KADA - YARGI / YARGIÇ |
YARGILAMA ADABI
Hakimin Atanması
Devlet başkanı, hakim
olarak atadlğl kişiye hitaben bir mektup yazsın ve bu mektuba dair iki kişiyi şahit
tutsun. Şahitler hakim olarak atanan kişiyle birlikte atandığı bölgeye doğru
giderek durumu [oradaki halka] bildirsinler.
Daha doğru görüşe göre
kişinin hakim olarak atandığına dair toplumda yaygın haberin bulunması
yeterlidir. Mezhepte esas alınan rivayete göre yalnızca mektup yeterli
değildir.
101. Devlet başkanının
bir bölgede hakim olarak atadığı kişiye hitaben ona hangi görevi verdiğini
bildiren mektup yazması menduptur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) Amr bin Hazm'ı
Yemen'e on yedi yaşında iken gönderdiğinde kendisine mektup göndermiştir.
(Nesai, Kasame, 4868)
Ayrıca Hz. Ebubekir de
(r.a.) Enes'i Bahreyn'e gönderdiğinde kendisine mektup yazmış ve Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in mührü ile mühürlemiştir. (Buhari, Zekat, 1454)
Bunu yapmak zorunlu değildir;
çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) Muaz bin Cebel'e mektup göndermemiş, yalnızca
kendisine bazı şeyleri tavsiye etmekle yetinmiştir.
102. Devlet başkanı,
görevlendirme mektubu yazdığında bu mektupta hakime yerine getirmek zorunda
olduğu vazifeyi bildirir, bu konuda kendisine öğüt verir, bu görevin öneminden
söz eder. Kendisine Allah'tan korkmasını, ilim ehliyle istişare etmesini,
şahitler vb. kimselerin durumunu araştırmasını söyler.
103. Büyük bir bölgede
hakimlik yapan kişi de memurlarını uzak bölgelere gönderdiğinde aynen devlet
başkanı gibi mektup yazar.
Saymeri şöyle demiştir:
Mektuba ekleme ve
çıkarma yapılmasını engellemek için devlet başkanının mektubu hakime bizzat
teslim etmesi ve ona "bu benim sana yönelik talimatım ve Allah katında hüccetimdir"
demesi uygun olur.
104. Devlet başkanı
mektubun içeriğinde yer alan görevlendirmeye dair iki kişiyi şahit tutar. Bu
iki kişi hakim olarak atanan şahısla birlikte atandığı yere doğru -o yer yakın
olsun uzak olsun- giderek o bölge halkına hakimin görevlendirilmesine ve diğer
şeylere ilişkin olarak durumu bildirirler.
et-Tenbih adlı eserde
"devlet başkanı, atamaya ilişkin iki kişiyi şahit tutar" denilmiştir.
Bu ifade, el-Min hac'daki ifadeden daha uygundur; çünkü itimad edilmesi gereken
şey mektup değil atamadır.
105. Devlet başkanı iki
kişiyi şahit tutarken bu kişiler mektubu okur veya devlet başkanı onlara okur.
Devlet başkanı
okuduğunda el-Bahr'da belirtildiği ne göre şahitlerin mektuba bakmalarına
ihtiyaç kalmaz.
Şayet devlet başkanı dışında
bir kimse mektubu okumuşsa, yazılanların ne eksik ne fazla aynen okuyucunun
okuduğu gibi olduğunu öğrenmek için şahitlerin mektuba bakmaları ihtiyata uygun
olan davranıştır.
Devlet başkanı iki
kişiyi şahit tutup mektup yazmasa bu yeterli olur; çünkü itibar [mektuba değil]
şahitleredir. Şahitler bölge halkına durumu bildirdiklerinde onların hakime
itaat etmeleri gerekir.
Not: Nevevi "iki şahit haber verir"
ifadesiyle o bölge halkına yönelik olarak "şahitlik" ifadesini
kullanmalarının şart olmadığına işaret etmiştir. Bu doğrudur. Nitekim Nevevi
Ravdatü't-talibin'de
alimlerimizden bu şahitliğin normal şahitlik kurallarına göre olmadığını, çünkü
ortada şahitliğin kendisi nezdinde yapılacağı bir hakim söz konusu olmadığını
aktarmıştır.
Zerkeşi şöyle demiştir:
Bundan şu sonuç çıkar: "Bazı bölgelerde dört mezhepten hakim ataması
uygulamasında olduğu gibi şahsın hakim olarak atandığı yerde başka bir hakim
varsa o zaman gerçek anlamda şahitlik dikkate alınır." Bunda şüphe yoktur.
Bulkini şöyle demiştir: "Bana göre burada şahitlerin haber vermeleri
dikkate alınınca bu, şahitliğe ilişkin kurallara göre değerlendirilmez, tek bir
kişi ile yetinilmesi gerekir; çünkü bu, haber verme tarzında bir işlemdir. Buna
temas edeni görmedim."
Zahir olan ise alimlerin
sözünde yer alan mutlak hükmün esas alınmasıdır.
106. [Bir kimsenin bir
bölgeye hakim olarak atandığına dair toplumda yaygın bir haberin olması yeterli
midir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
yaygın haberin bulunması yeterlidir; çünkü bununla amaç gerçekleşmiş olur. Ne
Hz. Peygamber (s.a.v.)'den ne de raşid halifelerden atama esnasında şahit tutma
uygulaması nakledilmiştir.
İkinci görüş
Bu yeterli değildir; çünkü
satım ve kirada görüldüğü üzere akitler [şahit olmaksızın] yaygın haberle sabit
olmaz.
Not: Nevevi'nin el-Muharrer'e tabi olarak
söylediği sözün zahirinden anlaşıldığına göre hakimin atandığı bölge uzakta
olsa bile bu görüş ayrılığı söz konusudur. Bu doğrudur.
Bazıları bunun yakın
bölgelerle ilgili olduğunu söylemişse de Ravdatü't-talibin ve
eşŞerhu'l-kebir'deki ifadelerin de gösterdiği üzere bu sınırlamanın bir delili
yoktur.
107. [Bir kimsenin hakim
olarak atandığına dair] herhangi bir şahit tutma veya yaygın haber
bulunmaksızın yalnızca mektubun olması [yeterli midir? Bu konuda iki rivayet
bulunmaktadır:]
Birinci rivayet
Mezhepte esas alınan
görüşe göre sadece mektup yeterli değildir; çünkü mektup düzmece olabilir.
İkinci rivayet
Mezhep içinde bir görüşe
göre böyle bir durumda devlet başkanı adına mektup yazmaya cüret etmek çok
nadir görüleceğinden bu yeterlidir.
Not: Nevevi'nin ifadesinden sadece hakimin
kendisinin bölge halkına haber vermesinin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Şayet
bölge halkı hakimin sözünü tasdik etmiyorsa bunda görüş ayrılığı yoktur. Şayet
sözünü tasdik ediyarlarsa ona itaat etmelerinin gerekli olup olmadığı konusunda
mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır. Alimlerin vekalet konusundaki
görüşlerine kıyasla burada itaat etmeleri gerekmez; çünkü devlet başkanı, o
şahsı hakim olarak tayin ettiğini inkar etse onun sözü kabul edilir.
Ezrai şöyle demiştir:
"İtaat etmeleri görüşü daha uygundur. Sahabe sözleri ve hadislerde bunu
destekleyen hususlar bulunmaktadır. Ayrıca onlar kendileri aleyhine hak
itirafında bulunmuşlardır."
Hakimin Atama Bölgesine
Gitmesi
Hakim, atandığı
bölgedeki alimlerin ve adil kimselerin durumunu araştırır. Görev bölgesine
Pazartesi günü girer ve şehrin orta yerine yerleşir.
108. Hakim, kimlerin
yaşadığını bilmediği görev bölgesine gitmeden önce o bölgedeki alimlerin,
adalet sahibi kimselerin ve şahitleri tezkiye eden şahısların durumunu gizli ve
açık araştırır. Ta ki orada bulunanların durumundan haberdar olarak oraya
gitsin. Çünkü hakimin bu şahıslarla münasebeti kaçınılmaz olduğundan oraya
gitmeden önce araştırması uygun olur. Şayet bu mümkün olmazsa gidiş yolunda
bunu araştırır. Bu da mümkün olmazsa oraya vardığında araştırma yapar.
Not: Rafi!'nin "hakimin uyması gereken
adab" bölümünde ikinci babın sonunda belirttiğine göre hakim olarak atanan
kişinin, kendisine eleştirilecek yönlerini belirtmeleri ve kendisinin de bundan
kurtulmak üzere çalışması için güvenilir arkadaşlarını yanına çağırması
menduptur.
