KADA - YARGI / YARGIÇ |
HAKİMİN VE ONUN
GÖREVLENDİRDİĞİ MEMURLARIN GÖREVDEN ALINMASI
Hakİmİn Görevden
Alınması
Bu bölümde hakimin azledilmesini
veya kendiliğinden azlalmasını gerektiren durumlar ele alınacaktır.
Bir hakim akıl
hastalığına yakalansa veya bayılsa [komalık olsa] yahut gözleri kör olsa yahut
da ictihad ve zabt ehliyeti gaflet, unutkanlık gibi bir sebeple ortadan kalksa
onun verdiği hüküm geçerli olmaz, Daha doğru görüşe göre fasık olduğuna
hükmedildiğinde de böyledir.
Bu durumlar ortadan
kalkarsa daha doğru görüşe göre yetkisi geri dönmez.
Devlet başkanı
kendisinde bir bozukluk görülen veya bozukluk görülmemekle birlikte kendisinden
daha faziletli veya kendisinin misli başka bir kimse olup onun azledilmesinde
fitneyi yatıştırma gibi bir maslahat bulunan hakimi azledebilir. Aksi takdirde
azledemez.
Ancak daha doğru görüşe
göre [şayet bu durumda azletmişse] azli geçerli olur.
Mezhepte esas alınan
görüşe göre bir hakime, azledildiği haberi ulaşmadıkça hakim kendiliğinden
azlolmuş olmaz.
Devlet başkanı, bir
hakime "mektubumu okuduğunda azlolmuş olacaksın" diye mektup gönderse
ve hakim de bunu okusa azlolur. Daha doğru görüşe göre mektup hakime
okunduğunda da böyledir.
Hakim öldüğünde veya
kendiliğinden azlolduğunda onun ölen bir şahsın malını satma gibi özel bir işle
görevlendirdiği memur da azlolmuş olur. Daha dOğru görüşe göre kendisinin halef
tayin etmesine izin verilmemişse veya "kendi yerine halef tayin
edebilirsin" denilmiş yahut mutlak olarak atanmışsa onun mutlak vekili de
kendisinin azlolmasıyla azlolur. Şayet devlet başkanı hakime "[bir halef
atayacaksan] benim adıma halef tayin et" demişse, hakimin azIolmasıyla bu
halef azlolmaz.
8 Devlet başkanının
ölmeSiyle hakim azlolmadığı gibi hakimin öltmesiyle de yetimin ve vakfın nazırı
da azlolmaz.
Haklmin azledildikten
sonra "ben şu şekilde hüküm vermiştim" demesi kabul edilmez.
Başkasıyla birlikte
kendi verdiği hükme dair şahitlik etse doğru görüşe göre bu kabul edilmez.
Başkasyıla birlikte hükmetmesi geçerli olan bir hakimin hükmüne dair şahitlik
etse bu şahitlik kabul edilir.
Hakimin azledilmeden
önce "ben şu şekilde hükmettim" sözü kabul edilir. Şayet o, yetki
bölgesinde değilse onun durumu azledilmiş olan hakimin durumu gibidir.
Bir kimse azledilmiş bir
hakimin, kendisinin malınırüşvet yoluyla veya mesela iki kölenin şahitliğine
dayanarak aldığını iddia etse hakim mahkemeye çağrılır ve aralarındaki dava
görülür.
Davacı "iki kölenin
şahitliğiyle hüküm verdi" demekle birlikte herhangi bir maldan söz etmese
hakim mahkemeye çağrılır. [Zayıf] bir görüşe göre davacı bir delilortaya
koyuncaya kadar [azlolmuş] hakim mahkemeye çağrılmaz. Hakim mahkemeye
getirildiğinde davayı inkar ederse daha doğru görüşe göre yemin ettirilmeksizin
onun sözü kabul edilir. Ben [Nevevi] derim ki "daha doğru görüşe göre
yeminle birlikte onun sözü kabul edilir." Allah en doğrusunu bilir.
Bir hakimin bir hükümde
haksızlık yaptığı iddia edilse bu iddia dinlenilmez, şahit getirilmesi şart
koşulur.
Bir dava hakimin hükmüne
bağlı değilse [yani hakimle başka birisi davalık olmuş ve bu hakimin hükmü o
meselede geçerli olmuyorsa] aralarında hakimin halefi veya başka bir hakim
hüküm verir.
63. Bir hakim, akıl
hastalığına yakalansa vereceği hüküm geçerli olmaz. Alimlerin mutlak
ifadelerinden anlaşıldığına göre onun bu hastalığı ister kesintisiz isterse
kesintili olsun fark etmez. Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'in
"devlete karşı isyan edenler" ile ilgili bölümünde Maverdi'den şu
görüş aktarılmıştır: "Devlet başkanının akıl hastalığı kesintili olsa ve
aklının başında olduğu zaman dilimi diğerinden daha fazla olup bu halde devlet
işlerini yürütebilecek durumda olsa azlolmuş olmaz." Hakimin de buna
kıyaslanacağı söylenmiştir. ileride devlet başkanı ile hakim arasındaki fark
gelecektir.
64. Hakim bayılırsa
[komalık olursa] veya kör olursa -dilsiz ve sağır olması da böyledir- yahut
ictihad ehliyeti ve zabtı gaflet veya zabtını zedeleyecek derecede unutkanlık
sebebiyle ortadan kalkarsa belirtilen durumlarda vereceği hüküm geçerli olmaz;
çünkü bu durumda hakim kendiliğinden azlolmuş olur. Ayrıca bu durumlar babanın
bile çocuğu üzerindeki velayetine engelolduğuna göre hakimin velayetine
evleviyetle engelolur.
Bazı uyanlar:
1. Kör şahsın hükmünün
geçerli olmamasından şu durum istisna edilir: Bir hakim şahitleri ve onların
güvenilir olduğuna dair araştırma sonucunu dinledikten sonra kör olsa eğer
hüküm verirken bir şeye işaret etmek gerekmiyorsa onun bu davada vereceği hüküm
geçerli olur. Bir anlamda o, bu dava dışındaki davalar açısından azlolmuş olur.
Hatta daha sonra gözleri açılsa onun azlolmamış olduğu ortaya çıkar. Çünkü
"öldürme / yaralama suçları" bölümünde de geçtiği üzere kişinin görme
yeteneği gerçekten ortadan kalkmış olsaydı geri dönmezdi.
2. Nevevi'nin
"ictihad ehliyeti ortadan kalksa" ifadesinin zahirinden anlaşıldığına
göre bu meselede mutlak müctehidden söz edilmektedir. Belirli bir mezhebi
taklid eden kimse bir meselede ictihad ediyor olsa ve o meselede ictihad
ehliyetini yitirse Ezral'nin belirttiğine göre onun hükmü mutlak müçtehidin
hükmü gibi hatta ondan da daha ötededir. Ezrai şöyle demiştir: "Bu rütbeye
ulaşamayan kişiye gelince -ki günümüzde çoğunlukla gördüğümüz budur- bu konuda
herhangi bir açıklama görmedim. Bana göre bu kişide en ufak bir gaflet vb. duum
oluşsa, mertebesinin düşüklüğü sebebiyle onun vereceği hüküm geçirli olmaz.
