MELEK VE İNSAN

 
 
 

MUKADDİME

 
 
      Cennet'e ve Cehennem'e uzanan yolların kavşak noktası olan bu dünya âlemi, bir imtihan alanıdır ve imtihanın gizlilik içinde olması, aklın, mantığın, eşitliğin ve adaletin gereğidir.
      Bu nedenle, yüce
Allah dünya âleminde imanın gaybî (gizli) olmasını irade buyurmuş ve adına esbab (sebepler) denilen, birbirine bağımlı ve birbirini etkileyici zincirleme sebepler kuralı ile kudret ve azametini gizlemiştir.
      Dünyanın, ayın, güneşin ve yıldızların ilâhî iradenin takdir ettiği yörüngelerindeki hareketliliğinden kaynaklanan bu birbirine bağımlı ve birbirini etkileyici sebepler kuralı, dünyadaki her çeşit oluşumların kaynağı ve kökenidir.
      Ön yargıdan arınmış sağ duyuları ile kainattaki (evrendeki) denge, düzen, uyum ve disipline ibretle bakanlar, gafillerin doğa kanunları adını verdikleri bu zincirleme sebepler kuralının gerçekte düğmesine basılmış tam otomatik bir makine gibi, yüce
Allah'ın emir, irade ve denetimi altında olduğunu ve bütün âlemlerde yalnızca yüce Allah'ın koymuş olduğu denge, düzen ve çekim kanunlarının geçerli olduğunu görürler.
      Yüce
Allah'ın koymuş olduğu denge, düzen ve çekim kanunlarına Âdetullah denir ve hiçbir güç Âdetullah'ı değiştiremez. Üzerinde yaşama zorunluluğunda olduğumuz dünya gezegeni, Allah'ın koymuş olduğu denge, düzen ve çekim kanunlarının gereği, hem kendi ekseni hem de güneşin etrafında, Allah'ın takdir ettiği bir hızla dönmektedir.
      Dünya, kendi ekseni etrafındaki dönüşünü saatte 1666 km. hızla 24 saatte tamamlarken, güneşin etrafındaki dönüşünü 365 gün 5 saat ve 48 dakikada tamamlamaktadır.
      Altı (6) rakamının önüne tam 21 tane sıfırı yan yana dizdiğimizde, 6.000.000.000.000.000.000.000 şeklinde çıkan sayı kilogram olarak dünyanın ağırlığına eşittir.
      Hayal edemeyeceğimiz ağırlıktaki bu dev kitleyi (yani dünyayı) takdir ettiği yörüngede dilediği gibi döndüren, gezdiren yüce Allah, dünyadan 332.000 kat daha ağır olan güneşi de Samanyolu galaksi merkezi etrafında saniyede 250 km. hızla dolaştırmakta ve güneş bu yolculuğunu, yani Samanyolu merkezi etrafındaki dönüşünü, 200-225 milyon yılda tamamlamaktadır.
      Güneş, Samanyolu merkezi etrafındaki bu uzun yolculuğunu çekim kanununu koruyarak, uyduları ile birlikte yapmaktadır. Güneşin bir uydusu olan dünyamız da, dağları, denizleri, atmosferi ve üzerindeki tüm varlıkları ile bu uzun yolculuğa katıldığından, uzaydaki yerimiz her an değişmektedir. Dün uzayın neresindeydik? ½u anda neresindeyiz? Ve yarınlarda nerelerde olacağız?
      Sevgili Kardeşlerim!
      Dünyanın en zengin, en gelişmiş ülkeleri bir araya gelseler, bilim, teknoloji ve tüm servetlerini ortaya koysalar ve yüzyıllarca çalışsalar, Ağrı Dağı'nı kaldıracak bir vinç yapmaya güçleri yetmezken, hayal edemeyeceğimiz boyutlardaki bu güneş sistemini, uzay boşluğundaki yörüngesinde dilediği gibi yönlendiren güç ve kudret sahibini düşünelim!
      Ya milyarlarca yıldızlardan oluşan galaksiler, yedi kat gökler, felekler ve melekler!
      Bunların her birini yaratan, yöneten, yönlendiren ve denetleyen yüce Allah'ın sonsuz ve sınırsız kudreti karşısında, insanın secdeye kapanmaktan ve O'na teslim olmaktan başka elinden ne gelir ki!
      Yazıklar olsun, küçücük taş parçalarını ilâhlaştırıp, putlaştıranlara ve onların önünde saygı ile eğilenlere!..
      Yazıklar olsun, sapık ideolojiler uğrunda ömür tüketenlere!..
Üzerinde yaşama zorunluluğunda olduğumuz ve adına fani dünya dediğimiz bu uzay gemisi, madde âleminin bir parçasıdır. Bu nedenle, madde âleminde geçerli olan kevn'ül-fesad kanunları, tabii olarak bu dünya gezegeninde de geçerlidir.
      Kevn; oluşma, gelişme ve olgunlaşma, fesad ise duraklama, bozulma ve dağılma demektir.
Örneğin; toprağa saçılan tohumlar, yer altındaki oluşma sürecinden sonra, toprağın üzerinde gelişip, olgunlaşır, sonra duraklama, bozulma sürecinden geçip dağılır ve toprak olur.
       işte insan da böyledir. Ana karnındaki oluşma sürecinden sonra dünyaya gelen insan bu fani dünyada gelişir, olgunlaşır, makam, mevki ve yetki sahibi olur ama, sonra duraklama, bozulma (yaşlılık-hastalık) dönemlerinden geçip ölür, toprağa gömülür ve çürüyüp dağılır gider.