109. Hakim görev bölgesine
Pazartesi sabahı giriş yapar; çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye Pazartesi
sabahı kuşluk vaktinde girmişti. Şayet bu mümkün olmazsa Perşembe günü gider.
Bu da mümkün olmazsa Cumartesi günü gider.
110. Hakimin atandığı
yere girerken başına siyah sank sar ması sünnettir. Müslim'in rivayet ettiğine
göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'yi fethettiği gün oraya siyah sankla
girmiştir. (Müslim Hac, 3296)
Aynca bu kendisini daha
heybetli gösterir.
111. Nevevi şöyle
demiştir: Kur'an veya hadis okuma, zikir, herhangi bir sanat veya herhangi bir
iş gibi hayırlı vazifesi bulunan bir kimsenin şayet mümkün ise bu işini günün
başında yapması mü stehaptır. Yolculuğa çıkmak isteyen veya nikah akdi vb.
işlemler yapmak isteyen kimselerin de böyle yapması müstehaptır.
112. Hakim, en meşhur
görüşe göre atandığı şehrin orta kısmına yerleşir. Böylece şehir halkına eşit
mesafede olmuş olur. Bu, ZerkeşI'nin de belirttiği üzere şehrin yüzölçümü büyük
olduğunda söz konusu olur. Aksi takdirde neresi kolayına geliyorsa oraya
yerleşir.
Zerkeşi "bu,
kişinin yerleşmeyi adet edindiği bir bölge bulunmuyorsa geçerlidir"
demiştir.
Kadı Ebu Muhammed şöyle
demiştir:
Kişi görev yerine gündüz
vakti girdiğinde camiye yönelir. Orada iki rekat namaz kılar. Sonra kendisinin
görevlendirme yazısının okunmasını emreder. Daha sonra ihtiyacı olanların
kendisine müracaat etmesi için duyuru yapılmasını emreder. Ardından bu konuda
kendisine gelen müracaatlara bakmaya başlar. Böylece işine başlamış ve rızkını
[maaşını] hak etmiş olur.
Bu ifadeden, hakimin
rızkını tayin edildiği andan itibaren hak etmediği, işe başladığı andan
itibaren hak ettiği anlaşılmaktadır.
İbn Şühbe şöyle
demiştir.
Maverdi bunu şu şekilde
açık olarak ifade etmiştir: "Hakim işine başlamadan önce maaşını hak
etmez. İşine varıp da başladığında hak eder. Görev yerine vardığı halde işe
başlamamışsa bakılır: Eğer işe başlamak için bir girişimde bulunmuşsa bilfiil
başlamamış olsa bile maaşını hak eder. O, tıpkı kendisini işe hazır bulunduran
işçiye benzer. Şayet bir girişimde bulunmamışsa maaşa hak kazanamaz."
Hakim dilerse
görevlendirme yazısını derhalokur, dilerse insanların toplanması için bir gün
belirleyerek o günde bunu okur. Yanında şahitler varsa onlar şahitlik ederler,
daha sonra hakim evine yerleşir.
Hakimin Görev
Bölgesindeki İcraatılan
Mahkumların Durumunun
Araştınlması
Hakim önce hapiste
olanların durumunu inceler. Onlar içinden "ben haklı olarak hapse
atıldım" diyenleri hapiste tutmaya devam eder. Bunlar içinden "ben
haksız yere hapse atıldım" diyen kimsenin hasmından delil getirmesini
ister. Şayet hasım yoksa gelmesi için kendisine mektup yazar.
113. Hakim, ilk olarak
hapisteki mahkumların durumunu araştırır; çünkü hapis bir tür azaptır. Bu
sebeple mahkumların bunu hak edip etmediğini araştırır.
Not: Hakimin ilk olarak mahkumların durumunu
araştırması ile ilgili söylenen bu hüküm Cüveyni, Gazall ve İbnü's-Sabbağ'ın
ifadesidir. Ancak Rafii ve Nevevi'nin, başka alimlerimizden naklettiği şu
ifadeler bununla çelişmektedir: "Hakim, görevlendirme yazısını okuduktan
sonra mahkeme kararlarının yazılı olduğu dosyayı teslim alır. Bu dosyada, hüküm
verilmeksizin cereyan eden kayıtlar, hükümlerin bulunduğu siciller, yetimlerin
ve onların mallarının yazılı olduğu senetler ve vakıfların senetleri yer alır.
Hakim ilk iş olarak bu dosyayı teslim alır; çünkü bu dosya önceki hakimin
velayet yetkisine dayalı olarak onun elinde bulunuyordu. Şimdi yetki yeni
hakime intikal ettiğinden yeni hakim, ilgili hak sahipleri adına bunu korumak
için dosyayı teslim alır."
Hakimin öncelikle bunu
yapması Rafil'nin "hakimin adabı" bölümünün sonlarında belirttiği
üzere müstehaptır. Ancak İbnü'r-Rif'a, Cüveyni'den bunun farz olduğu görüşünü
nakledip kendisi de buna katılmıştır. En iyisi şöyle demektir: Masiahat hangisini
gerektiriyorsa onu öncelemek gerekir. Nitekim bu, daha sonra gelecek
açıklamalardan anlaşılmaktadır.
Bundan, Bulkınl'nin de
tek görüş olarak belirttiği üzere şu durum anlaşılır: Hakim, kendi bakımında
olan kısıtlı şahıslar ve aç kimseler, gerek terikelerde gerekse diğer mallarda
yer alan ve ölmeye yaklaşmış hayvanlar, vakıflar ve kısıtlı şahısların malları
içinden yıkılmaya yüz tutan ve derhal onarılması gerekenler gibi öncelikle ele
alınması gereken hususların tümünü, mahkumların durumundan önce inceler.
Mahkumların durumunu
incele şu şekilde olur: Hakim bir kimseye bir gün veya ihtiyaca göre daha fazla
süreyle şu şekilde duyuru yapmasını emreder: "Falan hakim, şu gün
mahkumların durumunu ele alacak. Hapishanede tanıdığı bulunan kimse
gelsin." Daha sonra görevlilerden birini hapishaneye gönderir ve bir
kağıda mahkumların isimlerini ve hangi sebeple ve kimin lehine hapsedikleri
yazılır. Belirlenen gün gelip de insanlar da hazır bulunduğunda hakimin önünde
bu kağıtlar tek tek açılır. Hakim orada ismi yazılı olan şahsın durumunu
inceler, hasmını sorar. Gelen şahıslar arasından "onun hasmı benim"
diyen kişi ile birlikte güvenilir bir şahsı hapse gönderir. Ta ki o hapisteki
şahsı kendi eliyle alıp çıkarsın. Sonra mahkemenin alabileceği sayıda mahkumu
hapisten getirterek onların durumunu inceler, onlar bir araya geldikten sonra
hapse atılma sebeplerini sorar.
114. Mahkumlar içinden
"ben haklı bir sebeple hapsedildim" diyen kimse hakkında gereği
yapılır. Şayet bu hak had cezasını gerektiren bir şey ise ona had cezası
uygulanıp serbest brakılır. Tazir cezası olup hakim onu serbest bırakmayı uygun
görürse bırakır. Şayet bir mal ise onun ödenmesini emreder. Şayet borcunu
ödemez Ö ve kendisinin ödeme güçlüğü içinde olduğu da sabit olmazsa onu hapiste
tutmaya devam eder. Aksi takdirde başka bir hasmının bulunması ihtimaline
binaen onun aleyhine [dava açmak isteyen olup olmadığına dair] duyuru yapılır.
Hiç kimse gelmezse serbest bırakılır.
115. Mahkumlardan
"ben haksız yere hapse atıldım" diyen kimsenin hasmı şayet hazır ise
diğer şahsın haklı yere hapse atıldığına dair delil getirmekle yükümlü olur.
Delil getiremezse mahkum olan şahsın sözü yeminle birlikte kabul edilir ve
serbest bırakılır.
Daha doğru görüşe göre
kendisinden kefil istenmez. Bulkini bu konuya itiraz ederek şöyle demiştir.
"Yeminle birlikte hasmının sözü kabul edilir ve delil getirmekle yükümlü
tutulmaz; çünkü kendisinin olayanından önce mevcut bir delili vardır. Bu da
hakimin onu hapsetmiş olmasıdır.
116. Mahkumun has mı
olan şahıs o bölgede bulunmuyarsa hakim kendisinden kefil ister veya hapse geri
gönderir, diğer şah sa anlaşmazlığı çözümlemek üzere mahkemeye gelmesi için
mektup gönderir.