Başkasında olsa göz
yumulabilecek olan bu durum onda meydana geldiğinde onun velayetini
zedeler."
3. Hakimi ayağa
kalkmaktan ve hüküm vermekten aciz bırakacak şekilde meydana gelen hastalığın
iyileşmesi ümit edilmiyorsa görevinden azlommuş olur. İyileşmesi ümit ediliyorsa
veya ayağa kalkmaktan aciz olmakla birlikte hüküm vermekten aciz olmas azlolmuş
olmaz. Bunu Maverdi söylemiştir.
4. Kişi kendisinin hakim
olduğunu inkar ederse el-Bahr'da belirtildiğine göre [şayet gerçekte hakim ise
bu inkarıyla] görevden azlolur. ZerkeşI'nin belirttiği üzere bu durum kişinin
hakim olduğunu gizlemesini gerektiren bir durum olmadığında kasten böyle
söylemesi halinde söz konusu olur.
5. Devlet başkanı
[gerçekte hakim olan şahsın] hakim olduğunu inkar etse sonrakilerden birinin
kendi görüşü olarak belirttiğine göre o kişi hakimlikten azlolmuş olmaz.
65. [Hakim, fasıklığı
gerektiren bir şey yapsa görevinden azı olmuş olur mu? Bu konuda mezhep içinde
iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
fasıklığına hükmedildiğinde artık hükmü geçerli olmaz ve görevinden azlolur;
çünkü kendisinde velayet yetkisine aykırı bir durum bulunmaktadır.
İkinci görüş
Nasıl ki devlet başkanı
fasık olduğunda onun verdiği hüküm geçerli oluyorsa hakimin hükmü de geçerli
olur [yani görevinden azlolmuş olmaz].
İlk görüş sahipleri iki
meseleyi birbirinden ayırt etmişler ve fasık devlet başkanının azlolmuş olması
halinde iç kargaşaların çıkacağını ve yönetime ilişkin işlerin karışacağını
belirterek arada fark olduğunu söylemişlerdir.
Not: Bu mesele daha önce vasi tayin etme bölümünde
geçtiğinden burada tekrar edilmiştir. Ancak şu söylenebilir: "Vasi tayin
etme konusunda hakimin azlolması açısından mesele zikredilmiştİ. Burada ise
verdiği hükmün geçerli olmadığını belirtmek için zikredilmiştir. " Bu
sebeple ben açıklamada her ne kadar azlolmaktan söz etmiş olsam da Nevevi
azlolmaktan bahsetmemiştir.
Not: Bu hüküm, zorunlu olarak hükmü kabul edilmek
durumunda kalınan hakim dışında söz konusudur. Güç ve kuvvet sahibi bir yönetici
fasık bir kimseyi hakim olarak atasa ve o kişinin fasıklığı daha da artsa,
sonrakilerden birinin kendi görüşü olarak belirttiği üzere onun hakimliği sona
ermiş olmaz.
Şöyle bir soru
sorulabilir: Taharet yapacak su ve toprak bulamayan kimse namaza başladıktan
sonra abdestini bozsa tercih edilen görüşe göre namazı bozulur. Bu kişinin de
hakimlikten azlolması gerekirdi.
Buna şöyle cevap
verilir: O kişinin namazı, nassın kapsamına girdiği için bozulmuştur. O nass da
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "[Namazda olan ve abdestinin bozulup bozulmadığı
konusunda sürekli vesvese ile karşılaşan kişi] bir koku duyuncaya veya ses
işitinceye kadar namazından ayrılmasın" hadisidir.
66. NevevI daha sonra
"ortadan kalkıp sonra tekrar geri dönen bir şey, hiç dönmemiş
gibidir" şeklindeki genel kuralın uzantısı mahiyetinde olan bir meseleye
temas etmiştir. [Bu mesele şudur:]
Şayet akıl hastalığı ve
ondan sonra sayılan ve hakimin azlolmasını gerektiren durumlar ortadan kalksa
[hakimin velayet yetkisi geri döner mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
-tıpkı vekalet meselesinde olduğu gibihakimin velayet yetkisi -yeniden
atanmadıkça- geri dönmez. Çünkü bir şey batı! olduktan sonra mani ortadan kalksa
bile kendiliğinden sahih hale dönüşmez. Nitekim satım akdi vb. hususlarda hüküm
böyledir.
İkinci görüş
Yeniden atama yapmaya
gerek olmaksızın hakimin velayet yetkisi kendiliğinden geri döner. Bu şuna
benzer: Baba akıl hastalığına yakalandıktan sonra iyileşse veya fasık olduktan
sonra tövbe etse velayet yetkisi geri döner.
Not: Vakfın nazırının ehliyeti ortadan kalktıktan
sonra eri dönse bakılır: Onun vakıf üzerindeki yetkisi, vakfın aslına yönelik
ise Nevevi'nin fetvasında belirttiği üzere onun yetkisi kesin olarak geri
döner; çünkü bu yetki kuvvetlidir. Zira hiç kimsenin onu azletme hakkı yoktur.
Aksi takdirde yeniden atama olmadıkça yetkisi geri dönmez.
67. Bir hakimde,
kendisinin azledilmesini gerektirmeyecek derecede bir takım kusurlar ortaya
çıksa devlet başkanı onu azledebilir. eş-Şerhu'l-kebır'in el-Vasıt'ten
naklettiğine göre bu konuda devlet başkanında güçlü bir kanaatin oluşması
yeterlidir. eş-Şerhu'ssağır'de bu görüş kesin bir şekilde aktanımıştır. Hakim
hakkında çok şikayetin olması devlet başkanında kanaat oluşturan durumlardan
birisidir. Hatta İzzeddin bin Abdüsselam, hakkında çok şikayet bulunan hakimin
azledilmesinin gerekli olduğunu belirtmiştir.
Güçlü olan da budur.
Özellikle de Ebu Davud'un rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) bir
topluluğa namaz kıldınrken kıble tarafına doğru tüküren bir imamı görevden
almış ve "bir daha onlara asla namaz kıldıramaz" buyurmuşken!(Ebu
Davud, Sa/at, 481)
Namaz imamının bu
şekilde azledilmesi caiz olunca hakimin azledilmesi evleviyetle caiz olur.
Ancak ondan başka hakimlik yapacak kimse yoksa o zaman onu azletmek caiz olmaz.
Devlet başkanı onu
azletse bile azlolmuş olmaz.
68. Hakimde,
azledilmesini gerektirecek noksanlıklar ortaya çıktığında devlet başkanının onu
azletmesine gerek yoktur; çünkü bu durumda hakim kendiliğinden azlolmuş olur.
