BİRLİK

"Ey inananlar, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz?""Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah yanında en sevilmeyen bir şeydir.""Allah, kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever." (Saf Suresi, 2-4)
Bu ayetlerin inişi sırasında cihad konusunda ibret verici ve düşündürücü şeylerle karşılaşırız.Her şeyden evvel gelip geçici bazı zayıflık anlarıyla insan ruhu karşımıza çıkar. Allah'ın sürekli terbiyesi, yönlendirme ve hatırlatmasıyla yardımı olmazsa hiçbir güç o ruhları bu zayıf durumlarından koruyamaz. İşte bazı rivayetlerde belirtildiği gibi bir müslüman kitlesi. Hem de muhacirlerden bir kitle. Mekke'deyken doğuştan gelen kahramanlık sahibi ve heyecanla dolu olduklarından Allah'ın kendilerine savaş izni vermesini istiyorlar. Ama o zaman savaştan ellerini çekmeleri, bunun yerine namaz kılıp zekat vermeleri emrolunuyor. Allah'ın takdir ettiği vakit gelip te Medine'de "Üzerlerine savaş farz kılınınca..." "Bir de onlardan değersiz bir insan grubundan Allah'tan korkar gibi veya ondan daha çok korktuklarını gördüm. Ve dediler ki: "Rabbimiz neden bizim üzerimize savaşı yazdın, yakın bir süreye kadar bizi geciktirmeli değil miydin?" Veya Medine'de bulunan Müslümanlar Allah katında amellerinin sevimlisinin ne olduğunu soruşturup yapmak istiyorlar. Ama cihad emri gelince bundan kaçınıyorlar.
Gerçekten çok az bir kısmı bile gözümüzü açmamız için yeterlidir. Gözümüzü açıp insan ruhunun yardımcı bir kuvvete ne kadar ihtiyacı olduğunu, zor yükümlülüklerle karşılaşınca bir destek arama durumunda olduğunu ve ancak böylece doğru yolda yürüyebileceğini, zayıf anlarını yenebileceğini görmemiz ve yüce ufuklara böylece tırmanabileceğini görmemiz için yeterlidir. Ayrıca rahat anlarda bir yükümlülük isteğinde bulunduğumuz zaman alttan almamız gerektiğini, istediğimiz yükümlülük omzumuza binince dayanamama durumumuzun da olabileceğini anlatmaktadır bize. İşte bu ilk Müslümanlardan oluşan bir topluluk zaafa düşüyor ve yapamayacakları şeyleri söyleyerek Allah'ın bu derece cezalarına muhatap oluyorlar.
İkinci olarak da Allah'ın, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşanları sevmesi hitabıyla karşılaşıyoruz. Evet Allah'ın yolunda savaşmak için bu derece derin bir teşvikini görüyoruz. Burada hatırımıza ilk gelen nokta bu teşvikin savaştan kaçınma hareketini dengelemek için olduğudur. Ne var ki olayın bahsedilen bu sebebi bizi hiçbir zaman bu emrin genel olduğunu ve ardında sürekli bir hikmeti kapsadığını kabulden alıkoyamaz.
Şurası muhakkak ki İslam savaşa can atmaz ve sevdiği için savaşmaz. Sadece şartların kendisini zorlaması veya takip ettiği hedefin büyük bir mana taşıyor olmasından dolayı savaşı farz kılar. İslam insanlığı en son ve değişmez Allah'ın nizamıyla yönetir. Bu düzen her ne kadar normal yaratılışa sahip insanların isteklerine uygun gelse de bununla birlikte ruhların üstün seviyelere çıkıp karar kılması için ağır yükümlülükler koyar. Bu arada yeryüzünde bu düzenin yerleşmesinden hoşlanmayan birçok kuvvet bulunacaktır. Bu düzenin yerleşmesi onların sahte değerlere ve batıl ölçülere dayalı birçok ayrıcalıklarının ellerinden alınmasına sebep olacaktır. Ve bu düzen insan hayatına hakim olduğu zaman tüm bu kuvvetlere karşı amansız bir savaş açacaktır. İşte bunu bilen o güçler, ruhların imanın gerektirdiği seviyede kalabilme konusundaki zaaflarından faydalandığı gibi geçmiş nesillerin bıraktığı artıkları da kullanarak bu düzene karşı çıkar ve yoluna dikilirler. Şer her zaman kötü, batıl her zaman yanlış, şeytan ise aşağılıktır. İşte bunun içindir ki iman yükünü taşıyanların ve Allah nizamının bekçiliğini yapanların şerrin oyuncaklarını ve şeytanın yardımcılarını yenebilmeleri için çok güçlü olmaları gerekir. Hem vücut yapılarıyla kuvvetli olmalıdırlar ki düşmanlarını yensinler, hem de ahlaki yapılarıyla. Ve bu yeni düzenin anlatılması; inanç hürriyetinin sağlanması ve herkesin inandığı gibi yaşama hürriyetine sahip olması içindir. Savaşmaktan başka çere kalmadığı zaman iman edenlerin savaşmaları gerekir. Onlar savaşırken yalnız ve yalnız Allah yolunda savaşırlar. Nasıl olursa olsun bir şahsi kazanç elde etmek veya batıl değerlere bağlılık için değil. Ve Allah'ın Resulü buyuruyor ki: "Kim Allah sözünün en üstün olması için savaşırsa o Allah yolundadır."
