki hükümle alakası olmayan müstakil bir ifadedir. Bunun gerekçesi şudur: Nikah akdi nasıl sahih oluyorsa, akitte zikredilen mehir de sahih olur.

 

Bu hüküm, nikah akdini sahih veya mevkuf kabul ettiğimizde anlaşılabilir durumdadır. Nikah akdini fas it kabul ettiğimizde ise alimlerin ifadelerinin zahirinden hükmün yine böyle olduğu anlaşılmaktadır. Subki ise kendi görüşü olarak bu durumda akitteki mehrin değil emsal mehrin ödeneceğini belirtmiştir .

 

> Akit esnasında, "muayyen" veya "zimmette borç olarak" şarap verilmesi örneğinde olduğu gibi fas it bir mehir belirlenmişse bakılır:

 

> Kadın veya onun kısıtlı olduğu durumda velisi, Müslüman olmadan önce mehri almışsa -ZerkeşI'nin belirttiği üzere isterse bu alma onların hakiminin zorlamasıyla olsun- kadın başka bir şeyalamaz; çünkü hadiste "Müslüman olmak, öncesini siler" buyrulmuştur (Müsned, 4, 199.)

 

Ayrıca karı-koca arasındaki durum daha onlar Müslüman olmadan önce bir sonuca bağlanmış, mehri isteme olayı sona ermiştir.

 

Not:  Nevevi'nin sözünün zahirinden bunun tüm fas it mehirlerde geçerli olacağı anlaşılsa da bu kastedilmemiştir. Koca, karısına örneğin esir alıp köle edindikleri hür Müslüman bir erkeği mehir olarak verse daha sonra eşler Müslüman olsa bu Müslüman şahıs onların elinde tutulmaz, bu durumda kadına emsal mehir verilmesi gerekir. el-Kafi yazarı bunu şöyle açıklamıştır: "Çünkü burada mehrin fasit olması müslümanın hakkı sebebiyle, şarap verilmesi halinde mehrin fasit olması ise Allah hakkı sebebiyledir. " Ayrıca onlar kafir iken şarap vb. bir mehir ödedikleri bir nikah akdini sürdürmelerine müsaade edildiği halde esir bir müslümanı mehir olarak ödedikleri nikah akdine müsaade edilmez. Bu konuda müslümanın kölesi, mükatebi ve ümmüveledi de el-Ümm'deki açık ifadeye göre Müslümanın kendisi gibi değerlendirilir. Hatta müslümana ve can dokunulmazlığına sahip bulunan bir kafire ait diğer şeyler de böyledir.

 

Kafir bir kimse şarap sattığında bunun satım bedeline sahip olur mu? Bir müslümanın kafir bir şahısta alacağı olsa ve kafir şahıs da borcunu şarabın satımından elde ettiği parayla ödese müslümanın bunu kabul etmesi gerekir mi gerekmez mi? Kaffal fetvalarında gerekli olduğunu söylemiş, Rafii ise cizye bölümünde gerekli olmadığı görüşünü doğru kabul etmiştir ki itimad edilmesi gereken de budur. Bu durumda kabul etmek gerekli olmamakla birlikte caizdir.

 

Kadın mehri Müslüman olmadan önce teslim almamışsa veya Müslüman olduktan sonra teslim almışsa, -bu ister her ikisinin Müslüman olmasından sonra isterse İmam Şafii'nin el-Ümm'de belirttiğine göre birinin Müslüman olmasından sonra olsun- bu durumda kadın emsal mehir alır. Çünkü kadın ancak mehre razı olmuş, Müslüman olduktan sonra şarabı mehir olarak istemek mümkün olmadığından emsal mehre dönülmüştür. Bu, bir müslümanın şarabı mehir verme karşılığında evlenmesi gibidir.

 

Kadın Müslüman olmadan önce akitte zikredilen şarap vb. fasit mehrin bir kısmını teslim alıp daha sonra eşler Müslüman olsa, [teslim edilen düşüldükten sonra] emsal mehirden geriye kalan hisseyi alabilir, akitte zikredilenin geriye kalanını alamaz; çünkü teslim alıp almama açısından parça bütüne kıyas edildiğinden Müslüman olduktan sonra geriye kalan kısmı almak mümkün değildir.

 

Not:  Nevevi [mehrin bir kısmı şarap olarak ödendikten sonra geriye kalan kısmın emsal mehirle] oranlamasının nasıl yapılacağından bahsetmemiştir. Bunu İbnü'l-Mukrı, Ravd adlı eserinde, şerhettiği asıl esere bağlı olarak şöyle açıklamıştır:

 

"Şarap gibi şayet malolarak kabul edilseydi mislı olacak olan mallarda -her ne kadar bunlar sayı ile fıçıda satılıyor olsa daorantı yapılırken ölçek dikkate alınır. Buna göre bir kimse karısına iki flÇI şarabı mehir olarak belirlese, kadın bunların birini teslim alsa, arantılama yapılırken ağırlık, sayı veya şarabın değeri değil hacim ölçüsü esas alınır. Şayet birinin değeri vasfındaki farklılık sebebiyle diğerinden daha fazla olursa o zaman şarabın değeri dikkate alınır. Köpek vb. şeylerde ise şayet bunlar malolsaydı değeri ne kadar olacaktı ise o esas alınır, sayı esas alınmaz."

 

Şu sorulabilir: "Daha önce vasiyet bölümünde şu hüküm geçmişti: Kişi köpeklerinden birinin bir şahsa verilmesini vasiyet etse, kendisinin yalnızca bir köpeği bulunsa burada köpeğin değeri değil sayısı dikkate alınır. Burada da böyle olmalıydı!"

 

Buna şöyle cevap verilir: Vasiyet tamamen karşılıksız bir tasarruf olduğu için bedelli akitlerde göz yumulmayacak şeylere vasiyette göz yumulmuştur.

 

Kişi, mehir olarak iki veya daha fazla cins belirlese, örnegın bir fıçı şarap ile iki köpeği belirlese, mehrin bir kısmını kafirlik döneminde teslim etse bu durumda yukarıda adı geçen alimlere göre söz konusu şeyler birer malolarak kabul ettiğinde değeri ne kadar oluyorsa o değer dikkate alınır. Bu tıpkı hür bir kimsenin [vücut bütünlüğüne yönelik işlenen suçlarda] diyeti belirlerken onun köle olarak kabul edilmesi gibidir.

 

Hocamız Zekeriya el-EnsarJ'nin de belirttiği üzere burada zahir olan, [değerin değil] ölçeğin esas alınmasıdır.

 

Akit esnasında herhangi bir mehrin belirtilmediği durumda kafir bir şahıs evlense, onların mehir belirlenmemesi halinde kadına mehir verilmeyeceğine inanıyorlarsa, zifaf Müslüman olduktan sonra gerçekleşse kadın herhangi bir şeyalamaz; çünkü koca, karısıyla mehirsiz olarak birleşme hakkını elde etmiştir.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Alimler mehir bölümünde şöyle demişlerdir: "Zımmı bir erkekle zımmı bir kadın mehir belirlemeksizin evlendikten sonra [bir anlaşmazlık sebebiyle] bizim mahkememize başvursa kadının mehir almasına hükmederiz." Burada da böyle olmalıdır.

 

Buna şöyle cevap verilir: Burada ele alınan konu darulharbe mensup olan ve mehrin hiçbir şekilde ödenmemesi gerektiğine inanan kişi hakkındadır. Diğer meselede ise durum her iki açıdan farklıdır.

 

550. [Evlenip de] zifafa girdikten sonra kendisinin veya kocasının Müslüman olması sebebiyle evliliği ortadan kalkan bir kadına gelince; yani eşlerden birisi Müslüman olduğu halde iddet içinde diğerinin Müslüman olmadığı durumda bakılır:

 

> Bu nikah [İslam açısından] sahih ise kadın bu nikah esnasında sahih olarak belirlenen mehri alır; çünkü zifaHa kadının mehir üzerindeki hakkı pekişmiştir.

 

Celal el-Bulkini şöyle demiştir: "Nevevi'nin mutlak ifadesinden şu durum istisna edilir: Bir kimse bir kadını ve kızını nikahlasa, daha sonra yalnızca anne ile zifaf yapsa, kız kendisine ebediyen haram olur. Mezhepte esas alınan görüşe göre annesi de böyledir.

 

Alimler bu durumda annenin emsal mehir alacağını söylemişlerdir. Bu şahsın evliliği, zifaf sonrasında meydana gelen Müslümanlık sebebiyle ortadan kalkmış olduğundan akitte belirtilen mehri almaya hak kazanmamıştır. Bu konu ileride gelecektir. Bu, "akitte zikredilen mehir fasid olduğunda" şeklinde yorumlanır .

 

> Şayet bu nikahı sahih olarak kabul edemiyor isek veya koca, nikah akdi esnasında fasid bir mehir belirlemişse, daha önce geçen genel kurala göre burada koca, kadınla ilişkide bulunması karşılığında emsal mehir ödemekle yükümlü olur.

 

551. Kadının evliliği zifaftan sonra ortadan kalkmayıp Müslüman olma sebebiyle zifaftan önce ortadan kalkmışsa ve bu evliliği sahih olarak kabul ediyorsak -yani meseleyi onların evliliklerinin sahih görülmesi hükmüne dayandırarak detaylandırdığımızda- bakılır:

 

> Evliliğin ortadan kalkması kadının Müslüman olmasından kaynaklanmışsa meşhur rivayete göre kadın bir şey alamaz; çünkü ayrılık onun yüzünden meydana gelmiştir. Diğer bir rivayete göre konuda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmakta olup [bunların ilki yukarıdaki gibidir] ikincisine göre kadın mehrin yarısını alır; çünkü kadın Müslüman olmakla iyi bir şey yapmış olup İslam'dan geri kalmak kocadan kaynaklanmıştır.

 

Not:  Nevevi'nin "bu nikah sahih ise" şeklindeki ifadesi, onların nikahlarının fasit olduğu kabul edildiğinde mehrin evleviyetle gerekmeyeceğini ifade etmektedir; çünkü fasit nikahta mehir ancak zifaf durumunda gerekli olur.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: "Bu, mehrin sahih olmasını mehrin gerekli olmayacağı konusunda bir kayıt olarak belirtmekten daha iyidir. Daha iyisi hükmün umumi olduğu anlaşılsın diye buna hiç yer vermemektir. Böylelikle bunun, mehri vermenin gerekli olduğu konusunda bir kayıtmış gibi zannedilmesi ortadan kaldırılmış olur. Zira tüm görüşlere göre kadın herhangi bir şey alamaz."

