MUĞNİ’L-MUHTAC

ÖLDÜRME VE YARALAMA

 

ADAM ÖLDÜRMENİN ÇEŞİTLERİ

 

NevevI adam öldürmeyi "kasten öldürme" ve "kasıtlı olmayan öldürme" şeklinde taksim ederek konuya başlamış ve şöyle demiştir: İnsanın hayatına son veren fiil üç türlüdür: Kasıt, hata ve kasıt benzeri.

 

1. Bir kimseden doğrudan doğruya veya sebep olma yoluyla sadır olan öldürücü bir fiil -ister insan vücudunu delen-kesen bir fiil olsun isterse böyle olmasın- üç türlüdür:

 

> Kasıt,

> Hata,

> Kasıt benzeri.

 

2. Öldürücü fiilin bu üç türle sınırlı olmasının gerekçesi şudur:

 

> Fiili işleyen şahıs, bu fii! sonucunda ölmüş olan şah sı öldürmeyi kastetmemişse bu hatadır.

> Onu kastetmiş ve aynı zamanda fiili de normal şartlarda ölüme yol açacak bir aletle gerçekleştirmişse bu kasıttır.

> Aksi takdirde kasıt benzeridir.

 

3. Beyhaki, Muhammed bin Huzeyme'nin şöyle dediğini riva-

yet etmiştir:

 

Birgün [İmam Şafii'nin öğrencisi olan] Müzenl'nin meclisine uğ- (;\ radım. Iraklı biri ona "kasıt benzeri adam öldürme" fiilinin ne olduğunu sorarken şöyle dedi: "Allah kitabında adam öldürmeyi kasten ve hataen şeklinde iki nitelikle nitelemiştir. Siz bunun üç tür olduğunu neye dayanarak söylüyorsunuz?" Müzenı ona, Ebu Davud, Nesai, İbn Mace ve İbn Hibban'ın; Süfyan bi. Uyeyne, Ali b. Zeyd b. Ced'an, Kasım b. Rebia aracılığıyla Abdullah b. Ömer'den rivayet ettikleri şu hadisi delil olarak zikretti:

 

> Dikkat edin, hataen kasıtlı öldürme durumunda yani kırbaç veya sapa vurarak bir kimseyi öldürme durumunda ağırlaştmlmış diyet olarak yüz deve ödenir. Bunların kırkı, karnında yavrusu olan hamile deve olacaktır.(Ebu Davud, Diyat, 4547; Nesai, Kasome, 4805; İbn Mace, Diyat, 2627; İbn Hibban, Diyat, 6011)

 

Müzenı ile münazarada bulunan kişi ona şöyle dedi: "Sen, Ali b. Zeyd b. Ced'an'ı huccet kabul ediyor musun?" Müzenı sustu. Bunun üzerine ben ona dedim ki: "Bu hadisi onun dışında Eyyüb es-Sahtiyanı ve Halid el-Hazza da rivayet etmiştir." Bunun üzerine adam Müzenl'ye "Sen mi münazara mı yapıyorsun yoksa bu mu?" diye sordu. Müzenı "iş hadise geldiğinde o münazara yapıyor; çünkü o hadisi benden daha iyi biliyor. [O hadisi rivayet ettikten sonra] ben konuşuyorum."

 

Not:       1. Aslında yaralama ve organlara yönelik işlenen fiillerin hükmü de aynı olduğu halde Nevevi "adam öldürme" şeklinde kayıt koymuştur; çünkü o, yaralamanın hükmünü daha sonra "organlarda kısas ve yaralama konusunda, can konusunda şart koşulan şeyler şart koşulur" ifadesiyle açıklayacaktır.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Mübteda ile haberin uyumlu olabilmesi için "fiil" yerine [bunun çoğulu olan] "efal [fiiller]" denilmesi daha iyi olurdu. Buna şöyle cevap verilir: Nevevi burada "fiil" ile cinsi kastetmiştir.

 

 

(...) kelimesi "şibh" şeklinde okunur. Bunun "şebeh" şeklinde okunması da caizdir. Yine "şebın" de denilir. Bu kelime tıpkı "misl, mesel, mesll" kelimesi gibidir.

 

 

Adam Öldürmenin Hükmü

 

Adam öldürme fiilini, hüküm açısından beşe ayırmak mümkündür:

 

a) Vacip öldürme: Tövbe etmeyen mürtedin, Müslüman olmayan cizye de vermeyen harbınin öldürülmesi böyledir.

 

b) Haram öldürme: Masum olan bir şahsı haksız yere öldürmek.

c) Mekruh öldürme: Müslüman savaşçının, Allah ve resulüne hakaret etmemiş olan kafir yakınını [savaşta] öldürmesi.

 

d) Mendub öldürme: Yukarıdaki durumda kişinin, hakaret eden kafir yakınını öldürmesi.

e) Mübah öldürme: Devlet başkanının esir alınan şahsı öldürmesi. İleride geleceği üzere devlet başkanı bu seçeneği tercih edebilir.

 

Yanlışlıkla öldürme fiili "haram" veya "helal" diye nitelenemez; çünkü kişi yanlışlıkla yaptığı bir şeyde mükellef değildir. Bu fiil, tıpkı akıl hastasının veya hayvanın fiili gibi kabul edilir .

 

 

Kısas Cezasını Gerektiren ve Gerektirmeyen Öldürme Fiilleri

 

1. Kısas cezası ancak kasten adam öldürmede olur.

2. Kasten adam öldürme; çoğunlukla kişinin ölümüne yol açacak kesici-delici ya da ağır bir cisim kullanmak suretiyle öldürme fiilini ve bu fiilin belirli bir şahıs üzerinde gerçekleştirilmesini kastetmektir.

 

3. Bu iki özellikten birisi bulunmazsa örneğin kişi bir şahsın üzerine düştüğünde o şahıs ölürse veya bir ağaca atış yaptığında attığı şey bir insana isabet ederek o kişi ölse bu, yanlışlıkla adam öldürme olarak kabul edilir.

 

4. Kişinin çoğunlukla ölüme yol açmayacak olan bir aletle bu iki şeyi kastederek ölümü gerçekleştirmesi kasıt benzeridir. Kırbaç veya sopayla vurmak böyledir.

 

5. Kişi bir kimsenin ölümcül yerlerine iğne batırarak onu öldürse bu kasıtlı öldürmedir.

 

6. Aynı şekilde ölümcülolmayan bir yere iğne batırdığı halde orası iltihaplanarak ve acı vererek kişinin ölümüne yol açarsa bu da kasıtlı öldürmedir.

 

7. Ölen kimsenin üzerinde herhangi bir iz görülmez ve kişi o anda ölürse bu kasıt benzeri öldürmedir. Bir görüşe göre kasten öldürmedir. Bir görüşe göre ise hiçbiri değildir.

 

8. Kişi bir şahsın topuk derisi gibi acıtmayacak bir yerine iğne batırır da o kişi ölürse herhangi bir şey gerekmez.

 

9. Kişi, bir şahsı hapsederek onun yemek yemesine, su içmesine ve bunları talep etmesine engelolsa ve kişi ölse bakılır: O şahsın durumunda olan bir kimsenin normal şartlarda açlıktan veya susuzluktan ölebileceği kadar bir süre geçmişse bu, kasıtlı adam öldürmedir.

Aksi takdirde o kişi önceden aç ve susuz değil idiyse kasıt benzeri öldürmedir. Şayet ölen şahısta bir miktar açlık ve susuzluk var idiyse ve hapseden kimse bu durumu biliyor idiyse bu da kasıtlı öldürmedir. Aksi takdirde daha güçlü görüşe göre kasıtlı öldürme değildir.

 

10. Ölüme sebebiyet verme durumunda da kısas uygulanması gerekir. Buna göre iki kişi bir şahsın [adam öldürdüğüne ve dolayısıyla] kısas cezasına muhatap olduğuna şahitlik etse, o kişi kısas yoluyla öldürülse, sonradan iki şahit, şahitliklerinden dönerek "biz kasten yalan yere şahitlik yaptık" deseler onlara kısas uygulanması gerekir. Ancak veli o ikisinin yalancılığını bildiğini itiraf ederse o zaman onlara kısas uygulanmaz.

 

11. Kişi bir çocuk veya akıl hastasına zehirli bir yiyecek verse ve o kişi de ölse, o şahsa kısas uygulanması gerekir. Yemekte zehir olduğunu bilmeyen, aklı başında baliğ bir kimseye zehirli yemek verse ve o kişi de bundan yiyip ölse diyet ödemek gerekir. İmam Şafii'nin bir görüşüne göre kısas gerekir. Bir başka görüşe göre ise herhangi bir şey gerekmez.

 

12. Kişi, bir kimsenin genellikle yediği bir yemeğin içine zehir koysa ve o kişi de durumu bilmeyerek bu yemekten yiyip ölse [kısas cezası uygulamanın gerekli olup olmadığı konusunda yukandaki] görüşler geçerlidir.

 

13. Yaralanmış olan şahıs, öldürücü olan yarayı tedavi etmemesi sebebiyle ölse onu yaralayan şahsa kısas uygulanması gerekir.

 

14. Bir kimse, sığ olup bir insanın boğulmayacağı derinlikteki suya bir şahsı atsa o kişi de bu suyun içinde yatıp kalsa ve ölse kısas ve diyet gerekmez. Bir insanın yüzmedikçe boğulabileceği derinlikte bir suya atsa bakılır: Atılan kişi yüzmeyi bilmiyorsa veya elleri bağlıysa yahut felçli ise onu atan kişinin bu fiili kasten adam öldürmektir. Rüzgar ve dalga gibi bir durum o kişinin yüzmesini engelliyorsa bu kasıt benzeri adam öldürmektir. O kişinin yüzmesi mümkün olduğu halde kendisi yüzmemişse İmam Şafii'nin daha güçlü görüşüne göre diyet gerekmez.

 

15. Kişi bir şahsı, kurtulması mümkün olan bir ateşe attığı halde o kişi ateşin içinde kalıp ölse diyetin gerekli olup olmadığı konusunda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş vardır.

 

16. Yukarıdaki her iki durumda da kısas uygulanmaz. Ateşe atma ile ilgili meselede kısasın uygulanacağına dair mezhep içinde bir görüş vardır.

 

17. Bir kimse bir şahsı tutsa, üçüncü bir kişi tutulan şahsı öldürse veya bir kimse bir kuyu kazsa, diğer bir kimse de o kuyuya bir şahsı atsa, bir kimse bir şahsı yüksekten bir yerden atsa, diğer bir şahıs da onun karnını yararak öldürse bu durumlarda kısas cezası yalnızca maktulü öldüren, kuyuya atan ve karnını yaran kimseye uygulanır.

 

18. Kişi, bir insanın boğulabileceği derinlikteki suya bir kimseyi atsa, su içindeki [köpekbalığı gibi yırtıcı bir balık] o şahsı parçalasa daha güçlü görüşe göre kısas gerekli olur. Şayet su, insanın boğulabileceği derinlikte değilse kısas gerekmez.

 

19. Kişi bir şahsı adam öldürmesi için tehdit etse [o şahıs da başkasını öldürse] tehdit eden kimseye kısas uygulanır. İmam ŞafiI'nin daha güçlü görüşüne göre tehdit altında adam öldüren kişiye de kısas uygulanır. Baskı ve tehdit ile adam öldürme meselesinde şayet [maktulün yakınlarının kısası affetmesi gibi bir sebeple kısas değil de] diyet ödemek gerekli olursa bu diyet dağıtılır. Öldürülen kişi bu iki şahıstan yalnızca birine denk ise kısas ona uygulanır.

 

20. Yetişkin bir kimse buluğa yaklaşmış bir çocuğu adam öldürmeye zorlasa [ve o da birini öldürse], "çocuğun kasıtlı öldürmesi kasten öldürme sayılır" görüşünü kabul ettiğimizde -ki İmam ŞafiI'nin daha güçlü görüşü budur- kısas cezası yetişkin olan kişiye uygulanır.

 

21. Bir kimse bir şahsı bir şeyi [yüksekçe bir yerden] atmaya zorlasa, zorlayan kimse onun bir adam olduğunu bildiği halde zorlanan kimse onun bir av hayvanı olduğunu zannetse kısas cezası zorlayan üzerine gerekli olur.

 

22. Kişi bir av hayvanını [yüksekçe bir yerden] atmaya zorlansa bu hayvan bir şahsın üzerine düşerek ölümüne yol açsa hiç kimseye kısas uygulanması gerekmez.

 

23. Kişi bir şahsı ağaca tırmanmaya zorlasa, tırmanan kimse kayarak düşse ve ölse bu kasıt benzeri adam öldürmedir. Bir görüşe göre kasten adam öldürmedir.

 

24. Kişi bir şahsı kendisini öldürmeye [intihara] zorlasa daha güçlü görüşe göre kısas cezası gerekli olmaz.

 

25. Kişi, bir şahsa hitaben "beni öldür, yoksa ben seni öldürürüm!" dese o kişi de öldürse, mezhepte esas alınan rivayete göre kısas uygulanmaz. İmam Şafii'nin daha güçlü görüşüne göre diyet ödemek de gerekmez.

 

26. Kişi bir şahsa hitaben "Zeyd'i veya Amr'ı öldür!" dese bu bir zorlama sayılmaz.

 

4. Üç farklı öldürme fiili içinde yalnızca kasten öldürme durumunda kısas gereklidir. Çünkü Allah (c.c.) "öldürülenler hakkında size kısas uygulamak farz kılındı" [Bakara, 178] buyurmuştur. Maktul ister derhal, isterse yaranın sirayet etmesi sonucunda daha sonra ölmüş olsun fark etmez.

 

Kasıt benzeri adam öldürme durumunda kısasın gerekmediğinin delili daha önce geçen hadistir.

 

Yanlışlıkla adam öldürme durumunda kısas uygulanmamasının delili ise şu ayettir:

 

> Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse onun mümin bir köle azat etmesi ve öldürdüğü kimsenin mirasçılarına diyeti teslim etmesi gerekir. [Nisa, 92]

 

Bu ayette yalnızca diyet gerekli kılınmış, kısastan söz edilmemiştir.

 

Not:  Adam öldürmenin "kasten" olması için bizzat öldürme işleminin haksız bir şekilde gerçekleşmesi gerekir. Haksız bir şekilde olmayan öldürme ya da haksızlığın öldürme dışında bir durumdan kaynaklanması böyle değildir. Örneğin kişi kısas yoluyla boynunun vurulması hak olmuş bir şahsı bu şekilde değil de vücudunu ortadan ikiye ayırarak öldürdüğünde bu öldürmenin şekli haksız bile olsa bu kasıtlı bir öldürme değildir.

 

Kısas, denklik demektir. Bu kelime "kesmek" anlamına gelen "kass" sözcüğünden alınmıştır ya da "izi takip etme" anlamında "iktisas" kelimesinden alınmıştır. Çünkü kısas yapan kişi, haksız fiili işleyen kişinin yaptığının mislini yapmak üzere ona tabi olmaktadır.

 

A. KASDEN ADAM ÖLDÜRME (AMDEN / TAAMMÜDEN)

B. YANLIŞLIKLA ADAM ÖLDÜRME

C. KASIT BENZERİ ADAM ÖLDÜRME (AMD-İ ŞİBHİ)

D. ÖLÜME SEBEBİYET VERME

 

A. KASDEN ADAM ÖLDÜRME (AMDEN / TAAMMÜDEN)

 

5. Kasten adam öldürmek; kesinlikle veya çoğunlukla ölüme yol açacak bir alet kullanmak suretiyle hem haksız fiili kasıtlı yapmak hem de bizzat maktulün şahsını öldürmeyi kastetmekle olur.

 

Nevevi'nin "ister delici-kesici olsun, ister ağır olsun" ifadesi yaygın durum dikkate alınarak söylenmiştir. Bunu zikretmemiş olsaydı, ifade daha uygun olurdu. Zira o durumda ifadenin kapsamına büyü yaparak, yalancı şahitlik ederek öldürme gibi şeyler de girerdi. Yahut da Nevevi bu ikisini açıkça zikretmek suretiyle Ebu Hanife'nin bu konudaki farklı görüşüne işaret etmek istemiştir. Zira o, ağır taş ve sopa gibi şeylerle adam öldürme durumunda kısas uygulamayı gerekli görmez.

 

Bizim bu konudaki delilimiz şu ayettir: "Kim haksız yere öldürülmüşse biz onun velisine bir yetki tanıdık." [el-İsra, 33] Bu kişi de haksız yere öldürülmüştür.

 

Ayrıca Buhari ve Müslim'de şu hadis yer almaktadır: [Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde] başı iki taşın arasına sıkıştırılarak ezilmiş bir cariye bulundu. [Henüz ölmemiş olan] cariyeye "bunu sana falanca mı yaptı, falanca mı yaptı?" diye tek tek isimler sayıldı.

Nihayet bir Yahudi'nin adı söylenince cariye "evet" anlamında başını salladı. Bunun üzerine Yahudi yakalandı, suçunu itiraf etti. Resulullah (s.a.v.) onun başının taşla ezilerek öldürülmesini emretti.(Buhari, Vesaya, 2746; Müslim, Kasame, 4341)

Bu olayda kısas, nassla sabit olmuştur. Bunun dışındaki durumlar da buna kıyas edilir.

 

Ebu Hanife de demir sırıkla adam öldürme durumunda kısasın gerekli olduğu konusunda bizimle aynı düşünmektedir. Demirden başka sert / ağır bir cisimle adam öldürme durumunda kısasın gerekli olduğuna dair nass yukarıda geçti, şu halde demir sırığın bu konuda bir ayrıcalığı yoktur. Zira kısas, insanların hayatlarını korumak için meşru kılınmıştır. Ağır / sert cisimlerle adam öldürme fiiline kısas cezası uygulanmazsa o zaman canı koruma sağlanmamış olur.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Nevevi "çoğunlukla ölüme sebebiyet veren" ile şayet aleti kastetmişse, kitapta şu hüküm yer almaktadır: "Kişi bir iğneyi bir şahsın ölümcül yerine batınrsa veya ölümcül yerine batırmadığı halde orası şişmek ve acı vermek suretiyle kişinin ölümüne sebebiyet verse o zaman bu kasıtlı bir öldürme olur." Oysa iğne çoğunlukla ölüme yol açan bir alet değildir.

 

Buna şöyle cevap verilir: Burada alet kastedilmekle birlikte iğne bir itiraz noktası oluşturmaz; çünkü Nevevi bunu konuya dair zikredilen ilkenin dışına çıktığı için zikretmiştir veya iğne böyle bir yere batırıldığında genellikle ölüme sebep olur.

 

Not:  NevevI, kasıtlı öldürmeden söz edebilmek için öldürme fiilinin belirli bir şahıs üzerinde gerçekleştirilmesini kastetmenin gerekli olduğunu tek görüş olarak belirtmiştir. Bu, Ravdatü't-talibin'in bu konusu ile "diyeti gerektiren hususlar" konusuna uygundur.

 

Bu şart gereğince; kişi iki şahıstan birini öldürmeyi kastetse ve attığı şeyonlardan birine isabet ederek öldürse, öldüren kişiye kısas uygulanması gerekmez.

 

Nevevi, diyetler konusundan önce esere kendi ifadesi olarak şunu eklemiştir: "Bir kimse bir şah sa veya bir gruba atış yaparak onlardan herhangi birine isabet ettirmeyi kastetse, attığı şeyonlardan birine isabet ederek ölümüne sebep olsa kısas gerekli olur." Bu hüküm ile yukarıdaki iki durum birbiriyle çelişmez. Çünkü "hangi" ifadesi genellik ifade eder. O zaman bununla kastedilen, her bir şahsın öldürülmesinin kastedilmiş olduğudur. Ancak gayr-i muayyen birini öldürmeyi kastetmek bundan farklı olduğu için bu öldürme "kast! öldürme" olmaz. Nevevi'nin kendi ifadeleri itimad edilmesi gereken görüş olduğu halde Bulkini, İsnevi ve başkaları buna muhalefet etmiştir.

 

Bulkınl'nin belirttiğine göre, öldürmenin "kasten" kabul edilebilmesi için belirli bir şahsı kastetme yanında onun bir insan olduğunun da bilinmesi gerekir. Buna göre kişi hurma ağacına atış yaptığını zannederek bir kimseye atış yapıp ölümüne yol açsa, dOğru görüşe göre bu, "kasıtlı öldürme" olmaz. Şeyh Ebu Muhammed bunu tek görüş olarak kabul etmiştir.

 

O Nevevi'nin zikrettiği ölçüye şu durumun aykırılık teşkil ettiğini belirtmiştir: Bir kimse, yargısal bir hükmü infaz etmek üzere, adam öldürmede kullanılan bir aleti kullanarak öldürme fiilini gerçekleştirmeyi ve belirli bir şahsı öldürmeyi kastedip öldürse sonra öldürme kararının dayanağının bozuk olduğu ortaya çıksa ancak bu konuda hakimin herhangi bir kusuru bulunmasa [bu durumda her iki kasıt da bulunduğu halde öldüren kişiye kısas uygulanmaz.] Örneğin hakim, iki kişinin şahitliğine dayanarak bir kimseye kısas cezası uygulanmasına hükmetse, ceza infaz edildikten sonra şahitlerin ikisinin de köle olduğu anlaşılsa [bu durumda hakim, şahitler ya da cellada kısas uygulanmaz] tercih edilen görüşe göre hafifletilmiş diyet ödenmesi gerekli olur.

 

Şu durum da Nevevi'nin zikrettiği ilkeye aykırı düşmektedir: Harp ülkesi vatandaşına veya mürtede ok fırlatıldıktan sonra o kişi Müslüman olsa, ardından ok isabet ederek o kişinin ölümüne yol açsa bu fiil, "yanlışlıkla öldürme" kabul edilir. İmam Şafii'nin kendi ifadesine göre bu durumda ödenecek diyet, bizzat öldüren kişinin malından ödenir.

 

Şu durum da aykırılık teşkil etmektedir: Bir kimse kısas cezasının uygulanması konusunda birini vekil tayin ettikten sonra suçluyu affetse veya vekili azletse, ancak vekil durumu bilmediğinden kısas cezasını uygulasa bu durumda vekil ağırlaştırılmış diyeti kendi malından peşin olarak ödemekle yükümlü olur.

 

Şu söylenebilir: Bu belirtilen durumlarda kısas cezasının düşmesi arızı sebeplerden kaynaklanmıştır.

 

 

B. YANLIŞLIKLA ADAM ÖLDÜRME

 

6. [Bir öldürme fiilinde];

 

> Her iki kas ıt da bulunmasa; Rafii buna, bir şahsın üzerine düşerek onun ölümüne sebep olmayı zikretmiştir.

 

> Veya "öldürme fiili işleme" ya da "belirli bir şahsı öldürme" kasıtlarından biri bulunmasa; örneğin kişi bir ağaca ya da hayvana atış yaparken yanlışlıkla bir insana çarparak onu öldürse ya da bir insana atış yaparken başka bir insana gelip onu öldürse, bizzat maktulü öldürme kastı bulunmadığı için bu fiil, "yanlışlıkla öldürme" kapsamında olur.

 

Not:  "Belirli bir şahsı öldürmeyi kastettiği halde öldürme fiili işlemeyi kastetmemek" söz konusu olamayacağı gerekçesiyle Nevevi'nin ifadesine itiraz edilmiştir.

 

Şu söylenebilir: Bu durum şöyle düşünülebilir: Kişi bir şahsa kılıcın [keskin tarafıyla değil de] yan tarafıyla vurmak ister, ancak yanlışlıkla keskin tarafı o kişiye gelerek öldürür. Bu kişi kılıcın keskin tarafını kullanıp adam öldürmeyi kastetmediği halde belirli bir şahsı kastetmiştir.

 

Şöyle de düşünülebilir: Zalim bir devlet başkanı bir şahsı tehdit edip korkutsa ve o kişi de bu korku sebebiyle ölse burada devlet başkanı, belirli bir şahsı kasten sözlü olarak tehdit ettiği halde o şahıs üzerinde gerçekleşen öldürme fiilini kastetmemiştir; çünkü o esnada bu fiil sadır olmamıştır.

 

Nevevi'nin verdiği örneğe şu açıdan da itiraz edilmiştir: Bir kimsenin üzerine düşen şahsa bırakın hata nispet etmeyi herhangi bir fiil bile nispet edilmez. Çünkü Nevevi'nin taksimine göre hatadan söz edebilmek için öldürücü bir fiil yapmış olmak şarttır. Nevevi'nin bu örneği, kitabı şerheden birinin de dediği gibi şöyle gerekçelendirilebilir: Bu fiil bir hata olmasa bile hata hükmü verilen fiillerdendir. Yahut da düşme fiili düşen şahsa nispet edildiğinden taksimde yer alan fiili onun gerçekleştirdiğini söylemek doğru olur.

