بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Bir Şeyi Emretmek Onun Gereklerini de Emretme Anlamına Gelir mi?

 

İnsanlar bu konu üzerinde tartışma halindedirler. Bir şeyi emretmek onların gereklerini de emretme anlamına gelir mi? Nehiyde de aynı şeyin tersi mümkün müdür?

Bununla birlikte insanlar emredilen bir fiilin ancak onun gerekleriyle birlikte emredildiği ve onun zıddının terkedileceği anlamına geldiğinde ittifak halindedirler. Tartışmanın kaynağı:

Bir fiili emreden kişinin amacı o fiilin gereklerini emretmek olmayabilir. Nehiy durumunda bunun tersi de doğrudur. Bu yüzden mükellef cezaya uğradığında sadece emredilen şeyi yapmadığı için cezaya uğrar. O fiilin gereklerini yapmadığından veya nehiy durumunda, onun gereklerini terketmediğinden dolayı cezaya uğramaz.

Bu mesele: "Vacibin ancak kendisiyle gerçekleştiği şey de vaciptir" şeklinde kaideleşmiştir.

Bazı insanlar bu kuralda yanılırlar. Onlar bunu organların sağlığı, cuma namazında insanların sayısı v.b. konularda olduğu gibi mükellefin elinde olmayan biçimiyle Hac yolculuğunda mesafe almak, abdestte başın bir bölümüne meshetmek oruçta gecenin bir bölümünde imsak v.b. konularda olduğu gibi mükellefin takdirinde olan biçimi olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Onlar:

"Mutlak vacibin onsuz olamadığı ve mükellefin takdirinde yapmaya güç yetirebildiği şey vaciptir." derler. Bu taksim hatalıdır. Ancak kendisiyle vucubiyetin tamamlandığı şeyi yapmak kul üzerine vacip değildir. Bu konuda müslümanlar ittifak halindedir.

Kulun o şeyi yapmaya güç yetiriyor veya yetiremiyor olması hükmü değiştirmez. Örneğin hacca güç yetirebilmek veya zekat nisabına ulaşmak konularında bu böyledir. Çünkü insan eğer hacca gidebiliyorsa, ona hacc vacip (farz)dır. Eğer zekat nisabına sahipse ona zekat vaciptir. Bahsedilen şartlar (güç yetirebilmek ve nisap miktarına ulaşmak) vucubiyet için gerekli olan şeylerdir.

Ancak bir müslüman hacca gitme imkanı elde etme veya nisap miktarına ulaşma gibi bir yükümlülüğü yoktur. Bu yüzden Hanefi, Şafii ve Hanbeli mezhebinde olduğu gibi "Hacca gitmeye gücü yetmek, (yeterli) mala sahip olmaktır" diyenler, insanların mal kazanmasının vacip olduğunu söylememişlerdir. Onlar bu konuda değil, yeterli gücün onun için (başkaları tarafından) harcanması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Mesela hacc masraflarının ondan kaldırılması veya o kişinin kendi oğluna ait malı harcaması gibi. Bu meselede Şafii ve Hanbeli mezhebi arasında malum ihtilaf söz konusudur.

Hanbeli mezhebinin meşhur görüşüne göre ona hacc vacip olmaz. Onun o parayı kabulü mubah olan şeyi tevellükü gibidir.

Şafii mezhebinin meşhur görüşüne göre bilfiil oğulun harcaması vaciptir.

Buradaki amacımız vacibin ancak kendisiyle vacip olduğu şeylerle yine vacibin ancak kendisiyle vacip olmadığı şeyleri ayırmaktır. Çünkü ikinci kısımda söylenen söz ancak vacibin kendisiyle tamamlandığı şeyler içindir. Cuma gününde veya hacc zamanında yol almak gibi mükellefin onları yapması müslümanların ittifakiyle vaciptir.

Evi Mekke'den uzak olan veya evi camiden uzak olan biri evi yakın olanlardan, daha çok bu farzları terkediyorsa onun cezasının diğerinden daha fazla olacağı söylenemez. Gereken şey, kötülenmeye ve cezaya sebep olan şeyi terketmektir.

Eğer bu yapılması gereken şey vucubiyet kastedilerek tabi olma yoluyla terkedilseydi onu terkedenin ıkabı ve cezası daha büyük olurdu. Kentin uzağında olan kimsenin cuma'yı terketmesi, onun yakınında olan birinin terketmesinden daha çok cezası gerekirdi. Malum, uzak olanın sevabı daha fazladır. Halbuki uzak olan cumayı terkettiğinde onun cezası daha fazla olmamaktadır. Şimdi buradan bir şüphe ortaya çıktı:

Daha fazla ceza gerekir mi, gerekmez mi?

Eğer aklın yolunu kullanacak olursak onun daha fasla ceza görmesi gerekir. Halbuki Amirin kastı yoluyla düşünüldüğünde gerekmediği görülür. Aksine o işi yapmayı emreden, o fiilin lazimelerini, lazimeler olmadan o fiilin olmayacağını bilmesine rağmen, kastetmemektedir. Onu bilmemek caiz olsa da, onu "lazime" ye çevirmeye işaret etmez.

 

İÇİNDEKİLER