DEVLET... |
DEVLETE KARŞI İSYAN SUÇU
VE CEZASI
[Bölümün Arapça
başlığında yer alan] "buğat" kelimesi t4 "baği" kelimesinin
çoğuludur. ~
"Bağiy" zulüm ve
haddi aşmak anlamına gelir. İsyancılar zulmettikleri ve haktan saptıkları için
onlara bu isim verilmiştir. Nitekim kadın, namussuzluk ettiğinde Araplar
Beğat el-mer'e(tu)
derler.
el-Muharrer'de [Rafii]
bu konuya şu ayeti zikrederek başlamıştır:
> Eğer müminlerden
iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine
saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer
dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın.
Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever. [Hucurat, 9]
Bu ayette devlet
başkanına [devlete] karşı çıkmaktan bahsedilmemekle birlikte ayetin genel
ifadesi bunu da kapsamaktadır. Yahut da [ayetin genel ifadesi bunu kapsamasa
bile] ayet bu anlamı da zorunlu olarak gerektirmektedir; çünkü bir grubun diğer
bir gruba saldırması sebebiyle savaşmak talep edildiğine göre devlet başkanına
başkaldırı durumunda evleviyetle gerekir.
isyankarlara karşı
savaşılması konusunda icma bulunmaktadır.
imam Şafii şöyle
demiştir: "Müşriklere karşı savaşın yöntemi Resulullah (s.a.v.)'tan,
mürtedlere karşı savaşın yöntemi Hz. Ebu Bekir'den, isyankarlara karşı savaşın
yöntemi ise Hz. Ali'den alınmıştır. "
1. Devlete isyan suçunu
işleyenlerin tanımı
NevevI, isyankarları şu şekilde
tanımlamıştır:
İsyankarlar, devlet
başkanına isyan etmek ve itaati terk etmek suretiyle veya kendileri üzerinde
bulunan bir hakkı engellemek suretiyle ona muhalefet edenlerdir. [Bu grubun
isyancı olarak kabul edilmesi için] güçlerinin, [kendilerince devlete karşı
çıkmalarına dair] bir yorumlarının ve kendilerine itaat ettikleri birinin
bulunması şarttır. Bir görüşe göre başlarında devlet başkanının bulunmuş olması
şarttır.
Bir grup insan, tıpkı
hariciler gibi cemaatleri terk etmek ve büyük günah işleyenleri kafir saymak
suretiyle muhalif bir görüş ortaya koysalar, savaş yapmadıkları sürece kendi
hallerine bırakılırlar, aksi taktirde [savaş yaparlarsa] yol kesici sayılırlar.
1. İsyankarlar,
[birazdan sayılacak şartları taşıyan] devlet başkanına muhalefet eden
kimselerdir.
KaHal'in belirttiğine
göre devlet başkanı zalim, onlar adil bile olsa bu böyledir. İbnü'I-Kuşeyn bunu
alimlerimizin çoğunluğundan nakletmiştir.
eş-Şerhu'l-keblr ve
Ravdatü't-talibin'de devlet başkanı, "adil" diye kayıtlanmıştır. Yine
el-Ümm ve Muhtasaru'l-Müzeni'de de böyledir. Bununla kastetlikleri,
"adalet ehlinin devlet başkanı" anlamıdır. Şu halde bu eserlerdeki
ifadeler, yukarıdaki ile çelişmez. Nitekim, evevi'nin Müslim şerhindeki şu
ifadesi de bunu göstermektedir: "Yöneticiler fasık ve zalim bile olsalar
onlara isyan edip savaşmanın haram olduğu konusunda Müslümanların icmaı
bulunmaktadır. "
Nevevi'nin icma ile
ilgili bu sözlerine şu şekilde karşılık verilmiştir: "Yanlarında seleften
büyük topluluklar bulundukları halde Hz. Hüseyin, Muaviye'nin oğlu Yezide,
Abdullah bin Zübeyir de Abdülmelik bin Mervan' a isyan etmişlerdir."
Şu söylenebilir:
Nevevi'nin kastı, bu olaylardan sonra Müslümanlar arasında bu konuda bir icmaın
gerçekleştiğidir.
Bazıları şöyle bir ayrım
yapmıştır: Bir kimse devlet başkanlığını zorla ele geçirmiş ise haksızlık ve
taşkınlık yaptığında ona karşı çıkıp isyan etmek caiz olur. Devlet başkanlığını
normal bir yolla elde eden kimseye karşı çıkmak ise caiz değildir.
2. Devlet başkanına
muhalefet iki şeyden biriyle gerçekleşir:
> Bizzat devlet
başkanına karşı çıkıp isyan etmek
> Veya ona itaat
etmeyi terk etmek.
Yahut da muhalefet bu
iki sebeple değil de başka bir sebeple de gerçeklebilir ki o da kendileri
üzerinde bulunan Allah'a veya insanlara ait malı bir hakkı veya man hak dışında
kısas veya had gibi bir hakkı vermeyip engellemektir. Çünkü Hz. Ebu Bekir zekat
vermeyenlerle zekatı vermemeleri sebebiyle savaşmıştır. Oysa onlar Hz. Ebu
Bekir' e isyan etmemişler, yalnızca kendilerine yönelmiş bir hakkı
vermemişlerdir.
3. Devlet başkanına
muhalefet edenlerin isyancı sayılabilmesi için çoklukları veya kuvvetleri
sayesinde belirli bir güce sahip olmaları şarttır. Bu durum, onların devlet
başkanına karşı direnebilecekleri bir kaleye sığınmaları şeklinde bile olsa
böyledir. Bu güçleri sebebiyle devlet başkanı onları yeniden itaat altına almak
için mal harcamaya ve adam toplamaya ihtiyaç duyar.
4. Yine bu kimselerin,
devlet başkanına karşı çıkmanın veya kendilerine yönelmiş hakkı vermeyip engellemelerinin
caiz olduğuna onları inandıran bir yoruma (ideolojiye) sahip olmaları da
şarttır. Çünkü bir yoruma dayanmaksızın muhalefet eden kimse hakka karşı inat
eden / ayak sürüyen kimselerdir.
Not: İsyancıların bu yorumlarının, geçersiz
olması, bununla birlikte geçersizliğine kesin bir şekilde hükmedilmemiş olması,
onların bu yoruma dayalı olarak isyan etmelerinin caiz olduğuna inanmaları
gerekir. Nitekim Cemel ve Sıffin savaşlarında Hz. Ali'ye isyan edenler, onun,
Hz. Osman'ın katillerini bildiği ve onlara kısas cezasını uygulayabilecek güce
de sahip olduğu halde onlarla olan anlaşması sebebiyle kısas uygulamadığı
şeklinde bir yorum benimsemişler ve buna dayanarak isyan etmişlerdi.
Yine Hz. Ebu Bekir' e
[yani onun gönderdiği memurlara] zekat vermeyenler de zekat! ancak duası
kendileri için sükunet kaynağı olan kişi yani peygambere vereceklerini ileri
sürüyorlardı.
5. [Muhalefet edenlerin
isyancı sayılabiimesi için bir kimseyi devlet başkanı olarak tayin etmiş
olmaları şart mıdır? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
[Onların isyancı
sayılabilmeleri için birini devlet başkanı tayin etmeleri şart olmayıp]
içlerinden birine itaat etmeleri, yani kendi toplulukları için güçlü olmayı
sağlayacak birine tabi olmaları şarttır. Bu kişiyi, görüşüne göre hareket
edecekleri bir devlet başkanı olarak
tayin etmemiş olsalar
bile böyledir. [İsyancı sayılmak için bu şarttır]; çünkü kendisine itaat edilen
birisi, o topluluğu birlik haline getirmedikçe onların gücü olmaz.
