CİHAD İHTİYACIMIZ VE CİHAD'IN GAYESİ
Bu küçük kitapçıkta
İslam'ın sosyal düzenini geniş bir şekilde anlatacak değiliz. Gerçi yerimiz
de buna uygun değildir. İnşallah zamanla bu konulan genişçe anlatırız.
Burada şunu vurgulamak istiyorum: İslam; son günlerde din denilince anlaşıldığı
gibi soyut olarak ibadetler, sözde kalan inançlar ve gelenekler kuramı
değildir. Gerçekten o, evrensel, bütün bir sistemdir. Yeryüzünde hüküm
süren batıl ve zalim sistemleri yıkıp, kökünden kurutmak, yerine insanların
yararına olan adalet ve özgürlüğe dayalı kendi sistemlerini getirmek ister.
Çıkmazlar içinde çırpınan şer tuzaklara düşmüş, zavallı insanların dünya
ve ahirette mutlu olmalarını sağlar.
İslam'ın çağrısı; düzeltme ve yenilik, yıkma ve yapma çağrısıdır. Bu,
bir bölgeye ve bir ırka özgü olmayıp bütün insanlığı kapsayan bir durumdur.
İslam, bütün bir insanlığı çağırıyor! Dahası Allah'ın sınırlarını hiçe
sayıp, yeryüzünün gelir kaynaklarını sömürmek isteyen, fakir kitleleri
perişan eden zalimler güruhunu tehdit ediyor:
"Allah'ın insanlar için çizdiği sınırları geçmeyin! Yeryüzünde putlaşmayın!
Allah'ın yasakladığı kötü şeyleri yapmayın! Eğer bu emir ve yasaklara
uyar ve adalet sistemine boyun eğerseniz kendinizi selamette biliniz!
Çünkü hak kervanının yolcuları hiç kimseye düşmanlık etmezler. Hakikat
erleri ancak zalimlere, fuhşa sapanlara, fesatçılara ve insanlığı Allah'ın
yarattığı doğal fıtrattan uzaklaştıranlara karşı düşmandırlar."
Bu çağrıyı kabul edip ona inanan her birey, İslam cemaatının bir parçası,
İslam sitesinin bir üyesidir. Bu sitede; siyahla kırmızı, zenginle fakir
arasında bir fark yoktur. Bir tarağın dişleri gibi üyelerin tümü de birbirine
eşittir. Öyle ki bir milletin diğer bir millete, bir sınıfın başka bir
sınıfa kesinlikle bir üstünlüğü yoktur. "Üstünlük ancak takva iledir."
İşte, Allah'ın lisanıyla Hizbullah denilen evrensel hizip ancak böylece
ortaya çıkar.
Sözü edilen hizip, gerçekleştirmek istediği bu gaye uğrunda, "Allah
yolunda Cihad'a başlamadan kesinlikle gerçekleşmiş sayılmaz. Doğal olarak
bu hizip başka düzenler üstüne oturan kurumları yıkıp elbette yok etmek
ister. Çünkü varlığının gayesi budur. O, bütün gücünü, çürümüş yapıları
yıkıp sosyal adalete dayanan kuramlar üstüne oturmuş, Kur'an'ın "Allah'ın
kelimesi" dediği sistemi getirmek için harcar.
Eğer bu topluluk (Hizbullah), hakim olan zalim sistemleri devirir yerine
hak ve adalete dayanan, İslam düzenini getirmek için bütün gücüyle çalışmaz,
bu uğurda hakkıyla cihad etmezse gayesini kaybeder; varlığında temel olan
hedefi kaybeder. İslam toplumu (Hizbullah), sadece bu gayeyi gerçekleştirmek
ve bu hedefe ulaşmak için vardır. Yani hedef hak ve adalet nizamı!.. Yani
Allah'ın hakimiyeti ideali!.. Müslüman'ın bu yolda cihad etmekten başka
hiçbir gayesi ve ideali yoktur. Bu biricik ideali Allah, kitabında şöyle
açıklıyor: "Siz, insanlar için ' ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden,
fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz." (Al-i
İmran Suresi, 110) Hiç kimse Kur'an'ın diliyle (Hizbullah) adı verilen
bu topluluğu soyut olarak mabetlerde vaaz eden, hutbe okuyan, çeşitli
makalelerle milletleri kendi mezheplerine çekmek isteyen misyonerler topluluğuna
benzetmesin! Hayır! Hayır! Kesinlikle böyle değil! Bu topluluk.sadece
ve sadece hak ve adalet sancağını elinde tutup insanlara şahid olmak için
Allah tarafından gönderilmiş bir topluluktur. Hizbullah'ın ilk günden
beri yüklendiği görev: Yeryüzündeki fesat ve kötülüğün kaynağını kurutup,
zulmü, haksızlığı, sömürücülüğü kökünden yıkmak ve kendilerini Allah'tan
ayrı olarak ilah yerine koyup yeryüzünde haksız yere böbürlenen yalancı
tanrıların sükselerini bozup, onların uluhiyet pozlarını kökünden devirmektir.