 

Ancak bu kaydın aşağıdaki mesele için zikredilmesi gerekir.

 

552. Nikahta zikredilen mehir şarap vb. gibi mehir olması sahih olmayan bir şey ise o zaman kadın, fas it olarak belirlenen mehirlerdeki genel kural gereğince emsal mehrin yarısını alır.

 

553. Kadın için bir mehir belirlenmemişse ona müt'a verilmesi gerekir. Şayet nikahları sahih değilse o zaman kadına herhangi bir şey ödenmesi gerekmez.

 

İbn Şehbe şöyle demiştir: "Bana göre Nevevi burada mehri sahih olmakla kayıtlamak istediği halde yanlışlıkla önceki meseleyi bu şekilde takyid etmiştir."

 

Not:  Nevevi'nin sözünün zahirinden şu anlaşılmaktadır: "Bu konuda mahrem olan kadın ile diğerleri eşittir." er-Ravda'daki ifadeler buna meylettiği gibi bunu Kafial'den de nakletmiştir.

İbnü'lMukn, Müslüman olduğunda bir kadın ve kızıyla aynı anda evli olup onlardan biriyle zifafa girmemiş olan kişi hakkında bunu tercih etmiştir. Bulkini de bunu tercih etmiştir.

İleride buna işaret edilecektir. Cüveyni' den bu durumda herhangi bir şeyin ödenmeyeceği tek görüş olarak nakledilmiştir; çünkü akit kurulmamıştır. Alimlerin şu konudaki ifadesi de bunu desteklemektedir: "Bir Mecusi öldüğünde geride mahrem olan karısı kalmış olsa, bu kadını o erkeğe mirasçı kılmayız." Şeyh Ebu Hamid ve ona bağlı olanlar ile Ezral'nin dediğine göre başka kimseler bu ikinci görüşü esas almışlardır. Ezrai "bana göre mezhepte esas alınan görüş de budur" demiştir. Bunun, İmam Şafiı'nin şu ifadesine uygun olduğu söylenmiştir: "Dörtten fazla kadınla evli olan bir kimse zifaftan önce bunlar içinden dördünü seçerek diğerleri ile olan nikElh bağı ortadan kalksa o kadınlar mehir alamaz."

Hocam Remli "İmam Şafii'nin ifadelerinden biri budur. Oysa itimad edilen görüşe göre dörtten fazla olan hanımlar da mehir almayı hak eder" demiştir.

 

554. Zımm!, anlaşmalı olduğumuz devletin vatandaşı veya İslam ülkesine eman ile giren bir gayr-i Müslim bir Müslüman ile birlikte gerek nikah gerekse başka bir konuda [anlaşmazlığa düşerek] bize [İslam mahkemesine] başvurursa, Müslüman ile adı geçen kimseler arasında bizim şeriatımıza göre hüküm verilmesi zorunlu hale gelir. Burada Müslüman ister davacı ister davalı konumunda olsun fark etmez; çünkü bir Müslüman üzerinden haksızlığı gidermek zorunludur. Müslümanın bir anlaşmazlığı zimmet ehlinin hakimine götürmesi mümkün olmadığı gibi, bizim bu iki tarafı anlaşmazlık halinde kendi başlarına bırakmamız da mümkün değildir. Bu sebeple Müslüman ile birlikte olan kimseyi de Müslümanların hakimine yönlendiririz; çünkü İslam üstündür, başka bir din ona üstün olamaz.

 

Not:  Nevevi'nin "mahkemeye başvurmak" ifadesinden iki tarafın buna razı olması gerektiği gibi bir sonuç anlaşılmaktadır ki Gazali'nin ifadesinden de anlaşılan budur. Ancak alimlerimizin geneline göre, taraflardan biri anlaşmazlık halinde olduğu diğer tarafı İslam mahkemesine çağırsa tek başına onun rızası muteberdir.

 

555. Sözgelimi her ikisi de hristiyan olmak suretiyle dinleri bir olan iki zımm! İslam mahkemesine başvursa, biz zimmet akdi yaparken onların bizim hükümlerimizle bağlı olmalarını şart koşmamış olsak, [bu iki kişi arasındaki davaya bakarak hüküm vermemiz zorunlu mudur? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre aralarında hüküm vermemiz zorunludur. Zira Yüce Allah "aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet" [Maide, 49] buyurmuştur. Ayrıca devlet başkanının, ehli zimmete yönelik haksızlıklan da ortadan kaldırması gerekli olduğundan tıpkı iki Müslüman arasında hüküm verildiği gibi bunlar arasında da hüküm verilir.

 

İkinci görüş

 

Bir grup alim tarafından kabul edilen görüşe göre onlar arasında hüküm vermemiz zorunlu olmayıp bu bizim isteğimize bırakılmıştır. Bunun delili şu ayettir: "Onlar [hüküm vermen için] sana geldiklerinde onlar arasında ister hüküm ver, isterse onlardan yüz çevir." [Maide, 42]

 

İlk görüşte olanlar buna şöyle cevap vermişlerdir: İbn Abbas'tan sahih yolla nakledildiğine göre bu ayet neshedilmiştir.(Taberani. Mu'cemü'l-evsat, 8842)

 

Bazıları ise ilk ayeti zımmılere, ikinci ayeti Müslümanlarla barış anlaşması yapanlara yormuştur. Mezhepte esas alınan görüşe göre onlar arasında hüküm verilmesi zorunlu değildir. Bu yorum ayetin neshedildiğini kabul etmekten daha uygundur. Bu yüzden Nevevi, meseleyi "zımmıler" diye kayıtlamıştır. Zımmıler ile anlaşmalı gayr-i Müslimler arasında şu fark vardır: Zımmılerin aksine, Müslümanların barış anlaşması yaptığı kimseler bizim hükümleri miz e bağlı olmadığı gibi biz de onların birbirine yaptıkları zulmü ortadan kaldırma sorumluluğunu üstlenmiş değilizdir.

 

Zımmi ile anlaşmalı gayr-i Müslim arasındaki dava, iki zımmı arasındaki dava gibidir.

 

556. Nevevi'nin ifadesinden anlaşıldığına göre bunlardan biri üzerinde bir hak söz konusu olduğunda bu hakkı kendilerinden tahsil ederiz. Beğavı bunu açık olarak ifade etmiştir.

Buna göre bir zımmı zina yaptığını veya -isterse zımmıye ait olmuş olsun- bir mal çaldığını ikrar etse kendisine had cezası uygularız.

 

557. Sözgelimi bir Yahudi ile bir Hristiyan gibi dinleri farklı iki zımmı ihtilaf ederek İslam mahkemesine başvursa veya zimmet akdinde ehli zimmetin bizim hükümlerimizle bağlı olmasını şart koşsak o durumda zımmıler arasında hüküm vermemizin gerekli olduğu konusunda ittifak vardır.

 

Çünkü ilk durumda her biri diğerinin dinine göre hükmolunmaya razı değildir.

 

İkinci durumda ise şart gereği hüküm veririz.

 

Hüküm vermeyi gerekli kıldığımız durumda onların mahkemeye gelmesine yardımcı olmamız ve onların da hazır bulunması gerekir, aksi takdirde gerekmez.

 

Not:  Nevevi'nin mutlak ifadesinin kapsamından şu durum çıkarılır: Ehl-i zimmetten iki kişi şarap içme konusunda bize başvursalar, bizim hüküm vermemize razı olmuş olsalar bile kendilerine içki içme haddi uygulanmaz; çünkü onlar bunun haram olduğuna inanmazlar. Bunu Rafiı "zina haddi" bölümünde zikretmiş, Nevevi ise er-Ravda'da buna yer vermemiştir.

 

Yukarıda yaptığımız açıklamadan şu anlaşılmaktadır: "İki harbı arasında veya bir harbı ile sulh yaptığımız bir gayri Müslim arasında hüküm vermemiz gerekmez." Ezrai'nin belirttiği üzere zahir olan şudur: Darulharpteki bir belde halkıyla zimmet anlaşması yapılırsa onlar da sulh yaptığımız kimseler gibi olur. Bu durumda onlar arasındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmamız gerekli olmadığı gibi aralarında hüküm vermemiz de gerekmez.

 

558. Nevevi daha sonra yukarıda pek çok örneği geçen bir genel kurala yer vererek şöyle demiştir:

 

"(Onlar bizim mahkememize başvurduğunda) Müslüman olmuş olsalardı yapmalarına müsaade edeceğimiz şeylere müsaade ederiz, müsaade etmeyeceğimiz işlemlerini ise batıl kabul ederiz."

 

Buna göre, evliliklerinin devam etmesine müsaade ettiğimiz kimselerin nikahlarında nafaka ödemeyi zorunlu kılarız.

 

559.  Mecusi bir erkek mahremi olan bir kadınla evlense, aralarındaki anlaşmazlıkları bizim mahkememize getirmedikleri sürece onların evliliklerine müdahale etmeyiz; çünkü sahabe Mecusilerin mahremleri ile evlendiklerini bildikleri halde buna müdahale etmemişlerdir. Nafaka anlaşmazlığı konusunda bize başvururlarsa onların nikahlarını iptal ederiz ve nafakaya da hükmetmeyiz; çünkü onlar bize başvurmakla İslam'a muhalif olan uygulamalarını bize açık olarak göstermiş olurlar. Bu, zımmınin şarabı açıktan içmesine benzer.

 

560. İki kız kardeşle evli kafir bir erkek olsa ve bu kimseler nafaka anlaşmazlığı sebebiyle İslam mahkemesine başvursalar, onlar bizim hükmümüze razı olmadıkları sürece onların davaları na bakmayız, onları birbirinden ayırmayız. Bizim hüküm vermemize razı olurlarsa erkeğe bu kadınlardan birini tercih etmesini emretmek suretiyle onları birbirinden ayırırız.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Mahremlerle evlilik konusunda "onlar bizim

hükmümüze razı olmasalar bile onları ayırırız" şeklinde dair hüküm geçmişti. Burada da iki kız kardeşin durumu böyle olmalıydı.

 

Buna şöyle cevap verilir: Mahremin haramlığı, [iki kız kardeşle aynı anda evlenmenin haramlığına göre] daha ağır bir durumdur; çünkü onunla evlenmenin yasaklanması bizzat kendisinden dolayıdır. İki kızkardeşle evlenmek ise birliktelik halinde yasaktır.

 

561. Kitabı bir kadının özel velisi yok ise bizden talep etmeleri durumunda Müslüman hakimi, onların şahitleriyle bir zımmı erkeği bir kitabı kadınla evlendirir.

 

 

E. KAFİR İKEN MÜSLÜMAN OLAN ERKEĞİN EŞLERİNİN DURUMU

 

Bu bölümde, kafir iken Müslüman olan ve nikahı altında şer'! olarak evlenebileceğinden daha fazla kadın bulunan kimsenin durumu ele alınacaktır .

 

Bir kimse Müslüman olduğunda dörtten fazla kadınla evliyse ve karıları da onunla birlikte veya iddet içindeyken Müslüman olsa yahut kadınlar kitabı olsa bu kadınlardan dördünü seçip, dörtten fazla olanları terk etmesi gerekir.

 

Zifaftan önce veya iddet esnasında koca ile birlikte kadınların yalnızca dördü Müslüman olursa, kocanın evliliği bunlar üzerinde geçerli olur.

 

Kişi Müslüman olduğunda her ikisi de kitabı olan bir ana ve kızıyla evliyse veya her iki kadın da Müslüman olursa bakılır: Zifaf gerçekleşmişse her iki kadın da kocaya ebediyen haram olur. Hiçbiriyle zifafa girmemişse yalnızca kızla evliliği devam eder. [Zayıf] bir görüşe göre seçim yapabilir. Kızla zifafa girmişse onunla evliliği devam eder. Anneyle zifafa girmişse her iki kadın da ebediyen haram olur. [Zayıf] bir görüşe göre anne ile olan nikah devam eder.

 

Kişi Müslüman olduğunda nikahında bir cariye bulunsa, cariye de onunla birlikte veya iddet içindeyken Müslüman olsa, cariye bu kişiye helal ise nikahlarının devam etmesine izin verilir. Zifaf öncesinde carlye Müslüman olmakta gecikse ayrılık derhal gerçekleşir. Kişi birden fazla carlye ile evliyse ve bu carlyeler de kendisiyle aynı anda veya iddet içindeyken Müslüman olsalar, koca ile cariyelerin Müslümanlığının aynı anda gerçekleştiği durumda bu cariyeler ona helal oluyorsa kişi bunlar içindn birini seçer, aksi takdirde hepsinin nikahı düşmüş olur.

 

Kişi Müslüman olduğunda bir hür ve birden fazla cariye ile evli olsa, eşleri kendisiyle aym anda veya iddet içindeyken Müslüman olsalar, hür kadınla evliliği devam eder, cariyelerle evliliği sona erer. Hür kadın Müslüman olmamakta ısrar eder de iddeti dolarsa koca cariyelerden birini seçer. Hür kadın Müslüman olur ve cariyeler de iddet içindeyken azat olup Müslüman olursa bütün hepsi hür kadınlar gibi olur, koca bunlardan dördünü seçer.

 

Seçmek "seni seçtim", "senin nikahım devam ettiriyorum", "seni nikahımda tuttum", "seni sabit kıldım" gibi ifadelerle olur.

 

Boşamak bir seçimdir. Daha doğru görüşe göre zıhar ve ila yapmak seçim olarak kabul edilmez.

 

Seçimi veya nikahın feshini şarta bağlamak sahih değildir.

 

Kişi seçim yapacağı kadını beşle sınırlasa bunları aşan kadınların nikahı [derhal] ortadan kalkar. Koca [bu beş kadın içinden hangi dördünü seçtiğini] belirlemesi ve bunu yapıncaya kadar da kadınlara nafaka vermesi gerekir. Seçim yapmayı terk ederse hapsedilir. Seçim yapmadan önce ölürse kadınlar içinden hamile olanlar hamilelik iddetini, ay bekleyerek iddet geçirecek olanlar, zifafa girmemiş olanlar dört ay on günlük iddeti bekler. Adet görenler ise üç temizlik dönemi ile dört ay on gün içinden hangisi daha fazlaysa o süreyi bekler. Eşler, arasında anlaşıncaya kadar kadınlara düşecek miras payı bekletilir.

 

562. Hür, mükellef kafir bir erkek nikahı altında hür dört kadın bulunuyorken Müslüman olsa,

 

> Gerek zifaftan önce olsun gerekse sonra olsun, hangi dinden olursa olsunlar bu erkeğin karıları da onunla birlikte Müslüman olursa,

 

> Veya kitabi olmayan kadınlar zifaf gerçekleştikten sonra Müslüman olmakta gecikmekle birlikte, erkeğin Müslüman olmasından sonra başlayan iddet döneminde Müslüman olurlarsa,

 

(Kadınlar Müslüman olup da iddet beklerken kocanın Müslüman olması da böyledir),

 

> Kadınlar Müslüman olmamakla birlikte, ilk başta bir Müslüman erkeğin kendileriyle evlenmesi helalolacak kitabi kadınlardan olursa,

 

[İşte bu durumlarda] şayet koca seçim yapmaya ehil ise kadınlar içinden dördünü seçer. Burada [kadınların bir kısmını mirasçı kılıp bir kısmını mirastan mahrum bırakmak şeklinde] mirasa ilişkin bir töhmetin bulunup bulunmadığına bakılmaz. Ölmüş bulunan kadınlar içinden kocanın seçtiği kitabi olmayan kadınlar mirasçı olur.

 

Koca, dört kadını tercih ettikten sonra dördün üzerindeki kadınların nikahı ortadan kalkar; çünkü [sahabeden] Gaylan Müslüman olduğunda on kadınla evliydi. Hz. Peygamber (s.a.v.) ona "dördünü nikahında tut, diğerlerinden ayrı!!" buyurdu.(Tirmizi, Nikah, 1128; Müstedrek, Nikah, 11,192; İbn Hibban, Nikah, 4156. İbn Hibban ve Hakim, hadisin sahih olduğunu söylemiştir. )

 

Koca bu kadınlarla ister aynı akitle evlenmiş olsun, ister sırayla evlenmiş olsun, ister ilk olarak evlendiklerini ister sonradan evlendiklerini tercih etsin fark etmez. İmam Şafii'nin belirttiği gibi bunun gerekçesi İmam Şafii'nin de ifade ettiği gibi şu genel kuraldır: Bir duruma ilişkin farklı ihtimaller söz konusu olduğu halde bu durumiarın aktanmznda ayrıntıya girilmemesi, sözlü ifadelerdeki umum lafız gibi kabul edilir. Hz. Peygamber (s.a.v.), Gaylan'a bu konuları [karılarıyla tek bir akitte mi farklı akİtlerde mi evlendiğini] sormamıştır. Hüküm her iki durumu da kapsamamış olsaydı Hz. Peygamber (s.a.v.) mutlak ifade kullanmazdı.

 

Farklı görüşte olanların [Hanefılerin] bu hadisi "ilk evlenilen kadınlar" şeklinde yorumlamasını İmam Şafii ve Beyhakl'nin, Nevfel b. Muaviye'den naklettikleri şu rivayet reddetmektedir:

 

Müslüman olduğumda beş kadınla evliydim. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bu durumu sorduğumda "birinden aynı, dördünü nikahında tut!" buyurdu. Ben kanlarımdan en eski olup altmış yıldır kısır alanını boşadım.(Beyhaki, Nikah, 7, 184; Müsnedü'ş-Şafii, 274)

 

Yine yukarıdaki hadisi "akdi yenileme" şeklinde yorumlamak da lafzın zahiri ne aykırı olduğundan daha uzak bir ihtimaldir; çünkü "tutmak" ifadesi, eski nikahın devam ettiğini açıkça göstermektedir.

 

Not: 1

 

İbnü'l-Cevzi şöyle demiştir: Saklf kabilesinden şu altı kişi Müslüman olduğunda her biri on kadınla evliydi:

 

1. Mesud b. Muattib,

2. Mesud b. Amir,

3. Mesud b. Amr,

4. Urve b. Mesud,

5. Süfyan b. Abdullah,

6. Gaylan b. Seleme.

 

Not: 2

 

Nevevi'nin "dört hanımı seçmesi gerekir" şeklindeki ifadesi, ille de dört tane seçmenin zorunlu olduğunu çağrıştırsa da bu kastedilmemiştir. Bununla kastedilen, Şari'in yasakladığı bir şeyin devam etmemesi için, seçim yapmanın zorunlu olduğudur. Kişinin dört kadını nikahında tutması ise zorunlu olmayıp caizdir. Nitekim el-Minhac'ı şerhedenlerden bir grup bunu ifade etmiştir. Bunların arasında İbn Şehbe, İbn Kasım, Dimyati bulunmaktadır. el-Muharrer, Eş-Şerhu'l-kebir ve er-Ravda'da "dördünü seçer" ifadesini zikretmek suretiyle bu yanlış anlaşılmadan kurtulunmuştur. Hadisin zahiri dört kadın seçmenin zorunlu olduğunu göstermekle birlikte bunun zorunlu olmadığını söyleyenler hadisteki emri -Subki ve Ezrai' den ileride gelecek aktarıma göre- mübahlığa yormaktadırlar.

 

Nevevi'nin ifadesinden, kişinin ayrıldığı kadınların nikahının düşmesinin tercih anından itibaren olduğu anlaşılmaktadır. Ancak doğru olan bunun kişinin Müslüman olduğu an gerçekleştiğidir. Aynı şekilde iddet de bu andan itibaren başlar. Bu ayrılık, İbnü'r-Rif'a'nın belirttiği üzere bain ayrılıktır.

 

Köleye gelince o, evli bulunduğu kadınlar hür olsun olmasın bunlar içinden iki tanesini seçer.

 

Çocuk ve deli gibi mükellef olmayan şahısları velisi dörtten fazla kadınla evlendirmiş ve daha sonra bu kimseler ana-babasına tabi olarak Müslüman olmuşlarsa, bu durumda olan kişinin seçme ehliyeti bulunmadığından seçim yapması söz konusu olmaz, velisi de seçim yapamaz; çünkü bu, şehvete dayalı bir seçimdir. Bu yüzden kişi seçim yapabilsin diye normal hale dönmesi beklenir. Kadınların nafakası çocuk ve delinin malından karşılanır; çünkü kadınlar kocasından dolayı başkalarıyla evlenmekten alıkonulmuşlardır.

 

Bir kadın kafir iken iki kocayla evlense sonra hep birlikte Müslüman olsalar bakılır: Aynı nikahla evlenmişlerse, bunun caiz olduğuna inanıyor olsalar bile nikahı geçersiz sayarız.

Farklı akitlerle evlenmişlerse kadın ilk akit yapılan kişinin karısı olur. İlk koca ölür de kadın ikinci kocayla birlikte Müslüman olursa, onlar daha önceden iki kocayla evlenmenin caiz olduğuna inanıyor idiyseler mevcut nikahlarını devam ettirmelerine göz yumarız, aksi takdirde buna müsaade etmeyiz. İki koca Müslüman olduğu halde kadın Müslüman olmasa veya tek başına ilk koca Müslüman olsa, kadın kitabı ise ilk kocanın karısı olur.

 

563. [Dörtten fazla kadınla evli bir erkek Müslüman olduğunda] gerek zifaftan önce gerekse zifaf sonrasında iddet süresi içinde kadınlar içinden dört veya daha az sayıda kadın Müslüman olursa bu kişiler o şahsın karısı olarak kalmaya devam eder, dörtten fazla olan kadınların nikahı düşmüş olur. Çünkü onların Müslüman olması, zifaftan önce kocanın Müslüman olmasının ardından ve zifaftan sonra da iddetten daha sonraya sarkmıştır.

 

564. Kadınların dördü Müslüman olduktan sonra iddetleri bitmeden koca Müslüman olsa ve kocanın Müslüman olduğu tarihten itibaren iddetleri bitmeden diğer kadınlar Müslüman olsalar, koca ister ilk Müslüman olanlardan ister sonradan Müslüman olanlardan dilediği dört kadını seçer. ilk Müslüman olanların tümü veya bir kısmı ölürse koca ölmüş olan kadınları karısı olarak seçebilir, bu durumda onlara mirasçı olur.

 

565. Zifaf gerçekleştikten sonra kişinin sekiz karısından dördü Müslüman olsa ve iddetleri bitse veya Müslüman olarak ölseler, daha sonra koca Müslüman olsa ve diğer kadınlar da iddet esnasında Müslüman olsalar, bu sonraki kadınlar kişinin karısı olarak kalmaya devam ederler.

 

566. Bir kadın ve onun kızıyla evli olan bir şahıs Müslüman olsa, bu kadınlar kitabı olsun ya da olmasın koca ile birlikte Müslüman olurlarsa Müslüman kadın açısından altı durum söz konusu olmuş olur:

 

Birinci durum

 

Her iki kadınla zifafa girmişse ikisi de kendisine eb edi yen haram olur. Burada onların nikahlarını sahih olarak kabul etse k de etmesek de hüküm değişmez; çünkü bu kadınların her biri ile şüphe yollu ilişkide bulunmak bile diğerini haram kıldığına göre evlilik yoluyla ilişki kurmak evleviyetle haram kılar. Bu durumda iki kadının her biri -şayet mehir olarak zikredilmesi sahih olan bir şey belirlenmiş se- mehirlerini alır, aksi takdirde emsal mehir alır.

 

İkinci durum

 

Koca, iki kadının hiçbiriyle ilişkide bulunmamışsa, onlarla olan evliliğin sahih olmasına binaen kızla olan evliliği tek seçenek olarak kalır, anne ile olan evlilik biter; çünkü kızla akit yapmak anneyi haram kıldığı halde aksi söz konusu olmaz. Bu durumda anne -şayet belirlenen mehir sahih ise- akitte belirlenen mehrin yarısını almaya hak kazanır. Mehir sahih olarak belirlenmemişse emsal mehrin yarısını alır; çünkü zifaf öncesinde Müslüman olmakla onun nikahı ortadan kalkmıştır. Bu, İbnü'l-Mukrı'nin tercihidir. Bulkini ve başkaları da bunu açık olarak ifade etmiştir. Bir görüşe göre ise nikahlarının fas it olması hükmüne binaen kadın herhangi bir şeyalamaz. Bu nikahları fasit kabul eden görüşe dayalı bir görüşe göre ise annenin nikahı devam eder, kızın nikahı ise anne ile zifafta bulunulması ile birlikte ortadan kalkar.

 

[Zayıf] bir görüşe göre, bu durumda nikahların fasit olmasından hareketle koca bu durumda iki kadından dilediğini seçebilir. Zira o, iki kadından hiçbiriyle nikah akdi yapmamış gibidir.

Bu, Müslüman olduğunda, iki kız kardeşle evli olması durumu gibidir.

 

Üçüncü durum

 

Koca yalnızca kız ile zifafa girmişse o kız onun karısı olur, annesi ebediyen haram olur. Eş-Şerhu'l-kebir'de açık olarak belirtildiğine göre anne emsal mehrin yarısını alır. Bu hüküm, yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere mehir fasid ise söz konusu olur, aksi takdirde akitte belirlenen mehrin yarısını alır.

 

Dördüncü durum

 

Koca yalnızca anne ile zifafa girmişse her ikisi de ebediyen haram olur. Kızın haram olma sebebi, kocanın o kadının annesiyle ilişkiye girmesidir. Annenin haram olma sebebi ise kızla akit yapılmış olmasıdır. Bu hüküm, onların nikahının sahih kabul edilmesine dayalıdır.

Anne, zifaf sebebiyle emsal mehri almaya hak kazanır. Bunu Rafii, Beğavl'den aktarmış, er-Ravda'da tek görüş olarak zikredilmiştir. Bu, akitte belirlenen mehir fasid olduğundadır.

Aksi takdirde belirlenen mehrin verilmesi gerekir.

 

el-Mühimmat adlı eserde Rafii ve Nevevi'nin bu ifadeleri şu şekilde gerekçelendirilmiştir:

 

Bu ifadeler, kişi bir kadın ve kızı ile aynı mehir karşılığında evlendiğinde dikkate alınır.

Böyle bir durumda kadın birkaç kadınla tek bir mehir karşılığında evlenmesi durumunda olduğu gibi, anne için emsal mehir verilmesi gerekir.

 

Beşinci durum

 

Kişi bu kadınlardan biriyle zifaf yapıp yapmadığında şüphe etse, hiçbiriyle zifaf yapmamış gibi olur. Bununla birlikte vera'a uygun olan her ikisinin de haram olmasıdır.

 

Altıncı durum

 

Kişi zifafa girilmeyen kadının hangisi olduğunda şüphe etse, kadınlardan birinin haram olduğu kesin olarak bilindiği için her ikisinin nikahı da batılolur. Bunu Maverdi söylemiştir; çünkü Müslüman olmak, ilk olarak nikah yapmak gibidir. Nikah bölümünde geçtiği üzere nikahı ilk olarak yaparken, evlenilen kadının helal olduğunun kesin olarak bilinmesi şarttır.

 

Kişi, birden fazla kızkardeşle evli iken Müslüman olsa, bunlar içinden birini seçer.

 

Nevevi, daha sonra Müslüman olduğunda bir veya daha fazla cariye ile evli bulunan kişiyi ele alarak şu açıklamaları yapmıştır:

 

567. Bir -veya daha fazla- cariye ile evli olan gayrimüslim Müslüman olduğunda bakılır:

 

> İster zifaftan önce ister sonra cariye de onunla birlikte Müslüman olursa,

 

Veya kocanın Müslüman olmasından sonra iddet beklerken Müslüman olursa şuna dikkat edilir:

 

Kişinin bu cariye ile evlenmesi helal ise yani koca hür değilse veya hür olduğu halde hür bir kadınla evlenecek imkanı bulamamış ve zinaya düşme korkusu içindeyse evliliklerinin devam etmesine müsaade edilir. Çünkü kişinin cariye ile evlenmesi helal ise onunla mevcut nikahının devam ettilmesine de izin verilir.

 

> Zifaf öncesinde koca Müslüman olduğu halde cariye Müslüman olmaz veya cariye Müslüman olduğu halde kocası Müslüman olmazsa yahut zifaf sonrasında olsa bile iddet esnasında ikisinin Müslümanlığı söz konusu olmasa yahut da her ikisi Müslüman olmakla birlikte cariye kendisine helal değilse; cariye kitabı olsun ya da olmasın ayrılık derhal gerçekleşir.

 

568. Birden fazla cariye ile evli olan kişi;

 

> Müslüman olduğunda; zifaftan önce veya sonra cariyeler de onunla birlikte Müslüman olsa,

> Veya cariyelerin Müslüman olmasından sonra koca Müslüman olsa,

> Yahut cariyeler kocanın Müslüman olmasından sonra iddet içinde Müslüman olsa,

 

[Bu üç durumda bakılır:]

 

> Şayet kendisinin ve cariyelerin Müslüman olması bir arada gerçekleştiğinde kocanın cariye ile evlenmesi hel al oluyorsa hür olan koca bunlar içinden yalnızca bir cariyeyi seçer. Çünkü o dönemde bu kocanın bir cariye ile evlenmesi caiz olduğuna göre, mevcut eşleri içinden bir cariyeyi seçmesi de caiz olur.

 

> Kişi ve onun nikahında bulunan cariyeler Müslüman olduğu esnada bu şahsın cariye ile evlenmesi helal olmuyorsa hepsinin nikahı ortadan kalkar; çünkü böyle bir durumda -tıpkı mahrem olan bir kadınla evlenme durumunda olduğu gibi- kocanın bu cariyelerin hiçbiri ile ilk olarak evlilik akdi yapması caiz olmadığından, onlardan birini seçmesi de caiz değildir.

 

Not:  İddet bekleyen bir kadınla evlenme durumunda olduğu gibi, müslüman olma halinde nikahı bozan durum akit esnasında mevcut olup devam ediyorsa nikahın batıl olması için bu durumun taraflardan birinin Müslüman olmasına bitişik bulunması yeterlidir.

 

Nikahı bozan durum, cariye ile evli olan hür kimsenin hür bir kadınla evlenme imkanına kavuşması ve zinaya düşme korkusunun bulunmaması meselesinde olduğu gibi sonradan meydana gelmişse, nikahın batıl olabilmesi için bu durumun her iki tarafın Müslüman olmasına bitişik olması gerekir. Buna göre kişi Müslüman olduğunda üç cariye ile evli olsa, cariyelerden birisi koca fakir olup zinaya düşme korkusu içindeyken Müslüman olsa sonra ikinci cariye iddet içinde koca zengin iken Müslüman olsa sonra aynı durumda üçüncü cariye koca fakirken ve zinaya düşmekten korkarken Müslüman olsa, ortadaki cariyenin nikahı batılolur. Koca da diğer iki cariyeden birini seçer. Çünkü nikahı bozucu durum ancak her iki tarafın birlikte Müslüman olmasına bitişik olarak bulunduğunda nikahı ortadan kaldıracak etkiyi yapar. Şu durum bundan farklıdır: Kişi, başkasından iddet bekleyen kadınla evlenip sonra taraflardan biri Müslüman olsa, ardından kadının iddeti bittikten sonra diğeri Müslüman olsa yukarıda belirttiğimiz sebeple nikah devam etmez.

 

Cariye ile evlenmesi helal olan kişi Müslüman olduğunda nikahında bir cariye varsa, onu ric'i talakla boşadıktan sonra henüz iddet bitmeden maddı imkana kavuşsa, bu cariyeyi ittifakla yeniden nikahına alabilir; çünkü ric'ı talakla boşanmış olan kadın [iddet bitmediği sürece] kişinin karısıdır. Bunu Maverdi söylemiştir.

 

569. Bir kimse Müslüman olduğunda, cinsel ilişkide bulunmaya elverişli olan ve evliliğini devam ettiresine müsaade edilen hür bir kadınla ve cariyelerle evli olsa [bakılır:]

 

> Zifaf öncesinde veya sonrasında hem hür kadın hem de cariyeler koca ile birlikte Müslüman olsalar,

 

Veya zifaf sonrasında kocanın Müslüman olmasının ardından iddet içinde Müslüman olsalar,

 

Hür kadının Müslüman olması cariyelerden sonra gerçekleşse bile yalnızca hür kadının nikahı devam eder, cariyelerin nikahı düşmüş olur. Çünkü hür bir kadın varken kişinin cariye ile ilk olarak nikah yapması caiz olmadığı gibi cariye ile evliliği sürdürmeyi tercih etmesi de caiz değildir.

 

Hür kadın cinsel ilişkiye elverişli değilse Ezrai'nin belirttiğine göre koca, cariyelerden birini tercih eder .

 

> Hür kadın küfürde diretirse ve kendisi ilk olarak evlenilmesi hel al olacak kitabı bir kadın değilse, bu kadının iddeti bitmişse koca, şayet cariye ile evlenmesi heial durumda ise cariyelerden birini seçer. Bu, hür kadının hiç bulunmaması gibi kabul edilir; çünkü kocanın Müslüman olmasıyla onun kocadan ayrılmış olduğu anlaşılmaktadır.

 

Not:  Nevevi'nin sözünden anlaşıldığına göre "hür kadın Müslüman olmakta gecikirse koca cariyelerden birini seçemez." Bu doğrudur. Koca, bir cariyeyi seçtiğinde hür kadın iddet bitinceye kadar Müslüman olmamakta ısrar ederse veya ölürse, kocanın cariye ile evlenmesi helal ise onun yeniden seçimde bulunması gerekir .

 

> Hür kadın kocayla birlikte veya iddet içerisinde Müslüman olsa, kocanın Müslümanlığı ile cariyelerin Müslümanlığı bir arada bulunmadan önce cariyeler azat edilip sonra iddet içinde Müslüman olsalar, onlar da hüküm bakımından aslen hür gibidir. Bu durumda koca, hür kadın dışındakilerden bile olsa dört tanesini seçer; çünkü cariyeler aslen hür olan kadınlara dahil olmuşlardır.

 

Not:      

1. Bu konudaki hüküm yalnızca Nevevi'nin zikrettiğiyle sınırlı değildir. Gerek bu gerekse diğer meseleleri kapsayan genel kural "azat etmenin, cariyelerin Müslümanlığı ile kocanın Müslümanlığının bir arada bulunduğu dönemden önce gerçekleşmesi"dir. Bu genel kural, el-Minhac metninde zikredilene uyduğu gibi şu durumlara da uyar:

 

a. Cariyelerin Müslüman olduktan sonra azat olmaları daha sonra kocanın Müslüman olması,

b. Cariyelerin azat edildikten sonra Müslüman olması, sonra kocanın Müslüman olması,

c. Cariyelerin azat edilmesinden sonra kocanın Müslüman olması, sonra cariyelerin Müslüman olması.

 

2. Cariyelerin azat edilmesi Müslüman olmalarından sonra olursa, yani koca Müslüman olup cariyeler daha sonra Müslüman olsa veya bunun aksi olsa, ardından cariyeler azat olsa, onlar üzerinde cariyeliğe ilişkin hüküm devam eder. Bu durumda hür kadın var ise onun nikahı devam eder, aksi takdirde koca şartına uygun olarak cariyelerden birini tercih eder.

 

3. Kişi ile birlikte veya iddet içindeyken onun evli olduğu cariyelerden biri Müslüman olup azat edilse, sonra diğerleri azat edilip Müslüman olsalar, kişi bunlardan dördünü seçer, çünkü onların azat olması Müslüman olmalarından önce olmuştur. Her ikisi birlikte Müslüman olduğunda ilk cariyeyi tercih edemez; çünkü onda kölelik vardır. Müslüman olma aynı anda gerçekleştiğinde sonradan azat edilen cariyelerin nikahı düşer.

 

Sonraki alimlerden birinin de belirttiği üzere cariyelerin azat olmasının onların Müslümanlığı ile aynı zamanda olması, daha önce olması gibidir.

 

4. Bir kimse Müslüman olduğunda dört cariye ile evli olsa, bu cariyelerin ikisi kendisiyle birlikte Müslüman olsa, daha sonra birisi azat edilse, ardından diğer iki cariye azat edilse [hüküm ne olur? Bu konuda alimler arasında iki farklı görüş söz konusudur:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha önceden Müslüman olmuş olan cariyenin değil o iki cariyenin nikahı düşer. Koca da bu cariyeyi veya diğerini tercih eder. Rafiı, Eş-Şerhu'l-kebir'de Gazali'ye tabi olarak bu görüşü tek görüş olarak belirtmiştir.

 

[İkinci görüş]

 

Furani, Cüveynı, İbnü's-Salah ve et-Tenkıh adlı eserinde Nevevi ise kocanın tüm cariyeler arasında seçim yapabileceği görüşünü tercih etmiş, Bulkini de bu görüşü tasvip etmiştir. İbnü'sSalah "Gazali'nin söylediği görüş bir yanılmadır" demiştir.

 

Subki ise şöyle demiştir: Gazali'nin şu görüşü tercihe şayandır: "Müslüman olmamakta direten iki cariye koca tarafından seçilemez; çünkü daha önceden Müslüman olan iki cariyeden birinin hür olması, bu ikisinin Müslümanlığı ile aynı zamana denk gelmiştir, bu ise cariye ile ilk olarak nikah yapmaya engel olduğundan, kocanın bu ikisi ile evliliğe devam etmesine izin verilemez." Biz, sadece diğer cariyenin azat edilmesi ile sonraki iki cariyenin nikahının ortadan kalkacağını söylemiyoruz; çünkü bu iki cariyenin az at edildikten sonra Müslüman olma ihtimali söz konusudur. Bunların nikahı yalnızca cariye iken Müslüman olmaları halinde ortadan kalkar.

 

Subki bu konuda uzunca açıklamalar yapmıştır. Zahir olan da budur. İbnü'l-Mukrı de Ravd adlı eserinde bunu esas almıştır.

 

5. Hür olmayan koca ise cariyeler içinden yalnızca iki tanesini seçebilir; çünkü onun açısından cariye, hür kadın gibidir. Onun ikiden fazla kişiyle evlenmesi, hür kişinin dörtten fazla kadınla evlenmesi gibidir. Bu koca, Müslüman olmadan azat edilirse ister cariyelerin Müslüman olmasından önce ister sonra olsun, ya da koca Müslüman olduktan sonra cariyeler Müslüman olmadan önce azat edilse bu koca hür kimse hükmünde olur.

 

6. Bir köle Müslüman olsa onun ister hür ister cariye olsun kafir olan karısının evliliği bozma hakkı yoktur; çünkü kadın daha başta kocasının köleliğine razı olmuştur, kocada bu kölelik sonradan meydana gelmemiştir.

 

Eş-Şerhu 'l-kebir' de şöyle denilmiştir: "Bu kadın kitabı ise ister Müslüman olsun ister olmasın hüküm böyledir."

 

el-Mühimmat'ta şöyle denilmiştir: "Rafil'nin, kadının Müslüman olup olmamasını eşit görmesi yanlıştır; çünkü bu, kitabı kadınla evlenmenin caiz olmasını gerektirir, oysa bu yasaktır."

 

Ezrai şöyle demiştir: "el-Mühimmat'ta yapılan bu kıyasın kabul edilmeyeceği söylenebilir; çünkü başlangıçta göz yumulmayan bir şeye devamda göz yumulabilir. "

 

İtimad edilen görüşe göre bu kişinin, kitabı cariye ile olan evliliğini devam ettirmesine izin verilemez.

 

570. Nevevi, seçim yapma zorunluluğu konusunu öne almış, bu seçim ise [ancak sözlü bir ifadeyle olup] ilişkide bulunmak gibi bir tiille olamayacağından, kişinin seçim yaptığına delalet eden sözlü ifadeleri ele almıştır.

 

571. Seçim yapmak şu sözlü ifadelerle olur:

 

> "Seni seçtim."

> "Senin nikahım devam ettirdim."

> "Seni tuttum."

> "Seni sabit kıldım."

> "Seni alıkoydum."

> "Senin nikahım alıkoydum."

> "Senin akdini alıkoydum."

> "Seni evlilik üzere alıkoydum."

 

[Seçim yapmak bu ifadelerle olur] Çünkü hadiste "seçmek" ve "tutmak" ifadeleri yer almakta, diğer ifadeler ise onlar ile aym anlama gelmektedir.

 

Eş-Şerhu'l-kebir'de şöyle denilmiştir: "Alimlerin sözlerinden bu ifadelerin tümünün sarih olduğu anlaşılmaktaysa da doğruya daha yakın olan, nikaha herhangi bir temas söz konusu olmaksızın zikredilen "seni seçtim" ve "seni tuttum" gibi ifadelerin kinaye kabul edilmesidir. "

 

Hocamız Zekeriya el-En sarı "seni sabit kıldım" ifadesinin de böyle olduğunu söylemiştir.

 

Bundan, kinaye yoluyla seçimin sahih olduğu anlaşılmaktadır ki Maverdi ve Ruyanl bunu kabul etmese bile doğru olan budur. Ruyani "bu, ilk olarak nikah yapmak gibidir" demiştir.

 

İbnü'r-Rif'a şöyle demiştir: "Şayet seçim, nikahı devam ettirmek gibi kabul edilecekse o zaman kinaye lafızlarla ric'atın yapılıp yapılamayacağı konusundaki görüş ayrılığının burada da geçerli olması gerekir."

 

572. Koca ile birlikte veya iddet döneminde sekiz kadın Müslüman olur ve koca da "ben bunların nikahını feshettim" diyerek dördünün nikahını feshederse, bu fesihle talakı kastetmemişse, kalan dört kadının nikahı devam eder.

 

573. Nevevi, fesihte kullanılacak sözlü ifadelerden bahs etmemiştir. Maverdi şöyle demiştir:

Nikahın feshi; "onun nikahını feshettim", "kaldırdım", "izale ettim" gibi sarih ifadelerle sahih olabileceği gibi "onun nikahını [başka yöne] sarfettim" gibi kinaye ifadeyle de olur.

 

574. Kişi "fesih" ifadesiyle boşamayı kastederse bunun hükmü, Nevevi'nin "boşama, evliliği seçmektir" ifadesinde yer aldığı gibidir. Çünkü "boşama" ifadesi ancak evlenilmiş olan kadın hakkında kullanılır. Bu, ister bir şarta bağlanmış ister şartsız gerçekleştirilmiş olsun fark etmez.

 

575. [Yukarıdaki meselede sekiz kadınla evli koca] dört karısını boşadığında karılarının tümü kendisine haram olur. Boşadıkları kadınlar, belirttiğimiz gerekçeyle haram olur. Diğer kadınlara gelince, bunların nikahı şer'an ortadan kalkmış olduğu için haram olurlar.

 

576. Boşamada sari h veya kinaye ifade kullanmak arasında fark yoktur. "Ayrılma" ifadesi boşamada sarih olmakla birlikte burada fesih anlamına gelir. Ruyani bunu şöyle açıklamıştır: "Çünkü boşamanın aksine ayrılma, kişinin karısı olmayan birisi hakkında da kullanılır."

 

Zerkeşi şöyle demiştir: "Bundan anlaşıldığına göre ayrılma sözcüğü fesih işlemi açısından da sarih olur ve hem fesihte hem de boşamada hakikat anlamında kullanılır. Bunun boşama ve fesih içinden hangi anlamda kullanıldığı karine ile belli olur."

 

577. Kişi dört karısına "sizi istiyorum" derse, diğerlerine "sizi istemiyorum" deme se bile bununla seçim gerçekleşmiş olur.

 

578. [Koca zıhar ve ıla yaptığında, bu tasarrufları gerçekleştirdiği kadınların nikahını tercih etmiş olur mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre zıhar ve ıla, nikahı tercih etmek anlamına gelmez; çünkü zıhar, kadını haram olmakla nitelendirmektir. İla ise cinsel ilişkiden kaçınmaya dair yemin etmektir. Her ikisi de [kişinin karısına değil] yabancı bir kadına yapılmaya daha layıktır.

 

İkinci görüş

 

Bu iki tasarruf, tıpkı talak gibi [bunların gerçekleştirildi ği kadınların] nikahı[nı] seçmek anlamına gelir.

 

İlk görüşe göre koca zıhar veya ıla yaptığı kadınları nikah için tercih ettiğinde zıhar ve ıla sahih olur. Bu durumda ıla müddeti, seçim anından başlar. Zıharda da, derhal karısını terk etmediğinde zıhardan dönmüş olur.

 

Not:  Ezrai el-Kut adlı eserinde şöyle demiştir: "Bana göre Nevevi'nin "daha doğru görüş" ifadesi yalnızca zıhar ve ıla ile ilgilidir.

 

el-Gunye adlı eserde bu ikisi ile birlikte talakla da ilgili olduğu söylenmiştir.

 

İlki daha uygundur.

 

Cinsel ilişkide bulunmak, nikahı tercih etmek anlamına gelmez; çünkü tercih etmek ya nikahı ilk olarak yapmak veya devam ettirmek gibidir. Her ikisi de -tıpkı boşamadan dönmede olduğu gibi- yalnızca sözlü olarak yapılabilir. Koca başka bir kadını tercih ettiğinde cinsel ilişkide bulunulan kadın, akit esnasında konuşulan mehir sahih ise bu mehri, sahih değil ise emsal mehri alır.

 

579. Kocanın, seçimi müstakil olarak şarta bağlaması veya boşamayı kastetmediği durumda feshi müstakil olarak şarta bağlaması sahih olmaz. Örneğin koca "eve girersen senin nikahını tercih ettim Isenin nikahını feshettim" diyemez; çünkü bu iki ifade bir tayindir. Tayin ise şarta bağlanarak yapılamaz.

 

"Müstakil olarak" ifadesi, zımnı olarak şarta bağlamayı dışarıda bırakmaktadır. Buna göre koca "eve kim girerse o boştur" dese, eşlerden birisi eve girdiği takdirde daha doğru görüşe göre o boş olur ve bu durumda koca zımnen onun nikahını tercih etmiş olur.

 

580. Koca "fesih" ifadesini kullanırken boşamayı kastetmişse onun şarta bağlanması sahih olur; çünkü bu durumda fesih boşama olur, boşamanın ise şarta bağlanması sahihtir. Bu durumda bu fesih şarta bağlanmış olsa bile zımnen o kadının nikahı tercih edilmiş olur; çünkü müstakil olarak göz yumulmayan bir şeye zımnen gerçekleştiğinde göz yumulur.

 

581. [Dörtten fazla kadınla evli iken] Müslüman olan kişi eş seçimini beş kadınla sınırlandırdığında, [bu beş içinden hangi dördüyle evli kalacağı konusunda] tam bir belirleme söz konusu olmamış olsa bile beşin üzerindeki kadınların nikahı düşer. Bundan sonra kocanın bu beş kadın içinden kimlerle evli kalacağını belirlemesi gerekli olur. Zira şer'an izin verilen sayıdan daha fazla kadın onun tarafından alıkonulmuştur ve bundan dolayı kadınların maruz kalacağı zararı kocanın gidermesi gerekir. Zira söz konusu kadınların hiçbiri kendisinin o kocayla evli mi yoksa ayrılmış mı olduğunu bilmemektedir.

 

Not:  "Kocanın belirlemesi gerekir" ifadesi [öncekine bağlı olmayan] müstakil bir söz olabilir ki bu durumda önceki meseleye özgü değil hem onu hem diğer meseleleri kapsar.

Önceki meseleye özgü olması da muhtemeldir. Ancak Nevevi kendi el yazısıyla bunu öncekinden ayırdığı için ilk ihtimal tercihe şayandır.

 

582. Nevevi'nin "koca, bu kadınların nafakalarını ödemekle yükümlüdür" ifadesinde de bu iki ihtimal geçerlidir. İbnü'lKasım'ın belirttiği üzere burada ikinci ihtimal daha güçlüdür; çünkü daha önce nafakadan bahsedilmemiştir.

 

583. Kocanınnafaka yükümlülüğü, beşkadın içindendördünü seçinceye kadar devam eder; çünkü bu kadınlar nikah hükmü gereğince beklemektedirler.

 

584. Koca seçim yapmazsa hapsedilir; çünkü üzerine düşen ve başkası tarafından yapılamayacak olan bir görevden kaçınmaktadır.

 

585. Koca, kendisi için daha yararlı olan seçimi yapıncaya kadar beklemek istese;

 

Ruyanl "hakim ona üçgün süre verir, daha fazla vermez" demiştir.

 

Ez-Zehair yazarı "bu durumda kocaya üç günlük süre verilmesini tek görüş olarak benimsemek gerekir; çünkü şer'an düşünüp taşınma süresi üç gündür."

 

Nafakaya gelince; kadınlara nafaka verilmemesi halinde onlar zarar göreceiğnden bu ertelenemez.

 

586. Koca hapiste kalmakta ısrar eder de bu durum onun tercihte bulunması konusunda çözüm olmazsa hakimin uygun göreceği şekilde sapa atılması vb. yollarla kendisine tazir cezası uygulanır. Aynı durum, bir hak ikrar edip bunu eda edebilecek güçte olduğu halde bundan kaçınıp ısrar eden, hapse atmanın da çözüm olmadığı tüm kimseler için de geçerlidir. Bu durumda hakim, hapsetme yanında uygun göreceği sapa atılması vb. cezaları da verebilir.

 

Kişiye bir seçimde bulununcaya kadar ikinci defa, üçüncü defa ... ceza uygulanır. Ancak burada ilk cezanın acısının ortadan kalkacağı kadar bir süre beklenmesi şarttır, aksi takdirde bu durum onun ölmesine sebep olabilir.

 

587. Koca kadınlardan dördünü seçtikten sonra "tercihten vazgeçtim" dese, onun bu geri dönüşü kabul edilmez. Bunu İmam Şafii açık olarak ifade etmiştir.

 

588. Tercihten kaçınan koca yerine hakim tercihte bulunamaz.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: "İla yapan koca karısına dönüş yapma veya boşama seçeneklerinden birini tercih etmekten kaçındığında hakim onun karısını başar. Burada da böyle olmalıdır."

 

Buna şöyle cevap verilir: "Bu, şehvete dayalı bir tercihtir. Hakim, kocanın bu kadınlardan hangisine [şehvet açısından] daha çok meylettiğini bilemez. Nitekim bu sebeple kocanın bu konuda birini vekil tayin etmesi de caiz olmaz."

 

Not:  Nevevi'nin, kocanın seçim yapmasının gerekliliğine dair zikrettiği hüküm hakkında;

 

İbn Şühbe şöyle demiştir: "Alimlerimiz, Gaylan hadisindeki emri vücub (gereklilik) olarak anladıklarından bu konuda neredeyse icma etmiş gibidirler."

 

Subki şöyle demiştir: "Benim bu hadisten anladığım şudur: [Hadiste yer alan] "tut!" ifadesi mübahlık, "ayrı!!" ifadesi ise kadınlar hakkında vücub bildirir; çünkü kadınlar üzerindeki alıkonulmanın ortadan giderilmesi, ayrıca on kadınla bir arada bulunmanın sonlandınıması gerekir. Zira haram bir konuda onun zıddını yapmak vaciptir. Kocanın, kadınların tümünden uzak durmak şartıyla herhangi bir tercihte bulunmaksızın susmasında bir haramlık yoktur, ancak kadınlar bu alıkonulmanın sona erdirilmesini isterlerse o zaman kocanın tercih yapması zorunlu olur. Bu tıpkı diğer borçlarda olduğu gibidir. Kadınlar talepte bulunmadan bu vacip değildir. Alimlerin ifadesini de bu şekilde anlamak gerekir. "

 

Ezrai şöyle demiştir: "Her ne kadar el-Minhacve başka kitaplardaki ifadeden vücup anlaşılıyorsa da Hz. Peygamber (s.a.v.)'in dördünü tut, ifadesi mübahlık bildirmekte olup bu konuda herhangi bir tartışma yoktur. Subki'nin; kadınlardan uzak durmak şartıyla susmasında bir haramlık yoktur, ifadesi üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur; çünkü kadınlardan uzak durmakla birlikte tercihte bulunmaksızın susmak, Müslüman olduktan sonra nikahında dörtten fazla kadını tutmak anlamına gelir ki bu haramdır. "

 

Bu, [Ezral'nin ifadeleri] uygundur.

 

589. Koca, bir seçim yapmadan önce ölürse;

 

> Hamile olan eşi [varsa], -adetten kesilmemiş bir kadın bile olsa- doğum iddeti bekler; çünkü doğum yapmasıyla vefat iddeti de ayrılma iddeti de sona erer.

 

> [Adet görmeyip] ay hesabıyla iddet bekleyecek olan ve kendisiyle zifafta bulunulmamış olan kadınlar dört ayan gün ihtiyaten bekler; çünkü her birinde [ölen şahsın] karısı olma ihtimali vardır.

 

> Adet görmek suretiyle iddet bekleyecek olanlar ise "üç temizlik dönemi" ile "dört ayan günlük süre" içinden hangisi daha uzun ise onu bekler; çünkü her birinin, ölenin karısı olması muhtemeldir. Bu durumda vefat iddeti beklemesi gerekir. Yine ölen şahıs hayatta iken bunları boşamış olması da muhtemelolduğundan bu kadının adet görmek suretiyle iddet beklemesi gerekir. Hal böyle olunca yeni kocalar ile evlenmelerinin kesin olarak helal olabilmesi için ihtiyata riayet etmek gerekli olmuştur.

 

Adet görmek suretiyle iddet bekleyecek olan bir kadın, dört ayan gün dolmadan üç defa adet görüp temizlense, dört ayan günü tamamlar. İddet kocanın ölümüyle başlar. Üç temizlik dönemi dolmadan dört ayan gün dolsa, üç temizlik döneminin dolmasını bekler, bunun başlama süresi ise; şayet her ikisi de birlikte Müslüman olmuşsa Müslüman oldukları tarihten, aksi takdirde daha önce Müslüman olan kişinin Müslüman olduğu tarihten başlar.

 

Not:  Bulkini şöyle demiştir: "Burada bir şeye dikkat çekmek gerekir ki o da şudur: [Kadının bekleyeceği] üç temizlik dönemi müslümanlık gerçekleştikten sonra hesap edilirse o zaman temizlikler ile dört ayan günlük süreden hangisi daha fazla ise onun beklenmesi gerekmez. Bu, "toplamı toplam ile mukabele etme" genel kuralı sebebiyledir. Çünkü buna göre kadın, adet görmesi uzun süren bir kadın ise ve şayet Müslüman olma ile ölüm arasında dört aylık sürede iki kere [adet görüp] temizlenmiş ve son temizlenme dönemi iki ay sürmüşse kadının iddetinin o zaman biteceği söylenemez. Burada toplam itibarıyla daha fazla olan, kadının temizlik dönemleridir. Metinde kastedilen "dört ayan gün" ile "kadını temizlik dönemlerinden geriye kalan" arasında daha uzun süreli alandır. Bunu Beğavı açık olarak ifade etmiştir. Zahir olan da budur."

 

Bu sebeple ben de Nevevi'nin sözünü açıklarken bunu belirttim.

 

590. Kocanın Müslüman olan karılarının miras payları olan dörtte bir ve sekizde birlik paylar, ister avI sonucunda değişmiş olsun ister değişmemiş olsun bekletilir, onlara dağıtılmaz. Çünkü biz bunlar içinde kocanın karılarının bulunduğunu bilmekle birlikte onların kim olduğunu şahsen bilmiyoruz; çünkü İslam dini, dört kadının nikahını kabul eder, kalan kadınların nikahlarını ise ortadan kaldırır. Bu sebeple miras payının bekletilmesi gerekir.

 

Bu bekleme, kadınların kendi arasında anlaşmasına kadardır. Anlaştıklarında, anlaşmanın gerçekleştiği pay üzere bu bekletilen mal aralarında fazla olarak veya eşit olarak paylaşılır; çünkü hak onlara aittir.

 

Şayet kadınlar arasında mükellef olmayan biri varsa velisi, paylaşımda o kadına düşecek olandan daha az miktara anlaşma yapamaz. Örneğin sekiz kadın varsa, sekizde birden, altı kadın varsa altıda birden daha aşağısına anlaşamaz; çünkü bu onun maslahatına değildir.

 

Kadınlar anlaşmadan önce kendilerine kesin olarak bilinen miktar verilir. Buna göre sekiz kadının bulunduğu durumda onların dördü talepte bulun sa kendilerine mirastan pay verilmez. Beş kadın talepte bulun sa onlara, bekletilen mirasın dörtte biri, altı kadın talepte bulunsa yarısı, yedi kadın talepte bulunsa dörtte üçü verilir.

 

Kadınlar aldıkları payı taksim edip tasarrufta bulunurlar. Aldıkları sebebiyle onların haklarının tamamı ortadan kalkmaz; çünkü onlara pay verilirken, geri kalandan ibra etmeleri şart değildir. Bu, Rafii ve Nevevi'nin sahih kabul ettiği görüştür; çünkü biz kadınlar içinde, kendisine verilen payı hak edenlerin olduğunu kesin biliyoruz, hal böyle olunca onlar nasılolur da kendilerine verilen hak yüzünden şayet varsa başka haklarını ıskat etmekle yükümlü tutulabilirler?

 

591. Kafir olan kadınlara gelince, onlar için herhangi bir şey bekletilmez. Aynı şekilde Müslümanların mirasçı olması kesin olmadığında da böyledir. Örneğin bir kişi dörtten fazla kitabi kadınla evliyken Müslüman olsa, bu kadınların dördü Müslüman olsa veya dört kitabı dört de putperest kadınla evli olan kişi Müslüman olduğunda putperest kadınlar da onunla birlikte Müslüman olsa ve koca da [sekiz kadın içinden hangi dördünü seçtiğini] belirtmeden vefat etse, kadınlar için herhangi bir şey bekletilmez. Aksine bu durumda terikenin tümü diğer mirasçılara taksim edilir; çünkü kadınların mirasta hak sahibi olduğu kesin değildir. Zira bunların kitabı kadınlar olması da muhtemeldir.

 

592. Aynı şekilde Müslüman bir koca kitabı kadınla evli olsa ve "ikinizden biri boştur!" deyip kimi boşadığını belirtmeden ölse [kadınların hiçbiri için mirastan payayrılmaz.]

 

 

F. MÜSLÜMAN OLAN ZEVCEYE YÖNELİK MASRAFLARIN HÜKMÜ

 

Bu bölümde; kadın Müslüman olduğu veya kocasıyla birlikte irtidat ettiği yahut ikisinden birinin diğerinden daha sonra Müslüman olduğu durumda kadına yönelik yapılacak masrafların [yani nafakanın] hükmü ele alınacaktır.

 

Karı-koca birlikte Müslüman olsa, kadının nafaka hakkı devam eder.

 

Koca Müslüman olduğu halde kadın iddet bitinceye kadar küfürde kalmaya ısrar etse kadın nafaka alamaz.

 

Kadın iddet içinde Müslüman olsa, İmam Şafii'nin yeni görüşüne göre kadın Müslüman olmakta geciktiği süre için nafaka almaya hak kazanamaz.

 

Kadın önce Müslüman olup sonra koca karısı iddet içindeyken Müslüman olsa veya küfürde ısrar etse, doğru görüşe göre kadın iddet nafakası alır.

 

Kadın irtidat ederse, iddet içinde Müslüman olsa bile nafaka alamaz.

 

Koca irtidat ederse kadın iddet nafakası alır.

 

Kan-Kocanın Birlikte Müslüman Olması

 

593. Gerek zifaftan önce, gerek zifaftan sonra karı-koca birlikte Müslüman olurlarsa; nikah ve cinsel ilişkiye müsaade etme durumu devam ettiğinden kadının nafakası ve diğer masrafları aynen karşılanmaya devam eder.

 

Yalnızca Kocanın Müslüman Olması

 

594. Koca Müslüman olduğu halde kitabı olmayan karısı iddet bitinceye kadar küfürde ısrar ederse ne nafaka ne de diğer hacamaları almaya hak kazanır; çünkü Müslüman olmaktan geri durmakla kötü bir iş yapmış, sanki dikbaşlı [naşize] kadın gibi olmuştur.

 

[Zayıf] bir görüşe göre kadın nafaka almaya hak kazanır; çünkü burada evliliğin sürmesini engelleyen durum kocanın fiiliyle meydana gelmiştir. Bu, kocanın hacca gitmesi gibidir.

 

Bu [ikinci] görüş şu şekilde reddedilmiştir: Hacca gitmenin aksine Müslüman olmak kişinin derhal yerine getirmesi gereken bir farzdır.

 

Kitabı kadına gelince, kocanın ilk olarak onunla evlenmesi helal ise bu kadın nafaka almaya kesin olarak hak kazanır. Aksi takdirde o da diğer kafir kadınlar gibidir.

 

Kadının İddet İçinde Müslüman Olması

 

595. Kadın iddet içinde Müslüman olursa, [nafaka almaya hak kazanır mı? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

İmam ŞafiI'nin yeni görüşüne göre kadın Müslüman olmakta geciktiği zaman dilimi için herhangi bir şeyalamaz.

 

İkinci görüş

 

İmam Şafii'nin eski görüşüne göre kadına nafaka verilmesi gerekir; çünkü sonuç itibarıyla bu kadının o kocanın karısı olarak kaldığı ortaya çıkmıştır. Burada kadın herhangi bir şey yapmamış, koca din değiştirmiştir.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: Alimler, kadının Müslümanlıktan geri kalmasının bir özür sebebiyle olup olmaması arasında bir ayrım yapmamışlardır. Oysa çocukluk, akıl hastalığı ve bayılma gibi sebeplerle geri kalıp bu engelortadan kalktıktan sonra kadının Müslüman olması halinde nafakaya hak kazanması gerekirdi. Nitekim onların ortaya koyduğu gerekçe de bu sonuca götürmektedir.

 

Alimlerin gerekçesi bu sonuca götürse bile [ZerkeşI'nin] bu çıkarımı şu şekilde reddedilmiştir:

 

Kadın kocasına itaatsizlik yapmamış olsa bile ve kadında herhangi bir kusur olmasa bile ilişkide bulunmaya müsaade etmeme si halinde nafaka yükümlülüğü düşer. Nitekim kadının haksız yere hapsedilmesi halinde de ona nafaka verme yükümlülüğü düşer.

 

Not:  Karı-koca, hangisinin daha önce Müslüman olduğu konusunda anlaşmazlığa düşse, koca "ben daha önce Müslüman oldum, dolayısıyla senin nafaka hakkın yoktur" derken, kadın "asıl ben daha önce Müslüman oldum, nafaka hakkım vardır" dese, yeminle birlikte kadının sözü kabul edilir; çünkü nafaka [önceden] koca üzerine gerekli idi, koca bunu ortadan kaldıran bir durun gerçekleştiğini iddia etmektedir. Bu, kocanın karısı aleyhine itaatsizlik iddiasında bulunduğu halde kadının bunu inkar etmesine benzer.

 

Kadının Daha Önce Müslüman Olması

 

596. Kadın kocasından önce Müslüman olur da;

 

> O iddet beklerken kocası Müslüman olursa,

> Veya koca, kadının iddeti bitinceye kadar küfürde kalma konusunda ısrar ederse,

 

[Kadın nafaka almaya hak kazanır mı? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Doğru görüşe göre kadın nafaka almaya hak kazanır.

 

İlk durumda nafaka almasının sebebi, derhal yerine getirmesi gereken farzı yapmış olmasıdır. Bu durum nafaka almasına engel teşkil etmez. Bu, Ramazan orucu tutmasına benzer.

 

İkinci duruma gelince kadın [Müslüman olmakla] iyi bir şey yapmıştır. Kocası da Müslüman olmak suretiyle nikahı devam ettirme hakkına sahiptir. Böyle bir durumda kadın ric'i talakla boşanmış gibidir. Bu gerekçeden şu sonuç çıkar:

 

Koca küçük veya akıl hastası yahut baygm olduğu için Müslüman olmakta gecikse ve kocanın Müslüman olmasına engelolan durum, kadının iddetinin bitmesine kadar devam etse kadına nafaka ödenmesine gerek yoktur.

 

Bu, daha önce yukarıda geçen bir fıkhi çıkarımdır. Zerkeşi de bu yönde görüş belirtmiştir. Ancak yukarıdaki gerekçede bu kastedilmiş değildir, aksine bu gerekçelendirme, yaygın duruma göre yapılmıştır.

 

İkinci görüş

 

Kadın her iki durumda da mehir almaya hak kazanamaz.

 

İlk durumda alamamasının sebebi şudur: Koca kendi dininde devam etmiş, cinsel ilişkiyi engelleyen durumu ise kadın kendi fiiliyle meydana getirmiştir. Bu fiille Allah'a itaat etmiş olsa bile hüküm böyledir. Bu, kadının hac için ihrama girmesine benzer. Bu görüş şu şekilde reddedilmiştir: "Hac, geniş zamanda yerine getirilebilir, Müslüman olmak ise derhal yerine getirilmesi gereken bir farzdır."

 

İkinci durumda alamamasının sebebi şudur: Kadın bu durumda bain talakla boşanmış ve hamile de değildir. Kadının bain talakla boşanmış olduğunu şu durum da göstermektedir ki koca bu esnada kadını boşamış olsa, bu boşama gerçekleşmez.

 

Mütevelli bunun ile kadının zifaf öncesinde acele ederek Müslüman olması durumunda iyi bir şey yapmış sayılmakla birlikte mehir hakkının düşmesini şu şekilde ayırt etmiştir:

 

Mehir akdin bedelidir. Akdi yapan kişi bedele konu olan şeyi ortadan kaldırdığı için -mazur bile olsa- mehir ortadan kalkmıştır. Bu, satıcının zor durumda kaldığı için sattığı malı yemesine benzer. Nafaka ise ilişkiye müsaade etme sebebiyledir. Nafaka ancak kadının haksız fiili ile düşer, burada ise haksız bir fiil yoktur.

 

Kadının İrtidat Etmesi

 

597. Kadın tek başına irtidat etse, daha sonra iddet içinde Müslümanlığa dönse bile irtidat dönemi için nafaka alamaz; çünkü irtidat etmekle itaatsizlik eden kadın gibi hatta ondan da öte bir konumda olmuştur. Bu kadın iddet içinde Müslüman olduktan sonraki dönemin nafakasını almaya hak kazanır.

 

Kocanın İrtidat Etmesi

 

598. Koca tek başına irtidat etse, kadın iddet döneminde nafaka alır; çünkü burada [evliliğin sürdürülmesine] engelolan durum kocadan kaynaklanmıştır.

 

599. Her ikisi de birlikte irtidat ederlerse kadın -yukarıda belirttiğimiz gerekçeyle- nafaka almaya hak kazanamaz.

 

600. Rafii, karı-kocanın zifaf öncesinde birlikte irtidat etmesi halinde mehrin yarısının ödenip ödenmeyeceği konusundaki görüş ayrılığının burada da geçerli olabileceğini bir ihtimalolarak belirtmiş, Nevevi de bunu onaylamıştır. Ancak görüş ayrılığının burada da geçerli olması, her iki meselede aynı görüşün tercih edilmesini gerektirmez.

 

601. Kadın irtidat ettiğinde kocası ortalıktan kaybolsa, koca kayıp iken kadın tekrar Müslümanlığa dönse, Müslüman oldUğU andan itibaren nafaka almaya hak kazanır.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Yukarıda geçtiği üzere, irtidat, kadının isyankarlığının da ötesinde bir durumdur. Kadın kocasına itaatsizlik ettiği esnada koca ortalıktan kaybolsa, koca kayıp iken kadın itaat haline dönse, bu haber kocaya ulaşıncaya ve kocanın da şayet kadına gelmek üzere yola çıksa ulaşabileceği kadar bir süre geçinceye kadar kadın nafakaya hak kazanamaz. Burada da böyle olmalıdır.

 

Buna şöyle cevap verilebilir: Kadının irtidat etmesiyle nafakayı ortadan kaldıran durum, kadının Müslümanlığa dönmesiyle ortadan kalkmıştır. Kadının itaati terk etmesiyle nafakayı düşüren durum ise kocanın kadınla ilişkide bulunamaması ve kadının, kocanın tasarruf alanından çıkması sebebiyledir. Bu durum, koca kayıp olduğu sürece ortadan kalkmaz. Bunu Beğavı, Tehzıb adlı eserinde belirtmiştir.

 

Son Hükümler

 

Zifaf öncesinde taraflar kimin daha önce Müslüman olduğunda ihtilaf etse; kadın mehrin yarısını alabilmek amacıyla kocasının daha önce Müslüman olduğunu belirtse, koca ise tam aksini iddia etse, yeminle birlikte kadının sözü kabul edilir; çünkü aslolan mehrin yarısının kalmasıdır. Koca kadının daha önce Müslüman olduğunu iddia eder de kadın "hangimizin daha önce Müslüman olduğunu bilmiyorum" derse kadın kocadan herhangi bir mehir isteyemez. Kadın bu sözünden sonra kocanın daha önce Müslüman olduğunu bildiğini iddia etse yeminle birlikte onun sözü kabul edilir ve mehrin yarısını alır.

 

Hangisinin daha önce Müslüman olduğu veya tarafların Müslümanlığının birlikte gerçekleştiği konusu karı-kocanın itiraflarıyla sabit olursa aralarındaki nikah devam eder; çünkü aslolan nikahın devam etmesidir.

 

Karı-kocadan hangisinin daha önce Müslüman olduğu bilinmese, zifaf öncesinde farklı zamanlarda Müslüman oldukları hususunda ittifak ettiklerinden dolayı aralarında nikah söz konusu olmaz. Bu durumda kadın mehri teslim almamışsa kocadan

mehrin yarısını ödemesi istenmez; çünkü kadının daha önce Müslüman olmuş olması muhtemeldir. Şayet kadın mehri teslim almışsa koca mehrin yarısını kadından geri alamaz; çünkü kocanın daha önce Müslüman olmuş olması muhtemeldir. Durum netlik kazanıncaya kadar mehir kadının elinde bekletilir.

 

Koca, karısıyla kendisinin falan gün güneş doğduğunda veya battığında Müslüman olduğuna dair iki şahit getirse bunların şahitliği kabul edilir ve nikah devam eder. Şayet koca, falan gün güneşin doğumu ile veya batımı ile birlikte Müslüman olduğuna dair şahit getirirse bunların şahitliği kabul edilmez; çünkü güneşin doğumu veya batımı bunun tamamlanması halini kapsar ki bu birdir. Güneşin doğumu veya batımı ile birliktelik hali ise güneşin doğumunun veya batımının baş tarafı ile son tarafını kapsar. Bu durumda taraflardan birinin Müslüman olması güneşin doğum veya batımının ilk anına rastladığı halde diğerininki doğum veya batımın son anına rastlamış olabilir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

NİKAH AKDİNDE MUHAYYERLİK