KULLUK , İTAAT ve İLAH EDİNMEK ANLAMINDA İBADET
Takdim ettiğimiz misallerin hepsinde,.kesin olarak anlaşılmıştır
ki, Kur'an-ı Kerim'de kelimesi bazı yerlerde kulluk ve itaat, bazı
yerlerde sadece itaat, üçüncü yerde de yalnız "ilâh" mânâsında
kullanılmıştır. Şimdi de ibâdet kelimesinin, her üç mânâyı içine almış
olarak geçtiği misalleri sıralamadan evvel, öncelikle zikredilmesi gereken
bazı hususlara göz atalım.
Az önce birbiri arkasında sıraladığınız misallerin hemen hepsi,
Allah'tan başkasına yapılan ibâdeti kapsamaktaydı. İbâdet kelimesinin
itaat ve kulluk mânâları ile zikredildiği âyetlere gelince: Bu âyetlerde
mabuddan maksat ya şeytandır; yahut Allah'a itaat ve ibâdette alternatif
olarak kendilerine itaat ve ibâdeti teşvik eden ve kendilerini Tâğut
kılan azgın kişilerdir, yahut da Allah'ın Kitabını hiçe sayarak insanları,
uygun gördükleri hayat düzeni ve yaşayış tarzına sürükleyen lider ve önderlerdir.
İbâdet kelimesinin "ilâh" mânâsında kullanıldığı âyetlere gelince:
Bu âyetlerde mabuddan maksat, yol gösterme ve öğretilerine rağmen insanların
kendilerine ilâh telakki ettikleri sâlih kişiler, peygamberler ve velilerden,
yahut yanlış anlayışları dolayısıyla tabiat kanunu üzerindeki koruyucu
Rab'likte ortak edindikleri cin veya meleklerden ibarettir. Veya bunlar,
mücerret şeytanın teşviki ile namazlarına kıble ve ibâdetlerine yön teşkil
eden heykel ve hayalî kuvvetlerden oluşmaktadırlar. Kur'an-ı Kerim, bütün
bu mabudları batıl sayıyor. İnsanların onlara tapmasını, onlara itaat
etmelerini, onların ilâh telakki edilmesini de büyük bir hata sayıyor.
Bu ibâdetin, onlara tapınılması, itaat olunması, yahut onları ilâh kabul
etmek şeklinde olması aynı şeydir. Kur'an ayıca şunu da vurguluyor: Sizin
tapmakta olduğunuz bu şeylerin hepsi Allah'ın kulları ve köleleri olup,
ibâdet olunmaya müstahak değildir ve siz de onlara ibâdet etmekle ümitsizlik,
alçaklık ve musibetten başka bir şey elde etmiyorsunuz. Hakikatte onların
da, yer ve göklerin de gerçek mâliki, bir olan Allah'tır. Bütün işler,
bütün otorite ve salâhiyetler O'nundur. İşte bundan dolayı da, ibâdet
edilmeye lâyık yalnız O'dur.
"(Ey kafirler!) Allah'ı bırakıp dua (ve ibâdet) ettikleriniz
sizin gibi kullardır. Eğer dâvanızda doğru iseniz, haydi onlara dua edin
de, isteklerinizi yerine getirsinler" (Araf, 194). (Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, burada
icabetten maksat,açıktan açığa cevap vermek değil, bilâkis isteği amelî
olarak yerine getirmektir.)
"Sizin Allah'ı bırakıp çağırdıklarınız ise, imdadınıza
yetişmeye güçleri yetmediği gibi, kendilerine de yardımları dokunmaz."
(Araf, 197)
"O çok esirgeyici Allah bir evlat edindi" dediler.
O'nun şanı bundan yücedir; münezzehtir. Hayır! Evlat dedikleri, ikrama
mazhar edilmiş kullardır" (Enbiyâ, 26)
"Bunlar, sözleriyle asla O'nun önüne geçemezler. (Bilakis) bunlar, O'nun emriyle hareket ederler"
(Enbiyâ, 27)
"Önlerindekini de arkalarındakini de O bilir. Bunlar O'nun
rızasına ermiş olandan başkasına şefaat etmezler. Bunlar, O'nun korkusundan
titreyenlerdir." (Enbiyâ, 28)(Burada 'dan maksat meleklerdir.)
"Onlar, O çok esirgeyici Allah'ın bizzat kulları olan
melekleri de dişiler yaptılar. (Melekler Allah'ın kızlarıdır, dediler)."
(Zuhruf, 19).
"Bir de, O'nunla cinler arasında bir hısımlık uydurdular.
And olsun ki bizzat cinler dahî, mutlaka (hesap gününde) yargılanacaklarını
pek iyi bilmiş(ler)dir" (Saffât, 158)
"Ne Mesih, ne de en yakın melekler Allah'ın kulu olmaktan
asla çekinmez. Kim O'na ibâdetten çekinir ve kibirlenmek isterse, bilsin
ki Allah onların hepisini huzurunda toplayacaktır"
(Nîsâ, 172).
"Güneş de, ay da hesaplıdır. Nebat da, ağaç da O'na secde
ederler" (Rahman, 5, 6).
"Yedi gökle yer ve bunların içinde bulunan melekler, cinler,
insanlar O'nu teşbih ve tenzih eder(ler). Hiç
bir şey müstesna olmamak üzere hepsi O'na hamd ile teşbih eder. Fakat
siz, onların teşbihini iyi anlayamazsınız. O hakikaten halimdir; gerçekten
affedicidir" (İsrâ, 44)
"Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. Hepsi de O'na boyun
eğicilerdir" (Rûm, 26).
"Yürür hiçbir mahluk hariç olmamak üzere, hepsinin alnından
tutan O'dur..." (Hûd, 56).
"Göklerde ve yerde olan hiçbir şey yoktur ki, çok esirgeyici
Allah'a kul olarak gelmiş olmasın." (Meryem, 93).
"And olsun ki O, bunları cemiyet
olarak da saymış, fertler olarak da saymıştır"(Meryem, 94).
"Her biri kıyamet günü O'na tek başına gelecektir"
(Meryem, 95).
"De ki: Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen
ona verirsin; mülkü kimden dilersen ondan alırsın. Kimi dilersen onun
kadrini yükseltir, kimi dilersen onu alçaltır-sın. Hayır yalnız Senin
elindedir. Şüphesiz ki Sen, her şeye hakkıyla kadirsin" (Âl-i İmrân,
26).
Böylece Kur'an-ı Kerim, insanların o ibâdet ettikleri şeylerin
tümünün Allah'ın kulu ve onun karşısında âciz olduklarını açıkladıktan
sonra, insanları ve cinleri ibâdet kelimesinin muhtelif mânâlarıyla yalnız
Allah'a ibâdete, sadece O'na kulluk etmeye, ancak O'na itaatte bulunmaya,
kişinin O'ndan başkasını ilâh kabul etmemesine ve ibâdetin hangi çeşidi
olursa olsun, bir hardal tanesi kadar bile olsa O'ndan başkasına yapılmamasına
çağırıyor.
"And olsun ki biz her ümmete, Allah'a ibâdet edin, ve
tâğuttan kaçının diye tebligat yapması için, bir peygamber
göndermişizdir..." (Nahl, 36).
"Tâğût'tan, (ona) ibâdet etmekten
kaçınıp da Allah'a yönelenlere gelince, Onlar için de müjde vardır. O
halde kullarımı müjdele" (Zümer, 17).
"Ey Adem oğulları! "Tâğût'a
ibâdet etmeyin. Çünkü o, sizi Rabbinizden ayıran bir düşmandır. Bana ibâdet
edin. İşte dosdoğru yol budur" diye size emretmedim mi?" (Yasin,
60, 61)
"Halbuki bunlar da,ancak bir olan Allah'a ibâdet etmelerinden
başkasıyla emrolumamışlardır." (Tevbe, 31)
"Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin
en temiz olanlarından yeyin; Allah'a şükredin, eğer hakikaten O'na ibâdet
ediyorsanız" (Bakara, 172).
Allah-u Teâlâ, bu âyetlerde boyun eğme, itaat, kulluk ve kölelikten
ibaret olan ibâdetin yalnız kendisine has kılınmasını emrediyor. Zaten
âyetlerde buna dâir açık işaretler vardır. Çünkü Allah-u Teâlâ bu âyetlerde
atalara, rahiplere, bilginlere, şeytanlara ve Tâğût'lara
itaat etmekten sakınmayı ve bir olan Allah'a kulluk için gerekeni yapmayı
emrediyor.
"De ki: Bana Rabbimden (aklî delilleri takviye eden) apaçık
(ilâhî) deliller gelince, o sizin Allah'ı bırakıp dua ettiklerinize (taptıklarınıza)
ibâdet etmekliğimden kat'i olarak men edildim. Alemlerin Rabbine teslim olmakla
emrolundum." (Mü'min, 66).
"Rabbiniz şöyle buyurdu: "Bana dua edin; size icabet
edeyim. Çünkü bana ibâdetten büyüklük taslayıp uzaklaşanlar hor ve hakir
cehenneme gireceklerdir" (Mü'min, 60)
"...işte bunları yapan Allah'tır; sizin Rabbinizdir. Mülk
yalnız O'nundur. O'nu bırakıp dua ettikleriniz ise, bir hurma çekirdeğinin
zarına bile mâlik olamazlar" (Fâtır, 13).
"Eğer onlara dua ederseniz duanızı işitmezler; (şayet)
işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet gününde de onlar sizin müşrikliğinizi
tanımayacaklardır..." (Fâtır, 14).
"De ki: Allah'ı bırakıp da size ne bir zarar, ne de bir
yarar vermeye gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Halbuki her şeyi
işiten, her şeyi bilen Allah'ın kendisidir" (Mâide,
76).
Allah-u Teâlâ bu âyetlerde "ilâh edinme" mânâsını
içeren ibâdetin kendisine ait olması gerektiğini belirtti. Buna dâir açık
işaret, âyetteki "ibâdet" kelimesinin dua mânâsında kullanılmış
olmasıdır. Yukarıda geçen ve aşağıda gelecek olan âyetlerde, Allah-u Teâlâ'ya
tabiat üstü koruyucu Rabliği konusunda ortak koştukları ilâhlardan söz
edilmiş bulunuyor.
Şimdi akl-ı selim sahipleri kolayca
anlarlar ki, Kur'an-ı Kerim'de Allah'a ibadetin zikredildiği her âyette,
ibâdet kelimesinin çeşitli mânâlarından sadece birine hasredilmesini gerektirecek
herhangi bir ifade bulunmuyorsa, o zaman bu gibi âyetlerde ibâdet kelimesinden
kastedilen kulluk, itaat ve ilâh edinme mânâlarının her üçüdür. Meselâ
şu âyetlere bakalım:
"Şüphe yok ki ben, (evet) ben Allah'ını! Benden başka
hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise bana ibâdet et..." (Tâ-hâ, 14).
"İşte Rabbiniz olan Allah! O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
Her şeyi yaratandır. O halde O'na ibâdet edin. O, her şeyin üstünde güvenip
dayanılacak mutlak bir vekildir" (En'âm, 102).
"De ki: Ey insanlar! Eğer benim dinimden bir şüphede iseniz,
(iyice bilin ki) ben Allah'ı bırakıp da, sizin ibâdet etmekte olduklarınıza
ibâdet etmem. Ancak sizin canınızı alacak olan Allah'a ibâdet ederim.
Bana mü'minlerden olmam emredilmiştir" (Yûnus, 104).
"Sizin O'nu bırakıp ibâdet ettikleriniz, kendinizin ve
atalarınızın takmış oldukları kuru adlardan başkası değildir. Allah bunlara
(ilâh olduklarına) dâir hiçbir burhan indirmemiştir. Hüküm Allah'tan başkasının
değildir. O, kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emr eylemiştir. Dosdoğru
din işte budur..." (Yûsuf, 40).
"Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır.
Her iş, O'na döndürülür. Öyle ise O'na ibâdet et; O'na güvenip dayan..."
(Hûd, 123). "...önümüzde, ardımızda ve her ikisinin arasında ne varsa
O'nundur. Senin Rabbin unutkan değildir."
"O göklerin, yerin ve onların arasında bulunan şeylerin
Rabbidir. O halde sen, O'na ibâdet et ve ibâdetinde de iyice sebat et..."
(Meryem, 64, 65).
"...Artık kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa güzel bir
amel işlesin ve Rabbine ibâdette hiçbir kimseyi (ve hiç bir şeyi) ortak
tutmasın" (Kehf, 110).
Öyleyse ibâdet kelimesinin, bu ve buna benzer ayetlerde yalnız
ilâhlık veya sadece itaat ve kulluk mânâlarıyla sınırlandığına dair herhangi
bir işaret yoktur. Bilâkis Kur'an-ı Kerim buna benzer âyetlerde davetini
en mükemmel şekilde ortaya koymaktadır. Şurası açıktır ki, Kur'an-ı Kerim
kölelik, itaat ve tapınmanın tümüyle ve bir arada olmak üzere yalnız ve
içtenlikle Allah'a ait olmasına davet etmektedir.
Buna göre, ibâdet kelimesinin sadece bir mânâda dondurulması,
doğrusunu söylemek gerekirse Kur'an çağrısının çok dar mânâlara sıkıştırılması
demektir. Bunun kaçınılmaz sonucu ise, Kur'an davetini böylesine dar kalıplar
içerisinde düşünerek Allah'ın Dini'ne inanan kimsenin, Kur'an'ın öğretilerine
ancak sınırlı bir şekilde uyabilecek olmasıdır.
|