Zerkeşi şöyle demiştir:
Hakim, hasmın bulunduğu bölge hakimine mektup gönderir.
İbnü'I-Mukrı
"hasmına mektup gönderir" demiştir. Bu, Nevevi'nin ifadesine daha
yakındır.
117. Şayet diğer şahıs
gelmezse hakim, hapisteki mahkumu serbest bırakır.
Bulkini buna itiraz
ederek şöyle demiştir:
Diğer şahsı mahkemeye
getirmek şaşılacak hükümlerdendir; çünkü bu kabul edildiği takdirde kendisinden
hak talep edilen mahkum kişi, hak talep edene dönüşür. Dinde bunu destekleyen
herhangi bir şey yoktur.
Bu itiraz şu şekilde
reddedilmiştir:
Burada diğer şahsın
zorla mahkemeye getirilmesi kastedilmemiş, sadece hapisteki şahsın
mahkumiyetinin devam edebilmesi için davacının bir delili varsa delilini
sunması için mahkemeye gelmesi kendisine bildirilmiştir. Davacının karşı
tarafın hapsedilmesine konu olan hakkı ispat edecek şahitlerin bulunması veya
azledilen hakimin mahkum aleyhine buna hükmetmiş olması yeterlidir.
7.3.2. Vasi'lerin
Durumlarının incelenmesi
Hakim daha sonra
vasilerin durumlarını inceler. Vesayet iddi-
asında bulunan kimselere
bunun hakkında vesayete ve [vesayet altındaki kişinin] durumuna, tasarrufuna
ilişkin sorular sorar. [Vasiler içinden] fasık olduğunu tespit ettiği kişinin
elinden mal[ın yönetimini] alır, zayıf olarak gördüğü kişiyi bir yardımcıyla
takviye eder.
118. [Yeni atanan hakim]
mahkumların durumunu ele aldıktan sonra çocukların, akıl hastalarının ve
sefihlerin malları üzerinde vasilik görevini yürütenlerin durumunu ele alır;
çünkü bu kimseler, mallarını talep etme yetkisine sahip olmayan [eksik
ehliyetli] kimselerin malları üzerinde tasarrufta bulunduklarından bunların
durumlarının başkalarından daha önce ele alınması gerekir.
Maverdi şöyle demiştir:
Hakim, vasıler vb. şahıslar arasında kur'a çekmeye gerek olmaksızın dilediği
kimselerden başlar. Bununla mahkumların durumu arasında şu fark vardır: Hakim,
mahkumlar lehine soruşturma yürütürken vasılerin aleyhine soruşturma
yürütmektedir.
Not: Hakimin, kendi görev bölgesinde olmayan bir
yetimin malı üzerindeki tasarrufu, gaip olan şahsın malı üzerindeki tasarruf
gibidir; çünkü "malı tasarrufların kısıtlanması" bölümünde geçtiği
üzere dikkate alınacak olan şey mal değil, çocuğun bulunduğu yerdir.
Hakim, vasilerin
durumuna, vesayet akdi kendine mahsus ispat yollarıyla sabit olduktan sonra
bakar.
119. Vasiler içinden
vesayet iddiasında bulunan kimselere bunun hangi yolla sabit olduğunu şahitler
yoluyla sabit olup olmadığını sorar. Yine vasınin güvenilir ve bu iş için
yeterli olup olmadığını da soruşturur. Bu ifade el-Muharrer'de bulunmayan bir
fazlalıktır. Yine vasınin vesayet akdine dayalı olarak hangi tasarruflarda
bulundUğunu soruşturur. Şayet vası "ben, malı bana vesayet yetkisi veren
kimsenin istediği şekilde sarfettim" derse bakar:
> Eğer bu vas1,
muayyen bir şahsın tayin ettiği vası ise ona itiraz etmez. Ezra1'nin de
belirttiği üzere bu, şayet vesayet altındaki kimseler talepte bulunmaya ehil
iseler açıktır.
Şayet onlar kısıtlama
altında iseler geçerli değildir.
> Eğer vesayet, genel
bir yöne yönelik olarak yapılmışsa ve vası adalet sahibi bir kimse ise hakim
onun tasarrufunu onaylar. Bu tasarrufu yapan kişi fasık ise haksız bir tasarrufta
bulunmuş olduğundan kendisine tazmin ettirir.
> Yabancı bir şahıs
muayyen kişilere vesayeti taksim etmişse bu geçerli olur, genelolarak halka
yönelik taksim etmişse tazmin eder.
120. Vesayete konu olan
mal vasınin elinde mevcut ise bakar:
> Adalet sahibi ve
güçlü olarak gördüğü vasınin elinde malı bırakır.
> Fasık bulduğu
kişinin elinden malı alması ve güvenilir olan başka şahıslara vermesi gerekir.
Not: Nevevi'nin ifadesinden anlaşıldığına göre
hakim, adaletli olup olmadığından şüphe ettiği kişinin elinden malı almaz. [Bu
konuda iki farklı görüş söz konusudur:]
İbnü'l-Mukrı bunu esas
almıştır. Alimlerin çoğunluğunun görüşüne yakın olan da budur; çünkü zahir
olan, bu kişinin güvenilir olmasıdır.
[Zayıf] bir görüşe göre
ise adaletli olduğu sabit oluncaya dek malı onun elinden alır. Ezrai ve
başkaları şöyle demiştir: "Dönemin kötü olması sebebiyle bu dönemde bunun
tercih edilmesi gerekir.
Her iki görüş de
Bulkınl'nin belirttiği üzere vasınin adil olduğu ilk hakim nezdinde sabit
olmadığı takdirdedir. Şayet sabit olmuşsa şüpheli durumda yeni hakim bu malı
onun elinden almaya teşebbüs etmez.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Şahit adalet vasfına sahip ise aradan uzun bir zaman geçtikten
sonra başka bir davada şahitlik yaptığında yeniden adaletinin araştırılması
gerekir; çünkü aradan geçen uzun zaman insanların durumunu değiştirebilir.
Buna şöyle cevap
verilir: Vesayet tek bir yargı meselesidir. Vasınin adil olduğu bu mesele
içinde sabit olmuştur, bu mesele tekrarlanmaz. Vasiyi adaletini ispatla yükümlü
tutarsak vasınin kendisinin adil olduğunu ispat etmekle meşgulolması sebebiyle
kısıtlı şahsın mallarının yönetimine zarar vermiş oluruz. Oysa şahitle ilgili
durum böyle değildir.
> Hakim vasınin
adalet sahibi olmakla birlikte zayıf olduğunu görür ve elindeki malın çokluğu
ya da başka bir sebeple vesayet görevini yerine getiremediğini tespit ederse
bir yardımcı ile onu takviye eder, malı onun elinden almaz.
121. Hakim, vasıler
meselesini hallettikten sonra çocukların durumu ile ilgilenmek ve vasiyetleri
yerine getirmek üzere [önceki hakim] tarafından görevlendirilmiş olan
görevlilerin durumunu ele alır. Onlar içinden fasık olanları görevden alır,
zayıf olanları başka görevlilerle takviye eder. Hakim, vasılerden farklı olarak
memurlar içinden durumunda değişiklik olmasa bile dilediğini görevden alıp
yerine başkasını görevlendirebilir. Bu işlem, vasılerin durumundan sonra ele
alınır; çünkü bunlara ilişkin tasarruf ta bulunduğunda töhmet ihtimali daha
uzaktır. Zira bunları tayin eden hakimdir.
Hakim vasılerin aksine
bu memurları ancak ehliyetli oldukları kendi nezdinde sabit olduktan sonra
görevlendirir.
122. Daha sonra genel
vakıflar ve onların mütevellilerini ele alır. Maverdi ve Ruyani'nin
belirttiğine göre özel vakıfları da ele alır; çünkü özel vakıflar da [vakıftan
yararlanacak özel şahıslar kalmadığında] sonradan gayr-i muayyen fakir ve
miskinlere dönmektedir. Hakim bu özel vakıfların, fakirlere dönüp dönmediğini,
küçüklük vb. sebeplerle mütevelli içinden taayyün etmiş olanların yönetim
yetkisinin olup olmadığını araştırır.
