Cennet'e
ve Cehennem'e uzanan yolların kavşak noktası olan bu dünya âlemi,
bir imtihan alanıdır ve imtihanın gizlilik içinde olması, aklın,
mantığın, eşitliğin ve adaletin gereğidir.
Bu nedenle, yüce Allah dünya âleminde imanın gaybî (gizli) olmasını irade
buyurmuş ve adına esbab (sebepler) denilen, birbirine bağımlı ve
birbirini etkileyici zincirleme sebepler kuralı ile kudret ve azametini
gizlemiştir.
Dünyanın, ayın, güneşin ve yıldızların
ilâhî iradenin takdir ettiği yörüngelerindeki hareketliliğinden
kaynaklanan bu birbirine bağımlı ve birbirini etkileyici sebepler
kuralı, dünyadaki her çeşit oluşumların kaynağı ve kökenidir.
Ön yargıdan arınmış sağ duyuları
ile kainattaki (evrendeki) denge, düzen, uyum ve disipline ibretle
bakanlar, gafillerin doğa kanunları adını verdikleri bu zincirleme
sebepler kuralının gerçekte düğmesine basılmış tam otomatik bir
makine gibi, yüce Allah'ın emir,
irade ve denetimi altında olduğunu ve bütün âlemlerde yalnızca yüce
Allah'ın koymuş olduğu denge, düzen ve çekim kanunlarının
geçerli olduğunu görürler.
Yüce Allah'ın koymuş
olduğu denge, düzen ve çekim kanunlarına Âdetullah denir ve hiçbir
güç Âdetullah'ı değiştiremez. Üzerinde yaşama zorunluluğunda olduğumuz
dünya gezegeni, Allah'ın koymuş
olduğu denge, düzen ve çekim kanunlarının gereği, hem kendi ekseni
hem de güneşin etrafında, Allah'ın takdir
ettiği bir hızla dönmektedir.
Dünya, kendi ekseni etrafındaki dönüşünü saatte
1666 km. hızla 24 saatte tamamlarken, güneşin etrafındaki dönüşünü
365 gün 5 saat ve 48 dakikada tamamlamaktadır.
Altı (6) rakamının önüne tam 21 tane sıfırı yan
yana dizdiğimizde, 6.000.000.000.000.000.000.000 şeklinde çıkan
sayı kilogram olarak dünyanın ağırlığına eşittir.
Hayal edemeyeceğimiz ağırlıktaki bu dev kitleyi
(yani dünyayı) takdir ettiği yörüngede dilediği gibi döndüren, gezdiren
yüce Allah, dünyadan 332.000 kat daha ağır olan güneşi de
Samanyolu galaksi merkezi etrafında saniyede 250 km. hızla dolaştırmakta
ve güneş bu yolculuğunu, yani Samanyolu merkezi etrafındaki dönüşünü,
200-225 milyon yılda tamamlamaktadır.
Güneş, Samanyolu merkezi etrafındaki bu uzun yolculuğunu
çekim kanununu koruyarak, uyduları ile birlikte yapmaktadır. Güneşin
bir uydusu olan dünyamız da, dağları, denizleri, atmosferi ve üzerindeki
tüm varlıkları ile bu uzun yolculuğa katıldığından, uzaydaki yerimiz
her an değişmektedir. Dün uzayın neresindeydik? ½u anda neresindeyiz?
Ve yarınlarda nerelerde olacağız?
Sevgili Kardeşlerim!
Dünyanın en zengin, en gelişmiş ülkeleri bir araya
gelseler, bilim, teknoloji ve tüm servetlerini ortaya koysalar ve
yüzyıllarca çalışsalar, Ağrı Dağı'nı kaldıracak bir vinç yapmaya
güçleri yetmezken, hayal edemeyeceğimiz boyutlardaki bu güneş sistemini,
uzay boşluğundaki yörüngesinde dilediği gibi yönlendiren güç ve
kudret sahibini düşünelim!
Ya milyarlarca yıldızlardan oluşan galaksiler,
yedi kat gökler, felekler ve melekler!
Bunların her birini yaratan, yöneten, yönlendiren
ve denetleyen yüce Allah'ın sonsuz
ve sınırsız kudreti karşısında, insanın secdeye kapanmaktan ve O'na
teslim olmaktan başka elinden ne gelir ki!
