MUĞNİ’L-MUHTAC

KADA - YARGI / YARGIÇ

 

HAKİMOE BULUNMASI GEREKEN ŞARTLAR

 

Nevevi daha sonra hakimlik görevine atanmak için kişide bulunması gereken şartları ele almaya başlayarak şöyle demiştir:

 

Hakimin Müslüman, mükellef, hür, erkek, adil, kulakları işiten, gözleri gören, konuşabilen, hakimlik için yeterli olan, müctehid olması şarttır.

 

[Müctehidde şu şartların bulunması gerekir]

 

Kitap ve sünnetten hükümlere ilişik olan şeyleri bilmek,

 

Kitabın hass ve ammını, mücmel ve mübeyyenini, nasih ve mensuhunu bilmek, Sünnetin mütevatir alanını ve olmayanını, muttasıl ve mürselini, ravilerin kuvvet ve zayıflık bakımından durumlarını bilmek,

 

Arap dilini lügat ve nahiv olarak bilmek,

 

Sahabe ve sonrasındaki alimlerin icma ve ihtilaf ettiği görüşleri bilmek,

 

Kıyası türleriyle bilmek.

 

Eğer bu şartları bir arada bulmak mümkün olmaz da gücü bulunan devlet başkanı bir fasığı veya mukallidi hakim olarak atarsa onun verdiği hüküm zaruret sebebiyle geçerli olur.

 

 

Müslüman olması

 

11. Hakim olarak atanan kimsede bulunması gereken şartların ilki hakimin Müslüman olması, yani kendisinde İslam şartının bulunmasıdır. Diğer şartlar da böyledir. 

 

Bu şart aslında hakimin adalet vasfına sahip olması şartına dahildir. Bu sebeple Nevevi, Ravdatü't-talibin'de bunu zikretmemiştir.

 

12. Bu şart gereğince kafir bir kimse Müslümanlar üzerine hakim olarak tayin edilemez. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur:

 

> "Allah müminler üzerinde kafirlere yol [yetki, üstünlük] vermeyecektir. " [Nisa, 141]

 

Hakimlikten daha büyük bir yol ve yetki yoktur.

 

13. Kafir, kafirler üzerine de hakim olarak tayin edilmez; çünkü hakim tayin etmenin amacı [her bir duruma uygulanacak] hükümleri [yargı kararlarını] kesinliğe kavuşturmaktır. Oysa kafir bunu bilmemektedir.

 

Zimmet ehline kendi içlerinden bir hakim atanması şeklinde süregelen uygulamaya gelince; Maverdi ve Ruyani şöyle demiştir: Bu hüküm ve yargılamada bulunma yetkisi olmayıp yalnızca reislik ve önderlik yetkisidir. Bu lideri n hükmü onun kendi kararıyla onlar hakkında bağlayıcı olmayıp onların benimsemesi sebebiyle bağlayıcıdır. Zımmıler onun yanında davalarını görmekle yükümlü değillerdir.

 

 

Mükellef olması

 

14. Hakimin mükellef yani akıl ve baliğ olması gerekir. Bu şart gereğince çocuk ve akıl hastası -isterse akıl hastalığı gel-git şeklinde kesintili olsun- noksan olmaları sebebiyle hakim olarak tayin edilemez.

 

Not:  Maverdi şöyle demiştir: Yükümlülüğün kendisine bağlandığı akıl yeterli olmayıp doğru düşünebilme, zeka, yanılma ve gafletten uzak olma, zekası ile müşkil meseleleri açığa kavuşturma, zor problemleri çözme yeteneğinin de bulunması gerekir.

 

 

Hür olması

 

15. Hakimin hür olması şarttır. Tümü veya bir kısmı köle olan kimse nasıl ki şahit olamazsa hakim olarak da atanamaz. Hatta onun hakim olamaması [şahit alamamasına göre] daha da önceliklidir.

