![]() ![]() ![]() |
Sekizinci Şua - s.933 |
Çünkü, sûre-i ın başında, tesadüfî ve intizamsız zannedilen
temevvücat-ı havâiye, gayet hikmetli ve vazifedar olarak rububiyetin tekvînî
emirlerini etrafa yetiştirir diye ifade ettiği gibi, Risale-i Zerrat dahi, maddiyyunlar
tarafından tesadüfî ve intizamsız telâkki edilen harekât-ı zerrat dahi, gayet
hikmetli ve o zerreler muntazam vazifelerle vazifedar olduklarını gayet kuvvetli ve
kat'î burhanlarla ispat ediyor.
Hem Mirac-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâmı delâil-i akliye ile gayet mâkul
ve kat'î bir surette ispat eden ve "Otuz Birinci Söz" nâmında ve
mertebesinde bulunan Risale-i Miraca, Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) otuz birinci mertebede
Mirac-ı Ahmedî (a.s.m.) ve Kab-ı Kavseyndeki müşahede ve mükâlemeyi sarîh bir
surette başlayan sûre-i nın başında bulunan
cümlesi ile sarahate yakın bir
tarzda o risaleye işaret eder ve sûre-i
yi bırakarak
den
sonra
sûresini zikretmesi bu işareti kuvvetlendirir.
Hem Şakk-ı Kamer Mu'cizesini münkirlere karşı kuvvetli delillerle ispat eden Mirac Risalesinin zeyli bulunan "Şakk-ı Kamer Risalesi" nâmında, otuz birinci mertebenin âhirinde olan o risaleye, Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) şakk-ı kameri nass-ı sarîhle zikreden sûre-i
1
den iktibas ederek otuz birinci mertebenin akabinde zikredilen
fıkrasıyla sarahate yakın işaret eder.
Malûmdur ki, Risale-i Nur, başta otuz üç adet Sözlerdir ve "Sözler" nâmıyla yâd edilir. Fakat, Otuz Üçüncü Söz müstakil değil, belki otuz üç adet Mektubattan ibarettir. Ve "Mektubat" namıyla zikredilir. Sonra Otuz Birinci Mektup dahi müstakil değil, belki otuz bir adet Lem'alardan mürekkeptir ve "Lem'alar" adıyla müştehirdir. Sonra Otuz Birinci Lem'a dahi müstakil olmamış; o da inşaallah otuz bir adet Şuâlardan mürekkep olacak. El-Âyetü'l-Kübrâ Yedinci ve bu risale Sekizinci Şuâlardır. Demek Sözlerin hâtimesi Otuz İkinci Sözdür.
Hem Risale-i Nur'un yıldızları içinde bir güneş hükmünde şakirtlerince
telâkki edilen Otuz İkinci Söz nâmındaki üç mevkıflı risale-i harika ve câmia ve
Sözler'in bir cihette hâtimesi ve cemiyetli neticesi olan o risaleye Hazret-i İmam-ı
Ali (r.a.) onun fevkalâde ehemmiyetini ve câmiiyetini göstermek için Kur'ân'ın çok
sûreleriyle birden otuz ikinci mertebede kasemiyle otuz ikinci mertebede
bulunan o câmi risaleye işaret eder.
Risale-i Nur'un Otuz Üçüncü Sözü ise, bundan evvel beyan ettiğimiz gibi otuz üç adet mektuplardan ibaret ve "Mektubat" namında otuz üç kitap ve yüzden ziyade risalelerdir.
İşte Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) otuz üçüncü mertebede ve kaseminde Otuz Üçüncü Sözün eczaları olan o yüz on kitap ve Mektubat'a birden işaret etmek için yüz on semâvî suhuf nâmında yüz on muhtasar kitaplar ve o büyük mukaddes kitaplardan istimdat mânâsında olan şu
kelâmıyla işaret eder. Malûmdur ki, ilm-i belâgatte ve fenn-i beyanda uzak ve gizli mânâlara delâlet etmek için "karine" tabir ettikleri emarelerden ve münasebetlerden birisi bulunsa, uzak bir mânâ ve gizli ve işârî olan bir mefhum, karinenin kuvvetine göre sarîh ve zâhir mânâsı gibi kabul edilir. İşte bu kaideye binaen, bu işârî mânâların herbirisine müteaddit karineler, emareler bulunduğu gibi, sair arkadaşları da ona karineler olur. Risale-i Nur'un mecmuundan haber veren sarîh fıkralar dahi herbirisine kuvvetli bir karinedir.
İKİNCİ REMİZ
Kur'ân'ın el-âyetü'l-kübrası olan
nin hakikat-ı kübrâsını ve tefsir-i ekberini gösteren ve Ramazan-ı Şerifin
ilhâmî bir hediyesi bulunan Yedinci Şuâ risalesine Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.)
Mektubat'a işaretten sonra Lem'alar'a işaret içinde Şuâlar'a bakarak HAŞİYE 1 deyip
ilm-i belâgatçe "müstetbeatü't-terakîb" ve "maarîzü'l-kelâm"
denilen mânâ-yı zâhirinin tebaiyetiyle ve perdesinin arkasıyla müteaddit karinelerin
kuvvetine göre işaret eder.
Sekizinci Şua- s.934
Ve o acip ve yüksek ve tevhidin hüccetü'l-kübrâsı ve el-âyetü'l-kübrânın bir alâmet-i kübrâsı ve bir tefsir-i âzamı olan risaleye "Âyetü'l-Kübrâ" namı veriyor. Ve o namla, hem menbaı olan âyetü'l-kübrânın azametini, hem bu Yedinci Şuâ olan vahdâniyetin ve tevhidin burhan-ı âzamının fevkalâde kuvvetini ilân eder, haber verir. Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) bu büyük iltifatına, bu risalenin liyakatine her kimin bir şüphesi varsa, gelsin, bir defa o risaleyi okusun. Eğer "Evet, lâyıktır" demezse, bana tuh desin!
Evet Kur'ân'ın aleyhinde bin seneden beri müntakimâne hazırlanan dinsizlerin itirazlarını ve kâfir filozofların terâküm edip şimdi yol bularak intişar eden şüphelerini ve Kur'ân'ın dehşetli darbelerinden intikam besleyen muannid Yahudilerin ve mağrur bir kısım Hıristiyanların hücumlarını def edip mukabele eden ve her asırda Kur'ân'ın pek çok kahramanları ve mânevî kaleleri vardı. Şimdi ihtiyaç bir-ikiden, yüze çıkmış. Ve müdafîler yüzden, iki-üçe inmiş.
Hem, hakaik-i imaniyeyi, ilm-i kelâmdan ve medreseden öğrenmek çok zamana muhtaç bulunduğundan, bu zamanda o kapı dahi kapandı. Hem çabuk, hem herkes anlayacak bir tarzda en derin hakikatleri talim eden Risale-i Nur, elbette İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın bu iltifatına lâyıktır.
Hem İmam-ı Ali (r.a.) onuncu mertebe-i tâdâdında onuncu sûre olarak ve kıyamet
ve Leyle-i Berâta bakan deyip mânâ-yı işârîsiyle "Onuncu Söz" namında
ve mertebesinde olan Haşir Risalesine işaretle beraber, o risalenin fevkalâde
ehemmiyetini ve gayet muhkem olduğunu ve o zamanın dumanlı karanlıklarını izale eden
bir Leyle-i Berâtın bir kandili hükmünde bulunmasına ve haşir ve kıyametin bir
alâmeti olan duhan, hem Leyle-i Berâtın senevî olarak hikmetli tefrik ve taksim-i
umûr noktalarıyla ve başka karineler ile îmaen ve remzen haber veriyor.
Evet, Onuncu Söz, çok ehemmiyetli bir belâyı def etti. Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve harb-i umumî sarsıntısı vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda Onuncu Söz çıktı ve tab edildi. Bin nüshası etrafa yayıldı, onu gören herkes kemâl-i iştiyak ve merakla okudu. Zındıkların kâfirâne fikirlerini tam kırdı ve onları susturdu. İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın bu takdirine liyakatini ispat etti. Kimin şüphesi varsa, gelsin, onu dikkatle okusun, haşrin ne kadar kuvvetli bir burhanı olduğunu görsün.
Hem Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) on dokuzuncu sûre olarak Sûretü'n-Nur'u
fıkrasıyla zikrederek pek muhtasar olan On Dokuzuncu Söze ve pek mükemmel bulunan On Dokuzuncu Mektuba işaret için nur lâfzını tekrar etmekle mektupların mertebesi, yani On Dördüncü Mektup noksan kalmasına îmaen Sûre-i Nur'u on beşincide yine zikretmesiyle gayet lâtif ve müdakkikane haber veriyor. Ve o iki risaleleri, Risale-i Nur'un büyük nurları olduklarını bildiriyor.
Evet, risalet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâma dair olan On Dokuzuncu Söz, hem
üç cihetle kerametli ve harika olan On Dokuzuncu Mektup, elhak, Risale-i Nur'un en
parlak birer nurudurlar. Ve Âişe-i Sıddîka Radıyallahu Anhânın beraati
münasebetiyle, âyet-i Nur'un kelimesindeki zamir, üç vecihten
birisiyle Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma râci olmak haysiyetiyle, Sûre-i Nur,
zât-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm ile ziyade alâkadar bulunduğundan, o sûre
ile risalet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmı ispat eden o iki risaleye iki nur
lâfzıyla, belki üç nur kelimeleriyle yine aynen risalet-i Ahmediye
Aleyhissalâtü Vesselâmı ispat eden Mirac Risalesine dahi işaret etmiş.
Ben itiraf ediyorum ki, On Dördüncü Mektup noksan kaldığını unutmuştum. Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) aynı sûreyi iki defa tekrar etmesiyle tahattur ettim ve işârâtındaki dikkatine hayran oldum. Fakat o tekrar, yalnız On Dokuzuncu Söz ve Mektup için sayılır; ondan sonrakilere nisbeten sayılmaz.
ÜÇÜNCÜ REMİZ
Yirmi Sekizinci Lem'ada izah ve ispat edilen
fıkralarıyla Risale-i Nur'un üç ehemmiyetli vaziyetini haber veriyor. Bu fıkraların sarahate yakın bir surette hem cifir, hem mânâ cihetiyle Risale-i Nur'a işaretini On Sekizinci Lem'ada izahına binaen, burada ise orada zikredilmeyen ve İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın nazar-ı dikkatini celb eden yalnız üç sırra beyan edilecek.
Birincisi: İslâmlar içinde, dellâllar elinde teşhir suretinde gezdirmeye lâyık olan Risale-i Nur, maatteessüf, gayet gizli perde altında intişar ve istitara
Sekizinci Şua- s.935
mecbur olmasına işareten, İmam-ı Ali Radıyallahu Anh, iki defa ve
kelimeleriyle
yani "Gizli intişar edebilir" müteaccibâne haber veriyor.
İkincisi: Risale-i Nur, İsm-i Âzam cilvesiyle ve ism-i Rahîm ve Hakîmin
tecellisiyle zuhur ettiğinden, imtiyazlı hassası den iktibasen celâl ve kibriya,
3
den istifâzaten merhamet ve şefkat,
4den
istifadeten hikmet ve intizamın esasları üzerine gidiyor. Onun ruhu ve hayatı
onlardır. Sair meşreplerdeki aşk yerinde, Risale-i Nur'un meşrebinde müştakane
şefkattir. Ve refetkârane muhabbettir. Nasıl ki Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) sarîh bir
surette Siracü'n-Nur'un tarih-i telifini ve tekemmül zamanını ve meşhur ismini
fıkrasıyla haber vermiş. Öyle de,
(ilâ âhir) fıkrasıyla da
Siracü'n-Nur'un esaslarından haber veriyor. Çünkü
izzet, azamet ve celâl ve
kibriyadır.
Süryanice Rauf ve
Rahîmdir. Demek Hazret-i İmam-ı
Ali Radıyallahu Anh Siracü'n-Nur'u tarif ediyor "Hayatını ve nurunu, kibriya ve
azamet ve refet ve rahîmiyetten alıyor" diye mümtaz hasiyetini beyan eder.
Üçüncüsü: Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahu Anh, bu fıkrada
cümlesiyle diyor ki: 1354'te Siracü'n-Nur (yani, Risale-i Nur'un nuru) ile dalâletin
tecavüz eden nârı inşaallah sönecek. Yani, fitne-i diniye ateşini ya tahribattan
vazgeçirecek veya ileri tecavüzatını kıracak.
Eğer hicrî tarihi olsa, bundan iki sene evvel, dini dünyadan tefrik fırsatından istifade ile, dinin ve Kur'ân'ın zararına olarak ilerleyen dehşetli tasavvuratın tecavüzatı tevakkuf etmesi, elbette karşılarında kuvvetli bir seddin bulunmasındandır. O sed ise, bu zamanda çok intişar eden Risale-i Nur'un keskin hüccetleri ve kuvvetli burhanları olduğu çok emarelerle hissediliyor. Ve bu ikinci ihtimaldeki işaret-i Aleviye dahi onu teyid ediyor.HAŞİYE 2
Evet, cifirce :
600,
400,
200, şeddeli
100,
40, ve üç
7,
deki
iki,
beş, yekûnu
1354 eder. Lillâhilhamd, Siracü'n-Nur'un el-âyetü'l-Kübrâsı gibi çok risaleleri
var. Herbiri kuvvetli birer lâmba hükmünde sırat-ı müstakimi gösterip İmam-ı Ali
Radıyallahu Anhın haberini tasdik ediyorlar.
Bu üçüncü sırrın münasebetiyle aynen gibi 1354 tarihine makam-ı
cifrîsiyle bakan ve Said'in (r.a.) iki mâruf lâkabına remzen ve ismen îma eden ve
"Kendini muhafaza et" emrini veren ve o tarihte herkesten ziyade müteaddit
tehlikelere mâruz bulunacağını telvih eden Ercûze'nin âhirlerindeki
fıkrasıyla diyor: "Yâ Said el-Kürdî! 1354 tarihine yetişirsen, Mevlâ-yı Azîminden, o zamanın ve o asrın fitne ve şerlerinden muhafazanı iste ve yalvar."
Evet, On Sekizinci Lem'ada birinci keramet-i Aleviyenin izahında, Kaside-i Ercûziyenin Risale-i Nur ve müellifine dair işârât-ı gaybiyesi beyan edilmiş. İsm-i Âzam ve "sekîne" tabir ettiği esmâ-i sitte-i meşhuruyla daima meşgul olan bir şakirdiyle konuştuğu ve teselli verdiği ve çok emareler ve karinelerle o şakirt, Said olduğu ispat edilmiş. Ve orada o şakirdine demiş:
Yani, ecnebi hurufları 1348'de tâmim edilecek, çoluk-çocuk emirler ve fakirler icbar suretinde, gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar.
Evet, cümlesi tam tamına iki
800, iki
120, iki
400, iki
18, bir
10, mecmuu 1348'dir. Aynı tarihte Lâtinî huruflarına gece
dersleriyle cebren çalıştırıldı.
Sonra İmam-ı Ali (r.a.) Sekîne ile meşgul olan Said'e (r.a.) bakar, konuşur.
Akabinde der. İki-üç yerde kuvvetli işaretle Said (r.a.) ismini verdiği şakirdine
hitaben, "Kendini Sekîne ile dua edip muhafazaya çalış" Yâ-i
nidâî'den sonra müteaddit karineler ve emarelerle Said var. Demek
olur.
Bu fıkra nasıl ki
kelimesiyle "el-Kürdî" lâkabına hem lâfzan,