İsviçre'de Kutlu Doğum Hem siyasi hem de ideolojik muhalefet her
fırsatı değerlendirerek ve yaptıklarının ülke menfaatine olup olmadığına
aldırmadan iktidara vuruyor; hataları, eksikleri abartıyor, çözüm yolu
göstermiyor, gösterir gibi yaparak olmayacak, kendileri de gelseler
yapamayacakları, yapsalar zararı faydasından çok olabilecek şeyler söylüyorlar.
ABD İsrail'in peşine düşmüş dünyayı belaya sürüklüyor, İslam dünyası birlik
yerine ayrılığın peşinde koşuyor... bütün bunlar karşısında insanın içi
kararıyor; derken ufuktan yükselen "Kutlu Doğum" güneşi, düşünce ve
duygularımızı bir başka iklime/âleme yoğunlaştırmamızı sağlıyor, Rahmet
Peygamberi'ni (s.a.), insanlığın rahmete en muhtaç olduğu bir dönemde daha
anlamlı olarak anıyor, yalnızca İslam Dünyası'nda değil, hemen bütün dünyada
O'nunla dolu bir hafta geçiriyoruz. Ananlara ve andıranlara ne mutlu!
Yorgun ve rahatsız olduğum için konferanslara gidemiyorum, ama yer gurbet, konu
da Rahmet Peygamberi olunca hayır demek mümkün olmuyor ve İsviçre'ye uçuyoruz.
Aynı uçakta, yine İsviçre'nin bir başka şehrinde konuşacak olan bir başka hocayı
görmek, dönerken sevgili Senâî Demirci'nin yine bir anma programından dönmekte
olduğunu öğrenmek, bizim bildiğimiz ve gördüğümüzün ötesinde yüzlerce Peygamber
sevdalısının dünyanın çeşitli yerlerine aynı maksatla gittiklerini düşünmek
mutluluğmuzu arttırıyor. Varsın bilmeyenler, içlerindeki karanlık ve çirkinliği
kâğıtlara döksünler; milyarı aşan sevdalının aşkı, mahabbeti, hasret gözyaşı
önünde bu çerçöpün tutunması mümkün mü? O, Taif'e gidip putperest reislere
davasını anlatmak ve desteklerini sağlamak istediğinde hem hakaret hem de
işkenceye maruz kalmıştı; Allah Teâlâ Cebrâîl'i göndererek "Dilersen bunları
helak ederim" buyurunca telaşla semaya ellerini açmış, "Allah'ım, onlar
bilmedikleri için böyle yapıyorlar, onları doğru yola ilet ve rahmetinle muamele
buyur" niyazında bulunmuştu. Ne ona yapılan son bulacak, ne de bizim, O'nun
izinde, rahmet ve sevgiyi, intikam ve nefrete tercihimiz; "Her kap içindekini
sızdırır" dememişler mi? Bir iki yazıda, İsviçre'de olup bitenler
hakkında öğrendiklerimden bir kısmını sizlerle paylaşacağım. Önce
Kutlu Doğum Gecesi'nden söz edelim. Zürih'e yakın Solothurn isimli
yerleşim merkezinde Müslümanlar bir dernek kurarak "Fatih Mescidi" yapmışlar,
burada güzel faaliyetler yürütüyorlar, bu cümleden olarak bu yıl, geniş katılım
sağlayacak bir organizasyon ile "Kutlu Doğum" Günü yapmaya karar vermişler.
Aylarca öncesinden ısrarla davet ettiler, kabul ettim. İlave banklar konduğu
takdirde dört bin kişi alabilecek bir spor salonu kiralamışlar, anlatması uzun
sürecek külfetlerle burayı donatmışlar, anmanın yapılacağı günden bir gün önce
kırktan fazla genç, şehre gelen bütün yollarda, sekiz on Km.'den itibaren bütün
kavşaklara üçer adet renkli balon asmışlar (yeri kolay bulmayı sağlamak için),
yirmi dört saat süren sağanak yağmur altında nöbet tutarak gelenlere yol
gösteriyorlar, Fransa'dan tutun İsviçre'nin her köşesinden ailece gelen 2500
kişi salonu doldurmuş. Program, İstiklal Marşı, Kur'an tilaveti, takdim
konuşması ve benim konuşmamdan ibaret. İstiklal Marşı böyle durumlarda daha bir
manalı ve heyecanlı oluyor. Kur'an-ı Kerim'i okuyan hafız, merhum Hendekli
Abdurrahman Efendi'nin öğrencisi, Türkiye'de bile sık dinleyemediğimiz
mükemmellikte bir tilavet ziyafeti çekiyor. Ben konuşmamı iki bölümde
takdim ettim. Birincisinde Hz. Peygamber'in örnek ailesinden yola çıkarak "İslam
Ailesi"ni anlattım, ikinci bölümde ise yazılı olarak verilen sorulara cevap
verdim. İki bölüm yarım saat kadar bir ara ile ayrıldı. Bu arada da tam bir
şenlik havası vardı: Dönerler, çaylar, kahveler, hasret gidermeler, tanışmalar,
halleşmeler... Konuşmamın girişinde şunları söyledim: Eskiden fıkıh
kitaplarında dünya, Müslümanların ve ötekilerin egemen oldukları iki dünya
olarak ayrılırdı. Ötekilerin dünyasında, bu gün burada yaptıklarımızı
yapamazdık. Bakın mescidimiz var, ezan okuyup cemaatle namaz kıldık, onlara ait
bir mekanı kiraladık ve burada Peygamberimiz'i anlatıyor, onun sevgi ve hasreti
ile coşuyoruz. Evet, bu ülkelerde O'na hakaret edenler de var, ama bunlar da
var. Biz, O'nu bilmeyenlerin veya başka hesapların peşinde olanların
yaptıklarına takılıp kalmayalım, oyuna gelmeyelim, mevcut imkanları
değerlendirmeye, kendimiz korumaya, nesillerimizi iyi (dini hayatına uygulayan)
Müslümanlar olarak yetiştirmeye bakalım... Kürsüde üç saatten fazla
kaldım, yoruldum, ama değdi.
Devam edeceğim.
14 Nisan 2006
Cuma
|