İSLAM ŞİRKE GİDEN YOLLARI KAPAR
İslâm,
halis bir tevhid getirmiştir. Şirkin, büyük ve küçüğüyle savaşmıştır.
Şiddetle, ondan sakındırmıştır. Bunun için çeşitli araçlar ortaya koymuştur.
Şirk rüzgarlarının girdiği bütün kapılan kapamıştır. Bunlardan bazıları
şunlardır:
Peygamber'e Ta'zimde Aşırılık:
Peygamber (s.a.s.) kendisine aşırı derecede ta'zimde bulunulmasını, saygı
gösterilmesini nehy etmiştir. Şöyle buyurur: "Hristiyanların Meryem
oğlu İsa'yı övdükleri gibi, beni övmeyin. Ben, bir kulum. Allah'ın kulu
ve Rasûlüdür, deyin. (Müttefekun aleyh)
Kur'an, O'nun kulluğunu, bu anlamı destekleyerek, O'nun yüce makamı olarak
övmüştür: "Kuluna, içinde hiçbir eğrilik bulunmayan kitabı indiren
Allah'a hamd olsun." (Kehf, 1) Diğer bir ayette; "Geceleyin
kulunu (Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya) yürütenin şanı yücedir."(İsra,
3)Başka bir ayet:"Allah, kuluna vahy edeceğini vahy etti."(
Necm, 4)
Efendimiz (s.a.s.), kendi şahsında bu tür aşırılığa gidenleri gördüğü
ve duyduğu zaman, bunu söyleyeni veya yapanı men eder, hak ve doğru olanı
gösterirdi.
İyi bir senedle Ebu Davud Abdullah b. Şehiyr (r.a.)'den rivayet etmiştir.
Beni Amir heyetiyle Peygamber'e (s.a.s.) gelmiştim. Sen Efendimizsin,
dedik. Efendi, Allah'tır, buyurdu. Enes (r.a.) rivayet etmiştir: Bazı
insanlar şöyle dedi: Ey Allah'ın elçisi, ey hayırlımız, ey hayırlımızın
oğlu, ey efendimiz, ey efendimizin oğlu! Şöyle buyurdu: Ey insanlar! Sözlerinize
dikkat edin. Şeytan sizi aldatmasın. Ben, Allah'ın kulu ve Resûlüyüm.
Allah'ın bana verdiği makamın üzerine çıkarılmayı sevmem.(Nesei)Bir adam,
O'na, Allah ve sen dilerse (dilediğinde) deyince, beni, Allah'a ortak
mı koşuyorsun? Sadece, Allah dilerse de." (Nesei)
Salih
İnsanlar Hakkında Aşırılık:
İslâm'ın
nehy ettiği, sakındırdığı şeylerden biri de salihler hakkında aşın gitmektir.
Mesih (a.s.) hakkında bazıları o kadar aşırı gittiler ki; O'nu Allah'ın
oğlu, üçün üçüncüsü yaptılar. Bazıları ise, Allah, Meryem oğlu İsa'dır,
dediler. Bazıları da, bilginleri ve din adamları hakkında aşırılığa gittiler.
Allah'ı bırakıp onları rab edindiler. Bundan dolayı, Allah ehl-i kitabı
aşırılıktan sakındırdı, takbih etti: "Ey kitab ehli! Dininizde aşırılık
etmeyin. Allah hakkında sadece gerçeği söyleyin."(Nisa, 171)"Ey
kitab ehli! Haksız yere dininizde aşırılık etmeyin. Daha önce sapıtan,
çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir milletin heveslerine uymayın,
de."(Maide, 77)
Yeryüzünde ilk şirke düşen millet, Nuh (a.s.)'un milletidir. Bunun nedeni,
salih insanlara olan aşın saygı ve sevgileridir. Sahih-i Buhari'de, tanrıları
Ved, Süva, Yağus, Yeuk ve Nesr ile ilgili İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet
edilmiştir: Bunlar, Nuh (a.s.)'un milletinden bazı salihlerin isimleridir.
Öldüklerinde şeytan onlara şöyle dedi: Onların oturdukları yerlere, onların
putlarını ve heykellerini yapın. İsimleriyle isimlendirin. Ve böyle yaptılar.
Fakat ibadet edilmedi. Ne zamanki onlar öldü ve bu unutuldu. Sonraki nesiller
onlara ibadet etmeye başladı.
Seleften bazısı şöyle demiştir: Öldükleri zaman halk, kabirlerini terk
etmedi. Heykellerini yaptılar. Belki bir zaman sonra da ibadet etmeye
başladılar.
Buradan anlıyoruz ki, bazı müslümanların Allah'ın salih ve veli kullarına,
özellikle türbe ve kabirleri bulunanlar hakkındaki aşırılıkları onları
şirke götürebilir. Onlara adakta bulunmak, onlar için kurban kesmek, onlardan
yardım dilemek, Allah'tan başkası adına yemin v.b. şeyler, bu babtandır.
Onların evrende, sebeplerin ardında, doğa kanunlarında bir gücü ve etkisi
olduğuna inanmak ise, insanı büyük şirke götürür. Allah'ın dışında veya
Allah'la birlikte bir şeye dua etmek büyük bir günah, derin bir sapıklıktır.
Kabirlere Tazim:
İslâm'ın kesin bir şekilde sakındırdığı şeylerden biri de başta peygamber
ve salihlerin kabirleri olmak üzere; kabirlere ta'zimde bulunmaktır. Bundan
dolayı kabirlerde ta'zime yol açan bazı şeyler yasaklanmıştır.
Onları Mescid Edinmek:
Müslim'in Sahih'inde
rivayet ettiğine göre, Efendimiz (s.a.s.) ölmeden beş gün önce, şöyle
buyurmuştur: Dikkat edin! sizden öncekiler, peygamberlerinin kabirlerini
mescid ediniyorlardı. Dikkat edin! Kabirleri mescid edinmeyin. Sizi bundan
nehy ediyorum.
Hz. Aişe ve İbn-i Abbas'tan rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.s.) son
anlarında yüzüne bir kumaş parçası koyuyordu. Sıkılınca bunu bıraktı.
Şöyle buyurdu: "Yahudi ve hristiyanlara lanet olsun! Peygamberlerin
kabirlerini mescid edindiler. (Onların yaptıklarından sakındırıyordu)"(Müttefekun
aleyh)
Kabirlere Doğru
Namaz Kılmak:
Bir hadiste
şöyle buyurulur: "Kabirlerin üzerine oturmayın. Onlara doğru namaz
kılmayın."(Müslim)Yani, kabirleri kıble yönünde yapmayın.
Kabirlerin ışıklandırılması, Kandil Yakılması:
Hadis: Kabirleri ziyaret edenlere, üzerlerine mescid inşa edenlere, kandil
yakanlara Allah lanet etsin.
Kabirlere Kubbe Yapılması, Kireçlenmesi:
Müslim, Cabir'den (r.a.) rivayet etmiştir: Efendimiz (s.a.s.) kabirlerin
kireçlenmesini, üzerinde oturulmasını, bina yapılmasını yasaklamıştır.
Üzerine Yazı Yazmak:
Cabir'den (r.a.):Efendimiz (s.a.s.), kabirlerin kireçlenmesini üzerine
yazı yazılmasını yasaklamıştır.(Ebu Davud, Tirmizi.)
Yükseltilmesi:
Hz. Ali'den rivayet edilmiştir. "Efendimiz (s.a.s.) ona (Ali'ye)
kabrin kendisinden başka, hiçbir yüksekliği bırakmamasını (yani yükseklikleri
yok etmesini) emretti. "(Ebu Davud, Tirmizi.)
Ebu Davud'un Sünen'inde rivayet edildiğine göre, toprağın üzerine, taş,
tuğla v.b. şeyler eklenmesini yasaklamıştır. Bundan dolayı, selef, kabirlerine
tuğla konulmasını kerih görüyordu.
Kabirleri Bayram Yerine Çevirme:
Ebu Davud, Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayet etmiştir. "Evlerinizi
kabre, kabirlerinizi de bayram yerine çevirmeyin. Bana salât ve selâm
getirin. Nerede olursanız olun, salâtınız bana ulaşır."
Ebu Ya'la senediyle, Ali b. el-Hüseyn'den rivayet etmiştir: Peygamberin
(s.a.s.) kabrinin yakınındaki aralığa gelen bir adam gördü. Oraya girip
dua ediyordu. Onu bundan nehyetti. Size babamdan, onun da dedemden, onun
da Rasulullah'tan duyduğu şeyi size haber vereyim mi? dedi. Şöyle buyurdu:
Kabrimi bayram yerine, evlerinizi de kabre çevirmeyin. Nerede olursanız
olun, selâmınız bana ulaşır. "Kabri bayram yerine çevirmenin"
anlamı, orada toplanmak ve oturmaktır.
Rasulullah'ın (s.a.s.) kabri, yeryüzündeki kabirlerin en faziletlisidir.
Eğer O, kabrini bayram yerine dönüştürmeyi yasaklıyorsa, kimin olursa
olsun, diğer kabirlerin yasaklanması daha evladır, mantıklıdır.O'na salât
ve selâmda bulunmak yeterlidir. İnsan nerede olursa olsun salât ve selâm
O'na ulaşır.
Sakındırmadaki Hikmet:
İslâm'ın, kabirlere yapılan tazimi yasaklamasındaki hikmet, Nuh kavminde
ve bugün de gördüğümüz, büyük ve küçük şirke giden yolları kapamaktır.
Salihlerin kabirlerine aşırı ihtimamları, onları putlara tapmaya götürmüştür.
Bundan dolayı, Efendimiz buyurmuştur: "Ey Allah'ım! Kabrimi ibadet
edilen bir put haline getirme. Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinen
kavme Allah'ın gazabı artar. "(Malik)
Dinine tutkun her müslümana üzüntü veren şey, Rasulullah'ın (s.a.s.) sakındırdığı
hususların bugün toplumun çoğu kesiminde bulunuyor olmasıdır. Salihlerin
kabirlerini bayram yerine çevirdiler, onları yükselttiler, süslediler.
Bunlara ta'zim ve adakta bulundular, Kabe gibi çevresini tavaf ettiler,
Hacer-i Esved gibi bunlara selâma durdular. Duvarlarını genişlettiler.
Onların kimi secde etmekte, kimi de toprağına yüz sürmektedir. Korkuyla
onlardan medet umarlar, onlardan borçlarının ödenmesini, zorluklarının
giderilmesini, yardım elinin uzatılmasını isterler. Kimi isteklerini yazılı
olarak ölüye sunar. Bu, apaçık şirktir. Vela havle vela kuvvete illa billah!
Ağaç, Taş vb. Şeylerden
Hayır Ummak:
Peygamberin (s.a.s.)
savaş açtığı şirk türlerinden biri de budur. Orayı tavaf edenin, dokunanın,
ziyaret edenin, oturanın özel bir sır ve berekete ulaşacağına inanmaktır.
Bu, devamlı yapıldığında insanı şirke götürecek bir şeydir. Arapların
büyük putları, ya Lat gibi kayadan, ya Uzza gibi ağaçtan, ya da Menat
gibi taştandı. Bunun için Nebi (s.a.s.) bundan sakındırdı veya uyardı.
Tirmizi, Ebu Vakıd Elleysi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir. Rasûlullah'la
(s.a.s) Huneyn savaşına gitmiştik. Yeni müslümandık. Müşriklerin, Zat-ı
En-vat adı verilen çevresinde toplandıkları, silahlarını astıkları bir
ağaçları vardı. Bunun yanından geçerken; Ey Allah'ın Rasûlü dedik, onlarınki
gibi bize bir zat-ı envat yap. Allah Rasûlü buyurdu: Allah'u Ekber! İşte
bu, sünnetullahtır. Nefsimin elinde bulunduğu Allah'a yemin ederim ki,
Benî İsrail'in Musa'ya dediğini dediniz: "Onların tanrıları gibi
bize bir tanrı yap. Şüphesiz, sizden öncekilerin yolundan gideceksiniz."(Tirmizi.)
Görünen o ki, onlar sadece, bu ağaçtan hayır ummayı ve silahlarını asmak
istiyorlardı. Efendimiz'in (s.a.s.) onlara bu uyarısı, şirke giden yolu
kapamak içindi.
Esef verici olan şey, müslümanların çoğunun Allah Rasûlünün yolundan ayrılmış,
kendilerinden öncekilerin yoluna uymuş olmalarıdır. Hayır umdukları putlar,
heykeller edinmişlerdir. Onlara dokunmakta, onların yanında dua etmekte,
onları vesile kılmakta, müşriklerin putlara olan sevgisi gibi bir sevgiyle
onları sevmektedirler. Bugün müslümanların topraklarında, Efendimiz'in
(s.a.s.) sakındırdığı zat-ı envatlar vardır.
Müslümanlara, yöneticilere ve özellikle alimlere bu konuda üzerlerine
düşen,kötülüğü ortadan kaldırmalarıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) nasıl
Hz. Ali'yi (r.a.) gönderip yüksek kabirleri yıkmasını, yerle bir etmesini
emretmişse, bu yolu izleyerek ağaç, direk, kabir, odun, taş v.b. şeylerden
mamul putları yıkmaları ve yok etmeleri gerekmektedir.
Sahih-i Müslim'de, Ebu'l Hayyac el-Esedî'den rivayet edilmiştir. Bana,
Ali (r.a.) şöyle dedi: "Seni, beni Allah'ın Rasûlü'nün gönderdiği
şeyle, bütün putları ve yüksek kabirleri düzleme emriyle, göndereyim mi?"
İmam Ebu Bekir el-Tartusî der ki: Hz. Ömer'e, insanların, sahabenin Rasûlullah'a
biat ettiği ağacın altına gittiği, orada namaz kıldıkları haberi gelince,
müslümanların fitneye düşeceği korkusuyla ağacı kestirdi.
Hz. Ömer'in, Kur'an'da zikredilen ve sahabenin Rasûlullah'a (s.a.s.) altında
biat ettiği ağaca uyguladığı hüküm buysa, bunun dışındaki fitneyi artıran,
bela ve musibeti çoğaltan putlara uygulanacak hüküm ne olacaktır?
İmam Tartusi şöyle der: Bakın, Allah size rahmet etsin, nerede insanların
gittikleri, tazimde bulundukları, şifa ve iyilik bekledikleri, çaput ve
bez bağladıkları birini görürseniz, o zat-ı envattır, kesin.
Müberrir b. Süveyd'den: Şöyle diyor: Mekke'ye giderken, Ömer b. Hattab'la
sabah namazını kıldım. Namazda Fil ve Kureyş surelerini okudu. Sonra insanların
etrafa dağıldıklarını görünce, nereye gittiklerini sordu. Ey müminlerin
emiri! Şurada, Allah Rasûlü'nün namaz kıldığı bir mescid var. Orada namaz
kılıyorlar, denildi. Sizden öncekiler, bu .tür şeylerden dolayı helak
oldular. Peygamberlerinden kalan şeylere sahip çıkıyorlardı. onları kilise
ve havraya çevirdiler. Kim namaz vaktinde bu mescidlere kavuşursa namazını
kılsın, namaz vakti girmemişse yoluna devam etsin, namaz kılmak için beklemesin."
İşte bu Hz. Ömer'in fıkhıdır, İslâm akidesine olan ihtimamından, aşırılığa
ve sapıklığa düşecekleri korkusundandır.
Şirke
Düşüren Lafızlar
Efendimiz'in (s.a.s.)
sakındırdığı şeylerden biri de, içinde şirke düşme korkusu ve Allah'a
karşı edebe zarar veren lafızlardır. Bu, tevhidi korumak içindir. O şöyle
diyen gibi: Allah ve falan dilerse, Allah ve başkanın veya halkın adıyla.
Nebi'nin (s.a.s.) kendisi için, bu tür şey söyleyeni inkar ettiğini daha
önce gördük. Huzeyfe (r.a.) O'ndan şöyle rivayet etmiştir: "Allah
ve falan dilerse, demeyin. Şöyle deyin: Allah dilerse, sonra da falan
dilerse.
(Ebu Davud.)
Başka bir söz de şudur: Allah ve falan olmasaydı, veya Allah'a ve sana
güveniyorum. İbn-i Abbas (r.a.) der ki: "Allah'a eşler koşmayın'-(Bakara,
22)ayetindeki "endad" şirktir. Bu, karanlık gecede, siyah kaya
üzerindeki karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir.
Bu tür sözlerden bazıları şunlardır: Allah'a, ey falan hayatına ve hayatıma
yemin olsun, onun köpekleri olmasaydı hırsızlar gelmişti. İnsanın arkadaşına,
Allah ve sen dilersen, demesi; şu ve falan olmasaydı... Bütün bunlar şirktir.'
(İbn-Ebi Hatim)
Allah'ın (c.c.) isimleriyle veya ondan başkasının layık olmadığı şeyle
isimlendirmek: Ebu Davud'un, Ebu Şurayh'tan rivayet ettiğine göre, onun
Ebu'l-Hakem diye künyesi vardı. Peygamber (s.a.s.) ona şöyle dedi: Hakem
yalnızca Allah'tır. Ve hüküm O'na aittir. Sonra, en büyük oğluyla, Şurayh
ile künyelendi.
Sahih bir hadiste Ebu Hureyre'nin Peygamberden rivayet ettiğine göre:
Allah katındaki en kötü insan melikü'l-emlak (mülklerin sahibi) olarak
adlandırılandır. Allah'tan (c.c.) başka melik yoktur. Süfyan b. Uyeyne,
acemlerin kullandığı şehinşah da aynı konumdadır, demiştir. Çünkü, aynı
anlama gelmektedir. Bir rivayette, kıyamet günü Allah katında en çok gazaba
uğrayacak kişi, bu tür biridir.
İnsanın, Allah'tan başka bir mabudun adıyla isimlendirilmesidir. Abdulkabe,
Abdunnebi, Abdulhuseyn, Abdulmesih v.b. gibi. İbn-i Hazm, Abdulmuttalib'in
dışında bu tür isimlendirmenin haram olduğunu nakletmiştir.
İnsanın başına gelen zorluk ve darlık anlarında zamana sövmektir. Zamana
sövmek, bir tür Allah'a şikayette bulunmak, O'na kızmaktır. İşleri evirip
çeviren O'dur. Geceyi, gündüzü düzenleyen O'dur. Evrende bütün olup biteni
O yapar. Bundan dolayı, sahih bir hadiste şöyle denmektedir: "Allah
(c.c.) şöyle buyurur: Adem oğlu zamana sövmekle bana eziyet eder. Çünkü
zaman benim. Geceyi ve gündüzü ben düzenlerim."
TEVHİDİN
HAYATA ETKİLERİ
Şirkin kirlerinden
arınmış tevhid, birey hayatında veya bunun üzerine kurulduğu bir ümmetin
hayatında en olgun meyvelerini verir. Hayatta en yararlı sonuçlan doğurur.
İşte bunlardan bazıları:
İnsanın
Hürriyete Kavuşması:
Şirk,
bütün çeşit ve görüntüleriyle, insanın alçaltılmasından başka bir şey
değildir. Çünkü, o, yaratılanlara boyun eğmeyi, yaratılan hiçbir şeyi
yaratamayan, kendilerine bile bir yaran olmayan, öldürme, yaşatma ve diriltmeye
gücü yetmeyen insan ve eşyalara ibadeti gerektirir.
Tevhid ise; gerçekten insanı yaratan Rabbinden başkasına ibadet etmekten,
aklını hurafe ve vehimlerden kurtarır. Tevhid, insanın firavunların, rablerin,
Allah'a karşı ilahlık iddiasında bulunanların sultasından kurtulması,
sadece Allah'a boyun eğmesi, tevazu göstermesi, teslim olmasıdır.
Bunun için şirkin önderleri ve cahiliyenin muhafızları genel olarak peygamberlerin
davetine, özellikle Rasûlullah'ın davetine karşı çıkmışlardır. Çünkü onlar,
Lailahe illallah'ın anlamının insan özgürlüğünün bir anlatımı; bütün zorbaların,
sahte ilahlık koltuklarından indirilmesi, müminlerin hayatının yüceltilmesi
ve Allah'tan başkasına boyun eğmeme olduğunu biliyorlardı.
Dengeli
Bir Kişiliğin Oluşması:
Tevhid, hayatta yönü
belli, amacı net, yolu çizilmiş olan dengeli bir kişiliğin oluşmasına
yardım eder. Onun için yalnız ve toplu durumda, sevinçli ve üzüntülü anında
kendisine dua ettiği, onu razı edecek, küçük ya da büyük amellerde bulunduğu
yalnızca tek bir ilah vardır. Kalbini çeşitli tanrılara taksim eden, hayatını
mabudlara dağıtan, bazen Allah'a bazen de putlara, bir vakit şu puta başka
bir vakitte diğer puta yönelen müşriğin halinden farklı bir durumdur bu.
Bundan dolayı Yusuf (a.s.) şöyle diyor: "Ey zindan arkadaşlarım!
Ayrı ayrı bir sürü sahte rabler mi iyidir, yoksa her şeyden üstün tek
Allah mı?"(Yusuf, 39) Başka bir ayet: "Allah geçimsiz efendileri
olan bir adamla,yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir.(
Zümer, 29)
Müminin misali, bir tek efendisi olan ve onu neyin razı ettiğini ve neyin
kızdırdığım bilen, onu razı eden şeyin yanında duran ve bununla yetinen
köle gibidir. Müşriğin misali ise, birçok efendisi olan köle gibidir.
Biri doğuya yöneltir, diğeri ise batıya. Biri onu sağa çevirirken, diğeri
sola çevirmeye çalışır. Onlar birbirleriyle çelişen ortaklardır. O, onların
arasında ufalanır, dağılır. Ne sebat vardır, ne de karar.
Tevhid,
İnsanın Güvenliğinin Kaynağıdır.
Tevhid,
insanın nefsini güvenle doldurur. Şirk ehlinin içinde bulunduğu korkulardan
uzaklaştırır. Rızık, ölüm, nefs, çoluk çocuk, cin, ölüm, ölümden sonraki
hayat v.b. korkulara giden yolu kapar.
Muvahhid mümin, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmaz. Bundan dolayı,
insanlar korktuğu zaman onu korkar göremezsin. İnsanlar endişelendiğinde
onu güven içinde; heyecanlandıklarında onu sükun içinde bulursun. Bu konuda
Kur'an, İbrahim'in (a.s.) müşrik kavmîyle olan konuşmasını zikreder. Onu,
batıl tanrı ve putlarıyla korkutmaya çalıştıklarında, onları hayrete düşürecek
bir şekilde şöyle karşılık veriyor: "Allah'a ortak koştuklarınızdan
nasıl korkarım? Oysa siz, Allah'ın hakkında size bir delil indirmediği
bir şeyi O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. İki taraftan hangisine güvenmek
daha gereklidir, bir bilseniz."(Enam, 81)Sonra Cenab-ı Allah hangi
topluluğun güven içinde bulunmaya hakkı bulunduğunu haber verir: "İşte
güven, onlara, inanıp imanlarına zulüm (şirk) karıştırmayanlaradır. Onlar
hidayete erenlerdir."(Enam, 82.)
Bu emniyet, polisin korumasından değil, insanın içinden kaynaklanmaktadır.
Bu dünya emniyetidir, güvenidir. Ahiretteki ise daha büyük, daha kalıcıdır.
Çünkü onlar, Allah için ihlasla yapmışlardır. Tevhid akidesine şirk bulaştırmamışlardır.
Buharı İbn-i Mesud'dan (r.a.) rivayet etmiştir: "Onlar inanıp imanlarına
zulüm karıştırmayanlardır" ayeti indiğinde, ey Allah'ın Rasûlü, hangimiz
kendisine zulmetmez, dendi. Sizin anladığınız gibi değil, buyurdu. Lokmanın
oğluna söylediğini duymadınız mı? "Ey oğulcuğum, Allah'a ortak (şirk)
koşma. Şirk büyük bir zulümdür."(Lokman, 13.)
"İmanlarına zulüm karıştırmadılar ın" anlamı, "onlar dinlerini
ihlasla Allah'a tahsis ettiler; tevhidi düşüncelerini şirkle pisletmediler"dir.
Tevhid,
Psikolojik Kuvvetin Kaynağıdır
Tevhid,
sahibine psikolojik bir kuvvet verir. Nefsi, Allah'a umut, güven, tevekkül,
kazasına boyun eğmek, musibetlere karşı sabır, yaratıklardan müstağni
olmakla dolar. O, olaylardan etkilenmeyen, felaketler karşısında sarsılmayan
bir dağdır.
Başına her ne bela gelirse, her ne zorlukla yüz-yüze gelirse gelsin, yaratıcısına
sığınır. Kalbiyle O'na yönelir. O'ndan ister, O'ndan yardım bekler, O'na
dayanır, zararın telafisinde, hayrın gelmesinde, O'ndan başkasından bir
şey beklemez. O'ndan başkasına niyaz ederek, dua ederek yardım dilemez.
Peygamber'in (s.a.s.) İbn-i Abbas'a (r.a.) şu sözü, şiarıdır: "İstediğin
zaman Allah'tan iste. Yardım dilediğinde Allah'tan dile. Allah şöyle buyurur:
"Allah, sana bir sıkıntı verirse, onu O'ndan başkası gideremez. Sana
bir iyilik dilerse, O'nun nimetini engelleyecek yoktur. O'nu kullarından
dilediğine verir. O, bağışlayandır, merhametlidir." (Yunus, 107.)
Hud (a.s.)'ı, kavmi putları ile korkutmaya yeltendiğinde ne dediğini duymadın
mı? "Doğrusu ben Allah'ı şahid tutuyorum. Siz de şahid olun ki, ben
O'nu bırakıp koştuğunuz ortaklardan uzağım. Hepiniz bana tuzak kurun ve
ertelemeyin. Ben, yalnızca benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül
ederim. Hiçbir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış olsun. Rabbim elbette
doğru yoldadır. "(Hud, 54-56.)
Kuvvetli bir mantığı içeren bu ayet güvenli bir nefis, kararlı bir azim,
gevşemeyen ve boyun eğmeyen bir iman, korku ve zayıflık tanımayan bir
ruhtan bahsediyor. Çünkü o, gücünü Allah'a tevekkülden alıyor: "Kim
Allah'a tevekkül ederse, bilsin ki, Allah güçlüdür, hakimdir."(Enfal,
49.)
Tevhid,
Kardeşliğin ve Eşitliğin Temelidir
Tevhid, insanın özgürlüğünün,
izzet ve şerefinin korunmasında bir temel olduğu gibi; insanî kardeşliğin,
beşerî eşitliğin de temelidir. Çünkü, kardeşlik ve eşitlik, kimileri kimilerin
rableri olduğunda insan hayatında gerçekleşmez. Ama hepsi Allah'ın kullan
olursa, işte bu, insanlar arasındaki eşitliğin ve kardeşliğin temeli olur.
Bunun için, Rasulullah'ın yeryüzü krallarına, ülke başkanlarına daveti
şu ayet ile idi: "Ancak Allah'a ibadet etmek, O'na bir şeyi ortak
koşmamak Allah'ı bırakıp birbirimizi rabler olarak benimsememek üzere,
bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin."(Al-i İmran, 64.)
Efendimiz'in (s.a.s.) namazların ardından yaptığı muhteşem dualardan birkaç
örnek:
"Ey Allah'ım! Rabbimiz, her şeyin Rabbi ve sahibi! Senin tek olduğuna,
ortağın bulunmadığına şehadet ederim."
"Ey Allah'ım! Rabbimiz, her şeyin Rabbi ve sahibi! Muhammed'in kulun
ve Rasûlün olduğuna şehadet ederim."
"Ey Allah'ım! Rabbimiz, her şeyin Rabbi ve sahibi! Kulların hepsinin
kardeş olduğuna şehadet ederim."
Peygamber'den (s.a.s.) rivayet edilen bu üç şehadet birbiriyle bağlantılıdır.
Genel anlamdaki, insanî kardeşliğe şehadet -kulların hepsi kardeştir-
ilk iki şehadete bağlıdır. Uluhiyyette Allah Teâlâ'nın tek olması, ortağının
bulunmaması, onunla birlikte rablerin bulunmaması, O'ndan başkasının tevazu
ve ibadete layık olmamasıdır. Muhammed (s.a.s.)'in kulluğu, Allah (c.c.)'dan
tebliğde bulunması O'nun (Muhammed -s.a.s.-'in) ilahlığıyla ilgili bütün
şüphe ve korkuları kaldırıyor. O, ilah değildir. O, Allah'ın oğlu da değildir.
Hristiyanların Mesih (a.s.) hakkında zannettikleri gibi, üçün üçüncüsü
de değildir.
Bu iki hakikat, uluhiyyetin yalnızca Allah'a ait oluşu ve başta Muhammed
(s.a.s.) olmak üzere; bütün insanların O'nun kulu oluşu, üçüncü bir hakikati
zorunlu kılar: Allah (c.c.)'ın kulları eşittir ve kardeştir. Milletin,
rengin, soyun bir üstünlüğü yoktur: "Allah katında en değerli olanınız,
takvaca en üstün olanınızdır."(Hucurat, 13.)
|
|
 |
|