 

 

Erkek olması

 

16. Hakimin erkek olması şarttır, kadın hakim olarak tayin edilemez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 

> {Yönetime ilişkin] işlerini bir kadına bırakan kavim kurtuluşa eremez. (Buhari, Meğazi, 4425)

 

Ayrıca kadınların akıl melekeleri ve din[ı görevleri] erkeklere göre eksiktir.

 

Not:  NevevI'nin mutlak ifadesinden, kadınların şahitliğinin kabul edildiği meselelerde dahi kadının hakim atanamayacağı anlaşılmaktadır ki dOğru olan da budur. Bu, Ebu Hanife'nin görüşünü reddetmeye işaret etmektedir. Zira o, kadının şahitliğinin kabul edildiği konularda hakim olarak atanmasını caiz görmüştür. Yine bu ifade İbn Cerır et-Taben'yi de reddetmektedir, zira o kadının hakim olarak atanmasını mutlak olarak caiz görmüştür.

 

Maverdi ve başkalarının belirttiğine göre cinsiyeti belirlenemeyen çift cinsiyetli şahıs (hünsa müşkil) da bu konuda kadın gibidir. Bu şahıs hakim olarak tayin edildikten sonra erkek olduğu anlaşılsa Maverdi'nin belirttiğine göre ataması geçerli olmaz. Bu, el-Bahr adlı eserde açık olarak ifade edilmiş ve şöyle denilmiştir: "Mezhepte esas alınan görüş budur.

Onun yeniden atanmasına ihtiyaç vardır. "

 

Çift cinsiyetli şahsın hakim olarak tayin edilmesinden önce erkek olduğu ortaya çıksa onun tayin edilmesi geçerli olur.

 

 

Adalet sahibi olması

 

17. Hakimin adalet sahibi olması şarttır. Bunun ne anlama geldiği "şahitlikler" bölümünde gelecektir. Bu şart gereğince fasık bir kimse hakim olarak tayin edilemez; çünkü onun sözüne güvenilmez. Ayrıca fasık bir şahıs çocuğuna son derece şefkatli olduğu halde çocuğunun mahnda bile tasarruf ta bulunması yasakken kamuya ait bir meselede tasarrufta bulunması engellenmeye daha layıktır.

 

Not:  Şahitlikler bölümünde Saymerl'den yapacağımız aktarımdan da anlaşılacağı üzere şahidin "sefihlik sebebiyle tasarruflarına kısıtlama getirilmemiş bir kimse olması" şart olup hakim de böyledir. Bulkın! bunu açık olarak ifade etmiştir; çünkü hakimliğin gereği, kısıtlı şahıslar üzerinde tasarrufta bulunmaktır. Bulkini şöyle demiştir: "İkraha [baskı ve tehdide] gelince bu durum -hakimlik yapması farz-ı ayn hale gelmiş kimse dışında- hakimliğin kabulünün sahih olmasını engellemektedir.

 

Şahitliği reddedilecek durumda olan bid'atçı bir kimse, icmayı, haber-i vahidleri, kıyasın inkarını gerektirecek şekilde içtihadı inkar eden kimse hakim olarak tayin edilemez.

 

 

Sağır olmaması

 

18. Hakimin kulağına bağırmak suretiyle bile olsa kulaklarının işitiyor olması şarttır. Hiçbir şekilde sesleri duymayan sağır bir kimse hakim olarak tayin edilemez; çünkü bu durumdaki kişi ikrar ile inkarı birbirinden ayırt edemez.

 

 

Kör olmaması

 

19. Hakimin gözlerinin görüyor olması şarttır. Bu şart gereğince kör olan kişinin, karaltıyı görmeyen, suretleri bilmeyen kimsenin hakim tayin edilmesi geçerli değildir. Çünkü bu kişi hakkını talep eden ile kendisinden hak talep edileni birbirinden ayırt edemez. Şayet kişi kendisine yakın olduğunda suretleri bilebiliyorsa hakim OLarak atanması sahih olur.

 

"Kör" ifadesi şaşıyı dışarıda bırakmıştır; zira onun hakim tayin edilmesi sahihtir. Yine gündüz gördüğü halde gece körlüğü olan kimsenin hakim tayin edilmesi de Ezrai'nin belirttiğine göre sahihtir.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Hz. Peygamber (s.a.v.), gözleri görmeyen Abdullah bin Ümmi MektOm'u Medine'de kendi yerine vekil olarak bırakmıştır. (Ebu Davud, Salat, 595) Bu yüzden İmam Malik, kör kimsenin yönetici olmasını sahih olarak görmüştür.

 

Buna şöyle cevap verilmiştir: Hz. Peygamber (s.a.v.) onu hüküm verme konusunda değil yalnızca namaz kıldırma konusunda yerine vekil tayin etmiştir.

 

Not:  Hakim şahitleri dinledikten sonra kör olsa daha doğru görüşe göre bu davada hüküm verebilir.

 

Şu durum da istisna edilmiştir: Bir kalede yaşayanlar kör bir kimsenin vereceği hükme razı olarak kaleden inseler, ilgili bölümde zikredildiği üzere bu şahsın hüküm vermesi caiz olur.

 

 

Konuşabilir olması

 

20. Hakimin konuşabilir durumda olması şarttır. Buna göre dilsiz bir kimsenin işaret yoluyla yaptıkları başkası tarafından anlaşılır olsa da dilsiz hakim tayin edilmez; çünkü o, hükümlere yürürlük kazandırmaktan acizdir.

 

 

Hakimlik için yeterli donaoıma sahip olması

 

21. Hakimin, hakimlik mesleğini yerine getirebilecek yeterlilikte olması şarttır. Buna göre gafil şahıs, yaşlılık, hastalık vb. sebeplerle doğru düşünme yeteneğini yitirmiş kimse hakim olarak tayin edilemez.

 

Bazıları "yeterlilik" ifadesini hakimliğe layık olmak yani kendisinde hakkı bizzat uygulama gücünün olması, zayıf tabiatlı ve korkak olmaması şeklinde yorumlamışlardır. Çünkü nice kimse alim ve dindar olduğu halde bir hükmü uygulayıp onu bağlayıcı kılacak şekilde otoriter olamaz. Bu sebeple [haksızlık yapan kimseler tarafından] böyle bir hakimin taraf tutmasına tamah edilir. Bu sebepledir ki İzzeddin bin Abdüsselam şöyle demiştir:

 

Velayetin [yani devlet kademesinde idarı görevalmanın] iki şartı vardır:

 

Velayetin hükümlerini bilmek,

 

Bu görevin gerektirdiği maslahatları yerine getirebilecek ve kötü durumlardan kaçınabilecek güçte olmak.

 

Her iki şart bulunmadığında idarı görevalmak haram olur. Nitekim Resulullah (s.a.v.), Ebu Zer'e (r.a.) şöyle demiştir:

"Ebu Zer! Seni [yöneticilik konusunda] zayıf görüyorum. Sakın ola sen iki kişiye bile yönetici olma. Bir yetimin malının idaresini üstlenme! "(Müslim, İmara, 4697)

 

Bazıları bu şartı "müdehidlik" şartı sebebiyle dışarıda tutmuşlardır.

 

 

Müctehid Olması

 

22. Hakimin müdehid olması şarttır. Bu şart gereğince şer'i hükümleri bilmeyen cahil kimse hakim olarak atanamayacağı gibi mukallid kimse de hakim olarak atanamaz. Mukallid, taklid ettiği imamının mezhebini bilmekle birlikte mezhebin inceliklerini bilmekten aciz olan, mezhebin hükümlerinin delillerini bilmeyen kimsedir. Bu kimseler hakim olarak tayin edilemezler; çünkü bu kişi fetva vermeye bile elverişli olmadığından insanlar arasında hüküm verme konusunda zaten elverişli olamaz.

 

Not:  Nevevi'nin "Müslüman olmak", "mükellef olmak" demesi gerekirdi. Yine bu ikisinden sonraki kelimeleri de benim açıklamada belirttiğim üzere masdar şeklinde getirmesi gerekirdi; çünkü şart olan şey Müslümanlık ve diğer zikredilen hususlar olup şahsın bizzat kendisi değildir. Yahut da NevevI'nin "hakimin Müslüman, mükellef olması şarttır" gibi bir ifade kullanarak bütün bu kelimeleri mahzuf olan (...) kane'nin haberi olarak mansub yapması gerekirdi. Nitekim daha önceki sözünde NevevI "devlet başkanının Müslüman olması şarttır" ifadesinde böyle yapmıştır.

 

23. Müctehid olmak demek [öncelikle] Kitap ve ['ünnetten hükümlerle ilgili olan hususları ictihad yoluyla bilmektir. Ahkama ilişkin ayetleri ve hadisleri ezbere bilmek şart değildir.

 

24. Bendenid, Maverdi ve başkalarının belirttiğine göre [Kur'an'dan amele ilişkin hükümlerin çıkarıldığı] ahkam ayetlerinin sayısı SOO'dür. Maverdi'den rivayet edildiğine göre ahkam hadislerinin sayısı da ahkam ayetlerinin sayısı gibidir.

 

İlkine şu şekilde itiraz edilmiştir: Hükümler emir ve yasaklardan çıkarıldığı gibi kıssalardan, vaazlardan da çıkarılır.

 

İkinciye şu şekilde itiraz edilmiştir: Hadislerin büyük çoğunluğunda mutlaka şer'! bir hüküm, şer'! bir edeb, din! bir siyaset vardır. Bunların tümü şer'! hükümdür.

 

Bu itirazlara şu şekilde cevap verilmiştir: Burada kastedileninceleme-araştırma ve içtihada konu olan, kapalılık vb. özelliği bulunan ayet ve hadislerdir.

 

Nevevi "ahkama ilişkin" ifadesi ile vğüt ve kıssaları dışarıda bırakmıştır.

 

25. Müctehidin [ikinci olarak] nassların hass ve ammını bilmesi gerekir. 

 

Has, ammdan farklıdır. Amm, herhangi bir sayıyla sınırlı olmaksızın kendisine uygun olan bütün fertleri kapsayan sözcüktür.

 

26. Müctehidin kendisiyle husus kastedilen amm ifadeyi, kendisinden umum kastedilen has ifadeyi, nassların mutlak ve mukayyedini de bilmesi gerekir.

 

27. Yine müçtehidin nassların mücmel ve mübeyyenini bilmesi gerekir.

 

Mücmel, delaleti açık olmayan, mübeyyen ise delaleti açık olandır.

 

28. Müctehidin bunun yanında ayet ve hadislerin nass ve zahirini de bilmesi gerekir.

 

29. Yine nassların nasih ve mensuhunu da bilmesi gerekir. Bu da hükmü yürürlükten kaldırılıp tilaveti baki olan ve aksi olanı bilmekle olur.

 

30. Müctehidin müteşabih ve muhkem olan nassları da bilmesi gerekir.

 

31. Müctehidin mütevatir olan ve olmayan yani ahad şeklindeki sünneti de bilmesi gerekir; çünkü deliller tearuz ettiğinde tercihte bulunabilmesi gerekir. Bunu yaparken has olanı amm olana, mukayyed olanı mutlak olana, mübeyyen olanı mücmel olana, nasih olanı mensuh olana, mütevatir olanı ahad olana tercih edecektir.

 

Not:  Nevevi ism-i mevsul olan "ma" sözcüğüne dayanarak zamiri tekil getirmiştir.

 

İbn Berhan, müçtehidin ayetlerin inme sebeplerini de bilmesinin şart olduğunu belirtmiştir.

 

32. Müctehidin muttasıl ve Mürselolan sünnetleri de bilmesi gerekir. Burada Mürsel ifadesi ile muttasıl olmayan [bütün] sünnetler kastedilmiştir.

 

33. Yine müçtehidin, [hadisleri rivayet eden] ravilerin kuvvetlilik ve zayıflık bakımından durumlarını da bilmesi gerekir; çünkü hükümleri ortaya koymaya ancak bu sayede ulaşılır.

 

Not:  Ravilerin durumunu bilmek, üzerinde icma edilmeyen hadislerde şart koşulur. Selefin kabul etme konusunda icma ettiği veya ravilerinin adil olduğu konusunda tevatür bulunan hadislerde ravilerin adaletini araştırmaya gerek yoktur. Bunun dışındakilerde mezhebinin sahihliği bilinen meşhur bir imamın [avileri adil kabul etmesi ile yetinilir. Nevevi Ravdatü't-talibin'de şöyle demiştir: "Alimlerimizin çoğunluğunun üzerinde birleştiği nokta budur. Ravinin adil olması için iki kişinin onu tadil etmesini şart koşan kimse genele aykırı görüş belirtmiştir.

 

Ravide adalet yanında zabt özelliğinin de bulunması şarttır.

 

34. Müctehidin Arap dilini lügat ve nahiv olarak bilmesi gerekir. Burada "nahiv" ifadesi ile bina, i'rab ve sarfı kapsayan genel bir anlamı kastetmiştir. Arap dilini bilmek şarttır; çünkü şerlatrın temel kaynakları olan Kur'an ve sünnet] Arap diliyle gelmişti. Ayrıca bir sözcüğün umum-husus, mutlak-mukayyed, mücmel-mübeyyen, emir-yasak, soru, vad, tehdit, isim, fiil, harf olduğu ancak Arapça bilgisiyle bilinebilir. Yine Kitap ve Sünneti anlamak için bilinmesi şart olan dile ilişkin diğer hususları da bilmesi gerekir.

 

35. Müctehidin sahabe ve sonraki devir alimlerinin icma ve ihtilaf ettiği görüşleri bilmesi de şarttır. Ta ki onların icma ettiğine aykırı bir görüş beyan etmesin.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden müçtehidin bunların tümünü bilmesinin şart olduğu anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiş olup aksine kişinin fetva verdiği veya hüküm verdiği meselede görüşünün icmaya muhalif olmadığını bilmesi yeterlidir. Bu ya önceki alimlerin bazılarının görüşlerine uygun görüş belirtmek suretiyle veya o meselede öncekilerin görüş belirtmediği, bu meselenin o dönemde ortaya çıkan yeni bir mesele olduğuna dair kendisinde baskın bir kanaatin olmasıyla olur.

 

Rafiı ve Nevev'f'nin Gazall'den aktarıp onayladıklarına göre nasih ve mensuha ilişkin bilgi de böyledir.

 

36. Müctehidin sahih ve fasid kıyası evla, müsavı ve edna türleriyle bilmesi de şarttır ki bu kıyaslara göre amel edebilsin.

 

Bu kıyasların ilki olan evla kıyasının örneği ana-babaya vurmanın öf demeye kıyas edilmesidir.

 

İkincisi olan müsavı kıyasın örneği haramlık bakımından yetimin malını yakmanın yetimin malını yemeye kıyas edilmesidir.

 

Üçüncüsü olan edna kıyasın örneği faiz onuşunda "yenilebilir olma" illetine dayalı olarak elmanın buğdaya kıyaslanmasıdır.

 

37. Müctehidin bu ilim türlerinin tümünde derinleşip nahivde Sibeveyh, lügatte Halil bin Ahmed gibi olması şart olmayıp o ilimleri genelolarak bilmesi yeterlidir. İbnü's-Sabbağ şöyle demiştir: "Bu, bu zamanda kolaydır; çünkü ilimler tedvin edilip bir araya getirilmiştir."

 

38. Müctehidin, ahkam hadislerinin genelini bir arada bulunduran, Sahih-i Buhari, [Sahih-i Müslim], Sünen-i Ebi Davud gibi [bir hadis kitabının] tashih edilmiş bir nüshasına sahip olması şarttır.

 

39. Kur'an'ın bütününü veya bir kısmını ezbere bilmek şart olmayıp ilgili konulardaki hükümlerin nerelerde bulunabileceğini bilmesi ve ihtiyaç zamanında oralara müracaat etmesi yeterlidir.

 

Not:  Nevevi'nin yalnızca [Kitap, Sünnet, icma ve kıyastan oluşan] dört delili zikretmekle yetinmesinden hakkında ihtilaf bulunan "en azını almak", "ıstıshab" gibi delilleri bilmenin şart olmadığı anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Müctehidin bunları da bilmesi gerekir.

 

Yine Nevevi'nin ifadelerinden müdehidin inanca ilişkin temel meseleleri bilmesinin şart olmadığı anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Tıpkı eş-Şerhu'l-kebir'de olduğu gibi Nevevi de Ravdatü't-talibin'de alimlerimizden bunun şart oldUğU görüşünü aktarmıştır.

 

Nevevi'nin ifadelerinden müçtehidin okuma-yazma bilmesinin şart olmadığı anlaşılmaktadır ki daha doğru görüş bu şekildedir; çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) de ümmı olup okuma-yazma bilmiyordu. [Zayıf] bir görüşe göre bu şarttır. Cürcanı bunu doğru saymıştır.

Zerkeşi "zamanımızda tercihe şayan olan budur; çünkü müctehid başkalarına bir şeyler yazmaya ihtiyaç duyduğu gibi ona bir şeyler yazılarak verilmesine de ihtiyaç duyar. Yazılı bir şey kendisine okunduğunda [şayet o okuma-yazma bilmiyorsa] okuyan kişi okuduğunu tahrif etmiş olabilir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in zamanında olan kişiler ise böyle değildir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.)'in okur-yazar olmaması onun açısından bir mucizedir, başkası açısından ise bir eksikliktir.

 

Nevevi'nin ifadelerinden müçtehidin fıkıhtaki matematikle ilgili meselelerde işlemi doğru yapabilmek için matematik bilmesinin şart olmadığı anlaşılmaktadır. el-Matlab adlı eserde bu, doğru kabul edilmiştir; çünkü matematik bilmemek, o işlemlerin dışındaki meselelerde bir karışıklığa yol açmaz.

 

Bütün hükümleri bilmek şart değildir.

 

Bu ilimlerin bir arada bulunması ancak mutlak müctehid için şarttır. Mutlak müctehid şeriatın bütün konularında fetva veren kişidir. Belirli bir imamın mezhebine bağlı müçtehide gelince; onun kendi imamının genel kurallarını bilmesi dışında bir şey şart değildir. Bu müctehid o genel kurallarda, mutlak müçtehidin şeriatın kanunlarında riayet ettiği şeylere riayet eder. Mukayyed müçtehidin mutlak müctehid ile ilişkisi, müçtehidin şeriatın naslarıyla olan ilişkisi gibidir. Bu sebeple nasıl ki mutlak müçtehidin nassı terk etmesi caiz değilse mukayyed müctehid de, bağlı bulunduğu imamın açık nassını terk edemez.

 

İbn Dakik el-Id şöyle demiştir:

"Herhangi bir dönemin müctehidsiz kalması söz konusu değildir. Ancak zaman kısalıp da kıyamet yaklaştığında bu olabilir."

 

İmam Gazali ve Kaffal'in "dönemimiz müstakil müctehidsiz kaldı" ifadesine gelince zahir olan, bu ifade ile kastedilen şeyin hüküm verme işini yerine getiren müctehid olmasıdır. Zira alimler yargıçlık yapmaktan yüz çevirirler. ifadenin olması gereken yorumu şüphesiz ki budur. Aksi takdirde asırların müctehidsiz olduğuna nasıl hükmedilebilir ki? Bizzat Kaffal'in kendisi bir buğday yığınının alım-satımı konusunda kendisine soru soran kişiye şöyle demiştir: "Sen bana bu konuda İmam Şafii'nin görüşünü mü yoksa kendi görüşümü mü soruyorsun?" Kaffal, Şeyh Ebu Ali, Kadı Hüseyin, Ebu İshak ve başkaları şöyle demişlerdir: "Biz, İmam Şafii'yi taklid etmiyoruz. Sadece bizim görüşümüz onun görüşüne uydu." İctihadt makamının artık ortadan kalktığını iddia eden kimse bu sözleri söylemez.

 

İbnü's-Salah şöyle demiştir: "İmamü'l-Harameyn, Gazall, Şeyh Ebu İshak [eş-Şırazı] mezhepte müctehid olan imamlardandır."

 

Bazı Ayrıntılar

 

İctihadın bölünmesi, alimin bir konuda müctehid olup başka bir konuda müctehid olmaması caizdir. Bu durumda ictihad edeceği konuya ilişkin hususları bilmesi yeterlidir.

 

Hakimlik görevini üstlenen kişinin Kureyş kabilesinden olması mendubtur.

 

Hakimde bilgi ve takvanın dikkate alınması soyunun dikkate alınmasından daha iyidir.

 

Hakimin hilm sahibi, araştırmacı, yumuşak, zeki, uyanık, okuryazar, sağlıklı, duyu organları düzgün çalışan birisi olması menduptur.

 

Hakimin hüküm verdiği bölge halkının dilini bilmesi mentuptur.

 

Yine hakimin kanaatkar olması, tamahkarlıktan uzak olması, doğru sözlü, üst derecede akıl sahibi, vakar ve sekınet sahibi olması menduptur.

 

Devlet başkanı bir kimsenin hakimliğe elverişli olduğunu bildiğinde onu hakim olarak tayin eder. Şayet bunu bilmiyorsa Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Muaz'ı tecrübe ettiği gibi hakim olarak atamayı düşündüğü kişiyi dener.

 

Devlet başkanı, hakimlik yapmaya elverişli bir kimse bulunduğu ve kendisi de bunu bildiği halde o makama elverişli olmayan birini getirirse hem onu atayan hem de atanan kimse günaha girer. Atanan kimse hükmünde isabet etse bile verdiği hüküm geçerli olmaz. Bu konudaki genel kural budur.

 

40. Bir kimsede [hakimlik için gerekli olan] yukarıdaki şartların tümünÜ bir arada bulmak mümkün olmaz da güç-kuvvet sahibi olan sultan, fasık olan bir Müslümanı veya [müctehid olmayıp bir mezhebe bağlı olan] bir mukallidi hakim olarak tayin ederse onun verdiği hüküm zarurete binaen geçerli olur ki insanların maslahatları

atıl kalmasın.

 

Not:  NevevI'nin hakimi fasık -ve benim açıklamada yaptığım üzere Müslüman- ile kayıtlamasından anlaşıldığına göre sultanın dayatmasıyla bir kadın veya kafir hakim olarak atanmış olsa bunların hükmü geçerli olmaz. Ezrai bu görüşü desteklemiştir. Ancak İzzeddin bin Abdüsselam kafirin değil ama çocuk ve kadının verdiği hükmün geçerli olacağını kesin bir dille ifade etmiştir. Zahir olan da budur. Malum olduğu üzere ehil olmayan kişilerde hükümleri n bir bölümü şart koşulur.

 

Adil bir kimse isyancı bir emir tarafından kendisine verilen hakimlik görevini kabul edebilir. Hz. Aişe'ye, Ziyad tarafından hakim olarak tayin edilmek istenen bir kimse hakkında bu soru sorulduğunda şu cevabı vermiştir: "Eğer onların hayırlıları hüküm vermezse şerlileri hüküm verir."

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

HAKİMİN HALEF ATAMASI