Bunu, Rafii, Cüveyni'
den aktarmıştır. Onun sözünün zahirinden anlaşıldığına göre kendisine itaat
edilen birinin olması, el-Minhac'ın ifadesinin gerektirdiği şekilde müstakil
bir şart olmayıp gücün gerçekleşmesi için gerekli olan bir şarttır. Bu sebeple
el-Muharrer'de Rafii iki şart dışında bir şey zikretmemiş, kendisine itaat
edilen bir kimsenin olmasını ise topluluğun güç sahibi olmasına ilişkin bir
kayıt olarak zikretmiştir.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
aralarında İslamı hükümlerin uygulanmaksızın atıl kalmaması için bir devlet
başkanı tayin etmiş olmaları şarttır. Rafiı bunu İmam ŞafiI'nin yeni görüşüne
nispet ederken, Cüveyni alimlerin çoğunluğuna nispet etmiştir. Kalabalık bir
topluluk da bunu tek görüş olarak zikretmiştir.
Not:
1. NevevI'nin ifadesinden
bu özellikte iki kişinin bulunması gerektiği anlaşılmaktaysada bu
kastedilmemiştir. Burada kastedilen, kendisine itaat edilen birinin olmasıdır.
Bu kişinin bu iş için seçilmiş olması gerekir mi? Bu konuda mezhep içinde iki
görüş bulunmaktadır.
Alimlerin çoğunluğunun
daha doğru kabul ettiği görüşe göre gerekmez; çünkü Hz. Ali, Cemel vakasında
karşı grupla savaşırken onların bir imamı yoktu. Sıffin'de ise onlar imamlarını
tayin etmeden kendileriyle savaştı.
NevevI diğer bir şarttan
bahsetmemiştir ki bu da Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhld'l-kebir'de bir grup
alimden nakledildiği üzere isyancıların bir -şehir, köy veya açık alanda bir
yerde bulunmalarıdır. Maverclı bu konuda ittifak bulunduğunu nakletmiştir.
2. isyancılar kafir
almadığı gibi fasık da değildir; çünkü onlar kendi inançları doğrultusunda bir
tür yorumda bulunarak muhalefet etmişlerdir. Bununla birlikte onlar bu yorumda
hata etmişlerdir.
"isyancı"
ifadesi bir kınama ifadesi değildir.
Bazı hadislerde onların kınanması
anlamına gelecek ifadeler yer almaktadır. Bunlardan bazıları şu hadislerdir:
"Bize karşı silah
taşıyan bizden değildir. "(Buhari, Diyat, 6874; Müslim, İman, 276)
"Cemaatten bir
karış ayrılan, boynundan islam bağını çözmüş olur."(Tirmizi, Emsal, 2863)
"İtaatten çıkıp
cemaati terk eden kimsenin ölümü cahiliye ölümüdür. "(Müslim, İmare, 4763)
Bu hadisler, bir yoruma
dayanmaksızın veya kesinlikle yanlış olan bir yoruma dayalı olarak devlet
başkanına isyan eden kimselere yorulur.
isyancılarda zikredilen
şartlar bulunmazsa; örneğin,
a) Zekat gibi şeriatın
hakkı olan bir şeyi herhangi bir geçerli yoruma dayanmaksızın sırf inatlaşarak
vermeseler veya mürtedlerin ve zekat gibi şeriatın hakkı olan bir şeyi
günümüzde vermeyenlerin ve günümüzdeki haricllerin yorumlarında olduğu gibi
fasid olduğu kesin olan bir yoruma dayanarak karşı çıksalar,
b) Veya mağlup
edilmeleri kolayolan bir takım fertler söz konusu olup bunlar bir güç teşkil
etmese,
c) içlerinde kendilerine
itaat edilen bir önderleri olmasa,
Bu gibi kimseler
dokunulmazlığı bulunmadığı için isyancı sayılmazlar, dolayısıyla yaptıkları
fiillerin sonuçları neyse o uygulanır. Ayrıca ibn Mülcem, Hz. Ali tarafından
babası öldürülmüş olan bir kadına vekil olarak kısas uyguladığı yorumunda
bulunarak Hz. Ali'yi öldürmüş, kendisinin bir gücü bulunmadığı için kısasın
düşmesi konusunda isyancıların hükmü onlara uygulanmamıştır.
6. Haricıler
bid'atçılardan bir topluluk olup büyük günah işleyenleri tekfir ederler. Bu
görüşlerine dayanarak imamları [yöneticileri] eleştirirler, onların kıldırdığı
Cuma namazlarına ve cemaatlere iştirak etmezler. İşte bir topluluk cemaatleri
terk etme ve büyük günah işleyenleri tekfir etme gibi konularda Haricller gibi
görüşler ortaya koyarsa, daha doğru görüşe göre bizler onları bu yüzden tekfir
etmeyiz. Bu grup -el-Muharer, eş-Şerhu'l-kebir ve Ravdatü't-talibin'de
belirtildiğine göre bizim hakimiyet alanımızda bulundukları sürecekendileriyle
savaş yapılmaz, onlar kendi hallerine bırakılır, onlara ilişilmez. Onlar ister bizim
aramızda bulunsunlar, isterse bizden ayrılarak farklı bir bölgeye yerleşmiş
olsunlar -Ezrai'nin belirttiğine göre devlet başkanına itaatten çıkmadıkları
sürece- fark etmez. Onlar, bu görüşleri sebebiyle fasık kabul edilmezler,
kendileriyle savaş yapılmaz. Çünkü onların inancına göre büyük günah işleyen
kafir olur, amelleri iptal edilir ve cehennemde ebedY kalır. Devlet başkanının
hakim olduğu bu ülke de büyük günahların ortaya çıkması sebebiyle küfür ve
[kafirlere yönelik fiillerin] mübah olduğu bir yere dönüşmüştür. Onlar bu
sebeple imamları [yöneticileri] eleştirmişler, onların arkasında namaz
kılmamışlar, Cuma ve cemaatten uzaklaşmışlardır.
7. Adalet ehlinden
olanlar devlet başkanı veya bir başkasına açık olarak küfür eder / hakaret
ederse kendilerine tazir cezası uygulanır, üstü kapalı eleştiri yöneltirlerse
daha doğru görüşe göre tazir uygulanmaz. Çünkü Hz. Ali (r.a.) haricilerden bir
adamın "Allah ve Resulullah (s.a.v.)'tan başkasının hükmü yoktur"
dediğini işitti. O, bu sözüyle Hz. Ali'nin hakem tayin etmekle yanlış yaptığını
anlatmak istiyordu. Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi:
"Bu, kendisiyle
batıl kastedilen hak bir sözdür. Bizim üzerimizde üç sorumluluk vardır:
a) Sizin, Allah'ın
mescitlerinde O'nu anmanızı engellemeyeceğiz.
b) Bizi desteklediğniz
sürece fey gelirinden payınızı engellemeyeceğiz.
c) Siz bize
saldırmadığınız sürece size ilk olarak biz saldırmayacağız."
Böylece Hz. Ali onlara,
adalet ehlinin hükmü ne ise onu uyguladı.
Not: Bizim isyancılara ilişmeyeceğimiz durum onlardan
zarar görmediğimiz durumdur. Şayet onlardan zarar görürsek -Kadı Hüseyin'in
alimlerimizden aktardığına göre- bu zaran ortadan kaldırmak için onlara
ilişiriz.
8. İsyancılar bize karşı
savaş açarsa veya bizim hakimiyetimiz altında bulunmazlarsa [iki farklı görüşe
göre ihtimal söz konusudur:] şayet daha doğru görüş esas alınarak onların kafir
olduklarına hükmezsek o zaman onlar yol kesici hükmündedirler. Kendilerine denk
herhangi bir şahsı öldürürlerse onlara -tıpkı diğer şahıslara uygulandığı gibi-
kısas uygulanır. Bu kısasın uygulanması, Nevevi'nin sözünden anlaşılacağı üzere
onların yol kesici olmaları yönüyle değildir. Dolasıyıyla da bize silah
çekmeleri açısından onlar yol kesici hükmünde olsalar da [adam öldüren yol
kesicilerin aksine] herhalükarda öldürülmeleri gerekmez; çünkü bunlar yola
korku salmayı kastetmemişlerdir.
2. İsyancılara ilişkin
hükümler
1. isyancıların şahitliği kabul edilir.
2. Yine bizim kanlarımızı helal saymadığı sürece onların
hakimin vereceği hüküm, tıpkı bizim hakimimizin hükmü gibi kabul edilir.