Allah sözüyle Allah'ın iradesi anlatılmak istenmektedir. Bizim anladığımız kadarıyla ilahi irade kainat kanunlarıyla birlikte hareket eder. Zira bütün kainat Rabbini hamd ile zikretmektedir. İslam kainat kanunlarına uyan ve bütün kainatla birlikte insanlara da Allah'ın şeriatıyla hükmeden en son ilahi nizamı getirmiştir.
Elbette ki bu ilahi nizama karşı birtakım fertler direnecek, bazı kitleler ve devletler buna karşı koyacaktır. Ve elbetteki İslam direnmekte olan bu gruba karşı çıkacak ve onlarla savaşacaktır. Bundan dolayı bu nizamın başarısı ve yeryüzünde Allah'ın sözünün gerçekleşmesi için Müslümanların savaşmaktan başka çareleri yoktur. Bunun için Allah kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşanları sever.
Üçüncü olarak da Allah'ın "Kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde" savaşan mücahitleri sevmesi durumuyla karşı karşıyayız. Cihad ferdi olduğu kadar da toplumsal bir yükümlülüktür. Çünkü İslam'a karşı çıkanlar toplu birlikler halinde karşı çıkarlar. Bunun için mücahitlerin de düzenli vücut halinde bulunmaları ve düşmanlarını böyle karşılamaları gerekir. Düzenli saflar, sağlam ve dayanıklı birlikler halinde olmalıdır. Zira bu din toplumun dinidir. Birbirleriyle uyuşan ve birbirlerine bağlı toplumlar oluşturmak ister. Bundan dolayı bir köşeye çekilip yalnız başına ibadet eden veya tek başına cihad eden yahut da tek başına yaşayan kişiler bu dinin bulundurulması gereken özelliklerinden uzaktırlar. Cihadın gereklerinden ve hayata hakimiyet durumundan ortaya çıkacak düzenden uzaktırlar. Halbuki Allah mü'minler için sevdiği manzarayı, inandıkları dinin özellikleri kendilerine çiziyor. Gidecekleri yolu aydınlatıyor.
Ve Kur'an'ın canlandırdığı kuvvetli yardımlaşma hareketini "Kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde" sözüyle anlatıyor. Öyle bir duvar ki bütün tuğlaları birbirine sıkı bir vaziyette sarılmış ve birbirinin yardımcısıdır. Her tuğlanın ayrı bir görevi var ve her biri ayrı bir deliği kapar. Çünkü bir tuğla yerinden kaldırılacak olursa yapı bütünüyle yıkılır. Bir tuğla; altındaki, üstündeki, sağındaki ve solundaki tuğlalarla bağlantısını kaybedecek olursa binanın tamamı yıkılır. Bu ifade bir gerçeğin betimlemesidir. Yoksa genel bir manada betimleme değildir. İslam cemaatini ve bu cemaat içerisindeki fertler arası ilişkileri anlatmaktadır. Duygu ve hareket ilişkisini belirtmektedir. Belirli bir hedefe yönelen ve belirli bir düzene uyan toplumun fertleri arasındaki ilişkileri ve dayanışmayı canlandırmaktadır.

Önceki Sayfa
Fihrist