123. Hakim, bulan
kimsenin kendi mülküne geçirmesi caiz olmayan veya caiz olmakla birlikte bulan
kişinin duyuru yaptıktan sonra kendi mülkiyetine geçirmeyi tercih etmediği
[devlete teslim ettiği] buluntu eşyalar meselesini, sahipsiz hayvanları ele
alır. Bu malları, devlet hazinesinde özel bir bölümde muhafaza eder. Ezral'nin
belirttiği üzere maslahat görürse veya bir ihtiyaç gerektirirse bu malı
benzerlerinin arasına da koyabilir. Malın sahibi çıkıp gelirse devlet
hazinezinden bu şahsın malının bedeli kendisine ödenir. Hakim bu malı satarak
bedelini mal sahibinin yararına koruma yolunu da tercih edebilir.
124. Hakim, yukarıda
zikredilen işleri kendi içinde önem sırasına göre ele alır.
125. Bu işlerle
ilgilenirken bir olay meydana gelirse o olaya veya ilgilendiği işe bakması için
birini görevlendirir.
Hakimin Görevlendireceği
Memurlar
Hakim okuma-yazma bilen
bir müzekkl [güvenlik soruşturmacısı] görevlendirir. Bunun Müslüman, adil, duruşma
zabıtlarını ve mahkeme sicillerini yazmayı bilen bir kimse olması şarttır.
Fıkıh bilgisine, üstün bir akla ve güzel yazıya sahip olması müstehaptır.
Hakim bir mütercim de
görevlendirir. Bunun adalet sahibi, hür ve yeterli sayıda olması şarttır. Daha
doğru görüşe göre gözleri görmeyen bir mütercim görevlendirebilir.
Kendisinde ağır işitme /
sağırlık bulunan hakime işittirebilmek için mütercimlerin birden fazla olması
şarttır.
126. Hakim, yukarıda
belirttiğimiz işleri yaptıktan sonra [şahitlerin durumunu soruşturarak hakkında
bilgi toplayacak] bir müzekkı [güvenlik soruşturmacısı] tayin eder. Çünkü
şahitler içinden durumu bilinmeyenlerin durumunu bilmek için buna şiddetle
ihtiyaç duyulmaktadır. Zira hakimin kendisinin bu araştırmayı yapması mümkün
değildir. Güvenlik soruşturmasının şartları konunun sonunda gelecektir.
Not: Nevevi, "müzekki" derken [bir
kişiyi değil] cinsi kastetmektedir. Bunun yerine "müzekkiler" demiş
olsa daha iyi olurdu; çünkü bir müzekki yeterli değildir. Ancak cerh [güvenilir
olmayanların tespiti] konusunda bir hakim tayin etmişse o başka.
127. Hakim, ihtiyaç
duyulabileceği için bir katip edinir; çünkü hakimin kendisi hüküm vermek ve
ictihad etmekle meşgul olduğundan yazı yazmayla uğraşması onu asıl görevinden
alıkoyar. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kırktan fazla katibi vardı. Katip edinmenin
sünnet olması ancak katip bir ücret talep etmediğinde veya talep etmekle
birlikte bunun devlet hazinesinden karşılandığı durumda olur. Aksi takdirde
bunu yapmak gerekmez, zira ücret aşırı fazla olur.
128. Katibin
hıyanetinden emin olunması için onun Müslüman ve -Cili'nin sözünden
anlaşıldığına göre şahitlik konusunda- adaletli olması gerekir. Çünkü hakim
katibin yazdığı veya okuduğu şeyden gafil olabilir. Yine katibin hür, erkek,
duruşma zabıtlarını ve sicillerini, hükme ilişkin yazıları yazmayı bilen bir
kimse olması gerekir ta ki bunları bozmasın. Yine katibin işittiğini aklında
tutabilen bir kimse olması gerekir ki karıştırma yapmasın. Bu özelliklerin
herhangi birinin zıddına sahip olan bir kimse katiplik için yeterli değildir.
Bu, hükme ilişkin konulardadır. Hakim, kendisine ilişkin olarak ise dilediği
şeyleri yazıyla kaydettirebilir.
Not: Nevevi "katip" ifadesini tekil
olarak zikretmiştir; çünkü eşŞerhu'l-kebır'deki ifadeden de anlaşılacağı üzere
katibin birden fazla olması gerekmez; çünkü eş-Şerhu'l-kebır'de herhangi bir
sayı belirtilmemiştir. Hakim, kendisine yeterli olacak sayıda katip edinir.
Metinde geçen
"mehadır" ifadesi fetha ile mecrur olup "mahdar"
kelimesinin çoğuludur. Bu, duruşma esnasında hasımlar arasında geçenlerin
yazılı olduğu kayıtlardır. Buna hüküm veya hükmün uygulanması ile ilgili şeyler
de eklendiğinde sicil adı verilir. Mahdar kelimesi sicil için de kullanılır.
129. Katibin şu
özelliklere sahip olması müstehaptır:
> Fıkıh bilgisi: Bu,
kitabetin hükümlerine ilişkin zaten bilmesi gerekenlerin ötesinde fıkıh
bilgisidir. Bu bilgi sayesinde cehaletinden dolayı yanlış yapmaktan kurtulmuş
olur.
Kitabete ilişkin fıkhı
bilgileri zaten bilmesi şarttır. Bu açıklamayla Rafi!'nin fıkıh bilgisini
mutlak olarak müstehap görmesiyle Maverdi'nin bunu şart koşması da
uzlaştırılmış olmaktadır.
> ileri derecede
akıl: Bu, mükellef olmak için gerekli olan aklın ötesinde bir özelliktir.
Böylece katip
aldatılmaz, yanıltılmaz. Mükellef olmayı gerektirecek derecede olan akıl ise
daha önce geçen açıklamalardan anlaşılacağı üzere zaten gereklidir.
> Kendisini başka
şeylere meylettirmenin mümkün olmaması için tamahkarlığa karşı gözünün tok
olması gerekir.
> Yazısının güzel, açık,
harfleri okunaklı ve tertibi gözel olması gerekir. Yazarken dışarıdan başka
şeylerin eklenebileceği boşluklar bırakmamalıdır. Yazı açık olup mesela Arapça
"seb'a / yedi" kelimesini "tis'a / dokuz" gibi yazmamalı,
(....) kelimesini (.....) gibi yazmamalı. Aksi takdirde yanlışlık ve karışma
söz konusu olur. Hz. Ali şöyle demiştir: "Güzel yazı, hakkın açıklığını
arttırır."
> Katibin mal
taksimleri ve miras dağıtımları gibi konuları yazarken ihtiyaç duyacak olması
sebebiyle matematiği bilmesi de müstehap olur.
> Katibin fasih,
hasımların dilini bilen bir kimse olması güzeldir.
> Hakim katibe
istediği şeyleri yazdırabilmesi ve yazdıklarını görebilmesi için onu ön
tarafında oturtması müstehaptır.
130. Hakim, hasımların
konuştuğu dili hakime aktarabilmesi için bir mütercim edinir; çünkü hakim
onların dilini bilmiyor olabilir. Bu sebeple onların dilini bilen kimselerin
olması gerekir.
İbnü'n-Naklb şöyle
demiştir:
Alimler bu şekilde
mutlak ifade kullanmışlarsa da bana göre her dil için bir mütercim alması
görüşü uygun değildir; çünkü dilleri bir sayıyla sınırlandırmak mümkün
değildir.
Tek bir kişinin bütün
dilleri bilmesi uzak bir ihtimaldir. Bundan daha uzağı ise her bir dil için
hakimin iki mütercim edinmesidir; çünkü bu meşakkatlidir. En uygunu hakim
nezdinde yaygın olduğu bilinen diller için mütercim edinmesidir. Bunda da
zorluk söz konusudur.
131. Mütercimin adalet
sahibi ve hür olması ayrıca belli sayıda olması gerekir. Yine şahitte olduğu
gibi şahitlik ifadesini kullanması gerekir. Yani iki mütercimden her biri
"onun şunu söylediğine şahitlik ederim" der. Eğer [dava konusu] hak
bir erkek ve iki kadının şahitliği ile sabit oluyorsa eş-Şerhu'l-kebir'de
alimlerimizden aktarıldığına göre onu tercüme etmede bu kişiler yeterli olur.
Nevevi'nin ifuadesinden ise zina ikrarına şahitlik etmede nasıl ki iki erkek
yeterli olmuyarsa aynı şekilde zina davasında iki kişinin tercümesi yeterli
değildir.
132. [Gözleri görmeyen
kişinin tercümesi geçerli olur mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
körün tercümesi yeterlidir; çünkü tercüme, kişinin duyduğu bir şeyi [bir başka
dilde] açıklamasıdır. Bu durum gözle görmeyi ve işaret etmeyi gerektirmez.
İkinci görüş sahiplerinin bu meseleyi kıyasladığı şahitlik ise bundan
farklıdır.
