ÇARPIK ANLAYIŞ
Gerek Kur'an-ı Kerim'de
ve gerekse peygamberin hadisinde "İyiliği emir ve kötülükten sakındırma"
konusunda söylenen hükümlerin tamamı müslüman bir toplumda yaşayan bir
Müslüman'ın üzerine düşen yükümlülüklerinden bahsetmektedir. Başlangıçta
Allah'ın hükümlerini kabul eden ondan sonra da bazı zamanlar her ne
kadar idari zulüm ve günahlar toplumda yayılmış olsa da Allah'ın şeriatının
hükmüne razı olan bir toplumda yaşayan bir Müslüman'ın yükümlülüklerinden
söz etmektedir. Bunun içindir ki Resulullah'ın (s.a.s) "Cihadın
en faziletlisi zalim bir devlet adamına karşı söylenen hak sözdür"
hadisinde de "İmam" kelimesine rastlıyoruz. Bir kişinin "İmam"
olabilmesi için başlangıçta Allah'ın hakimiyetini ve O'nun kanunlarının
hükümlerini kabul etmesi gerekir. Allah'ın kanunlarıyla hükmetmeyen
kişiye "İmam" denemez. Böylelerinden söz ederken Allah şöyle
buyuruyor: "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler ise kafirlerin
ta kendileridir." Allah'ın kanunlarıyla hükmedilmeyen toplumlara
gelince; bu tip toplumlarda yasaklanması gereken kötülük -ki bütün kötülükler
bu kötülükten doğmaktadır- Allah'a uluhiyetini bırakıp O'nun kanunlarını
hayattan kovmaktır. İşte kökü ta derinlere kadar inen bu büyük kötülüğe
karşı her Müslüman'ın bu büyük kötülüğün bir kolu, bir dalı ve ona bağlı
bir parçası olan küçük kötülükleri yasaklamaya girişmeden önce bütün
kuvvetini bu noktaya toplaması şarttır.
Boşu boşuna çaba harcamak şüphesiz ki gereksiz ve manasızdır. Hayırlı
ve salih kimselerin karakterleri gereği bahsettiğimiz o ilk kötülükten
nefret eden küçük kötülüklere karşı koymak için harcayacak enerjisi
yoktur. O ilk kötülük Allah'a karşı gelme küstahlığını göstermek uluhiyetin
özelliklerini şahıslara vermek ve Allah'ın kanunlarını hayattan atarak
O'nun uluhiyetini yok etme kötülüğüdür.
Bu ilk kötülüğün zorunlu sonuçlarından ve tartışmaya imkan bırakmayacak
şekilde acı ürünlerinden biri olan küçük kötülüklere karşı koyarak boşu
boşuna enerji kaybetmenin bir manası yoktur. Ki bu lüzumsuzdur da.
Ölçü Nedir?
Allah nizamının hakim olmadığı toplumlarda karşı konulan kötülükler
konusunda hangi esaslara dayanarak insanları muhakeme edebiliriz? Onlara
yaptıkları bir işten dolayı "Bu kötüdür sakın yapmayın" diyebilmemiz
için yaptıkları şeyleri hangi ölçüte göre değerlendireceğiz? Siz ona
"Bu yaptığın kötülüktür" dediğiniz zaman başka birileri de
"Hayır bu kötülük değildir. Eskiden bu hareketler kötü sayılabiliyordu.
Ama dünya her gün değişmektedir. Toplum her zaman ilerlemektedir. Bunun
için değer ölçüleri de değişmektedir" derler.
Öyleyse biz her işi ölçebileceğimiz sabit bir ölçüte sahip olmalıyız.
Herkes tarafından kabul gören bir değer ölçüsüne sahip olmalıyız ki
"İyiliği ve kötülüğü" ona göre ölçüp değerlendirebilelim.
Durum böyle olunca bu değer ölçüsünü nereden alabileceğiz?
İnsanların kendi hüküm, örf, arzu ve hedeflerinden mi alacağız? Bütün
bunlar, her zaman değişmektedir. Bir durum üzerinde sabit olduğu görülmemiştir.
Öyleyse bunlara uyduğumuz takdirde kılavuzu bulunmayan bir okyanusta
kayboluyoruz demektir. Bütün bunlardan sonra işe değer ölçüsünü yerleştirerek
başlamamız gerekmektedir. Sabit olan bu değer ölçüsünün insanların arzu
ve isteklerine göre de değişmemesi şarttır. Bu değişmez ölçü Allah'ın
ölçüsüdür.
Fakat toplum daha ilk başta Allah'ın hakimiyetini kabul etmiyorsa ne
yapabiliriz? Toplum Allah'ın kanunlarının hükmüne göre hareket etmiyorsa
elimizden ne gelir? Hatta Allah nizamına çağıranlarla .alay ediliyor.
Kötü karşılanıyor ve ağır zulümlerle karşılık görüyorsa bu durumda ne
yapılabilir? Böyle bir toplumda hayatın çeşitli yönlerini kaplayan önemsiz
ve değişik şeylerden ölçü ve değerlerin bulunmadığı, görüşlerin birbirleriyle
çatıştığı konularda iyiliği emredip kötülükten sakındırmamızın gülünç
ve boş bir çalışmadan, lüzumsuz bir enerji kaybından başka bir şey olur
mu?