3. Hakimin hükmü yazması geçerlidir. Daha doğru görüşe göre
şahidin dinlemesi ile birlikte hakimin yazısına göre hüküm verilir.
4. Onlar bir had cezasını uygulasalar, zekat, haraç ve cizyeyi
toplasalar, işçilere verilmesi gereken payı kendi ordularına dağıtsalar bu
geçerli olur. Sonuncu ile ilgili farklı bir görüş de vardır.
5. Savaş durumu dışında isyancı bir şahıs adil bir kimsenin
herhangi bir şeyini telef etse veya aksi olsa, telef eden kişi tazminle yükümlü
olur. Savaş durumunda tazminle yükümlü olmaz. imam ŞMrı'nin bir görüşüne göre
isyancı [savaşta telef ettiğini de] tazmin eder.
6. Güç ve kuvveti bulunmamakla birlikte bir yoruma bağlı
olarak isyan eden kimse [bir şey telef etse] tazmin eder. Bunun aksi ise
isyancı gibidir.
9. isyancıların
şahitlikleri kabul edilir; çünkü onlar -daha önce geçtiği üzere- kendilerince
bir yoruma dayanarak isyan ettikleri için fasık değillerdir. imam Şafii şöyle
demiştir: "Ancak Hattabiyye fırkası gibi kendileriyle aynı düşünenler
lehine şahitlik edenler bundan hariçtir." Hattabiyye,. rafızilerden bir
grup olup onlar kendileriyle aynı görüşte olanlar lehine onları tasdik etmek
suretiyle yalancı şahitlik yapıp onlar lehine hüküm verirler. Bu sebeple
onların şahitliği kabul edilmez, hakimlerinin verdiği hükümler yürürlük
kazanmaz.
Şahitlik bölümünde
geleceği üzere bu hüküm yalnızca isyancılara özgü değildir. Yine ileride
geleceği üzere onlar şahitliklerine dayanak teşkil eden sebebi açıklarsa o
zaman töhmet ortadan kalkacağı için şahitlikleri kabul edilir.
10. Bizim hakimlerimizin
hükümlerinin kabul edildiği konularda isyancıların hakimlerinin -şayet bunlarda
hakimlikte dikkate alınan nitelikler varsa- verdiği hükümler de kabul edilir.
Çünkü onların, içtihadın
caiz olduğu bir yorumları bulunmaktadır. Ancak isyancıların şahitleri ve
hakimleri bizim kanlarımızı ve mallarımızı helalolarak görüyorlarsa onların
şahitliği ve verdiği hükümler kabul edilmez. Çünkü onlar adil değildir. Oysa
şahit ve hakimin şartı adalet sahibi olmasıdır.
Not: Bizim kanlarımızı ve mallarımızı helal sayan
isyancının şahitliğinin geçerli olmadığı ve hükmünün yürürlük kazanmayaeağı
konusunda Nevevi'nin tek görüş olarak belirttiği hüküm ve Ravdatü 't-ta[ibın ve
eş-Şerh u '[-kebır'in bu bölümünde muteber alimlerimizden naklettiği görüş
"bir yoruma dayanmaksızın" olması haline yorulur. Nevevi,
Ravdatü't-talibin'in "şahitlikler" bölümünde ise kendisi şu hükmü
eklemiştir: "Heva ehlinin [ehli sünnet dışındaki fırkaların] şahitliğini kabul
ve hakimlerinin hükmünün yürürlük kazanması konusunda bizim kan ve mahmızı
helal sayan ile saymayan arasında fark yoktur." Bu hüküm, bir yoruma
dayanarak helal saymalarına hamledilir. Şu halde e[-Minhac'ı şerhedenlerin
bazılarının vehmettiği gibi iki bölüm arasında bir çelişki yoktur.
Zerkeşi'nin belirttiğine
göre fıskı gerektiren diğer sebepler de kanı ve malı helal saymakla aynı
kapsamda değerlendirilmelidir.
"Şahitlikleri
geçerli olmaz, hükümleri yürürlük kazanmaz" dediğimiz durumda onların bizim
can ve malımızı helal sayıp saymadığında şüphe etse k [hüküm ne olur?] Bu
konuda İbn Kecc tarafından nakledilen, İmam ŞafiI'ye ait iki görüş
bulunmaktadır. O şöyle demiştir: "İmam Şafil'nin tercihi hükmün kabul
edilmemesidir. " Bunun benzeri şahitlik konusunda gelecektir.
"Bizim hakimimizin
hükmünün geçerli olduğu konuda" ifadesi diğer hükümleri dışarıda
bırakmaktadır. Buna göre isyancıların hakimi nassa, icmaya veya celi [açık]
kıyasa aykırı hüküm verse bu hüküm kabul edilmez.
11. Bizim hakimimiz,
isyancıların hakimi tarafından yazılan mektubu yürürlüğe koyar.
Bununla birlikte onları
kale almadığını göstermek üzere bu mektubu işleme koymaması sünnettir.
12. Daha doğru görüşe
göre bizim hakimimiz, isyancı hakimin mektubunu hüküm vermek yoluyla kayıt
altına aldığı gibi şahitleri dinleyerek onun mektubuna göre hüküm verebilir.
Ancak belirttiğimiz
gerekçe sebebiyle buna dayanarak hüküm vermemesi müstehaptır.
Diğer görüşe göre bizim
hakimimiz ona göre hüküm veremez; çünkü bu, isyancılara yardımcı olmak ve
onların tayin ettikleri kimseleri benimsemek anlamına gelir.
Not: Nevevi, görüş ayrılığını mezhebimiz
alimlerine nispet etme konusunda el--Muharrer'e tabi olmuştur. Ancak
Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de bu görüş ayrılığı, İmam Şafiı'nin iki
görüşü arasındadır. Cüveynı bu iki görüşü kitabında hüküm verme konusunda da
uygulamıştır.
13. İsyancılar bir
beldeyi ele geçirdikten sonra onların idarecileri, had uygulanması gereken
kimselere had cezasını uygulasalar, zekat ödemesi gereken kimselerden zekatı,
haraç topraklarından haracı, ehl-i zimmetten cizyeyi toplasalar, fey
gelirlerinden rızkı temin edilmesi gerekenlerin paylarını kendi ordularına
verseler, kendi hakimiyetleri altında bulunan bölgede yaptıkları bu fiiller
geçerli olur. Burada Hz. Ali'nin uygulaması esas alınır.
Ayrıca ödeme yapan
şahıslardan bunları yeniden istemek o bölge halkına zarar verir.
14. Had cezasını onların
idarecileri dışındaki kimseler uygulasa bu uygulama dikkate alınmaz.
15. Onların topladığı
zekatların muteber kabul edildiği durum, Bulkını'nin belirttiğine göre bu
zekatların vaktinden önce ödenmediği veya vaktinden önce ödense bile zekatın
kişinin üzerine farz olduğu vakte kadar isyancıların gücünün devam ettiği
durumdur. Zekatın farz olmasından önce isyancılar gücünü kaybetse, [daha önce
onların hakimiyet alanında olan şahıslar içinden] vaktinden önce zekatını
ödeyenlerin zekatı geçerli olmaz. Çünkü zekat farz olduğu sırada isyancılar
bunu almaya ehil değildi. Bulkını şöyle demiştir: "Buna temas eden birini
görmedim, İmam Şafii genelolarak sadakaya ilişkin yaptığı açıklamada buna
işaret etmiştir. "
16. Sonuncu mesele, yani
rızkı devletçe fey gelirinden temin edilmesi gerekenlere ilişkin payı
isyancıların kendi ordularına dağıtması meselesine gelince, bunun geçerli
olmadığı yönünde mezhepte bir görüş bulunmaktadır. Bu dağıtım yerli yerine
gitmiş sayılmaz.
Bunun sayılmaması,
onların adalet ehli olan kimselere karşı güç kazanmaması içindir.
İlk görüş sahipleri buna
şöyle cevap vermişlerdir: "Netice itibarıyla onlar da islam ordusundan
olan kimselerdir. KaHrleri caydırma fonksiyonu onlar aracılığıyla
gerçekleşmektedir."