Bütün bunların yerine de, adalet prensiplerine dayanan, gölgesinde siyah-beyaz,
fakir-zengin, herkesin eşit olduğu bir düzeni getirmektir. Kur'an şöyle
der: "Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini kalana kadar onlarla savaşınız."
(Enfal Suresi, 39)
"Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve
büyük bozgun çıkar." (Enfal Suresi, 73)
"Puta tapanlar hoşlanmasalar da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak
üzere, peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'tır." (Tevbe
Suresi, 33)
Bütün bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki; bu Hizbullahi topluluk mutlaka
hakimiyeti eline alacak, idari odaklara hakim olacaktır. Çünkü çürük sistemler,
yeryüzünde kurdukları fesat, zulüm ve dikta sistemleriyle yaşayabilirler.
Dolayısıyla vatan ve milletin yararına olan bir düzen, ancak bu zalim
putçu düzenleri yıkarak işe başlar. Böylece de yönetimi Allah'a, ahirete
inanan, yeryüzünde şan, şeref, rütbe, bozgunculuk istemeyen kişilerin
eline teslim eder.
Bununla birlikte, bu topluluğun yeryüzünde barışı sağlamak, hayır ve fazilet
tohumlarını ekmek gibi ödevleri bir yana, kendi sistemlerinden başka bir
sistemle idare edildikten sonra kendi sistemlerine bağlanıp, ona göre
kendilerini düzenleyerek hareket etmeleri mümkün değildir. Böyle değil
mi? Hayat ve idare sistemine sahip bir ideale inanmış ve bu ideale bütün
gönlüyle bağlanmış bir mü'min kendi idealinden başka bir idealin gölgesinde
kendi prensiplerine uygun bir şekilde yaşayabilir mi?
Komünizme inanmış bir kişi, faşizmin memleketi Almanya'da ya da kapitalizmin
diyarı İngiltere'de komünist sistemin istediği şekilde bir hayat sürdürebilir
mi? Nasıl yaşayabilir ki? Oysa komünist sistemle, faşist veya kapitalist
sistemde yaşayış tarzı başka başkadır. Çünkü faşist veya kapitalist sistemin
ortaya koyduğu prensipler bir komünistin dilediği gibi yaşamasına engeldir.
Eğer böyle bir kişi, bu kapitalist veya faşist kuralları çiğnerse elbette
ki başı derde girecektir. Tıpkı bunun gibi bir müslüman İslam'ın ölmez
düzenine aykırı düzenlerle yönetilen bir ülkede, İslam'ın emir ve yasaklarına
uygun şekilde yaşayamaz.
İslam'ın prensiplerine göre günlük hayatını ayarlayamaz Böyle bir ortamda
bir Müslüman'ın yaşadığını düşünecek olsak bile her yönden kendisine baskı
yapılacağı kuşkusuzdur. Çünkü ülkeyi idare eden kanunların batıl olduğunu,
halktan alınan vergilerin milleti soyarak haksızca alındığını, verilen
hükümlerin adaletsiz olup hakkı çiğnediğini, idare sisteminin yeryüzünde
zulüm ve fesadın kaynağı olduğunu, öğretim sisteminin kötü sonuçlar doğurduğunu;
milletin felaketine neden olduğunu kabul eder. İşte bütün bunlar kendisine,
aile ve çocuklarına etki eder. Hiçbir zaman bunların hegemonyasından kurtulamaz.
