بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Varlığın Mahiyeti

 

Onlar, onun varlığına hiçbir mahiyetin ve gerçeklerin ona arız olmayacağını söylerler. Bu ifadede onların bozuk temeli üzerine bina edilmiştir.

Bu temel: "Varlık hariçte sabit olan gerçeklere arız olur" temelidir. Buna binaen hariçte bir şeyin varlığı gerçek değildir. Hariçteki gerçeğe bazen varlık arız olur bazen de ondan ayrılır.

Buradan hareketle mantıklarında, varlık ile mahiyeti birbirinden ayırdılar. Eğer onlar mahiyeti: "zihinde olan", varlığı da "gerçekte olan" olarak açıklasalardı bu doğru olur ve buna kimse itaraz etmezdi.

Onların temelde düşündüğü budur. Ancak onları zihinde olan maliyetin hariçte de var olduğunu sanmışlardır. Onlar, bu somut insanda, ondan ayrı, hariçte, kendi başına kaim olan akli bir cevherin var olduğunu düşünmüşlerdir.

Örneğin konuşan, hisseden, iradesiyle hareket eden v.b. bir canlı. Doğru olan bütün bunlar belirli isimlerdir. Her isim bir sıfat alır. Bu sıfat diğer isimlerin aldığı sıfatlardan farklı olur. Şey (ayn) bir; sıfatlar çeşitlidir. Onların muayyen olan şeyde kendi başına kaim olan şeyleri ispat etmelerine gelince bu duygulara akla ve şeriata tersti. Hariçte var olan şey neyse odur. Onda iki cevher bulunmaz ki birisi diğerine arız olsun. Bilakis var olan zat ve sıfatlaradır. Biz bu konuyu başka yerlerde genişçe anlattık.

Buradaki amacımız şudur:

İbn Sina ve benzerleri varlığı vacip ve mümkin olan şeklinde ikiye ayırmışlardır. Sonra mutlak vücudu ıtlak şartına veya sabit olan işlerin selbi şartına bağlamışlardır. Nitekim o, şifa ve diğer kitaplarında beyan eder. Her akıl sahibi böyle bir varlığın hariçte var olamayacağını bilir. O, mutlağı ıtlak şartına bağladıktan sonra, onun herhangi bir sıfatla diğerlerinden ayrı olmasını caiz görmez. Yani: "O kendisiyle vaciptir veya kendisiyle vacip değildir" denilmez, nefiy veya ispat sıfatlarıyla vasıflandırılmaz. Çünkü bütün bunlar aşırma ve sınırlandırma olur. Bu varlığın ispat ve nefiy sıfatlarıyla vasıflandırılmayacağını söyleyen Karamita'nın görüşüdür.

Malum iki zıddın olmaması mümtenidir. Sabit olan işlerin selbi (yokluğun zıddı) şartına gelince; bu, var ve yok olan işlerin selbi şartına bağlanmasından daha kötü bir durumdur. Çünkü o, varlığın müsemmasında kendi dışındakine ortak olmakta ve varlık işleriyle ondan ayrı olmaktadır. O aynı zamanda yokluk işleriyle de ondan ayrı olmaktadır, kuşku yok ki bütün varlıklar bundan daha kamildir.

Hem varlık hem yokluk işleriyle selbi şartına gelince; bu varlığa, varlığı (yokluğun değil) selbiyle ayrı olmasından - bu mümteni olmakla birlikte- daha yakındır. Aynı şekilde bu da mümtenidir. Bu ise yokluğa daha yakındır.

Onların vacibul vücudun yokluğu kabul etmeyeceğini, bunun mümteni olduğunu kabul etmeleri gerekir. Böyle bir varlığın hariçte varlığı düşünülemez. Sadece zihinde kabul edilebilir. Zihinde bir şey hem var hem yok olması zihnen var olabilir.

Onlar bunu savunduklarına göre iki zıddın bir arada olabileceğini ve iki zıddın ikisinin de yok olabileceğini ispatlamaları gerekir. Akıl sahiplerinin ittifakıyla en büyük mümteni'dir. Hatta bütün mümtenilerin aslı iki zıddın bir arada olmayacağıdır denilir.

Karamita ve Batiniye davetçisi olan İbn Sina ve benzerleri Mısır'daki Hakim'in tabilerindendir. Onlar ve onların benzerleri mülhid batıniyyenin başkanlarıdır. Bunu bizzat kendileri söylemektedir. İbn Sina ve onun aile efradı bu Mısırlıların davetçileriydi.

Müslümanlar bu Mısırlıları, Allah'ın isimleri ve ayetlerindeki ilhadlarından dolayı mülhidler olarak isimlendirirlerdi. Onların ilhadı Yahudilerin ve Hristiyanların ilhadlarından daha büyüktür.

İbn Arabi ve onun Sadreddin Konevi, İbn Sebiin, İbn Farabi v.b. arkadaşların ilhadına gelince; Onlar der ki:

"O, ıtlak şartı olmaksızın mutlak varlıktır" Örneğin Konevi böyle der. Yani O'nun var olması, onun o olması sebebiyledir. O, O'nun vacip mümkün, bir, çok olmasından sarf-ı nazar eder. Bu mana İbn Sina v.b.'nin ihata görüşüdür.

Malumdur ki mutlak olan kayıtsız olandır. Örneğin diğer bir insanı tasdik etme şartı olmaksızın mutlak olarak insan (kavramı) gibi. Bu insandır, zihni ve haricidir. Mutlak varlık, bu vacib, mümkün, vahid, çok, zihni, harici varlığı tasdik şartına bağlı değildir. Bu durumda kuşkusuz bu mutlak varlık, hariçte mutlak olarak var değildir.

Kim Külli ve tabii, hariçte mevcuttur derse bununla hak da batıl da kastetmiş olabilir. Yani o zihninde külli, hariçte muayyen olarak mevcuttur. Yani bu zihni şekil, hariçte mevcut olan eşyaya mutabık olmaktadır. Tıpkı ismin, müsemmasına uygun olması gibi..

Mana, zihni mevcud ve haricidir. Bu durumda bu sahihtir. Eğer bununla, nefsin hariçte mevcut, hariçte varlığı külli olduğu söyleniyorsa bu batıl olup, his ve akla aykırıdır. Çünkü külli olanın müşterek olarak düşünülmesi mümtenidir. Hariçte mevcud, muayyen, kendi nefsiyle başkasından ayrı her şeyin müşterek olarak düşünülmesi mümtenidir. Müştereklikle onların bu konuda bahsettikleri ortaklığı kastediyorum. Yani nevi'de (çeşitle) aynı (eşya)nın müşterekliği, cinste nevi'lerin müşterekliği, cüzziyatla külliyatın müşterekliği.

Bu müşterekliğe karşı gelen kısım, cüzziyatta külliyatın müşterekliğidir. Cinsin nevilere, nevilerin de aynlara bölünmesi gibi.

Müşterekliği (şirketi) fakihler şirket bahsinde açıklamışlardır. Fakihlerin açıkladığı şirkette konumuza karşılık gelen kısmet babıdır. Bu kelime şu ayette geçer:

"Onlara suyun aralarında paylaştırıldığını haber ver" (Kamer: 54/28)

"Onlardan her kapı için birer grup ayrılmıştır."

Bunlar hariçte mevcut olan ayınlar hakkkındaki şirkettir. Burada bütün, cüzlere bölünmüştür. Mesela kelimenin isim fiil ve harfe ayrılması gibi. Birincisi ıstılahi kelimenin isim, fiil ve harfe ayrılmasına benzer.

Şirketten (müştereklikten) amacın külliyatta olduğu yoksa külli (bütün) olmadığı bilinirse muayyen şeylerde müştereklik olmadığı bilinir. Örneğin bir insanda bu muayyen başka bir şey yoktur, diğerinde de bundan birşey yoktur. Cüziyyatın müşterek olmasının sahih olduğu külliyat, müşterek olması düşünülemeyen cüziyyattan bir cüz olamaz.

Kim:

"Külli insan muayyen olan insandan bir cüzdür" veya:

"Mutlak insan filan muayyenin bir cüzüdür" der ve bununla muayyende mutlak bir şey veya külli bir şey olduğunu anlatmak isterse onun bu sözü apaçık fasittir. Razi ve benzerlerinin mantıkçıların ve bu konuda aklı karışanların kelamında olan bir çok şüpheler böylece giderilmiş oldu.

 

İÇİNDEKİLER