Yazıklar olsun, küçücük taş parçalarını ilâhlaştırıp,
putlaştıranlara ve onların önünde saygı ile eğilenlere!..
Yazıklar olsun, sapık ideolojiler uğrunda ömür
tüketenlere!..
Üzerinde yaşama zorunluluğunda olduğumuz ve adına fani dünya dediğimiz
bu uzay gemisi, madde âleminin bir parçasıdır. Bu nedenle, madde
âleminde geçerli olan kevn'ül-fesad kanunları, tabii olarak bu dünya
gezegeninde de geçerlidir.
Kevn; oluşma, gelişme ve olgunlaşma, fesad ise
duraklama, bozulma ve dağılma demektir.
Örneğin; toprağa saçılan tohumlar, yer altındaki oluşma sürecinden
sonra, toprağın üzerinde gelişip, olgunlaşır, sonra duraklama, bozulma
sürecinden geçip dağılır ve toprak olur.
işte insan da böyledir. Ana karnındaki oluşma
sürecinden sonra dünyaya gelen insan bu fani dünyada gelişir, olgunlaşır,
makam, mevki ve yetki sahibi olur ama, sonra duraklama, bozulma
(yaşlılık-hastalık) dönemlerinden geçip ölür, toprağa gömülür ve
çürüyüp dağılır gider.
Sevgili Kardeşlerim!
En akıllı ve en bilinçli varlıklardan olan insanın,
yüce Allah'ın koymuş olduğu bu kevn'ül-fesad kanunları karşısında
kırdaki bir ottan, çölde ki bir bitkiden farklılığı ve ayrıcalığı
var mı?
Çağımızın bilim ve teknolojisi, insanların bu süreçlerden
geçmesini, yaşlanmasını ve ölmesini engelleyebiliyor mu?
Trilyonlarca farklı hücreden ve farklı dokudan
yaratılan insanın, secdeye kapanıp, Allah'a kul olmaktan başka
elinden ne gelir ki!..
Varlıklar arasındaki canlı-cansız ayırımı, bizim
açımızdan geçerli olabilir ama, yüce Allah katında varlıkların hepsi aynı ve eşit konumdadır.
Çünkü hayat, ilâhî bir sırdır. Yuhyî ve yümit olan
yüce Allah, dilediği varlığa hayat verip, onu diriltirken,
dilediği varlıktan hayatı geri alıp, onu öldürür. Yüce Allah'ın hayat
verdiği ölü atomlar, elementler, canlı organizma yolu ile organik
maddelere dönüşerek, canlı bedenlerde, canlı hücreler olurken,
yüce Allah'ın hayatlarına son verdiği canlı Hücrelerde, tekrar
ölü atomlara ve ölü elementlere dönüşürler.
Aşağılayarak baktığımız ve ayaklarımızla çiğnediğimiz
topraktaki ölü atomlara ibretle bakalım ve saygı duyalım.
Bugün ölü diye algıladığımız ve ayaklarımızla çiğnediğimiz
atom ve elementler, bundan yüzlerce, binlerce yıl önce yeryüzünün
canlı varlıkları idi. Bazıları hayat dolu çiçek, bazıları meyve
veren ağaç, yumurtlayan tavuk ve süt veren koyunlardı. Bazıları
kral, imparator, şah, sultan ve bazıları da zindanlara atılan
mahkumlardı. Bazıları vali, bazıları kapıcı, bazıları paşa, bazıları
er, bazıları hırsız, bazıları polis, bazıları hakim ve bazıları
da mahkumdu.
Onlar yeryüzünde yaşarken, bizler ölü topraklarda,
ölü atom yığınları halinde idik. Sonra nöbet bize geldi. Onlar
ölüp, çürüyüp, dağılıp, tekrar ölü atom yığınları şekline dönüşürken,
bizler et ve kemiğe bürünüp canlı bir bebek şeklinde dünyaya geldik.
Atalarımız: "O da yalan, bu da yalan, var biraz da sen
oyalan" demişler. Bakalım, oyun
ve oyalanma ne kadar sürecek ve ölüm meleği Azrail kapımızı ne
zaman çalacak!..
|