Not: Bunun caiz olduğu durum, duruşma salonunda
yalnızca iki hasmın konuştuğu durumdur. Aksi takdirde Zerkeşi'nin Cüveyni'den
aktarıp onayladığına göre bu kesinlikle caiz olmaz.
Yine daha doğru görüşe
göre mütercimin birden fazla olması şart olduğu gibi kulağında ağırlık bulunan
hakime, sözü işittirmek için de belirli sayıda işittiricinin olması şarttır;
çünkü mütercim sözün manasını başka dile naklettiği gibi [kulağı ağır işitene
bağırarak söz söyleyen] kimse de sözün kendisini işittirmektedir.
İkinci görüş
Bu kabul edilemez; çünkü
bir sözü, kulağı ağır işitene aktaran kişi sözü değiştirse bunu hasım ve
duruşma salonunda hazır bulunanlar tepkiyle karşıladığı halde mütercim bunu
yaptığında tepkiyle karşılanmaz. Bu gerekçeden anlaşıldığına göre iki hasmın
kulaklarında da ağırlık bulunsa o zaman kesinlikle sözü onlara işittirecek
olanların birden fazla olması gerekir. Bunu kadı Hüseyin açık olarak
belirtmiştir.
Not: Kulağında ağırlık bulunan hakime sesi işittirmek
için bağıran kimsenin şahitlik sözcüğünü kullanarak "falan kişinin şöyle
söylediğine şahitlik ederim" demesi şarttır.
Mütercime kıyasla bunun
da kör olması caizdir. Mal davalarındaki şahitliğe kıyasla mail konularda bir
erkek ve iki kadının işittirmesi yeterlidir. Nevevi "hakime
işittirmek" ifadesiyle meseleyi hasımdan hakime aktarma meselesiyle ilgili
olarak tasvir etmiştir.
Kulağında ağırlık
bulunan hasma, hakimin ve diğer hasmın sözünü işittirmeye gelince, burada sayı
şart değildir; çünkü bu sırf haber vermedir.
Bunu yapan kişinin hür
olması şart değildir.
Hasmının veya hakimin
dilini bilmeyen kimse de bu konuda sağır gibidir.
Nevevi "hakime
işittirmek" ifadesiyle burada yüksek sesle konuşulduğunda işitilen
kulaklardaki ağırlık olduğuna işaret etmiştir. Hakim hiçbir şekilde işitmiyorsa
[tam sağırlık varsa] o zaman hakimin şartları konusunda geçtiği üzere onun
velayeti kesinlikle sahih olmaz.
Bazı ayrıntılar:
Hakimin geçimini
sağlayacak malı-mülkü olsa bile kendisine ve bakımında olan şahısların durumuna
uygun olacak şekilde yeterli miktarı devlet hazinesinden alabilir. Böylece
bütün vaktini haklmliğe ayırabilir. Ancak kendisinin hakimlik yapması farz-ı
ayn haline gelmiş ve kendisine ve ailesine yeterli olacak geçimliği varsa o
zaman devlet hazinesinden bir şeyalması caiz olmaz; çünkü o, farz-ı ayn haline
gelmiş bir şeyi yapmaktadır ve kendisine yeterli olacak geçimliği de
bulunmaktadır. Kendisine yetecek imkanı bulunan hakimin devlet hazinesinden bir
şeyalmaması sünnettir. Kendisine yeterli geçimliği bulunan ya da bulunmayan
hakimin devlet hazinesinden maaş almasının caiz olduğu durum, bunu karşılıksız
olarak yapacak ehil bir kimse bulunmadığındadır. Şayet böyle biri varsa Maverdi
ve başkalarının belirttiği üzere caiz olmaz.
Hakimin maaşının devlet
başkanı veya diğer şahıslardan herhangi birinin özel malından ödenmesi caiz
değil olmadığı gibi kendisinin böyle bir şeyi kabul etmesi de caiz değildir.
Müezzinin ise bunu
yapması caizdir. Arada şu fark vardır: Müezzinin bunu alması bir töhmete veya
meyle sebep olmaz; çünkü müezzinin yapacağı iş farklılık göstermemektedir.
Müftü de hakimden
farklıdır; çünkü hakim, müftüye göre ihtiyat göstermeye daha layıktır.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Rafii rüşvetten söz ederken bunun caiz olduğunu belirtmiş,
burada ise caiz olmadığını söylemiştir.
Buna şöyle cevap
verilir: O bölümde muhtaç olan kişiden, bu bölümde ise muhtaç olmayandan söz
edilmiştir.
İlgili bölümde geçtiği
üzere hakimlik yapmak için kare sözleşmesi yapmak ve katibe -haklmin kendisi
katiplik yapıyor olsa bile- ücret vermek caiz değildir. Duruşma zabıtları,
siciller ve diğer şeylerin yazıldığı kağıtların parası devlet hazinesinden
karşılanır. Şayet hazinede mal yoksa veya mal bulunmakla birlikte daha önemli
bir şeye harcamak üzere ihtiyaç duyuluyorsa o zaman davada geçen hususların
yazılmasını istiyorsa davacı veya davalıdan kimin için yazma işi yapılıyorsa
masrafı o karşılar. Aksi takdirde bunun için taraflar zorlanmaz. Ancak hakim
taraflara, duruşmaya ilişkin hususların yazılmaması halinde şahitlerin
şahitliğini unutabileceğini ve kendisi hüküm vereceğini bildirir.
Devlet başkanı devlet
hazinesinden kendisine uygun olacak şekilde at, köleler, ev ve eşyalar alır. Bu
konuda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, raşid halifelerin ve sahabenin yaşam
standardıyla yetinmesi gerekmez; çünkü düşmanın kalbine korku salma sebebi olan
nübüvvet zamanından çok uzaklaşılmıştır. Bugün bir hakim bununla yetinmiş olsa
kendisine itaat edilmez ve işler atı! kalır.
Devlet başkanı da emir,
müftü, muhtesib, müezzin, imam, Kur'an öğreticisi, diğer şer'ı ilimleri öğreten
kişi, ortak malları taksim eden memur, malların değerini belirleyen kişi,
mütercim, sak mecmualarını yazan katib gibi çalışmasında bütün Müslümanların
maslahatı bulunan kişilerin maaşIarını devlet hazinesinden öder. Devlet
hazinesinde mal yoksa mal taksim edici, katip, değer belirleyici, mütercim,
hakime işittiren kişi ve güvenlik soruşturmacısı tayin etmesi mendup değildir.
Bu, yüksek ücret istememelen içindir.
Hakimin Tedib ve Tazir Yetkisi
Hakim, tedib [yetkisini
kullanmak] için bir kamçı [bulundurur]. Hakkı eda etmek ve tazir [cezasını
uygulamak] için bir hapishane edinir.
133. Hz. Ömer'in (r.a.)
uygulamasına tabi olarak hakim, [gerektiğinde] tedib cezası uygulamak için
yanında kamçı bulundurur.
Not: Nevevi'nin ifadesinden hakimin kamçı ile
tedipte bulunamayacağı anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Aksine hakimin
içtihadı bu yönde olursa bunu uygulayabilir. Şa'bı "Ömer'in kamçısı
Haccac'ın kılıcından daha korkutucuydu" demiştir.
Demırı şöyle demiştir:
Hocamdan aklımda kaldığına göre bu kamçı Heslilullah (s.a.v.)'ın nalınından
yapılmıştı. Hz. Ömer kimi bir günah sebebiyle bu kamçıyla dövmüşse o kişi bir
daha bu günahı işlememiştir.
134. Hakim Allah ve kul
hakkını eda etmek ve tazir cezasını uygulamak üzere bir hapishane edinir; çünkü
Hz. Ömer (r.a.) Mekke'de bir evi dört bin dirheme satın alıp hapishane
yapmıştır.
Not: Ravdatü't-talibin'in "iflas"
bölümünde alimlerimizden şu hüküm aktarılmıştır: Hakim, borcunu ödemekten
kaçınan kimsenin malını onun izni olmaksızın satma veya malını satsın diye
hapsetme seçeneklerinden birini tercih edebilir.
Daha doğru görüşe göre
baba, çocuğuna olan borcu sebebiyle hapsedilmez. Yine bir kimse bir işi yapmak
üzere ücretle tutulsa ancak aynı işi hapishanede yapması imkansız olsa
Gazalfnin fetvalarında
yer alan görüşe göre bu kişi hapsedilmez.
Hapishane mahkumunun
nafakası kendi malından karşılanır. Hapishane ve gardiyan ücreti de aynı
şekildedir.
