KADA - YARGI / YARGIÇ |
YARGILAMANIN / HAKiMLİK
YAPMANIN HÜKMÜ
Yargılama yapmak /
hakimlik farz-ı kifayedir. Şayet kişi üzerine farz-ı ayn olursa görevi talep etmesi
gerekli olur. Aksi takdirde bakılır: Başka bir kimse bu göreve daha layık olup
görevi üstleniyorsa daha az faziletli olan kimsenin görevi kabul etmesi
caizdir. [Zayıf] bir görüşe göre mekruhtur. [Zayıf] bir başka görüşe göre ise
haramdır. Şayet görevi üstlenen kişi onunla aynı özellikte ise o zaman bu
şahsın görevi kabul etmesi caizdir.
Kişi adı-sanı duyulmamış
bir şahıs olup hakimlik görevini kabul ettiğinde ilmi yaymayı ümit ediyorsa
veya rızka muhtaç ise görev talebinde bulunması menduptur. Aksi takdirde
talepte bulunmaması daha iyidir. Ben [Nevevi] derim ki: Doğru görüşe göre [bu
durumda] talepte bulunması mekruhtur. Allah en iyisini bilir.
Kişiye bunun farz-ı ayn
hale gelip gelmediği konusunda dikkate alınacak olan şey nahiyedir.
1. Devlet başkanı
tarafından hakim olarak atanmayı kabul etmek, o bölgede bu işe ehil olan kimse
açısından farz-i kifayedir.
Farz olduğunun delili
"Adaleti ayakta tutun" [Nisa, 135] ayetidir. Ayrıca insanların
tabiatında başkalarına zulmetme, haklarını vermeme özelliği bulunmaktadır. Bu
konuda insaflı davranan insan sayısı azdır. Devlet başkanı, insanlar arasında
meydana gelen [bütün] anlaşmazlıkları tek başına çözüme kavuşturamaz. Bu yüzden
hakimlerin tayin edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Bunun farz-ı kifaye olduğunun
delili şudur: Hakimlik iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama türünden bir
fiildir. Bu ikisi ise farz-ı kifayedir. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali'yi
(r.a.)
Yemen'e hakim olarak
gönderirken Hz. Ali şöyle dedi: "Ey Allah'ın elçisi! Sen beni onlar arasında
hüküm vermem içn gönderiyorsun ama ben yargılama işinden anlamayan genç
birisiyim. "Bunun üzerine Allah Resulü onun göğsüne vurarak "Allah'ım
onu doğru yola ilet, dilini [doğru sözde] sabit kıl". Hz. Ali şöyle dedi:
"Çekirdeği yara n ve insanı yaratan Allah'a yemin ederim ki [bu duanın
bereketiyle] ben iki kişi arasında verdiğim hiçbir hükümde şüpheye düşmedim.
"(İbn Mace, Ahkam, 2310; Hakim, Müstedrek, 3, 135. Hakim bu hadisin sahih
olduğunu söylemiştir)
Hz. Peygamber (s.a.v.)
Attab bin Esıd'i Mekke'ye vali ve kadı olarak tayin etmiş, Muaz'ı
Yemen'e hakim olarak
tayin etmiş, Hz. Ebu Bekir de Enes'i Bahreyn'e, Hz. Ömer ve Ebu Musa
el-Eş'arl'yi Basra'ya göndermiştir. Eğer bu farz-ı ayn olsaydı bir kişi yeterli
olmazdı.
Kadı Ebu't-Tayyib'ten bir
nakle göre şehirlerde hakimlerin tayin edilmesi müstehaptır.
İbnü'r-Rif'a "bu
görüşü ondan başkasında görmedim" demiştir.
2. Meşhur görüşe göre
hakimlik yapmaya elverişli olan kişi farz olan hakimlik görevini yerine
getirdiğinde diğer insanlar üzerinden farziyet düşer. Şayet [bu işe ehil
olanların tümü] hakimlikten kaçınırsa günaha girerler. Bu durumda doğru görüşe
göre devlet başkanı işe ehil olanlardan birini buna zorlar.
3. "Hakimlik
atamasını kabul etmek" ifademiz devlet başkanının bir kimseyi hakim tayin
etmesi meselesini dışarıda bırakmaktadır. Zira devlet başkanının bunu yapması
kendisine farz-ı ayndır. Çünkü bu yetki onun genel yetkisi kapsamında olup
sadece onun tarafından gerçekleştirilebilir. Devlet başkanının, kendisinden
hakim tayin edilmesi konusunda istekte bulunulmasını beklemesi caiz değildir;
çünkü bu, riayet edilmesi gereken haklardandır.
Siyer bölümünde geçtiği
üzere devlet başkanı günü birlik gidip gelinebilecek uzaklıktaki her mesafeye
bir hakim tayin etmesi, namazların kısaltılabileceği uzaklıktaki her mesafeye
de bir müftü tayin etmesi gerekir. Yine orada bu ikisi arasındaki fark
geçmişti.
4. Bulkıni şöyle
demiştir: Anlaşmazlık halinde olan iki kişi arasında yargılama işini yapmak
devlet başkanının bizzat kendisi veya onun atadığı kimse tarafından yerine
getirilmesi gereken bir farz-ı ayndır. Şayet hasımlar davayı devlet başkanının
tayin ettiği kişiye götürürlerse onun bu davaya bakması farz-ı ayndır. Bir
hakkın iptali veya anlaşmazlığı uzatma gibi bir durum söz konusu ise onun
davayı geri çevirmesi caiz değildir.
5. Bir bölgede hakimlik
yapacak nitelikte başka bir kimsenin bulunmayıp yalnızca bir kişinin bulunması
sebebiyle hakimlik farz-ı ayn hale gelirse, şayet hakimlik yapması kendisine
teklif edilmemişse onun talepte bulunması gerekir; çünkü buna ihtiyaç vardır.
Bu şahsın, hüküm verirken bir tarafa meyletme korkusuyla bundan uzak durması
mazur görülmez, diğer farz-ı aynlarda olduğu gibi görevi talep ve kabul edip
bir tarafa meyletmekten uzak durması gerekir.
Not: Ezral'nin belirttiği üzere kişinin görevi
talep etmesinin farz olduğu durum, talebine icabet edileceğini zannettiği
durumdur. Şayet dönemin ve o dönemdeki idarecilerin kötü olması sebebiyle bu
talebinin kabul edilmeyeceğini kesin olarak veya büyük ihtimalle biliyorsa
talepte bulunması gerekmez.
Bu durumda kendisine
hakimlik teklif edilirse kabul etmesi gerekir. Kabul etmekten geri durursa
günaha girmiş olur. Daha doğru görüşe göre devlet başkanı onu zorlayabilir.
Çünkü insanlar onun
bilgisine, düşüncesine zaruret derecesinde ihtiyaç duymaktadıriar.
Bu, zaruret halinde
kalmış bir kimseden yemeğini esirgeyen kişinin durumuna benzer.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Bu şahıs böyle bir durumda görevi kabul etmekten kaçınmakla
fasık olur. Alimlerin "kişi görevi kabul etmeye zorlanır" ifadesi
"öncelikle tövbe etmesi emredilir. Tövbe ederse hakimliğe zorlanır"
şeklinde yorumlanır.
Buna şöyle cevap
verilir: Bu kişi bu durumda fasık olmaz; çünkü böyle bir kişi hakimlikten uzak
dururken genellikle, bu konuda sakındırıcı uyarıları kendince tevil ederek ve
kendisinin bundan aciz kalacağını düşünerek, kendisine kötülüğü emreden nefsine
itimad etmemesi sebebiyle hakimlikten uzak durur. Kendince geçerli bir yoruma
dayanarak ictihad edip hakimlik görevini kabul etmekten kaçınan bir alim nasıl
fasık olur? O, bunu yaparken Allah'ın azabından kendisini kurtaracak olan şeyin
bu işe hiç bulaşmamak olduğunu düşünmektedir. O, bunun ancak kendisinin
itirafıyla bilinebilecek bir şeyolduğunu düşünüyor olabilir. Öyleyse uygun olan
sırf dinı endişeler veya bize gizli kalan bir takım özürler sebebiyle hakimlik
görevini kabul etmekten uzak durdu diye onun fasık olmadığı görüşüdür. Hatta
belirtildiği üzere kişi bu sebeple günaha da girmiş olmaz.
Bir dönemde devlet
başkanı bulunmasa insanlar alimlere müracaat ederler. Şayet o bölgede çok
sayıda alim varsa onların en bilgili olanına uyulur. Hepsi eşit olup birbiri
ile çekişme halinde olurlarsa Cüveyni'nin belirttiği üzere aralarında kur'a
çekilir.
6. Şayet bir bölgede
hakimlik yapmaya elverişli başka bir kişinin de bulunması sebebiyle kişi
üzerine hakimlik yapmak farz-ı ayn olmamışsa [burada şu iki durum söz konusu
olup] bakılır:
Birinci durum: Diğer
şahsın daha elverişli olması
Diğer şahıs hakimlik görevini
üstlenmeye daha uygun olup görevi üstlenmeye razı ise [buna rağmen daha düşük
konumda olan kişi hakimlik görevini üstlenebilir mi? Bu konuda mezhep içinde
iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
ondan daha düşük konumda olmakla birlikte ha kimliğe elverişli olan şahsın
görevi kabul etmesi caizdir. Bu, düşük konumda olan kişinin bir talebi
olmaksızın daha elverişli olan şahsın hakkından feragat etmesi halinde söz
konusu olur.
İkinci görüş
[Zayıf] görüşe göre ise
daha düşük seviyede olan kişinin görevi kabul etmesi caiz olmaz.
[Bu durumda şahsın
hakimlik görevini kabul etmesinin hükmü nedir? Bu konuda da iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
İlk görüşe göre kişinin
hakimlik görevini kabul etmesi mekruhtur; çünkü kendisinden daha iyi durumda
olan birisi bulunmaktadır.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
ise bu haramdır. Cüveyni "bu kişinin hakim olarak atanması caiz ise, caiz
olan bir şeyi talep etmek nasıl haram olabilir?" diyerek bunu problemli
görmüştür.
Bunun bir benzeri de
mescitte sadaka istemektir. Bu caiz değildir ama daha doğru görüşe göre talepte
bulunan bu kişiye sadaka verilmesi caizdir. Çünkü burada verme işi verenin
kendi isteğiyle olmaktadır. Diğer şahsın istemesi yok hükmündedir.
İkinci görüşe göre
talepte bulunması haramdır.
Not: Nevevi'nin "[hakimlik görevini]
üstlenir" ifadesinden şöyle bir anlam çıkmaktadır: "Görüş aynlığı
hakimlik görevini üstlenmeye razı olma ile ilgilidir. Şayet buna razı değilse
bu yok hükmündedir." Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'[-kebir'de belirtildiği
üzere bu doğrudur.
Bu hüküm ortada bir özür
yokken söz konusudur. Şayet fazilet yönünden daha düşük durumda olan kimseye
insanlar daha çok itaat ediyor ve o insanların gönül dünyasına daha yakın ise
yahut daha faziletli olan kimse ortada yok yahut hasta ise Maverdl'nin
belirttiği üzere hakimlik görevi, daha düşük konumda olan şahıs adına kesin
olarak geçerli olmuş olur.
İkinci durum: Hakimliğe
elverişli olan iki şahsın eşit olması
Şayet hakimliğe elverişli
iki şahıs bulunmakta olup bu şahıslardan biri talepte bulunmadan kendisinden
hakimlik görevini üstlenmesi istenmiş olsa bunu kabul edebilir; çünkü buna
ehildir. Daha güçlü görüşe göre kabul etmesi zorunlu değildir; çünkü başkası da
bunu yapabilecek durumdadır. Nitekim Tirmizl'nin rivayet ettiğine göre Hz.
Osman, İbn Ömer'in hakimlik yapmasını istediğinde o bu görevi kabul etmemiştir.
(Tirmizi, Ahk6m, 1322 )
Hüseyin bin Mansur
en-Nisaburl'ye Nisabur kadılığı teklif edildiğinde o üç gün gizlenmiş ve
Allah'a dua etmiş, üçüncü günün sonunda da vefat etmiştir.
Nasr bin Ali
el-Cehdamı'nin Basra kadısı olarak tayin edilmesi ile ilgili mektup kendisine
akşam vakti ulaştı. O "bu gece bir düşünüp yarın kararımı bildireyim"
dedi. Ertesi gün geldiklerinde onu ölmüş halde buldular.
Mekhul şöyle demiştir:
Hakim olmak ve öldürülme k şıklarından birini seçmek durumunda olsam
öldürülmeyi tercih ederim.
Halife Memun, İmam
Şafii'yi doğu ve batının kadısı olarak tayin etmek istediğinde İmam ŞafiI
bundan kaçınmıştı.
Halife Mansur, Ebu
Hanife'nin (r.a.) hakim olmasını istediğinde Ebu Hanife bundan kaçınmış, Mansur
kendisini hapse attırıp dövdürmüştür.
Kadı Taberi ve
başkalarının aktardığına göre Ve zir İbnü'l-Furat, Ebu Ali bin Hayran'dan
hakimlik görevini üstlenmesini istediğinde o kendisinden kaçtı. Evine yaklaşık
yirmi gün mühür vuruldu. Bu konuda şu şiir söylenmiştir:
> Hakimlik görevini
alsın diye Ebu Ali, Yirmi gün boyunca kapısına toprak vurdular.
Hakimlerden biri şu
şiiri söylemiştir:
> Hakimlik görevini
üstlendim, üstlenmez olaydım.
> Keşke kaza [kader]
hakimlikte yolumu kesseydi de temenni etmeseydim.
Bir başkası şöyle
demiştir:
> Keşke kadı
olmasaydım, keşke herşey bitip gideydi.
Not: NevevI'nin "kabul edebilir"
ifadesinden, kişinin nefsine uymaktan korksa bile hakimlik görevini kabul
etmesinin caiz olmasını gerektirir. Cüveyni ve Rafii "kişinin bundan uzak
durması uygun olur; çünkü en önemli ganimet selameti muhafaza etmektir"
demişlerdir. Bu ifadeden de hakimlik görevini almak üzere atılmanın yasak
olduğu anlaşılmaktadır ki zahir olan da budur. Hatta ez-Zehair adlı eserde bu
durumda hakimlikten kaçınmanın farz olduğu tek görüş olarak belirtilmiştir.
7. [Şu iki durumda]
kişinin hakimlik görevini talep etmesi menduptur:
> Kişi insanlar
arasında meşhur olmayan bir şahıs olup da hakimlik vesilesiyle ilmin
yayılmasını ve böylece insanların kendisini tanıması halinde ilmin
yayılmasından dolayı menfaat gerçekleşeceğini ümit ediyorsa,
> Tanınmayan bir
kimse olmamakla birlikte rızka muhtaç durumda olur ve hakimlik görevini
üstlendiğinde devlet hazinesinden kendisine yeterli olacak miktar, taat olan
bir şey sebebiyle kendisi için ha,sıl olsun diye bunu yapıyorsa hakimliği talep
etmesi mendup olur. Hakimlik taattir; çünkü adaletli davranmakta büyük sevap
vardır.
NevevI'nin bu
ifadesinden hakimlik görevi karşılığında rızık [maaş] almanın caiz olduğu
anlaşılmaktadır. İleride bu konu gelecektir.
Not: Zulüm veya acz sebebiyle haklar zayi olmuş
durumda ise veya cahil bir kimsenin hakimliği üstlenmesi sebebiyle yargı
kararları bozulduğundan kişinin hakimliği talep ederek bunu telafi etmeyi
istemesi menduptur, Allah Teala, peygamberi Hz. Yusuf'un şu ifadelerle görev
talebinde bulunduğunu bize haber vermiştir: "Beni, memleketin hazinelerinin
başına getir," [Yusuf, 55], Hz, Yusuf bunu kendi menfaati için değil
Allah'ın kullarına olan şefkati sebebiyle talep etmiştir,
8. Kişi tanınmayan bir
durumda da rızka muhtaç bir durumda da olmayıp yeterli kazancı varsa onun
hakimliği talep etmemesi daha iyidir, Çünkü bunda ihtiyaç olmaksızın riskli bir
şeye girişmek vardır. Bu kişi ilmi yaymak ve fetva vermekle uğraşır. Rafil'nin
eş-Şerhu'l-kebır'de belirttiği üzere Nevevi de bu durumda doğru görüşe göre
kişinin hakimliği talep etmesinin de hakimliği üstlenmesinin de mekruh olduğunu
belirtmiştir.
Çünkü bu konuda özel
rivayetler bulunmaktadır. Hakimlikten sakındıran diğer rivayetler ve seletin
hakimlikten kaçınması da bu şekilde yorumlanır. Diğer görüşe göre ise bu
durumda hakimliği talep etmekte de kabul etmekte de bir mekruhluk söz konusu
olmayıp sadece evla olana aykırı bir durum söz konusudur.
Not: 1,
Nevevi, hakimlik talep etmenin haramlığı kısmından söz etmemiştir. Maverdi
şöyle demiştir: "Bu, düşmanlarından intikam almak veya rüşvet alarak kazanç
elde etmek gibi amaçlarla hakim olmayı istemek durumunda söz konusu olur."
2. Kişinin övünmek,
başkalarına üstünlük kaslamak için hakimliği talep etmek mekruh kabul
edilmiştir. Buna kimileri itiraz etmiş ve konuyla ilgili hadislerin haramlığa
delalet etmesi sebebiyle bunun haram oldUğunu kabul etmişlerdir. Zahir olan da
budur.
Bu ayrım, ortada tayin
edilmiş bir hakim söz konusu değilse söz konusudur.
3. Şayet ortada zaten
bir hakim varsa bakılır:
Hakim hüküm vermeye
layık değilse hiç yok hükmündedir.
Hüküm vermeye layık ise
onun azledilmesini talep etmek -isterse bu hakim, talepte bulunandan daha düşük
seviyede olsun- haramdır. Böyle bir talepte bulunan kişinin adalet vasfı
ortadan kalkar. Şayet mevcut hakim azledilip onun yerine hakim olmak isteyen
kişi tayin edilirse zaruret durumunda onun hükmü geçerli olur. Ancak şer'!
asıllar dikkate alındığında onun hükmü geçerli olmaz.
4. Bu hüküm, hakim olmak
için herhangi bir mal harcamaksızın talepte bulunmakla ilgilidir. Şayet mal
harcanmışsa bakılır:
Eğer mal harcayan
kişinin hakim olması farz-ı ayn ise veya hakimlik yapması sünnet hükmünde olan
bir kimse ise onun bu iş için malını harcaması caizdir. Ancak bu malı alan kişi
almakla zulüm yapmış olur. Bu, iyiliği emretmenin ancak mal harcamakla mümkün
olması durumunda söz konusu olur.
Eğer mal harcayan
kişinin hakim olması farz-ı ayn değilse onun hakimliği talep etmesi sünnet
olmadığı gibi hakim olarak atanmak için mal harcaması da caiz değildir. Hakim
olarak atandıktan sonra azledilmemek için harcama yapması caizdir. Bu malı alan
kişi haksız yolla almış olur. Ravdatü't-talibin'de bu durumda kişinin hakim
olarak atanmak için mal harcamasının caiz olduğu belirtilmişse de bunun bir
yanlışlık olduğu belirtilmiştir.
5. Hakimlik niteliklerine
sahip olmayan bir kimsenin görevinden alınması için mal harcamaya gelicne; bu
müstehaptır. Çünkü insanlar bu yolla ondan kurtulmuş olur. Bu malı alan kişi
ise haksızlık yapmıştır.
6. Hakimlik niteliğine
sahip olan bir kimsenin görevinden alınması için mal harcanması ise haramdır.
Buna rağmen o hakim azledilir de harcama yapan kişi hakim olarak atanırsa
zaruret durumunda onun verdiği hüküm geçerli olur. Ancak şer'! usullerin normal
olarak uygulanabildiği durumda onun hakim olarak atanması batıl olup görevden
alınmış olan önceki hakim görevine devam eder. Çünkü rüşvet yoluyla birini
görevden almak haram olduğu gibi rüşvet alanın rüşvet vereni bir makama
getirmesi de haramdır.
9. Hakimlik görevinin
kişi açısından farz-ı ayn hale gelip gelmediğini belirlemede dikkate alınacak
olan şey bir şehrin nahiyesidir. Hakimliği talep ve kabul etmenin farz olup
olmadığında da ölçü budur. Hakimliğin kendisi için farz-ı ayn olduğu bir
kimsenin kendi nahiyesi dışındaki bir yerdeki kadılık görevini talep etmesi de
kabul etmesi de gerekmez; çünkü bu kendi yaşadığı yerden hicret edip vatanını
terk etmeyi gerektirir. Bu, diğer farz-ı kifayelerden şu açılardan farklıdır:
Diğer farz-i kitayeleri yerine getirip vatana dönmek mümkündür. Ancak hakimlik
görevine gelince, kişinin hakim olmasının tek seçenek olduğu bir belde halkının
ona ihtiyacı bulunduğu sürece hakimlik görevinin bir zaman sınırı yoktur.
10. eş-Şerhu'!-kebir'in
ifadesinin zahirinden anlaşıldığına göre bir nahiyede hakimlik yapmaya
elverişli iki kişi olsa, bunlardan biri hakim olarak tayin edilse diğer şahıs,
hakimliğe elverişli hiç kimsenin olmadığı bir başka nahiyede hakimlik görevini
üstlenmekle yükümlü olmaz.
Her ne kadar Bulkın! ve
ona tabi olan başkaları bu durumda kişinin hakimliği kabul etmesinin farz
olduğunu söylemişlerse de hüküm, belirttiğimiz gerekçe sebebiyle yukarıdaki
gibidir.
Not: Sonraki alimlerden birinin belirttiğine göre
günümüzde hakimlik görevine atananların hükmü, daha üstün konumda birinin
bulunup bulunmaması açısından müctehidlerin durumu gibidir. Gazali'nin el-Vaslt
adlı eserindeki şu sözü de bunu desteklemektedir:
Hakimlik görevine atanan
kişi mezhepte müctehidlik derecesine ulaştığında onu, bu dereceye ulaşmamış
kimseye öncelemek gerekir. Her ne kadar "ictihad" ile kayıtlanmışsa
da mukallidlerin en üst derecelileri dikkate alınır.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
HAKİMOE BULUNMASI
GEREKEN ŞARTLAR