      Sevgili Kardeşlerim!
      En akıllı ve en bilinçli varlıklardan olan insanın, yüce Allah'ın koymuş olduğu bu kevn'ül-fesad kanunları karşısında kırdaki bir ottan, çölde ki bir bitkiden farklılığı ve ayrıcalığı var mı?
      Çağımızın bilim ve teknolojisi, insanların bu süreçlerden geçmesini, yaşlanmasını ve ölmesini engelleyebiliyor mu?
      Trilyonlarca farklı hücreden ve farklı dokudan yaratılan insanın, secdeye kapanıp, Allah'a kul olmaktan başka elinden ne gelir ki!..
      Varlıklar arasındaki canlı-cansız ayırımı, bizim açımızdan geçerli olabilir ama, yüce Allah katında varlıkların hepsi aynı ve eşit konumdadır.
      Çünkü hayat, ilâhî bir sırdır. Yuhyî ve yümit olan yüce Allah, dilediği varlığa hayat verip, onu diriltirken, dilediği varlıktan hayatı geri alıp, onu öldürür. Yüce Allah'ın hayat verdiği ölü atomlar, elementler, canlı organizma yolu ile organik maddelere dönüşerek, canlı bedenlerde, canlı hücreler olurken, yüce Allah'ın hayatlarına son verdiği canlı Hücrelerde, tekrar ölü atomlara ve ölü elementlere dönüşürler.
      Aşağılayarak baktığımız ve ayaklarımızla çiğnediğimiz topraktaki ölü atomlara ibretle bakalım ve saygı duyalım.
      Bugün ölü diye algıladığımız ve ayaklarımızla çiğnediğimiz atom ve elementler, bundan yüzlerce, binlerce yıl önce yeryüzünün canlı varlıkları idi. Bazıları hayat dolu çiçek, bazıları meyve veren ağaç, yumurtlayan tavuk ve süt veren koyunlardı. Bazıları kral, imparator, şah, sultan ve bazıları da zindanlara atılan mahkumlardı. Bazıları vali, bazıları kapıcı, bazıları paşa, bazıları er, bazıları hırsız, bazıları polis, bazıları hakim ve bazıları da mahkumdu.
      Onlar yeryüzünde yaşarken, bizler ölü topraklarda, ölü atom yığınları halinde idik. Sonra nöbet bize geldi. Onlar ölüp, çürüyüp, dağılıp, tekrar ölü atom yığınları şekline dönüşürken, bizler et ve kemiğe bürünüp canlı bir bebek şeklinde dünyaya geldik.
      Atalarımız: "O da yalan, bu da yalan, var biraz da sen oyalan" demişler. Bakalım, oyun ve oyalanma ne kadar sürecek ve ölüm meleği Azrail kapımızı ne zaman çalacak!..