Cizye konusunda da
Rafii'nin rivayet ettiği farklı bir görüş bulunmaktadır.
Zekat konusunda da Kadı Hüseyin'in
rivayet ettiği farklı bir görüş vardır.
Zerkeşı "el-İşraf
adlı eserde haraç konusunda görüş ayrılığı bulunduğu açık olarak ifade
edilmiştir" demiştir.
17. isyancı bir
kimsenin, adil bir kimsenin can veya malını telef etmesi veya bunun aksine
olmak üzere adil bir kimsenin isyancının can veya malını telef etmesi şayet
savaş esnasında, savaş zorunluluklarından kaynaklanmamışsa, yani savaş dışında
gerçekleşse veya savaş içinde bile olsa savaş zorunlulukları dışında bir
sebeple olsa her biri telef ettiği şeyi tazminle yükümlü olur. Bu konuda görüş
ayrılığı yoktur. Bu, itlaf fiilleri konusundaki genel kurala uygun bir
hükümdür.
Not: Şu durum bundan istisna edilir: [İsyancıların
karşısında olan] adalet ehli, isyancıların mallarını telef ederken onları
zayıflatmak ve hezimete uğratmayı kastetmişlerse tazmin söz konusu olmaz. Bunu
söyleyen Maverdi şunları eklemiştir: "Ancak kendilerini rahatlatmak ve
intikam almak için bunu yapmışlarsa o zaman durum farklı olur [tazminle yükümlü
olurlar]."
18. [Adalet ehli ve
isyancılar arasında karşılıklı can ve mal telefleri tazmin edilir mi? Bu konuda
imam Şafil'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Savaş esnasında ve savaş
zorunluluklarından kaynaklanmışsa -selefin örnekliği esas alınarak- tazmin söz
konusu olmaz. Çünkü sahabe döneminde meydana gelen Cemel ve Sıffin savaşlarında
taraflar birbirlerinden can ve mal tazmininde bulunmalarını talep etmemiştir.
Ayrıca bunun sebebi,
isyancıları itaate teşvik etmektir. [Zira onların tazminle yükümlü tutulması
halinde] itaatten kaçınıp içinde bulundukları isyana devam ederler. Nitekim
aynı gerekçeyle harbı bir kimse Müslüman olduğunda [onun harbllik döneminde
Müslümanlara karşı işlediği suçlardan] sorumluluğu düşmüştür.
Diğer taraftan din,
bizim isyancılarla savaşmamızı talep etmiştir. Bu savaştan kaynaklanan telefler
sebebiyle tazmin söz konusu olmaz. isyancılar ise kendilerince haklı bir
gerekçeye [yoruma] dayalı olarak bu itlafları gerçekleştirmişlerdir.
ikinci görüş
imam Şafil'nin bir
görüşüne göre isyancılar, adalet ehli kimse lerin can ve mallarına yönelik
verdikleri zararları tazminle yükümlüdür; çünkü bu ikisi, Müslümanlardan iki
grup olup birisi hak üzere birisi ise batıl yoldadır, birbirine eşit olamazlar.
Bu şuna benzer: Nasıl ki yol kesicilerin, kendilerince ileri sürdükleri bir
takım gerekçelere binaen verdikleri zararlar onların üzerinden düşmüyorsa
[burada da isyancıların verdikleri zararlar düşmez.]
Not: 1. Benim yaptığım açıklamadan anlaşılacağı
üzere, görüş aynlığının bulunduğu durum, teleflerin savaş içinde ve savaş
zarureti sebebiyle meydana geldiği durumdur. Kişi savaşın gerektirmediği bir
durumda [can veya mal] telef etse bunu tazminle yükümlü olacağı kesindir. Bunu
Cüveynı belirtmiş, Rafii ve Nevevi' de onaylamışlardır.
2. Nevevi' belirttiği husus, işin tazminle ilgili olan
yönüdür. Haramlık yönüne gelecek olursak; İzzeddin bin Abdüsselam şöyle
demiştir: isyancıların yaptıkları telefler mübahlık veya haramlıkla nitelenmez;
çünkü bu, bağışlanmış bir hatadır. Ancak kafirlerin savaş esnasında yaptıklan
telefler ise tazmini gerektirmemekle birlikte haramdır.
3. Bir isyancı, herhangi bir şüphenin söz konusu olmadığı bir
durumda adalet ehli bir kimsenin cariyesi ile cinsel ilişkide bulunsa kendisine
had cezası uygulanır. [Bu ilişkiden bir çocuk doğarsa] çocuk köle olur, çocuğun
nesebi o şahsa ait olmaz; çünkü bu şahsın ilişkiSi söz konusu durumda zinadır.
Kadın, tehdit altında ilişkide bulunmuşsa, isyancı değil de başkası tarafından
bu şekilde ilişkide bulunulması durumunda olduğu gibi ona mehir ödenmesi
gerekir. Bazıları bu meseleyi Nevevi"nin "tazmin yoktur"
şeklindeki mutlak ifadesinden istisna etmişlerse de bu kabul edilemez; çünkü
cinsel ilişki yoluyla, kadının cinsel menfaatini itlaf etmenin savaşla bir
ilgisi yoktur. Nevevi"nin ifadesi ise savaş konusu ile ilgilidir. Harbı,
başka bir şahsın cariyesi ile şüphe söz konusu olmaksızın ilişkide bulunsa
çocuk köle olur, nesep bağı olmaz, harbıye had uygulanmaz, kadın ilişkiye
zorlanmışsa harbı mehir ödemez; çünkü harbı, İslami hükümleri benimsemiş
değildir.
Bil ki tazminin söz
konusu olmadığı yukarıdaki durumlar, isyancıların güç sahibi olduğu ve
kendilerince bir yorumlarının söz konusu olduğu durumlardır. Bunlardan biri bulunmazsa
iki durum söz konusu olur ki Nevevi bunların birincisine şu şekilde işaret
etmiştir.
19. Kendince bir yoruma
dayanarak isyan etmiş olan ancak güç ve kudreti olmayan isyancı, tıpkı yol
kesicinin durumunda olduğu gibi isterse çatışma esnasında olsun telef ettiği
can ve malı tazminle yükümlüdür. [Bunun, yol kesiciye kıyas edilmesi tazmini
gerektirdiği gibi] ayrıca biz bu durumda olan kişilerden tazmini düşürürsek,
can veya mal telef etmek isteyen bir grubun bir bahane ileri sürerek
diledikleri bozgunculuğu yapmaları işten bile değildir. Bu ise siyasetle
bağdaşmaz.
20. Nevevi ikinci duruma
şu şekilde işaret etmiştir: Bunun aksi söz konusu olursa, yani [itaatten çıkan
kimselerin] güç ve kuvveti bulunmakla birlikte [onları isyana sürükleyen]
herhangi bir bahaneleri bulunmasa onun hükmü tazminin olup olmaması bakımından
isyancının hükmü gibidir. Daha önce geçtiği üzere daha güçlü görüşe göre
isyancılar savaş esnasında savaş zorunluluğundan kaynaklanan telefleri tazmin
etmediği gibi burada da durum böyledir. Çünkü isyancıların tazminle yükümlü
olmaması fitneyi sona erdirmek ve birliği sağlamak içindir. Aynı gerekçe burada
da bulunmaktadır. Bulkını buna karşı çıkarak bu durumdaki kimselerin tazminle
yükümlü olduğunu söylemiştir.
Not: 1. Nevevi'nin onların isyancılar gibi
kabul edileceğini söylediği durum, benim koyduğum kayıttan da anlaşılacağı
üzere tazminle ilgili hüküm bakımındandır. Çünkü önceden geçen mesele budur.
Onların hadleri uygulamaları veya insanlardan topladıkları [zekat, cizye vb.]
haklara gelince, şartı bulunmadığı için buna itibar edilmez. Rafii ve Nevevi
şöyle demiştir: "[Bir anlaşmazlığın halli için] onların hakemliğine
başvurmak konusunda diğer kimselerde olduğu gibi görüş ayrılığı
bulunmaktadır."
