DAVA VE ŞAHİDLİK |
1. DAVA
1.1. Dava Açmanın Gerekli Olduğu ve
Olmadığı Durumlar
1.2. Davanın Taraftan
1.3. Davanın Sahih Olmasının Şartlan
1.3.1. Davanın Bilinir Olması
1.3.2. Davanın Bağlayıcı Olması
1.4. Davalının Savunması
1.4.1. Davalının İddia Karşısında Sessiz
Kalması (Savunma Yapmaması)
1.4.2. Davalının İddiaya Sözlü Cevap
Vermesi
1.5. Yeminin Keyfiyeti ve
Ağırlaştınlması
1.5.1. Yeminin Ağırlaştınlması
1.5.2. Yeminin Keyfiyeti
1.5.3. Yeminin İşlevi
1.5.4. Yeminden Kaçınmaya İlişkin
Hükümler
1.1. Dava Açmanın
Gerekli Olduğu ve Olmadığı Durumlar
Kısas ve kazif haddi
gibi bir ceza için hakim nezdinde [mahkemede] dava açmak şarttır.
Kişinin bir malda hakkı
bulunsa o malı alması halinde bir fitneden endişe etmiyorsa malını alır. Aksi
takdirde durumu mahkemeye götürmesi gerekir.
Kişinin, borcunu
ödemekten imtina etmeyen birinin zimmetinde alacağı olsa bu alacağını ister.
Onun bir malını [alacağına karşılık] alması helal olmaz.
Kişinin, borcunu inkar
eden birinde alacağı olsa ve kendisinin şahidi olmasa onun malından kendi
hakkıyla aynı cinste olanı alır. Aynı cinste malı yoksa mezhepte esas alınan
görüşe göre farklı cinste malını da alabilir.
Kişinin, borcunu ikrar
etmekle birlikte ödemekten kaçınan veya borcunu inkar eden birinde alacağı olsa
ve kendisinin şahidi bulunsa hüküm yine böyledir. [Zayıf] bir görüşe göre bu
durumda meseleyi hakime götürmesi gerekir.
Almak caiz olduğunda
alacaklı kişi alacağına ancak kapıyı kırmak veya duvarı delmek yoluyla
ulaşabiliyorsa [borçluya ait] kapıyı kırabilir, duvarı delebilir.
Alacağı ile aynı cinsten
olan malı aldığında ona malik olur. Alacağından farklı cinste bir mal aldığında
onu satar. [Zayıf] bir görüşe göre bunu satması için hakime götürür.
Alınan mal daha doğru
görüşe göre onun tazmin yükümlülüğü altındadır. Buna göre onun temellük etmesi
ve satmasından önce mal telef olursa bu kişi malı tazmin eder.
Kişi, sadece hakkını
almakla yetinebiliyorsa daha fazla almaz.
Kişi borçlusuna borçlu
olan kimsenin malını alabilir.
1. Kısas ve zina
iftirası haddi gibi cezalarda hakim nezdinde dava açmak şarttır. Bu alacağın
sahibi [mahkemeye başvurmaksızın] hakkını kendi başına alamaz; çünkü bu gibi
konular son derece riskli konular olup bunların ispat! ve tahsili konusunda
ihtiyata riayet edilir. Kişi buna rağmen dava açmaksızın hakkını tahsil ederse
kısas cezasında hak yerini bulmuş olur ama -Nevevi'nin ilgili bölümde
belirttiği üzere- zina iftirası haddinde hak yerini bulmuş olmaz.
Maverdi şöyle demiştir:
Bir kimsenin tazir veya
kazif haddi alacağı bulunsa, devlet başkanından uzakta kırsal kesimde yaşasa
onun bu hakkını kendi başına tahsil etmesi caiz olur.
İzzeddin bin Abdüsselam,
Kavaidü'l-kübra adlı eserinde şöyle demiştir:
Kişi görülmeyecek kadar
ayrılsa o kişinin kısası uygulamasının engellenmemesi gerekir.
Özellikle de bunu
ispattan aciz olduğunda.
Not: Nevevi'nin "hakim nezdinde" ifadesi
başkası nezdinde açılan davanın sahih olmadığı izlenimi doğurmaktaysa da bu
kastedilmemiştir. Aksine efendi hakim olmasa da, kölesine karşı olan iddiayı
dinleyebilir. Aynı şekilde iki taraf bir şahsı hakem tayin edip hükmüne razı
olduklarında o kişi bunu dinleyebilir. Vezir ve emir de böyledir. Bu,
"vezir ve emir nezdinde şahitlik yapmak sahihtir" şeklinde daha önce
geçen görüşe dayalıdır.
Nevevi'nin
"ceza" şeklinde koyduğu kayıttan ceza dışında başka konularda hakim
nezdinde dava açmaya ihtiyaç olmadığı anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir.
Nikahtaki kusurlar, iktidarsızlık, nafakayı ödeyememe sebebiyle nikah akdinin
feshedilmesi vb. gibi içtihada açık bütün konularda anlaşmazlık meydana
geldiğinde ve bunların ispatına ve bu konuda hüküm verilmesine ihtiyaç
duyulduğunda olayı hakime götürüp dava açmak şarttır. Malın bu kapsamdan
çıkması sadece hak sahibinin hakkına kendi başına ulaşabilmesinin mümkün olması
ve bu durumda dava açmasına ihtiyaç olmaması sebebiyledir.
Hakim nezdinde dava
açmanın şart koşulmasından iki durum istisna edilir:
1. Mirasçısı olmayan bir
kimseyi öldürmek veya kendisine zina isnadında bulunmak. Bu istisna edilir;
çünkü bu konuda hak Müslümanlara aittir. Bu sebeple katil, re'sen yapılan
şahitlikle kısas yoluyla öldürülür. Bu konuda re'sen dava açılmasına gerek
yoktur, hatta bunun böyle bir dava açılırsa bunun dinlenip dinlenmeye ce ği nde
daha önce geçtiği üzere görüş ayrılığı bulunmaktadır.
2. Ele geçirilmeden önce
tövbe etmemiş olan yol kesici eşkıyanın öldürülmesi durumunda dava şart
değildir; çünkü bu, bir talebe dayalı değildir.
Nevevi'nin meseleyi
kısas ve zina isnadıyla örneklendirmesinden dava açma zorunluluğunun kul
haklarıyla sınırlı olduğu, Allah haklarından olan had cezalarında bunun şart
olmadığı anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Aksine bu konularda da hakimin
hüküm vermesi şarttır. Üstelik bu konularda dava hiçbir şekilde dinlenmez;
çünkü bu konularda davaemın bir hakkı yoktur. Hakkı olan kimse ise talep
konusunda izin vermemiş olup kişi mümkün olduğu kadar bundan yüz çevirip def
etmekle yükümlüdür. Ancak kişiye bir zina isnadında bulunulsa ve isnadda
bulunan kimse karşı tarafın yemin etemsini veya hak talebinde bulunan
mirasçının yemin etmesini istese daha doğru görüşe göre bu isteğine olumlu
cevap verilir. Alimler şöyle demişlerdir. Bu konuda dava dinlenmez, kişi
yalnızca bu durumda bunu reddetmek üzere yemin eder. Bunu Rafii, lian bölümünde
söylemiştir.
2. Bir kimse, haksız
yere bir mala el koymuş olan şahsın elindeki malda hak sahibi olsa şahsın
kendisi -yahut İmam Şafii'nin açık ifadesine göre şayet tam ehliyetli değilse
velisi- şayet malı alması halinde bir fitne veya zarar meydana gelmesinden
endişe etmiyorsa meseleyi meseleyi hakime götürmeksizin ve malı elinde
bulunduran kimsenin bilgisi olmaksızın kendi başına alabilir; çünkü bunda
zorunluluk bulunmaktadır.
Not: Nevevi'nin "bir malda hak sahibi
olsa" ifadesi -alimlerin ifadelerinden de zorunlu olarak çıkan sonuca
göre- kiracıyı, kendisine bir malın menfaatinden yararlanmanın vasiyet edildiği
kişiyi ve malın menfaatinin kendisine vakfedildiği kişiyi dışarıda
bırakmaktadır. Çünkü mahkemeye başvurmaksızın malı borçludan kendi başına almak
yalnızca mal sahibinin yapacağı bir iştir; çünkü malda gerçek hak sahibi odur.
Ehliyeti tam olmayan kimsenin velisi de -yukarıda geçtiği üzere- ona kıyas
edilmiştir.
Zerkeşi'nin belirttiği
ve benim de açıklamada temas ettiğim üzere bu mesele, malı haksız bir biçimde
elinde bulunduran kimse ile ilgilidir. Bu sebeple eş-Şerhu's-sağır "veya
kendisinden gasp edilen bir mal" diye belirtilmiştir. Gazall de
el-Basıt'de bu şekilde belirtmiştir. Ancak mal, emanet edilen malda veya satın
alıp da bedelini ödediği malda olduğu gibi kendisine güven duyulan bir kimsenin
elindeyse, alacaklı olan kişi o malı ondan alamaz; çünkü böyle yapması malın
gittiği zannıyla karşı tarafı korkutmak anlamına gelir. Bu durumda yapılması
gereken şey malı talep etmektir.
3. Kişi malı alması
halinde fitne veya zarar meydana gelmesinden endişe ederse durumu hakime veya
muhtesip ve emir gibi haklara ilişkin bağlayıcı karar alma yetkisine sahip olan
kimselere götürmesi gerekir. Özellikle de hakkın ancak ona müracaatla diğer
şahıstan kurtarılabileceği biliniyorsa böyle yapılmalıdır.
Metinde geçen -refea-
ifadesi bir şeyi yaklaştırmak anlamındadır. Bir şeyin hakime ref' edilmesi ona
yaklaştırılması anlamına gelir.
Not: Bunun hakime götürülmesinin gerekli olmasının
anlamı davacıyı bununla yükümlü tutmak ve bunu yapmadığı takdirde günaha
gireceğini belirtmek değildir. Aksine bununla kastedilen şey bu durumda
davacının malını kendi başına karşı taraftan alamayacağını belirtmektir.
el-Muharrer'deki ifade "aksi takdirde bunu hakime götürmek şarttır"
şeklinde olup daha uygundur.
4. Kişinin somut bir
malda hakkı olmamakla birlikte borcunu ödemekten imtina etmeyen bir şahısta
vadesi gelmiş bir alacağı bulunsa karşı taraftan alacağını kendisine ödemesini
ister, ondan -yani borçludan- herhangi bir şeyi [zorla ve onun bilgisi
olmaksızın] alması helal olmaz. Çünkü borçlu borcunu hangi malından dilerse
ödemekte serbest olduğundan hak sahibi zorla onun bu hakkını düşüremez.
Şayet borçlunun bir
malını alırsa ona malik olmaz, geri vermesi gerekir. Malonun elinde telef
olursa tazminle yükümlü olur. İki hak ittifak ederse takas meydana gelir.
5. Kişinin bir şahsın zimmetinde
alacağı olmakla birlikte borçlu olan kişi bunu inkar etse ve alacaklının buna
dair şahidi bulunmasa, alacaklı şahıs borçlunun malından kendi alacağı ile aynı
cinsten bir mal bulursa bunu kendi başına alabilir. Çünkü alacağını başka bir
şekilde alamamaktadır. Alacağı ile aynı cinsten bir mal bulamazsa mezhepte esas
alınan görüşe göre zorunluluk sebebiyle farklı cinsten bir mal alarak alacağını
ondan tahsil eder.
Başka bir rivayetteki
bir görüşe göre ise alacaklı bunu yapamaz; çünkü farklı cinsten olan malı
mülkiyetine geçirme yetkisi yoktur.
Not: Mütevelli görüş ayrılığını "kişi,
borçlunun malları arasında iki nakit para birimini [dinar / altın veya dirhem /
gümüş] bulamadığında" diye kayıtlamıştır. Şayet bunları bulursa bunu
bırakıp da başka malını alamaz.
Ezral'nin belirttiği
üzere namus meselelerinde gösterilen ihtiyat gereği borçlunun cariyesinden önce
başka malını almak gerekir.
Bulkini'nin belirttiğine
göre borçlu kişi iflas sebebiyle kısıtlama altındaysa veya ölmüş olup borcu
bulunuyorsa alacaklı olan şahıs borçlunun toplam borcunu biliyorsa ancak
kendisine düşen hisseyi alabilir.
6. Bir kimsenin, borcunu
ikrar ettiği halde ödemekten kaçınan birinde veya borcunu inkar eden birinde
alacağı olsa ve kendisinin alacağı bulunduğuna dair şahitleri olsa [hüküm
nasılolur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Hüküm yine böyledir.
Yani bu kişi borçlunun malları arasında kendi alacağı ile aynı cinsten olan mal
bulursa bunu kendi başına alabilir. Şayet aynı cinsten mal bulamazsa farklı
cinsten alır.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
her iki durumda da kişinin, meseleyi hakime götürmesi gerekir. Bu, kişinin
hakkını karşı taraftan istemek ve karşılıklı ödemeyle kurtarmasının mümkün
olması gibidir.
ilk görüşte olanlar buna
şöyle cevap vermişlerdir: Bunu yapmak masraf, meşakkat ve zaman kaybını
gerektirir.
7. Yukarıdaki hükümlerin
tamamı kul haklarıyla ilgilidir. Zekat gibi Allah haklarına ait borca gelince;
mal sahibi zekatı ödemekten kaçınır da hak sahibi, o şahsın ödemesi gereken mal
cinsinden hakkını bulursa bunu alamaz; çünkü borcun aksine zekat niyete
dayalıdır.
Zekatın verileceği
fakirlerin belirli şahıslar olması ile olmamasını birbirinden ayırt edenler bu
meseleyi diğer borçlara kıyas etmekle bu hususu gözden kaçırmışlardır.
8. Menfaat meselesine
gelince; sonrakilerden birinin de belirttiği üzere menfaat de bu konuda mal
gibidir. Buna göre bir kimsenin somut bir mal üzerinde menfaat alacağı olsa bir
zarardan endişe etmiyorsa o menfaati bizzat tahsil etme imkanı vardır. Şayet
menfaat [somut bir mal üzerinde değil de] borçlunun zimmetinde ise bakılır:
Kişi, borçlunun malından bir şeyalarak bunu kurtarabiliyorsa şartlarına uymak
suretiyle bunu yapabilir.
9. Hak sahibinin,
meseleyi hakime götürmeksizin hakkını borçludan almasının caiz olduğu durumda
bu kişi malına başka türlü kavuşamıyorsa borçlunun kapısını kırma, duvarını
delme hakkına sahiptir. Çünkü bir şeyi hak eden kimse ona ulaşmayı da hak eder.
Bu şahıs bu durumda karşı tarafa verdiği kaybı tazmin etmez. Onun durumu
saldırganı ancak bir mal telef ederek def ederek uzaklaştırabilecek olan
kimsenin malı telef etmesi gibidir ki bu durumda tazminle yükümlü olmaz.
Not: Bulkınl'nin de belirttiği üzere bu, malın bulunduğu
yer borçluya ait olup rehin olmadığındadır. Çünkü rehin verilmiş malda rehin
alanın hakkı vardır. Yine bu, kişinin iflas sebebiyle tasarruflarına kısıtlama
getirilmemiş borçlu ile ilgilidir; çünkü onun malları üzerinde alacaklıların
hakkı vardır. Ezral'nin belirttiği üzere başkalarının hakkının iliştiği kira ve
menfaatin vasiyet edilmesi gibi durumlar da böyledir.
Çocuk ve akıl hastasının
malında bunu yapmak caiz değildir.
Yine borçluya borçlu
olan şahsın duvarına bunu yapmak Demırı'nin belirttiğine göre kesinlikle caiz
değildir; çünkü o, asıl borçluya göre daha düşük mertebededir.
Kadı Hüseyin'in
belirttiğine göre alacaklı şahıs, borçlunun kapısını kırmak ve duvarını delmek
için başkasını vekil kılamaz. Eğer bunu yaparsa tazminle yükümlü olur.
Nevevi'nin "mala
ancak bu yolla ulaşabiliyorsa" ifadesinden anlaşıldığına göre borcunu
ikrar ettiği halde ödemekten kaçınan veya borcunu inkar eden bir kimseye karşı
alacaklının şahitleri varsa o alacaklı bu fiilleri yapamaz. Bu anlam doğrudur.
Ezrai şöyle demiştir:
"Ben bu meselenin şöyle sınırlandırılmasını isterdim: Alacaklı şahıs
-tıpkı borcun inkar edilmesi ve şahidin de bulunmaması durumunda olduğu gibi-
borçluyu hakime götürme imkanı bulamadığında bunu yapabilir. Şayet kendisinin
şahidi varsa ve meseleyi hakime götürerek hakkını tahsil etme imkanı varsa bunu
yapamaz."
Bu, doğruya uzak bir
görüştür; çünkü mümkün olduğu takdirde alacağını hakime başvurarak tahsil etmek
borçlunun duvarını delip kapısını kırmaktan daha kolay ve hafiftir.
Daha önce açıklandığı
üzere saldıran kişi en kolay yolla def edilir. Bu açıklamaya gerek yoktur.
Bir ayrıntı:
Bir kimse bir şahsın
ihtisasında olan mesela ölmüş hayvan derisi, gübre, eğitimli köpek gibi necis
bir şeyi gasp edip sonra da gasp ettiğini inkar etse, alimlerin ifadelerinin
zahirinden, gaspa uğrayan şahsın bunları geri almak için diğer şahsın kapısını
kıramayacağı ve duvarını delemeyeceği anlaşılmaktadır. Çünkü Alimlerimiz
yalnızca mallar hakkında bu hükümlerden söz etmişlerdir.
10. Hak sahibi olan kişi
borçludan kendi alacağıyla aynı cinsten bir mal aldığında hakkının bedeli
olarak bu mala malik olur.
Not: "Temellük / malik olmak" ifadesi
eş-Şerhu'l-kebir, eş-Şerhu'ssağır ve Ravdatü't-talibin'de yer almakta olup bu
ifade kişinin malı bizzat almakla ona malik olamayacağını, mal üzerinde
mülkiyet ihdas etmesi gerektiğini göstermektedir. Kadı Hüseyin ve Beğavı'nin
açık ifadelerinden anlaşıldığına göre ise -ki başka alimlerin ifadelerinden
çıkan sonuç da böyledir- kişi bizzat almakla mala malik olur. İsnevi de bu
görüşe itimad etmiş ve gerekçesini de şu şekilde belirtmiştir: "Bu,
hakkını almayı kastene kimse için caiz olur. Malı almaya bitişik olarak bu
kasıt bulunduğunda bu yeterli olur.
Bundan sonra malın
mülkiyetini üzerine geçirmeyi şart koşmaya ihtiyaç yoktur."
Hocamız Zekeriya
el-ensarı iki görüşü şu şekilde uzlaştırmıştır:
"Mülkiyet ihdas
etmesi gerekir" diyen alimlerin görüşü, alınan malonun hakkıyla aynı
nitelikte veya sağlam dirhemlere karşılık kırık dirhemleri alma örneğinde
olduğu gibi alınan şey, borçtan daha düşük olduğunda söz konusu olur. Bu
durumda alınan şey sanki maldan farklı bir cins gibi olmuş olur.
Bu, güzel bir
uzlaştırmadır.
11. Alacaklı, kendi hakkından
farklı cinste olan bir şey almışsa veya daha kaliteli nitelikte bir şey almış
sa [bu aldığı şeyi kendi başına satabilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
buulnmaktadır:]
Birinci görüş
Alacaklı bu şekilde
aldığı şeyi -ihtiyaç sebebiyle- kendi başına satabilir. Ravdatü't-talibin'de
"talak" bölümünün sonunda belirttiği üzere bunu satmak üzere
başkasını vekil tayin edebilir.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
bunu satması için hakime götürmesi gerekir; çünkü kişi başkasının malında kendisi
için tasarruf ta bulunamaz.
Not: Görüş ayrılığı, hakim duruma muttali
olmadığındadır. Şayet duruma muttali olursa o zaman kesinlikle mal sahibinin
izni olmaksızın satamaz.
Yine bu görüş ayrılığı
kişi şahit getirmeye güç yetiremediğindedir. Aksi takdirde şahit varken bunu
yapamaz. eş-Şerhu'l-kebir'deki ifadeden bu anlaşıldığı gibi alimlerden biri bu
konuda kendi çıkarımını şu şekilde ortaya koymuştur: "Hatta bu, hakimin
bilgisinden daha önceliklidir; çünkü hakimin kendi bilgisiyle hüküm vermesi
konusunda ihtilaf bulunduğu halde bu konuda görüş ayrılığı yoktur."
Ez-Zehair yazarı ve
başkaları görüş ayrılığını bu malın başkasına satılması ile
sınırlandırmışlardır. Kişi malı kendisine satın almak isterse o zaman
kesinlikle caiz olmaz.
Çünkü bu, bir kişinin
akdin iki tarafını birden temsil edememesi sebebiyledir. Baba ve dede dışındaki
birisinin bunu yapması caiz değildir. Doğru görüşe göre kişi bunu yaparsa mala
malik olmaz. Çünkü üzerinde borç bulunan kimsenin bunu ödemekten imtina etmesi
hak sahibinin o şahsın malını almasına imkan tanıdığı gibi bu malı satmasına da
imkan vermiştir. Malı sattığında o bölgedeki para birimi üzerinden satar. Sonra
şayet kendisinin hakkı o bölgenin para birimi cinsinden değilse bununla kendi
hakkıyla aynı cinsten olan bir şey alır.
12. Alacaklının
[alacağını tahsil etmek amacıyla borçlusunum malları içinden kenndi başına]
aldığı malın tazmin sorumluluğu [kime aittir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
onun aldığı malın tazmin yükümlülüğü kendisine aittir. Malı mülkiyetine alıp
satmadan önce mal telef olursa -tıpkı gasıbın durumunda olduğu gibi- malın
alındığı andan telef edildiği ana kadarki en yüksek değeri üzerinden tazminle
yükümlü olur. Çünkü malı kendisi için mal sahibinin izni olmaksızın almıştır.
Hatta bu kişinin tazminle yükümlü olması, malı satın almak üzere incelemek için
alan kişinin tazminle yükümlü olmasından daha önceliklidir; çünkü burada mal
sahibinin izni yoktur. Ayrıca zor durumda kalan kişi sıcağa karşı korunmak için
başkasının elbisesini alıp elindeyken telef ettiğinde onu tazminle yükümlü
olur. Burada da böyledir.
İkinci görüş
Bir kusuru olmaksızın
mal telef olduğunda tazminle yükümlü olmaz; çünkü o, tıpkı rehin alan şahsın
durumunda olduğu gibi malı, alacağını güvence altına almak ve hakkına ulaşmak
için almıştır. Şariin malı almaya izin vermesi, mal sahibinin izin vermesi gibi
kabul edilir.
13. Yukarıdaki ilk
görüşe göre kişinin imkan ölçüsünde aldığı malı satma konusunda acele etmesi gerekir.
Şayet ihmalkarlık gösterir de mal eksilirse bu eksilmeyi tazminle yükümlü olur.
Malın değeri inip yükselir de mal telef olursa kişi malı en yüksek değeri
üzerinden tazmin eder.
Not: Maverdi ve Ruyani'nin belirttiğine göre görüş
aynlığı malın satılma imkanı bulamadan önce telef olması durumuna özgüdür.
Şayet kişi satma imkanını elde ettiği halde bunu yapmamışsa o zaman kesinlikle
tazminle yükümlü olur.
Bulkini şöyle demiştir:
"Görüş aynlığı alacak ile farklı cinsten olan mal hakkındadır. Aynı cinsten
olan mala gelince kişi bunu zilyed olarak kesinlikle tazmin eder; çünkü malı
aldığı anda alacağına karşılık olmak üzere o mal üzerinde mülkiyeti
gerçekleşmiştir."
Nevevi, mülkiyetin
yenilenmesinin gerekli olduğu görüşüne binaen Rafii'ye tabi olarak bu konuda
mutlak ifade kullanmıştır. Buna yönelik eleştiri yukanda geçmişti.
Kişi malı satmadan önce
malın tazmine tabi olmasından şu anlaşılmaktadır: Kişi malı satmadan önce onda
bir fazlalık meydana getirse bu fazlalık, malın kendisinden alındığı kimsenin
mülkiyetine dahil olur. Ravdatü't-talibin'de bu durum açıkça ifade edilmiştir.
Kişi aldığı malı satsa
ve satım bedelini kendi mülkiyetine geçirse, sonra borçlu borcunu ödese, malı
satan şahıs malın değerini sahibine öder. Bu, gasp ettiği malı kendisinden gasp
ettiği şah sa geri veren gasıbın durumuna benzer.
14. Hak sahibi kendi
hakkı kadarı ile yetinme imkanına sahipse hakkından fazla mal almaz; çünkü
hakkı kadarını alması amacını gerçekleştirmektedir. Şayet hakkından fazlasını
alırsa bu fazlalığı haksız yere aldığından fazlalık kısmı tazminle yükümlü
olur. Şayet hakkı kadarını alması mümkün olmazsa, mesela borçlunun malları
içinden sadece kendi alacağından daha fazla değerde bir mal ele geçirebilmişse
onu alır, fazlalık kısmı tazmin etmez. Çünkü fazlalık olan kısmı kendi hakkı
karşılığında zararına almamıştır. Kendi hakkı kadar olan kısmı ise hakkına
karşılık almıştır.
15. [Kendi hakkına
karşılık, borçlunun malları içinden hakkından daha fazla kıymete sahip bir mal
alan kişinin durumuna bakılır:]
> Bu şahsın, maldan
sadece kendi hakkı kadarlık kısmı satması mümkün olmazsa malın bütününü satar,
satım bedelinden kendi hakkı miktarınca alır, fazlalık kısmını borçluya hibe
vb. yollarla geri verir.
> Malın, kendi
hakkına tekabül eden kısmını satması imkansız değilse kendi hakkı kadarlık
kısmını satar, fazlalık kısmını aynı şekilde geri verir.
16. Kişi, kendisine
borçlu olan kişiye borçlu olan şahsın malını alabilir. Örneğin Zeyd'in Amr'da
alacağı olsa, Amr'ın da Bekir'de aynı miktarda alacağı olsa Zeyd, Bekir'in malı
içinden Amr'daki alacağını alır.
17. Şu durumlar, Zeyd'in
bunu yapmasına engel teşkil etmez:
> Amr'ın Zeyd'in malı
alma şeklindeki tasarrufunu reddetmesi ve bunu Bekir'deki alacağına karşılık
saymaması,
> Bekir'in Amr lehine
ikrarda bulunması,
> Zeyd'in Amr'da
alacağı olduğunu Bekir'in inkar etmesi.
Not: Bu meselenin [yani borçluya borcu olan
kişinin malını ilk alacaklının almasının] bazı şartları vardır;
1. Borçlunun malını ele
geçirememiş olmak,
2. Borçluya borcu olan kişinin
borcunu inkar etmesi veya ödemekten kaçınması. Yukarıdaki ikrar da borcunu
ödemekten kaçın maya yorulur.
3. Malı alan kişinin bu
malı ikinci borçludan aldığını asıl borçluya bildirmesi. Ta ki daha sonradan
ilk borçlu ikincisinden alacağını alırsa zalim olan kişinin o olduğu ortaya
çıkmış olsun.
4. Borçlunun borçlusuna
durumu bildirmesidir. Bunun çözümü kişinin kendisiyle onun arasındaki durumu
ona bildirmesidir. Kendisinden hakkı talep ettiğinde inkar ederse bunu bir
hakka dayalı olarak yapmış olur.
Kişinin bir başkasında
alacağı olduğu halde o kişi bunu inkar etse, aynı şahısta daha önceden olan ve
borçlunun ödediği ama şahitlerin durumu bilmediği bir başka alacağına dair
şahitler getirse bu şahitliğe dayanarak bu malı alabilir.
Bir kimsenin başka bir
şahısta kendisinin ona olan borcu kadar veya daha fazla alacağı olsa, o kişi
bunun hakkı olduğunu inkar etse bu kişi de takas gerçekleşsin diye onun alacağı
bulunduğunu inkar edebilir. Alacakların cinsleri farklı olup para cinsinden
olmasa bile zaruret sebebiyle bu caizdir. Şayet kişinin başkasındaki alacağı
diğerinin onda olan alacağından daha az ise o zaman kendisinin hakkı miktarınca
karşı tarafın alacağını inkar eder.
1.2. Davanın Taraftan
Daha güçlü görüşe göre davacı,
sözü görünürdeki duruma aykın olan kişi, davalı ise buna sözü görünürdeki
duruma uygun olan kişidir.
Buna göre zifaf
öncesinde kan-koca Müslüman olsa ve koca "biz birlikte Müslüman olduk,
dolayısıyla nikahımız devam ediyor" dediği halde kadın "biz [aynı
anda değil] ardarda [farklı zamanlarda] Müslüman olduk" dese koca davacı
konumunda olmuş olur.
18. [Bir davada davacı
ve davalı konumunda olan kişiler neye göre belirlenir? Bu konuda İmam ŞafiI'ye
ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
davacının terim anlamı sözü, görünürdeki duruma aykın olandır.
Görünürdeki durum
"kişinin zimmetinin suçtan beri olması" dır.
Yine daha güçlü görüşe
göre davalı, sözü görünürdeki duruma uygun olandır.
İkinci görüş
Davalı sustuğu takdirde
serbest bırakılan, kendisinden bir şey talep edilmeyen kimsedir.
Davalı ise sustuğu
takdirde serbest bırakılmayan, susması yeterli olmayan kimsedir.
Buna göre Zeyd, Amr'ın
zimmetinde alacağı olduğunu iddia ederken Amr bunu inkar etse Zeyd'in sözü
Amr'ın zimmetinin borçtan berı olduğu şeklindeki görünür duruma aykındır.
Zeyd sessiz kalsa
[davaya deam etmese] serbest bırakılır. Amr'ın sözü görünürdeki duruma
uygundur. Amr sessiz kalsa serbest bırakılmaz. Şu halde her iki görüşe göre de
Amr davalı, Zeyd davacıdır.
Yukarıdaki iki görüşün
gerektirdiği hüküm çoğu zaman farklı değildir. Bununla birlikte aşağıda ifade
edildiği üzere zaman zaman farklı olabilir.
19. Karı-koca, zifaf
öncesinde birlikte Müslüman olsalar, koca "biz aynı anda Müslüman olduk,
aramızdaki nikah devam etmektedir" dediği halde karısı "biz, farklı
zamanlarda Müslüman olduk. Bu sebeple aramızda nikah yoktur" dese [ne
olur?]
Daha güçlü görüşe göre
koca davacı konumundadır. Çünkü ikisinin aynı anda Müslüman olması görünür
duruma aykırıdır. Bu durumda kadın da davalı konumundadır.
Yukarıdaki ikinci görüşe
göre kadın davacı, koca davalı konumundadır. Çünkü kadın sussa kendisine
dokunulmaz. Oysa kadın nikahın bittiğini iddia ettiğinden koca buna sessiz
kalsa bırakılmaz.
İlk görüşe göre kadına
yemin ettirilir ve nikah bağı ortadan kalkar. İkinci görüşe göre koca yemin
eder ve nikah devam eder.
Nevevi ve Rafii müşriğin
nikahı konusunda kocanın sözünün esas alınacağı görüşünü doğru kabul
etmişlerdir. Bu görüş, yukarıdaki zayıf [ikinci] görüşe dayalıdır.
Şöyle denilebilir: ilk
görüşe göre yemin kocanın tarafında kabul edilmiştir; çünkü aslolan evliliğin
devamı olduğundan kocanın tarafı güçlüdür. Yemin etmesi halinde yemini tasdik
edilir. Nitekim davalı kişinin zimmetinin beri olması asılolduğundan onun
tarafı güçlüdür ve onun sözü yeminle birlikte tasdik edilir.
20. Koca karısına
"sen benden önce Müslüman oldun. Bu sebeple aramızda nikah yok, senin
mehir hakkın da yok" dediği halde karısı "aksine, biz birlikte Müslüman
olduk" dese kocanın sözü yemine gerek olmaksızın ayrılık konusunda tasdik
edilir.
Daha güçlü görüşe göre
mehir konusundaki sözü yeminle birlikte kabul edilir; çünkü görünür durum
kendisini desteklemektedir.
ikinci görüşe göre
yeminle birlikte kadının sözü kabul edilir; çünkü o sessiz kaldığında
bırakılmamaktadır. Zira koca mehrin düştüğünü iddia etmektedir. Kadın sessiz
kaldığında ortada şahitler de yoksa sanki yeminden kaçınmış gibi kabul edilir.
Bu durumda koca yemin eder ve mehir düşer.
21. Güvenilir konumunda
olan kişi elindeki malı sahibine geri verdiğini iddia ettiğinde [ne olur? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre davacı
durumundadır. Çünkü o, görünür duruma aykırı olan bir şeyi -malı geri
verdiğini- iddia etmektedir. Bununla birlikte yeminle birlikte onun sözü kabul
edilir; çünkü o, mal sahibinin amacını gerçekleştirmek için malı elinde
tuttuğunu ispat etmiştir. Mal sahibi ona güvenmiştir. Hal böyle iken malı geri
verdiğini ispat etmenin ona yüklenmesi doğru olmaz.
İkinci görüş
İkinci görüşe göre ise
koca davalı konumundadır; çünkü malın sahibi sustuğunda serbest bırakılır.
22. Karşılıklı yemin
etmenin söz konusu oldUğU davalarda her iki hasım da hem davacı hem de davalı
konumundadır; çünkü bu ikisi birbirine eşittir.
1.3. Davanın Sahih
Olmasının Şartlan
Daha önce
öldürme-yaralamaya ilişkin davalar konusunda geçtiği üzere davanın sahih olması
için altı şart bulunmaktadır. Nevevi bunların bir kısmını zikretmiştir. Ben de
bir kısmını şerhte zikrettim. Bu bölümde bu şartlardan iki tanesi
zikredilmiştir.
1.3.1. Davanın Bilinir
Olması
Bir kimse başkasında
para alacağı bulunduğunu iddia ettiğinde bunun cinsini, türünü, miktarını,
şayet sağlam ve kırık olmasına göre değeri değişiyorsa sağlam mı kırık mı
olduğunu beyan etmesi şarttır.
Bir kimse başkasında
nitelikleri zaptedilebilen bir mal alacağı olduğunu iddia ediyorsa selem
akdinde olduğu gibi niteliklerini açıklaması gerekir. [Zayıf] bir görüşe göre
bununla birlikte malın değerini de beyan etmesi gerekir. Şayet mütekavvim /
kıyemt bir mal telef olursa onun değerini zikretmek gerekir.
23. Bir kimse gerek para
cinsinden gerekse misli ya da mütekavvim olmak üzere bir kimsede alacağı
bulunduğunu iddia etse davanın sahih olması için şunları açıklaması gerekir:
> Davaya konu olan
şeyin cinsini, mesela altın mı gümüş müolduğunu,
> Türünü, mesela
paranın saf mı katışık mı olduğunu,
> Miktarını, mesela
yüz vb.,
> Mala yönelik amacın
kişiden kişiye değişmesini sağlayan sıfatını belirtmesi.
Ayrıca para söz konusu
olduğunda bunların yanında iki şeyi daha açıklaması gerekir ki bu da paranın değeri
sağlam veya kırık olmasına göre değişiyorsa paranın sağlam mı kırık mı olduğu
me selesidir. Mesela "gümüşten, sağlam 100 tane zahiriyye dirhemi".
Burada parayı mutlak olarak zikretmek, o bölgede belirli bir para birimi yaygın
olsa bile yeterli değildir.
Maverdt ve başkaları
bunu açık olarak belirtmiştir. Bu durum satım vb. akitlerden şu açıdan
farklıdır: Akdin zamanı, satım bedelinin o bölgedeki yaygın para birimleri
içinden en çok görüleni ile kayıtlanır. Oysa bu, dava zamanı ile kayıtlanamaz;
çünkü o, dava zamanından öncedir. Bununla birlikte dinar kelimesi mutlak olarak
kullanıldığında eş-Şerhu'l-kebir'de açıkça belirtildiği üzere bundan şer't
dinar anlaşılır. Paranın ağırlığını belirtmeye gerek
yoktur. Mutlak olan
dirhemler de böyledir. Paranın değeri sağlamlık ve kırıklığına göre
değişmiyorsa bunu açıklamaya gerek yoktur.
Ancak Maverdi ve Ruyani
selem borcunu bundan istisna ederek bu hususun selem borcunda beyan edilmesini
gerekli görmüşlerdir.
24. Kişi başkasının
zimmetinde alacağı olduğunu iddia etmeyip onda sıfatları zabtedilebilen hayvan
ve elbise gibi mütekavvim [kıyemi] veya hububat gibi misli bir mal alacağı
olduğunu iddia etse o malın vasıflarını -daha önce ilgili konuda geçtiği üzere-
selem akdinde olduğu gibi nitelemesi gerekir.
Daha doğru görüşe göre
malın nitelikleri yanında değerini zikretmesine gerek yoktur. [
Zayıf] bir görüşe göre
ise nitelenen malın değerini de belirtmesi gerekir.
Mal, mücevher ve
yakutlar gibi nitelikleri belirtilerek ölçü altına alınamayan bir mal ise o
zaman mesela "değeri şu kadar olan bir mücevher" diyerek değerini de
zikretmesi gerekir.
Bunu Kadı Hüseyin,
Ebu't-Tayyib, Bendenici, ibnü's-Sabbağ ve başkaları belirtmiştir.
25. ["Malın
değerini zikretmeye gerek yoktur" hükmünden] şu durum istisna edilmiştir:
Bir kimse bir şahsın elindeki malını bir şehirde gasp etse, sonra kişi o şahsı
elindeki mal mevcut olduğu halde başka bir şehirde bulsa, ancak malın
nakledilmesi masrafı gerektirse bu durumda malın değerini zikretmesi gerekir;
çünkü mal, bu haliyle hak edilmiştir. Kişi malı geri verdiğinde değerini geri
verir.
26. Gayri menkul
davasında akarın bulunduğu kasabayı, şehri, mahalleyi, sokağı ve akarın [dört
bir taraftan] sınırlarını da belirtir. Yine akarın sokağın sağında mı solunda
mı yoksa ortasında mı yer aldığını bbelirtir. Bunu Bulkın! zikretmiştir. Geçen
açıklamalardan anlaşılacğı üzere değerini zikretmesine gerek yoktur.
27. Yukarıdaki hüküm,
mal mevcudiyetini koruyorsa söz konusudur. Mal, mütekavvim bir malolup telef
olmuşsa o zaman [bu mala ilişkin açılan davada] malın değerini de zikretmek
gerekir. ÇünkÜ malın telef olması halinde verilmesi gereken şey değeridir.
Alimlerin sözlerinden anlaşıldığına göre göre değerini belirttikten sonra diğer
nitelikleri belirtmeye gerek yoktur. Ancak malın cinsini zikrederek mesela
"yüz dirhem değerinde köle" diye belirtmesi gerekir. Şayet mal misli
bir mal ise değerini zikretmeye gerek yoktur, niteliklerini belirterek zaptu
rabt altma alması yeterlidir.
Not: Telef olan mal süslü bir kılıçsa bakılır: Bu
kılıcın süsü gümüşten ise kişi kılıcın değerini altın üzerinden, süs altın ise
kılıcın değerini gümüş üzerinden belirtir. Kılıç hem altın hem de gümüşle süslü
ise o zaman zorunluluk sebebiyle kılıcın değeri bunlardan biri üzerinden
belirlenir. Ravd adlı eserde belirtildiğine göre İbnü'l-Mukrı, dava bölümünde
şerhettiği asıl esere tabi olarak bu görüşü benimsemiştir. Eserin ve şerh
ettiği ana metnin görüşleri gasp bölümünde birbiriyle çelişmektedir. Zira gasp
bölümünde takıların külçelerinin kendi misliyle tazmin edileceği ve şehirdeki
para birimi üzerinden satılacağını belirtmiştir. Oysa şerh ettiği ana metinde
süslü olan eşyanın şehirdeki para birimi ile aynı cinsten olsa bile o para
birimiyle tazmin edileceğini söylemiş ve şöyle demiştir: "Bu, faizi gerektirmez;
çünkü faiz yalnızca akitlerde söz konusu olur, tazminlerde söz konusu
olmaz."
Şayet mütevakkim olarak
kabul edersek katışık olan altının değeri gümüş üzerinden, bu şekildeki gümüşün
değeri de altın üzerinden belirlenir. Bu durumda kişi "şu maden üzerinden
olup değeri şu kadar dirhem eden yüz dinar" veya "şu maden üzerinden
ve değeri şu kadar dinar eden yüz dirhem" şeklinde davada bulunur. Şayet
bunları misli olarak kabul edersek -ki daha doğru görüş olan bunlarla muamelede
bulunmanın caiz olduğu görüşüne binaen doğru olan da budur- o zaman davada
bunların değerine temas etmek gerekmez.
Dava konusu şeyi
bilmenin şart koşulması hükmünden bazı meseleler istisna edilmiş olup o
durumlarda bilinmeyen şey hakkında dava açılması sahih olur. Bunları şu şekilde
belirtebiliriz:
a) İkrar -isterse nikah
ikrarı olsun- meçhulolan bir şeyi ikrar etmek gibidir.
b) Vasiyyetin zayi
olmasını önlemek üzere vasiyet. Çünkü vasiyet bilinmezliği kaldırabildiği gibi
vasiyete ilişkin dava da böyledir .•
c) Mehir belirlememiş
kadına mehirbelirlenmesi de böyledir. Çünkü kadın, hakimden kendisi için mehir
belirlemesini talep etmektedir. Şu halde onun mehir [miktarı] konusunda bir
açıklama yapması düşünülemez.
Müt'a, hakim tarafından
belirlenecek diyet, ganimette payı olmayanlara ganimetten verilecek mallar,
kitabet akdi yazılması, gurre, deve diyetinde bilinmeyen şeyden ibra da
böyledir. Bu "bu gibi meselelerde ibrayı sahih gören" daha doğru
görüşe dayalıdır.
d) İbnü'l-Mukrl'nin
tercih ettiği üzere sınırları belirtilen bir arazide geçiş hakkı veya su akıtma
hakkına ilişkin davadır. Burada arazinin sınırlarının belirtilmesiyle
yetinilir.
e) Bu istisna edilen
şeyler konusundaki şahitlik de meçhul bir şekilde yapılırsa sahih olur; çünkü
bu şahitlik, dava konusu şeyin bilinmezliğinin sonucu olarak böyle
gerçekleşmiştir.
Not: Kişi, içinde iddiasının yazılı olduğu bir
kağıt getirip bu kağıtta yazılı olan şeyi iddia etse, kağıtta yazılanlarda
yukarıda belirtilen nitelikler yazıyor olsa bununla yetinilir mi? Bu konuda iki
görüş söz kousu olup ZerkeşI'nin daha uygun bulunduğu görüşe göre mektubu hakim
okursa veya kendisine okunursa bununla yetinilir.
1.3.2. Davanın
Bağlayıcı Olması
Bir kimse nikah
iddiasında bulunduğunda daha doğru görüşe göre mutlak iddiada bulunması yeterli
olmayıp "ben o kadınla velisi, iki adil şahit ve -şayet kadının rızası
şart koşuluyorsa- kadının rızasıyla evlendim" demesi gerekir.
Şayet kişi bir cariye
ile evlendiğini iddia ederse davasında hür kadınla evlenme imkanını bulamadığını
ve evlenmediği takdirde zinaya düşmekten korktuğunu belirtmesi gereklidir.
Kişi satım ve hibe gibi
mail bir akit iddiasında bulunursa daha doğru görüşe göre mutlak ifade yeterli
olur.
28. Nevevi'nin temas
etmediği, davanın sahih olması için burada zikredilmesi gereken ikinci husus
davanın bağlayıcı olmasıdır. Buna göre kişi başkasına yönelik amacı hak tahsili
olan hibe, satım, zimmet alacağı vb. iddiada bulun sa davasında teslimin
gerekli olduğunu da belirtmelidir. Mesela "bana teslimi gerekir" veya
"davalı, üzerine gerekli olan davadan kaçınmaktadır" der. Bu şarttır;
çünkü hibe yapan kişi hibesinden dönebilir. Satım akdi feshedilebilir. Borç
vadeli olabilir. Yahut borçlu kişi iflas etmiş olabilir.
29. Kişi dava açarkan
hak tahsil etmek değil de anlaşmazlığı sona erdirmek istiyor olsa ve "bu
ev benimdir, o evimi benden engelliyor" dese" evim onun
elindedir" deme se bile davası dinlenir; çünkü evonun elinde olmasa bile
kişi onunla hasım olabilir.
30. Kişi herhangi bir
alacak veya mal iddiasında bulunmayıp nikah iddiasında bulunsa, mutlak olarak
nikah ididasında bulunması yeterli [olur mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru olan ve İmam Şafii
tarafından açıkça ifade edilen görüşe göre mutlak dava açması yeterli değildir,
bunu kayıtlaması gerekir.
Bu kayıtlamada şunlara
temas etmesi gerekir:
a) Kişi "ben bu
kadınla irşad edici bir velinin aracılığıyla evlendim" demelidir.
Bulkın! şöyle demiştir:
Bu ifade velinin adalet
sahibi / güvenilir olduğunu net olarak ifade etmez. Bunun yerine adalet sahibi
bir veli aracılığıyla evlendim demesi gerekir.
Ancak Zerkeşi şöyle
demiştir:
Mürşid [irşad edici]
ifadesi rüşd dönemine girmiş olan yani velayete elverişli olan anlamındadır. Bu
ifade kişinin adalet sahibi olması, durumunun bilinmemesi veya "fasık
kimse de nikah akdini yapabilir" görüşünü tercih ettiğimizde -veya kişi
yönetici konumunda ise- velinin fasık olmasını da kapsar.
b) Yine kişinin
"iki adalet sahibi şahidin şahitliğiyle evlendim" demesi de şarttır.
Zerkeşi şöyle demiştir:
Kişinin "iki
şahit" demesi yeterli olup onları "adalet sahibi" diye
nitelemesine gerek olmamalıdır. Zira alimler nikah konusunda "durumu
bilinmeyen iki kişinin şahitliğiyle kıyılan nikah bir hakime götürüldüğünde
hakim bu nikahı bozmaz" demişlerdir. Ancak kadın, evlilik hukukuna dair
bir iddiada bulunuyorsa hakim o zaman şahitlerin güvenilirliğinin tescil
edilmesine ihtiyaç duyar.
c) Evlilikte kadının rızasının
şart koşulduğu, yani kadının zorla evlendirilemediği durumda evlilik davası
açan kişinin "ben bu kadının rızasıyla kendisiyle evlendim" demesi de
şarttır.
Çünkü nikahta hem Allah
hem de kul hakkı vardır. Nikah meydana geldiğinde artık bunu telafi etmek
mümkün olmadığından bu konuda ihtiyata riayet edilmiştir.
İkinci görüş
Tıpkı mal davasında
olduğu gibi nikah davasında da ["ben bu kadınla evliyim" demek
suretiyle] mutlak evlilik iddiasında bulunmak yeterlidir. Nitekim kişinin
irtidat ve süt haramlığı gibi engellerin bulunmadığına temas etmesi nasıl
gerekli değilse [nikahın şartlarının da yerine geldiğine temas etmesi aynı
şekilde gerekli değildir].
İlk görüş sahipleri ilk
kıyasa [yani nikah davasının mal davasına kıyaslanmasına] yukarıda belirtildiği
gibi cevap vermişlerdir. İkinci kıyasa [yani nikahın şartlarının nikahın
engellerine kıyaslanmasına] ise şu şekilde cevap vermişlerdir: Şartlar akdin
sahih olması için dikkate alınır. Engellerin ise olmaması dikkate alınır.
Aslolan engellerin olmaması olduğundan bu asıl prensip ile yetinilmiştir.
Ayrıca engeller çok olup bunları zaptetmek zordur.
Not: Bulkın! şöyle demiştir: "Alimler
kafirlerin nikahlarını bundan istisna etmişlerdir. Buna ilişkin bir davada
kişinin "bu benim karımdır" demesi yeterlidir. Şayet Müslüman
olduktan sonra o kadınla nikahının devam ettiğini iddia ediyorsa o zaman
nikahın olduğu gibi devam etmesini gerektiren bir şeyi de davasında zikretmesi
gerekir."
Dava açan kişi sefih
veya köle ise "bu kadınla velimin / sahibimin izniyle evlendim"
demesi şarttır. Veli ve şahitleri belirtmesi gerekmez.
Nikah davası kadına, onu
nikaha zorlayan velisine karşı açılır. Bu, daha doğru olan "kadının ve
velisinin nikahı ikrar etmeleri sahihtir" görüşüne dayalıdır.
Nevevi kadının nikah
davası açmasından söz etmemiştir. Rafii bu konuda Gazali'nin sahih kabul ettiği
şu görüşü aktarmıştır: "Bu dava dinlenilmez; çünkü nikah kocanın olup
kadının hakkı değildir." Ancak Rafii daha sonra şöyle demişlerdir:
"Bununla birlikte imamlar, kadının nikah davasını dinleme görüşüne
meyletmişlerdir.''
İtimad edilmesi gereken
görüş de budur.
Kocanın nikah davası
açtığında ayrıntıyı zikretmesinin şart olup olmadığı konusundaki detaylar
kadının davası konusunda da geçerlidir.
Kadının nikah ikrarında
bulunmasında ayrıntıyı zikretmesi şart değildir; çünkü kadın, ancak kesin
bilgiye dayalı olarak nikahı ikrar eder.
Davaya tabi olarak
nikaha şahitlik eden kimselerin de nikah konusundaki ayrıntıları zikretmesi
şarttır. Onların "biz, bu adamın bu kadından ayrıldığını bilmiyoruz. Şu
vakte kadar bu kadın bu adamın karısıdır" demelerine gerek yoktur.
31. Kişinin, nikah
iddiasında bulunduğu kadın cariye veya kısmen hür olsa ve koca hür olsa [nikah
davasında neleri zikretmek gerekir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
kişinin, yukarıda geçenler yanında ayrıca hür bir kadınla evlenmek üzere mehir
verebilecek imkanının bulunmadığını ve bu cariyeyle evlenmemesi halinde zinaya
düşmekten endişe ederek evlendiğini belirtmesi de şarttır. Bu ikisi, kendisinde
kölelik bulunan bir kimse ile evlenmenin caiz olması için şart olan
hususlardır.
Çünkü tıpkı can
konusunda ihtiyata riayet edildiği gibi namus konusunda da ihtiyata riayet
edilir.
Buna kıyasla şartlarda
da kişinin buna temas etmesi ve nikahı altında kendisine uygun olan hür bir
kadın olmadığını, -koca Müslüman ise- cariyenin de Müslüman olduğunu belirtmesi
gerekir. Zahir olan budur.
İkinci görüş
Nikahta engellerin
bulunmadığına temas etmek nasıl gerekli değilse bu da gerekli değildir.
Aradaki fark yukarıda
geçmişti.
32. Kişi nikah davası
açmayıp satım, hibe gibi bir mal davası açsa [davada ayrıntıları zikretmesi
şart mıdır? Bu konuda mezhep içinde üç görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru olan ve İmam
Şafii tarafından belirtilen görüşe göre ayrıntıları zikretmesi şart olmayıp
mutlak dava açması yeterlidir; çünkü mali konular hüküm bakımından nikahtan
daha hafiftir. Bu sebeple nikah davasının aksine mal davasında şahit tutmak da
şart değildir.
İkinci görüş
Nikah davasında olduğu
gibi burada da ayrıntıları zikretmek gerekir.
Üçüncü görüş
Şayet akit bir cariyeye
ilişkin ise, cinsel konularda ihtiyat gösterilmesi gerektiği prensibine binaen
ayrıntıların zikredilmesi gerekir. İzzeddin bin Abdüsselam bu görüşü tercih
etmiştir.
Not: Nevevi'nin "mutlak" diye
belirtmesinden akdin sahih olduğu belirtmenin şart olmadığı anlaşılmaktaysa da
el-Vasıt'te daha doğru olarak belirtilen görüşe göre bu şarttır. Rafil'nin
sözünden de bu sonuç çıkmaktadır.
Görüş ayrığı kafirlerin
satımları dışındaki satımlardadır. Şayet onlar fasit satım akitleri yaparlar ve
kendi kendilerine veya hakimlerinin gerekli kılmasına dayanarak karşılıklı
değiş-tokuş yaparlarsa daha güçlü görüşe göre biz onların alım-satımlarını
geçerli sayarız.
Bu, "cizye"
bölümünde açıklanmıştı. Dolayısıyla bu tip satımlarda şartların zikredilmesine
gerek yoktur.
Aralarında ortaklık veya
bir muamele bulunduğu bilinmese bile davacının hasmına yönelik davası dinlenir.
Bu konuda insanların tabakaları arasında bir fark yoktur. Buna göre hal
karineleri yalan söylediğini gösterse bile düşük bir kimsenin şerefli bir kimse
aleyhine açtığı dava dinlenir. Mesela bir zımmı, hayvanlarına yem vermesi ve
evini süpürmesi için bir emiri veya fakihi ücretle tuttuğunu iddia etse bu dava
dinlenir.
Aleyhinde şahitler
bulunan kimsenin davacıya yemin ettirme hakkı yoktur.
33. Bir hakka dair
aleyhinde delil bulunan bir kimsenin davacıya "iddia ettiği konuda hak
sahibi olduğuna dair" yemin ettirme hakkı yoktur; çünkü bu bir delil
getirdikten sonra başka bir delil getirmekle yükümlü tutmaktır. Hatta [ortada
şahitler olduğu halde bir de davacının yemin etmesini istemek], şahitlere
yönelik bir eleştiridir.
Not: Bundan şu iki durum istisna edilir:
1. Bir malın bir şahsa
ait olduğuna dair şahitler getirilse, şahitler "biz bu malı onun sattığını
ve hibe ettiğini bilmiyoruz" deseler, İmam Şafii'nin belirttiğine göre
davacı "bu malı herhangi bir şekilde mülkiyetimden çıkarmadım" diye
yemin eder, sonra mal kendisine verilir.
2. Borçlunun ödeme
güçlüğü içinde bulunduğuna dair şahitler şahitlik etse, alacaklı olan şahıs
daha doğru görüşe göre borçluya yemin ettirebilir. Çünkü borçlunun [şahitlerin
bilemeyeceği) gizli bir malı bulunabilir.
[Şahitlerin şahitlik
etmesinden sonra davalı durumunda olan] kişi [davaya konu olan] borcu
ödediğini, alacaklının kendisini ibra ettiğini, [davaya konu olan] bir malı
davacıdan satın aldığını, bu malın [davacı tarafından] kendisine hibe edilip
teslim edildiğini iddia etse hasmına [yani davacıya] bunların olmadığına dair
yemin ettirir.
34. Kişi şahit
getirdikten sonra davalı, kendisi üzerindeki hakkı düşürmek üzere borcu eda
ettiğini, alacaklının borcu ibra ettiğini, davacının iddia ettiği malı ondan
satın aldığını, davacının bu malı kendisine hibe edip teslim ettiğini iddia
etse hasmına bu iddialarının doğru olmadığına dair yemin ettirir. Bu yemin
"ben hakkı ondan teslim almadım / onu borcundan ibra etmedim / ona mal
satmadım / ona mal hibe etmedim" şeklinde olur.
Not: Bunun olacağı
durum, şahitlerin ortaya çıkıp hüküm verilmesinden önce bir durumun meydana
geldiğini iddia etmesi halindedir. Yine bunun ikisi arasında mümkün olacak
kadar bir zaman geçtikten sonra yaşandığını iddia etmesi halindedir. Şayet
bunun olabileceği kadar bir zaman geçmemişse onun sözüne itibar edilmez. Yine
davalı, hüküm verildikten sonnra şahitlerin şahitlik etmesinden önce bu durumun
ortaya çıktığını iddia etse eşŞerhu'l-kebir'deki daha doğru görüeş göre hüküm
yine böyledir; çünkü mal borcu, hakimin hüküm vermesiyle onun üzerinde sabit
olmuştur.
Nevevi'nin mutlak
ifadesinin kapsamından eda istisna edilir. Buna göre hac yapmak için ücretle
tutulan kişi "ben hac yaptım" dese onun sözü kabul edilir, şahit
getirmesine ve yemin etmesine gerek yoktur. Bunu Zebili söylemiş ve şöyle devam
etmiştir: "Bu şuna benzer: Bir kimse kansını üç kere boşadıktan sonra
kadın, başkasıyla evlendiğini ve zifaf yaptığını, ikinci kocanın kendisini
boşadığını ve iddetinin de bittiğini iddia etse bu iddia şahit getirmesine ve
yemin etmesine gerek olmaksızın kabul edilir."
Nevevi'nin
"ibra" sözcüğünü mutlak kullanması davacının davalıyı bu davadan ibra
etmesini de kapsar. Ancak eş-Şerhu's-sağır'de daha doğru olarak belirtilen
görüşe göre bu durumda davacı yemin etmez; çünkü davanın kendisinden ibra etmek
ancak inkar üzere bir sulhün yapıldığını düşündüğümüzde olabilir. Bu ise
batıldır.
Nevevi'nin
"olmadığına dair" ifadesinden anlaşıldığına göre davalı bunun
öncesinde borcu ödemekle yükümlü tutulmaz. Aksine davacı yemin eder, sonra
davalı ödemeyi yapar. Doğru görüşe göre hüküm böyledir.
Yine davalı, davacının
şahidinin fasık oldUğunu veya yalan söylediğini bildiğini iddia etse daha doğru
görüşe göre davacıya yemin ettirebilir.
35. Hasım, davacının
kendi getirdiği şahidin fasık olduğunu veya yalan söylediğini bildiğini iddia
etse [davacıya "ben böyle bir şeyi bilmiyorum" diye yemin ettirebilir
mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru olan ve İmam
Şafii tarafından belirtilen görüşe göre bunu bilmediğine dair yemin
ettirebilir; çünkü davacı bunu ikrar etmiş olsa onun getirdiği şahitlerin
şahitliği batıl olur.
İkinci görüş
Yemin ettiremez; çünkü
davacıda bir hakkı olduğunu iddia etmemiş, yalnızca sabit olması halinde
kendisine yarar sağlayacak bir şeyi iddia etmiştir.
36. Sadece
"şahit" ifadesinin zikredilmesi şu durumu dışarıda bırakmıştır:
Davacı bundan önce bir şahitle birilkte veya kendisini desteklemek üzere yemin
etmiş olsa, Bulkini'nin tasvip ettiği görüşe göre karşı tarafın bu iddiasından
sonra böyle bir şeyi bilmediğine dair yemin ettirilmez; çünkü bununla birlikte
yemin etme durumunda yemin eden kişi hak sahibi olmasını tariz yoluyla ileri
sürebilir. Dolayısıyla bundan sonra hasmın iddia ettiği şeyin doğru olmadığına
dair yemin etmez.
Not: Cili, el-İ'caz adlı eserinde kişinin şahit
getirdiği halde yemin edeceği on yerden söz etmiştir:
1. Bir kimse ölen
birşahısta alacağı bulunduğunu veya onun birisini öldürdüğünü iddia ettiği halde
mirasçılar bunu inkar etse, davacı buna dair şaiht getirse, şahitlerle birlikte
"ölen şahsın üzerinde bu hakkın bulunduğunu ve kendisinin şu ana kadar bu
konuda hak sahibi olmaya devam ettiği" konusunda yemin etmedikçe onun
lehine hüküm verilmez.
2-3-4. Yine gaib, çocuk
veya akıl hastası aleyhinde dava açtığı zaman da böyledir.
5. Kişi bir kadınla
ilişkide bulunduğuna dair iddiada bulunup onun bakire olmadığına dair delil
getirse, bekaretin geri dönmesi ihtimaline binaen şahiderle birlikte yemin eder.
6. Kişi bir kimsede bir
malı olduğunu iddia edip şahitler getirdikten sonra davalı davacıya "bu
malda hak sahibi olduğun konusunda yemin et" dese ve şahitleri
yalanlamamakla birlikte "bu işin iç yüzü, göründüğünden farklıdır"
dese davacı şahit getirmekle birlikte ayrıca malda şu ana kadar hak sahibi
olduğuna dair yemin eder.
7. Kişi karısına
"sen dün boşsun" dese ve "ben bununla karımın benim dışımdaki
birisi tarafından boşanmış olduğunu ifade etmeyi istedim" dese ve buna
dair de şaiht getirse, bu şahitleri getirmesinin yanında bir de kastının bu
olduğuna dair yemin eder.
8. Emanetçi emanet
edilen malın zahir bir sebeple telef olduğunu iddia eder ve bu sebebin
bulunduğuna dair şahit getirirse ayrıca malın o sebeple telef olduğuna dair de
yemin eder.
9. İç organların
yaralanması ile ilgili davada kişi "bu şahıs sağlamdı" diye iddiada
bulunup buna dair şahit getirse bunlarla birlikte yemin eder.
10. Malın kusur
sebebiyle geri verilmesinde buna dair şehit getirdikten sonra ayrıca da yemin
eder.
Zerkeşi "bu
maddelerin bir kısmı tartışmaya açıktır, bir kısmında ise yemin etmek zorunlu
değil müstehaptır" demiştir.
Zerkeşi itiraza açık
derken muhtemelen yedinci maddeye, müstehaptır derken de sekizinci maddeye
işaret etmektedir.
[Aleyhinde şahit
getirilen kişi] davayı def edecek bir delil getirmek üzere süre istese
kendisine üç gün süre verilir.
37. Aleyhine şahit
getirilen kişi bu şahitlerin ifadelerini def edecek [karşı delil mahiyetinde]
bir şey getirmek üzere süre istese bakılır:
> Şayet cahil bir
kimse ise kendisine bunun ne olduğu sorulur. Zira o, durumu bilen kişinin
aksine davayı def etmesi mümkün olmayan bir şeyi öyle zannetmiş olabilir. Bu
kişi borcun edası veya ibrası gibi [davayı düşürecek] bir yön tayin ederse,
> Veya bilen bir kimse
ise,
Bu durumda kendisine üç
gün süre tanınır. Çünkü bu, büyük bir zararın söz konusu olmadığı kısa bir
süredir.
Şahit getiren kişi de
şahitlerini araştırmak için buna ihtiyaç duyabilir.
38. Kişi üç gün
geçtikten sonra şahitler getirirse, bu şahitlerin güvenilirliği tescil
edilmemişse bunun yapılması için üç gün daha süre tanınır; çünkü Rafil'nin
Ruyani'den aktarıp onayladığı üzere bu, bir başka şahitlikte şahitliğin
güçlendirilmesidir.
39. Oavalı herhangi bir
şahit getirememiş olup davayı düşüren başka bir yönün bulunduğunu iddia etse üç
günlük süre dolduktan sonra kendisine yeni süre verilmez. Şayet süre dolmadan
böyle bir iddiada bulunursa onun iddiası dinlenir.
40. Üç gün içinde bir
şahit getirir de ikinci şahit iççin ek süre isterse Maverdl'nin belirttiğine
göre kendisine yeniden üç gün süre tanınır.
Rafii "kitabet
akdi" bölümünde ikinci konuda şunu zikretmiştir: Sözleşmeli köle sözleşme
bedelini ödediğini iddia ettiği halde efendi bunu inkar etse, köle de şahit
getirmek istese kendisine üç gün süre tanınır. Rafit "süre tanımak vacip
mi yoksa müstehap mıdır? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır" demiştir.
Bunu, şu an ele aldığımız meseleye kıyasladığımızda bunun vacip olduğu
anlaşılır.
41. Oavalı üç gün sonra
dönse ve hakimden davacının ibra vb. bir şeyin olmadığına dair yemin etmesini
istese, bunun şu an yapılması kolayolduğundan hakim onun isteğine icabet eder.
Onu öncelikle borcu teslim etmekle yükümlü tutmaz.
Bir kimse yetişkin bir
şahsın köle olduğunu iddia etse, o şahıs "ben hürüm" dese onun sözü
kabul edilir.
Kişi, kendisinin eli
altında olmayan küçük bir çocuğun köle olduğunu iddia etse şahit getirmedikçe
bu iddiası kabul edilmez. Kendi elindeki çocuk için bunu iddia ederse çocuk
üzerindeki zilyedlik çocuğun buluntu olarak bulunmuş olmasına dayanmıyorsa
şahitlerle onun lehine hüküm verilir.
Küçük çocuk temyiz
çağındayken köle olduğunu inkar etse onun inkan dikkate alınmaz. [Zayıf] bir
görüşe göre o, yetişkin gibidir.
42. Bir kimse, aklı
başında ve yetişkin bir şahsın köle olduğunu iddia ettiğinde o şahıs "ben
aslen hürüm" dese yeminle birlikte onun sözü kabul edilir. Köle olduğu
iddia edilen kişi farklı şahısların elinde dolaşıyor olsa da ve davacının bunu
istihdam etmesi, ücretle çalıştırması gibi görünürde onun köle oldUğuna delalet
eden karineler bulunsa bile hüküm böyledir; çünkü köle oldUğunu inkar eden
kişinin sözü, "insanın hür olması asıldır" ilkesine uymaktadır. Bu
durumda davacının delil getirmesi gerekir.
Not: Zikredilen hüküm, davalının -velev ki sözü
kabul edilmemiş olsa bile- daha önce davalının köleliği ikrar etmemesi halinde
söz konusudur.
Davalı, köle olmadığına
dair yemin ettiğinde şayet davacı onu başkasından satın almışsa, satan kişiden
satım bedelini geri alır. Köle olduğu söylenen şahıs husumet esnasında
kendisinin köle olduğunu itiraf etse ve bunu husumet yoluyla söylediğini
belirtse bile böyledir.
Nevevi'nin
"hür" ifadesi -yani yukarıda geçtiği gibi "aslen hür"
ifadesi- davalının "sen beni azat ettin" veya "beni sana satan kişi
/ başkası beni azat etti" demesi durumunu dışarıda bırakır. Zira bu
durumda onun sözü şahitler olmadıkça kabul edilmez. Yine kişi "ben falanın
kölesiyim" demiş olsa kölenin köleliği itiraf etmiş olması sebebiyle
efendinin sözü tasdik edilir. Çünkü o, üzerinde zilyetlik sabit olan bir
maldır. Onun üzerindeki zilyetlik ise efendisine aittir. Bunu Rafii
"davalar" bölümünün sonunda Beğavı'nin "şahsın köle olduğuna
dair şaihtlerin şahitliği onun hür oludğuna dair şahitlerin şahitliğinden daha
üstündür" görüşüne tabi olarak kesin bir biçimde belirtmiştir.
Çünkü bu şahitlerde
diğerlerinde olmayan fazladan bir bilgi vardır, ki bu da köleliğin ispatıdır.
Herevi ve başkaları ise alimlerimizden hürriyete dair şaihtliğin daha üstün
olduğunu nakletmiştir.
43. Bir kimse, elinin
altında olmayan küçük bir çocuğun köle olduğunu iddia etse, şahit getirmedikçe
onun sözü kabul edilmez; çünkü aslolan kişi üzerinde mülkiyetin olmamasıdır.
Ezral'nin belirttiği
üzere zahir olan, yetişkin akıl hastasının küçük çocuk gibi kabul edilmesidir.
44. Çocuk başkasının
elinde bulunur da o kişi bu şahsın sözünü tasdik ederse davacının yemini ile
birlikte o şahsın tasdiki yeterlidir.
45. Kişi, elinin altında
bulunan küçük bir çocuğun köle olduğunu iddia ederse bakılır:
> Bu kişinin çocuk
üzerindeki zilyedliğinin o çocuğu bulmasına dayalı olduğu bilinmiyorsa yeminle
birlikte onun sözü kabul edilir. Bu, kişinin bir hayvan veya elbise üzerinde
mülkiyet iddia etmesi durumunda olduğu gibidir. Burada davacının yemin
etmesinin sebebi hürriyet meselesinin önemi büyük [riskli] bir konu olması
sebebiyledir. Çocuk bu şekilde buluğa erdikten sonra bunu inkar etmesinin bir
etkisi olmaz, köle olmaya devam eder.
> Kişinin çocuk
üzerindeki zilyetliği çocuğun buluntu olarak bulunmasına dayanıyorsa şahsın
iddiası bir delilolmadıkça kabul edilmez.
NevevI bu meseleyi
"buluntu çocuk" bölümünde zikretmiş olup burada tekrarlanmıştır.
Arada şu fark vardır:
Diğerinden farklı olarak buluntu çocuğun zahiren hür olduğuna hükmedilir.
46. Küçük çocuk mümeyyiz
olup kendisinin köle olduğunu inkar etse [hüküm ne olur? Bu konunda iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Onun inkarı dikkate
alınmaz; çünkü onun sözlü ifadesi hukuken geçersizdir.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
onun inkarı, yetişkin kişinin inkar etmesi gibi olduğundan şahit bulunmadıkça
davacının kölesi olduğuna hükmedilmez.
47. Zilyedliğin, çocuğun
buluntu olmasına dayalı olmadığı durumda çocuk buluğa erdikten sonra köle
olduğunu inkar etse bunun bir etkisi olmaz.
Daha doğru görüşe göre
vadeli alacak iddiasına ilişkin dava dinlenilmez.
48. [Kişinin, ödeme
güçlüğü içinde olduğunu itiraf ettiği borçluya karşı açtığı dava veya vadeli
bir alacağı için açtığı dava dinlenir mi? Bu konuda mezhep içinde üç görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
kişinin, ödeme güçlüğü içinde olduğunu itiraf ettiği borçluya karşı açtığı dava
ve vadeli alacağı için açtığı dava, bu konuda şahitleri olsa bile dinlenmez;
çünkü bu alacak için an itibarıyla bağlayıcı bir hüküm verilip alacağın talep
edilmesi söz konusu olamaz. Bu sebeple burada davanın düzeni [yani bağlayıcı
bir karar verilmesi istemi] söz konusu değildir.
İkinci görüş
Bu dava, alacağın an
itibarıyla sait olması ve gelecekte de istenmesi için mutlak olarak dinlenir.
Çünkü borçlu kişi ölebilir ve bu durumda borcun istenmesi peşin hale
dönüşebilir.
Üçüncü görüş
Şahitler varsa dinlenir,
aksi takdirde dinlenmez.
Not: İlk görüş esas alındığında şu durumlar
istisna edilir:
1. Borcun bir kısmı
peşin bir kısmı vadeli ise Maverdi'nin belirttiğine göre bu borcu ilişkin dava
sahih olur. Maverdi şöyle demiştir: "Bu durumda kişi alacağın bir kısmında
talep etme hakkına sahip olduğu için alacağının tümünü davaya konu yapar.
Vadeli kısım da peşine tabi olur."
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir:
a. Buna ilişkin dava
problemlidir; çünkü bin dirhemlik alacak içinde peşin olan kısım bir dirhem
gibi az bir miktar olsa geriye kalan kısmın bir dirheme tabi olması uzak bir
ihtimaldir.
b. Kişi davayı mutlak
olarak açarsa bunun faydası olmaz. Şayet "bin dirhemin bana teslim
edilmesi gerekir" derse o zaman dava sahih olmaz ve kişi yalan söylemiş
olur. Şayet vadeli ve peşin kısmı ayrı ayrı zikredip beyan ederse bu iki ayrı
dava olmuş olur. Şu halde vadelinin peşine tabi olması nasıl söz konusu
olabilir.
Bu itirazlara şöyle
cevap verilir:
Vadelinin peşine tabi
olması, davacının mutlak bir şekilde dava açtığında olur. Çoğunluğun azınlığa
tabi olması, ihtiyaçtan dolayı olduğu için zarar vermez.
2. Vadeli olan borç selem
gibi bir akitten kaynaklanmış olsa, davacı bu alacağı iddia ederek selem
akdinin sahih sayılmasını amaçlamış olsa bu dava sahih olur; çünkü bu dava ile
amaçlanan şey an itibarıyla hak edilmiş olan bir şeydir. Bunu da Maverdi
söylemiştir.
3. Kişi bir şahsın
yanlışlıkla veya kasıt benzeri adam öldürdüğünü iddia etse bu iddia vadeli
diyeti gerektirmekle birlikte dava dinlenir. Kişi bunu akıleye karşı iddia etse
davası kesinlikle dinlenmez; çünkü kendisine karşı iddiada bulunduğu şahıs
üzerinde bu borcun bağlayıcılığı kesinleşmemiştir. Zira akıleden olan kişi yıl
içinde ölebilir ve sene sonunda diyeti ödeyemez hale gelebilir. Bunu Bulkın!
zikredip şöyle demiştir:
"Buna temas edeni
görmedim."
Not: Cariyenin ümmüveled olması, kölenin müdebber
kılınması, köleyi azadın -velev ki satışa arzedilmeden önce olsun- bir şarta
bağlanması konusundaki dava dinlenir. Çünkü bunlar peşin haklardır.
Vadeli bir borç
iddiasında bulunan ancak süreyi zikretmeyen kişiye verilecek cevap "benim
şu anda onu teslim etmem gerekmiyor" demektir. İki görüşten birine göre
karşı tarafın hak sahibi olduğunu inkar etmek caiz değildir. Zerkeşi şöyle
demiştir:
"Ruyanl'nin
dedesinden naklettiğine göre mezhepte esas alınan görüş budur."
Kişinin hasmı kendisi
lehine mesela bir elbise ikrarında bulunduktan sonra bunun telef olduğunu iddia
etse, lehine ikrarda bulunulan kişi, elbisenin kendisine tesliminin gerekli
olmadığına dair karşı tarafa yemin ettirip sonra da elbisenin değerini almaya
razı olabilir. Şayet karşı taraf yeminden kaçınırsa lehine ikrarda bulunulan
kişi elbise üzerindeki hakkının devam ettiğine dair yemin eder ve karşı
taraftan bunu talep eder.
1.4. Davalının
Savunması
Bu bölümde davalının,
davacının iddiasına verdiği cevap konusu ele alınacaktır.
1.4.1. Davalının İddia
Karşısında Sessiz Kalması (Savunma Yapmaması)
Davalı davaya cevap
vermeyip sessiz kalmakta ısrar ederse iddiayı inkar edip yemin etmekten kaçınan
kimse gibi kabul edilir.
49. Davalı, [davacının
iddiasından dolayı] dehşete kapılma [şoka girme] veya akıl kıtlığından dolayı
iddiayı anlayamama gibi bir sebep olmaksızın iddiaya cevap vermeyip sessiz
kalmakta ısrar ederse bunun hükmü, dava konusu şeyi inkar edip yemin etmekten
kaçınan kimsenin hükmü gibi olur. Bu durumda hakim davalıya "davacının
iddiasına cevap ver, aksi takdirde seni yeminden kaçınmış olarak kabul
edeceğim" dedikten sonra yemin etme, davacıya döndürülür.
50. Davalının sessiz
kalması şoka girmiş olmasından veya akıl kıtlığından kaynaklanıyorsa durum
kendisine açıklanır, bundan sonra onun aleyhine hüküm verilir.
Dilsizin, cevabını
ortaya koyan anlaşılabilir işaretler yapmaması, konuşabilen kişinin sessiz
kalması gibi değerlendirilir.
Anlaşılabilir işareti
olmayan kimse gaib hükmündedir.
51. Hiç işitmeyen kimse
işaretten anlıyorsa dilsiz hükmündedir. Aksi takdirde akıl hastası hükmünde
olup onun aleyhine açılan dava sahih olmaz.
52. Gözleri görmekle
birlikte sağır veya dilsiz olan kimse yazı yazmayı biliyorsa onun iddiaya dair
yazılı cevap vermesi konuşan kimsenin sözlü cevap vermesi gibidir.
1.4.2. Davalının İddiaya
Sözlü Cevap Vermesi
Davalı sessiz kalmakta
ısrar etmediğinde şuna bakılır:
Kişi on dirhem alacağı
bulunduğunu iddia ettiğinde davalı "benim on dirhem ödemem
gerekmiyor" dese "bunun bir kısmını bile" demedikçe sözü kabul
edilmez. Bu şekilde yemin eder. On dirhem borcunun olmadığına yemin edip bu
kadar söylemekle kalırsa yeminden kaçınmış gibi kabul edilir. Bu durumda davacı
on dirhemden bir miktar az olan bir hakkının bulunduğuna dair yemin eder ve bunu
alır.
53. Bir kimse bir
şahısta on dirhem alacağı olduğunu iddia etse, diğer şahıs cevap olarak "o
benim yanımdadır" dese veya "senin bende hiçbir şeyin yoktur"
dese bu [iki] durumda hüküm açıktır. Şayet "benim on dirhem ödemem gerekmiyor"
dese bu cevap yeterli olmayıp buna ek olarak "bunun birkısmı da
gerekmiyor" demesi gerekir. Yine hakim kendisine yemin ettirirse bu
şekilde ["benim ona on dirhem veya bunun kısmı kadar borcum yoktur"
şeklinde] yemin eder. Çünkü on dirhemi iddia eden kişi her bir parçasını iddia
etmektedir. Bu sebeple kişinin inkar ve yemininin buna uygun olması şart
koşulur. Kişinin "benim on dirhem ödemem gerekmiyor" demesi yalnızca
toplam on dirhem borcu olduğunu inkar anlamına gelir. Bu durum on dirhemin her
bir parçasını inkar etmek anlamına gelmez. Kişinin on dirhemden bir habbe daha
az borcu olabilir.
54. Kişi yalnızca on
dirhem borcu olmadığına yemin edip bununla yetinirse on dirhemin altındaki borç
hakkında yemin etmekten kaçınmış kabul edilir. Bu durumda davacı, az da olsa on
dirhemin altındaki kısım için yemin eder ve davayı yenilemese bile on dirhemden
az olan alacağını alır. Şayet hakim davalıya on dirhem konusunda yemin etmesini
teklif eder de davalı on dirhem için yemin etmekten kaçınır ve "on
dirhemin bir kısmı da gerekli değildir" demezse davacı bundan daha az
kısmında hak sahibi olduğu konusunda davayı yenilemeden ve davalı yeminden
kaçınmadan yemin edemez.
Not: Bu, davacı davasını bir akde
dayandırmadığında söz konusu olur. Şayet bir akde dayandırırsa mesela bir kadın
50 dirhem mehir karşılığında evlendiğini iddia ederse davalının o kadınla
evlendiğini reddedip buna dair yemin etmesi yeterlidir. Yeminden kaçınırsa
kadın, iddia ettiği şeyi nakzetmeyen yeni bir dava olmadıkça 50 dirhemin bir
kısmı için yemin edemez.
Bir kimse başkasının
elinde bulunan evin kendisine ait olduğunu iddia ettiğinde evi elinde
bulunduran kişi bunu inkar etse, yemin ederken "bu ev veya ondan herhangi
bir kısım sana ait değil" demesi şarttır. Davacı evi elinde bulunduran
şahsın evi kendisine sattığını iddia etse, evi elinde bulunduran kişinin
"evi satmadım" diye yemin etmesi yeterlidir.
Kişi, bir başkasında bir
malı olduğunu iddia ettiğinde o Şahıs bunu inkar etse ve davacı onun yemin
etmesini talep etse, davalı "yemin etmem, malı veririm" dese,
davacının karşı taraf ikrarda bulunmaksızın bu malı kabul etmesi gerekmez.
Davacı ona yemin ettirebilir;
çünkü davalının bundan
sonra davacıya vermiş olduğu şeyi ona karşı dava olarak ileri sürmeyeceğinden
emin olamaz. Yine davalı yeminden kaçındıktan sonra davacının geri döndürülen
yemin etmesini istese ve davalı "ben malı yemin etmeksizin veririm"
dese bu kişi yemin edebilir. Hakim ona şöyle der: "Ya hakkı ikrar edersin
yahut da davalı, senin yeminden kaçınmandan sonra yemin eder." Bunu
Beğavı, Mervez! ve başkalan söylemiştir.
Bir kimse "sana şu
kadar borç vermiştim" gibi bir ifade kullanarak bir sebebe bağlı olarak
mal iddiasında bulunsa davalının cevap verirken "senin bende hiçbir
haliliın yok" demesi yeterlidir .
Davacı şuf'a iddiasında bulunsa
davalının "senin bende hiçbir hakkın yok" veya "pay tesliminde
hakkın yok" demesi yeterlidir.
Davalı cevabına göre
yemin eder. Şayet zikredilen sebebin bulunmadığına dair cevap vermişse bu
şekilde yemin eder. [Zayıf] bir görüşe göre mutlak olarak böyle bir şeyi
olmadığına dair yemin edebilir.
55. Kişi, "sana şu
kadar borç vermiştim" gibi bir ifade kullanarak bir sebebe bağlı olarak
mal iddiasında bulunsa davalının cevap verirken "senin bende hiçbir hakkın
yok" veya "benim sana herhangi bir şey teslim etmem gerekmiyor"
demesi yeterlidir.
56. Kişi şuf'a
iddiasında bulunsa davalının cevap olarak "sen benden herhangi bir şeyi
hak etmiyorsun" veya "herhangi bir payı teslim etmemi hak
etmiyorsun" demesi yeterlidir, davacının belirttiği sebebi olumsuzlamasına
gerek yoktur; çünkü davacı borç verme vb. ifadelerinde haklı olabilir ama borcu
düşüren eda veya ibra gibi bir durum gerçekleşmiş olabilir. Bu durumda
davacının belirttiği sebebi reddetse yalan söylemiş olur veya itiraf ta bulunup
sonra da borcu düşüren bir durumun meydana geldiğini iddia etmiş olur ki bu
durumda kendisinden şahit istenir ve o şahit getirmekten aciz kalabilir. İşte
bu zorunluluk sebebiyle onun mutlak olan cevabı kabul edilmiştir.
Bulkini şuf'a davasına
yukarıdaki şekilde cevap verilebileceğine ilişkin hükme itiraz etmiş ve şöyle
demiştir:
İnsanların çoğunluğu
şuf'ayı müşteri üzerine yüklenen bir hak gibi görmezler. Çünkü bu, müşterinin
zimmetinde değildir. Gasp vb. şeylerde olduğu gibi burada tazmin de söz konusu
olmaz. Bu durumda muteber olan cevap Ravdatü't-talibin'de belirtildiği gibi
"senin bende şuf'a hakkın yok" demektir. el-Muharrer'deki ifade
"onda şuf'a hakkı olmaz" şeklindedir.
İtimad edilmesi gereken,
el-Minhac metnindeki hükümdür.
57. Kadın, kocasının
kenisini boşadığını iddia etse, kişinin cevap olarak "sen benim
karımsın" demesi yeterlidir.
58. Nevevi'nin mutlak
ifadesinin kapsamından şu durum istisna edilir: Kişi, bir başkasına yönelik
emanet mal iddiasında bulunsa cevapta "benim bir şey teslim etmem gerekmiyor"
demesi yeterlidir; çünkü bir şey teslim etmesi gerekmez, sadece mal ile
sahibini başbaşa bırakması gerekir. Doğru cevap kişinin emanet aldığını inkar
etmesi veya "sen benden bir şeyi hak etmiyorsun" veya "emanet
mal telef oldu" yahut "ben onu geri verdim" demesidir.
59. Kişi sebebi n
gerçekleşmediğine dair aynı şekilde yemin eder ki yemin, inkanna uygun düşmüş
olsun.
[Zayıf] bir görüşe göre
cevabında olduğu gibi yemin ederken de mutlak olarak olumsuzlamaya yemin
edebilir.
ilk görüş yeminin cevaba
uygun olmasını göz önünde bulundurmuştur.
Not: NevevI'nin ifadesinden çıkan sonuca göre kişi
mutlak olarak cevap verdiğinde sebebi reddetmek üzere yemin etme hakkı yoktur.
Bu kastedilmemiştir. Kişi mutlak cevap verdikten sonra sebebin
gerçekleşmediğine dair yemin etse bu caiz olur. Rafii ve NevevI bunu BeğavI'den
aktarıp onaylamışlardır.
Kişinin elinde rehin
aldığı veya kiraladığı bir mal bulunsa, malın sahibi o malı iddia etse,
kişinin "benim o
malı teslim etmem gerekmiyor" demesi yeterlidir. Şayet ilk olarak malın
karşı tarafa ait olduğunu itiraf eder de rehin aldığını veya kiraladığını iddia
ederse doğru görüşe göre şahitler getirmedikçe iddiası kabul edilmez. Bunu
yapamaz da karşı taraf lehine mülkiyeti itiraf ettiğinde onun rehni ve kirayı
inkar edeceğinden korkarsa bunun çözümü şöyle demesidir: "Şayet mutlak
mülkiyet iddiasında bulunuyorsan benim sana herhangi bir teslimde bulunmam
gerekmiyor. Eğer bende rehin bir malın bulunduğunu iddia ediyorsan bunu söyle
ki cevap vereyim."
60. Kişinin elinde rehin
aldığı veya kiraladığı bir mal bulunsa, ikisinden her birini malın sahibi veya
onun vekili iddia etse bu kişinin cevap verirken "benim bu malı sana
teslim etmem gerekmiyor" demesi yeterlidir, malın mülkiyetine temas etmesi
gerekmez.
61. Malın mülkiyetinin
davacıya ait olduğunu iddia etmekle birlikte daha sonra bu malı rehin aldığını
veya kiraladığını iddia eder de davacı bunu yalanlarsa [hüküm ne olur? Bu
konuda iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Doğru görüşe göre şahit
getirmedikçe bu iddiası kabul edilmez; çünkü aslolan, onun iddia ettiği şeyin
olmamış olmasıdır.
İkinci görüş
Şahit getirmeksizin onun
sözü kabul edilir; çünkü malı elinde bulundurması onun sözünü tasdik
etmektedir.
62. Yukarıdaki ilk
görüşe göre şahit getirmekten aciz kalırsa ve şayet il kalarak davacı lehine
mülkiyet iddiasında bulunduğunda onun rehin ve kirayı inkar etmesinden korkarsa
davalının başvuracağı çözüm cevapta şöyle demektir:
"Şayet benim
üzerimde rehin ve kiradan bağımsız olarak mutlak mülkiyet iddiasında
bulunuyorsan bana karşı iddia ettiğin herhangi bir teslimde bulunmam
gerekmiyor. Şayet benim nezdimde rehnedilmiş bir malının veya kiraya verdiğin
bir malın bulunduğunu iddia ediyorsan bunu zikret ki ona göre cevap
vereyim."
Kişi bunu söylediğinde
ikrar etmiş olmaz.
Kişi, teslim almadığı
bir malın satım bedeli konusunda çla aynı şeyi söyler.
63. el-Minhac metninde
geçen durumun aksi şudur: Rehin alan kişi alacak iddiasında bulunsa, rehin
veren kişi borcu itiraf ettiğinde onun elindeki rehni inkar etmesinden korksa
cevabında şöyle der: "Şayet sana karşılığında şu malı rehin verdiğim bin
dirhem borcum olduğunu iddia ediyorsan onu zikret ki buna cevap vereyim. Eğer
sana mutlak olarak bin dirhem borcum olduğunu iddia ediyorsan benim üzerimde
böyle bir borç gerekli değildir. "
Not: Nevevi "evvelen" ifadesini
"bi'l-milk" ifadesinden sonra ziretmiş olsa daha iyi olurdu.
Zira onun ibaresi
"evvelen" sözcüğünün "hafe" fiiline bağlı olduğu izlenimini
uyandırmaktadır ki bunun bir anlamı yoktur.
Kişi bir başkasına
yönelik bir mal iddiasında bulunduğunda davalı "o mal bende değil"
veya "o mal, tanımadığım bir adama aittir" veya "o benim küçük
çocuğuma aittir", "fakirlere vakıftır", "falan mescide
vakıftır" dese daha doğru görüşe göre kişinin üzerinden dava düşmez ama
malonun elinden de alınmaz. Aksine bu durumda davacının şahidi yoksa davalıya
"benim malı teslim etmem gerekmiyor" diye yemin ettirir.
64. Bir kimse bir
başkasına yönelik taşınmaz veya taşınır bir mal iddiasında bulunsa,
> Oavalı iddiaya
cevap verirken "o mal benim yanımda değil" deyip yalnızca bununla
yetinse ve herhangi bir sebep zikretmese,
> Veya "o mal
tanımadığım" veya "adını zikretmeyeceğim bir adama aittir"
diyerek bilinmeyen bir sebep zikretse,
> Veya" o benim
küçük oğlumun / akıl hastası oğlumun mülküdür" dese, Nevevi "benim
velayetim altındaki" demiş olsa daha iyi olurdu.
> Veya" o mal
fakirlere vakfedilmiştir" ,
> "O mal, şu
mescide vakfedilmiştir" dese ve davalı da vakfın nazırı olsa,
Bu durumlarda [hüküm ne
olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
kişi üzerindeki dava düşmüş olmaz ama mal da onun elinden alınmaz. Çünkü bir
malı elinde bulundurmak zahiren onun maliki olmayı ifade etmektedir.
Davalının cevap olarak
söylediği sözler onun zilyedliğini ortadan kaldırmamakta, bununla başkası için
malda bir hak da ortaya konulmuş olmamaktadır. Bu durumda davacı, şayet mala
ilişkin şahitleri yoksa davalıya "benim dava konusu malı teslim etmem
gerekmiyor" diye yemin ettirebilir. Bu, davalının ikrarda bulunması yahut
yeminden kaçınıp da davacının yemin etmesi ümidiyle yaptırılan bir yemindir. Ki
böyle bir şey olması halinde ilk iki durumda mülkiyet davacı için sabit olur.
Yine kişi malın mülkiyetini muayyen olmayan bir kimseye izafe etitğinde de
böyledir. Diğer durumlarda ise mal ile kişi arasına girilmiş olması sebebiye
malın bedeli gerekli olur.
İkinci görüş
Bu durumda dava ortadan
kalkar, hakim malı o kişinin elinden alır. Davacı o mal üzerinde hak sahibi
olduğuna dair şahit getirirse malı alır. Aksi takdirde malın sahibi ortaya
çıkıncaya kadar hakim onu muhafaza eder.
Not: Nevevi'nin ifadesinin zahirinden davacının
ancak şahidi bulunmadığında davalıya yemin ettirebileceği anlaşılmaktadır.
Bulkın! şöyle demiştir:
"Bu, muteber olmayan bir kayıttır. el-Muharrer'de şöyle denilmiştir:
Davacı şahit getirir veya malın tesliminin gerekli olmadığına dair davalıya
yemin ettirir."
Bu, davacının şahit
getirmek veya yemin ettirmek arasında seçim hakkına sahip olduğu şeklinde daha
önce geçen ifadeden anlaşılmaktadır.
Yukarıda
zikredilenlerden sonra davalı bu malın kendisine ait olduğunu idida etse, iki
görüş içinden İbnü'l-Mukr!'nin Kadı Mücelll ve başkalarına tabi olarak tercih
ettiği görüşe göre onun davası dinlenilir.
Kişi zikredilen şeyi
[şehirde] hazır bulunan ve davaya katılması ve yemin ettirilmesi mümkün olan
muayyen bir kişi lehine ikrar ederse kendisine sorulur: Şayet onun sözünü
tasdik ederse o zaman dava ona karşı açılır. Yalanlarsa o zaman mal, ikrarda
bulunan kişinin elinde bırakılır. [Zayıf] bir görüşe göre davacının eline
teslim edilir. [Zayıf] bir başka görüşe göre hakim, malın sahibi ortaya
çıkıneaya kadar onu koruma altına alır.
65. Kişi, zikredilen şeyi
şehirde hazır bulunan, davaya müdahil olup kendisine yemin ettirilmesi mümkün
olan bir kimse lehine ikrar etse [durum ne olur? Bu konuda üç görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Bu durumda lehine
ikrarda bulunulan şahsa ikrara konu olan şey sorulur:
> Şayet ikrar eden
şahsın sözünü tasdik ederse o zaman dava, davalıdan bu şah sa intikal eder ve
bundan böyle dava ona karşı devam ettirilir; çünkü malın zilyedliği onun
olmuştur.
Dava ise ancak
anlaşmazlık halinde olan iki kişi arasında söz konusu olur.
Bazı uyanlar:
1. Nevevi'nin
"kendisine karşı dava açılması mümkün olan" veya "kendisine
yemin ettirilmesi mümkün olan" ifadelerinden biriyle yetinmesi daha iyi
olurdu, çünkü her ikisini bir arada bulundurmak şart değildir.
8. Nevevi'nin sözünden anlaşıldığına
göre davalı şahıs malı, dava açılması mümkün olmayan bir şahıs lehine -mesela
kısıtlama altında olan bir şahıs lehine- ikrar etse davalı üzerinden dava
intikal etmez. Bu anlam kastedilmemiştir olup bu durumda dava, kısıtlı şahsın
velisine intikal eder. Nevevi'nin bu kaydı koymasının sebebi daha sonraki
"ve tasdik ederse" ifadesi içindir. Zira kısıtlama altında olan
şahsın tasdiki geçerli değildir.
9. Nevevi'nin "dava
ona karşı açılır" ifadesinden davanın davalıdan intikal ettiği
anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Aksine davacı onun yemin etmesini
isteyebilir. Bu, daha güçlü olan "davalı malı onun lehine ikrarda
bulunursa bedeli ona tazmin eder" görüşüne dayalıdır.
> Lehine ikrarda
bulunulan kişi davalının sözünü yalanlarsa mal, ikrarda bulunan kişinin elinde
bırakılır. Nitekim "ikrar" bölümünde bu görüşün doğru olduğu
geçmişti. Nevevi burada meseleyi daha doğru görüşün karşısında yer alan görüşü
açık olarak ifade etmek üzere tekrarlamıştır ki bu da aşağıdaki görüştür.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
mal, davacının eline teslim edilir; çünkü bu malı ondan başka talep eden
yoktur.
Üçüncü görüş
Hakim, malın sahibi
ortaya çıkıncaya kadar malı muhafaza eder.
Davalı, dava konusu malı
o şehirde olmayan bir kimse lehine ikrar ederse daha doğru görüşe göre dava
kendisinden kalkmış olur. Gaib olan şahıs gelinceye kadar beklenir.
Davacının şahitleri
varsa buna göre hakim buna göre hüküm verir. Bu, gaib olan aleyhine verilen
hükümdür. Davacı şahitleri ile birlikte yemin eder. [Zayın bir görüşe göre bu,
hazır olan şahıs aleyhine hükümdür.
Davacı bu cevaba göre
yemin eder. Şayet davalı sebebin bulunmadığma dair cevap vermişse davacı buna
dair yemin eder. [Zayın bir görüşe göre mutlak bir olumsuzlama şeklinde yemin
eder.
66. Davalı, dava konusu
malı şehirde olmayan bir kimse lehine ikrar eder ve kendisinin dava konusu mala
malik olduğuna dair şahitlik eden şahitleri olmazsa [hüküm ne olur? Bu konuda
mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
dava -belirttiğimiz sebeple- davalının üzerinden kalkar. Bu, davaya konu olan
malın kuru mülkiyeti açısmdandır. Ancak davalının yemin ettirilmesi açısmdan
daha dOğru görüşe göre dava ondan kalkmaz. Davacı ona yemin ettirebilir.
Malın ortada olmayan
şahıs lehine ikrar edilmesi ve ortada şahidin olmaması durumunda gaib olan
şahsm gelmesine kadar beklenir; çünkü mal, ikrarın zahirine göre davalıdan
başkasma aittir. Nitekim gaib olan şahsm gelip de ikrar edeni tasdik ettiğinde
malı alması de bunu göstermektedir.
İkinci görüş
Dava, davaiının
üzerinden kalkmaz. Müzeni'nin muhtasarında İmam Şafii'nin ifadesinin zahirinden
bu anlaşılmaktadır. Çünkü mal onun elindedir. Görünür duruma göre malonundur.
Şayet davacının şahidi varsa malm ona ait olduğuna hükmedilir ve mal kendisine
teslim edilir.
Not: Bulkini şöyle demiştir: Nevevi'nin ifadesi
çelişkilidir; çünkü durumun gaib şahsın gelmesine kadar beklemeye alınması onun
şu sözüyle çelişmektedir: "Davacının şahitleri varsa o şahitlerle
hükmedilir". el-Muharrer'deki ifade ise bu çelişkiden uzaktır. Zira orada
Rafii şöyle demiştir: "Davacının şahidi yoksa durum, gaib kimsenin
gelmesine kadar beklemede bırakılır. Şahidi varsa onun lehine hüküm
verilir."
Benim yaptığım açıklamayla
bu itiraz ortadan kalkmaktadır.
67. Bu şekilde verilen
hüküm [gaib mi yoksa hazır şahıs aleyhine mi hüküm vermektir? Bu konuda mezhep
içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Bu, gaib olan kişi
aleyhine hüküm vermektir. Bu sebeple -gaib şahıs aleyhine hüküm verme bölümünde
geçtiği üzere- davacı şahit getirmesi yanmda bir de yemin eder. Çünkü mal,
ikrar hükmüyle onun olmuştur. Rafii ve Nevevi Ravdatü't-talibin ve
eş-Şerhu'l-kebir'de Cüveyni ve Gazali'nin tercihi olarak bu görüşü aktarmışlar ve
şöyle demişlerdir: "Bu, hem daha güçlü hem de kendisinden Çıkarıldığı
görüşe daha uygundur." İtimad edilmesi gereken de budur.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
bu, hazır olan bir kimse aleyhine verilen hükümdür; çünkü dava, hazır olan şahsa
[yani ikrarda bulunan kişiye] karşıdır. Bu sebeple davacı şahit getirme yanında
ayrıca yemin etmez. Rafii ve Nevevi bunu Iraklıların tercihi olarak
nakletmiştir. Bulkini bunun itimad edilmesi gereken görüş olduğunu söylemiştir.
68. Davacının şahidi
yoksa davalıya "bu malın sana teslimi gerekli değildir" diye yemin
ettirebilir. Yeminden kaçınırsa davacı yemin eder ve malı alır. Daha sonra gaib
şahıs gelip de ikrarda bulunan şahsın sözünü tasdik ederse mal, delile gerek
olmaksızın ona verir.
Çünkü zilyedin ikrarıyla
mal üzerindeki zilyetlik hakkı o şah sa aittir. Daha sonra davacı davasını yeni
baştan o şahsa karşı açar.
69. Malı elinde
bulunduran kişi malın gaib kimseye ait olduğunu iddia eder ve kendisinin de
gaip olan şahsın vekili olduğunu ispat ederse onun bu konuda getirdiği
şahitler, davacının şahitlerine tercih edilir; çünkü onun şahitleri zilyedin
ikrarı ile desteklendiğinde daha güçlüdür. Kendisinin gaib şahsın vekili
olduğuna dair şahitler bulunmaz da malın gaip şahsın mülkiyeti olduğuna dair
şahitler getirirse bu şahitler dinlenir. Ancak bu malı gaib şahıs lehine ispat
etmek için deiğldir; çünkü davalı onun vekili değildir. Bu yalnızca davalının
kendisinden yeminin ve malın gaib şahsa ait olduğunu [yalan yere] söyleme
töhmetinin uzaklaştırılması içindir. Davalının şahitleri ister malın bu şahıs
elinde ödünç olduğuna temas etsin ister etmesin fark etmez. Bu husumet, davacı
ile davalı arasındadır.
Davacının gaib olan
şahısla da ayrıca bir husumeti söz konusudur.
70. Davalı "mal
benim yanımda rehindir" diyerek rehin ve kira gibi bağlayıcı haklardan
bahsederse şahitleri bulun sa da davası dinlenmez; çünkü bu dava bir vekalete
dayanmaksızın başkasılehine bir malda mülkiyet isbatını içermektedir.
Not: Davalının üzerinden husumet / dava intikal
ettiğinde davacı kendisine "benim malı sana teslim etmem gerekmiyor. Benim
ikrar ettiğim mal, lehine ikrarda bulunduğum kişiye aittir" şeklinde yemin
ettirmek isteyebilir. Çünkü böyle bir yemin teklifiyle karşılaşan davalının,
malı davacı lehine ikrar etmesi veya yeminden kaçınması sonucunda davacının
yemin ederek malın değerini davalıya tazmin ettirmesi ihtimal dahilindedir. Bu,
şu görüşe dayalıdır: "Bir şahıs lehine bir şey ikrar ettikten sonra onu
başka bir şahıs lehine ikrar eden kimse malın değerini ikinci şahsa tazmin
eder." Davalı yeminden kaçınır da davacı kendisine döndürülen yemini
ederse veya davalı malın ikinci şahsa ait olduğunu ikrar ederse malın değerini
kendisine tazmin eder. Daha sonra davası mala dair şahit getirir veya kendisi
lehine ikrarda bulunan kimsenin yeminden kaçınmasından sonra yemin ettikten
sonra önceden aldığı kıymeti geri verip malı alır; çünkü o, malı ile arasına
girildiği için malın değerini almıştı. Şimdi ise bu durum ortadan kalkmıştır.
Not: Bir kimse başkasının elinde bulunan bir
cariyenin kendisine ait olduğunu iddia ettiği halde cariyeyi elinde bulunduran
kişi bunu inkar etse, davacı delil getirerek o cariyede hak sahibi olduğunu
ispat edip onu alsa ve onunla ilişkide bulunarak ondan çocuk edinmesi sonucunda
cariye onun ümmüveledi olsa, sonra yalan söylediğini belirtse bu durumda cariye
zina etmiş olmaz; çünkü o cariye davacının sözlerini inkar etmektedir. Bununla
cariyenin ümmüveled olması ve çocuğunun hür olması ortadan kalkmış olmaz; çünkü
davacının ikrarı cari yeni n kendisine bu konuda muvafakat etmesiyle başkasını
bağlamaz.
Zira [yalan olması da
doğru olması da] ihtimal dahilinde olan bir geri dönüş sebebiyle önceden
verilen hüküm ortadan kalkmaz. Bu durumda cariye zina itirafında bulunmadıkça
davacının ona mehir ödemesi gerekir. Cariyenin değerinde bir azalma meydana
geldiyse ve cariye ümmüveled olmadıysa davacının ona erş ödemesi, şayet
cariyeyi ümmüveled edinmişse hem çocuğun hem de anasının bedelini ödemesi
gerekir. Bundan sonra yeni bir satım akdiyle onu almaksızın cariye ile ilişkide
bulunamaz. Davacı ölürse onun ilk sözüne binaen cariye azat olur. Cariyeyi
satın almadan önce davacı ölürse cariyenin velayeti beklemede kalır. Zilyed,
davacının sözünü inkar eder ve cariyenin kendisine ait olduğuna dair yemin eder,
sonra da kendisinin yalan söylediğini belirtirse bu durumda yukarıdaki
hükümlerin tümü geçerli olur.
Yukarıdaki açıklamalar,
hür olan davaIının iddiaya vereceği cevapla ilgiliydi. Davalı köle ise onun
iddiaya vereceği cevabm hükmü Nevevi'nin aşağıda işaret ettiği bir kuralda yer
almaktadır. Bu kural şudur:
Ceza meselesi gibi
kölenin ikrannın kabul edildiği bir konuda dava köleye karşı açılır ve cevap
vermek de onun yükümlülüğüdür. Erş meselesi gibi bu şekilde olmayan konularda
ise dava efendiye karşı açılır.
71. Kul hakkı olan had
veya kısas cezası gibi, kölenin ikrarının kabul edildiği bir meselede buna
ilişkin dava köleye karşı açılır. Yine bu davaya cevap verme yükümlülüğü de
köle üzerindedir. Çünkü kölenin bu konudaki ikrarının neticesi efendisine
yönelmediği için hüküm onun sözüne bağlanmış, efendisine etkisi var diye
efendisine bağlanmamıştır.
72. "Kul
hakkı" ifadesi Allah hakkı olan cezayı dışarıda bırakmaktadır. Bu konuda
dava dinlenmez ve kölenin buna cevap vermesi istenmez. Rafii ve NevevI, yemin
eden kimseye ilişkin açıklama yaptıktan sonra bunu tek görüş olarak
zikremişlerdir. Çünkü bu, davacının hakkı değildir. Hak sahibi ise talep ve
ispat konusunda izin vermemiştir.
Not: Efendisi tarafından ticaret yapmasına izin
verilmiş bir köleye karşı, ticarı bir muamele sebebiyle alacak davası açmak
sahihtir.
Nevevi'nin sözüne itiraz
olarak, ortada kölenin adam öldürdüğüne dair [kesin delil bulunmamakla
birlikte] bir karine bulunduğunda köleye karşı yanlışlıkla veya kasıt benzeri
adam öldürme davası açılabileceği belirtilerek itiraz edilmiştir. Bu dava
köleye karşı açıldığı halde onun bu konudaki ikran kabul edilmez. Çünkü
öldürülen şahsın velisi yemin etmektedir. Diyet kölenin rakabesine ilişir. Bunu
Rafii "kasame" konusunun dördüncü şartında açık olarak ifade
etmiştir.
73. Bir kimsenin
vücudunda kusur meydana getirmek veya bir organını telef etmeye ilişkin
meseleler gibi kölenin ikrannın kabul edilmediği durumlarda dava onun
efendisine karşı açılır. Davaya cevap verme yükümlülüğü de ona aittir; çünkü bu
davanın ilişkili olduğu rakabe [kölenin kuru mülkiyetil efendinin hakkıdır.
74. Bu konuda kölenin
ikran kabul edilmez. Kişi bu durumda köleye karşı dava açmış olsa bu davanın dinlenilip
dinlenilmeyeceği konusunda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır.
Rafiı şöyle demiştir: Bu
dava, kölenin rakabesine ilişmesi bakımından değil kölenin zimmetinde erş
borcunu ispat etmek için dinlenilir.
Rafiı bunu şu iki genel
kurala dayalı olarak söylemiştir:
a. Kölenin rakabesine
ilişen erş borcu onun zimmetine de ilişir.
b. Vadeli borç
konusundaki dava dinlenir.
Bunu Bulkini
söylemiştir.
Bundan şu sonuç çıkar:
Daha doğru görüşe göre bu dava dinlenmez. Çünkü daha doğru görüşe göre erş
borcu kölenin zimmetine ilişmez ve vadeli borca ilişkin dava dinlenmez.
el-Envar yazan bunu tek görüş olara belirtmiştir.
Not: Dava ve cevap verme yükümlülüğü hem köle hem
de efendisi üzerinde söz konusu olabilir. Bu bir köle ve mükatep cariyenin nikahında
olur. Bu nikah, ikisinin ikranyla sabit olur; çünkü bu ikisinin evlenmek üzere
bir araya gelmesi şarttır. Mükatep cariyenin efendisi nikahı ikrar ederse
cariye yemin eder. Cariye yeminden kaçınırsa ve davacı yemin ederse evliliğin
varlığına hükmedilir. Cariye ikrar eder de efendisi inkar ederse efendi yemin
eder. Şayet efendi yemin etmekten kaçınırsa davacı yemin eder ve onun lehine
nikah hükmü verilir. Kısmen hür olan cariye için de aynı durum söz konusudur.
1.5. Yeminin Keyfiyeti
ve Ağırlaştınlması
1.5.1. Yeminin
Ağırlaştınlması
Malla ilgili olmayan ve
malın amaçlanmadığı davalarda ve bir de malın nisap miktarına ulaştığı
davalarda davacı ve davalının edeceği yemin ağırlaştırılır. Ağırlaştırmanın
açıklaması "lian" bölümünde geçmişti.
75. Evlilik, boşama,
lian, kısas, köle azadı, cariyenin ümmüveled kılınması, vasiyet, vekalet gibi
malın söz konusu olmadığı veya malın kastedilmediği davalarda;
> [Davalının yeminden
kaçınması durumunda] davacıya dönen yemin,
> veya davacının bir
şahit getirmesi durumunda onunla birlikte yaptığı yemin,
> Yahut davalının
yaptığı yemin ağırlaştırılır.
Davacının yemininin
ağırlaştırılması menduptur. Davalının yeminine gelince, şayet hasmı yeminin ağırlaştırılmasını
istememişse bu yemini ağırlaştırmak menduptur. [Eğer hasım talepte bulunmuşsa o
zaman vaciptir].
76. Gazall şöyle
demiştir: "Bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olmayan bütün
riskli davalarda yeminin ağırlaştırılması söz konusu olur."
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Gazalfnin belirttiği kurala şu durum bir itiraz noktası teşkil
etmektedir: Doğum, süt emzirme ve kadınların kusurları bir erkek kve iki
kadının şahitliğiyle sabit olduğu halde bu meselelerde de yeminin ağırlaştırılması
uygulanır .
Buna şöyle cevap
verilir: Bunlarda bir erkek ve iki kadının veya sırf kadınların şahitliğinin
kabul edilmesi bunların önemsiz olmasından değil, aksine erkeklerin genellikle
bunlara muttali olamamasından kaynaklanmaktadır. Rafiı ve Nevevi sırf
kadınların şahitlik yapması meselesine ilişkin bu şekilde cevap vermişlerdir.
77. Yeminin
ağırlaştırılmasının gerekçesi şudur: Yemin etmek haksızlıktan vazgeçirmek için
konulmuştur. Bu sebeple mübalağa yapmak, güçlü bir şekilde caydırmak amacıyla
ağırlaştırılmış yemin uygulamışı konulmuştur. Bu, din nazarında yukarıda
zikredilenler gibi önemli konularda dikkate alınmıştır.
78. Cüveyni vekalet
konusunda tevakkuf etmiş ve şöyle demiştir:
Vekalet konusunda
yeminin ağırlaştırılması ancak önemli durumlarda söz konusu olur. Bir dirhemlik
bir meseledeki vekalet, bir dirhemin mülkiyeti konusundaki davadan daha ötede
bir durum olamaz. Bu durumda yeminde ağırlaştırmanın olmayacağını söylemek uzak
bir ihtimal değildir. Bununla birlikte alimlerimiz, belirttiğimiz şekilde
mutlak ifade kullanmışlardır.
79. [Mala ilişkin bir
davada yeminin ağırlaştırılmasl] nisap miktarına ulaşan mallara ilişkin
davalarda olur, bunun altındakilerde olmaz. Çünkü din nazarında dikkate alınan
miktar budur. Bu sebepledir ki mal bu miktara ulaştığında din, yardımlaşmayı
[zekat vermeyi] gerekli kılmıştır. Kadı Hüseyin, hakimin davalının yemin etmeye
cüretkar olduğunu görmesi halinde nisap miktarından daha düşük mail davalarda
da yemin ettirebileceğini söylemiştir.
Not: Nevevi'nin ifadesinden zekat nisaplarından
gerek hayvan gerek tarım ürünleri olsun hangisine ulaşan miktar olursa olsun
yeminin ağırlaştırılacağı anlaşılmaktadır. Maverm'nin naklettiği bir görüş bu
şekildedir. Buna göre arpa, darı vb. ürünlerden elli dirheme denk düşmeyen ama
beş vesk miktarı olan mallarda ağırlaştırılmış yemin uyglanır.
Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de ise yirmi miskal altın ve iki yüz
dirhem gümüş miktan kesin sınır olarak kabul edilmiştir.
İmam ŞafiI'nin el-Ümm
adlı eserinde ve Muhtasaru'l-Müzenı adlı eserdeki açık ifadesine göre gerek mal
gerekse değeri olarak yirmi dinarın esas alınması gerekir.
Bulkini şöyle demiştir:
İtimad edilmesi gereken de budur. Buna göre dava konusu olan mal dirhemler olsa
bile bunun altın üzerinden değeri dikkate alınır.
Hocamız Zekeriya
el-Ensarl'nin de belirttiğine göre bu durumda yirmi dinar veya iki yüz dirhem
gümüş yahut bu ikisinden birinin değerine ulaşan mal dikkate alınır.
Muhayyerlik ve vade gibi
maIl haklar ile şayet nisap miktan mala ilişik olursa şuf'a hakkında yemin
ağırlaştırılır, aksi takdirde ağırlaştırılmaz.
Yeminin ağırlaştırılması
uygulaması konusunda İmam Şafii ve Beyhakl'nin Abdurrahman bin Avf'tan rivayet
ettiği şu olayesas alınmıştır. Abdurrahman, bir grup insanın makam-ı İbrahim ve
beytullahta yemin ettiğini görünce onlara "bu bir öldürme-yaralam davası
mıdır?" diye sordu, onlar "hayır" dediler. Abdurrahman
"büyük bir miktarda malla ilgili bir dava mıdır?" diye sordu. Onlar
"hayır" deyince bu defa "[öyleyse bu tip meseleler için
buralarda yemin ettirilirse] insanların bu makamı hafife almalarından
korkanm" dedi. (Beyhaki, Şehadat, 10, 176)
Bu konuda davalının ve
davacının -bir şahitle bile olsa- yemini eşittir.
Durum, bunlardan yalnızca
birinin ettiği yemini ağırlaştırmayı gerektirebilir. Örneğin değeri zekat
nisabına ulaşmayan düşük değerdeki bir köle hakkında efendisinin onu azat
ettiği veya kitabet akdi yaptığı iddia edildiğinde efendi bunu inkar edip
yeminden kaçınsa, köleye ağırlaştınlmış yemin ettirilir; çünkü ona ilişkin dava
mal davası değildir. Efendi yemin ettiğinde ise onun yemini ağırlaştırılmaz;
çünkü onun amacı miktarı az olan malını, kendi mülkiyetinde bulundurmaya devam
etmektir.
Vakıf malın değeri nisap
miktarına ulaşıyorsa hem davacı hem de davalıya ağırlaştırılmış yemin
ettirilir.
Az miktarda bir mal
karşılığında yapılan hul' uygulamasına ilişkin davada koca bunu iddia ettiği
halde karısı inkar ediyorsa kadın yemin eder veya yeminden kaçınırsa koca yemin
eder. Burada ikisine de ağırlaştırma yapılmaz. Şayet kadın hul' iddiasında
bulunur da koca inkar edip yemin ederse veya kocanın yeminden kaçınması
sebebiyle kadın yemin ederse, her ikisine de ağırlaştırılmış yemin ettirilir;
çünkü kadının amacı ayrılığı sağlamak, kocanın amacı ise nikahı devam
ettirmektir.
Çok miktarda mal
karşılığında olan hul' davasında ise yemin kesin olarak ağırlaştırılır.
Ağırlaştırılmış yemin
etmeyeceğine dair yemin etmiş olan kimseye ağırlaştırılmış yemin ettirilmez.
Bu, "ağırlaştırılmış yemin ettirmek müstehaptır" görüşüne dayalıdır.
İmam Şafii'nin ifadesinden çıkan sonuca göre bu kişinin yemini boşama dışındaki
bir konuda olsa da böyledir. Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de ise bu
boşama ile sınırlandırılmıştır.
80. Yeminde zaman, mekan
ve bir topluluğun hazır bulunmaSi şeklindeki ağırlaştırmanın nasılolacağı lian
bölümünde geçmişti. Ancak burada Ravdatü't-talibin'de Nevevi'nin tasvip ettiği
üzere bir topluluğun hazır bulunmasıyla ağırlaştırılma yapılmaz.
Not: Nevevi'nin ifadesinden yeminde
ağırlaştırmanın yukarıda belirtilen fiillerin yerine getirilmesiyle sınırlı
olduğu anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Aksine bu Allah'ın isim ve
sıfatlarının arttırılmasıyla da olabilir. Mesela kişi yemin ederken şöyle
diyerek de ağırlaştırma yapılabilir:
Kendisinden başka ilah
olmayan, görünmeyeni ve görüneni bilen, Rahman ve Rahım olan, gizliyi ve açığı
bilen Allah'a yemin ederim ki. Talib ve galip olan, idrak edip helak eden,
gizliyi ve daha gizlisini bilen Allah'a yemin ederim ki.
Rafil ve Nevevi,
alimlerimizden bir gruba tabi olarak bu şekilde söylemişlerdir.
Şöyle bir soru
sorulabilir: Bu caiz değildir; çünkü Allah'ın sıfatları konusunda tevkif [vahiy
tarafından bildirilme] şarttır. "Talib" ve "Galib" isim
konusunda vahiyle bildirim söz konusu olmamıştır.
Buna şu şekilde cevap
verilir: Bu, kendisinde sıfat anlamı değil fiil anlamı baskın bulunan işteşlik
bildiren isimler kabilinden olduğu için fiillere iltihak etmiştir. Allah'a
fiillerin izafe edilmesi vahiyle bildirmeye bağlı değıidir. Bu sebeple insanlar
Allah'a hamd ve temcidde bulunurken başka fiillerle de bunları dile getirirler.
Ezrai şöyle demiştir:
"İhtiyata uygun olan bu lafızlardan uzak durmaktır. Bu sebeple İmam Şafii
ve alimlerimizin çoğunluğu bunu zikretmemiştir. "
Durum, Ezral'nin dediği
gibidir.
İmam Şafii ve
Alimlerimiz yemin eden kişiye hitaben şu ayetin okunmasını müstehap
saymışlardır:
"Allah'a karşı
verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların
ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara
bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap
vardır." [Al-i İmran,
Yine mushafın getirilip
yemin eden kişinin kucağına konulmasını da müstehap görmüşlerdir.
İmam Şafii şöyle
demiştir: "İbn Zübeyir ve San'a kadısı Mutarrif bu şekilde yemin
ettirirdi.
Bu güzel bir uygulama
olup Yemen'de hüküm buna göre verilmektedir."
İmam Şafii, el-Ümm adlı
eserinde "yeminin keyfiyeti" bölümünde şöyle demiştir: " Farklı
şehirlerdeki hakimler içinden kimileri Mushaf üzerine yemin ettiriyordu. Bu,
bana göre güzel bir uygulamadır."
Kadı Hüseyin şöyle
demiştir:
Bu, yemin eden kimse
Müslüman ise güzel bir uygulamadır. Şayet Yahudi ise hakim ona "Tevrat'ı
Musa'ya indiren ve onu boğulmaktan kurtaran Allah'a yemin olsun ki" diye
yemin ettirir. Yemin eden kişi Hristiyan ise hakim ona "İncil'i İsa'ya
indiren Allah'a yemin olsun ki" diye yemin ettirir. Mecusi veya putperest
ise "beni yaratıp şekil veren Allah'a yemin olsun ki" diye yemin
ettirir.
Darimi şöyle demiştir:
Hakim onlara bilinmeyen bir şey üzerine mesela "Falan kişiyi elçi olarak
gönderen, şu kitabı indiren Allah'a yemin olsun ki" diyerek kendisinin
bilmediği bir resul ve kitap zikretmez.
Nevevi'nin mutlak ifadesinin
kapsamından kendisinde şiddetli hastalık, kötürümlük, hayız ve loğusalık
bulunan kimseler istisna edilir. Onların özürleri bulunduğu için yemin
ettirilirken mekan bakımından [camide yemin ettirme vb.] ağırlaştırma yapılmaz.
Maverdi ve başkalarının
belirttiği üzere herhangi bir hakimin bir kimseye "şöyle değilse karım boş
olsun / kölem azat olsun / şunu yapmak adağım olsun" şeklinde yemin
ettirmesi caiz değildir.
İmam Şafii şöyle
demiştir: "Devlet başkanına, herhangi bir hakimin insanlara boşama, köle
azadı ve adakta bulunma üzerine yemin ettirdiği bilgisi ulaşırsa onu
hakimlikten azletmesi gerekir; çünkü bu kişi cahildir."
İbn Abdilberr şöyle
demiştir: "İlim ehlinden bu şekilde yemin ettirmeyi uygun gören bir
kimseyi bilmiyorum."
1.5.2. Yeminin
Keyfiyeti
Kişi kendi fiili ile
ilgili yemin ederken kesin bir üslupla yemin eder.
Başkasının bir şeyi
yaptığına dair yemin ediyorsa kesin bir üslupla yemin eder. Başkasının bir şeyi
yapmadığına dair yemin ediyorsa [onun böyle bir şey yaptığını] bilmediğini
belirterek yemin eder.
Bir kimse, murisinin bir
kimsede alacağı olduğunu iddia ettiğinde davalı "o beni ibra etmişti"
derse, davacı ibrayı bilmediğine dair yemin eder.
Bir kimse "senin kölen
bana karşı şu diyeti / erşi gerektiren bir suç işledi" dese daha doğru
görüşe göre kölenin efendisi ["hayır işlemedi" şeklinde] kesin bir
üslupla yemin eder.
Ben [NevevI] derim ki:
Kişi "senin hayvanın zarar verdi" dediğinde hayvan sahibinin kesin olarak
yemin etmesi gerektiği konusunda görüş aynlığı yoktur. Allah en doğrusunu
bilir.
Kişinin kendi yazısına
veya babasının yazısına dayanarak pekişmiş zanna binaen kesin bir biçimde yemin
etmesi caizdir.
81. Kişi bir şeyi
yaptığına veya yapmadığına dair kendi fiiliyle ilgili yemin ederken kesin bir
şekilde yemin eder; çünkü kişi kendi durumunu bilir, kendi halinden
haberdardır. Buna göre alım-satım yaptığına ilişkin yemin ederken "vallahi
malı şu kadara sattım / satın aldım" şeklinde, bunu reddetmek için yemin
ederken de "vallahi şu kadara satmadım / şu kadara satın almadım"
şeklinde yemin eder.
Not: Hükmün gerekçesi olarak zikredilen şeyden
anlaşıldığına göre kişi fiili aklı başında değilken, baygınken veya sarhoşken
yapsa ve bu durum ortadan kalktıktan sonra yemin etmesi istense kesin bir
biçimde yemin etmez.
İbn Şühbe "bunu
nakil olarak görmedim" demiştir. Bana göre alimler bu konuda yaygın durumu
dikkate alarak hüküm vermişlerdir.
82. Kişi başkasının
satım, itlaf veya gasp gibi bir fiili yaptığına ilişkin yemin ederken de kesin
bir biçimde yemin eder; çünkü kişinin bu fiillere şahitlik etmesinde olduğu
gibi bu fiillerin yapıldığına vakıf olması kolaydır.
83. Kişi başkasının bir
şeyi yapmadığına ilişkin mutlak bir biçimde yemin ederken [kesin ifadeyle
değil] bilmediğini ifade ederek yemin eder. Buna göre mesela "Vallahi ben
onun şunu yaptığını bilmiyorum" der. Çünkü bir şeyin mutlak olarak
olumsuzlanmasına kişinin vakıf olması zordur. Bu sebeple bu konuda kesin yemin
söz konusu olmaz. Buna rağmen Kadı Ebu't-Tayyib ve başkalarının da belirttiği
üzere kişi ["falan kişi şunu yapmamıştır" diye] kesin bir şekilde
yemin ederse bu yemin dikkate alınır, çünkü bunu biliyor olabilir.
Not: Yukarıda zikredilen hüküm bir şeyi mutlak
olarak olumsuzlama ile ilgilidir. Ancak belirli bir şeyle sınırlı olumsuzlamaya
gelince Ravdatü't-talibin'in davalar bölümünün sonunda belirtildiğine göre bu,
kişinin bilme imkanı bakımından olumlama gibidir. Bu sebeple kişi bu konuda
kesin bir biçimde yemin eder.
Zerkeşi şöyle demiştir:
"Nevevi'nin ifadesinin zahirinden kesin üslupla yeminin kişinin kendisi ve
başkasının fiilinde olduğu anlaşılmaktadır. Oysa yemin, kişinin ne kendisine ne
de başkasına nispet edilmeyip varlığı kesinleştirilen bir şeye dayalı olabilir.
Mesela kişi karısına" şu kuş karga ise boşsun" dese ve kuş uçtuğunda
kuşun ne olduğunu bilemese, kadın o kuşun karga olduğunu iddia ettiği halde
koca bunu inkar etse, Cüveyni "bu durumda koca kesin bir üslupda
["Vallahi o kuş karga değildir" diyerek] yemin eder.
Rafiı ve Nevevi,
BendenıCı ve başkalarına tabi olarak şöyle demişlerdir:
Burada ölçü şudur:
"Başkasının fiilini olumsuzlama şeklinde olan yeminler hariç bütün
yeminler kesin bir üslupla yapılır."
Bu ölçüye şu durum bir
itiraz olarak zikredilmiştir: Kendisine emanet bırakılan kişi emanet malın
telef olduğunu iddia ettiği halde yemin etmese Cüveyni'nin belirttiğine göre
mezhepte esas alınan görüşe göre emanet bırakan kişi ["ben malın telef
olduğunu bilmiyorum" diye] bir bilgisinin olmadığına dair yemin eder.
Bulkini, Havaşi'r-Ravda
adlı kitabında şöyle demiştir: Burada muteber bir şekilde kuralı özetlersek
şunu söyleyebiliriz: Kişi mirasçının olumsuzladığı duruma ilişkin meseleler
dışındaki bütün yeminlerde kesin bir üslupla yemin eder. Akıle de böyledir. Bu,
"vücub katile ilk başta ilişmektedir" görüşüne dayalıdır.
84. Bir kimse murisinin
bir şahısta alacağı oldUğunu iddia ettiğinde davalı şahıs "senin murisin
beni borçtan ibra etti ve sen bunu biliyorsun" dese, davacı karşı tarafın iddia
ettiği ibraya ilişkin "ben, murisimin seni ibra ettiğini bilmiyorum"
diye yemin eder; çünkü bu, başkasının fiilini olumsuzlamaya ilişkin bir
yemindir.
Not: Davalının, "senin murisin beni o borçtan
ibra etti" ifadesi yanında benim açıklamada belirttiğim üzere mutlaka
"sen de bunu biliyorsun" demesi gerekir.
Rafii ve Nevevi şöyle
demiştir: İnkar eden şahsın durumu bilmediğine dair yemin edeceği tüm
durumlarda ona karşı davada onun bunu bildiğinden söz etmek şarttır.
Bulkini şöyle demiştir:
Bu, davacı davalının bunu bildiğini biliyorsa söz konusu olur. Şayet bilmiyorsa
"sen bunu biliyorsun" demesi caiz olmaz.
Borcun tahsil edildiği,
havale edildiği veya borç yerine başka bir şey verildiğine ilişkin iddia da
tıpkı alacaklının borcu ibra ettiği iddiası gibidir.
85. Nevevi daha sonra
başkasının fiili üzerine yemin etmenin, G ["bilmiyorum" şeklinde]
olumsuz ifade kullanılarak yapılacağını gösV teren iki meseleye şu şekilde
işaret etmiştir:
Kişi kölenin ikrarının
kabul edilmediği bir meselede kölenin efendisine karşı "senin kölen bana
karşı şunu gerektiren bir suç işledi" dese ve efendi bunu inkar etse
[efendi nasıl yemin eder? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
efendi ["benim kölem böyle bir şey yapmadı" demek suretiyle] kesin
bir üslupla yemin eder; çünkü kölesi onun malı olup kölenin fiili kendisinin
fiili gibidir. Bu yüzdendir ki [kölenin yaptığı bir fiil sebebiyle] efendiye
karşı açılan dava dinlenilmektedir.
İkinci görüş
Bu yemin ["benim
kölemin böyle bir şey yaptığını bilmiyorum" demek suretiyle] bilmediğini
belirterek yapılır; çünkü bu yemin başkasının fiiline dayalıdır.
Not: Görüş ayrılığı aklı başında olan köle ile
ilgilidir. Şayet köle akıl hastasıyla efendinin kesin bir üslupla yemin etmesi
gerektiği konusunda görüş ayrılığı yoktur; çünkü akıl hastası [aklının
çalışmaması bakımından] hayvan gibidir.
Bulkini şöyle demiştir:
"Kişi mümeyyiz olmayan veya efendisine her emrinde itaat etmenin gerekli
olduğunu zanneden yabancı bir kölesine emrederek suç sayılan bir fiil yaptırsa
suçu işleyen kişi efendi olduğundan yemin ederken kesin bir üslupla yemin
eder."
86. Rafii'nin
eş-Şerhu'l-kebir'de dediği gibi Nevevi de elMinhac'da şöyle demiştir: Davacı,
davalıya "senin hayvanın benim ekinlerime zarar verdi. Sen bunu tazminle
yükümlüsün" dese, hayvan sahibi bunu inkar ediyor olsa ["benim
hayvanım senin ekinlerine zarar vermedi" diyerek] kesin bir üslupla yemin
eder. Çünkü hayvanın bir zimmeti yoktur.
Hayvan, sahibinin
koruması altındayken kişi hayvanın verdiği zararı tazmin eder ama hayvanın
kendi fiiliyle verdiği zararı tazmin etmez. Bu, yemin edenin kendisiyle ilgili
bir durumdur.
Not: Hayvan sahibinin yemin etmesine ilişkin NevevI'nin
mutlak ifadesi, hayvan tek başına veya sahibinin eli altında olduğunda
doğrudur. Hayvan, bir şey telef etmesi halinde tazmin yükümlillüğünün kendisine
yöneleceği kiracı, ödünç alan ve gasıp gibi birinin elindeyse Ezrai ve
başkalarının belirttiği üzere zahir olan dava ve yeminin hayvanın sahibine
değil bu kişiye yönelik olması gerektiğidir. İlgili kişi kesin bir üslupla
yemin eder.
İbnü's-Salah'ın
fetvalarında belirtildiğine göre bir hayvan, onu kiralayan kişinin elindeyken
dava ve yemin ona karşı açılır ve yemin kesin bir üslupla yapılır; çünkü
hayvanın fiili onu elinde bulunduran kişiye nispat edilir.
87. Kesin bir üslupla
yemin ederken kişinin [yüzde yüz kesinlik taşıyan] kesin bilgiye sahip olması
gerekmez. Buna göre yemin eden kişi kendisi veya -mesela- babasının yazısına
dayalı olarak pekiştirilmiş bir zandan hareketle kesin üslupla yemin edebilir.
Bu, Nevevi'nin "yargı" bölümünde belirttiği üzere "yazısına ve
güvenilirliğine itimad ediyorsa" şeklinde kayıtIandırılmıştır. Bu,
"zan" sözcüğünden de anlaşılabilir ve "yazı ancak bu nitelikte
olduğunda zan söz konusu olur" denilebilir.
Not: Nevevi'nin "kişinin kendi yazısına
itimad ederek kesin bir üslupla yemin etmesi" meselesini mutlak olarak
zikretmesinden anlaşıldığına göre kişi o yazıyı yazdığını hatırlamasa bile
böyledir. Ancak Ra vda tü 't-talibın ve eş-Şerhu'l-kebir'de kişinin
hatırlamadıkça yemin etmesinin caiz olmadığı belirtilmiştir.
et-Tevşih adlı eserde
şöyle denilmiştir: "Şu söylenebilir: Kişi kendi yazısını hatırlamadığında
güçlü bir zan oluşması düşünülemez, ancak babasının yazısı için durum
farklıdır."
NevevI'nin sözünden bu
durumun yalnızca kişinin kendisinin ve babasının yazısıyla ilgili olduğu
anlaşılmakta ise de bu kastedilmemiştir. Bu sebeple ben, onun sözünü açıklarken
"mesela" ifadesini ekledim. Çünkü her ne kadar Bulkini itiraz etmiş
olsa da Rafii ve NevevI'nin Ravdatü't-ta[ibın ve eş-Şerhu'[-kebır'de kesin bir
üslupla aktardıklarına göre güçlü zan, hasmın yeminden kaçınmasıyla da
oluşabilir. Bu sebeple Nevevi "mesela kendi yazısına itimad etmesi"
demiş olsa daha iyi olurdu.
Yeminde, yemin talep
eden hakimin niyeti dikkate alınır. Buna göre kişi tevriye yaparak veya hakimin
niyetinin hilafına tevil ederek yemin etse yahut da [yemin ettikten sonra]
hakimin duymayacağı şekilde ["inşallah" diyerek] istisna yapsa bu
durum yalan yere yemin etme günahını ortadan kaldırmaz.
88. Yeminde, hasımdan
yemin etmesini isteyen hakimin niyeti dikkate alınır. Hasım hakimle aynı
mezhepten olsun ya da olmasın fark etmez. Çünkü hadiste "yemin, yemini
talep edenin niyeti üzerine yapılır" buyrulmuştur. (Müslim, Eyman, 4260)
Bu hadiste geçen
"yemin talep eden" ifadesi "hakim" şeklinde yorumlanmıştır.
Çünkü yemin ettirme yetkisi hakimdedir.
Bu hükmün aklı gerekçesi
şudur: Yeminde yemin eden kişinin niyeti dikkate alınırsa yeminlerin hiçbir
faydası kalmaz, haklar zayi olur. Çünkü bu durumda herkes kendi kastettiği şeye
dair yemin eder. Mesela Hanefi birisi Şafİl birine karşı komşuluktan dolayı
şuf'a hakkı olduğunu iddia ederek dava açsa, hakim de bu durumda şuf'anın
varlığını kabul ediyor olsa, davalı kişi, kendi inancını esas alarak karşı
tarafın şuf'a hakkı olmadığına dair yemin edemez, hakime ittiba etmek
zorundadır.
Not: Nevevi'nin "kadı / hakim" yerine
"yemin ettirme yetkisine sahip olan kimse" demesi daha uygun olurdu.
Böylece ifadenin kapsamına devlet başkanı, hakem gibi şahitliği kendi yanında
eda etmenin geçerli olduğu kimseler de girerdi.
Bulkini şöyle demiştir:
"Zikredilen hüküm
yemin eden kişi niyet ettiği şeyde haklı olmadığındadır. Şayet haklıysa o zaman
hakimin değil yemin eden kişinin niyetine bakılır."
Onun "haklı"
derken kastettiği şey, hakimin inancına göre haklı alandır. Yukarıda geçen
açıklama buna aykırı değildir.
Hakim Hanefı olsa ve Şafii
bir şahıs aleyhine komşuluktan dolayı şuf'aya hükmetse onun hükmü geçerli olur.
Bu durumda Şafii şahıstan yemin etmesi istenir. Bu kişi "komşum benden
herhangi bir şeyalmayı hak etmiyor" diye yemin ederse günaha girer.
Alacaklı veya kendisinde
yemin ettirme yetkisi bulunmayan bir kimse şahıstan yemin etmesini istese veya
yemin ettirme yetkisi olan bir kimse kendisinin talebi olmaksızın yemin ettirse
o zaman yemin eden kişinin niyeti esas alınır.
Ravdatü't-talibin'de
belirtildiğine göre kişi kendiliğinden ilk başta yemin ettiğinde de böyledir.
89. Kişi yemininde
tevriye yaparsa [bu durum, yalan yere yemin etme günahını ortadan kaldırmaz.]
Tevriye, yemin ettirme
yetkisine sahip bir kimse kişiye yemin ettirdiğinde sözün zahirinin hilafına
bir anlamı kastederek yemin etmektir. Mesela kişi "Vallahi onun bende ne
bir dirhem ne bir dinar, ne bundan az ne bundan çok alacağı yoktur" diye
yemin etse ve dirhem derken [gümüş parayı değil de] bir kabileyi, dinar derken
de [altın parayı değil de] meşhur bir şahsın adını kastetse tevriye yapmış
olur. Yine "onun bende bir sevb [elbise] / şuf'a / kamıs [gömlek] alacağı
yoktur" dese ve bunu derken "sevb / elbise" kelimesiyle
"dönüş yapma", şuf'a derken köle, kamıs / gömlek derken de kalbin
kapakçığını kastetse tevriye yapmış olur.
90. Kişi yemin ederken,
hakimin niyetine aykın tevilde bulunarak yemin etse mesela Hanefı bir hakim
Şafii bir şahsa komşuluk sebebiyle şuf'a konusunda yemin ettirirken
"Vallahi onun bende şuf'a hakkı yoktur" diye yemin etse yahut yemin ettikten
sonra hakimin duymayacağı şekilde "inşallah" diyerek veya "şayet
eve girersen" vb. gibi bir şart ifadesi ekleyerek yemin etse bunları
yaparak yalan yere yemin etme günahından kurtulmuş olamaz. Çünkü yemin, hasmın
Allah'tan korkarak böyle bir şeye teyebbüs etmekten geri durmasını sağlamak
için meşru kılınmıştır. Eğer yemini tevil etmek geçerli kabul edilirse o zaman
yeminin bu faydası ortadan kalkar. Çünkü dilde her şey tevile müsaittir.
Şöyle bir soru
sourlabilir: Burada yeminde istisna yapmak nasıl düşünülebilir ki, istisna
geçmişte yapıldığında sahih olmaz? Mesela kişi "Vallahi ben onun malını
telef etmedim / senin bende bir alacağın yoktur inşallah" demez.
Buna şöyle cevap
verilir: Bununla kastedilen, istisnayı yeminin kurulmasına yönelik kabul
etmektir. Bu durumda mana "benim yeminim kurulur inşallah" şeklinde
olur. Şayet fiilin kendisine istisnayı yönlendirirse bu sahih olmaz. Çünkü
istisna da tıpkı şart gibi yalnızca gelecek zaman için olur.
Not: Yukanda zikredilen, yalan yere yemin etme günahının
ortadan kalkmaması şu iki şeyle kayıtlıdır:
1. Yeminin Allah adına
yapılması. Şayet hakim, kişiye boşanma veya köle azadı üzerine yemin ettirirse
bu kişi yemin edip tevriye yaptığında bunu yapması haram olsa bile tevriye onun
işine yarar, yani bununla hak sahibinin hakkı geçersiz olur; çünkü Nevevi'nin
Müslim şerhinde belirttiği üzere hakimin kişiye boşanma ve köle azadı üzerine
yemin ettirme yetkisi yoktur.
İsnevi, el-Mühimmat'ta
şöyle demiştir:
"Hakim, Hanefı
mezhebine mensup olup boşanma üzerine yemin ettirmeyi uygun görüyor olsa kişi
de tevriye yaparak yemin etse tevriye kendisine yarar. Bunu Nevevi, el-Ezkar
adlı eserinin tevriye bölümünde söylemiştir.
Bu, Nevevi'nin sözleri
arasında meselenin hakimin bunu [yani boşama ve köle azadı üzerine yemin
ettirmeyi] uygun görmesi şeklinde tasviri bulunmadığı belirtilerek itiraz
edilmiştir. Aksine Nevevi'nin sözünün zahiri, bunu kabul etmeyen hakimle
ilgilidir. Çünkü Nevevi şöyle demiştir: Çünkü hakimin kişiye talak üzerine
yemin ettirmesi caiz değildir. O, bu konuda diğer insanlardan biri
gibidir."
Bundan anlaşıldığına
göre talak ve köle azadı üzerine yemin ettirmeyi uygun gören bir kimse nezdinde
tevriyenin bir yararı yoktur.
2. Kişinin hakikatte
haksız olmaması. Emanetler bölümünde şu belirtilmişti: Zalim bir kimse kişinin
elindeki emanet malı istediğinde bu kişi elinde emanet malolduğunu inkar eder.
Şayet zalim şahıs, bu kişinin ["elimde emanet mal yoktur" diye] yemin
etmesiyle yetiniyorsa bu kişi yemin etsin, bunda bir günah yoktur. Alimlerin
sözünden anlaşıldığına göre tevriye yapma imkanı bulunsa bile hüküm böyledir.
Şu durum da böyledir:
Bir kimse, ödeme güçlüğü içindeki bir şahsa yönelik iddiada bulunsa, davalı
"o, benden bir şeyalmayı hak etmiyor" dese ve bununla "şu anda teslimin
hak edilmesini" kastetse onun bu yorumu sahih olur ve bu yemininden dolayı
sorumlu tutulmaz. Çünkü yukarıda belirtilen mefsedet burada yoktur. Aksine
hasmı, onun fakir olduğunu bilerek alacağını talep etmişse zulmetmiştir.
Bilmeyerek talep etmişse hata etmiştir.
Nevevi "hakimin
duymayacağı şekilde" diyerek yemin eden kimsenin hakimin duyacağı şekilde
"inşallah" demesi durumunu dışarıda bırakmıştır. Bu durumda hakim onu
tazir ile cezalandırır ve yeminini tekrarlatır. Kişi yeminine hakimin anlamadığı
bir söz eklerse hakim bunu yapmasını yasaklayarak yeminini tekrarlatır. Yemin
eden kişi "ben Allah'ı zikrediyordum" derse ona "şu an Allah'ı
zikretme vakti değildir" der.
Yeminin keyfiyeti
konusundaki açıklamalar bitince Nevevi yeminin ölçüsüne dair açıklamalar
yaparak şunları söylemiştir:
Kendisine yemin
yöneltilen, ikrarda bulunması halinde bu ikrarın kendisi hakkında bağlayıcı
olacak olan kişi inkarda bulunduğunda yemin ettirilir.
91. Geçerli bir yemin
etmesi gereken ve davada talep edilen şeyi ikrar etmesi halinde bu şey kendisi
için bağlayıcı olacak olan herkes davayı inkar ettiğinde kendisine yemin
ettirilir. Çünkü hadiste şöyle "şahit getirmek davacmm, yemin etmek inkar
edenin yükümlülüğüdür" buyrulmuştur. (Beyhaki, ed-Da'va ve'l-beyyinat, 10,
252)
Buhari ve Müslim'de de
"yemin etmek davaIının yükümlülüğüdür" buyrulmuştur. (Buhari,
Şehddat, 2668; Müslim, Akdiye, 4445)
Not: Nevevi'nin "yemin" ifadesi bizzat
kendi nüshasında yer almakla birlikte bu ifade bir yazım yanlışı olarak
değrlendirilmiştir. Doğrusu, el-Muharrer, eş-Şerhu'l-kebir, eş-Şerhu's-sağir ve
Ravdatü'ttalibin'de olduğu gibi "dava" şeklinde olmalıdır.
"İnkar ederse"
ifadesi de bunu göstermektedir; çünkü inkar yemin talebinden sonra değil
davadan sonra olur.
Bu itiraz, benim onun
sözüne dair açıklamamla ortadan kalkmaktadır.
Subkl, el-Halebiyyat
adlı eserinde şöyle demiştir:
el-Minhac metnindeki
ifade doğrudur. Burada dava kelimesi yerine yemin kelimesini zikretmiştir;
çünkü ortada bir dava olmadığı halde kişiden yemin etmesi istenebilir. Bu, zina
isnadında bulunan kişi isnadda bulunulan kişiden veya mirasçısından zina
etmediğine dair yemin talep ettiğinde olur. Bu kişi dava açıp yemin talep
edebileceği gibi dava açmaksızın da yemin talep edebilir. Doğru görüşe göre
onun yemin talebine icabet edilir. Çünkü onun zina iddiasında bulunmamak
konusunda bu yemini talep etmesinin bir amacı vardır, ta ki ikinci defa iftira
atan konumunda olmasın. Ancak bu durumda Nevevi'nin "yeminin
yönelmesi" ifadesinden talep edilmesi anlamının anlaşılmasına ihtiyaç
vardır.
Ancak Nevevi'nin daha
sonra "inkar etse" ifadesi açık değildir. Çünkü inkar yemin
talebinden sonra değil ancak dava açıldıktan sonra olur. Ancak bununla yemin
etmeye kesin karar vermeyi kastetmişse o zaman anlam doğru olur. Kendisine zina
isnad edilen kişi veya mirasçısı yemin ederse zina isnadında bulunan kişiye had
cezası uygulanır Yeminden kaçınır da isnadda bulunan kişi yemin ederse
kendisinden had cezası düşer ama onun yemini ile -daha önce zina konusunda
işaret edildiği üzere- zina sabit olmaz.
92. "Davada talep
edilen şeyi ikrar ettiğinde bağlayıcı olacak olan" ifadesi mal sahibinin
yerini alan vasi ve vekil gibi kimseleri dışarıda bırakmaktadır. Bu şahıslar
yemin edemez; çünkü onların ikrarı sahih değildir.
93. Ravdatü't-talibin'de
yemine ilişkin genel ilkeyi "kendisine karşı sahih bir dava açılmış olan
herkes" şeklinde belirtmiş, elMinhac'da geçen ilkeyi ise "denildi
ki" şeklinde nakletmiştir.
Zerkeşi, Subkl'ye tabi
olarak şöyle demiştir:
Bana göre ikincisi birinciyi
açıklamaktadır. Çünkü sahih dava bunu gerektirir. Şu halde ortada bir çelişki
yoktur.
94. Nevevi'nin
belirttiği ilke bütün yemin edenler hakkında geçerli bir ilke değildir. Zira
bir şahitlek birlikte yemin etmek ve davalının yeminden kaçınması üzerine
davacının ettiği yemin, kasame ve lian yeminleri bu ilkenin kapsamına girmez.
Anlaşıldığı kadarıyla Nevevi bununla aslı davanın cevabı olarak edilen yemini
kastetmiştir.
95. Yine Nevevi'nin
ortaya koyduğu ilke genel-geçer değildir; çünkü alimler pek çok durumun bundan
istisna edildiğini belirtmişlerdir. Nitekmi el-Minhac metninde aşağıda bunun
bir kısmına işaret edilmiştir.
Hakime "haksızlık
yapmadığı" ve şahide "yalan söylemediği" konusunda yemin
ettirilmez.
96. Hakime
"hükmünde zulmetmediğine" dair yemin ettirilmez. Şahide de
"şahitlik yaparken yalan söylemediğine" dair yemin ettirilmez. Çünkü
onların makamları bu şekilde yemin ettirilmeyecek kadar üstündür.
"Hükmünde"
ifadesini koyarak hükmü ile ilişkisi olmayan mal davası vb. şeyleri dışarıda
bıraktım zira hakim, bu konularda diğer insanlar gibidir. Yine hakimin
halefinin veya bir başka hakimin hüküm verdiği meseleyi de dışarıda bıraktım.
Bu konu "yargı" bölümünde geçmişti.
Davalı "ben
çocuğum" dese kendisine yemin ettirilmez, buluğa erinceye kadar beklenir.
97. Davalı "ben
çocuğum" dese ve bu sözünün doğru olması ihtimal dahilinde olsa kendisine
yemin ettirilmez. Anlaşmazlık konusundaki durumu kendisi buluğa erip de ona
karşı iddiada bulunulsun diye bekletilir. Şayet buluğa erdiğini ikrar etmesi
halinde bu sözünün doğru olması muhtemelolan bir dönemde ise "ben
çocuğum" sözü yine de doğru kabul edilir; çünkü onun yemin etmesi çocuk
olduğunu ortaya koymaktadır. Çocuk olması ise yeminini geçersiz kılmaktadır. Şu
halde ona yemin ettirmek, yemin ettirmeyi geçersiz kılmaktadır.
98. Esir alınan ve
kasıklarında tüy bitmiş olan bir katir "kasıklarımda erkenden [buluğdan
önce] tüyler çıktı [ben aslında buluğa ermedim]" dese daha güçlü görüşe
göre yemin etmesi zorunludur. Çünkü "[katirler açısından] kasıklarda tüy
bitmesi buluğ alameti olarak kabul edilir" görüşüne göre bu durumda
öldürme cezası bu kişiden düşmektedir. Yemin etmekten kaçınırsa öldürülür.
99. Kişinin çocuk olduğu
davası başkası tarafından açılmışsa mesela velisi, velayeti altındaki çocuğun
bir şahısta malı bulunduğuna dair iddiada bulunduğunda davalı şahıs "mal
alacağı olduğu iddia edilen şahıs buluğa ermiştir" diye iddiada bulunsa,
veli, davalı şahıstan "ben onun çocuk olduğunu bilmiyorum" diye yemin
etmesini talep edebilir. Davalı yeminden kaçınırsa veliye, velayeti altındaki
kişinin çocuk olduğuna dair yemin ettirilmez. Bu durumda çocuğa yemin ettirilir
mi? Bu konuda Kadı Hüseyin'in fetvalarında iki görüş zikredilmektedir. Bu iki
görüş, esir konusunda İmam Şafii'ye ait iki görüşe dayanmaktadır.
100. Nevevi'nin yaptığı
istisnalardan başka şu meseleler de istisna edilir:
> Koca, karısını
boşamayı karısının "eve girmek" gibi bir fiiline bağlasa, kadın
fiilin meydana geldiğini iddia ettiği halde koca inkar etse kocanın sözü kabul
edilir. Kadın kocasının "ben bu fiilin meydana geldiğini bilmiyorum"
diye yemin etmesini istese koca yemin etmez. Kadın ayrılığın meydana geldiğini
iddia ederse Rafifnin Kaffal'den aktanp onayladığına göre "ayrılık meydana
gelmedi" diye yemin eder.
> Cariye, efendisiyle
ilişkide bulunduğunu ve onun ümmüveledi olduğunu iddia ettiği halde efendi
ilişkinin meydana geldiğini inkar etse, Ravdatü't-talibin'de doğru olarak kabul
edilen görüşe göre efendiye yemin ettirilmez. Bulkini ise ortada çocuk olsun ya
da olmasın yemin ettirilmesi görüşünü tasvip etmiştir. Subkl ise
Ravdatü't-talibin'deki ifadeyi anlaşmazlığın çocuğun nesebini ispat için olduğu
duruma hamletmiştir. Şayet kadın, satılmasını engellemek ve efendinin ölümünden
sonra azat olmak için ümmüveled olduğunu iddia ediyorsa o zaman efendiye yemin
ettirilir. Subkl devamla şöyle demiştir: "Alimler, kitabet akdini inkar
etmesi durumunda efendiye yemin ettirileceğini kesin olarak kabul etmişlerdir.
Efendinin inkar etmesini
müdebber kılmaktan caymak olarak görmediğimizde müdebber kılma da
böyledir."
> Devlet başkanı
zekat memurundan zekatlar içinden aldığı şeyi talep ettiğinde zekat memuru
"zekattan herhangi bir şeyalmadım" dese, her ne kadar aldığını ikrar
etmiş olması halinde ikrarın kendisini bağlaması söz konusu olsa bile kendisine
yemin ettirilmez. Bunu Şüreyh, Ravda isimli eserinde alimlerimizden
nakletmiştir.
> Hakim malı
alacaklılar arasında taksim ettikten sonra başka bir alacaklı çıksa ve
alacaklılardan birine "sen, benim alacağımın bulunduğunu biliyorsun"
deyip ondan yemin etmesini istese onun yemin etmesi gerekmez. Bunu Rafii ve
Nevevi, Abbadı'den nakletmiştir.
> Zekat borcu olan
kişi zekatını düşüren bir sebebin gerçekleştiğini iddia ettiğinde -her ne kadar
davada talep edilen şeyi ikrar etmiş olsa bu kendisi hakkında bağlayıcı olacak
olsa bile- yemin etmesi zorunlu olarak istenmez.
Not: Nevevi'nin "ikrarda bulunması halinde bu
ikrarın kendisi hakkında bağlayıcı olacak olan kişi inkarda bulunduğunda"
ifadesinden, ikrarı kabul edilmeyen kişiye yemin ettirilmeyeceği
anlaşılmaktadır ki bu doğrudur. Ancak bundan şu iki durum istisna edilir:
1. Kişi hizmetinde
kullandığı şahsın kendisinin kölesi olduğunu iddia ettiği halde o şahıs bunu
inkar etse kendisine yemin ettirilir. Halbuki inkar ettikten sonra köle
olduğunu ikrar etse bu kabul edilmez. Ancak yemin ettirilmesinin faydası,
yeminden kaçınması halinde değerinin tazmin ettirileceği vaktin tespit edilmesi
işinin bu yemine bağlı olmasıdır.
2. Akit iki veki! arasında
kurulmuş olsa, Ravdatü't-talibin'de anlaşmazlık halinde olan satıcı ve müşteri
konusunda daha doğru kabul edilen görüşe göre her ikisine de yemin ettirilir.
Oysa vekilin ikrarı kabul edilmez. Bununla birlikte bunun amacı akdin
feshedilmesidir.
1.5.3. Yeminin İşlevi
NevevI daha sonra
yeminin işlevi konusunu ele alarak şöyle demiştir:
Yemin, an itibarıyla
husumeti sona erdirir ama davalının davadan beraat etmesini sağlamaz. Davacı
davalıya yemin ettirdikten sonra şahit getirse hakim bu şahitliğe göre hüküm
verir.
101. Davacıya geri
döndürülmüş olmayan [normal] yemin, husumetin an itibarıyla sona erdirilmesini
ve [davacı tarafından davaya konu olan şeyin] talep edilmemesini sağlar ama
davalının dava konusu şeyden zimmetinin berı olmasını sağlamaz. Çünkü Ebu
Davud, Nesa! ve Hakim en-Nisaburl'nin İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Hz.
Peygamber (s.a.v.) bir adam yemin ettikten sonra kendisine arkadaşının
hakkından kurtulmasını emretmiştir.(Ebu Davud, Akdiye, 3620; Beyhakl, Şehadat,
10, 180)
İmam Ahmed'in rivayetine
göre anlaşıldığı kadarıyla Hz. Peygamber (s.a.v.) bu adamın yalan söylediğini
bilmiştir.
Bu hadis gösteriyor ki
yemin etmek, davalının beraat etmesini sağlamaz.
102. Davacı davalıya
yemin ettirdikten sonra davasının dOğruluğuna dair iki veya daha fazla şahit
getirse -İbnü's-Sabbağ ve başkalarının belirttiğine göre bir şahit getirip
yemin etmesi de böyledirhakim bu şahitliğe göre hüküm verir. Davacı, davalının
yemin ettiği anda şahidinin olmadığını söylemiş olsa bile böyledir. Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v.) "Adil şahitlik, yalancı yeminden daha
haklıdır."(Buhari, "şehadat,(taiken) )
Şu sorulabilir:
Davalının yemin etmesinden sonra davacının getireceği şahitliğe göre hüküm
verilmemesi gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) "ya iki şahit getirirsin
veya davalı yemin eder. Senin için bundan başkası yoktur" buyurmuştur.
(Buhari, Rehin, 2515; Müslim, İman, 354)
Buna şöyle cevap
verilir: Hz. Peygamber (s.a.v.) davacının hakkını üçüncüsü olmayan iki maddeyle
sınırlandırmıştır. Bu ikisinin bir arada bulundurulamayacağı ile ilgili hadiste
herhangi bir delil yoktur.
Not: Yemin davacıya döndürüldükten sonra o
yeminden kaçınsa ve ardından şahit getirse bu şahitliğe göre hüküm verilir; çünkü
onun yeminden kaçınması doğru yere de olsa yemin etmekten uzak durmak için
olabilir.
Davacı, davasına dair
şahit getirtikten sonra "benim şahitlerim yalancıdır / batıldır" dese
şahitlik düşer ama davası düşmez.
Bulkini şunu istisna
etmiştir:
"Davalı, emanet ile
ilgili iddiaya cevap verirken davacının kendisinde bir hakkı bulunmadığını
belirtip buna dair yemin etse onun bu yemini beraat etmesini sağlar. Davacı
kendisine o malı emanet bıraktığına dair şahitler getirse bile bu durum hükmü
etkilemez; çünkü onun getireceği şahitler, davalının karşı tarafın hak sahibi
olmadığına dair yeminine muhalif değildir."
Not: Bir şahsa yönelik dava farklı türden hususlan
ihtiva etse ve davacı bunların bir kısmı üzerine karşı tarafın yemin etmesini
istese bu isteğine icabet edilir. Her bir türe ilişkin ayrı ayrı yemin etmesini
istese bakılır: Dava açarken bunları birbirinden ayırmışsa isteğine icabet
edilir. Aksi takdirde icabet edilmez. Bunu Maverdi söylemiştir.
Davalı "davacı bana
bir kere yemin ettirdi. Bana yemin ettirmediğine dair yemin etsin" dese
daha doğru görüşe göre bu talepte bulunmasına müsaade edilir.
103. Davacının yemin
etmesini istediği davalı şahıs "davacı, iddiasına dair bana bir defa yemin
ettirdi, bana ikinci defa yemin ettirme hakkı yok. Bana bundan önce yemin
ettirmediğine dair kendisi yemin etsin" dese [bu talepte bulunmasına
müsaade edilir mi?
Bu konuda mezhep içinde
iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
davalının davacıya yemin ettirmesine müsaade edilir. Çünkü davalının söylediği
şey, olması muhtemel bir şeyolup uzak ihtimal değildir.
İkinci görüş
Davalı bunu yapamaz;
çünkü davacının da davalıya yemin ettirmediğine dair yemin etmesinden emin
olunamaz. Bu durum böylece devam eder ve iş sonuçsuz kalır.
Buna şu şekilde cevap
verilmiştir: Bu durum zincirleme olarak devam etmesin diye davacının bu iddiası
dinlenmez.
104. İlk görüşe göre
davacı yemin etmekten kaçınsa davalı yemin eder ve anlaşmazlıktan / davadan
kurtulmuş olur. Davalı kendisine döndürülen yemini değil de asıl yemini etmek
istese bunu ancak davanın baştan açılması halinde yapabilir; çünkü onlar an
itibarıyla başka bir davadadırlar.
Not: Bütün bunlar davalının "bana başka bir
hakim yanında yemin ettirdi" demesi veya mutlak olarak yemin ettirdiğinden
söz etmesi halinde söz konusudur. Şayet davalı, hakime hitaben "ban asenin
yanında yemin ettirmişti" derse bakılır: Hakim bunu hatırlıyorsa ona yemin
ettirmez ve davacının talebini reddeder. Hakim bunu hatırlamıyorsa ona yemin
ettirir, bu konuda onun getireceği şahitlerin bir yararı yoktur. Çünkü hakim
kendi hükmünü hatırladığında bunu işletir, aksi takdirde başkasına itimad
etmez.
Ezrai şöyle demiştir:
Şöyle söylenebilir: Davalı mutlak olarak konuştuğunda hakim kendisine ayrıntıları
sorar. Çünkü ona davacı yemin ettirmiş olabilir ve kişi de bunu hakimin yemin
ettirmesi gibi zannetmiş olabilir. Özellikle de hasmı bunu farkedemeyecek
durumdaysa.
1.5.4. Yeminden
Kaçınmaya İlişkin Hükümler
Kişi yeminden
kaçındığında davacı yemin eder ve onun lehine hüküm verilir. Davalının yeminden
kaçınmasıyla hüküm verilmez.
Yeminden kaçınma kişinin
"yeminden kaçınıyorum" demesi veya hakimin kendisine "yemin
et" dediğinde "yemin etmem" demesi ile olur. Şayet sessiz
kalırsa hakim yeminden kaçındığına hükmeder.
[Davalının sustuğu
durumda hakimin] davacıya "sen yemin et" demesi davalının yeminden
kaçındığına hükmetmek anlamına gelir.
105. Davalıdan yemin
etmesi istendiğinde o yemin etmekten kaçınırsa davacı, kendisine döndürülen
yemini eder. Çünkü hak ona dönmüştür. Hakim de onun iddia ettiği şeyi onun
lehine hükmeder, Ebu HanIfe ve Ahmed bin Hanbel'in görüşünün aksine davalının
yeminden kaçınmasıyla [yetinerek] hüküm vermez. Çünkü Resulullah (s.a.v),
yemini hak talep eden kimseye döndürmüştür.(Hakim, Müstedrek, 4, 100. Hakim:
''bu sahihtir.'' )
Yüce Allah,
"kendilerinin etmeleri gereken yemini [etmemeleri halinde] yeminin
diğerlerine döndürülmesinden korkarak" [el-Maide, 108] buyurmuştur. Bu
ayet, yeminin bir taraftan diğerine nakledileceğini göstermektedir.
Bunun aklı gerekçesi de
şudur: Yeminden kaçınma, yalan yere yemin etmekten sakınmak için olabileceği
gibi doğru yere bile olsa yemin etmeyi uygun görmediğinden olmuş olabilir.
Ortada böyle bir tereddüt varken [sırf yeminden kaçındı diye davalı aleyhine]
hüküm verilmez.
Not: Nevevi'nin "onun lehine hükmeder"
ifadesi davacının hak sahibi olmasının hükme bağlı olduğunu ve bunun sırf yemin etmekle sabit
olmayacağını göstermektedir. Ancak eş-Şerhu'l-kebir'de tercihe şayan görülen görüşe
göre bu, buna bağlı değildir.
106. Yeminden kaçınma
sözlükte "düşmandan kaçındı / yeminden kaçındı" şeklinde
kullanılmakta olup "korkmak" anlamına gelmektedir.
Yeminden kaçınmanın
terim anlamı ise [bir davada] hakimin davalıya yemin etmesini arz ettikten
sonra davalının "yeminden kaçınıyorum" demesi veya hakimin kendisine
"yemin et" dediğinde "yemin etmeyeceğim" demesidir. Çünkü
bu iki ifade yeminden kaçınmayı açıkça ifade eder. Bu durumda hakim yeminden
kaçınma ile hüküm vermiyorsa yemini davacıya döndürür.
Not: Nevevi'nin yeminden kaçınmayı sadece
belirtilen durumlarla sımrlamasına itiraz olarak şu durum ileri sürülmüştür:
Hakim, davalıya "billahi de!" diye emrettiğinde davalı
"bi'r-rahman" dese eş-Şerhu'l-kebir'de belirtildiğine göre bu durum
yeminden kaçınmadır.
Hakim "billahi
de!" diye emrettiğinde davalının "Vallahi / tallahi" demesi ilk
durumdaki gibi yeminden kaçınma olur mu olmaz mı? Bu konuda mezhep içinde iki
görüş bulunmakta olup Bulkini bunun yeminden kaçınma olmadığı görüşünü doğru
kabul etmiş ve bunun İmam Şafii'nin ifadesi olduğunu söylemiştir. Zerkeşi de
bunu tasvip etmiştir.
Rafil ve Nevevi şöyle
demişlerdir: "Bu, yeminin davalıya lafız, zaman veya mekan yönünden
ağırlaştırıldığı halde davalının bundan kaçınması halinde de söz konusu
olur."
Bulkini bunun da
yeminden kaçınma olmayacağı görüşün doğru kabul etmiştir ki zahir olan da
budur. Çünkü yeminin bu şekilde ağırlaştırılması vacip olmadığından bundan
kaçınan kişi yeminden kaçınmış olmaz. Kaffal, yeminin sözlü olarak ağırlaştırılması
meselesiyle ilgili olarak "daha doğru görüşe göre bunu yapan kişi yeminden
kaçınmış olur" demiştir.
Bazıları lafız yönünden
değil de mekan ve zaman yönünden ağırlaştırmada bunu tek görüş olarak kabul
etmiştir.
Hakim, davalıya
"tallahi de!" dediği halde kişi "billahi" dese Rafil ve
Nevevi'nin Kaffal'den aktardığına göre bu ifade yemin olur; çünkü bu ifade daha
beliğ ve meşhurdur.
107. Davalıya yemin arz
edildikten sonra dehşete kapılma vb. bir durum olmaksızın sessiz kalırsa hakim
onun yeminden kaçındığına hükmeder. Nitekim başlangıçta davaya cevap vermeyip
sessiz kalmak da davayı reddetmek anlamında yorumlanır. Burada bu sessiz
kalmaya hüküm bağlamak için mutlaka yeminin davacıya döndürülmesi şarttır.
Ancak kişinin "ben yeminden kaçınıyorum" diye açıkça konuşması durumu
bundan farklıdır.
Burada hakim hüküm
vermese bile yemin davacıya döner.
108. Davalının yeminden
kaçındığına hakikaten veya itimad edilen görüşe göre hükme n karar verilmediği
durumda yemin edebilir. Aksi takdirde davacının rızası olmadıkça yemin edemez.
109. Hakimin, yeminden
kaçınmaya hükmetmesi "seni, yeminden kaçmış sayıyorum", "seni
yeminden kaçınmış kıldım" demesi ile olur.
110. Hakimin davalıya
yemini üç kere arz etmesi sünnettir.
Davaiının sessiz kalması
halinde bunun müstehaplığı, davaiının "ben yemin etmiyorum" demesine
göre daha fazladır.
111. Hakim, yeminden
kaçmmanm ne demek olduğunu bilmeyen kişiye "yeminden kaçmırsan davacı
yemin eder ve hakkı senden alır" diyerek bildirir. Bu, davaya ilişkin bir
telkin değildir. Hakim bunu yapmayıp doğrudan davaIının yeminden kaçmdığma
hükmederse onun hükmü geçerli olur. Çünkü davalı, yeminden kaçmmanın hükmünü
araştırmamakla kusurlu davranmıştır.
112. DavaIının sessiz
kalması halinde hakimin davacıya "sen yemin et" demesi davaIının
yeminden kaçmdığma hükmetmek anlamma gelir.
Ravdatü't-talibin ve
eş-Şerhu'l-kebir'de bunun hüküm vermek anlamma geldiği belirtilerek bundan
sonra davacının rızası olmadıkça davaiının yemin edemeyeceği belirtilmiştir;
çünkü hak ona aittir.
Davacıya döndürülen
yemin, İmam ŞafiI'nin bir görüşüne göre davacının şahit getirmesi gibidir. Daha
güçlü görüşe göre ise davalınm ikrarda bulunması gibidir. Davalı bundan sonra
borcu ödediğine veya davacının borcu ibra ettiğine dair şahit getirse bu şahitler
dinlenmez.
113. DavaIının veya
hakimin yemini davacıya döndürmesi [hukukı açıdan ne anlam ifade eder? Bu
konuda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Bir görüşe göre bu,
davacının getirdiği şahitler gibidir.
İkinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
ise bu, davaIının ikrar etmesi gibidir.
Çünkü davacı hakkına
davaIının yeminden kaçmmasıyla ulaştığmdan bu durum davaIının ikrar etmesi gibi
değerlendirilmiştir.
Bu iki görüşün uzantısı
olan hükümlere Nevevi aşağıda işaret etmiştir.
114. Davalı bundan sonra
borcu ödediğine, alacaklının borcu ibra ettiğine veya davayı düşüren başka
durumlara ilişkin şahitler getirse Bulkmı muhalefet etmiş olsa bile [daha güçlü
olan] ikinci görüşe göre bu şahitler dinlenmez; çünkü davalı ikrarıyla
şahitlerini yalanlamıştır. ilk görüşe göre ise şahitler dinlenir.
Not: Nevevi'nin ifadesinin zahirinden, dava konusu
şeyin bir mal veya borç olması arasmda fark olmadığı anlaşılmaktadır ki bu
doğrudur. Bazı şarihler Nevevi'nin "ibra" sözünden hareketle bunun
sadece borçla ilgili olduğunu zannetmişler ve davaiının mal konusundaki
şahitlerinin, ikinci görüşe göre de dinleneceğini söylemişlerdir.
Davacı [kendisine yemin
döndürüldüğünde] yemin etmez ve herhangi bir şeyi de gerekçe göstermezse yemin
etme hakkı düşer. Bundan sonra hasmmdan hak talep edemez. Şahit getireceğini
veya hesaplarını inceleyeceğini gerekçe göstererek süre isterse kendisine üç
gün süre verilir. [Zayıf] bir görüşe göre kendisine smırsız süre verilir.
Davalıdan yemin etmesi
istendiğinde o, hesaplarını incelemek üzere süre isterse kendisine süre
verilmez. [ZayıD bir görüşe göre üç gün süre verilir.
Davalı ilk olarak
[davacının iddiasına] cevap vermek için süre isterse, meclisin [duruşmanın]
sonuna kadar kendisine süre verilir.
115. Davacı, yemin
kendisine döndürüldükten sonra yemin etmese, yemin etmemesine herhangi bir
gerekçe zikretmediği ve mazeret ileri sürmediği gibi süre de istemese, yeminden
yüz çevirmiş olması sebebiyle gerek kendisine döndürülen yemini gerekse [bir
şahit bularak o şahitle birlikte yemin etme gibi başka] yemin hakkını kaybeder.
Bundan sonra yemini davalıya döndürme hakkı yoktur; çünkü davacıya döndürülmüş
yemin [ondan davalıya] döndürülmez. Tıpkı davalının yemin etmiş olması
durumunda olduğu gibi bu durumda da davacı ne bu oturumda ne de başka oturumda
şahitler getirmedikçe hasmından hak talep edemez.
116. Davacı şahit
getireceğini, bir fakihe bu durumda yemin etmenin caiz olup olmadığını
danışacağını, hesaplarını inceleyeceğini veya meseleyi iyice düşünüp taşınacağını
gerekçe göstererek süre istese kendisine [süre tanınır mı? Bu konuda mezhep
içinde iki görüş bulunmaktadır: ]
Birinci görüş
Kendisine üç gün süre
tanınır, daha fazla süre tanınmaz; çünkü bu süre şer'an dikkate alınan bir
süredir. Süreyi bundan fazla uzatmak davalıya zarar verir. Bu süre geçtikten
sonra yemin etmezse yemin etme hakkı düşer.
İkinci görüş
Kendisine sınırsız
olarak süre tanınır; çünkü yemin etmek onun hakkı olduğundan -tıpkı şahit
getirmede olduğu gibi- bunu dilediği kadar geciktirebilir.
İlk görüş sahipleri
şahit getirme ile yemin etme arasında şu fark olduğunu belirtmişlerdir: Kişinin
şahit getirmesi o an itibarıyla müsait olmamış olabilir, şahitler hazır
olmayabilir. Oysa yemin etmek onun elinde olan bir şeydir.
117. Süre tanımak vacip
midir yoksa mendup mudur? Bu konuda iki görüş söz konusu olup zahir [güçlü]
olan, ilkidir.
118. Davalıdan yemin
etmesi istendiğinde hesabını kontrol etmek için süre istese [kendisine süre
verilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Davacı razı olmadıkça
davalıya süre verilmez; çünkü davacının aksine davalı ya ikrar etmek veya yemin
etmek zorundadır. Davacı ise hakkını talep etmek veya geciktirmek
seçeneklerinden dilediğini seçebilir.
İkinci görüş
[Zayıf] bir grüşe göre
davacıya süre verildiği gibi davalıya da üç gün süre verilir. Ruyani bu görüşü
tercih etmiştir.
119. NevevI,
"hesabını kontrol etmek" ifadesiyle şu durumu dışarıda bırakmıştır:
Davalı borcu eda ettiğine veya alacaklının kendisini ibra ettiğine dair davayı
def edecek şahitler getirmek üzere süre istediğinde bölümün başında geçtiği
üzere kendisine üç gün süre tanınır.
120. Davalı, davacının
iddiasına cevap vermeye başlarken hesabını kontrol etmek üzere süre istese
kendisine duruşma sonuna kadar süre tanınır.
Ravdatü't-talibin'de
"davacı isterse" denilmiştir.
İbnü'l-Mukn, Tavusı'nin
et- Ta'lika adlı eserinde el-Havi ve elBarizı'ye tabi olarak "hakim
isterse" demiştir. Rafiı'nin sözünün zahirinden de bu anlaşılmakta olup bu
daha iyidir.
Çünkü davacı davayı G
bütünüyle terk etme yetkisine de sahip olup sonra davayı yenilemesine gerek
olmaksızın yemin edebilir. Nitekim davalının yeminden kaçınmasından sonra
davacının müvekkili gelse davayı yenilemeksizin yemin edebilir.
121. Davacının bir
şahidi varken yeminden kaçınması, kendisine döndürülen yeminden kaçınması
gibidir.
122. Davalı davacıya
"sen yemin et" dese kendisinin yemin etme hakkı düşer. Cüveyni'nin
belirttiği üzere tam bir şahitlik olmadıkça bu durum onun işine yaramaz.
Rafii'nin de bu görüşü tercih ettiği anlaşılmaktadır.
NevevI daha sonra
İbnü'l-Kass'ın da dediği gibi yeminden kaçınarak hüküm vermeye ilişkin çeşitli
meselelerden şu şekilde söz etmiştir:
Kendisinden zekat talep edilen
kişi bunu bir başka zekat memuruna verdiğini veya ürün rekoltesini tahmin eden
kişinin hata ettiğini iddia etse ve kendisini yemin etmekle yükümlü
tuttuğumuzda bundan kaçınsa, yemini davacıya döndürmemiz mümkün olmasa, daha
doğru görüşe göre kendisinden zekat alınır.
123. Hayvan, hububat
veya hurma gibi bir malın zekatını vermesi bir kimseden talep edildiğinde bu
kişi zekatı bir başka zekat memuruna verdiğini iddia etse veya bunu iddia
etmeyip ödemesi gereken farz miktarı üstlendikten sonra ürün rekoltesini
tahminle görevli memurun yanlış tahminde bulunduğunu iddia etse her iki
meselede de zayıf görüşe göre kendisini yemin etmekle yükümlü tutarız. Şayet
yeminden kaçınırsa ve başkasının yemin etmesi de imkansız ise, yani o şehirdeki
hak sahipleri belirli bir sayıyla sınırlı olmadığından ve zekat memuru ve
devlet başkanının da [davacı sıfatıyla] geriye döndürülmüş yemini etme yetkisi
bulunmadığından yemin etmesi söz konusu olmazsa [hüküm ne olur? Bu konuda
mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
zekat bu kişiden alınır; çünkü nisap miktarı mala sahip olup üzerinden bir
yılın geçmesi kişiye zekatın farz olmasını gerektirir. Bu farzı ortadan
kaldıran bir durumu ortay akoymadığında bu genel kural doğrultusunda kendisinden
zekatı alırız.
İbnü'I-Kass'ın
belirttiğinin aksine bu, yeminden kaçınma yoluyla verilen bir hüküm değildir.
İkinci görüş
Bu kişiden zekat
alınmaz; çünkü onun aleyhinde delil bulunmamaktadır.
124. [Yukarıdaki
meselede] hak sahipleri belirle sayıda olursa ve biz de -daha güçlü görüş
doğrultusunda- zekatın başka beldeye nakledilmesini caiz görmezsek o zaman
yeminin bu kimselere döndürülmesi imkansız değildir. Ancak yeminin müstehap
olduğu görüşünü kabul edersek -ki bitkilerin zekatı konusunda geçen daha doğru
görüş budur- o zaman bunlardan herhangi bir şey istenmez.
Not: Allah hakkı olarak vacip olan bütün haklar
ZerkeşI'nin İbnü'lKass'tan naklettiğine göre zekat hükmündedir.
Zerkeşi şöyle demiştir:
"Şu da bunlardan
biridir: Maaşlı askerin çocuğu ihtilam yoluyla buluğa erdiğini iddia ederek
kendi isminin [askerlere ilişkin] divanda yazılmasını isterse daha doğru görüşe
göre ona yemin ettirilir. Eğer yemin etmezse maaş verilmez. İbnü'l-Kass bunun
yeminden kaçınma yoluyla hüküm verme olduğunu söylemiş, başkaları ise böyle
olmadığını söylemiştir ki bu tercihe şayandır. Çünkü bunun hücceti yemindir,
yemin ise bulunmamıştır."
Nevevi zekat örneğini
vermek yerine cizyeye ilişkin şu örneği vermiş olsaydı daha doğru görüşü esas
alarak meseleyi detaylandırmış olurdu: "Kişi sene dolmadan önce Müslüman
olduğunu [dolayısıyla cizye vermesinin gerekli olmadığını] söyler de memur sene
dolduktan sonra Müslüman olduğunu iddia ederse daha doğru görüşe göre bu kişiye
yemin ettirilmesi gerekir. Kişi bu yeminden kaçındığında cizye ödemesine
hükmedilir.
Mirasçısı olmayan bir
kimse öldükten sonra hakim veya onun tayin ettiği kişi onun bir şahısda alacağı
bulunduğunu ve buna ilişkin bir belge bulduğunu iddia etse, hasım bunu inkar
edip yeminden kaçınsa hakim bu yeminden kaçınmaya göre hüküm verip hak
kendisinden alınır mı yoksa ikrar veya yemin edinceye kadar hapsedilir mi yahut
salıverilir mi? Ravdatü't-talibin'de ikincisi en doğru görüş olarak kabul
edilmiştir. Mescit veya genel bir vakıf lehine açılan davada davalının yeminden
kaçınması da böyledir.
Nevevi daha sonra
yeminin davacıya döndürülmesi meselesinden istisna edilen bir duruma şu
sözleriyle işaret etmiştir.
Çocuğun velisi onun
birinde alacağı olduğunu iddia ettiği halde davalı bunu inkar edip yeminden
kaçınsa veliye yemin ettirilmez. [Zayıf] bir görüşe göre yemin ettirilir.
[Zayıf] bir başka görüşe göre veli, borcu dOğuran tasarrufu kendisinin
yaptığını iddia ederse veliye yemin ettirilir.
125. Bir çocuk veya akıl
hastasının velisi onun bir insanda alacağı olduğunu iddia ettiğinde ilgili
şahıs bunu inkar etse ve yeminden kaçınsa [veliye yemin ettirilir mi? Bu konuda
üç görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Veliye yemin ettirilmez;
çünkü yemin edenden başkası için yemin yoluyla hak ispatı uzak bir ihtimaldır.
Bu durumda hakim, mahkemede davaya ilişkin yaşananları bir rapor olarak yazıp
çocuğun buluğa ermesine veya akıl hastasının iyileşmesine kadar bekletir.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
çocuk buluğa ermeden ve akıl hastası iyileşmeden önce veliye mutlak olarak
yemin ettirilir; çünkü hakkı tahsil edecek olan odur.
Üçüncü görüş
Veli, bu alacağın
-el-Muharrer'de belirtildiği üzere- kendisinin doğrudan yaptığı bir tasarruf
sebebiyle olduğunu iddia ederse kendisine yemin ettirilir; çünkü sorumluluk ona
aittir. Aksi takdirde yemin ettirilmez.
[İsnevi] el-Mühimmat'ta
şöyle demiştir: "Fetva buna göre olup İmam Şafii, el-Ümm'de bunu açık
olarak ifade etmiştir."
Muhtemelen İsnevi bu
meseleyi ilgili konuda daha önce geçen mehirle ilgili şu meseleden almıştır:
Mehrin miktarı konusunda koca ile küçük kızın veya akıl hastası kadının velisi
ihtilaf etse her iki taraf [koca ve veli] karşılıklı yemin eder. Orada bu iki
mesel e arasındaki farkı açıklamıştık, oraya müracaat edilebilir.
126. Bu görüş ayrılığı
şu konularda da geçerlidir:
> Veli bir şahit
getirse onunla birlikte yemin edebilir mi?
> Veliye karşı,
çocuğun zimmetinde bir alacak olduğu iddia edildiğinde veli bunu inkar etse
yemin eder mi?
> Bir mescit veya
vakfın kayyimi bir şey iddia ettiğinde hasım bunu inkar edip yemin etmekten
kaçınsa kayyim yemin edebilir mi?
> Kayyim, hasmın
iddia şeyi ikrar ettikten sonra azledilse ve hakim onun yerine başka bir kayyim
atasa, bir şahıs bu kayyimin alacağı tahsil edip teslim aldığını iddia etse, bu
kişi
de bunu inkar edip yemin
etse hüküm ne olur?
Not: Kendisine kısıtlama getirilen sefih, velisi
bir iddiada bulunduğunda hasım yemin etmekten kaçınırsa yemin eder ve "senin
bu malı / alacağı benim velime teslim etmen gerekir" der. "Bana
teslim etmen gerekir" demez. Ancak ona ilişkin bir davada veli böyle
demez.
Bir kimsenin yemin
etmesi gerekse, Nevevi'nin Buveytl'den aktardığına göre o, kişinin mal ödeyerek
yeminden kurtulmasına onay vermiştir. Zerkeşi "mezhebin görüşü bunun
olamayacağı şeklindedir. Bunun caizliği yönündeki görüş İmam Şafii'nin değil
Buveytl'nin görüşüdür." Bunun olamayacağı görüşü Kadı Ebu'tTayyib'ten de
nakledilmiştir. Zahir olan da budur.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN