Tefsir Dersi

 MÜDDESSİR SURESİ
Tefsir
Ayet: 31


Cehennemin Bekçileri

 31- Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: "Allah bu misalle ne demek istedi?" desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.

Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık, yani biz; cehennem işlerine bakmakla ancak katı ve sert melekleri görevlendirdik. Onları insanlardan yapmadık ki, onlarla mücadele edip galip gelmesinler. Onların yaratılışları  şiddetli ve karşı konulmaz, alt edilemez yaratıklardır. Bu, Kureyş’li müşriklere reddiyedir. Daha öncede belirtildiği gibi 30. ayet nazil olunca kureyşli müşrikler cehennem bekçilerinin sayısını az bularak alay etmişlerdi. Bu ayetin sebebi nüzulü ise onların bu alayvari davranışlarıdır. Yani, “onların güç ve kuvvetlerini insani eşdeğerleri ile kıyas etmeniz sizin ne kadar ahmak olduğunuzu göstermektedir. Halbuki onlar insan değil meleklerdir. Siz, Allah Teâlâ’nın meleklerden ne güçte mahluklar yarattığını bilemezsiniz“. denmektedir. Demek ki, bu cehennem görevlileri o yapısal özelliklerini ve güçlerini sadece yüce Allah'ın bildiği yaratıklardandırlar. Yüce Allah başka bir ayette onları bize tanıtırken "Onlar Allah'ın verdiği emirlere karşı gelmezler, aldıkları emirleri aynen yerine getirirler" buyuruyor." (Tahrim 6) Başka bir deyimle onların Allah'ın emirlerine itaatkâr olduklarını ve aldıkları emirleri yerine getirecek güçte olduklarını belirtiyor. Buna göre onlar kendilerine verilen görevleri yerine getirmelerine imkan verecek güçle donatılmışlardır. O halde madem ki, "Sakar"ın güvenlik görevlileri olarak atandılar, daha önce yüce Allah tarafından bu görevin gerektirdiği güçle donatılmışlar demektir. Hiç kuşkusuz bu görevin gerektirdiği gücün ne olduğunu yüce Allah biliyor. Bu durumda şu zavallı insancıkların onları kaba güçle safdışı bırakmaları, görev yapamaz duruma getirmeleri sözkonusu bile değildir.

Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık, bu sayıyı, sadece müşriklerin sapıklığı ve fitneye düşmeleri için bir sebeb kıldık. Zira müşrikler meleklerin sayısını az bulup alay ettiler. Bu âyette geçen "onların sayısı" sözünden maksat da, zikredilen "ondokuz" sayısıdır. Yani bunların sayılarının ondokuz yapılması veya şahısları mı, türleri mi ne olduğu belirtilmeyerek sade ondokuz sayısıyla bir muamma, bir sır halinde ifade edilerek haber verilmesi sadece kâfirlere bir bela ve imtihan içindir. Seyyid Kutub şöyle der: Bu sayısal bilgi onların kalplerinde tartışma arzusu uyandırır. Onlar nerede teslim olacaklarını, nerede tartışacaklarını ayır edemezler. Bu konu, tamamen Allah'ın tekelinde olan bir gayp konusudur. insanoğlunun bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Yüce Allah'ın bu konuda verdiği bilgi bu alandaki gerçeğin tek kaynağıdır. insanın bu konudaki tutumu şu olmalıdır: Allah'ın verdiği bilgiyi almalı, bu konuda verilen bilginin verildiği kadarı ile en hayırlı sonuç olduğuna güvenmelidir, bu konuda tartışmanın yersizliğini kavramalıdır. Çünkü insan ancak daha önceki bilgisi ile çelişen, bağdaşmayan yeni bir bilgiyi tartışma konusu yapabilir. Bu sayının neden on dokuz olduğu konusu ise varlık aleminde şu gördüğümüz ahengi kuran ve her şeyi belirli bir plana göre yaratan yüce Allah'ın bildiği bir konudur. Bu sayı, benzeri sayılar gibidir. Tartışma hastası olan kimse karşısına çıkan diğer sayıları da tartışma konusu yapabilir, öbür anlaşılmaz konulara da itiraz edebilir. Meselâ niçin gökler yedidir? Niçin insan yavrusu ana karnında dokuz ay kalıyor? Niçin insan kuru balçıktan ve cinler dumansız alevden yaratıldı? Niçin, niçin, niçin? Bu soruların tek cevabı vardır: Çünkü yaratma eyleminin tek yetkilisi olan yüce Allah diler ve dilediğini yapar. Bu tür tartışmalarda söylenecek son söz budur.

ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: "Allah bu misalle ne demek istedi?" desinler. Bu peygamberin hak olduğunu ve onun kendilerinin yanındaki Allah katından indirilmiş olan semâvî kitâblara uygun konuştuğunu kesin olarak öğrensinler. İmân edenlerin de îmânları artsın, Peygamberlerı Muhammed (s.a.) in verdiği haberlerin doğruluğunu görerek îmânlarına îmân eklesin. Münafıklar ve kâfirler; burada bunu zikretmenin hikmeti nedir? Desinler. Bu ve benzeri ifâdelerle; bir kısım insanların kalblerinde îmân kök salarken, başkalarının da îmânı sarsıntıya uğrar. Meleklerin sayısına ilişkin bu bilgi bu gruplardan birinin ön bilgisini kesinleştirecek, öbürünün de imanını pekiştirecektir. Çünkü kendilerine daha önce kutsal kitap verilmiş olanların bu konuda mutlaka bir önbilgileri vardı. Şimdi bu bilgiyi Kur'an'dan işittiklerinde bu kutsal kitabın eski ön bilgilerini doğruladığını görürler. Müminlere gelince Rabblerinin her sözü onların imanlarını pekiştirir. Çünkü onların kalpleri açık ve Allah'a bağlıdır. Bu yüzden bütün gerçekleri dolaysız biçimde algılamaya elverişlidirler. Yüce Allah katından bu kalplere gelen her gerçek onların Allah'a yakınlığını arttırır. Böylece bu kalplerin imanı daha da artar.

İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir, İşte böylece Allah, dilediğini saptırır, dilediğini hidâyete erdirir. Allah'ın dileği uyarınca bir grup bu gerçekler aracılığı ile doğru yola ererken başka bir grup saptırıyor. Herşey sonunda yüce Allah'ın özgür ve kayıtsız iradesine varıp dayanıyor. Şu insanoğulları hem doğru yola hem de sapıklığa açık iki yönlü bir yetenekle yaratılmışlar, sınırsız "güç"ün elinden çıkmışlardır. Doğru yolda yürüyen de sapıtan da onları bu iki yönlü yetenekle donatarak yaratmış olan yüce Allah'ın dileğinin sınırları içinde hareket ediyor.

Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir, Onların sayılarını ve çoçukluğunu Allah Teâlâ’dan başka kimse bilemez. Tâ ki herhangi bir kimse onların yalnızca on dokuz tane olduğunu vehmetmesin. Câbir İbn Abdullah’tan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Yedi kat gökte bir ayak yeri, bir avuç yer ve bir karış yer yoktur ki, orada ayakta duran veya secdeye varan veya rükû’a giden bir melek bulunmasın.“ Allah’ın kainatta ne kadar mahlukat yarattığını, onlara ne gibi kuvvetler verdiğini ve onlara ne gibi görevler verildiğini Allah’dan başka kimse bilemez. Bu orduların mahiyeti, görevleri ve güçleri birer gayb sırrıdır. Yüce Allah bu konularda dilediği oranda açıklama yapar. O'nun açıklamaları bu konuda söylenebilecek son sözdür. Bu kesin sözden sonra hiç kimse tartışma açmaya, demogojiye girişmeye, yüce Allah'ın açıklamadığı sırları bilmeye kalkışmaya yetkili değildir. Bu sırları öğrenmenin yolu da yoktur.

Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir, başka bir şey değil ancak insanlık için, insanın yararı için bir öğüt, bir hatırlatıcıdır. Allah’ın size anlattığı o ateş, korkup itaat etsinler diye, insanlar için öğüt ve hatırlatmadan başka birşey değildir. Onlar bu azabı tatmaya müstehak olmadan önce akıllarını başlarına alsınlar da kendilerini kurtarmaya baksınlar.



 
Önceki Sayfa       Ana Sayfa       Sonraki Sayfa