Hiç şüphe yok ki yapılacak ilk iş bir hüküm, bir ölçü, bir hakimiyet
kaynağı ve çeşitli görüş ve arzuları, belirdiği zaman başvurulabilecek
ortak bir yönde birleşmek, anlaşma sağlamaktır.
Değer Ölçüsü
İşte böyle bir ortamda ve zamanda en büyük "İyilik" olan Allah'ın
hakimiyetini kabul etmek ve O'nun kanunlarına boyun eğerek yerine getirmektir.
En büyük kötülük olan Allah'ın uluhiyetini inkar edip hayat için koyduğu
kanunlarını terk etmekten sakındırmak lazımdır. Bir yapı; ancak temel
atıldıktan sonra yapılabilir. Öyleyse dağınık olan enerjiler birleştirilmeli
ve hepsi tek tek cepheye yığılmalıdır. Ve bu cephede tüm yapıların üzerine
oturtulacağı temeli oluşturmaktır.
İnsan, bazen teferruata dair konularda (iyiliği emir ve kötülükten sakındırmada)
enerji harcayan, iyiliği emir kötülükten sakındırma esası ile birlikte
İslam toplumunun üzerine oturduğu temel yıkıldığı halde basit konular
üzerinde çalışan safdil insanlara rastlıyor, zaman zaman onlara hayret
ediyor ve zaman zaman da acıyor!
İktisadi hayatın tümünü faiz esası üzerine oturtan bir toplumda insanlara
"haram yemeden" yasaklamanın ne manası vardır! Faizin hakim
olduğu bir toplumda bütün mallar harama dönüşür ve bir tek kişi bile
helal bir şeye sahip olamaz. Zira toplum düzeni ve iktisadi hayatı tümüyle
Allah'ın kanunlarına dayanmamaktadır. Ve toplum Allah'ın kanunlarını
hayattan uzaklaştırmakla Allah'ın uluhiyetini terk etmiş demektir.
Kanunları zinayı suç saymayan bir toplumda insanları "Fısk ve Fucur'dan
yasaklamamızın manası nedir? Zorlama hallerinde bile Allah'ın kanunlarına
göre cezalandırılmayan bir toplumda insanları kötülüklerden vazgeçirmek
için çalışmak ne mana taşır? Çünkü o toplum, Allah'ın uluhiyetini terk
etmiş demektir.
Bir toplumun kanunları içki içmeyi mubah kılarken, içki reklamları her
tarafta dolaşıp dururken ve herkesin göz önünde sarhoş olup açıkça rezalet
çıkarmadıktan sonra içkili birini cezalandırma yoluna gitmezken sizin
insanları içkiden vazgeçirmenizin ne manası vardır? Açıkça rezalet çıkartanların
bile Allah'ın kanunlarıyla cezalandırılmadığı bir yerde içkinin kötülüğü
konusunda harcayacağınız gayretin ne önemi vardır? O toplum daha başta
Allah'ın hakimiyetini kabul etmiyor demektir.
Allah'ın hakimiyetini kabul etmeyen dolayısıyla Allah'a ibadet etmeyen
bir toplumda insanları dine küfretmekten sakındırmanın ne önemi vardır?
Zaten o toplum bu durumuyla kendisini Allah'tan başka çeşitli Rabbler
edinmiştir. O toplum için hüküm ve kanunu, düzen ve idareyi ve değer
ölçüleri söz konusu Rabler koyar. Bundan dolayı küfreden de küfredilen
de Allah'ın dininden değildir. Böylece her ikisi de ve o yolda bulunan
toplum da tamamıyla kendilerine ölçü ve düzen koyanların dininde demektir.
İşte karşı karşıya bulunduğumuz bütün bu durumlarda iyiliği emredip
kötülükten sakındırmanın ne anlamı var. Bırakın küçük günahlardan sakındırmayı
büyük günahlardan sakındırmanın ne manası var ki? En büyük günahlardan
daha büyük olan günahtan sakındırılmamaktadır orada. Allah'ı inkar,
Allah'ın kanunlarını hayattan uzaklaştırma günahı...
Görüldüğü gibi mesele bu saf kimselerin gayret ve enerjilerinin ötesinde
çok daha büyük, çok daha geniş ve çok daha derindir. Bu gibi durumlarda
ne kadar büyük olursa olsun hatta Allah'ın sınırı bile olsa teferruatlar
peşinde koşmaya zaman yoktur. Allah'ın sınırı ilk önce Allah'ın hakimiyetinden
başka bir hakimiyet tanımamakla başlar. Bu sınır kabul edilmedikten
ve pratik bir gerçek olarak tek hüküm kaynağı olan Allah'ın kanunlarına
göre değerlendirilip ortaya çıkarılmadıktan sonra teferruatla harcanarak
tüm gayret ve çabalar boştur. Her türlü kötülükten önce enerji harcanması
ve gayret gösterilmesi gereken bu büyük kötülüktür. Zira Resulullah
ta öyle buyurmuyor mu? "Sizden biriniz bir kötülük görürse onu
eliyle değiştirsin. Gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü
yetmezse kalbiyle değiştirsin. Bu ise imanın en zayıf noktasıdır."
|
|
 |
|