69. Hakimde bir eksiklik
ortaya çıkmış olmamakla birlikte ortada [hakimlik yapabilecek olan ve] mevcut
hakimden daha faziletli bir kimse bulunursa Müslümanlar adına onun bu
ayncalığından yararlanmak üzere devlet başkanı mevcut hakimi görevinden azı
edebilir [diğer şahsı hakim olarak atayabilir. Devlet başkanının böyle bir
yetkisi bulunmakla birlikte] bunu yapması zorunlu değildir. "Daha
faziletli birisi varken daha az faziletli olan kişinin velayet yetkisi
gerçekleşmez" hükmünü kabul etsek bile durum böyledir; çünkü mevcut
hakimin velayeti tamamlanmıştır. Bundan sonra meydana gelecek bir durum [yani
ondan daha faziletli birilerinin ortaya çıkması] buna zarar vermez.
70. Yine mevcut hakim
[görevine devam ederken] onun misli olan veya ondan daha düşük seviyede olan
bir [hakim adayı bulunsa] ancak mevcut hakimin azledilmesinde fitneyi
yatıştırma gibi Müslümanlar için bir maslahat söz konusu olsa devlet başkanı
onu azledebilir. Şayet mevcut hakimin azledilmesinde Müslümanlar için bir
maslahat söz konusu değilse devlet başkanının onu azletmesi caiz olmaz; çünkü
bu amaçsız / anlamsız bir tasarruf olur. Oysa devlet başkanının tasarruftarının
bu gibi şeylerden uzak olması gerekir.
Bu, mevcut hakim ile aynı
durumda olan bir kimsenin çıkmasına ilişkin konulmuş bir kayıt olup daha
faziletli birine ilişkin bir kayıt değildir. el-Muharrer'de buna
"azledilmesi halinde fitnenin söz konusu olmaması" kaydı da eklenerek
şöyle denilmiştir: "Yahut da mevcut hakimin dengi olan bir kimse bulum da
mevcut hakimin azledilmesinde Müslümanlar için bir maslahat söz konusu olup
azledilmesi halinde fitne söz konusu olmasa [devlet başkanı onu
azledebilir]." Metinde geçen "onun azledilmesinde bir maslahat
olsa" ifadesi "fitne söz konusu olmasa" ifadesini gereksiz
kılmaz; çünkü bir şey bir açıdan maslahat bir açıdan fitne olabilir.
71. [Mevcut hakimi
azletmenin caiz olmadığı bir durumda devlet başkanı onu azletse, bu azil
geçerli olur mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
devlet başkanına itaate riayet etmek açısından bu azil geçerli olur.
İkinci görüş
Geçerli olmaz; çünkü ilk
durumda hakimde herhangi bir eksiklik söz konusu olmadığı gibi onun azledilmesinde
bir maslahat da bulunmamaktadır.
72. Ortada hakimlik
yapmaya elverişli başka bir kimse olmasa mevcut hakim azlolmuş olmaz.
73. Hakimin azledilmesi
içtihada açık bir konu olup bunda maslahatın bulunması ihtimal dahilinde olsa
devlet başkanına bu konuda itiraz edilemez ve onun hükmü geçerli olur.
74. Devlet başkanı,
önceki hakimin öldüğünü veya fasık olduğunu zannederek yerine yeni bir hakim
atasa ancak önceki hakimin sağ olduğu veya [fasık olmayıp] adil olduğu
anlaşılsa Rafii ve Nevevi'nin belirttiğine göre bu durum, ikinci hakimin
atanmasına zarar vermez. [Bu durumda ilk hakim azlolmuş olur mu? Bu konuda
mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Ezral'nin de belirttiği
üzere bu ifadeden çıkan zorunlu sonuç, ikincisinin atanmasıyla birlikte ilk
hakimin azlolmuş olmasıdır; çünkü devlet başkanı ikinci hakimi ilkinin yanına
katmamış, onun yerine getirmiştir. Beğavı Ta'lik adlı eserinde bunu açık olarak
belirtmiştir.
İkinci görüş
KaHal'in sözünden ise
ilk hakimin azlolmuş olmayacağı sonucu çıkmaktadır.
İlk görüş daha güçlüdür.
Bazı şerhlerde bir
hakimden sonra başka bir hakim atamanın ilk hakimi azletmek anlamına gelip
gelmeyeceği konusunda iki görüş bulunduğu belirtilmiş ve bu iki görüşün
"bir beldede iki hakim olması caiz midir?" meselesine dayalı olduğu
belirtilmiştir.
Zerkeşi şöyle demiştir:
Tercihe şayan olan
görüşe göre bu durum önceki hakimin azledilmesi anlamına gelmez.
Nevevi
Ravdatü't-talibin'in vekalet bölümünde şunu belirtmiştir: "Bir kimse bir
şahsı vekil kıldıktan sonra aynı meselede bir başka şahsı vekil kılsa bu durum
kesinlikle ilk şahsın vekaletten azledilmesi anlamına gelmez." Üstelik
vekilin tasarrufu hakimin tasarrufundan daha zayıftır.
75. Nevevi "devlet
başkanı" ifadesini kullanarak hakimin halefi ile ilişkisini dışarıda
bırakmıştır. Zira hakim, azli gerektiren herhangi bir durum olmasa bile
halefini azledebilir.
Bulkini itiraz etmiş
olsa da Maverdi ve Subki'nin belirttiği üzere bu, "halef, hakimin ölümüyle
birlikte kendiliğinden azlalur" kuralına dayalıdır.
76. Nevevi'nin
"devlet başkanı hakimi azledebilir" ifadesinden sanki hakimin
kendisini azletme [istifa etme] yetkisinin olmadığı anlaşılmaktaysa da bu
kastedilmemiştir. Nitekim Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de hakimin
-tıpkı vekil gibi- istifa edebileceği tek görüş olarak aktarılmıştır.
Şeyh Ebu Ali "ancak
ondan başka hakimlik yapacak kimse yoksa istifa edemez" demiştir. İzzeddin
bin Abdüsselam da "azlalmaz" demiştir.
Not: Nevevi'nin belirttiği "azil
caizdir" hükmü genel işlere yöneliktir. Özel işlere gelince;
Zerkeşi sonraki
alimlerden bir grubun fetvaları arasında şu hükmü zikretmiştir: "İmamlık,
müezzinlik, tasarruf, ders verme, öğrencilik, vakıf nazırlığı gibi özel
vazifelerin sahipleri herhangi bir sebep belirtilmeden görevlerinden
azledilemezler. Ancak vakfeden kişinin şartları arasında azli gerektiren bir
durum varsa o zaman azledilebilirler." Zerkeşi bunu, divanda adı kayıtlı
olan askerlere kıyas etmiştir. Bu konuda vakıf bölümünde zikrettiğim Subki'ye
ait bir açıklama da bulunmaktadır.
77. [Azledilen bir
hakime azledildiğine ilişkin bilgi ulaşmadan önce onun durumu nedir? Bu konuda
iki rivayet bulunmaktadır:]
Birinci rivayet
Mezhepte esas alınan
görüşe göre azledildiği bilgisi hakime ulaşıncaya kadar hakim azlalmaz.