2. İrtidat eden bir grup insanın güç ve kuvveti bulunsa,
kendileriyle yapılan savaşta onlar mal ve can telef etseler, sonra tövbe edip
Müslüman olsalar bunları tazminle yükümlü olurlar mı yoksa isyancıların
tazminle yükümlü olmadığı gibi onlar da yükümlü olmaz mı? eş-Şerhu'l-kebır'de
bu konuda tercihte bulunulmaksızın iki görüş zikredilmiştir. İsnevi'nin
belirttiği üzere ilk görüş doğru olan görüştür; çünkü onlar İslam'a karşı suç
işlemişlerdir. Maverdi, kitaplarının çoğunda bunu İmam Şafii'nin ifadesi olarak
aktarmıştır.
Ezrai "daha uygun
olan görüş budur" demiştir. Mürtedlerin hakimlerinin hükmü hiçbir şekilde
yürürlük kazanmaz. Bu, eş-Şerhu'l-kebır'de belirtilmiştir.
3. İsyancılarla Yapılan
Savaşın Hukuku
Nevevi daha sonra
isyancılarla savaşın keyfiyetine ilişkin olarak şunları söylemiştir:
1. Devlet başkanı
isyancılara güvenilir, zeki ve nasihat eden bir kimseyi göndermedikçe onlarla
savaş etmez. Gönderilen kişi onlara niçin [devlet başkanına] karşı durduklarını
sorar. Şayet kendilerine haksızlık yapıldığını belirtiler veya başka bir
gerekçe zikrederlerse devlet başkanı bu gerekçeyi ortadan kaldırır. Buna rağmen
isyancılar [isyanlarında] ısrar ederlerse kendilerine öğüt verir ve ardından
onlara savaş ilan eder. İsyancılar süre isterse, bu şahıs idihad eder ve doğru
gördüğü şeyi yapar.
2. [isyancılarla yapılan
savaşta] arkasını dönüp gidenle, hareket edemeyecek hale gelenle ve esirleriyle
savaşılmaz.
3. İsyancı çocuk ve
kadın bile olsa savaş bitinceye kadar serbest bırakılmaz.
4. İsyancıların
topluluğu kendi iradesiyle itaat etmedikçe dağıtılır.
5. Savaş bitip de
onların tehlikelerinden emin olunduğu zaman silahları ve atları kendilerine
geri verilir. Bir zorunluluk olmadıkça bu, herhangi bir savaşta kullanılmaz.
6. Onların bize karşı
ateş ve mancınıkla savaşması veya bizi kuşatmış olmaları gibi bir zorunluluk
olmadıkça onlara karŞı ateş ve mancınık gibi büyük bir silah kullanılarak
savaşılmaz.
7. Onlara karşı kafir
birinden ve onlar arkasını dönüp giderken onları öldürmenin caiz olduğunu kabul
eden bir kimseden yardım istenmez.
8. Onlar bize karşı ehli
harpten yardım alırlar ve onlara eman verirlerse onların emanı bizim hakkımızda
geçerli değildir, daha doğru görüşe göre onlar hakkında geçerlidir.
9. Ehli zimmet, bizimle
savaş yapmalarının haram olduğunu bildikleri halde onlara yardım ederse onların
zimmet anlaşması bozulur. Baskı altında yardım ederlerse anlaşma bozulmaz. Yine
onlar "biz bunun caiz olduğunu sanıyorduk" veya "onların haklı
olduğunu sanıyorduk" derlerse mezhepte esas alınan görüşe göre anlaşma
bozulmaz. İsyancılara karşı savaşıldığı gibi onlara karşı da savaşılır.
21. Devlet başkanı;
güvenilir, zeki ve nasihatçi bir kimseyi isyancılara göndermeksizin onlara
karşı doğrudan savaşa başlamaz. Gönderilen bu şahıs isyancılara hoşlarına
gitmeyen şeyin ne olduğunu sorar. Bunun gerekçesi Hz. Ali'nin uygulamasıdır.
Zira Hz. Ali, Abdullah İbn Abbas'ı Nehrevan ehline [yani Haricilere] göndermiş,
[onun kendileriyle yaptığı görüşmeler sonucunda] bazıları isyandan dönmüş,
bazıları ise direnmiştir.
Not: Nevevi'nin ifadesinin zahirinden, elçi
göndermenin gerekli olduğu anlaşılmaktadır. eş-Şerhu'l-kebir ve
eş-Şerhu's-sağir'deki ifadelerin zahirinden de bu anlaşılmaktadır.
İbnü's-Sabbağ ve
başkaları bunu açık olarak ifade etmişlerdir. el--Matlab adlı eserde şöyle
denilmiştir: "İmam Şafiı'nin ifadesinin zahirinden de bu anlaşılmaktadır.
Alimlerimiz bunu açık olarak ifade etmiştir." Kadı Ebu't-Tayyib'in Ta'llk
adlı eserinde bunun müstehap olduğu belirtilmiştir.
22. İsyancılar, itaatten
kaçınmalarına sebep olarak kendilerine yönelik bir haksızlık yapıldığını
zikrederlerse veya bir şüphe [gerekçe] ileri sürerlerse devlet başkanı bu
haksızlık / gerekçeyi giderir; çünkü onlarla savaşılmasının amacı kendilerinin
itaate dönmesidir. Onların kötülüğünü def etmek, saldırgan bir kimseyi
öldürmeksizin def etmek gibidir. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:
"Azgınlık / taşkınlık yapanlar Allah'ın emrine dönünceye kadar onlarla
savaşın" [Hucurat, 9] Burada kasıt Allah'ın kitabı ve Resulullah (s.a.v.)'ın
sünnetine dönmeleridir.
23. Haksızlık ve şüphe
sebebi giderildiği halde isyancılar isyanda ısrar eder ve herhangi bir gerekçe
zikretmezlerse, devlet başkanı [gönderdiği elçi aracılığıyla] onlara öğüt
verir, uyarır, isyanın başlarına yol açabileceği kötü sonuçları belirterek
onları sakındırır, itaate dönmelerini ister. Çünkü bu, amacın gerçekleşmesine
daha yakın bir davranıştır. Yine ısrar ederlerse onları münazaraya davet eder.
Şayet bunu kabul etmezlerse veya kabul ettikleri halde yenilirlerse ve yine
isyana devam ederse o taktirde kendilerine savaş ilanında bulunur. Çünkü Allah
önce ıslahı, sonra savaşmayı emretmiştir. Allah'ın sonraya bıraktığı bir şeyi
öne almak caiz değildir.
Not: Devlet başkanı, ancak kendi askerı güç ve
kudretinin isyancılara karşı yeterli olabileceği durumda onlara karşı savaş
ilan eder. Aksi taktirde onlara karşı güç kazanıncaya kadar bunu erteler. Çünkü
bu durumda ihtiyata uygun olan budur. Bu, el-Bahr adlı eserde imam Şafil'nin
açık ifadesi olarak aktarılmıştır. Söz konusu [güç ve kudreti toplama]
durumlunıda onlara karşı savaşmak farzdır; çünkü Maverdi'nin belirttiğine göre
sahabe, şu beş durumdan birisi bulunduğunda bunun yapılması gerektiği konusunda
icma etmişlerdir:
1. isyancıların, adalet
sahibi kimselerin dokunulmaz bölgelerine taarruzda bulunmaları,
2. isyancılar sebebiyle
kafidere karşı cihadın duraksaması,
3. isyancıların, devlet
hazinesinde olan şeylerden hak etmediklerini almaları,
4. isyancıların
vermeleri gerekli olan hakları vermemeleri,
5. Halk tarafından
kendisine biat edilmiş olan devlet başkanını görevden almak için isyancıların
işbirliği yapması.
İsyancılar, adalet
ehlinden ayrılmakla birlikte vermeleri gereken hakları engellemese, hakkı
olmayan şeye tecavüz etmeseler bu durumda onlara karşı savaşmak toplumu bölmüş
olmaları sebebiyle caizdir, ancak devlete itaat ettikleri görüntüsü verdikleri
için onlarla savaşmak zorunlu değildir.