Birey olsun, toplum olsun her kim bir sisteme inanıyorsa, ona candan bağlıysa
kesinlikle kendi sistemini hakim kılmak için başka sistemleri yok etmeye
çalışır. Böylesi bir durum, kendi sistemine gönülden bağlılığın doğal
bir sonucudur. Çünkü böyle birisi kendisinin inandığı, insanlığın huzurunu
garanti ettiğini kabul ettiği düzeni getirebilmek için bütün gayreti ile
çalışır. Çünkü inancına ve idealine göre hareket etmek fırsatını ancak
bu şekilde sağlayabilir.
Gayesi için uğraşmayan, bütün işlerinde gayesini, gözetmeyen, davası uğruna
yaşamayı ve ölmeyi bilmeyen kimse dava adamı olamaz. Böyle bir böyle bir
kimse yalancıdan başka bir şey olmadığı gibi mümince olamaz...
Bu durumda Allah'ın kitabı delildir; "Allah seni affetsin; doğrular
sana belli olup yalancıları bilmeden önce, niçin onlara izin verdin? Allah'a
ve ahiret gününe inananlar, mallarıyla, canlarıyla savaşmak istediklerinden
dolayı geri kalmak için senden izin istemezler. Allah sakınanları bilir.
Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp, şüphelerinde
bocalayan kimseler senden izin isterler." (Tevbe Suresi, 43-45)
Yeryüzünde Allah'ın insanlar için çizdiği sınırları geçerek kendinizi
putlaştırma yoluna saptırmayınız Allah'ın yasakladığı kötü şeyleri yapmayın.
Eğer bu emir ve yasaklara uyar ve yegane adalet sistemine boyun eğerseniz
biliniz ki selamettesiniz. Çünkü hak yolunun yolcuları hiç kimseye düşmanlık
etmezler. Bununla beraber hakikat erleri ancak zalimlere, fesatçılara,
fuhşa sapanlara ve insanlığı Allah'ın yarattığı asli fıtrattan uzaklaştıranlara
karşı düşmandırlar.
Zalimlerin kurdukları tören ve dehşet sistemine karşı çıkmak bakımından
ifade ettiğimiz şekilde pasif kalarak, karşı çıkmayıp boyun eğmek, inançlarda
büyük sarsıntılar oluşturacağını psikolojik bir gerçek olarak gösterebiliriz.
Böyle bir durum gönüllerde biraz olsun iman duygusu varsa bunu dahi yok
eder. Önceleri içtenlikle olmasa bile zorla boyun eğmek gibi bir durum
söz konusudur. Bir süre sonra ise aynı şeyleri göre göre, duya duya kanıksamaya
başlar. Böylece bir süre önce çok kötü sayılan şeyler artık normal kabul
edilir ve zamanla da bu gibi şeylere karşı bir istek baş gösterir. Dolayısıyla
aşamalı olarak, zorla kitleye kabul ettirilen batıl sistemler artık kitleye
yerleşmek durumuna gelebilir. Böyle bir kimse bir süre önce karşı çıktığı
o batıl ve zalim sistemleri artık desteklemeye başlar. Bu durum öyle bir
hal alır ki, kendini zorlayan kimse bulunmadığı halde ve bütün fırsatlar
da elinde bulunduğu halde sözü edilen zalim diktatörlerin batıl sistemlerine
yardımcı olur. Gönlünde İslam duygusu kalmayan böyle bir kimse cihad idealinden
çok uzak bir duruma düşer. Bunun sonucu olarak da dini ancak ayinler ve
ibadetler rükunu olarak kabul etmez. Herhangi bir birey veya toplum bu
konuma geldi mi artık onunla kafir arasında bir fark yoktur. Bir farkla
ki; kafirin düşmanlığı açıktan, böyle birisininki ise gizlidir. Durum
şudur; Böyle birisinin adı müslümandır ancak içi İslam'a karşı kin ve
nefretle doludur. İnandığı şeyin ismini alan böylesi bir kimse kabullenmediği
şeyi savunmak durumundadır! Bu konuda peygamberimiz efendimizden şöyle
bir hadis nakledilir: "Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin
ederim ki ya iyiyi emreder, kötüden sakındırır, haklının elinden tutup
haksızı susturursunuz ya da birbirinize düşer Allah'ın lanetlediği milletler
gibi lanetlenirsiniz."
|
|
 |
|