İkinci rivayet
Bu rivayette yer alan
İmam ŞafiI'ye ait bir görüşe göre -tıpkı vekile ilişkin iki görüşten daha güçlü
alanında olduğu gibi- hakim azlalur.
İlk rivayete göre vekil
ile kadı arasında şu fark vardır: Hakimin azl olduktan sonra henüz haber
kendisine ulaşmadan önce verdiği e hükümleri bozmak büyük zararlara yol açar.
Vekilin durumu ise böyle
değildir.
78. Hasım, hakimin
azlalduğunu biliyor olsa onun artık gerçekte hakim olmadığını bildiğinden
dolayı hakimin hükmü onun hakkında geçerli olmaz. Bunu Maverdi nikah bölümünde
zikretmiştir. Ancak onun hükmüne razı olursa o zaman bu mesele hakem tayin etme
meselesi gibi [hakim de hakem gibi] olur.
Not: Alimlerimiz, hakimin azledildiğine ilişkin
bilginin hakime ulaşmasının nasılolacağından söz etmemişlerdir.
Zerkeşi şöyle demiştir:
"Bunun, kişinin hakim olarak atanmasına ilişkin bilgiye kıyaslanması
gerekir hatta bu daha önceliklidir. Buna göre iki şahidin şahitlik etmesi
dikkate alınır. Haberin toplumda yaygın olması yeterli olur. Her iki meselede
de daha doğru görüşe yalnızca mektup yeterli değildir."
Ezrai şöyle demiştir:
"Bana göre köle ve kadın bile olsa güvenilir bir kişinin haberi
yeterlidir."
Zahir olan budur. ilk olarak
atama ile azletme arasında şu fark vardır: Atamada hüküm vermeye teşebbüs etme
durumu söz konusu olduğundan ihtiyata riayet edilir. Azilde ise hüküm vermekten
geri durma bulunmaktadır. Bu ihtiyata daha uygundur.
Bulkini şöyle demiştir:
"Hakime azlalduğu haberi ulaşmakla birlikte kendisinin tayin ettiği
kimselere bu haber ulaşmasa, haber onlara ulaşıncaya kadar bunlar azlolmuş
olmazlar.
Onların aslı konumunda
olan [azlolmuş hakimin] her ne kadar hükmü geçerli olmasa da velayeti hükmen
devam ediyor kabul edilir. Yine hakimin, görevi yerine getirmek üzere tertip
ettiği işlemler, onun tayin ettiği kimseler tarafından yerine getirildiğinden
devam eder. Kıyas ise bunun aksini gerektirir. Yani hakime haber ulaşmadan önce
hakimin tayin ettiği görevliye azil haberi ulaşsa asıl kişiye [yani hakime]
haber ulaşmadıkça görevli azlalmaz, aslın hükmü nasıl geçerli oluyorsa onun
görevlisinin hükmü de geçerli olur. Buna temas eden bir kimseyi görmedim."
İlk duruma ilişkin
Bulkınl'nin söylediği doğrudur, ama ikinci duruma ilişkin söylediği kabul
edilemez; çünkü hakimin atadığı görevli de alimlerimizin "haber ulaşıncaya
kadar" ifadesinin kapsamına dahildir. Hakimin kendisi adına davaya
bakmakla görevlendirdiği kişi de hakimdir, dolayısıyla Hocamızın kitaplarından
birinde esas aldığı üzere haber kendisine ulaştığında azlalur.
Devlet başkanı bir
beldeye hakim atasa, hakim olarak atanan kişi kendisinin devlet başkanı
tarafından oraya hakim olarak atandığından habersiz olarak hüküm verse [ne
olur?]
Zerkeşi şöyle demiştir:
"Bu şahsın hükmünün geçerli olması ihtimal dahilindedi. Bu, kişinin bir
malı satması için bir şahsı vekil tayin ettiği halde vekilin o malı vekaletten
habersiz olarak satıp sonradan haberdar olmasına benzer. Şeyh Ebu Hamid ve
başkaları şöyle demiştir: Bu mesele, kişinin ölmüş olan babasını hayatta
zannederek onun malı üzerinde tasarruf ta bulunduktan sonra babasının öldüğünün
ortaya çıkmasına benzer. Oradaki görüş ayrılığı burada da geçerlidir."
Zahir olan bu durumda
kişinin hükmünün geçerli olmamasıdır; çünkü hakimin atamasının geçerli olması
için onun bunu kabul etmesi gerekir. Ayrıca bu hüküm Nevevi'nin kendi çıkarımı
olarak belirttiği şu meseleden de anlaşılmaktadır: "Bir hakim, kendi yetki
bölgesinde olmadığına inandığı bir kadını evlendirdikten sonra bu kadının onun
yetki bölgesinde olduğu anlaşılsa bu evlendirme geçerli olmaz." Nevevi
şöyle demiştir: "Çünkü hakim böyle bir şeye teşebbüs etmekle fıska düşer
ve velayet yetkisinin dışına çıkmış olur."
79. Devlet başkanı, bir
hakimi azletmek üzere kendisine mektup gönderip "mektubumu okuduğunda
azledilmiş olacaksın" diyerek hakimin azlolmuş olmasını ona gönderdiği
mektubu okumasına bağlamış olsa hakim mektubu okuduğunda azlalur; çünkü
belirtilen şart gerçekleşmiştir. Yine telaffuz etmese bile mektubu inceleyip
içinde yazılanları anladığında da böyledir.
80. [Bir önceki meselede
mektubu hakimin kendisi okumadığı halde ona başkası tarafından okunmuş olsa
hüküm ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
mektup hakime okunduğunda da hakim azlolur; çünkü amaçlanan şey bizzat hakimin
okuması değil, azlin bildirilmesidir.
İkinci görüş
Devlet başkanının
mektubunda kullandığı ifadenin zahiri dikkate alınır ve bu durumda hakim
azlolmuş olmaz.
81. Devlet başkanı
hakime gönderdiği mektupta mektubu okuma şartına bağlamaksızın "seni
azlettim / sen azlolmuşsun" dese Beğavi ve başkalarının belirttiği üzere
mektup hakime ulaşmadıkça azlolmuş olmaz.
Not: Kitabın bir bölümü hakime gelmiş olsa, alimlerin
boşama konusunda belirttiği görüşe kıyasla burada da şayet hakimin azla Iduğunu
ifade eden bölüm silinmiş ise hakim azlalmaz, aksi takdirde azlalur.
Hakimin Görevlendirdiği
Memurların Görevden Alınması
Nevevi daha sonra
hakimin görevlendirdiği memurların görevden alınması meselesini ele almıştır.
82. Hakimin ölmesi veya
görevden azlalması durumunda hakimin belirli bir kayıtla [özel bir görevle]
tayin ettiği memur görevden ayrılmış olur. Bu da "ölen veya kayıp olan bir
şahsın malını satmak", "bir davada şahitleri dinlemek" vb.
davalara ilişkin özel bir durum için çalışmasına izin verdiği kimsedir. Onun
durumu ve kil gibidir. Burada kastediten -yukarıda yapılan açıklamadan da
anlaşılacağı üzere- memurun bundan haberdar olması halinde görevden azlolmuş
olacağıdır. İbn Süraka bunu açık olarak ifade etmiştir.
83. Ravdatü't-talibin ve
eş-Şerhu'l-kebir'de Serahsl'den şu görüş aktarılmıştır: "Devlet başkanı
hakim yerine bir vekil atasa, bu vekil hakimin ölmesi veya azlalmasıyla
azlalmaz."
Rafii şöyle demiştir:
"Şu söylenebilir: İzin vekaletle kayıtlı olur da asıl kişi görevinde
kalmazsa vekilin de görevinde kalmayacağı söylenebilir." Zahir olan da
budur. Kimileri kendi çıkarımı olarak şunu söylemiştir: "Hakimin ölmesi
azı olmayıp hakimlik görevinin sona ermesidir. "
84. [Hakim öldüğünde
veya görevinden azledildiğinde onun mutlak yetkiyle görevlendirdiği memur
azlolur mu? Bu konuda mezhep içinde üç görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru olan görüşe
göre mutlak yetkiyle tayin edilen memur, belirtilen durumlarda azlolmuş olur.
Bu, hakime memur tayin etmesi konusunda izin verilmediği takdirde söz konusu
olur; çünkü böyle bir durumda hakimin birini memur tayin etmesi onun kendisine
yardımcı olması içindir. Hakimin yetkisi ortadan kalktığına göre ona yardım
etme durumu da geçersiz olmuştur.
Yine bu, hakime devlet
başkanı tarafından "kendine [yardımcı olmak üzere] memur tayin
edebilirsin" denilmesi halinde veya halef tayin etme konusunda [emir ya da
yasak söz konusu olmaksızın] mutlak bir atama yapıldığında söz konusu olur.
Çünkü bu durumda hakimin memur tayin etmesi halinde yardımlaşma amacıyla bunu
yaptığı açıktır.
Kendisinin velayetinin
sona ermesiyle yardım alma da geçersiz olur.
Not: Hakimin mutlak yetkiyle tayin edildiğinde
sonradan azli halinde görevlendirdiği memurun da azlolması, devlet başkanının
kimin o hakime halef olacağnı tayin etmediğinde söz konusu olur. Şayet devlet
başkanı "falan kişiyi kendine halef tayin et" demişse bu "benim
adıma halef tayin et" demesi gibidir. Bu durumda hakimin azlolmasıyla o
kişi azlolmaz; çünkü devlet başkanı böyle yaparak hakimin, memur tayin etme
konusunda görüşünü devre dışı bırakmış, onu sadece bir elçi kılmıştır. Ezrai ve
başkalarının belirttiği üzere buna Maverdi ve Ruyanı işaret etmiştir.
Devlet başkanı, hakim
olarak atadığı şahsa hitaben "benim adıma kendine memur tayin
edebilirsin" demişse hakimin ölmesi veya azledilmesi halinde bu memur
azlolmuş olmaz; çünkü memur, devlet başkanı tarafından atanmıştır. Hakim, atama
konusunda yalnızca bir elçi konumundadır.
İkinci görüş
Müvekkilin ölmesi
durumunda vekilin azlolması gibi burada da da hakimin tayin ettiği memur mutlak
olarak azlolur.
Üçüncü görüş
İnsanları maslahatını
gözetme adına burada memur kesinlikle
azlolmuş olmaz.
Not: Alimlerimizin ifadelerinden şu sonuç
çıkmaktadır:
Devlet başkanı bir
eyalete hakim tayin ettiğinde şayet ona "benim adıma kendine memur tayin
edebilirsin" dememişse hakimin ölümüyle birlikte onun tayin ettiği
memurlar görevinden azlolmuş olur.
Bu doğrudur. Nitekim
Saymerı şöyle demiştir: "Horasan hakimi gibi büyük bir eyaletin hakimin
tayin ettiği memurlar o hakimin ölümüyle azlolur. Onun görevden alması doğru
görüşe göre devlet başkanının tayin ettiği hakimlerden farklıdır. Kadı Hüseyin
eyalet valisinin tayin ettiği hakimleri bizzat devlet başkanı tarafından tayin
edilmiş olarak kabul etmiştir." Bu, devlet başkanı ona bu yetkiyi açık
olarak verdiğinde veya örf bunu gerektirdiğinde böyledir. Bu durumda bizzat
devlet başkanı tarafından tayin edilmiş gibi kabul edilirler.
85. Hakim ve devlet
hazinesininden sorumlu vekil gibi genel bir yetki ile donatılmış kişiler devlet
başkanının ölümüyle veya görevden azledilmesiyle görevlerinden azlolmuş
olmazlar; çünkü bunda önemli işleri atıl bırakma sebebiyle büyük bir zarar söz
konusu olur.
el-Havi'de bu mesele ile
"ha.kimin tayin ettiği kişinin azlolması" meselesi arasında şu farkın
bulunduğu belirtilmiştir:
Devlet başkanı
Müslümanların hakları konusunda hakimleri vekil tayin etmiş olduğu için devlet
başkanının ölümü halinde hakimler azlolmuş olmaz. Hakim ise görevlendirdiği
memuru sırf kendi [işlerinde ona yardım etsin diye şahsı] hakkı konusunda vekil
tayin ettiğinden onun ölümüyle memur da azlolur. Bu fark dikkate alındığında
hakimin tayin ettiği memuru bir gerekçe belirtmeksizin görevden alması caiz
olduğu halde devlet başkanının azli gerektiren bir sebep olmaksızın hakimi
görevden alması caiz değildir.
Bu konuda daha önce
açıklama yapmıştık.
Ezrai şöyle demiştir:
çağımızdaki alimlerden biri, devlet başkanının ölümü halinde devlet
hazinesinden sorumlu vekilin azlolmuş olacağını ileri sürerek alimlerin şu
görüşüne dayanmıştır: "Vekil müvekkilin ölümüyle azlolur." Bu,
isimlere takılıp kalarak manadan gafil olmaktır. Bu doğru değil, yanlıştır.
86. Bir yetimin işlerine
bakan kişi, bir vakfm yöneticisi hakimin ölmesi veya azledilmesi ile görevden
azlolmuş olmaz. Aksi takdirde pek çok maslahat yitirilmiş olur.
Not: Vakıf kuran kişi vakfın yönetiminin
"falan şehirde Müslümanların hakimi" tarafından yürütüleceğini
belirtse, o hakim de vakfın yönetimiyle birini görevlendirse, daha sonra o
şehre başka bir hakim atansa [ne olur?]
Ezrai şöyle demiştir:
Bana göre bu durumda vakfın idarecisi kesinlikle görevinden azlolmuş olur.
