GENEL TERİM OLARAK DİN
Buraya kadar Kur'an-ı
Kerim, "Din" kelimesini ilk Arapların dilindeki yaygın mânâlara
yakın bir anlam da kullanmıştır. Fakat biz, daha sonra Kur'an-ı Kerim'in
bu kelimeyi kapsamlı bir terim olarak kullandığını, bu terimle her ne
olursa olsun, kişinin yüksek bir otoriteye boyun eğdiği, itaatini ve uyulmasını
kabul ettiği, hayatında kanun, kaide ve sınırları ile bağlı bulunduğu,
kendisine itaat etmede büyüklük, mükâfaat ve
derecelerde ilerleme umduğu, isyan halinde de zillet, aşağılık ve kötü
sonuçtan korktuğu bir hayat nizamını kastettiğini görüyoruz. İhtimal ki,
dünya dillerinin hiçbirinde bu anlamı hakkiyle ifade edecek, bu derecede
toplayıcı ve kapsayıcı bir terim yoktur. Aşağı yukarı (state)
kelimesi, bu mefhumu karşılayacak durumdadır. Fakat, "Din" kelimesinin
mânâ hudutlarını kap-sayabilmesi için, daha çok genişliğe muhtaçtır. Aşağıdaki
âyetlerde "Din" kelimesi, işte bu kapsamlı manâsıyla kullanılmıştır.
"Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a (1) ve âhiret gününe (2) inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram ettiği şeyleri
haram tanımayan, (3) Hak dini din olarak kabul etmeyen
kimselerle, zelil ve hakir (olmuş bir halde) kendi elleriyle cizye verecekleri
zamana kadar muharebe edin." (Tevbe, 29).((1)Allah'a inanmayan" ifadesi birinci ve ikinci mânâlardadır
2-Âhiret gününe inanmayan" ifadesi dördüncü
mânâdadır 3-Allah'ın ve Peygamberi'nin haram ettiği şeyleri haram tanımayan"
ifadesi, üçüncü mânâdadır)("Hak din" ifadesi ise, bütün mânâları
kapsamaktadır)
Bu ayetteki "Hak Din" tâbiri, ilk üç
cümlede, mânâlarını bizzat bu terimin koyucusu olan Allah (c.c.) tarafından
açıklanan ıstılâhî bir tâbirdir. Biz de dipnotlarda
verdiğimiz izahlarla Allahu Teâlâ'nın bu âyette din kelimesini dört mânâda
kullandığını, sonra da bu dört mânâyı tabiri ile karşıladığını belirttik.
"Firavun "Bırakın beni dedi, Musa'yı öldüreyim; varsın
Rabbine yalvarsın! Çünkü Ben O'nun, dininizi değiştireceğinden, yahut
yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum." (Mümin, 26)
Kur'an-ı Kerim'deki, Hazret-i Musa ile Firavun
kıssasına ait tafsilat gözden geçirildiğinde, bu âyetlerde din kelimesinin
sadece dindarlık ve itikadı fırka mânâsına gelmeyip, aynı zamanda bu kelime
ile devlet ve medeniyet düzeni de kastedildiği, şüphesiz olarak ortaya
çıkar. Zaten Firavun'un da korktuğu ve açıkça söylediği husus şuydu: Eğer
Hazret-i Musa (a.s.) bu davetinde muvaffak olursa, devlet el değiştirecek;
Firavunların hakimiyetine, yürürlükteki örf ve kanunlara dayalı hayat
nizamı, kökünden sökülecektir. Sonra da; ya değişik temellere dayalı bir
başka nizam hakim olacak veya o’nun yerine herhangi bir nizam hakim olmayacak,
bütün memleketi bir anarşi ve karışıklık kaplayacaktır.
"Hak Din Allah indinde İslâm'dır." (Âl-i İmrân, 19).
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan bu (din) asla
kabul olunmaz..." (Âl-i İmrân, 85)
"O, Resulünü hidâyetle, Hak Din ile, sırf o Din'i her
dine galip kılmak için gönderendir. İsterse müşrikler hoş görmesin"
(Tevbe, 33).
"Yeryüzünde bir fitne kalmayıncaya ve Din tamamıyla Allah'ın
oluncaya kadar, onlarla muharebe edin..." (Enfâl,
39).
"Allah'ın yardımı ve fetih gelince, insanların grup grup Allah'ın dinine girdiklerini görünce, hemen Rabbini hamd
ile teşbih ve tenzih et. O'nun y ar Ilgamasını iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir." (Nasr,
1-3).
Bütün bu âyetlerdeki "Din" kelimesi ile kastedilen
mânâ, ameli, ahlâki, fikri, itikadî... her cephesini içine alan kapsamlı
ve mükemmel bir hayat nizamıdır.
Allah ilk iki âyette, kendi nazarında arzu edilen doğru hayat
nizâmının Allah'a itaat ve kulluk esasına dayalı bir nizâm olduğunu açıklıyor.
Allah'tan başka bir otoriteye itaat üzerine kurulan diğer nizâmlara gelince,
onlar Allah katında makbul değildir. Zaten bu nizâmların, tabiatları icâbı
makbul olma imkanları da yoktur. Çünkü bu, insanın Allah'ın kulu, kölesi
ve O'nun mülkünde ancak bir tabi oluşundandır. Bunun için insanın, Allah'tan
başka bir otoriteye kulluğu veya Allah'ın dışında bir varlığa tâbi olması
kabul edilemeyecek bir durumdur.
Üçüncü âyette Allah (c.c) Rasûlünü (s.a) insan hayatı için
bu doğru Hak Nizâm'ı kurmak üzere gönderdiğini ve risaletinin
gayesinin, bu Nizâm'ı diğer nizamlardan üstün kılmaktan ibaret olduğunu
açıklamaktadır.
Dördüncü âyette Allah, (c.c.) İslâm dinine inanan müminlere
fitne yok edilinceye, diğer bir tabirle Allah'a isyan esası üzerine kurulan
bütün nizamlar yok edilinceye, bütün kulluk ve itaat nizamı sırf Allah
için oluncaya kadar, yeryüzündekilerle savaşmayı ve bundan hiçbir suretle
vazgeçmemeyi emretmektedir.
Son olarak beşinci âyette ise Allahu Teâlâ, Peygamberi'ne (s.a.)
yirmi üç senede devamlı bir mücadele ve çalışmadan sonra, İslâm'ın bilfiil
bütün boyutlarıyla iktisâdi, siyâsî, içtimaî, tâlimi, ahlâkî, fikrî ve
akîdevî bir nizam olarak oluştuğu, İslâm devriminin tamamlandığı
ve Arap Yarımadası'nın her tarafından gelen çok sayıda topluluğun bu nizâma
dahil olduğu sırada -ki Peygamber, gönderilmiş bulunduğu risâlet vazifesini
yerine getirmiş idi- O'na şöyle hitab etti: "Senin risâletinde
gerçekleşmiş bu büyük işi kendi çalışmanla olmuş zannetme; o takdirde
aldanırsın. Ancak noksanlıktan ve ayıptan münezzeh, kemâl sıfatı ile benzersiz
olan senin Rabbin, bunu gerçekleştirendir. Öyle ise O'nu hamd ile tesbih
et ve son derece mühim olan bu işi yapmanda seni muvaffak kıldığından
dolayı şükret ve O'ndan şunu dile: Yâ Rab! Senin
hizmetini ifa etmekle görevli bulunduğum yirmi üç sene zarfında, yapmam
gereken şeyler hususunda olabilir ki benden kusurlar ve hatalar sâdır
olmuştur; beni affet!"
Dualarımızın sonu: "Hamd, âlemlerin Rabbi içindir."
|