24. İsyancılar devlet
başkanından süre isterlerse devlet başkanı süre verip vermeme konusunda idihad
eder, doğru gördüğü şeyi yapar. Şayet onların süre istemelerinin şüpheyi
gidermek için düşünme amacıyla olduğu kanaatine varırsa, onların gerçeği
görebilmeleri için onlara süre tanır. Süre istemelerinin, asker toplamak,
kendilerine katılacak yardımcıları beklemek için süre kazanmak amacıyla olduğu
kanaatine ulaşırsa onlara süre vermez. Savaşı süresiz olarak terk etmeyi
isterlerse bu isteklerine olumlu karşılık verilmez.
Not: Nevevi'nin ifadesinden isyancılara tanınacak
sürenin bir sınırının olmadığı anlaşılmaktadır ki bu doğrudur. Bunu belirlemek
devlet başkanının karanna bağlıdır. et- Tehzib'te "bir iki gün"
denilmiş, el-Mühezzeb'te "üç gün" denilmiştir.
Yine Nevevi'nin
ifadesinden, isyancılarla yapılacak savaşta yukanda belirtilen aşamalara riayet
edilmesinin zorunlu olduğu anlaşılmaktadır ki bu doğrudur. Nitekim Cüveym bunu
açık olarak ifade etmiş ve şöyle demiştir: "Bu, saldırganı def etme
konusunda nasıl en hafif olan yöntemle başlanıyorsa o şekilde yapılır."
25. Şayet devlet başkanı
da isyancılar konusunda bizim düşündüğümüz gibi düşünürse isyancılar içinden
savaş esnasında arkasını dönüp gidenlerle [kaçanlarla], silah bırakanlarla,
savaşmaktan yüz çevirenlerle, yaralanarak zayıf düşmüş olanlarla, esirlerle
savaşılmaz. Zira ayette "onlar hakka dönünceye kadar [orılarla
savaşın]" [Hucurat, 9] buyrulmuştur. Bu [ayetin aslında geçen -tefi'-
kelimesinin masdarı olan] "fey'e (te)" yenilerek savaştan dönmektir.
İbn Eb! Şeybe'nin hasen
bir senetle nakletliğine göre Hz. Ali, Cemel savaşında ordusunun münamsine
şöyle bağırmasını emretti "Arkasını dönüp giden takip edilmesin. Yaralılar
öldürülmesin. Esirler öldürülmesin. Kapısını kapatan güvenliktedir. Silahını
bırakan güvenliktedir. "(Musannef, Cemel, 8, 710)
26. Nevevi'nin
"arkasını dönüp giden" ifadesinden, savaş taktiği olarak gidenler
veya yakında bulunan başka bir birliğe katılarak birlikte savaş yapmak için
gidenler istisna edilir. Ancak uzakta bulunan bir birliğe katılmak için dönüp
gidenlerin durumu farklıdır.
Yine yenildiklerinde
liderlerinin sancağı altında toplananlar bundan istisna edilmiştir.
Bunlar, itaate dönünceye
kadar kendileriyle savaşılır. Cüveyn! "veya dağılıncaya kadar"
demiştir.
Not: el-Muharrer'de "geri dönenle
savaşılmaz" denilirken diğer eserlerde "geri dönen öldürülmez" denilmiştir.
Bu, Nevevi'nin ifadesinden daha iyidir; çünkü yara alan kimse ve esirle
savaşılmaz.
Bunların öldürülmesinin
yasak olması ifadesinden onlan öldürenlere kısas uygulanacağı anlaşılmaktaysa
da daha doğru görüşe göre Ebu Hanife'nin bu konudaki farklı görüşü sebebiyle
onlan öldürene kısas uygulanmaz.
27. İsyancılardan esir
alınanlar salınmaz, Maverm ve başkalarının açık ifadelerine göre hapsedilir.
Çünkü onların hapsedilmesiyle isyancılar zayıflar. [isyancılar grubunda yer
alan kişi] çocuk, kadın veya köle olsa bile [hapsedilir].
28. Bunlar, savaş
bitinceye ve toplulukları dağılıp da kötülüklerinden emin olununcaya kadar
hapsedilirler. Böylece onların kötülükleri yok edilmiş olur, bir daha yeniden
dönme ihtimalleri kalmamış olur.
Not: NeveVi"nin ifadesinin zahirinden,
isyancıların topluluklan dağılıncaya kadar onların hapsedilmelerinin devam
edeceği anlaşılmaktadır. Bu, savaşa ehil olan hür erkekler hakkındadır. Aynı
şey savaşa katılan çocuk, kadın, köle ve yaşlı için de söz konusudur.
Bunların ilk ikisiyle
[çocuk ve kadın] ilgili olarak Cüveynı ve başkaları bunu belirtmiştir.
Diğer ikisi de bunlar
gibi değerlendirilir. Bunlar savaşa katılmamışlarsa savaşın bitmesiyle birlikte
-isyancıların geri dönmesi korkusu bulunsa bile- bu şahıslar hapisten salınır.
29. Esir olan kişi kendi
isteğiyle devlet başkanına itaat eder, isyandan taate dönüş yaparsa o zaman
savaş bitmeden önce salınır.
Not: Bu istisna, hür erkeğe özgüdür. Çocuklar
ve kölelerin ise biat etmesi söz konusu değildir.
30. Savaş bittiğinde ve
isyancıların dağılması veya itaati kabul etmesi sebebiyle onların
kötülüklerinden emin olunduğunda onların silahlarının ve atlarının kendilerine
geri verilmesi gerekir. Çünkü bu durumda, tehlike ortadan kalkmıştır.
Not: Onların silahlarının ve atlarının kendilerine
geri verilmesinden anlaşıldığına göre onların savaşta yardım olarak
kullanmadıklan mallarının evleviyetle kendilerine geri verilmesi gerekir.
31. Savaşta veya başka bir
durumda onların silahlan, atları veya başka malları kullanılmaz, yani bunları
kullanmak haramdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şu sözü [bu durumu da
kapsayan] genel bir ifadedir:
> Bir Müslümanın malı
ancak kendi gönül rızasıyla helal olur. (Müsned, 5, 72)
Ancak bir zorunluluk
olursa, örneğin adalet ehlinin mağlup olması tehlikesi var ve isyancıların
atlarından başka atlar da bulamazlarsa o zaman adalet ehlinin bu atlara
binmeleri caiz olur. Yine isyancıların silahından başka kendilerini savunacak
başka bir şey bulamazlarsa bu silahları kullanmaları caiz olur.
Not: Bu hüküm şunu gerektirir: "Savaşta
zorunluluk sebebiyle isyancıların at ve silahları kullanılırsa bunların
ücretini ödemek gerekir. Nitekim kişi zorda kalıp başkasına ait yiyeceği yese
bunun bedelini ödemesi gerekir." el--Envar'da daha doğru bulunan görüşe
göre ise bu gerekmez; çünkü daha önce geçtiği üzere savaşta itlaf edilen şeyin
tazmin edilmesi gerekmez. Bu mesele, zorda kalanın bir şey yemesinden şöyle
ayrılır: Orada zorunluluk hali, zaruret durumunda kalan kimseden
kaynaklanmıştır. Bizim meselemizde ise şöyle olmayıp mal sahibinden
kaynaklanmıştır.
32. İsyancılara karşı
savaşta ateş, mancınık, sel, aslanlar ve yılanlar göndermek vb. öldürme
konusunda büyük yöntemlere başvurulmaz; çünkü amaç onları itaate döndürmektir.
Onlar itaate dönmek istemiş olabilirler ancak bu yönteme başvurulduğunda buna
imkan bulamazlar. Sahih hadiste "ateşle ancak ateşin rabbi azap eder"
buyrulmuştur. (Buhari, Cihad,3016)
Not: Nevevi "tümünü öldürecek (katliam
yapacak) olan bir silah kullanılmaz" demiş olsa daha iyi olurdu, çünkü
savaş aleti büyük olduğu halde düşmanların tümünü öldürmeyebilir.
Burada yasak olan
şeyonların tümünü öldürecek olan silahtır; çünkü böyle bir silah, kadınlar ve
çocuklar gibi öldürülmesi caiz olmayan kimseleri öldürebilir.
