Denildi ki:
Bu ve benzeri mukaddimeler yanlışa düşen bir çok insanın hareket noktasıdır. Çünkü bunlar, içlerinde hem doğruyu hem de yanlışı barındıran mücmel lafızlardır. Bu gibi lafızların içinde bazı şeyler bildik, doğru şeyler, diğerleri ise bu durumda olmayanlardır. Yani malum alanda olmayan karışık haldedir.
Örneğin: "hadis" "mümkin" "mütehayyız"
"cisim" "cihet" "hareket" "terkip" ve
düşünürler arasında meşhur olan diğer kavramlar gibi...
Düşünürler bu kelimelerin birçoğunda birbirleriyle
tartışma halindedir. Kavramaların geneli mücmel lafızlar olup muhtelif çeşitler
içerir. Bu çeşitlilik bazen ıstılahların ihtilafıyla birlikte tevatür yoluyla
olur.
Eğer amaç açıklanır, müteşabih olan aydınlanırsa hak batıldan ayrılır ve neyin amaçlanıp neyin amaçlanmadığı ortaya çıkar.
Birisi:
"Biz hadislerden önce geçmeyen veya hadislerden uzak olmayan şeyin hadis olduğunu zorunlu olarak biliriz" dediğinde bu lafızdan anlaşılan anlamda doğru söylemiştir. Bunda tartışma konusu yapılabilecek bir şey yoktur. Tıpkı
"kadim" lafzında olduğu gibi:
Birisi:
"Kur'an kadimdir" dese ve bu sözle Kur'an'ın yediyüzyıldan fazla bir zaman önce inmiş olduğunu kastetse, gerçekten de o, lügat açısından önce onun levh-i mahfuz'da yazılmış olduğunu kastetse bu da tartışmaya yer olmayan konulardandır.
Keza birisi "Kur'an mahluk değildir" dese ve bununla Kur'an'ın
yalanlanmamış olduğunu kastetse bu da tartışılmaz bir meseledir. Bu konuda hiçbir müslüman ve diğer peygamberlere inanan milletlere mensup hiçbir kimse tartışmaz.
Söylenilen "Hadislerden önce geçmeyen veya hadislerden uzak olmayan şeyler hadistir" sözü iki manaya gelir:
Birincisi:
Muayyen bir hadisten veya muayyen ya da mahsure (sınırlandırılmış) hadislerden veya başlangıcının olduğu bilinen hadislerden önce geçmeyen şeylerdir. Eğer, ister tek olsun isterse çok sayıda olsun, bir başlangıcının olduğu bilinen hadislerin kastedildiği takdir edilirse, malumdur ki bundan önce geçmemiş veya ondan uzak kalmamış şey, ondan önce olmamış şeydir. Hatta, ancak onunla beraber veya ondan sonra olmuş şeydir. Bu durumda o bir hadis olur. Bu, ne dediklerimi anlayabilen iki akıllı kimse arasında tartışılmayacak meselelerdendir. Bu konuda tartışmaya mahal yoktur. Ancak asıl tartışılacak yer şurasıdır:
Sürekli peşpeşe gelen hadislerden uzak olmayan şey,
acaba hadis midir?
Bu: "Bu şeyin varlığı mümkin midir, değil midir?"
sorusuna bina edilmiştir.
Acaba peşpeşe (bir şeyden sonra bir başka şey) gelen ve ne başlangıcı ne de sonu olmayan hadislerin varlığı mümkün müdür?
Acaba Rabb'ın dilediği zaman ezeli olarak mütekellim
(konuşan) oluşu mümkün müdür?
Onun zatının ezeli ve edebi olması; varlığının
başlangıcının ve sonunun olmaması gibi kelimelerinin de sonu ve başlangıcı yok
mudur?
O ki kendisinden önce hiçbir şeyin olmadığı "Evvel"
dir.
O ki kendisinden sonra hiçbir şeyin olmadığı "Ahir" dir.
O ki kendisinden sonra "Kadimu'l-Ezeli" ve
"Daimu'l-Baki" dir.
Acaba O'nun, kendi iradesiyle ezeli olarak
mütekellim oluşu mümkün müdür?
O, önce mütekellim değilken sonra mütekellim olmuş
değildir. O'nun kelamı, O'ndan ayrı, mahluk değildir. O, kudretinin ve
iradesinin dışında mütekellim değildir. Bilakis kudret ve iradesiyle
mütekellimdir, ve ezeli-ebedi olarak O, hep böyledir.
İşte bu, selef ve imamlardan yukarıdaki sözleri söyleyenlerle, onlara karşı çıkanlar arasında cereyan eden tartışma konusudur.
Filozoflar feleğin kendisinin, kadim ve ezeli olduğunu, ezeli olarak hareket ettiğini söyler. Bu görüş, bir çok yönlerden batıldır. Bu sözün,
bizzat onların görüşlerine muhalif olduğu gibi, Kur'an'ın, Tevrat'ın ve diğer kitapların haber verdiği şeylere aykırı olduğu bilinmektedir. Ancak O'nun ezeli ve ebedi olarak mütekellim, fail veya fiile kadir oluşu, önceki durumun hilafınadır. Şüphesiz bu konular insanların çoğu için naklen ve aklen müşkil (problem)dir.
Göklerin ve yerin, yokluktan sonra muhdes ve yaratılmış olduğu konusuna gelince, Aristo ve onun izinden gidenler gibi kafirlerden az bir grup bu konuda tartışmıştır. Hind, Arap ve diğerlerinden müşrik grupların geneli, mecusiler ve diğerleri, ehl-i kitap ve diğerleri, gökler-yer ve ikisi arasında olanların, yokken muhdes
ve halk edildikleri konusunda ittifak halindedir. Ancak, onlar da ihdas ve halk
maddesi üzerinde ihtilaf etmişlerdir:
Acaba bunlar, bu alemden önce de var mıydı?
Onlardan önce madde ve zaman var mıydı yoksa, zaman
ve maddenin takaddümü olmaksızın, ilk olarak mı yaratıldılar?
Kur'an'ın, Tevrat'ın bildirdiği, selef-i ümmetin ve imamların, ehl-i
kitabın imamlarıyla ittifak ettikleri şey, bu alemin, Allah tarafından önce var
olan bir maddeden halk ve ihdas edildiğidir.
Nitekim Kur'an'da bu şekilde haber verilir:
"Sonra duman
(yani buhar) halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: "isteyerek veya
istemeyerek buyruğuma gelin" dedi."
(Fussilet: 41/11)
Şüphesiz gökler ve yerden önce arş ve su yaratılmıştı.
"Arş'ı su üzerinde iken, gökler ve yeri altı günde yaratan O'dur."
(Hud: 11/7)
Allah bunları bir zaman içinde güneş ve ayın hareketleri ölçüsü olmaksızın yarattı. Nitekim O, gökler ve yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattığını haber vermiştir. Güneş ve ay, yer ve göklerde olan şeylerdendir. Onların hareketleri onların yaratılışlarından sonradır. Zaman, onların hareketleriyle ölçülür -gece ve gündüz onların hareketlerine tabidir- Bütün bunlar, onların yaratılmasından sonra ortaya çıkmıştır.
Allah, gökler , yer ve ikisi arasında olanların altı günde yaratıldığını haber vermiştir. Bu günler, güneş ve ayın hareketleri dışında başka bir hareketle ölçülen bir zaman dilimidir. Bu alemin muhdes
ve mahluk olduğunu, ondan önce bir maddenin olduğunu söyleyen filozoflarının
cumhurunun görüşüdür. Ancak onlardan bazılarının, sözü edilen bu maddenin
muayyen, ezeli ve kadim olduğunu söyledikleri anlatılır. Bu batıldır. Biz bunu
başka yerde açıkladık. Buradaki amaç: Onların (filozofların) sözlerine naklin,
delalet ettiğini söyleyenlerin görüşlerine kısaca işaret etmektedir.
Eğer denilirse:
"Evveli olmayan hadislerin iptaline şu ayetler delalet etmektedir:
"Herşey O'nun yanında bir ölçüyledir." (Ra'd: 13/8)
"O, herşeyi bir bir sayar."
(Cin: 72/28)
Onlara şöyle cevap verilir:
Eğer bu doğru olsaydı tıpkı sıfatlara delalet eden şeylerin nefyedilmesi gibi gizli delaletin onu muhal kılması doğru olmazdı.
Bu konuda açık birçok nas vardır. Sizin söylediklerinizin sahih bir delil olduğu kabul edilse bile, gizli bir çok mukaddimeye ihtiyaç vardır. Mesela şöyle denilmesi gibi:
Bu, evveli olmayan hadislerin butlanını gerektirir.
Bu cismin hudusunu gerektirir. Çünkü cisim kadim olsaydı, hadislerin başlangıcının olmaması gerekirdi. Çünkü cisim, hadisleri gerektirir. Cisim hadislerden uzak olmaz. Çünkü varlıkların veya hareketlerin veya arazların ona gereksinimi vardır.
Bundan sonra şöyle denilir:
Sıfatların ispatı, mevsufun cisim olmasını gerektirir. Bu mukaddime, kendi içinde onu söyleyenlerle çelişmektedir. İnşaallah bunu açıklayacağız.
"O her şeyi bir bir sayar" ayeti buna nasıl delil olmaktadır?
Allah Subhanehu, mahlukatın ölçüsünü gökleri ve yeri yaratmazdan elli bin sene önce takdir etmiştir.
"Şüphesiz Biz herşeyi apaçık bir kitapta saymışızdır"
(Yasin: 39/12)
O, olmazdan önce, belli bir süre için var olacak şeyleri saymış ve yazmıştır.
O, varken sonradan yok olmuş saydığı gibi madum olan müstakbeli de saymıştır. İhsa (saymak) lafzı ikisi (geçmiş ve gelecek) arasında ayrım yapmaz. Her ne kadar ayetteki ihsa, cümleten sana ermeyen şeyleri geçersede ayette delil olacak hiç bir husus yoktur.
Eğer "Aksine müstakbeli saymıştır" denilirse, o zaman bunun takdiri "cümleten ba'de cümletin"
dir. Ayette bununla ilgili bir delil yoktur. Bu durumda mazi hakkında da aynı şeyi söylemek, şüphesiz mümkün olur.
Sonu gelmez ilim konusu iki kavil üzere müşkil bir meseledir. Burada amaç, bu konudaki görüşü sona erdirmek değil, asıl amaç, Allah'ın bu gibi ayetlerde, kudreti ve iradesiyle ezeli olarak mutekellim
oluşunun sürekli oluşunu iptal etmek istemediğidir.
|