Hakim, mahkumun
hapishaneden kaçabileceği izlenimini edinirse, Ravdatü't-talibin ve
eş-Şerhu'l-kebir'de İbnü'l-Kass'tan nakledildiğine göre onu suçluların
bulunduğu bölüme nakledebilir.
Bir kimse bir şahsın
hakkı sebebiyle hapsedilse, başka bir şahıs gelerek onun üzerinde hak
iddiasında bulunsa hakim, alacaklının izni olmaksızın bu şahsın hapishaneden
çıkarır daha sonra tekrar hapishaneye koyar.
Ödeme gücüne sahip
olmayan kişinin hapsedilmesi onun Cuma'ya gidememesi konusunda bir özürdür.
Hakim, güvenilir
yardımcılar edinir. Şüreyh er-Ruyanı şöyle demiştir: Yardımcıya ödenecek ücret,
şayet hasım mahkemeye gelmekten kaçınmıyorsa davacıya aittir. Şayet kaçınıyorsa
kaçınmakla haksız bir fiil yapmış olduğundan ücreti o öder.
Mahkeme / Duruşma
Salonunun Düzenlenmesi
Duruşma salonunun geniş,
bariz [açıkta] sıcak ve soğuk gibi rahatsız edici durumlara karşı korunaklı,
vakit ve hüküm verme bakımından uygun olması müstehaptır. Duruşmanın mescitte
yapılmaması müstehaptır.
135. Hakimin meclisinin
[yani duruşma salonunun] geniş olması müstehaptır; çünkü dar olması halinde
davanın tarafları bundan rahatsızlık duyar.
136. Mahkemenin açıkta
olması, mahkemeye gitmek isteyen gerek o bölge vatandaşı olan kimsenin gerekse
yabancının bileceği şekilde olması müstehaptır.
137. Mahkemenin sıcak ve
sOğuk gibi insanı rahatsız edecek durumlara karşı korunaklı olması müstehaptır.
Bu da yaz zamanında rüzgarın estiği, kış zamanında ise korunaklı bir yerde
olmasıyla olur.
138. Yine mahkemenin
insanları rahatsız edecek kokular, duman, toz gibi diğer şeylere karşı da
korunaklı olması gerekir.
139. Mahkeme salonunun
vakit bakımından hakime uygun olması gerekir. Öyle ki hakimin yaz, kış ve bu
ikisi dışındaki mevsimlerde oturabileceği şekilde ona uygun olması gerekir.
Hakim yazın rüzgarın estiği [serin] yerde, kışın korunaklı bir yerde oturur.
Bu, "korunaklı" ifadesinden anlaşılmaktadır. Nevevi, el-Muharrer'de
olduğu gibi ifade etse daha iyi olurdu; çünkü el-Muharrer'de şöyle denilmiştir:
"Vakte uygun, sıcak ve soğuktan rahatsızlık hissedilmeyen bir yer
olması". Böylece Rafii bunu başka bir sıfat değil, mahkemenin zamana uygun
olması şeklinde açıklamıştır.
140. Nevevi,
el-Muharrer'de yer almayan "hüküm verme" ifadesini eklemiştir. Hüküm
vermeye uygun olmak ev vb. bir yer olması mescit olmaması ile olur. Mescidi
hüküm meclisi / mahkeme olarak kullanmak mekruhtur; çünkü duruşma salonunda
yalan söyleme, sesleri yükseltme gibi şeylerin olması kaçınılmazdır. Yine
mahkeme salonuna akıl hastaları, çocuklar, hayızlı kadınlar, kafirler ve
hayvanların getirilmesine ihtiyaç duyulabilir. Oysa mescit, bu gibi şeylerden
uzak tutulur. Müslim'de yer alan hadise göre Hz. Peygamber (s.a.v.) kaybettiği
malına dair mescitte duyuru yapan kişiye şöyle buyurmuştur:
> Mescitler bunun
için değil, hangi amaç için yapıldıysa onun için bina edilmiştir.(Müslim,
Mesacid, 569)
141. Hakimin mescitte
bulunduğu ana tesadüf eden bir veya birden fazla mesele olursa bunları mescitte
karara bağlamasında bir sakınca olmaz. Hz. Peygamber (s.a.v.) ve halifelerinin
mescitte gördüğü davalar da buna yorulur.
142. Yine hakim yağmur
vb. bir özür sebebiyle mescitte oturmak durumunda da böyledir.
143. Hakim, mescitte
davaları görmesi mekruh veya mekruhtan düşük seviyeli olmasına rağmen davaları
mescitte görse hasımların orada karşılıklı tartışma, sövüşme gibi şeyler
yapmasına engel olur. Aksine bu gibi kimseler mescidin dışına oturtulur.
Mescidin dışına, içeriye hasımları ikişer ikişer almak üzere bir kimseyi
[mübaşir] görevlendirir.
144. İmam ŞafiI'nin açık
olarak ifade ettiği üzere had cezalarını mescitte uygulamak daha şiddetli
derecede mekruhtur. [Zayıf] bir görüşe göre had cezaların mescitte uygulamak
haramdır. Bunu İbnü's-Sabbağ tek görüş olarak aktarmıştır. Bu, mescidin kan vb.
şeylerle kirletilmesi ihtimalinin bulunduğu duruma yorulur.
Not: Şunlar, mahkeme salonunda dikkate alınan
adabtandır: Hakimin insanlara bakmasının kolayolması, insanların da kendisinden
talepte bulunmasının kolayolması için kürsü gibi yüksekçe bir yere oturması,
Zühd ve tevazu ile tanınıyor olsa bile insanların kendisini tanıması, hasımlar
nezdinde daha saygın görülmesi ve kendisi açısından daha uygun olması sebebiyle
hakimin üzerine oturduğu döşek ve yastığının diğer insanlardan farklı olması,
Böylece orada oturmaktan sıkılmaz.
Kıbleye dönmeSi; çünkü
bu, meclislerin en şereflisidir. Bunu Hakim en-NisabOrl, sahih gördüğü bir
senetle rivayet etmiştir.
Bir özür olmadıkça bir
yere dayanmaması,
Hüküm vermek üzere
oturduğunda muvaffak kılınması ve doğru hüküm vermesi için dua etmesi.
Bu konuda en uygun dua,
ümmü Seleme'nin rivayet ettiği şu hadistir: Hz. Peygamber (s.a.v.) evinden
çıktığında şöyle dua ederdi:
"Bismillah,
tevekkeltü alallah. Allahümme inni euzu bike en edille ve udalle ev ezille ve
üzelle ev ezlime ev üzleme ev eçhele ve yüchele aleyye.
Nevevi, el-Ezkar adlı
eserinde şöyle demiştir: "Bu hadis sahih olup Ebu Davud tarafından rivayet
etmiştir. Tirmizi de bu hadisin hasen-sahih olduğunu söylemiştir. "(Ebu
Davud, Edeb, 5094; Tirmizi, Deavat, 4327)
İbn Vakkas şöyle demiştir:
Şa'bl'nin duruşma salonuna çıkarken bu duayı okuduğunu işittim. O, şunu da
ekliyordu: "Azgınlık yapmaktan, bana azgınlık yapılmasından sana sığınınm.
Allah'ım bana ilimle yardım et, hilim ile süsle. Beni takvaya bağlı kıl ki
haktan başka bir şey konuşmayayım, adaletten başka bir hüküm vermeyeyim. "
Hakimin mahkemeye
binekle gelmesi adabtandır.
Yine adete uygun bir
sarık, elbise giymesi de adabtandır.
Hakimin sağa ve sola
dönerek insanlara selam vermesi menduptur.
Hakİmİn Doğru Karar
Vermeyi Engelleyen Durumlardan Uzak Durması
Hakimin öfkeliyken,
aşırı aç ve tokken ve bedenini [sağlığını] kötü hale sokan diğer tüm durumlarda
hüküm vermesi mekruhtur.
145. Hakimin öfkeliyken,
aşırı aç veya tokken ve sağlığını kötü hale getiren bütün durumlarda hüküm
vermesi mekruhtur. Buna örnek olarak hastalık, büyük ve küçük tuvaletinin
gelmesi, şiddetli üzüntü ve sevinç, uyku bastırması gibi haller zikredilebilir.
Bunun delili Buhari ve
Müslim'de yer alan şu hadistir:
> Hiç kimse aşırı
öfkeliyken iki kişi arasında hüküm vermesin. (Buhari, Ahkam, 7158; Müslim,
Akdiye, 4465)
İbn Mace bu hadisi
(....) lafzıyla rivayet etmiştir.(İbn Mace, Ahkam, 2316)
Ebu Avane'nin sahihinde
"hakim öfkeli, hüzünlü ve başına musibet gelmişken hüküm vermesin. Açken de
hüküm vermesin. " şeklinde rivayet yer almaktadır. (Zebidi,
İthafu's-sadeti'l-muttakin, 1, 147)
el-Matlab adlı eserde
"bu konuda içtihada açık olan ile olmayan arasında ayrım yapılsa uzak bir
şeyolmamış olur" demiş olsa da yukarıdaki ifadenin zahirinden bu konuda
müctehid ile başkası arasında fark olmadığı anlaşılmaktadır ki doğrusu da
budur.
146. İfadenin zahirinden
anlaşıldığına göre öfkenin Allah için veya başka sebeple olması arasındna bir
fark yoktur. Ezral'nin belirttiği üzere doğru olan budur. Ezrai demiştir:
"Her ne kadar Cüveyni ve Beğavı, Allah için olan öfkeyi istisna etmişlerse
de hadislerin, İmam ŞafiI'nin ve alimlerin çoğunluğunun mutlak ifadelerine
uygun olan yukarıdaki görüştür; çünkü amaç zihnin düşünme yeteneğinin
karışmasıdır. Bu durum, öfkenin Allah için veya başkası için olmasına göre
değişmemektedir."
147. Eğer derhal hüküm
verilmeye ihtiyaç olursa o zaman öfkeliyken hüküm vermek mekruh olmaz. Pek çok
durumda derhal hüküm vermeye ihtiyaç duyulabilir.
148. Kişinin huyu
değiştiği halde hüküm verirse -meşhur Zübeyr kıssasından anlaşılacağı üzere-
hüküm geçerli olur.
149. Hüküm verme anında
bir kalabalık söz konusu olmadığı sürece hakimin bir hacib edinme si mekruhtur.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
> İnsanların
idaresine ilişkin bir görev üstlenip de onları engellemek için görevli edinen
kimseye karşı Allah da kıyamet gününde engel koyar. (Ebu Davud, Horae, 2948)
Hakim hüküm vermek için
oturmadığında, yani boş vakitlerinde oturduğunda veya bir kalabalığın söz konusu
olduğu durumda hacib veya kapıcı bekletmesi mekruh olmaz.
Kapıcı kapıyı korumak
üzere bekletilen görevlidir. O da tıpkı hacib gibi hakimin huzuruna izin
istemek üzere girer.
Maverdi şöyle demiştir:
Hasımları sıraya koyan, insanlara duruşma salonunda oturma yerlerini bildiren
ve zamanımızda naklb / mübaşir diye isimlendirilen görevlileri edinmekte bir
sakınca yoktur.
Kadı Ebu't-Tayyib ve
başkaları mübaşir edinmeyi müstehap kabul etmişlerdir.
Hakimin, Fakihlerle
İstişare Yapması
Hakimin fakihlerle
istişare yapması menduptur.
150. [Bir konuda] farklı
şekillerde düşünmenin mümkün olduğu ve bir hükümde delillerin birbiriyle tearuz
ettiği durumda hakimin fakihlerle istişare yapması menduptur. Çünkü Allah
"iş hususunda onlara danış" [AI-i İmran, 159] buyurmuştur.
Hasan-ı Basrı şöyle
demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in buna ihtiyacı yoktur. Ama bunun
hakimler için bir yol ve yöntem olmasını istedi. "
Nas, icma ve celı
kıyasla bilinen meselelerde ise istişarede bulunması mendup değildir.
Not: "Fukaha"
ile kastedilenler, alimlerimizden bir grubun da belirttiği üzere fetva
konusunda görüşü kabul edilen alimlerdir. Dolayısıyla bunların kapsamına kör,
köle ve kadın da girer. Fasık ve cahil bu kapsamdan çıkar.
Kadı Hüseyin öyle
demiştir: "Daha doğru görüşe göre hakim, ilimde kendisinden daha düşük
seviyede olanlarla istişare etmez. Hakime hüküm karışık geldiğinde istişare
yapması farz, aksi takdirde müstehaptır."
Kadı Hüseyin'in
"Kendisinden daha düşük seviyede olanlarla istişare yapmaz" ifadesi,
İbn Şühbe'nin de belirttiği üzere itira-za açıktır. Bazı meselelerde daha düşük
seviyeli bir kimsede, üstün olan şahısta bulunmayan bilgiler olabilir. Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in ashabıyla istişare etmesi de bunu reddetmektedir.
Hakimin Alım-Satım vb.
İşlerle Uğraşmaması
Hakimin bizzat
alım-satım yapmaması menduptur. Hakimin bilinen bir vekilinin olmaması
menduptur.
151. Hakimin bizzat
alım-satım işiyle uğraşmaması menduptur. Ta ki bu, kendisini yapmak zorunda
olduğu vazifesinden alıkoymasın. Ayrıca alım-satımda kendisine kolaylık
gösterilebilir ve bu şahısla başkası arasında bir dava söz konusu olduğunda
hakimin kalbi, kendisine kolaylık gösteren kişiye meyledebilir. Hakime alım
satımda özel muamele yapmak ya rüşvettir veya hediyedir ki bu da haram
kılınmıştır.
Not: Bu hükmün önceki iki meseleye atfedilmesi,
alım-satımla uğraşmanın evla olana aykm bir davranış olduğu izlenimi
doğurmaktadır. Oysa Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de bu ikisinin mekruh
olduğU söylenmiştir. Bununla birlikte kira vb. gibi diğer muameleler de
alım-satım gibidir. Hatta İmam Şafii, el-Ümm adlı eserde hakimin, bakmakla
yükümlü olduğu kimselerin nafakalanyla veya kendi sanatına ait işlerle
uğraşamayacağı, zamanının hakimliğe ayırmak için bu işleri başkasına devretmesi
gerektiği belirtilmiştir.
Zerkeşi istisnada
bulunarak belirtilen gerekçe bulunmadığından ve hakimin haklarında hüküm
veremeyecek olmasından dolayı kişinin usul ve füruuyla bu muameleleri
yapabileceğini belirtmiştir. Bu, yukanda belirtilen ilk gerekçeye [hakimin
bütün vaktini hakimliğe ayırması] uymamaktadır.
152. Hakimin bilinen bir
vekilinin bulunmaması menduptur ta ki ona iltimas geçilmesin. Şayet bu
yapılırsa mekruh olur.
153. Hakimin, mahkemede
insanlarla [alım-satım vb.] muamelede bulunması daha şiddetli derecede
mekruhtur. Şayet muamelede bulunduğu kişinin mahkemeye işi düşerse onun
tarafına meyletmiş olmamak adına davaya akmak için başkasını görevlendirmesi
menduptur.
Hakimin insanlarla
Hediyeleşmesi
Mahkemede davası devam eden
bir kimse hakime hediye verse veya hakimin velayetinden önce hediye etmemiş
olmakla birlikte [sonradan hediye etse] hakimin bunu kabul etmesi haram olur.
Mahkemede dava yokken hediye veriyor ise adete uygun şekilde alması caiz olur.
Evla olan, hakimin bu hediyeye karşılık vermesidir.
154. [Şu iki durumda
hakimin hediye kabul etmesi haramdır:]
> Mahkemede davası
süren bir kimsenin hediyesini kabul etmesi haramdır. Bu kişi ister hakimin o
davada yetkili olmasından önce kendisine hediye veren şahıslardan olsun ister
olmasın, ister hakimin yetki bölgesinde olsun ister olmasın fark etmez.
> Hakimin dava
üzerinde velayeti olmadan önce hediye vermemiş olmakla birlikte hakimin hüküm
vermesinden sonra hediye verse hakimin onu alması haram olur.
ilk durumda haramlığın
sebebi "memurların hediye alması, devlet hazinesine ihanettir"
hadisidir. Bu hadisi Beyhaki hasen bir senetle rivayet etmiştir. (Beyhaki,
Adabu'l-kada, 10, 138)
Bu hadis
"memurların aldığı hediyeler haramdır" şeklinde de rivayet
edilmiştir. (İbn Adıy, Duafa, 1, 281)
Ayrıca bu, hakimin o şah
sa meyletmesine yol açar, kalbi bu hediye sebebiyle o şahsın hasmına karşı
soğuk olur.
Ravdatü't-talibin'de
"hakimin görev bölgesi dışında bu hediyeyi kabul etmesi haram
değildir" ifadesi Rafii'nin sorunlu nüshalarında yer alan bir yanlıştır.
İkinci durumda
haramlığın sebebi şudur: Bu hediyenin sebebi, görünür durum açısından bakılırsa
hakimin verdiği hükümdür.
155. Her iki durumda da
şayet hakim hediyeyi kabul etmişse ona malik olmaz, sahibine geri verir. Şayet
geri vermesi mümkün olmazsa devlet hazinesine koyar.
156. Alimlerin
ifadesinden anlaşıldığına göre kişi bu hediyeyi hakimin yetki bölgesine
gönderdiği halde kendisi oraya gitmese hediye yine haram olur. Maverdi bu
duruma ilişkin iki görüş zikretmişse de doğru olan bunun haram olduğudur.
Not: Ezrai'nin belirttiği gibi kişinin usul ve
füruunun kendisine verdiği hediye bundan istisna edilir; çünkü hakimin onlar
hakkındaki hükmü geçerli değildir.
157. Hakime, yetkisi
öncesinde hediye veriliyor olmakla birlikte an itibariyle hediye veren şahsın
mahkemede bir davası yoksa şayet bu hediye, hakimin yetkisi öncesinde mevcut
olan örf ve adetteki nitelik ve miktara uygun bir şekilde verilmiş ise hakimin
onu kabul etmesi caizdir. NevevI "adetteki gibi" demiş olsa sıfat da
ifadenin kapsamına girerdi.
Bu durumda hediye kabul
etmenin caiz olması, hediye veren kişinin, hakimin velayet yetkisi dışında
kalması sebebiyledir. Burada töhmet bulunmamaktadır.
158. Hakim hediyeyi kabul
ederse evla olan davranış bu hediyeye karşılık vermesi veya onu devlet
hazinesine koymasıdır; çünkü böyle yapması töhmetten daha uzak bir davranış
olur. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.) hediye kabul eder ve karşılık
verirdi.(Buhari, Hibe, 2585)
159. Hakime verilen
hediye, örf-adette yer alandan daha fazla olursa bunun hükmü hakimin alışık
olunmayan kişiden hediye almasının hükmü gibidir.
eş-Şerhu'l-kebir'de bu
şekilde belirtilmiştir. Bundan çıkan zorunlu sonuç bu hediyenin bütününün haam
olmasıdır. Ancak Ruyanı, mezhepten naklen şöyle demiştir: "Fazlalık hediye
ile aynı cinsten olursa bu da bilinen uygulama kapsamına dahil olacağından
kabul edilmesi caiz olur. Aksi takdirde caiz olmaz. "
Ez-Zehair'de şöyle
denilmiştir: "Şu söylenebilir: Fazlalık olan kısım cins ve miktar olarak
ayrıştınlamıyorsa bütününün kabulü haram olur. Aksi takdirde yalnızca fazlalık
kısım haram olur. Çünkü bu fazlalık, hakimlik görevi sebebiyle olmuştur."
Zerkeşi bu görüşü tasvip
etmiş, İsnevi de kıyasa uygun olduğunu söylemiştir. Zahir olan da budur.
160. Hediye, manen fazla
olsa yani mesela pamuk hediye etme adeti olan bir kimse ipek hediye etse ne
olur?
Alimler bunun da haram
olacağını söylemişlerdir. Ancak bu hediyenin bütünü mü batıl olur, yoksa bu
hediye içinden mutad olan miktar sahih olur mu? Bu konu farklı ihtimallere
açıktır. İsnevi ilk ihtimali güçlü bulmuştur. Eğer fazlalık kısım oldukça
fazlaysa bu görüş doğrudur. Aksi takdirde fazlalık dikkate alınmaz.
161. Misafir etmek ve
hibede bulunmak da hediye gibidir. Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin belirttiğine
göre sadaka da böyledir. Sonraki alimlerden birinin belirttiğine göre zekat da
-şayet zekatın tek verileceği kişi olarak hakim kalmamışsa- böyledir.
Sonrakilerden birinin dediği gibi ariyet [ödünç vrme] eğer ücretle karşılık
verilen şeylerden ise bunun hükmü hediyenin hükmü gibidir. Aksi takdirde böyle
değildir.
Not: Rüşvet kabul etmek haramdır. Rüşvet, hakimin
haksız yere hüküm ermesi veya haklı yere hüküm vermekten geri durması için
ödenen bedeldir. Bunun haram olmasının gerekçesi şu hadistir: "Allah hüküm
verme konusunda rüşvet verene ve alana lanet etsin. "(Tirmizi, Ahkam,
1336; Hakim, Müstedrek, 4, 103; İbn Hibban, Kada, 5076. Hadisi İbn Hibban ve
başkaları rivayet etmiş ve sahih kabul etmişlerdir)
Aklı delil de şudur:
Kişinin karşılığında mal [rüşvet] aldığı hüküm şayet haklı değilse onun
karşılığında mal almak haramdır. Şayet haklı ise hakim devletten maaş alıyorsa
bunun mala dayandınlması caiz değildir. Nitekim şöyle bir rivayet
bulunmaktadır: "Hakim hediye aldığında haram yemiş olur. Rüşvet aldığında
bu rüşvet onu küfre götürür. "(Beyhaki, Adabu'l-kada, 10, 139)
Bu hadisin yorumunda
farklı görüşler ortaya konulmuştur. Kimileri "bunu helal sayarak alırsa
kafir olur" demişler, kimileri de "bunun küfre götüren bir yol ve
sebep olduğunu" söylemişlerdir. Nitekim seleften bir alim "günahlar,
küfrün öncüsüdür" demiştir.
Bazı ayrıntılar:
Hakim, mahkemede
davasını gördüğü hasımlardan birinin veya her ikisinin düğün yemeği ne velev ki
bu düğün yemeği hakimin görev bölgesinde olmasa bile katılamaz. Zira taraf
tutma endişesi söz konusu olabililir.
Hakim davetine icabet
etme adeti olan kişinin davetine icabet edebilir.
Şayet düğün yemeği veren
kişi genel bir davet veriyor ve hakimin çokça düğün yemeklerine katılması onun
hüküm vermesine engelolmuyarsa iki hasım dışındaki şahısların düğün yemeklerine
katılması menduptur, aksi takdirde hiçbirine katılmaz.
Hakimin, sadece
kendisine veya zenginlere özel yvapılmış ve yalnızca zenginlerin davet edildiği
düğün yemeğine katılması mekruhtur. Ancak ziyafet komşulara veya alimlere
yönelik yapÜmış olur da hakim de bunlar içinde olursa mekruh olmaz.
Hakim, davasını gördüğü
iki hasımdan hiçbirini tek başına misafir etmez.
Hakim, yukarıda
zikredilen hususlar bakımından müftü, vaiz, Kur'an ve ilim öğreticisinden
farklıdır, çünkü bu sayılanların bağlayıcı hüküm verme yetkileri yoktur.
Hakim, iki hasımdan
birisi için aracılık edebilir, üzerindeki yükü tartabilir; çünkü bu, her iki
hasma da yarar sağlamaktadır.
Hakim hataları ziyaret
edebilir, cenazelere katılabilir, uzaktan gelenleri -bunlar birbirinin hasmı
olsa bile- ziyarete gidebilir. Çünkü bunlar Allah'a yaklaştırıcı fiillerdendir.
eş-Şerhu'l-keblr'de
şöyle denilmiştir: Şayet hakimin genelolarak [herkes için] bunları yapması
mümkün olmazsa her bir türden mümkün olanı yapar, tanıdıklarına ve yakınlarına
yönelik olarak bunu yapar. Alimler bununla, çok sayıda düğün daveti meselesini
birbirinden şu şekilde ayırmışlardır: Bu fiillerde en çok öne çıkan amaç sevap
kazanmaktır, ikram değildir. Düğün yemeklerinde ise aksi söz konusudur.
Yalancı şahitlik en
büyük günahlardandır. Bu, şahidin kendi ikrarı ile veya hakimin şahitliğin
yalan olduğunu kesin olarak bilmesiyle olur. Mesela bir kimse "falan kişi
şu gün şu beldede zina etti" diye şahitlik yaptığında hakim, o şahsı o gün
başka bir yerde görmüşse yalancı şahidi kendi uygun göreceği şekilde
cezalandırır ve teşhir eder. Onun yalancı şahitlik yaptığına dair şahitlerin
olması yeterli değildir; çünkü bu şahitler düzmece olabilir. Bir kimsenin
yalancı şahitliğine dair şahitlik ancak "falan kişi yalancı şahitlik
yaptığını bizim yanımızda ikrar etti" şeklinde düşünülebilir.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
HAKİMİN HÜKÜM
VERMESİNE ENGEL OLAN DURUMLAR