Çünkü vakıf yapan kişinin şartı gereği vakfın yönetimi yeni hakime intikal
etmiştir. Nitekim kişi vakfın yönetimini Zeyd'e sonra da Amr'a bıraksa, Zeyd
kendisi adına vakfı yönetmesi için birini vekil tayin ettikten sonra ölse onun
vekili kesin olarak görevden azlolmuş ve vakfın yönetimi Amr'a geçmiş olur. Şu
halde Nevevi'nin sözü "vakfın yönetimi hakime intikal ettiğinde"
şeklinde yorumlanmalıdır. Zira vakfı kuran kişi herhangi bir kimsenin yönetici
olmasını şart koşmamış yahut da onun şart koştuğu kimse ortadan kalkmış veya
ehliyetini kaybetmiştir.
İbn Şühbe şöyle
demiştir: Vakıf senetlerinde çoğu zaman şöyle ifadeler yer alır: [Vakfı kuran
kişinin] zürriyetinden kimse kalmazsa vakfın yönetimi falan beldede
Müslümanların hakimi kim ise ona intikal eder. O, kendi yardımcı ve
memurlarından dilediğini bu işle görevlendirir. Vakfın yönetimini belirleme işi
bir hakime intikal edip de o bu iş için birini görevlendirdiğinde bu hakimin
azledilmesi veya ölmesi halinde o vakıf yöneticisi azlolmuş olur mu? Doğruya
daha yakın olanı azlolmuş olmamasıdır.
87. Hakim azledildikten
sonra "ben falan kişi lehine şu hükmü vermiştim" diye bir açıklama
yap sa onun bu sözü şahit olmadıkça kabul edilmez; çünkü azledildikten sonra
yeni hüküm inşa etme yetkisine sahip olmadığından ikrar yetkisine de sahip değildir.
Ancak gözlerinin kör olması sebebiyle azledilmişse bu açıklaması kabul edilir;
çünkü bu hakim yalnızca gözle görmeyi gerektiren konuda körlük sebebiyle
azledilmiştir. "Ben senin aleyhine falan hükmü vermiştim" ifadesi ise
görmeyi gerektirmez. Bunu Bulkın! söylemiştir.
88. Hakim azledildikten
sonra "vakıf malını vakfedildiği yönlere harcadım", "vakfın
durumun gerektirdiği şekilde tamiri için harcadım " dese yeminsiz olarak
sözü kabul edilir.
89. Hakim, bir konuda
verdiği hükme dair başka bir şahısla birlikte şahitlik etse [bu şahitlik kabul
edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Doğru görüşe göre onun
sözü kabul edilmez; çünkü kendi fiili hakkında şahitlik yapmaktadır.
İkinci görüş
Süt annenin, bir çocuğu
emzirdiğine dair şahitlik edip ücret istememesi meselesinde olduğu gibi burada
da hakimin şahitliği kabul edilir.
İlk görüş sahipleri
arada şu farkın oldUğunu söylemişlerdir: Süt annenin fiili, doğrudan
ispatlanması istenen şey değildir; çünkü süt annenin kendi [emzirme] fiiline
dair şahitliği kendisinin temize çıkarılması mahiyetinde bir şahitlik değildir.
Oysa her iki durumda da hakimin şahitliği bu manhiyettedir.
90. "Hakimin
hükmü" ifadesi şu durumu dışarıda bırakmaktadır: Hakim, belirli bir kişinin
mahkemede şu şekilde ikrarda bulunduğuna dair şahitlik etse onun bu şahitliği
kesin olarak kabul edilir; çünkü burada kendi fiili hakkında şahitlik etmemiş,
yalnızca işittiği bir ikrara dair şahitlik etmiştir. Bunu Maverdi söylemiştir.
Not: Nevevi'nin "başkasıyla birlikte"
ifadesi sanki tek başına şahitlik ederse bu şahitliğin kabul edilmeyeceği
konusunda ittifak bulunduğu izlenimini doğurmaktadır. Oysa alimlerin
ifadelerinden her iki durumda da ihtilafın olduğu anlaşılmaktadır. Hak, şahit
ve yeminle ispat edilen şeylerden olabilir. Bu sebeple Nevevi bunu zikretmemiş
olsa daha iyi olurdu.
Bunu Zerkeşi
söylemiştir.
91. [Azledilen hakim,
"bu konuda, hükmü geçerli bir hakim şu şekilde hüküm vermişti"
diyerek] hüküm vermesi geçerli olan bir hakimin hükmü hakkında şahitlik yapıp
bu hükmü ["benim verdiğim hüküm" diyerek] kendisine nispet etmese [ne
olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
şahitliği -tıpkı süt emziren kadının buna dair şahitliğinde olduğu gibi- kabul
edilir.
İkinci görüş
Kabul edilmez; çünkü
burada kendisini kastediyor olabilir.
Not: Nevevi'nin "hükmü geçerli" ifadesi
bazılarının da belirttiği gibi pekiştirmedir.
Görüş ayrılığı, hakimin o
hükmün kendisine ait olduğunu bilmediği duruma özgüdür. Aksi takdirde töhmet
devam ediyor olduğundan onun şahitliği kesin olarak kabul edilmez.
Yine bu görüş ayrılığı
"hükme şahitlik etmede hakimi tayin etmek dikkate alınmaz, herhangi bir m
hakimin hüküm verdiğine dair şahitlerin bulunması yeterlidir" görüşünü
kabul ettiğimiz söz konusu olur. Nitekim meşhur rivayet bu şekildedir. Ancak
hangi hakimin hüküm verdiğini tayin etmeyi şart koşarsak o zaman hakimin bu
sözü kesinlikle kabul edilmez.
92. Hakimin,
azledilmeden önce "ben şu şekilde hüküm verdim" sözü kabul edilir.
Hatta hakim, hüküm vermek şeklinde "köyün kadınları kocalarından
boşanmıştır" dese onun bu sözü herhangi bir delil söz konusu olmaksızın
kabul edilir; çünkü o hükmü o esnada inşa etme yetkisine sahiptir. Ancak bunu
haber verme tarzında söylese Beğavl'nin belirttiği üzere onun bu sözü kabul
edilmez. eşŞerhu'[-kebır'deki ifadeden çıkan sonuç da budur.
Hocamız Zekeriya
el-Ensarl'nin de belirttiği üzere bu hüküm, hakimin bunu velayetinden önceki
zamana izafe etmesi durumuna özgüdür.
Ezrai şöyle demiştir:
Alimlerin onun sözünün kabul edileceğini belirtmeleri mutlak müctehid veya
mezhebinde müctehid olan hakim hakkında doğrudur. Bu ikisi dışındakilerin
sözlerinin kabul edilmesine gelince, bu mesele üzerinde durmak gereken bir
meseledir.
Allah'tan hayırlısını
talep ettim [istihare yaptım] ve zamanımız hakimlerinden, verdiği kararın
dayanağı sorulan kimsenin bunu açıklamasının gerekli oludğuna dair fetva
verdim; çünkü hakim, aslında şer'ı açıdan dayanak [delil] olmayan bir şeyi
delil sayıyor olabilir.
Nitekim bu çok veya
sıkça karşılaşılan bir durumdur.
Nevevi'nin söylediği
hükmün sayısı belirli bir kasabaya ilişkin olması gerekir. Bağdat gibi büyük
şehirlere gelince bu geçerli değildir; çünkü biz bu durumda onun sözünün batıl
olduğunu biliriz.
Nitekim Rafii ve
Nevevi'nin "köy / kasama" ifadesi de buna işaret etmektedir.
93. Hakim, "benim
yanımda falan ve falan kişiler şuna şahitlik ettiler" dese, o kişiler bunu
inkar etseler, İbnü's-Sabbağ'ın belirttiğine göre onların inkarına bakılmaz.
94. Hakim kendi yetki
bölgesinde değilse hükmünün geçerli olmaması açısından azledilmiş hakim
gibidir, çünkü onun orada hüküm inşa etme yetkisi yoktur.
Not: Yetki bölgesi ile kastedilen kendisinin hüküm
verdiği şehirdir. Bazıları bu ifadeden hakimin mahkeme dışındaki hükmünün
geçerli olmayacağını zannetmişlerse de bu açık bir hatadır. İbnü's-Salah ve
et-Tabakat adlı eserinde Nevevi buna dikkat çekmiştir.
Zerkeşi şöyle demiştir:
"Alimlerin ifadesinin zahirinden "şehir" ile kastedilen yer
surlarla kaplı olan bölge ve buna bitişik binalar olup bahçeler ve tarlalar
değildir. Buna göre Hakim, kendisi tarlalarda veya bahçelerde iken şehirdeki
bir kadını evlendirse veya bunun aksi olsa bu tasarruf geçerli değildir; çünkü
yetki bölgesinde değildir. Hakimlerin pek çoğu bu meseleyi hafife alıyorlar.
Bunu terk etmek ihtiyata
daha uygundur; çünkü yetki yalnızca şehri kapsar."
Bu, daha önce
belirttiğimiz gibi ortada bir örf olmadığında böyledir.
Azledilmiş olan hakim,
yed-i emıne "falan kişinin malını koruman için hakimlik yaptığım dönemde
sana mal vermiştim" dediği halde yed-i emın "aksine sen bana falan
kişinin malını vermiştin" dese, azledilen hakimin sözü kabul edilir. Yed-i
emin kendisinin belirttiği kişiye o miktarda malı tazmin etmekle yükümlü olur
mu? Bu konuda Kadı Hüseyin'in Ta'lik adlı eserinde iki görüş zikredilmiş olup
Hocamızın daha uygun olduğunu belirttiği görüşe göre tazminle yükümlü olmaz.
Yed'-i Emin "sen bana hiçbir şey vermedin, bu mal falanındır" dese
yed-i eminin sözü kabul edilir; çünkü aslolan ona bir mal verilmemiş olmasıdır.
Nevevi'nin mutlak
ifadesinin kapsamından şu durum istisna edilir: Devlet başkanı hakimin her
nerede olursa olsun yetki bölgesindeki insanlar hakkında hüküm vermesine izin
verse o zaman hakimin yetki bölgesi dışında bile olsa onlar arasında hüküm
vermesi caiz olur. el-Beyan yazan şöyle demiştir: O zaman hakimin kendi
şehrinden olan kimseler hakkında "ben bu şahıs aleyhinde şu hükmü
verdim" ifadesi kabul edilir.
95. Bir kişi,
> Azledilmiş olan
hakimin kendisinin malını rüşvetle -yani el-Muharrer'de belirtildiği üzere
rüşvet yoluyla- aldığını iddia etse,
> Veya mesela iki
kölenin şahitliğiyle veya şahitliği kabul edilmeyen iki kişinin şahitliğiyle hüküm
verip malı falan kişiye verdiğini, oysa kendisinin bu iki şahısların
şahitliğinin geçerliliğine inanmadığını iddia etse [ne olur?]
[Bu iki durumda,
azledilmiş olan] hakim mahkemeye çağrılır ve ikisi arasındaki dava görülür. Bu,
hakimin gasp yaptığının iddia edilmesi gibidir. Bu durumda mahkemeye
çağrılmadan bunu ispat etmek mümkün değildir. el-Matlab'ta belirtildiği üzere
hakim, böyle bir durumda mahkemeye bizzat gitmeyip vekilini [avukatını]
gönderebilir.
96. Hakim mahkemeye
geldiğinde kendisi aleyhine şahitlik yapıhırsa veya kendisi ikrarda bulunursa
aleyhine hüküm verilir. Aksi takdirde -tıpkı suç işlediği iddia edilen diğer
güvenilir şahısların durumunda oldUğu gibi- yeminle birlikte onun sözü kabul
edilir. Zira şu hadisteki ifade genel niteliklidir:
> Delil getirme
yükümlülüğü davacıya aittir. [Davacı delil getiremediğinde] yemin etme
yükümlülüğü de [iddiayı] inkar edene aittir. (Buhari, Tefsir, 4552; Müslim,
Akdiye, 4445)
Hakimin sözünün yemin
etmeksizin kabul edileceği de söylenmiştir; çünkü o din tarafından güvenilir
görülerek kendisine sorumluluk verilmiş bir kişidir, bu sebeple onun makamı [bu
şekilde kendisine] yemin ettirilmekten korunur.
Zerkeşi şöyle demiştir:
Bu, hakimlik yapma ehliyeti devam ettiği halde azledilen hakim hakkındadır.
Ancak fıskı ortaya çıkıp zulmü ve hıyaneti toplumda yayılan hakime gelince
zahir olan ona kesinlikle yemin ettirilmesidir.
Not: Bir kimse yeni hakime gidip azledilmiş olan
hakimin kendisine zulmettiğini ve mahkemeye getirilmesini talep etse, yeni hakim
eskisini mahkemeye derhal getirme konusunda acele etmeyip şikayette bulunan
kişiye "sen ondan ne istiyorsun?" diye sorar.
Şayet bu şahıs eski
hakimde bir alacağı veya malı olduğunu iddia ediyorsa onu mahkemeye getirtir.
Dava kesinleşmeden onu mahkemeye getirtmesi caiz değildir; çünkü davacı şahsın
eski hakim üzerinde bir hakkı olmadığı halde sırf onu mahkemeye getirterek
[toplum nezdinde] onun değerini düşürmek istemiş olabilir.
97. Bir kimse
[azledilmiş bir hakimden şikayetçi olarak] "hakim [azledilmeden önce]
benim hakkımda iki kölenin -veya şahitliği kabul edilmeyen başka iki kişinin
mesela iki fasığın- şahitliğine dayanarak hüküm verdi. Bu geçerli değildir. Ben
[uğradığım zararı] onun tazmin etmesini istiyorum " diye iddiada
bulunmakla birlikte rüşvet veya mal zikretmese [ne olur?
Bu konuda mezhep içinde
iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Hakim bu iddiayı
cevaplamak üzere mahkemeye çağrılır.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre davacı,
iddiasına dair şahit getirmediği sürece hakim çağrılmaz; çünkü hakim, din
tarafından kendisine güvenilmiş [ve görev verilmiş] kişidir. Görünürdeki durum
açısından hakimlerin verdikleri hükümler sahih bir şekilde cereyan eder. Bir
delil bulunmadıkça bu görünür durum terk edilmez.
98. Yukarıdaki her iki
görüşe göre de hakim mahkemeye getirildiğinde "ben onun hakkında hiçbir
şekilde hüküm vermedim" veya "ben onun hakkında iki hür kişinin
şahitliğiyle hüküm verdim" diyerek iddiayı inkar ederse [hüküm ne olur? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
yemin ettirilmeksizin sözü kabul edilir; çünkü o, din tarafından güvenilen bir
kişi konumunda bulunduğundan onun makamı yemin ettirilmek ve bu şekilde çekişmelerle
itibarsızlaştırılmaktan korunur.
İkinci görüş
Nevevi şöyle demiştir:
"Ben derim ki: Daha doğru görüşe göre yeminle birlikte onun sözü kabul
edilir. Allah en doğrusunu bilir." Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şu sözü
geneldir:
> [Davacı delil getiremediğinde]
yemin etmek, iddiayı inkar eden kişinin yükümlülüğüdür.(Beyhaki, Kasame, 8,
132)
Ayrıca azletilmiş
hakimin [var sayalım ki hiçbir niteliği yok] en azından durumu "güvenilen
şahıs" pozisyonudur. Güvenilir şahıs ise -tıpkı kendisine emanet bırakılan
kişinin durumunda olduğu gibi- yemin eder.
Zerkeşi şöyle demiştir:
Nevevi'nin hangisinin doğru görüş olduğu konusundaki kanaati birbiriyle
çelişmektedir.
Zira
Ravdatü't-talibin'de ilk görüşü dOğru kabul etmiş [burada ise ikinci görüşü
doğru kabul etmiştir.] Doğrusu buradaki değerlendirmesidir; çünkü İmam
Şafii'nin açık ifadesi bu şekildedir.
Farıkı şöyle demiştir:
Bu görüş ayrılığı iki
şahidin bilindiği duruma özgüdür. Aksi takdirde onların durumunun bilinmesi
için haklarında araştırma yapılır.
Gazzi şöyle demiştir:
[Farıkl'nin yorumu] köle hakkında uygun olmakla birlikte [şahitlerin] fasıklar
[olduğunun iddia edilmesi durumunda] uygun değildir; çünkü fasıklık kişide
sonradan ortaya çıkabilir.
Bana göre de böyledir.
99. Görev başında bulunan
bir hakimin bir hükümde haksızlık yaptığı iddia edilse veya -ileride davalar
bölümünde geleceği üzere- bir şahidin yalancı şahit olduğu iddia edilerek yemin
ettirilmek istense bu iddia dinlenilmez, buna dair şahit getirilmesi şart
koşulur.
Dolayısıyla hakim de
şahitler de bu iddia sebebiyle yemin etmezler, çünkü bu ikisi dince güvenilir
şahıs konumundadır. Böyle durumlarda yemin ettirme uygulamasına yol verileck
olursa iş zorlaşır ve insanlar hakimlik yapmaktan da şahitlik yapmaktan da
kaçınırlar.
Zerkeşi şöyle demiştir:
"Bu, hakimin / şahidin güvenilir bir kimse olması haline özgüdür. Aksi
takdirde kendisine yemin ettirilir."
Ezrai, yemin
ettirilmemesinin gerekçesi olarak zikredilen "eğer öyle olursa insanlar
hakimlik yapmaktan kaçınır" ifadesi hakkında şunları söylemiştir:
Bu [gerekçe], hakimin
niteliklerinin tam olmasına ve ehliyetinin tam olmasına dayalıdır.
Zamanımızda ise hakimlik
görevini yapanlar hakkında şunu kesin olarak biliyoruz:
Onlardan birisine hüküm
verirken haksızlık yapmadığına, rüşvet almadığına dair her gün yetmiş defa
yemin ettirilse bile bu durum onun hakimlik yapmaya ve görevinin devam etmesine
olan hırsı nı azaltmaz. Aksine gerek onun gerekse başkalarının bu gibi
durumlarda hırsı ve hakimliğe olan düşkünlüğü daha da artar. İnna lillahi ve
inna ileyhi raciun!
Ezrai bunu kendi zamanı
için söylüyor. Bir de bizim zamanımızı görseydi ne derdi kim bilir!
Şöyle bir soru
sorulabilir: Dava dinlenilmediği halde şahit getirilmesi nasıl şart koşulur?
Buna şöyle cevap
verilir: Burada kastedilen şey şudur: Dava her ne kadar şahitlerin bulunup
bulunmadığına bakılmak için dinlense bile, hakime yemin ettirme kastıyla
dinlenmez. Eğer ortada şahit varsa o zaman kesin olarak dinlenilir.
100. Söz konusu dava
başka bir hakimin hükmüne ilişmeyip bizzat bu hakimin kendi hükmüyle ilgili
olursa o zaman tıpkı sıradan iki şahıs arasındaki davada olduğu gibi hakim ile
davacı arasında hakimin tayin ettiği halef [memur] veya bir başka hakim hüküm
verir.
Subki şöyle demiştir:
Bu, davanın hakime zarar vermediği ve onun makamına halel getirmediği,
kendisinin azlini gerektirmediği duruma özgüdür. Aksi takdirde dava kesin
olarak dünlenmez ve hakime yemin ettirilmez. Bu durumda davacının şahit
getirmekten başka çaresi yoktur. Hatta bana göre adaleti sabit olan ve
kendisine karşı bir iddiada bulunulan herkes hakkında hakimin bu davaya ve
adalet sahibi şahsın iddiayı reddetmesine bakmalı; şayet iddiaya konu olan
olayın adalet sahibi kişinin adaletini zedelemeyecek şekilde bir yanılma,
gaflet, ictihad veya yorum gibi bir şeyden kaynaklandığını tespit ederse davayı
dinler ve yeminle birlikte kabul eder. Ancak davacının sırf inat sebebiyle bu
davayı açtığı kanaati kendisinde oluşursa davayı dinlemez. Şayet adalet sahibi
şahsın ididayı reddetmesi, kendisinin adaletini zedeleyebilecek bir şeyden
kaynaklanıyor ise bu durumda davacının iddiasını ve yemin talebini bir delil
olmadıkça dinlemez. Çünkü bu durumda davacının iddiası davalının sabit olan
adaletine aykırıdır. Bunun bir yolu vardır o da şahit getirmektir.
Not: Bir kimse, bir yetkilinin görev yerinde hakim
nezdinde onun belirli bir şekilde hüküm verdiğine ilişkin bir iddiada
bulunamaz. Şayet onun görev bölgeSinde değilse veya azledilmişse o zaman dava
dinlenilir, [delil bulunmadıkçal davalıya yemin ettirilmez. Bu,
Ravdatü't-talibın ve eş-Şerhu'l-kebir'de zikredilmiştir. Benim azledilen hakim
hakkında yaptığım açıklama, Nevevi'nin burada doğru kabul ettiği görüşe
aykırıdır.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN