Tefsir Dersi

 MÜDDESSİR SURESİ
Tefsir
Ayet: 11-30


11- Tek olarak yarattığım o kimseyi bana bırak.
12- Hem ona bol servet verdim.
13- Hem göz önünde oğullar verdim.
14- Hem ona büyük imkânlar sağladım.
15- Sonra da şiddetle arzu eder ki daha da artırayım.
16- Hayır, çünkü o bizim âyetlerimize karşı bir inatçı kesildi.
17- Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.
18- Çünkü o bir düşündü, ölçtü, biçti.
19- Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti.
20- Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti.
21- Sonra baktı.
22- Sonra kaşını çattı, surat astı.
23- Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı.
24- "Bu, dedi, başka değil öğretilegelen bir sihirdir."
25- "Bu, sadece bir insan sözüdür."
26- Ben onu Sekar'a (cehenneme) sokacağım.
27- Bilir misin sen, nedir o sekar?
28- Ne geriye bir şey kor, ne bırakır.
29- Durmadan derileri kavurur.
30- Üzerinde ondokuz (melek) vardır.

 Velid B. Muğire

 11. Tek olarak yarattığım o kimseyi bana bırak. Allah Teâlâ,  kendisine dünyada nimetler ihsân ettiği halde o nimetleri inkâr edip küfürle mukâbele eden,  Allah’ın âyetlerini inkâr edip O’na iftirâ atan ve Allah kelâmını beşer kelâmı sayan o habîs kimseyi tehdîd ediyor. Burada "tek olarak" mânâsına gelen kelime, hem yaratanın hem de yaratılanın durumunu gösterebilir. Yani "benimle bırak, hiçbir ortağım olmadığı halde tek başıma yarattığım o kimseyi" yahut "kendisini tek başına, hiç kimsesi olmadığı halde yapayalnız yarattığım o kimseyi" demektir.

Ayetlerde kasdedilen kişi Velid b. Muğire'dir. Nitekim ibn-i Cerir'in verdiği rivayete göre birgün Velid b. Muğire, Peygamberimize gelir. Rasulullah ona Kur'an okur. Bunun üzerine O'na karşı düşmanlık duyguları yumuşar gibi olur. Durum Ebu Cehillin kulağına gidince derhal Velid'in yanma koşar. Ona "Amca, hemşehrilerin aralarında senin için mal toplamak istiyorlar der. Velid in Niçin diye sorması üzerine ona şu karşılığı verir: "Sana vermek için. Çünkü sen Muhammed e varmış. Ondan sus payı sızdırmaya kalkışmışsın:' Ebu Cehil bu sözleri ile Velid'in bam teline basıyor, onu en çok üstünlük tasladığı zenginliği konusunda tahrik etmek istiyordu. Nitekim "Kureyşliler benim en zenginleri olduğumu bilirler" der.

Bunun üzerine Ebu Cehil kendisine "Öyleyse Muhammed hakkında öyle bir söz söyle ki, hemşehrilerin onun sözlerini reddettiğini, ona karşı sempati duymadığını anlasınlar" der. Velid bu isteğe şu karşılığı verir: "Onun için ne diyeyim ki? Vallahi aranızda benim kadar şiirden anlayanınız, onun her türünü benim gibi iyi bileniniz yoktur. Vallahi Muhammed'in okudukları bunların hiç birine benzemiyor. Vallahi O'nun okuduklarında ayrı bir tat, ayrı bir çekicilik vardır. O önüne kattığını kırıp geçirir. O'nun okudukları üstündür, onların üzerine çıkmak mümkün değildir:' Ebu Cehil, sözleri biten Velid'e "Vallahi, Muhammed hakkında bir söz söylemedikçe hemşehrilerini memnun edemezsin" der. Bunun üzerine Velid "Öyleyse beni bırak da O'nun için ne söyleyeceğimi düşüneyim" der. Bir süre düşündükten sonra "Muhammed'in okudukları, başkalarından aktarılmış bir büyüdür" der.

Başka bir rivayete göre Velid'in Peygamberimize karşı yumuşaması üzerine ileri gelen Kureyşliler "Eğer Velid, dininden dönerse bütün Kureyşliler dinlerinden dönerler" derler. Bunun üzerine bu işi bana bırakın, hepiniz adına onu çözerim diyen Ebu Cehil, hemen Velid'in yanına koşar. Velid uzun uzun düşündükten sonra Peygamberimizden dinlediği Kur'an hakkında "O eskilerden aktarılmış bir büyüdür. Görmüyor musunuz, karı ile kocayı, evlad ile babayı, köle ile efendiyi birbirinden ayırıyor" der. Bunun üzerine bu surenin "Şu adamın işini bana bırak" ayeti ile başlayarak "On dokuz tane görevlisi vardır" ayetinin sonuna kadar süren bölümü iner.

Ayet, Peygamberimize sesleniyor: Şu adamı bana bırak. Ben onu yaratırken yalnız başına idi. Şimdi gururlandığı bol servetin, gözünden ayırmadığı evlatların, şımarmasına ve daha çoğunu istemesine yol açan öbür dünya nimetlerin hiçbiri o zaman yanında yoktu. Onun işini bana bırak. Hileleri ve tuzakları ile kafanı yorma.

 12-14. Hem ona bol servet verdim. Hem göz önünde oğullar verdim. Hem ona büyük imkânlar sağladım. Hem ona uzun uzadıya uzatılmış mal verdim yani çok mal, servet, arazi ve çiftlik gibi geniş yahut gelişip boy atarak ya da ticaretle artırılmış, uzatılmış mal verdim. Velid'in Mekke ile Tâif arasında çeşitli türde malları ve Taif'te yaz kış meyveleri eksik olmayan bostanı ve milyon kadar parası bulunduğuna dair rivayetler gelmiştir. Velid ziraat, hayvancılık ve ticaretle uğraşırdı.

Hem göz önünde oğullar verdim, Yani hepsi yanında hazır, göz önünde, çalışmak için şuraya buraya gitme ihtiyacı duymayan, meclis ve lokallerde babalarının yanında hazır bulunan oğullar verdim. Yahut, önemli işlerde şahitliklerine, görüşlerine ve bilgilerine başvurulan oğullar verdim. Rivayete göre Velid b. Muğire'nin hepsi mevki sahibi kişilerden olmak üzere on veya onüç oğlu vardı. Denildiğine göre bunlardan Halid, Hişam ve Velid müslüman olma şerefi ile şereflenmişlerdir.

Hem ona büyük imkânlar sağladım. Ona büyük imkânlar verdim, mal ve oğullardan başka onun önüne dünyayı serdim. Hayatın yükümlülüklerini ona kolaylaştırdım. Onu makam, izzet ve liderliğe mazhar kıldım. Böylece Kureyş içerisinde güçlü, kuvvetli ve kendisine itaat edilen bir lider oldu.

 15. Sonra da şiddetle arzu eder ki daha da artırayım. Bütün bu bol nimetten sonra, kafir olduğu halde, malını ve çocuklarını artırmamı istiyor. Daha çok vereyim diye açgözlülük eder. Gözü bir türlü doymuyor, şükretmiyor, kendisine verilenlerle yetinmiyor. Hatta bir rivayete göre: „Eğer Muhammed doğru söylüyorsa cennet benim için yaratılmış demektir“. Diyordu. Adam bu aşırı ihtirası yüzünden sert bir dille azarlanıyor, paylanıyor. Çünkü ne bir iyilik ne bir ibadet ne bir şükür yapmış ki, sahip olduğundan fazlasını istemeye yüzü olsun.

16. Hayır, çünkü o bizim âyetlerimize karşı bir inatçı kesildi. Hayır, öyle şey yok. Ayetin orjinalinde geçen "kellâ" sözcüğü bir paylama, azarlama ve reddetme edatıdır. Bir sözü, bir iddiayı veya bir ümit ve isteği reddeder. Burada onun aşırı istek ve ümidini kesme mânâsını ifade eder. Allah (cc) bunun sebebini ise şöyle açıklamıştır: Çünkü o, bizim âyetlerimize inatçı kesildi. O nimetleri veren şahsın birliğini gösteren delillere veya Kur'ân âyetlerine karşı inada kalkıştı. O gerçeği gösteren kanıtlara ve imana erdiren gerçeklere inatla karşı çıkmış, islam çağrısının önüne dikilmiş, Peygamber'e savaş açmış, kendini ve başlarını hak yoldan alıkoymuş, Kur'an ve islam hakkında asılsız iddialar ortaya atmıştır. Bu ise nankörlüktür. Verilen nimeti inkâr etmek onun artmasına değil, kesilmesine sebeptir. Hal böyle olunca, o inatçı bedbaht nasıl olurda daha fazlasını ister?!.

 17. Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.  Onu, güç yetirilemeyen zor bir azaba mecbur edip süreceğim. Dağa doğru çıkan kimsenin kuvveti zayıf düştüğü gibi, bu azabtan dolayı da onun gücü zayıflayacaktır. Seyyid Kutub şöyle der: Burada hareket hâlinde sıkıntıyı donduran, somutlaştıran bir ifade ile karşı karşıyayız. Sebebine gelince yokuş çıkmak en sıkıntılı, en yorucu yolculuk türüdür. Bir de yokuş çıkmanın irade dışı bir itme ile yapıldığını düşünürsek çekilen sıkıntının ve duyulan yorgunluğun ne kadar artacağını kolayca kestirebiliriz. Bu ifade aynı zamanda somut bir gerçeği dile getirir. Çünkü düz, kolay ve iç açıcı iman yolundan ayrılan kimse sarp, sıkıntılı ve nefes kesici bir patikaya düşmüş olur; sürekli endişe, bunalım, gerilim ve baskı altında yaşar, sanki göğe tırmanıyor gibi nefesi tıkanır; susuz ve azıksız çıkılan bir yolculukta ıssız ve tehlikeli izlerde taban teper, üstelik yolunun sonunda varacağı bir amaç, kazanacağı bir huzur da göremez.

Tirmizî, Hakim ve daha başkalarının rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v): "Sa'ud, ateşten bir dağdır ki kâfir ona yetmiş yıl çıkar, sonra içine düşer." buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber (s.a.v)'in, "Cehennemde bir yokuşa çıkması teklif olunur ki, ona elini koydukça erir, kaldırınca yerine gelir. Ayağını koyunca erir, kaldırınca yerine gelir." buyurduğu rivayet edilmiştir.

 18. Çünkü o bir düşündü, ölçtü, biçti. Tehdidin niçin yapıldığı veya o kâfirin nasıl inat ettiği açıklanmak üzere buyruluyor ki: Çünkü o düşündü ve bir takdir yaptı, kafasında ölçtü biçti, bir tahmin yaptı. Yani, kendisine Kur’ân’dan suâl sorulunca ne diyeceğini düşünüp taşındı. Nasıl bir söz uydurması gerekeceğini tefekkür etti ve ölçüp biçti. Keskin zekasını işletti ve fikir yürüttü. Sonra kendi kendine sözler hazırladı.

 19-20. Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti. Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti.  Allah onun canını alsın ve kendine hazırladığı o ahmakça sözden dolayı onu rezil etsin. Bu ayette Velid ile bir nevi alay vardır. Zira o, takdir edilmesi doğru olmayan şeyi takdir etti. Akıllı kimsenin söylemesi doğru olmayan şeyi söyledi. Allah (cc) onu daha fazla yermek, durumunun çirkinliğini belirtmek ve onunla son derece alay etmek için bu ibareyi tekrarlamıştır.

 21-23. Sonra baktı. Sonra kaşını çattı, surat astı. Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı. Kur’an’ın durumunu düşünerek tekrar fikir yürüttü. Sonra, söylediklerinden sıkılarak yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı. Yapacağı iş hususunda düşünen ve önem veren kimse gibi iyice yüzünü ekşitti ve kaşlarını çattı. Sonra imandan yüz çevirdi. Kibirlenip hakk ve hidayete uymadı. Anlamış olduğu haktan yüz çevirdi, imana arkasını, küfre yüzünü döndürdü ve Allah'tan korkmayıp gururlanarak büyüklük tasladı, hakkı kabul etmeyi kibrine yediremedi. Her şeyi bilen bir kişi edasıyla Kur’ân’a uymaktan vazgeçip büyüklenerek Dedi ki:

 24-25. "Bu, dedi, başka değil öğretilegelen bir sihirdir. Bu, sadece bir insan sözüdür." Yani dedi ki; Muhammedin (sav) söylediği, sihirbazlardan nakledip rivayet ettiği bir sihirden başka bir şey değildir. O (yani Kur’an) Allah kelamı değildir. Muhammed onunla kalbleri aldatıyor. Sihir nasıl büyülenen kimseyi etkilerse, o da kalbleri etkiliyor. Böyle deyip kararı bastı. Peygamberliği ve Kur'ân'ın Allah sözü olmasını inkâr ediverdi ki, işte inatçı kâfirlerin Kur'ân ve Peygamber hakkında söyledikleri nihayet budur. Bu, Allah'ın indirdiği kelâmı değil, Muhammed'in kendi söylediği kitabıdır derler. Velid’in davranışlarını ve bu adi sözü çıkarmasının anlatılmasında onunla alay ve onun hakktan uzak olduğuna işaret vardır. Velid’in davranışlarından ve sözlerinden anlaşılıyor ki o, bu sözleri, meselenin gerçeğini bilmediğinden değil, inat olsun diye ve cahiliyye gururu ile söylemiştir. Allah’ın la’neti onun üzerine olsun.

 26. Ben onu Sekar'a (cehenneme) sokacağım. Onu her yönden cehenneme daldıracağım. SEKAR, cehennemin isimlerindendir. Sonra "Sakar"ın bilinmezliği vurgulanarak bu tehdidin korkunçluğu arttırılıyor:

 27. Bilir misin sen, nedir o sekar? Bu soru korkutma ve tehdit ifade eder. Onun durumunun dehşetengîz ve çok zor olduğunu anlatmak içindir. Yani, Sakar’ın ne olduğunu sana bildiren nedir? Yani o öyle bir Sekar'dır ki, sen aklınla onun mahiyetini ve özünü kavrayamazsın. O anlaşılmaz ve kavranmaz derecede müthiş ve korkunç bir şeydir! Sonra Allah (cc) Sekar’ı açıklayarak buyuruyor ki:

 28-29. Ne geriye bir şey kor, ne bırakır. Durmadan derileri kavurur. Yani o öyle sırnaşık bir Sekar'dır ki, bir kere çattığı bir şeyi hiçbir zerresi kalmayacak şekilde yok edip tüketir, sonra da yakasını yine bırakmaz. O yok olan yeni bir yaratılışa çevrilir. O yine evvelki gibi azap ile çatmaya devam eder. Onların etlerini damarlarını, sinirlerini ve derilerini yer. Sonra bir başkası verilir ve tekrâr aynı azâbı görürler. Bu durumda ne öldürülürler,ne de diriltilirler. O herşeyi silip süpürür, her şeyi yutuverir, herşeyi yok eder, önünde hiçbir şey duramaz, ardında hiçbir şey komaz, ondan hiçbir şey paçayı kurtaramaz. İbn-i Abbas (ra) şöyle der: “Kan kemik ve etten hiçbirini bırakmaz. Yeniden yaratıldıklarında, öncekinden daha şiddetli bir şekilde tekrar yakılırlar. Ebediyyen bu böyle devam ederDurmadan derileri kavurur, Bir solukta deriyi kavurur ve gece karanlığı gibi simsiyah eder. Yani, bu dünyada onlarla kibirlenip durduğunuz bu güzel çehreler ve şahane cesetler, eğer Allah’ın (cc) ayetlerine karşı inatla muhalefete devam ederseniz -Velid bin Muğire gibi- o zaman bunların derileri yakılacak ve sonunda kapkara bir kömüre döneceklerdir.

 30. Üzerinde ondokuz (melek) vardır. Yani orada görevlendirilen bekçiler, sert zebanilerden ondokuz melektir. İbn-i Kesir der ki: Yahudilerden bir topluluk, Rasûlullah’ın ashâbından bir adama cehennemin bekçilerini sordu. Adam; Allah ve Rasûlü en iyisini bilendir, dedi. Ve gelip durumu Hz. Peygambere bildirdi. O anda, Allah Teâlâ Rasûlüne: „Onun üzerinde ondokuz vardır.“ âyetini indirdi.

Elmalılı Hamdi Yazır şöyle der: Bu "on dokuz"un ne olduğunu açıklayan kelime zikredilmiyor. Ancak bundan sonraki âyetten bunun, o cehennemin korucuları olan melekler yani zebaniler olduğu anlaşılıyor. İnsanoğlunun ruhî ve ahlâkî kuvvetlerinin analizini yapıp sınıflandırarak bu sayının sır ve hikmetini açıklamaya çalışmak isteyenler olmuşsa da, doğrusu bunun akılla bilinebilecek bir ilim işi değil, mutlak bir iman işi olmak üzere bir sınama için olduğu ikinci âyette özellikle anlatılmıştır. Onun için bunun, kayıtsız şartsız bir iman ile inanılması istenen mutlak bir ilâhî haber olduğunu tasdik edip "yorumunu ve mânâsını Allah bilir" demek gerekir. Bunların yorumuna çalışmayarak mutlak bir iman ile inanılması gerekir.

Bu "on dokuz" rakamı sert ve acımasız meleklerin birey olarak sayısı mıdır, yoksa bu meleklerin oluşturduğu safların sayısı mıdır, yoksa cehennem güvenliği ile görevli meleklerin türleri ve kategorileri midir, bilmiyoruz. Sadece şunu biliyoruz: Bu sayı, yüce Allah'ın verdiği bir bilgidir ve onu neden verdiği sonraki ayette açıklanmıştır.

Müminler, yüce Allah'ın bu konuda verdiği bilgiyi, Rabblerine güvenen, Rabbi karşısında gerekli edebi takınan kullara yaraşır bir teslimiyetle karşıladılar. Yüce Allah'ın sözünü ve verdiği bilgiyi tartışma ve demogoji konusu yapmadılar. Müşrikler ise bu sayısal bilgiyi, imandan yana boş kalplerle, yüce Allah'a saygı duygusundan uzak bir küstahlıkla karşıladılar. Bu durumlarda gereken ciddiyeti göstermediler. Tersine bu açıklamayı alaya, maskaraya aldılar. Onu gırgır ve dalga geçme konusu yaptılar. Rivayet edildiğine göre bu ayet nazil olunca Ebu Cehil Kureyş’e şöyle dedi: ...Görüyorum ki Muhammed (sav), cehennem bekçilerinin ondokuz olduğunu size bildiriyor. Oysa siz cesur ve kalabalık bir topluluksunuz. Sizden her on kişi, onlardan birini yakalamaktan aciz mi? Bunun üzerine Ebu’l Esed el-Cumahî ki çok kuvvetli birisi idi: “Ben sizin için onlardan onyedisine yeterim. Siz de benim için onların ikisine yetin” dedi. Öylesine güçlü bir kişiydi ki anlattıklarına göre o bir sığır derisinin üzerinde durur, on on kişi o sığır derisinin ayağının altından çekmek için çalışırdı da deri yırtılır ve o, yerinden kımıldamazdı. Rasûlullah’ı kendisiyle güreşmeye çağırmış ve; beni yenerse sana inanırım, demiş. Rasûlullah (s.a.) da onu def’alarca yenmiş yine de inanmamıştı.



 
Önceki Sayfa       Ana Sayfa       Sonraki Sayfa