 

el-Muharrer'deki ifade, kastedilen şeyi anlatma açısından açık olup orada Rafii şöyle demiştir: "Öldürücü fiil bulunmakla birlikte kişi bu fiili yapmayı kastetmemişse örneğin kişi bir çocuğa bağırmış ve çocuk da ölmüşse veya kişi attığı şeyin isabet ettiği şahsı vurmayı kastetmediği halde onu vurmuşsa örneğin ağaca atış yaptığı halde bir insanı vurmuşsa bu fiil hatadır." Bu ifadeden anlaşılacağı üzere hatada iki şey dikkate alınmaktadır: Kişinin öldürme fiilini kastetmemiş olması veya öldürme fiilini kastetse bile o şahsı öldürmeyi kastetmemiş olması.

 

 

C. KASIT BENZERİ ADAM ÖLDÜRME (AMD-İ ŞİBHİ)

 

7. Kişi öldürmede etkisi olmakla birlikte genelde öldürmeyen bir aletle öldürme fiilini düşmanlık yoluyla belirli bir şahıs üzerinde gerçekleştirmeyi kastederse [bu şekilde meydana gelen öldürme] kasıt benzeridir.

 

Buna "kasıt benzeri" adı verilmiştir; çünkü kişinin öldürmeyi kast etmiş olması bakımından kasta benzemektedir. Buna "kasti hata" veya "hatalı kasıt" veya "kasıt benzeri hata" adı da verilmektedir.

 

8. Kırbaç veya sapa vurarak öldürmek "kasıt benzeri adam öldürme" fiilidir. Bunun delili daha önce geçen hadistir. Ancak bunun "kasıt benzeri adam öldürme" sayılabilmesi için şu hususlar şarttır:

 

> Kamçı ya da sopanın hafif olması,

> Kişinin peşpeşe vuruş yapmaması,

> Vuruşun ölümcül bir yere olmaması,

> Vurulan kişinin küçük veya zayıf olmaması,

> Kişinin ölmesine yol açacak derecede sıcak ya da soğuğun olmaması,

> Acının kişi ölünceye kadar kalacak şekilde şiddetli olmaması.

 

Şayet bunlardan birisi bulunursa o zaman öldürme "kast! öldürme" olur; çünkü eş-Şerhu'l-kebir ve Ravdatü't-talibin'de belirtildiğine göre bu durumda sapa ya da kırbaçla vurmak genellikle ölüme yol açar.

 

9. Hafif taşla vurarak öldürmek, yumruğa tahammül edebilecek durumda olan ancak bundan ölmesi de muhtemelolan bir kimseye yumrukla vurmak da kırbaç ve sopayla vurmak gibidir.

 

Not:  Nevevi'nin zikrettiği ölçü, düz anlamıyla ele alındığında "tazir yoluyla bir kimseye vuran kimsenin durumu" buna bir itiraz noktası teşkil eder. Çünkü bu şahıs, normalde ölüme yol açmayacak olan bir şekilde fiili belirli bir şahıs üzerinde gerçekleştirmeyi kastetmiştir. Oysa tazir uygularken adam öldürmek "kasıt benzeri" değil "hataen adam öldürme" kabul edilir.

 

Nevevi'nin zikrettiği ölçü, zıt anlamıyla ele alındığında şu durum buna aykırılık teşkil eder: "Şahitliklerini geri alan iki kişi, biz onun bizim ifadelerimiz sebebiyle öldürüleceğini bilmiyorduk, dese ve bu iki kişi, böyle bir durumu bilmemesi mümkün olan kişilerden olsa, böyle bir durumda bu iki kişi, genellikle ölüme yol açacak bir şeyle [yani şahitlikleriyle] belirli bir şahsı ve fiili kastettikleri halde onların bu fiili kasıt benzeri adam öldürme hükmüne tabidir.

 

10. Bir kimse, bir şahsın ölümcülolabilecek bir yerine iğne batırsa [ve o şahıs da ölse] bu iğne batırma, batırıldığı yerin şişmesine yol açmamış olsa bile kişi bundan dolayı ölse bu, "kasten adam öldürme" olarak kabul edilir; çünkü batırılan yer ölümcül riskin olduğu ve şiddetli etkinin söz konusu olduğu bir yerdir.

 

Aynı şekilde kişi iğneyi bir başkasının uyluk vb. ölümcülolmayan bir yerine batırdığı halde orası şişse [iltihaplansa] ve sanCl yapsa, bu durum da kişi ölünceye kadar devam etse, ölüm bu fiilden meydana geldiği için bu fiil "kasten adam öldürme" olarak kabul edilir.

 

Bundan "şişme söz konusu olmaksızın yalnızca acının bulunması durumunda kısas söz konusu olmaz" gibi bir anlam anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Nevevi'nin Şerhu'l-Vasit adlı eserde doğru kabul ettiği üzere daha doğru görüşe göre kısas gerekli olur. Acı söz konusu olmaksızın şişmenin meydana gelmesi düşünülemez. Bu sebeple Rafii şöyle demiştir: "Gazali buna hiç temas etmeseydi [konunun anlaşılmasına] bir zararı olmazdı; çünkü şişme acısız olmaz."

 

11. Batırmanın bir etkisi görülmese yani şiddetli bir acı olmasa ve batırılan kişi o anda ölse [bu ölüm, ne tür adam öldürme kapsamında değerlendirilir? Bu konuda üç görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre bu, kasıt benzeri adam öldürmedir; çünkü bu fiil genellikle adam öldürmediğinden, hafif bir kırbaçla vurmaya benzer.

 

İkinci görüş

 

Diğer bir görüşe göre bu, kasıtlı adam öldürmedir; çünkü insan vücudunda gizli olan ölümcül noktalar vardır. İğne batırılan kişinin hemen ölmesi, iğnenin bu ölümcül noktanın bir bölümüne isabet eti ği ni göstermektedir.

 

Üçüncü görüş

 

Bir diğer görüşe göre bu durumda kısas da diyet de gerekmez; ölümün başka bir sebeple gerçekleştiği kabul edilir.

 

Ölüm fiili, iğne batırma fiilinden daha sonra gerçekleşse o zaman tazminin söz konusu olmayacağı -Maverdi ve başkalarının da belirttiği üzere- kesindir.

 

Not:  İğnenin ölümcülolan bir yere batırılması ile böyle olmayan bir yere batırılması arasında Nevevi'nin zikrettiği ayrım, mutedil bir bünyeye sahip olan kimse hakkındadır. Rafii ve Nevevi'nin Abbadi'nin Rakm adlı eserinden aktarıp onayladıklarına göre küçük çocuk, yaşlı kimse veya naif bir kimsenin bedeninin neresine batırılırsa batırılsın bu sebeple meydana gelen ölüm, "kastı adam öldürme" dir.

 

12. Kişi iğneyi topuk derisi vb. gibi acı hissedilmeyecek bir yere batırsa ve iğneyi sokmada da aşırıya gitmediği halde diğer şahıs ölse bundan dolayı hiçbir halükarda bir şey gerekmez. Yani batırılan kişi ister derhal ölsün ister sonra ölsün fark etmez. Çünkü burada kişinin bu batırma sebebiyle ölmediği, ölümünün tamamen kaderin tevafukuyla olduğu bilinmektedir. Bu tıpkı üzerine hırka veya kalem atılan bir kimsenin o esnada ölmesine benzer. Ancak iğneyi batıran kişi aşırıya kaçarsa o zaman Şeyh Ebu Hamid, Maverdi ve Kadı Ebu't-Tayyib'in belirttiğine göre kısas uygulamak gerekir.

 

13. Bir kimse bir şahsı hapsedip kendisine yemek ve su ya da bunlardan birini vermese yahut bunları [başkasından] talep etmesini engellese, nihayet hapsedilen şahıs bu hapsedilme sebebiyle ölse [iki ihtimal söz konusu olur:]

 

Birinci ihtimal

 

Hapsedilen kişinin üzerinden onun durumunda olan bir şahsın açlık veya susuzluktan öleceği kadar bir süre geçmişse bu, kasten adam öldürme olarak kabul edilir; çünkü bu durumda öldürme kastı ortaya çıkmıştır. Bu süre, hapsedilen kimsenin güç ve zayıflığına göre, hapsedildiği zamanın sıcak ve soğuk oluşuna göre değişir; çünkü sıcak zamanda suyun olmaması, soğukta olmaması gibi değildir.

 

Nevevi, "engellese" ifadesini zikrederek şu durumları dışarıda bırakmıştır:

 

> Hapsedilen kişinin yanında kendisinin alabileceği şekilde yiyecek ve su bulunduğu halde o kişi korkudan veya üzüntüden bunları almasa,

> İsteme yoluyla da olsa talep etme imkanı bulunduğu halde bunu yapmasa,

> Hapseden kişi sadece suyu engellediği halde hapsolan kişi susama korkusuyla yemek yemeyi terk etse,

> Kişinin hapsolunduğu yerin tavanı onun üzerine yıkılsa,

> Furaninin belirttiği üzere herhangi bir tehlike söz konusu olmaksızın kaçması mümkün olduğu halde bunu yapmasa,

 

Tüm bu durumlarda kişi öldüğünde onu hapseden kişiye kısas uygulanması ya da diyet ödettirilmesi gerekmez.

 

14. Soğuk havada kişinin ısınmasını engellemek de belirtilen hükümler bakımından yemek yemesini engellemek gibidir.

 

15. Kişi, bir şahsı duman ile boğarak öldürse yani bir yerde hapsettikten sonra oranın dışarıya açılan her yerini kapatsa, orada duman toplandığı için içerideki kişi nefes alamayarak ölse Mütevelli'nin belirttiğine göre kısas gerekli olur.

 

16. Yine Gazalfnin fetvasına göre damarını yardırmış olan kişinin yarasını bağlamasına engelolma [ve buna bağlı olarak kan kaybından ölmesine sebep olma] durumunda da kısas uygulanması gerekir.

 

Not:  Nevevi'nin "hapsetse" ifadesinden hapsetme olmaksızın engelleme durumunda tazminin gerekli olmadığı anlaşılmaktadır ki bu doğrudur. Örneğin kişi, açık alanda bir şahsın yiyeceğini veya suyunu alsa yahut onu çıplak bıraksa, o şahıs da açlıktan, susuzluktan veya soğuktan ölse tazminat gerekmez; çünkü bu şahıs [öldürücü] herhangi bir fiil yapmamıştır.

 

Ezrai şöyle demiştir: Bu gerekçeden şu sonuç çıkar: "Bir kimse bir şahsı içinde oturduğu eve kapatsa o şahıs da açlıktan ölse tazminle yükümlü olmaz." Bu hüküm itiraza açıktır.

 

Nevevi'nin söylediğinden bu sonuç çıkmaz; çünkü yiyeceği alınan kişi başka bir şeyalma imkanına sahiptir ancak hapsedilen kişi böyle değildir. Aksine Ezral'nin zikrettiği mesele, alimlerimizin sözlerinin kapsamına dahildir. Ezrai daha sonra şöyle demiştir:

 

"Bu, kişinin çıkabileceği bir açık alana ilişkindir. Ancak alanın uzun olması yahut kişinin felçli olması ya da o vakitte yoldan gelip-geçen başka kimselerin bulunmaması durumunda tıpkı hapsedilen kimsenin durumunda olduğu gibi kısas uygulanması görüşü güçlüdür."

 

Bu, güçlü bir çıkarım olmakla birlikte alimlerimizden nakledilen hükme aykırıdır.

 

Yukarıdaki hükümlerin tümü hür kimse hakkındadır. Köleye gelince; Rafii ve Nevevi'nin belirttiğine göre kişi bir başkasının kölesine el koyduğunda ona ister yemek ve suyunu vermiş olsun ister olmasın, köle öldüğü zaman o şahıs tazminle yükümlü olur.

 

İkinci İhtimal

 

Hapsedilen kişinin üzerinden belirtilen süre geçmediği halde ölürse bakılır:

 

> Kendisinde yemek ve suyun engellenmesinden önce bir açlık ve susuzluk durumu yok idiyse o zaman bu öldürme, kasıt benzeridir; çünkü bu durumda hapsedilmek genellikle ölüme yol açmaz.

 

> Hapsedilen kişide bir miktar açlık verya] susuzluk bulunur ve hapseden kişi de durumu bilir, hapsetme süresi de önceki açlık veya susuzluğuna eklendiğinde kişinin ölmesine yol açabilecek kadar olursa o zaman kişinin öldürme isteği açıkça ortaya çıktığından bu, kastı öldürme olur. Her iki sürenin toplamı buna ulaşmazsa İbnü'n-Naklb'in de dediği gibi bu, öncesinde herhangi bir açlık ve susuzluğun olmaması gibidir. İbn Nakıo "bu kaydın konulması şarttır. Alimlerin bunu kastetliklerinde bir şüphe yoktur" demiştir. Zerkeşi de bu konuda kendisine tabi olmuştur. Bana göre de böyledir.

 

> [Hapseden kişide bir miktar açlık ve susuzluk bulunmakla birlikte] hapseden kişi durumu bilme se [bu durumda meydana gelen ölümün niteliği hakkında İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

İmam Şafii'nin daha güçlü görüşüne göre kasten öldürme değil kasıt benzeri öldürmedir; çünkü hapseden kişi öldürmeyi kastetmemiştir. Bu, kişinin bir şahsı arkasında bıçak olduğunu bilmeksizin hafifçe itmesi ve itilen şahsın bıçağın üzerine düşerek ölmesine benzer. Böyle bir durumda kısas uygulanmaz.

 

İkinci görüş

 

Bu kasten öldürmedir, ölüm bu sebeple gerçekleştiği için kısas uygulanması gerekir. Bu şuna benzer: Bir kimse bir şahsın hasta olduğunu bilmeksizin normalde sağlam olan bir kimseyi öldürmeyecek şekilde vursa ve hasta olan şahıs ölse, vuran kişiye kısas uygulanır.

 

İlk görüş buna şöyle cevap vermiştir: Vurmak hastalık cinsinden olmadığı için ölümün vurma fiiline bağlanması mümkündür. Açlık ise açlık cinsindendir. Ölümü, açlığın bir niteliğe bağlandığı miktara dayandırmak mümkün değildir. Nitekim kişi açlıktan zayıflasa, bir şahıs da onu öldürebilecek bir darbe vursa ve o kişi ölse, vuran kişiye kısas uygulanır.

 

Not: Nevevi'nin "aksi takdirde gerekmez" ifadesi ile kastedilen şey ilk anda akla geldiği üzere "kasıt benzeri diyetinin tamamı" değil yarısıdır; çünkü ölüm iki açlık veya iki susuzluk sebebiyle gerçekleşmiş olup bu kişiden kaynaklanan bunların yalnızca biridir.

 

Bir kimseyi hapsederek ölümüne yol açmak aslında "sebebiyet yoluyla adam öldürme" fiilidir. Şu halde bunun, Nevevi'nin şu gelecek ifadelerinden sonra zikredilmesi uygun olurdu.

 

 

D. ÖLÜME SEBEBİYET VERME

 

17. Doğrudan adam öldürme durumunda kısas gerekli olduğu gibi ölüme sebebiyet verme durumunda da [öldüren kişiye] kısas uygulanması gerekir. Çünkü kişinin ölmesinde etkisi olan fiile ilişkin iki ihtimal söz konusudur:

 

> Doğrudan ölümü meydana getiren fiil: Bu, ölüm üzerinde etkisi olan ve onu meydana getiren bir fiildir ki bu, daha önce bahsettiğimiz şekilde yaralayarak öldürmektir. Bu durumda -belirttiğimiz üzere- kısas uygulamak gerekli olur.

 

> Ölümün gerçekleşmesi için şart olan fiil: Bu, ölüme etki etmeyen, ölümü meydana getirmeyen ancak başka bir fiil meydana geldiği esnada şartın bulunması halinde ölümün gerçekleştiği fiildir. Diğer fiilin etkisi, şart olan bu fiile bağlıdır. Ölümün meydana gelmesi için şart olan fiil ile ölümü doğrudan meydana getiren fiilin örneği kuyu kazmak ve bu kuyuya kişinin yuvarlanmasıdır. Kuyuyu kazmak kişinin ölmesine etki etmediği gibi ölümü meydana da getirmez. Ancak kuyuya doğru adım atılması ölümü etkiler. Burada ölümü meydana getiren şey yuvarlanmak ve düşmektir. Ancak kuyu kazılmamış olsaydı ölüm de meydana gelmeyecekti. İşte bu sebeple kuyu kazma fiiline "şart" denilmiştir.

Bunun bir diğer örneği de bir kimseyi tutmak ve diğer bir şahsın da tutulan kişiyi öldürmesidir. Burada şahsı tutan kişiye kısas uygulamak gerekmez.

 

> Ölümün gerçekleşmesine sebep olan fiil: Bu, ölümde etkisi olmakla birlikte onu meydana getirmeyen fiildir.

 

Ölümle ilgili fiillerin bu şekilde [ölümü doğrudan meydana getiren, şart olan, sebep olan şeklinde üç tür ile] sınırlı olmasının gerekçesi şudur:

 

Ölümü gerçekleştiren kişi ya mağdurun bizzat kendisini öldürmeyi kastetmiş ya da kastetmemiştir.

 

> Arada vasıta olmaksızın ölüme yol açacak bir fiille onu öldürmeyi kastetmişse bu "doğrudan adam öldürme" fiilidir.

 

> Fiil, bir vasıta aracılığıyla ölüme yol açıyorsa [fiil ile ölüm arasına başka şey giriyorsa] bu "sebep olma yoluyla adam öldürme" fiilidir. Bunun örneği kısası gerektiren bir öldürmenin bulunduğuna şahitlik etmektir.

 

> Kişi, mağdurun bizzat kendisini öldürmeyi bütünüyle kastetmemişse onun yaptığı fiil ölümün gerçekleşmesinin şartıdır.

 

18. Sebep üç türe ayrılır:

 

Birincisi ölümün şer'i [hukuki] sebebidir. Bunun örneği, [bir kimsenin kısası gerektirecek şekilde adam öldürdüğü konusunda yalan yere] şahitlik etmektir. Bu durumda yalan yere şahitlik eden kimselere -ileride belirtilecek şartların bulunması halinde- kısas cezası uygulanır.

 

İkincisi ölümün örfı sebebidir. Bunun örneği, bir kimseye zehirli bir şey yedirerek onu öldürmektir.

 

Üçüncüsü ise ölümün hissı sebebidir. Bu da bir kimseyi, başka bir şahsı öldürmeye zorlamak [ve zorlanan kişinin de onu öldürmesidir].

 

1. Hukuki Sebep

2. Örfi Sebep

3. Hissi Sebep

 

1. Hukuki Sebep

 

Nevevi konuya önce ilk türle başlayarak şöyle demiştir:

 

19. İki kişi, hakim huzurunda [mahkemede] bir kimsenin gerek can gerekse organlar konusunda kısası gerektirecek bir suç işlediğine veya mürted olduğuna yahut hırsızlık yaptığına şahitlik etseler, hakimin onların şahitliğine dayanarak verdiği hüküm sonrasında aleyhine şahitlik yapılan kimse öldürülse veya organı kesilse daha sonra şahitler şahitliklerinden dönerek "biz onun öldürüleceğini ve organının kesileceğini bile bile yalan yere şahitlik ettik" deseler onlara kısas uygulanması gerekir; çünkü genellikle ölüme yol açacak bir fiilde bulunmak suretiyle şahsın ölümüne sebebiyet vermişlerdir. Bu, hissen ikrahta bulunarak ölüme sebebiyet vermek gibidir. Cüveyni şöyle demiştir: "Hatta bu ikrahtan da daha ötedir; çünkü ikrah altındaki şahıs başkasını öldürmektense kendi canını feda etmeyi tercih edebilir. Hakimin ise bu şahısların şahitliğine dayanarak hüküm vermekten başka çaresi yoktur."

 

20. İki şahit "biz onun bizim şahitliğimiz sebebiyle öldürüleceğini bilmiyorduk" deseler bakılır:

 

> Yeni Müslüman olmuş olmaları veya alimlerin bulunduğu bölgeden uzakta olmaları sebebiyle böyle bir durum kendilerine gizli kalabilecek kimselerden iseler onlara kısas uygulanması gerekmez. Bu durumda Rafii ve Nevevi'nin "şahitlikten dönme" konusunda zikrettikleri üzere kasıt benzeri adam öldürme diyeti ödemeleri gerekir.

 

> Bulkini şöyle demiştir: İki şahit "bizim şahitliğimizin reddedilmesini gerektiren açık durumlar ortaya çıktığı için onun bizim şahitliğimiz sebebiyle öldürüleceğini bilmiyorduk" deseler ancak hakim onların durumunu araştırma konusunda ihmalkar davransa kasıt benzeri adam öldürme diyeti gerekir. Bulkin! "buna temas eden kimseyi görmedim" demiştir.

 

> Şayet bu durum onlara gizli kalmayacak kimselerden iseler onların sözüne itibar edilmez. Bu şuna benzer: Bir kimse bir şah sa ok fırlatıp oku o şahsa isabet ettirmeyi kastettiğini itiraf etse ancak "ben bu okun ona ulaşacağını bilmiyordum" dese [o kişinin sözü dikkate alınmaz].

 

Not:  Şahitlerden her birinin "ben bilerek yalan söyledim ama arkadaşım ın durumunu bilmiyorum" demesi, Nevevi'nin "ikimiz kasten yalan söyledik" ifadesinden anlaşılan zıt anlama bir itiraz noktası oluşturur.

 

Yine şahit "ben yalan söyledim" demekle yetindiğinde de böyledir. Bu iki husus bir itiraz noktası oluşturur; çünkü bu iki durumda da iki şahide kısas uygulamak gerekli olur.

 

Bil ki, bu iki şahide kısas uygulanmasını gerektiren şeyonların yalan söylemiş olmaları değil, yalan söylediklerini itiraf edip şahitlikten dönmüş olmalarıdır. Nitekim biz iki şahidin yalan söylediğini kesin olarak bilsek örneğin hayatta olduğunu gördüğümüz bir kimsenin öldürüldüğüne şahitlik etseler bu iki şahide kısas uygulanmaz; çünkü onlar bunu kasten yapmamış olabilirler.

 

Şahitlerden yalnızca biri şahitlikten dönse bakılır: "Ben kasten yalan söyledim ve arkadaşım da" dese kendisine kısas uygulanması gerekir, aksi takdirde uygulanmaz.

 

21. Nevevi daha sonra iki şahide kısas uygulanmasının gerekliliği hükmünden şu sözleriyle istisna yapmıştır:

 

Ancak kısas yoluyla öldürülen şahsın velisi, -el-Muharrer'de belirtildiğine göre- [kısas infaz edilmek suretiyle] öldürme gerçekleştiği esnada yalan şahitlik ettiklerini bildiğini itiraf etse o zaman bu iki şahide kısas uygulanmaz; çünkü böyle bir durumda bu ikisi, o şahsın öldürülmesine ne hissen ne de şer' an hakimi zorlamış değillerdir.

 

Onların şahitlik ifadeleri tamamen bir şart hükmündedir. Bu tıpkı bir şahsın bir kimseyi tutup diğer şahsın onu öldürmesi meselesinde, maktulü tutan kimsenin durumu gibidir. Bu durumda veliye kısas cezasının uygulanması gerekir. Ancak veli "ben bu ikisinin yalan söylediğini kısas cezası infaz edildikten sonra öğrendim" dese iki şahide kısas uygulanma zorunluluğu ortadan kalkmış olmaz.

 

Not:  Bu hüküm, sırf kısasla ilgili bir davada söz konusudur. Şayet iki şahit bir kimsenin yol kesicilik yaptığına şahitlik ettikten sonra şahitliklerinden dönseler, velinin onların yalan söylediklerini bildiğini itiraf etmesi halinde bunlara uygulanacak kısas cezası düşmez; çünkü Allah hakkı düşmez.

 

"Maktulün velisi" ifadesi katilin velisini dışarıda bırakmaktadır. Zira o "ben bu ikisinin şahitlikten rücu etme konusunda yalan söylediğini ve benim murisimin onu öldürdüğünü biliyorum" dese şahitlerin ikisine de kısas uygulanmaz.

 

Bulkinı şöyle demiştir: "Bu, açık bir durumdur. Nevevi'nin yaptığı sınırlamaya itiraz olarak şu durum zikredilebilir: Veli değil de hakim, kısasa hükmettiği veya ölüm cezasının infaz edildiği esnada iki şahidin yalan söylediğini bildiğini iddia etse kısas cezası şahitlere değil hakime uygulanır." Nevevi, şahitlerin şahitliklerini geri almasını "şahitlikler" bölümünün sonunda buradakinden daha geniş bir şekilde ele alacaktır.

 

"Şahit" ifadesi "rivayet eden kimse"yi dışarıda bırakmaktadır. Buna göre hakimin önünde problemli bir dava bulun sa bir kişi de kendisine bir haber rivayet etse, hakim bu habere dayanarak bir kişinin öldürülmesine hükmettikten sonra ravi rivayetinden dönerek "ben bilerek yalan söyledim" dese ona kısas cezası uygulanmaz. Bu, Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de diyetler konusunun hemen öncesinde Cüveyni ve başkalarından rivayet edilmiştir. Beğavı ise fetvalarında buna aykırı fetva vermiştir. Şu durum da buna kıyaslanır: Hakim bir şahıstan fetva istese, o kişi sanığın öldürülmesi yönünde fetva verdikten sonra fetvasından dönse sonraki dönem alimlerinden birinin kendi şahsı görüşü olarak belirttiğine göre bunun hükmü de yukarıdaki gibidir.

 

 

2. Örfi Sebep

 

NevevI daha sonra ikinci sebep türü olan örf! sebebi ele almaya başlayarak şöyle demiştir:

 

22. Kişi evine gelen mümeyyiz olmayan çocuğa ya da akıl hastasına öldürücü olan bir zehri [yemek diye] sunsa ve o da bundan yiyerek ölse kısas uygulamak gerekli olur; çünkü ölen şah sı bunu yemeye yönlendiren kişi odur. Kişi yiyeceğin zehirli olduğunu söylese de söylemese de böyledir. Bu şahsın emrine itaat etmenin gerekli olduğunu zanneden yabancı şahıs da böyledir.

 

23. Mümeyyiz çocuğun hükmü ise yetişkin kimse gibidir. Yine BeğavI'nin belirttiğine göre temyiz kabiliyeti bulunan akıl hastası da böyledir.

 

24. Kişi, kendisine misafir olarak gelen yetişkin ve aklı başında bir kimseye zehirli yemek ikram etse, o kişi yemekte zehir olduğunu bilmeyerek yese [ve ölse] bu durumda [ne gerekir? Bu konuda üç görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Yemek ikram eden kişiye kısas uygulanmaz, diyet gerekir; çünkü ölen şahıs yemeği kendi isteğiyle yemiş, zorla yedirilmemiştir.

 

İkinci görüş

 

İmam Şafii'ye ait bir görüşe göre kısas uygulanması gerekir. BeğavI ve başkaları bu görüşü tercih etmiştir. Mütevelli bu görüş lehine şu hadisi delil getirmiştir: Hayberde Yahudi bir kadın koyun etine zehir katmış, Bişr b. el-Bera b. Ma'rur bu etten yiyince ölmüş, peygamberimiz de o kadına kısas uygulatmıştı. (Ebu Davud, Diyat,4511)

 

el-Bahr adlı eserde şöyle denilmiştir: Bu hadisin delil gösterilmesi zayıftır. Çünkü kadın koyun etini misafirlere ikram etmemiş, aksine onu peygamberimize göndermiş, peygamberimiz de bunu başkasına ikram etmişti. Bu şekilde olduğunda kısas uygulamak gerekmez.

 

İlk hadis, Buhari ve Müslim'de geçen "peygamberimiz o kadını affetti" ifadesiyle çelişmez; çünkü bu, yemekte zehir olduğunun ortaya çıktığı ilk anda olmuştu. (Buhari, Hibe, 2617; Müslim, Selam, 5669)  Sonradan Bişr ölünce peygamberimiz kadının [kısas yoluyla] öldürülmesini emretti.

 

Üçüncü görüş

 

İmam Şafrı'ye ait bir başka görüşe göre bu durumda ne kısas ne de diyet gerekir. Çünkü doğrudan ölümü meydana getiren fiil, ölüme sebebiyet vermeye göre daha baskın kabul edilir.

 

Misafir yeme esnasında zehir olduğunu öğrense o zaman yemeği veren kişiye herhangi bir şeyin gerekmediği ittifakla kabul edilir; çünkü burada yiyen kişi kendi kendini öldürmüş olur.

 

25. Bir kimse bir şahsın genellikle yediği yiyeceğine zehir koysa ve o kişi de bunu bilmeksizin bu yiyecekten yiyerek ölse [bu durumda ne gerekli olduğu konusunda] önceki meseledeki görüşler geçerlidir.

 

İkinci görüşün gerekçesi "ölüme sebebiyet verme"dir. İlk görüş sahipleri "bu durumda diyet yeterlidir" demişlerdir.

 

Her üç görüşe göre de zehir koyan kişinin, yiyeceğin değerini ödemesi gerekir; çünkü zehir koymakla o kişinin yiyeceğini telef etmiştir.

 

Belirli bir şahsın sürekli gelip gittiği yol üzerinde bulunan ve genellikle içtiği suya zehir katma meselesi de bu konuda yiyeceğe zehir katma gibidir.

 

26. Nevevi "bir şahsın yiyeceğine" demek suretiyle şunu dışarıda bırakmıştır: Bir kimse kendi yiyeceğine zehir koysa, onun yanına devamlı girip çıkan bir kimse de bu yiyeceği yiyerek ölse bu ölüm sebebiyle kısas ve diyet gerekmez.

 

27. Nevevi'nin "çoğunlukla yediği" ifadesi el-Muharrer'de yer almayan bir kayıt olup eş-Şerhu'l-kebir ve eş-Şerhu's-sağir'de bulunmaktadır. Alimlerin çoğunluğu bu kayda yer vermemişlerdir. Bu kayıt şunu gerektirir: "Kişinin o yemekten yemesi nadir ise o zaman kısas ve diyet gerekmez." el-Minhac'ı şerheden alimlerin bir grubu bunu esas almışlarsa da bu kastedilmemiştir. Bu kaydın konulması, kısas konusundaki görüş ayrılığı sebebiyledir.

Aksi takdirde mutlak olarak kasıt benzeri adam öldürme diyeti gerekir. Hocam Şihabeddin er-Remlı buna dikkat çekmiştir. Bu konuda uyanık olmak gerekir; çünkü ilim talebelerinin çoğunluğu bundan gafil kalabilmektedir.

 

Başkasını Zehirlemeye İlişkin Hükümler

 

1. Bir kimse aklı başında olan bir şahsa hitaben "bu yemeği ye, bunda zehir var!" dese ve o kişi de yiyerek ölse, el-Ümm'de İmam Şafii'nin belirttiğine göre kısas ve diyet gerekli olmaz. Maverdi de bunu kesin olarak belirtmiştir.

 

2. [Yemeğe zehir katarak şahsı] öldüren kişi [yemeğe kattığı şeyin] zehir olduğunu bilmediğini iddia etse bu durumda ne yapılması gerektiğine ilişkin İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır. En uygun olanı Mütevelli'nin de belirttiği gibi şu görüştür: Şayet bu durumu bilmemesi mümkün olan kimselerdense sözü kabul edilir, aksi taktirde kabul edilmez.

 

3. Kişi bu zehrin öldürücü olduğunu bilmediğni iddia etse kısas gerekli olur.

 

4. Kişinin bir şahsa yedirip içirdiği zehrin çoğunlukla öldüren türden olduğuna dair şahitler bulunduğu halde o kişi bunun çoğunlukla öldürücü olmadığını iddia etse kısas uygulanması gerekir. Buna dair şahitler bulunmazsa yeminle birlikte o kişinin sözü kabul edilir.

 

5. Kişi bir başkasına çoğunlukla adam öldürmeyen bir zehir içirse [ama o kişi bundan ölse] bu, kasıt benzeri adam öldürmedir. İçirdiği şahısla aynı özellikteki kimseleri öldürebilecek bir şey içirmişse kısas uygulanması gerekir.

 

6. Yedirilen-içirilen şeyde zehir olduğunu bilmeyen bir kimseye zorla bunu içirmek de böyledir, bilen kişinin durumu ise farklıdır.

 

eş-Şerhu'!-kebir'in bu konusunda yer alan ifade de bu şekilde yorumlanır. Nitekim Rafii bunu, kişinin bir başkasını kendisini öldürmeye zorlaması konusunda aktarmıştır.

 

28. Öldürücü-yaralayıcı fiile maruz kalan kimsenin, yarasını tedavi etmesi zorunlu değildir. Buna göre yaralı şahıs öldürücü olan yarayı tedavi etmeyip bu sebeple ölse, onu yaralayan kimseye kesin olarak kısas uygulanması gerekli olur. Çünkü tedavi edildiğinde iyileşeceği kesin değildir. Yaranın bizzat kendisi öldürücüdür. Öldürücü olmayan, damar yarılması gibi bir olaya gelince, yaralanan kişi orayı bağlamaz da [kan kaybından] ölürse damarı yaran kişinin bunu tazmin etmesi gerekmez; çünkü bu durumda, yaralanan kişi kendi kendini öldürmüş sayılır. Bu tıpkı hapsedilen ama yanında yiyecekiçecek bulunan bir kimsenin bunlardan yememesi [ve bu sebeple ölmesi] gibidir.

 

29. Kişi, bir şahsı, insanın boğulmayacağı bir suya atsa, yani bu su kişi yatarken, otururken yahut sırt üstü uzanırken batmayacağı derinlikte olsa, suya atılan kişi ölse kısas ve diyet gerekmez; çünkü suya atılan kişi kendi kendisini öldürmüştür. Ancak kişi bir şahsı böyle bir suya elleri bağlı bir şekilde atar ve o şahsın ellerini açması mümkün olmaz da ölürse kısas uygulamak gerekli olur.

 

30. Kişi yetişkin bir şahsı veya mümeyyiz bir çocuğu, insanın boğabilecek miktarda olup ancak yüzerek kurtulabileceği bir suyun içine atsa şayet atılan kişi yüzmeyi bilmiyorsa veya elleri bağlıysa yahut felçli ise ya da zayıf ise ve bu sebeple ölürse bu atma kasten adam öldürme olarak kabul edilir ve kısas uygulanması gerekir.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden anlaşıldığına göre denizin derinliklerinde olduğu gibi yüzerek bile kurtulmanın ümit edilmediği bir suya insanın atılması [ve o insanın orada boğulması] durumunda, atılan kişi iyi yüzme bilsin ya da bilmesin kısas uygulamak gerekir. Bu doğrudur.

 

31. Suya atılan kişinin yüzerek oradan kurtulması mümkün olduğu halde rüzgar ve dalga gibi arızı bir durum onun yüzmesini engeller ve o kişi de bu sebeple ölürse, onu suya atan kişinin fiili kasıt benzeri adam öldürmedir ve diyet ödemesi gerekli olur.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden, arızı durumun suya atma fiilinden sonra meydana geldiği anlaşılmaktadır. Bundan anlaşıldığına göre suya atma esnasında bu durum varsa kısas uygulamak gerekir. Bu doğrudur. Bu kişinin durumu yüzme bilmeyen kişinin durumu gibidir.

 

32. Suya atılan kişinin yüzmesi veya kayık gibi bir şeye tutunması mümkün olduğu halde kendi isteğiyle bunu yapmazsa, örneğin üzüntüsünden veya inatçılığından bunu yapmazsa [ne olur? Bu konuda İmam ŞafiI' ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre diyet gerekmez; çünkü bu kişi kendisini kurtaracak şeyden yüz çevirerek kendi ölümüne sebep olmuştur.

 

İkinci görüş

 

Diyet gerekir; çünkü şoka girmiş olması veya içsel bir engel o kişinin yüzmesini engellemiş olabilir.

 

Not:  Suya atılan kişinin kurtulmasının mümkün olup olmadığı konusunda şüphe edilse, yani onu suya atan kişi "benim attığım sudan çıkabilirdi, kendisi kusurludur" dediği halde ölen şahsın velisi "onun çıkması mümkün değildi" dese yeminle birlikte velinin sözü kabul edilir; çünkü görünür duruma göre kişinin çıkması mümkün olsaydı çıkardı.

 

Kişi bir Şahsı bağlayıp Basra'da olduğu gibi gel-git olayı sebebiyle zaman zaman yükselen bir suya atsa ve su seviyesi yükseldiğinden kişi ölse, bu atma fiili kasten adam öldürmedir. Suyun artması ve artmaması muhtemelolduğu halde su artıp kişi ölse bu kasıt benzeri adam öldürmedir. Suyun artma ihtimali olmadığı halde nadiren görülen bir sel sebebiyle su seviyesi artarak kişi ölse bu yanlışlıkla adam öldürmedir.

 

33. Bir kimse bir şahsı, kurtulması mümkün olan bir ateşin içine atsa, o kişi ölünceye kadar ateşin içinde kalsa diyetin gerekli olup olmadığı konusunda suya atma konusunda oldUğU gibi İmam Şafii'ye ait iki görüş vardır. Daha güçlü görüşe göre -geçtiği üzere- diyet gerekli değildir.

 

34. Ateşten kurtulmanın mümkün olduğu kişinin sözüyle veya yerin üzerinde olmasıyla yahut yanında ateşin bulunmadığı [kaçabileceği] bir yerin olmasıyla bilinir.

 

35. Ateşe atan kişi ve ölen şahsın velisi, maktulün ateşten kurtulmasının mümkün olup olmadığı konusunda görüş ayrılığına düşse, daha önce geçtiği üzere velinin sözü kabul edilir. Çünkü görünür duruma göre kişinin ateşten çıkması mümkün olsaydı çıkardı.

 

[Zayıf] bir görüşe göre ateşe atan kişinin sözü kabul edilir; çünkü aslolan kişinin zimmetinin borçsuz olmasıdır.

 

36. Yukarıdaki her iki durumda da -yani suya ve ateşe atma durumlarında- kısas cezası uygulanmaz; çünkü burada atılan kişi kendi ölümüne sebep olmuştur.

 

37. Suya atmadan farklı olarak ateşe atılma durumunda kısasın gerekli olacağına dair mezhep içinde bir görüş bulunmaktadır. Arada şu fark vardır: Ateş ilk anda kişiyi yakar ve öldürücü yaraların açılmasına etki eder, su ise böyle değildir. Kaldı ki Ravdatü't-talibin'de belirtildiğine göre suya atılma durumunda kısasın gerekli olduğuyla ilgili de mezhep içinde bir görüş vardır. Şu halde el-Minhac'da [meseleyi ateşe atılmakla] kayıtlamasından zıt anlam çıkarılamaz.

 

38. Kısasın gerekmediği görüşü esas alındığında, İmam Şafii'nin açık ifadesine göre ateşe atma anından kişinin ateşten çıkması anına kadar ateşin o kişinin bedeninde yaptığı etki sebebiyle erş ödemek gerekir. Bu ister organ kaybı sebebiyle gereken erş olsun, isterse adil yargı [hukumet-i adlj sonucunda belirlenecek erş olsun fark etmez.

 

Bunun miktarı belirlenemezse el-Bahr'de alimlerimizden aktarıldığına göre yalnızca tazir gerekli olur.

 

Nevevi, "kurtulması mümkün olan" ifadesini koyarak ateşin büyük olması veya çukurda olması yahut kişinin ellerinin bağlı, felçli, küçük veya zayıf olması gibi durumları dışarıda bırakmıştır. Bu durumda kısas uygulanır.

 

Not:  Doğrudan öldürme fiili ile öldürmeye sebep veya şart olacak fiil bir arada bulunduğu kimi durumlarda sebebiyet, doğrudan yapılan fiilden daha baskın olabilir. Nitekim yalan yere şahitlik edenlerin bunu kasten yaptıklarını ve durumu bildiklerini itiraf etmeleri meselesi -daha önce geçtiği üzere- böyledir. Bu durumda şahitlerin yalan söylediğini bilmeyen maktulün velisi ve hakime kısas uygulanmaz.

 

Kimi durumlarda da doğrudan gerçekleştirilen fiil, sebep ve şarta göre daha baskın kabul edilir. Nitekim bunu Nevevi aşağıdaki ifadelerle açıklamıştır.

 

39. Şu durumlarda kısas cezası, öldüren şahsa uygulanır:

 

> Bir kimse bir şahsı tutsa, diğer bir kimse de onu öldürse,

> Bir kimse -haksız bir yolla bile olsa- bir kuyu kazsa ve bir başkası da o kuyuya birini atsa, o kuyuya atmak çoğunlukla kişinin ölmesi sonucunu doğuran bir fiil olsa,

> Bir kimse bir şahsı yüksekçe bir yerden atsa, diğer bir şahıs onu yakalayarak henüz yere düşmeden önce mesela iki parçaya bölse.

 

ilk durumda hükmün böyle olması şu hadis sebebiyledir:

 

> Bir kimse bir başkasını tutsa, diğer bir şahıs da tutulanı öldürse, öldüren kimse [kısas uygulanmak suretiyle] öldürülür, tutan şahıs hapsedilir.

 

İmam Şafii bunu, zina etmek üzere bir kadını tutmaya kıyas etmiştir. Bu durumda tutan kişiye değil zina edene had cezası uygulanır.

 

Tutan kişiye kısas cezası uygulanmayacağı gibi diyet de ödettirilmez, kendisine tazir cezası uygulanır; çünkü yaptığı fiille günaha girmiştir. Bu yüzden hadiste "hapsedilir" denilmiştir.

 

Öldürülen kimse köle ise, kölenin sahibi, köleyi tutan şahıstan zilyedliğine dayanarak onun değerini isteyebilir. Değeri ödeme yükümlülüğü en son öldüren şahsın üzerinde kalır.

 

Şu durum bundan farklıdır: ihramlı bir kimse av hayvanını tutsa, hayvan onun elindeyken ihramsız olan kişi öldürse tazmin yükümlülüğü ihramlı olan şahsa ait olur.

 

Alimler aradaki farkı şu şekilde açıklamışlardır: Av meselesinde zilyedlik sebebiyle bir tazmin vardır. Burada ise itlaf sebebiyle tazmin söz konusudur.

 

Alimler, savaşta öldürülen düşman askerinin üzerinden çıkan eşyanın onu öldüren ve tutan kişiye ait olduğunu söylemişlerdir; çünkü kMirin kötülüğü [saldırma gücü] bu ikisinin fiiliyle önlenmiştir.

 

Not:  el-Minhac metninde zikredilen hükmün geçerli olması için öldüren kimsenin mükellef olması şarttır. Şayet mükellef olan kişi bir şahsı tutarak akıl hastası veya saldırgan bir yırtıcının saldırısına maruz bıraksa ve [akıl hastası yahut yırtıcı hayvan] onu öldürse, İbnü'r-Rif'a'nın belirttiğine göre kısas cezası kesinlikle tutan şahsa uygulanır; çünkü örfe göre o kişi katil kabul edilir.

 

Şu durum Nevevi'ye bir itiraz noktası teşkil eder: Bir kimse bir şahsın hedefe atış yapmasından önce değil atış yapmasından sonra küçük bir çocuğu hedef noktasına koysa ve ok daha sonra çocuğa isabet etse burada kısas cezası çocuğu hedef noktasına dikene uygulanır [oku atana uygulanmaz]; çünkü öldürme işini doğrudan yapan odur. Bu kişi, şahsı kuyuya yuvarlayan gibidir. Çünkü kuyuyu o kazmıştır. Ancak kişi çocuğu hedef noktasına atış öncesinde koyarsa o zaman kısas cezası oku atana uygulanır; çünkü öldürme işini doğrudan yapan odur.

 

40. [Yukarıdaki meselede] ikinci durumda kuyuya yuvarlayan kişiye kısas uygulanır; çünkü doğrudan öldürme eylemi daha baskındır. Zira kuyuyu kazmak ölümün gerçekleşmesinin şartı olup doğrudan öldürme fiiliyle birlikte bunun bir etkisi yoktur.

 

Not:  NevevI'nin ifadesinden şöyle bir şeyakla gelebilir: "Sadece kuyuyu kazan kişi bulunsa [ve bir kimse de o kuyuya düşerek ölse] kısas cezası kuyuyu kazana uygulanır." Bu, kastedilmemiştir; çünkü kuyuyu kazmak ölümün gerçekleşme şartıdır. Daha önce geçtiği

üzere şartı gerçekleştirene kısas uygulanmaz. Bilindiği üzere kısasın söz konusu olabilmesi için -benim açıklamada belirttiğim gibi- çoğunlukla ölüm sonucuna yol açacak bir şekilde kuyuya bir kimseyi atmanın gerçekleşmiş olması gerekir.

 

41. [Yukarıdaki] üçüncü durumda kısas cezası, kişiyi kesen ve bu yolla kısasa ilişkin hükümleri üstlenen kimseye uygulanır; çünkü onun fiili, ölümün sebebinin etkisini ortadan kaldırmıştır. Maktulü atan kişi durumu bilse bile veya maktulü kesen kişi harp ülkesi vatandaşı gibi tazminle yükümlü tutulamayacak bir kimse olsa bile maktulü atan kişi sorumlu olmaz. Ancak maktulü kesmiş olan kimse akıl hastası ise o zaman Cüveyni'nin belirttiğine göre kısas cezası atan şahsa uygulanır.

 

42. Nevevi'nin "yalnızca" ifadesi kısas cezasının yalnızca öldürene uygulanacağını, maktulü tutan, kuyuyu kazan veya yüksekten atan kimseye uygulanmayacağını ifade etmektedir.

 

43. Bir kimse bir şahsı, denizin derinlikleri gibi insanın boğulabileceği miktardaki bir suya atsa ve bir balık onu parçalasa, isterse bu parçalama kişinin suya düşmesinden önce olsun İmam Şafii'nin daha güçlü görüşüne göre kısas uygulanması gerekli olur; çünkü maktul, o kişi sebebiyle ölmüştür. Burada ölmenin ne şekilde gerçekleştiği dikkate alınmaz. Bu şuna benzer: Bir kimse bir şahsı derince bir kuyuya atsa, atan kişi kuyunun dibinde bir bıçak olduğunu bilme se ve düşen kişi o bıçağın batması sonucu ölse [atan kişiye kısas uygulanır.] Diğer görüşe göre -ki bu görüş, Rebı'in yüksekçe bir yerden atma meselesindeki hükümden tahriç yoluyla çıkardığı görüştür- [kısas değil] diyet gerekir; çünkü ölüm, kişinin gerçekleştirmeyi kastettiği yönden meydana gelmemiştir. Bu durum da kısasın ortadan kaldırılması konusunda bir şüphe teşkil etmiştir. Alimlerimizin bir kısmı bunu reddederken bir kısmı da zayıf bulmuştur.

 

Not:  Görüş aynlığı, balığın başını çıkarıp da onu yutmadığı durumdadır. Aksi takdirde kesin olarak adamı atan kişiye kısas uygulanması gerekir.

 

Yine bu, kişinin denizde köpekbalığı olduğunu bilmemesi halinde söz konusu olukr. Şayet bilerek atarsa o zaman kesinlikle kısas uygulanması gerekir. Bu, tıpkı bir kimseyi aslanın inine atmaya benzer. el-Muin yazarı

"Alimlerimizin görüşlerinden bu anlaşılmaktadır" demiştir.

 

44. Kişi bir şahsı, insanın boğulacağı derinlikte olmayan bir suya atsa, o suyun içindeki balık o şahsı kapsa ve atan kimse de orada balık olduğunu bilmese o durumda kesin olarak kısas uygulanmaz; çünkü burada kişi, şahsı öldürmeyi kastetmemiş, onun ölmesine sebep olacak şeyden de haberdar olmamıştır. Bu, bir şahsın diğerini hafifçe itmesi ve öbür şahsın da iten şahsın varlığından haberdar olmadığı bir bıçak üzerine düşerek ölmesine benzer.

 

Her iki durumda da kasıt benzeri adam öldürme diyetinin ödenmesi gerekli olur.

 

Not:  Bu gerekçelendirmeden anlaşıldığına göre kişiyi suya atan şahıs orada köpekbalığının varlığını biliyor olsa ona kısas uygulanması gerekir. Nitekim kişiyi iten şahsın onun düşeceği yerde bıçak olduğunu bilmesi meselesinde olduğu gibi bu meselede de kısasın gerekli olduğunu [İmam Gazali] el-Vasit'te açık olarak belirtmiştir.

 

 

3. Hissi Sebep

 

45. Bir kimse bir şahsı, üçüncü bir kişiyi haksız olarak öldürmeye zorlasa ve o kişi de öldürse, zorlayan kişiye kısas cezası uygulanır; çünkü o, genellikle öldürme sonucunun amaçlandığı bir yolla birini öldürmüştür. Bu, bir ok atarak birini öldürmeye benzer.

 

46. [Zorlama altında başkasını öldüren kişiye kısas uygulanır mı? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre zorlama altında kalan [ve adam öldüren] kişiye de kısas uygulanır; çünkü hayatta kalabilmek için başkasını haksız yere kasten öldürmüştür. Bu, açlıktan ölme durumunda kalan bir kimsenin, yemek amacıyla başkasını öldürmesine benzer. Hatta bu durum daha da ötedir. Çünkü açlıktan ölme durumunda olan kimse, baskı ve tehdit altında olan kimseden farklı olarak, yemediği takdirde öleceğini kesin olarak bilmektedir.

 

İkinci görüş

 

Ona kısas uygulanmaz; çünkü hadiste şöyle buyrulmuştur:

 

> Hata, unutma ve zorlandıkları şeyler[in sorumluluğu] ümmetimden kaldırılmıştır.(İbn Mace, Talak, 2045)

 

Ayrıca bu kişi, zorlayan şahsın aleti konumunda olup sanki zorlayan kişi onu alet olarak kullanıp diğerine vurmuş gibi kabul edilir.

 

Zayıf bir görüşe göre zorlayan kişiye kısas uygulanmayacağı söylenmiştir; çünkü o, [ölümü bizzat gerçekleştiren değil] sebep olandır. Bu durumda kısas yalnızca baskı altında adam öldürene uygulanır; çünkü öldürme fiilini doğrudan yapan odur. Doğrudan yapmak, sebep olmaya göre önceliklidir. '

 

Bazı uyarılar:

 

1. Nevevi'nin kullandığı mutlak ifade, görüş aynlığı konusunda "zorlayan kişinin devlet başkanı olması" ile olmaması arasında bir fark olmamasını gerektirir. Doğru olan da budur.

Ancak bu, zorlayan kişinin peygamber olmaması haline özgüdür. Şayet zorlayan kişi peygamber ise bu durumda kısas cezasının kesinlikle zorlanana uygulanması gerekir.

Nitekim alimlerin, zorda kalan kimse konusundaki ifadelerinden de bu anlaşılmaktadır.

 

2. Nevevi, "boşama" konusunda yaptığı açıklamalarla yetinerek burada zorlamanın nasıl meydana geleceğini açıklamamıştır. Ancak Rafii burada muteber alimlerden ikrahın ancak ölümle veya bir organı kesme, şiddetli vurma gibi ölüm riski olabilecek bir şeyle korkutma durumunda geçerli olacağı görüşünü aktarmıştır. Boşamada zorlama nasıl meydana geliyorsa burada da öyle meydana geleceği de söylenmiştir. Önceki görüş daha güçlüdür.

 

Bir kimse, bir şahsa hitaben "şu adamı öldür yoksa senin çocuğunu öldürürüm!" dese, eş-Şerhu'l-kebir'in "boşama" bölümünde belirtildiğine göre, daha doğru görüşe göre bu bir zorlama olmaz. Ancak Ruyani şöyle demiştir: "Bana göre doğru olan, bunun zorlama olarak kabul edilmesidir." Bana göre de böyledir; çünkü normal şartlarda kişinin kendi çocuğu da kendisi gibidir.

 

3. Zorlama [baskı ve tehdit] altında kalan kişiye kısas cezasını gerekli görmemiş olsak bile onun, zatı itibarıyla haram olan öldürme fiiline teşebbüs etmemesi gerekir, şayet öldürürse günaha girer.

 

Yine baskı ve tehdit altında zina etmek de mübah değildir.

 

Baskı ve tehdit altında şarap içmek, zina iftirasında bulunmak, ikrah altında bozulan orucun bozulmuş sayılacağı görüşünü kabul etsek bile Ramazan ayında orucu bozmak, farz namazdan çıkmak, başkasının malını telef etmek, harem bölgesinde av hayvanını öldürmek mübahtır.

 

Hem zorlayan hem de zorlanan kişi telef edilen malı, öldürülen hayvanı tazmin eder. Bu tazmin yükümlülüğü son olarak zorlayan şahsın üzerinde kalır; çünkü haksızlığı yapan odur.

 

Mal sahibinin, zorlama altında olan kimseyi malından uzaklaştırma hakkı yoktur, [yani onun canı ile malını koruması değil] aksine malı ile canını koruması gerekir. Yine Gazall'nin el-Vasit adlı eserinde belirttiği üzere zorlama altında olan şahsın da malı telef etmek suretiyle canını koruması gerekir. İbnü'r-Rif'a bu konuda ittifak olduğunu nakletmiştir.

 

Zorlama altında olan kimse, kalbi iman ile mutmain olduğu halde söz veya fiil yoluyla inkarcılık anlamına gelen şeyi yapabilir. Daha faziletli olan ise imanda sabit kalıp küfür sözünü söylememesidir. Bir görüşe göre canını korumak için küfür sözünü söyler. Bir başka görüşe göre ise insanların kendisine uyduğu alimlerden ise onun için faziletli olan diretmesi ve küfür sözü söylememesidir, aksi takdirde bunu yapabilir.

 

Nevevi'nin mutlak ifadesinin kapsamından, zorlanan kimsenin herkese itaat etmeyi gerekli gören yabancı bir şahıs olması durumu istisna edilir. Bir kimse böyle bir şahsa birini öldürmesini emretse ve o da öldürse, kısas cezası yalnızca emri verene uygulanır.

 

4. Beğavı, zorlama altında adam öldüren kimseye kısas uygulanmasının gerekliliğini "bu kişinin, zorlamanın adam öldürmeyi mübah kıldığı şeklinde bir zanna sahip olmadığı" durumla kayıtlamıştır. Şayet böyle bir zanna sahipse kendisine kesinlikle kısas uygulanmaz. Şayet zorlanan kişi bunu bilmemesi muhtemelolan kimselerdense bu hüküm açıktır. Çünkü şüpheli durumlarda kısas cezası düşer.

 

47. Baskı ve tehdit yoluyla adam öldürülmesi durumunda şayet diyet karşılığında kısasın affedilmesi gibi bir durum sebebiyle diyet ödemek gerekli olsa diyet yükümlülüğü, tıpkı iki kişinin ortak olarak adam öldürmesinde olduğu gibi zorlayan ve zorlanan şah sa eşit olarak dağıtılır.

 

Maktulün velisi bunlardan birine kısas uygulatıp diğerinden diyetin yarısını alma hakkına sahiptir. Bu hüküm zorlayan ve zorlanan kimse ile maktül arasında eşitlik varsa geçerlidir.

 

48. Şayet zorlayan ve zorlanan şahıslardan yalnızca birisi maktule denk ise örneğin maktul zımm]' veya köle olup, zorlayan-zorlanan şahıslardan birisi bu durumda diğeri ise Müslüman veya hür olsa, kısas cezası yalnızca denk olana uygulanır, diğerine uygulanmaz.

 

Diğeri tazminatın yarısını öder. Çünkü zorlayan ve zorlanan, öldürme konusunda ortaktır. Bir kimse başkasıyla ortak bir şekilde kendi çocuğunu öldürdüğünde babaya kısas uygulanmayıp diğer şahsa uygulandığı gibi burada da denk olmayan şahsın ortağına kısas uygulanır.

 

49. Yetişkin -ve el-Muharrer'de belirtildiğine göre akıllı- bir kimse buluğa yaklaşmış bir kişiyi bir şahsı öldürmeye zorlasa veya bunun tersi olsa bu durumda kısas cezası yetişkin kişiye uygulanır; çünkü kısası gerektiren özellik, yani tamamen haksız yere adam öldürme fiili onun tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu, "çocuğun kasıtlı yaptığı öldürme kasıtlı öldürme kabul edilir" görüşünü kabul ettiğimizde -ki İmam Şafii'nin daha güçlü görüşü budur- söz konusudur. Şayet çocuğun kast! öldürmesini "hataen öldürme" kabul edersek o zaman kısas uygulanmaz; çünkü bu durumda yetişkin kişi buluğa yaklaşmış çocuğun hataen adam öldürme konusunda ortağı olur. Çocuk yükümlü olmadığı için ona hiçbir durumda kısas cezası uygulanmaz.

 

Not: "Çocuk ve delinin kasten adam öldürmesi kasıtlı öldürme mi yoksa yanlışlıkla adam öldürme mi kabul edilir?" Bu konudaki görüş ayrılığı çocuk ve delide bir tür temyiz özelliği bulunduğunda söz konusudur. Şayet temyiz yoksa o zaman bu kesinlikle hataen adam öldürmedir. Rafiı ve Nevevi, "yanlışlıkla adam öldüren kişinin ortağı" meselesinde bunu Kaffal ve başkalarından aktarmışlardır. Nevevi "buluğa yaklaşan çocuk" meselesini zikrederek buna işaret etmiştir.

 

50. Bir kimse, mükellef bir şahsı bir cismi yüksekçe bir yerden atmaya zorlasa, zorlayan şahıs bunun bir insan olduğunu bildiği halde baskı altında olan kişi onun bir av hayvanı, taş vb. bir şey olduğunu zannederek yüksekçe yerden atıp öldürse [hüküm ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre zorlayan kimseye kısas uygulanması gerekir; çünkü o, öldürmeyi kastederek genellikle ölüme yol açacak bir fiilde bulunmak suretiyle kişiyi öldürmüştür.

 

Kısas, baskı altında olan kimseye uygulanmaz; çünkü o durumdan habersiz olduğundan sanki zorlayan şahsın aleti gibi kabul edilir.

 

İkinci görüş

 

Zorlayan kimseye de kısas uygulanmaz; çünkü o, yanlışlıkla adam öldüren kimsenin ortağı konumundadır.

 

Not:  Attığı şeyin av hayvanı olduğunu zanneden kimsenin akılesi hafifletilmiş diyetin yarısını ödemekle yükümlü olur mu olmaz mı? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır. İbnü'I-Mukri ikincisini [yani gerekli olmayacağı görüşünü] tercih etmiştir.

 

el-Envar'daki ifadeden ilk görüşün tercih edildiği anlaşılmaktadır. Hocamız Zekeriya el-Ensarı'nin de belirttiği üzere daha uygun olan da budur.

 

51. Kişi bir şahsı, [yüksekçe bir yerden] bir av hayvanını aşağıya atmaya zorlasa [ve o kişi de bu hayvanı atsa] hayvan [aşağıda bulunan] bir adam vb. bir kimseye isabet ettiğinden o kişi ölse her iki şahsa da kısas uygulanmaz; çünkü ikisi de adam öldürmeyi kastetmemiştir. Bu durumda her birinin akılesi diyetin yarısını ödemekle yükümlü olur.

 

52. Kişi bir şahsı bir ağaca tırmanmaya veya bir kuyuya inmeye zorlasa, zorlanan şahsın ayağı kayıp [düşerek] ölse bu öldürme, "kasıt benzeri"dir; çünkü bu fiille genelolarak adam öldürme kastedilmez.

 

Bu, zorla bunu yaptıran şahsın akılesine diyet ödettirilmesini gerektirir. Nitekim et-Tehzib'te bu görüş kesin olarak aktarılmıştır. Zahir olan da budur.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: "Ancak İbnü'l-Kattan, Furu adlı eserinde İmam Şafii'nin bu durumda diyetin onun malından ödeneceğine ilişkin ifadesini aktarmıştır."

 

Zayıf bir görüşe göre bu kasten adam öldürmedir. Bu, mezhep içinde kesin bir görüş olmayıp Gazalfnin ihtimalolarak ileriye sürdüğü bir görüştür. Bu görüş esas alındığında zorlayana kısas uygulanması gerekir; çünkü o kişi şahsın öldürülmesine sebep olduğundan, ona ok atan kimseye benzemiştir.

 

Not:  NevevI'nin Nüketü'l-Vasit adlı eserinde belirttiğine göre bu görüş, tırmanırken kaymanın söz konusu olabileceği bir ağaçla ilgili olarak geçerlidir. Şayet ağaç, tırmanırken kaymanın söz konusu olmayacağı bir ağaç ise o zaman bu görüş orada uygulanmaz. Bu kayıt, şarihlerin çoğunun anladığı gibi kasıt benzerine ilişkin bir kayıt olmayıp görüş ayrılığının bulunduğu konuya dairdir. Onlara göre bu kayıt olmazsa, öldürme kasıt benzeri olmayıp yanlışlıkla olmuş olur. Buna dikkat etmek gerekir; çünkü öğrencilerin pek çoğu bunu göz ardı etmektedir.

 

BulkInı bunun kasıt benzeri değil tamamen hataen adam öldürme fiili olduğu görüşünü doğru kabul etmiştir.

 

53. Kişi bir şahsı intihar etmeye zorlasa yani ona "kendini öldür!" veya "şu zehri iç yoksa seni ben öldürürüm!" dese ve o kişi de kendisini öldürse [ne olur? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre kısas uygulanmaz; çünkü bu gerçek anlamda bir ikrah değildir. Zira burada yapılması emredilen şey ile tehdit edilen şeyin her ikisi de aynıdır [öldürme fiilidir]. Bu durumda kişi kendi isteğiyle intihar etmiş gibi kabul edilir.

 

İkinci görüş

 

Başkasını öldürmeye zorlama durumunda nasıl ki zorlayana kısas uygulanması gerekiyorsa burada da kısas gerekir.

 

54. İlk görüş esas alındığında, her ne kadar İbnü'l-Mukrı, emri veren kişinin diyetin yarısını ödemekle yükümlü olduğunu belirtmişse de Rafil'nin "diyeti gerektiren durumlar" bölümünde belirttiğine göre emri veren kimse diyet ödemekle yükümlü olmaz. Çünkü kısas cezası, ikrahın olmaması sebebiyle düştüğüne göre onun gereği de düşer, dolayısıyla bu zorlamayı yapan kimse üzerine herhangi bir şey gerekli olmaz.

 

Not: Ebu'l-ferec er-Razl'nin belirtitğine göre görüş ayrılığı, kişinin tehdit ettiği şahsı [şayet intihar etmezse, intihar etmesini istediğine] benzer şekilde öldürmekle korkutması durumuna özgüdür. Şayet öldürmenin ötesinde yakmak, işkence yaparak öldürmek gibi şeylerle tehdit ederse o zaman bu, ikrah olmuş olur.

 

Zorlanan kimse çocuk veya akıl hastası ise bu durum yukarıdaki hükümden istisna edilir. Zira bu durumda zorlayan kimseye kısas uygulanması gerekir. Ancak yetişkin bir yabancı şahsın durumu bundan farklıdır; çünkü onun, yabancı bir şahsın öldürülmesinin emredilmesi meselesinin aksine kendisini öldürmenin caiz olmadığı bilgisi kendisine gizli kalmaz. Şayet kişi yabancı olan şahsa yarasını deşmeyi veya öldürücü [atar] damarını yarmayı emretse bakılır: Bu yara ve damar ölümcülolma riski bulunan bir yerde ise ve o kişi bunun öldürücü olduğunu bilmiyorsa, emri veren kişi tazminle yükümlü olur; çünkü bu durumda yabancı şahıs bunun öldürücü olduğunu düşünmemekte, belki de itaat etmenin gerekli olduğuna inanmaktadır. Ancak bunun öldürücü olduğunu biliyorsa emri veren kişinin tazmin yükümlülüğü yoktur.

 

"Can" ile ilgili kayıt konulması organlara yönelik fiilleri dışarıda bırakmıştır. Buna göre bir kimse diğerine "elini / ayağını kes yoksa seni öldürürüm!" dese ve o kişi de [ölüm korkusuyla] kesse, emri veren kişiye kısas uygulanır; çünkü bu ikrahtır. Zira keserek hayatta kalma ümidi söz konusudur.

 

55. Bir kimse diğer bir şahsa "beni öldür, şayet öldürmezsen ben seni öldürürüm!" dese, muhatap da bu şahsı öldürse [hüküm ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre bu sözü söyleyen kimseye kısas uygulanmaz; çünkü öldürmeye izin vermek, had cezasını ortadan kaldıran bir şüphedir.

 

İkinci rivayet

 

Bu konuda imam ŞaHl'ye ait iki görüş bulunmaktadır. [Bunların birisi yukarıdaki gibidir]. ikincisine göre ise öldüren kişiye kısas uygulanır; çünkü adam öldürmek, karşı tarafın izin vermesiyle mübah hale gelmediğinden bu durum, kişinin bir şahsa kendi diriyesiyle zina etmesine izin vermesi gibidir.

 

56. Yukarıdaki meselede kısas uygulanmayacağı görüşü esas alındığında [adam öldüren kişinin diyet ödemesi gerekir mi? Bu konuda İmam Şafrı'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre diyet de ödenmez; çünkü diyet, -daha güçlü görüşe göre- ölen şahıs lehine ömrünün son anında sabit olup sonradan mirasçılara intikal eder. Bu yüzdendir ki bu diyetten elde edilen gelirle şahsın vasiyetleri yerine getirilir, borçları ödenir. Şayet diyet doğrudan mirasçıların olsaydı böyle olmazdı.

 

İkinci görüş

 

Diyet ödenmesi gerekir, maktulün izninin bir etkisi yoktur. Bu "diyet, maktulün ölümünün ardından doğrudan mirasçılarının olur" görüşüne dayalıdır.

 

Not:  Kişi karşıdakine [yalnızca "beni öldür" demekle yetinip] "aksi taktirde seni öldürürüm" demese, Nevevi'nin "kısasm uygulanma keyfiyeti" başlığmda ele alacağı üzere hüküm yine böyle olurdu.

 

Kişi "beni öldür!" dese ve muhatap da bunu yapsa kısas ve diyet gerekmez.

 

Bu hükümlerin tümü öldürmeye ilişkindir. Şayet kişi muhatabma mesela "benim elimi kes!" dese ve diğer şahıs da elini kesse, eli kesilen kişi ölmese bu durumda kısas ve diyetin gerekli olmadığı tek görüş olarak kabul edilir. Nevevi bunu Ravdatü't-talibin'de belirtmiştir.

Kişi bu el kesme sebebiyle ölürse görüş aynlığı bu durumda da geçerli olur.

 

Bu hüküm, kişinin öldürme söz konusu olmaksızın karşıdakini def etmesi mümkün olduğunda söz konusudur. Şayet kişi karşıdakini def etmek için [nefsini müdafaa etmek için] öldürürse Rafii ve Nevevi'nin işaret ettiği ve İbnü'r-Rif'a'nın açıkça belirttiğine göre tazmin kesinlikle gerekli olmaz.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Kişi, öldürme dışında bir yolla kendisini müdafaa edebiliyorsa bu durumda ikrah söz konusu olmamış olur, dolayısıyla kısasın kesin olarak uygulanması gerekirdi.

 

Buna şöyle cevap verilir: İkrah olmaksızın öldürmeye izin vermek kısası düşürmektedir.

 

Rafii, mücerret izin verme konusunda mezhep içinde iki rivayet bulunduğunu belirttikten sonra şöyle demiştir: "İzne ikrah da bitişirse kısas cezasının düşmesi daha uygundur."

 

Kişi "beni [yüksekten aşağıya] at yoksa seni öldürürüm!" dese, o kişi de bu sözü söyleyen kimseyi atsa Ravdatü't-talibin'de doğru olduğu belirtilen görüşe göre ad cezası uygulanmaz.

 

İzin veren kişi köle olsa tazmin yükümlülüğü düşmez. İzin verilen kişi köle ise o zaman kısasın düşüp düşmeyeceği konusunda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır. Daha güçlü görüşe göre kısas düşer.

 

Bir kimse bir şahsı başkasını zorlamaya zorlasa, zorlayanlara kısas uygulanır. Öldürülmesi emredilen kişinin kendisini zorlanan şahsa karşı müdafaa hakkı olduğu gibi, üçüncü şahsın da her ikisini def etme hakkı vardır. Şayet nefsi müdafaa sonucunda diğer şahıs ölürse kısas ve diyet gerekmez. Burada zorlanan kişi, belirli bir şahsı öldürmeye sevk edilen ve başka çaresi olmayan kişidir.

 

57. Bir şahıs diğer bir şahsa hitaben "Zeyd'i veya Amr'ı öldür, aksi taktirde seni öldürürüm!" dese bu, gerçek anlamda bir ikrah sayılmaz. Bu ikisinden birini öldüren kişi kendi isteğiyle onu öldürmüş sayılır ve kendisine kısas uygulanması gerekir. Emri veren kimse için ise günah dışında bir yükümlülük yoktur.

 

Kadı Hüseyin şöyle demiştir: "Bu ikrahtır; çünkü muhatap kendisini ancak o iki şahıstan birini öldürerek kurtarabildiğinden zorlamada bulunan şahıs buna zorlamıştır. "

 

Bulkini de bu görüşü doğru kabul etmiş ve şöyle demiştir: "Bu, kişiyi iki karısından birini boşamaya zorlamak gibi değildir. Zira o kişinin "ikisinden biri boştur!" demesi gerekir. Şayet muayyen birini boşarsa kendi isteğiyle boşamış olur.

 

 

Bu konuya ilişkin son hükümler

 

Devlet başkanı bir kimseye diğer bir şahsı haksız yere öldürmeyi emretse, emre muhatap olan kişi devlet başkanının haksızlığını ve yanlışlık yaptığını bilmiyor olsa kısas veya diyet ile birlikte keffaretin muhatabı devlet başkanıdır, emre muhatap olan kimse değildir; çünkü o, devlet başkanının aleti mesabesindedir. Devlet yönetiminde devlet başkanının işleri başkasına yaptırması zorunludur. Şayet, emri uygulayan kişi diyetle yükümlü olacak olsa o zaman hiç kimse had cezasını uygulamazdı. Ayrıca görünür durum açısından devlet başkanı ancak haklı bir şeyi emreder. Yine günah olduğu bilinmeyen bir konuda devlet başkanına itaat edilmesi gerekir. Emri yerine getiren şahsın, öldürme işini bizzat yapması sebebiyle keffareti yerine getirmesi sünnettir.

 

Emri infaz eden kişi devlet başkanının haksızlık veya yanlışlık yaptığını biliyorsa, şayet ikrahın söz konusu olacağı bir şekilde kendisini yakalayıp cezalandırmasından korkmuyarsa kısasın ona uygulanması gerekir; çünkü sahih hadiste geldiği üzere bu durumda devlet başkanına itaat etmesi gerekmez.(Müslim, İmare, 4740)

Bu durumdayken öldürmesi, izin olmaksızın öldürmesi gibidir. Devlet başkanı haksız yere öldürtmüşse günah dışında herhangi bir sorumluluğu yoktur. Emri yerine getiren kişi, emredilen şey günah bile olsa onun yerine getirilmesi gerektiğine inanıyor idiyse o zaman tazmin yükümlülüğü onun değil devlet başkanının üzerine olur. Çünkü bu durum insanlara gizli kalabilir. Bunu Ezrai ve Zerkeşi, el-Vaff yazarından aktarmış ve onaylamışlardır. Emri infaz eden kimse devlet başkanının kendisini cezalandırmasından korkarak bunu yapmışsa, baskı altında kalan kimse gibi olup tazmin yükümlülüğü her ikisinin üzerinde olur. İsyancıların reisi de bu konuda devlet başkanı hükmündedir. Çünkü onun hükümleri geçerlidir. Hatta zorba bir kimse bir şahsın başka birini öldürmesini emretse [ve o kişi de öldürse] öldüren kişi kısas veya diyet ve keffaretle yükümlü olur, emreden kimse için ancak günah söz konusudur. Kişinin bu öldürmenin hak olduğuna inanmasıyla haksızlık olduğuna inanması arasında bir fark yoktur; çünkü o şahıs, itaat edilmesi gereken bir kişi değildir. Daha önce geçtiği üzere bu hüküm, şahsın karşı tarafın kendisi üzerinde hakimiyet kurmasından korkmaması halinde söz konusudur. Aksi takdirde onun hükmü, baskı-tehdit altındaki kişinin hükmü gibidir.

 

Devlet başkanı bir şahsı ağaca tırmanmaya veya kuyuya inmeye zorlasa, o kişi de bunu yapsa, şayet devlet başkanının kendisine bunu zorla yaptıracağından korkmaksızın yapmışsa devlet başkanı üzerine tazmin gerekli olmaz. Diğer şahıs bundan korkarak yapmışsa tazmin yükümlülüğü devlet başkanının akılesi üzerine gerekli olur. Daha önce geçtiği üzere bu, kasıt benzeri adam öldürme diyetidir. Bu, Müslümanların maslahatı için yapılmış olsa da böyledir.

 

Bir kimse kölesine veya başkasına ait mümeyyiz olan, onun her emrine itaat etmenin gerekli olmadığına inanan bir köleye, haksız yere bir şahsı öldürmesini veya bir malı telef etmesini emretse ve köle de bunu yapsa emri veren kişi günaha girmiş olur. Kısas cezası, yetişkin köleye uygulanır, tazmin de onun rakabesine [mülkiyetine] bağlanır. Çocuk veya akıl hastası olan kölede temyiz kabiliyeti varsa o zaman tazmin yükümlülüğü emri veren üzerinde değil bunlar üzerinde olur.

 

Mümeyyiz olmayan küçüğün herhangi birinin emri olmaksızın yaptığı telef şayet bu kişi hür ise kendi zimmetine köle ise rakabesine ilişir. Bu telef, [kısas ve diyeti gerektirmeyen bir] heder olarak kabul edilmez. Oysa eş-Şerhu'l-kebir yazarının ifadesinden bu durumda kısas ve diyetin gerekli olmadığı anlaşılmaktadır.

 

Bir kimse, mümeyyiz bir köleyi bir şahsı öldürmeye zorlasa ve köle de bunu yapsa, diyetin yarısı kölenin rakabesine ilişir. Bu hüküm, "zorlama altında adam öldüren hür kimse diyetin yarısını tazminle yükümlüdür" şeklindeki daha doğru görüşe dayanmaktadır.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

AYNI ŞAHSA İKİ KİŞİNİN ÖLDÜRÜCÜ FİİLDE BULUNMASI