بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Küfrün Tanımı

 

Kelamcıların şu görüşü ne kadar tuhaftır:

"Muhalifini tekfir eden Usulü'ddin, mücerred akılla bilinen kelam ilmidir"

Onlara göre mücerred akılla bilinmeyen şey, şer'i ilimler olmaktadır. Bu, Mutezile'nin, Cehmiye'nin ve onların yoluna uyan irşad müellifi ve benzerlerinin görüşüdür.

Onlara denilir ki:

Bu söz iki hususu içermektedir.

Birincisi: Dinin temelleri şeriatle değil, sırf akılla tanımlanmaktadır.

İkincisi: Ona muhalif olanı kafir saymaktadır.

Her iki mukaddime (öncül), batıl olmaları bir yana, birbiriyle çelişmektedir.

Sadece akıl yoluyla bilinen bir şey, muhalifini şer'i küfürle niteleyemez. Çünkü; şeriatte, sadece akıl yoluyla bilinen bir şeye muhalefet edenin kafir olacağına dair bir hüküm bulunmamaktadır.

Küfür ancak, haber verdikleri konusunda Rasûl'u yalanlamakta veya Onun doğruluğunu kabul etmekle beraber ona uymaktan kaçınmakla olur. Firavun, Yahudiler ve diğerlerinin küfrü buna örnektir.

Yani küfür sonuçta Rasûlun getirdikleriyle ilgilidir. Bu, bir şeyin, ancak şeriat yoluyla haram veya helal olacağını savunan görüşte daha açıktır.

Onlara göre eğer risaletin olmadığı takdir edilirse bu durumda ne haram olan küfür ne de vacip olan iman olacaktır. Bunu kabul eden kişi, küfür ve imanın sadece akılla bilinen şeylerle ilgili olmayıp Rasûlun gelişinden sonra, onun getirdikleriyle ilgili olduğunu kabul eder ve bu konuda tartışmaz. Bu durumda sadece akılla bilinen bir şeyde nasıl tekfir edilebilir?

Bilakis şeriat, sadece akıl yoluyla bilinen şeylerin küfür olduğuna delalet edebilir ve şeriatın bu hükmü makbul olur; ancak şeriatta böyle bir hükmün olmadığı bilinmektedir. Tam tersine şeriatte, imanla ilgili bazı şeylerin küfür olduğu vardır. Çünkü her ikiside kitap ve risalede ilgilidir.

Rasûlu yalanlamak ve ona düşman olmakla iman bir arada olmaz. Rasûlu tasdik ve ona itaat etmekle de küfür bir arada durmaz.

Bu konu üzerinde düşünen, nefiyci bidat ehlinin bu gibi şeylere dayandığını görür. Onlar işte böyle kendi görüşleriyle Kitapta ve sünnette olmayan bir bidat ortaya atar sonra o bidate aykırı düşenleri tekfir ederler.

İsim ve sıfatları kabul eden insanları tekfir edenlerin (onlar bu isim ve sıfatları terkib, tecsim, sıfatların ve arazların hululü gibi isimlerle nitelerler) hali işte budur. Mutezile ve Cehmiye buna benzer bidatler ortaya atmış sonra onlara karşı çıkanları tekfir etmişlerdir.

Hariciler de Kur'an'ın ayetlerini te'vil etmişler ve kendilerinden daha üstün olan insanları bu batıl te'villeriyle tekfir etmişlerdir. Haricilerin tekfir etme sebepleri Kur'an ve sünnetle ilgiliydi ama onlar nassları yanlış anladılar ve küfrü, Allah'ın hiçbir güç vermediği kimselerin sözlerine bağladılar.

Selefin en çok cephe aldığı Cehmiye idi. Hatta Abdullah b. Mübarek demiştir ki:

"Biz Yahudilerin ve Hiristiyanların sözlerini anlatırdık ama Cehmiye'nin sözlerini anlatmazdık"

Bazı insanlar bu sözü hatalı bulsalar da onda ancak ince düşünen insanların anlayabileceği bir espri var. Ancak bu söz bir nassı veya icmaı ifade etmiyor. Hiç kimseyi bu şekilde kafirlik veya fasıklıkla itham etmek caiz olmaz.

Ama zahir ve mütevatir nassların tespit ettiği şeyleri inkar eden bu hükmün dışındadır ve onlar tekfir edilmeyi hak etmişlerdir; velev ki bu konuda hataen küfre düşmüş olsun.

Burada amacımız tekfir meselelerini açıklamak değildir; bu konular ilgili yerlerde genişçe açıklanmıştır. Burada amacımız muarızların nebevi nasslara dayandığı görüşlerinde müphemlik ve mücmellik olduğunu ortaya koymaktır. Eğer bu kapalılık ortadan kaldırılırsa hidayet delaletten ayrılır.

 

İÇİNDEKİLER