33. Bu yöntemler ancak
zorunluluk halinde uygulanabilir. Örneğin onlar bize karşı bu yöntemleri
kullanırlarsa veya bizi kuşatarak toptan öldürmeleri tehlikesi söz konusu
olursa onları kendimizden def etme zorunluluğumuz söz konusu olursa o zaman bu
silahlar kullanılabilir. Bunları kullanmadan mesela başka bir yere intikal
ederek onlardan kurtulmak mümkün olursa, bu silahları kullanarak onlarla
savaşmayız.
Not: İsyancılar bir şehre veya kaleye sığınırlar
da [toplu öldüren mancınık vb.] silahları kullanmaksızın onları istila etmek
mümkün olmazsa -yukarıda belirttiğimiz gerekçeyle- onlarla savaşmak caiz olmaz.
Ayrıca bir şehir veya kaleyi, orayı fethetme konusunda hile yapmaları
beklenilen bir grubun elinde terk etmek onları toptan öldürmeye göre maslahata
daha uygundur.
Devlet başkanının uygun
görmesi durumu dışında isyancılar bir kaleye sığındığında onlara yemek ve su
göndermeyip ambargo uygulamak caiz olmaz.
Savaşta kullanmadıkları
sürece atlarını öldürmek, ağaçlarını ve ekinlerini koparmak caiz olmaz.
Mütevelll'nin belirttiği
üzere isyancılara karşı yapılan savaşta adalet ehli olan bir kişi isyancılardan
iki kişiye karşı sabretmekle yükümlüdür. Nitekim bir Müslüman da iki kafire
karşı sabretmekle yükümlüdür. Savaş taktiği veya başka bir gruba katılma niyeti
dışında onlara sırt çevrilmez.
İmam Şafii şöyle
demiştir: "Adalet sahibi kişinin, isyancılar içinde evlenmek haram olacak
derecede bulunan yakınını öldürmeyi kastetmesi mekruhtur."
İsyancıların ülkesi,
İslam ülkesi hükmündedir. Orada, had cezası uygulamayı gerektiren bir durum söz
konusu olursa devlet başkanı orayı ele geçirdiğinde bunu uygular.
Müşrikler, isyancılardan
bir grubu ele geçirdiklerinde, adalet ehli onları kurtarma imkanına sahip ise
bunu yapmaları gerekli olur.
34. [Müslüman]
isyancılara karşı yapılan savaşta -zımm! olsun olmasın- kafirden yardım
alınmaz; çünkü kafiri Müslüman üzerine [onun canı ve malına] musaHat etmek haramdır.
Bu sebeple kısasta hak sahibi olan bir Müslümanın, kısası uygulamak için bir
kafi ri vekil kılması caiz olmadığı gibi devlet başkanının, Müslümanlara had
cezası uygulamak üzere bir kafiri ceHad olarak edinmesi de caiz değildir.
Not: Alimlerin ifadesinin zahirinden, bir
zorunluluk söz konusu olsa bile bunu yapmanın caiz olmadığı anlaşılmaktadır.
Ancak etT etimme adlı eserde zorunlu hallerde onlardan yardım istemenin caiz
olduğu açıkça ifade edilmiştir. Ezrai ve başkaları "uygun olan da budur"
demiştir.
35. Yine isyancılara
karşı yapılan savaşta isyancılar arkasını döndükten sonra onların
öldürülebileceği görüşünde olanlardan yardım alınmaz. Bu görüşte olan kişi
ister düşmanlığından, isterse Hanefi mezhebinde olduğu için bunu mübah sayan
kimselerden olsun fark etmez.
Şafii mezhebinde olan
kişinin Hanefi vb. birini yerine halife bırakması bundan farklı olup arada şu
fark vardır: Halife kendi görüş ve içtihadıyla hareket eder. Oysa burada
belirtilen kişiler devlet başkanının görüşüne bağlı olduklarından onların
hareketleri devlet başkanına nispet edilmektedir. Bu durumda onların, devlet
başkanının içtihadına aykırı hareket etmeleri caiz değildir.
ihtiyacın gerektirmesi
sebebiyle onlardan yardım istenmesi bu hükümden istisna edilir.
Rafii ve Nevevi şöyle
demiştir: Bu iki şartla caiz olur:
1. Tam cesaret sahibi
olması,
2. isyancılar
yenildildikten sonra onların peşine düşmek isterlerse onları def etmenin mümkün
olması.
Maverdi üçüncü olarak şu
şartı eklemiştir: Onlara arkasını dönüp gidenleri kovalamamaları ve yaralıları
öldürmemenin şart koşulması ve onların bu konuda verecekleri söze güvenilmesi.
36. isyancılar bize
karşı ehli harpten yardım alsalar ve onlara eman verseler onların verdiği eman
bizim hakkımızda geçerli olmaz; çünkü eman, Müslümanlarla savaşmayı terk
etmeleri için verilir, onlarla savaşmaları şartıyla verilen eman geçerli olmaz.
Bu durumda bizim onların mallarını ganimet olarak almamız, onları
köleleştirmemiz, esirlerini, kaçanlarını ve yaralılarını öldürmemiz caizdir.
Şayet ehli harp "biz, bir kısmınıza karşı diğerinize yardım etmenin caiz
olduğunu zannetmiştik ve onların da haklı olduğunu, haklı olana yardım etme
yetkimiz bulunduğunu zannetmiştik" deseler veya "biz onların
kafirlere karşı bizden yardım ettiğini zannetmiştik" deseler ve -Cüveynı
ve Gazali'nin ehli zimmet hakkında daha sonra gelecek açıklamalarından
anlaşıldığı üzere- bu söylediklerinin doğru olması mümkün olsa onları güvende
olacakları yere ulaştırırız ve onlara da isyankarların hükmünü uygularız.
Onların bu özürleri
sebebiyle eman isteklerine olumlu cevap vermeyiz.
37. [Yukarıdaki durumda,
isyancıların ehli harbe verdikleri eman isyancılar açısından yürürlükte olur
mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
isyancıların emanı onlar hakkında yürürlükte olur; çünkü isyancılar onlara
güvenlik sözü vermiş ve kendilerinden de güvenlikte olmuşlardır.
İkinci görüş
Yürürlükte olmaz; çünkü
bu, Müslümanlarla savaş yapma karşılığında verilmiş bir emandır.
38. İsyancılar bizimle
savaşma şartı olmaksızın onlara eman vermiş olsalar bu eman hem biz hem de
isyancılar hakkında geçerli olur. Bundan sonra, bize karşı savaşta ehli harpten
yardım alsalar ve onlar da bizimle savaşsa İmam Şafii'nin açık ifadesine göre o
zaman ehli harbin emanı bizim hakkımızda bozulur. Kıyasa göre eman akdinin
onlar hakkında da bozulması gerekir.
Not: Nevevi'nin "onlara eman verseler"
ifadesini "onlardan yardım alma" meselesine atfetmesi, bunun ondan
farklı olduğunu hissettirmektedir ki Maverdi'nin sözünün zahirinden bu
anlaşıldığı gibi Mütevelli bunu açık olarak ifade etmiştir.
Nevevi "ehli
harp" diyerek aşağıda gelecek sözün kapsadığı şeyi dışarıda bırakmıştır.
39. Ehli zimmet, bizimle
savaşmanın haram olduğunu bilerek kendi iradeleriyle isyancılara yardım etseler
onların anlaşması bozulur. Bu, tek başlarına bize karşı savaş açmalarına
benzer. Bu durumda onların hükmü ehli harbin hükmü gibi olur; gerek bize dönük
iken gerekse arkalarını dönüp giderken öldürülürler.
Not: el-Beyan adlı eserde "ehli harbe verilen
emamn isyancılar açısından bozulmuş olup olmadığı konusundaki görüş aynlığı,
ehli zimmetin antlaşması için de geçerlidir" denilmiş olsa da alimlerin
mutlak ifadesinden çıkan sonuç, bu durumda ehli zimmetin antlaşmalanmn isyancılan
da kapsayacak şekilde bozulmuş olacağıdır.
Savaşa başladıktan sonra
herhangi bir şeyi telef etseler bunu tazmin etmezler.
40. Ehli zimmet,
[isyancıların] zorlamasıyla onlara yardım etmişlerse, ikrah bir şüphe teşkil
ettiğinden onların antlaşması bozulmuş olmaz.
Not: Mütevelli ve Bendenicl "onların
zorlanmış olduklarının devlet başkanı nezdinde sabit olmuş olması şarttır"
demişse de Rafii ve Nevevi'nin ifadelerinin zahirinden onların "bizi
zorladılar" demelerinin yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Çoğunluğun mutlak
ifadesinin zahirinden de bu anlaşılmaktadır. Bu, ehli zimmet hakkındadır.
[İslam ülkesi vatandaşı olmayıp] kendileriyle antlaşma yapılanlara gelince,
Rafii ve Nevevi'ye göre şahitler olmadıkça onların "biz ikrah albnda bunu
yaptık" iddiaları kabul edilmez. Çünkü ehli zimmetin emanı
antlaşmalılardan daha güçlüdür. Nitekim devlet başkanı antlaşma yapılan
şahısların ihanet edeceğinden endişelenirse antlaşmayı bozar, ama ehli zimmete
bunu yapamaz.
Nevevi
"bilerek" ifadesiyle aşağıdaki dışarıda bırakmıştır.
41. Şayet ehli zimmet
"bizim, Müslümanların bir kısmına karşı diğerlerine yardım etmemizin caiz
olduğunu sanıyorduk" veya "onların kafirlere karşı yapılan savaşta
bizden yardım istediğini sandık" derlerse ve el-Basit'in işaret ettiği üzere
onların doğru söylemesi mümkün olsa, belirtilen zan sebebiyle onların anlaşması
bozulmaz.
42. Ehli zimmet
"biz isyancıların yaptıkları şeylerde haklı olduğunu ve bizim de ardara
yardım etmemiz gerektiğini sandık" derlerse mezhepte esas alınan görüşe
göre onlar, özürlerinin bulunması yanında ayrıca Müslümarılardan bir grupla
uyumlu olduklarından antlaşmaları bozulmaz.
Orıların bilmediklerini
iddia ettikleri durumda Cüveynı ve Gazzali'nin belirttiği üzere doğru söylüyor
olmalarının mümkün olması gerekir. Aksi taktirde onların iddiası kabul edilmez.
Rafii iki şerhinde
"onların haklı olduğunu sandık" ifadesinden sonra "bizim haklı
olana yardım etmemiz gerektiğini" ifadesini de zikretmiştir. Aksi taktirde
onların haklı veya haksız olanlarla savaşma yetkileri yoktur.
el-Veciz'de bu kaydı
terk etme konusu tartışılmış, Nevevi burada olduğu gibi Ravdatü't-talibin'de de
bu kaydı zikretmemiştir. Nitekim ben onun sözünü açıklarken bunu belirttirm.
Nevevi'nin
"antlaşma bozulur" ifadesinden anlaşıldığına göre onlar böyle bir
iddiada bulunsalar bile tıpkı doğrudan bize karşı savaş açmaları durumunda
olduğu gibi antlaşma bozulur.
43. Nevevi'nin bu
şekilde ifade etmesi, ikrah altında olan kişinin antlaşmasının bozulmayacağı
konusunda görüş ayrılığı bulunmadığı anlamına gelirse de bu kastedilmemiş olup
bu konuda iki rivayet bulunmaktadır. Nevevi iki meseleyi tek bir ifadeyle
ortaya koysa daha iyi olurdu.
Not: Görüş aynlığının olduğu durum, devlet başkanı
tarafından zimmet ehli ile antlaşma yapılırken onlara bizimle savaşmama
şartının koşulmadığı durumdur. Aksi taktirde [böyle bir şart koşulmuşsa] o
zaman onların antlaşması kesin olarak bozulur.
Ehli zimmet,
isyancılarla savaşsa doğru görüşe göre onların antlaşması bozulmaz; çünkü
onlar, devlet başkanının savaşması gereken kimselerle savaşmışlardır.
44. Yukarıda ehli
zimmetin antlaşmalarının bozulmadığını söylediğimiz üç meselede ehli zimmete
karşı, tıpkı isyancılara karşı olduğu gibi savaş yapılır. Çünkü Müslümanlık
nasıl ki isyancıların kanını akıtılmaktan koruyorsa bunlara verilen güvenlik de
onların canını korumaktadır. Ancak antlaşmalan bozulduğunda onların hükmünün ne
olacağı cizye bölümünde zikredilecektir.
Not: Nevevi'nin kendileriyle savaşılması konusunda
onlan isyancılara benzetmesi şunu gerektirir: "Savaş esnasında telef
ettikleri şeyleri tazminin gerekli olmaması bakımından onlar da isyancılar gibi
değerlendirilir." Bu doğrudur; çünkü biz, isyancıların kalplerini itaate
meylettirmek için onlar üzerinden tazmin yükümlülüğünü kaldırdık ki tazmin
yükümlülüğü onları itaatten kaçırmasın. Ehli zimmet zaten devlet başkanının
kontrolü altındadır.
Onlar üzerine kısas
gerekli olur mu? Ravdatü't-talibin ve eşŞerhu'l-kebir'de bu konu herhangi bir
tercih yapılmaksızın aktarılmıştır. Bulkınl'nin belirttiğine göre kısasın
gerekli olması tercihe şayan olan görüştür. O "İmam Şafil'nin açık
ifadesinin zahirinden bu anlaşılmaktadır" demiştir.
"Ehl-i zimmet"
ifadesi diğer antlaşmalıları ve kendilerine eman verilen kimseleri dışarıda bırakmaktadır.
[Onlar isyancılarla birlik olup bize karşı savaşırlarsa] onların antlaşmaları
bozulur, zorlama hali dışındaki mazeretleri kabul edilmez. Rafii ve Nevevi' den
yaptığımız aktarımda da geçtiği üzere zorlama iddiasında bulundukları taktirde
şahit getirmeleri zorunludur.
Bir ayrıntı
İki isyancı grup
birbiriyle çalışsa devlet başkanı bunu yapmalarını engeller, taraflardan birine
karşı diğerine yardım etmez. Her ikisini engelleyemezse, hangisi hakka daha
yakın ise onlarla birlikte diğerine karşı savaşır. Şayet savaş yapılan grup
isyana son verirse diğer grubu itaate davet etmeksizin onlarla haber
vermeksizin savaşmaz; çünkü onlardan yardım istemekle kendsinin güvencesine
girmişlerdir.
Her iki isyancı grup
eşit ise Maverm'nin belirttiğine göre devlet başkanı hangisi sayısalolarak daha
az ise onu sonra da yurt bakımından kendisine daha yakın olanı kendisine ekler.
Sonra bu iki grup konusunda idihad eder. Kendisine eklediği ile birlikte
diğerine karşı savaşır. Bu savaşta kendisine eklediği gruba yardım etmeyi değil
diğerini def etmeyi amaçlar.
İsyancılar devlet
başkanı ile birlikte müşriklere karşı savaşırlarsa, ganimetlerin hükmü
açısından antlaşmalılarla aynı durumda olurlar. Bunlardan adam öldüren kimseye,
tıpkı adalet ehlinde olduğu gibi öldürdüğü kimsenin üzerinden çıkanlar verilir.
İsyancılar bir müşrikle
antlaşma yapsalar biz ondan uzak dururuz. Yani antlaşmalı olmayan harbıyi
kastettiğimiz gibi onu kastetmeyiz.
Savaşta, adalet ehlinden
biri yine adalet ehli bir kimseyi öldürse ve "ben onu isyancı
sanmıştım" dese buna dair yemin eder. Özür bulunduğu için kısas uygulanmaz
ama diyeti ödemesi gerekli olur.
Adil bir kimse
tarafından kendisine güvence verimiş olan bir isyancıyı adil bir kimse kasten
öldürse, güvence veren kişi köle veya kadın da olsa öldüren şahsa kısas
uygulanır. Şayet eman verildiğin bilmiyorsa diyet ödemesi gerekir.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN