![]() ![]() ![]() |
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 11,12 - s.1194 |
Müslümanların galebesiyle onların husumetlerini haset ve kine kalb etmiştir. Sonra da onların maruz kaldıkları o yeis ve kinden doğan korku, zafiyet ve zillet emrazlarını onların kalblerine istilâ ettirmekle marazlarını ziyadeleştirdi.
S - Kur'ân-ı Kerimin bu cümlede maraz kelimesini mef'ul değil, temyiz şeklinde kullanması neye işarettir?
C - Münafıkların batınî ve kalbî olan marazları, sanki zahire çıkmış ve
bütün amellerine ve fiillerine sirayet etmekle, onların vücutları tamamıyla maraz
kesilmiş olduğunu ifade etmek için, kelimesi, temyiz olarak
kullanılmıştır. Evet,
kelimesi mef'ul olduğu takdirde bu mânâyı ifade etmez.
Çünkü o vakit ziyadelik, yalnız maraza taallûk eder.
Altıncı cümleyi teşkil eden in vech-i irtibatı ise: Menfaati
ifade eden
dan anlaşılır ki, münafıkların menfaati ya dünyada elîm bir azaptır,
veyahut ahirette şedît bir elemdir. Bunlar ise menfaat değildir. Öyleyse menfaatleri
muhaldir.
S - Elîm, "müteellim" mânâsınadır. Müteellim ise şahsın sıfatıdır. Binaenaleyh azabın, elîm ile vasıflandırılmasında ne hikmet vardır?
C - Azap onların vücutlarını öyle kaplar ve cesetlerini öyle ihata eder ve batınlarına öyle nüfuz eder ki, sanki onların vücutları bir azap külçesi kesilir. Onların cesetlerinden, azaptan mâada birşey görünmez olur. Hatta o azap külçesinden fışkıran ah'lar, fizarlar, teellümler, sanki nefs-i azaptan neş'et ederler. Yani çağıran, bağıran, müteellim olan, ayn-ı azap olduğu sanılır.
Yedinci cümleyi teşkil eden nin veçh-i irtibatı:
Münâfıkların azaplarının, mezkûr cinayetleri arasında yalnız kizb ile vasıflandırılması, kizbin şiddet-i kubh ve çirkinliğine işarettir. Bu işaret dahi, kizbin ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şahid-i sadıktır. Zira kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i İlâhiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvâlini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsvây eden, kizbdir.
İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, bütün cinayetler içinde tel'ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir.
Bu âyet, insanları, bilhassa Müslümanları dikkate dâvet eder.
Sual: Bir maslahata binaen kizbin caiz olduğu söylenilmektedir. Öyle midir?
Cevap: Evet, kat'î ve zarurî bir maslahat için mesağ-ı şer'î vardır. Fakat hakikate bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zira usûl-i şeriatta takarrur ettiği veçhile, mazbut ve miktarı muayyen olmayan birşey, hükümlere illet ve medar olamaz; çünkü, miktarı bir had altına alınmadığından suistimale uğrar. Maahaza, birşeyin zararı menfaatine galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-ı muteber olur. Maslahat, o şeyi terk etmekte olur.
Evet, âlemde görünen bu kadar inkılâplar ve karışıklıklar, zararın, özür telâkki edilen maslahata galebe etmesine bir şahittir.
Fakat kinaye veya târiz suretiyle, yani gayr-ı sarih bir kelimeyle söylenilen yalan, kizbden sayılmaz.
Hülâsa, yol ikidir: Ya sükût etmektir; çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır; çünkü İslâmiyetin esası, sıdktır. İmanın hassası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâmın nizamı, sıdktır. Nev-i beşeri kâbe-i kemalâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiramı bütün insanlara tefevvuk ettiren, sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâmı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır.
Bu âyetin evvelki âyetle veçh-i irtibatı: Vakta ki, münafıkların nifakından neş'et eden cinayetlerinin birincisini teşkil eden, nefislerine zulmetmekle hukukullaha tecavüzleri olan cinayet zikredildikten sonra mezkûr cinayetlerinin ikincisini teşkil eden hukuk-u ibâda tecavüz etmekle aralarına fesat ilka etmek cinayetleri dahi mevki-i münasipte zikredilmiştir.
Sonra cümlesi münafıkların kıssasına ve hikâyesine dahil olduğu cihetle
deki
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 11,12 - s.1195
ye bağlıdır, mânâ ve mealce
ye nazırdır. Haddizatında dahi
ye merbuttur. Üslûbun tağyiri ise, yani kaziye-i hamliye yerine kaziye-i şartiyenin
iradı,
ile
arasında birkaç cümlenin mukadder olduğuna bir emaredir.
Takdir-i kelâm şöyle olsa gerektir: "Yalan söyledikleri zaman fitneyi ika
ediyorlar. Fitneyi ika ettikleri zaman ifsat ediyorlar. Nasihat edildikleri vakit kabul
etmiyorlar. Fesat yapmayın denildiği zaman, 'Biz ancak ıslaha çalışıyoruz'
diyorlar."
Bu âyetin ihtiva ettiği mezkûr ve gayr-ı mezkûr cümleler arasındaki veçh-i irtibat bir misalle izah edilecektir. Şöyle ki:
Bir insan tehlikeli bir yola sülûk ettiği zaman, en evvel "Senin bu yolun seni felâkete götürüyor, bu yoldan vazgeç" diye nasihat edilir. O insan vazgeçmediği takdirde şiddetle zecir ve nehyedilir ve aynı zamanda "Umum halkın nefret ve kahrına uğrarsın" diye tehdit edildiği gibi, "Ebna-yı cinsine zulmetmiş olursun" diye şefkat-i cinsiyeye de dâvet edilir.
Eğer o insan, sarhoşlar gibi inatçı ve kafasız ise, kendisine yapılan nasihat ve zecir ve nehiyleri müdafaa etmekle mukabele eder ve "Benim mesleğim haktır; ne senin hakk-ı itirazın var ve ne de benim senin nasihatlerine ihtiyacım var" diye serkeşliğe başlar.
Eğer o insan iki yüzlü ise, bir cihetten nasihat edenleri kandırır ve ilzama çalışır. Diğer cihetten de "Ben ıslah edici bir insanım" diye mesleğini hak göstermeye devam eder. Ve aynı zamanda "Islah benim hakiki bir sıfatım olup, bilâhare hasıl olmuş bir sıfat değildir" diye dâvâsını tekit ve te'yid eder.
Bundan sonra eğer o insan mesleğinde ısrarla nasihatları kabul etmezse anlaşılır ki, onun ıslahına hiçbir çare ve hiçbir deva yoktur. Yalnız onun fesadı halka sirayet etmemek için, mesleğinin muzır ve fena olduğunu ilân etmek lâzımdır ki, herkes ondan tahaffuz etsin. Zira o insan aklını çalıştırmıyor, şuurunu istihdam etmiyor ki, böyle zahir olan birşeyi hissedebilsin.
İşte bu misaldeki cümlelerin arasındaki münasebetlere dikkat edilirse, mezkûr âyetin cümleleri arasında bulunan münasebet halkaları güzelce görünecektir. Evet, aralarında öyle fıtrî bir nizam vardır ki, îcaz ve ihtirasından, i'câzın yüksek sesleri işitilir.
Mezkur âyetin herbir cümlesinin heyetindeki veçh-i intizam:
Evet, kat'iyeti ifade eden deki
kötü
ve fena şeyleri men ve nehyetmek lâzım ve vacip olduğuna işarettir. Failin terkiyle,
sîga-yı meçhul ile zikredilen
kötü birşeyi nehyetmek farz-ı
kifâye olduğuna işarettir. Menfaat ve lûtfu ifade eden
deki
yapılacak nehiylerin, tahkir ve tahakküm suretiyle değil, ancak nasihat tarzıyla
lâzım olduğuna işarettir.
şöyle bir kıyas-ı istisnaîye
işarettir ki: "Böyle yapmayın, aksi takdirde karışıklıklar meydana gelir.
İnsanlar arasında itaat rabıtası kesilir. Adalet, ihtilâle inkılâp eder. İttifak
ve ittihadın ipleri kopar. Fesat doğmaya başlar. Öyleyse, böyle yapmayın ki fesat
olmasın."
nehyi tekit, zecri idame ettiriyor. Çünkü nasihat muvakkat olduğu için
inzicarın devamı lâzımdır. Bu da vicdanın heyecana getirilmesiyle olur. Bu dahi ya
şefkat-i cinsiyenin uyandırılmasıyla veya nefret-i umumiyeye maruz kalmak korkusuyla
olur. Evet
kelimesi her iki ciheti de temin eder. Zira
kelimesi, lisan-ı haliyle,
"Sizin bu fesadınız nev-i beşere sirayet eder. Nev-i beşerin, bilhassa fakirlerin
ve masumların sizlere kötülüğü nedir ki, onlara karşı böyle fenalıkta
bulunuyorsunuz? Şefkat-i cinsiyeniz yok mudur? Niçin merhamet etmiyorsunuz? Evet, teslim
ettik ki, sizin şefkat-i cinsiyeniz yoktur. Hiç olmazsa nefret-i umumiyeden
korkunuz" diye onları ikaz ediyor.
S - Onların maksatları umum insanlar değildir. Niçin onların fesadı bütün insanlara sirayet etsin?
C - Evet, siyah bir gözlüğü takan adam herşeyi siyah ve çirkin görür. Kezalik, basiret gözü de nifakla perdelenirse ve kalb küfürle peçelenirse, bütün eşya çirkin ve kötü görünür. Ve bütün insanlara, belki kâinata karşı bir buğz ve bir adâvete sebep olur. Hem de küçük bir dişlinin kırılmasıyla büyük bir makine müteessir olduğu gibi, bir şahsın nifakıyla heyet-i beşeriyenin intizamı müteessir olur. Zira adalet, intizam, İslâmiyet ve itaatle olur. Maalesef onların serptikleri zehirler tabakadan tabakaya intikal ede ede bu zillet ve sefaleti ismar etmiştir.
: Yani, "Halkı ifsat etmeyin denildiği zaman 'Bizler ancak ıslah edici
insanlarız' iddiasında bulundular."
İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 13 - s.1196
da iki hâsiyet var.
Birincisi: Dahil olduğu hükmün hakikaten veya iddiâen malûm olması lâzımdır. Bu hasiyetten, nasihat edenleri tezyif etmeye ve cehaletlerine olan sebatlarını izhar etmeye bir remiz vardır. Yani, "Bizim ıslah edici olduğumuz malûmdur; binaenaleyh mesleğimizde sebat ederiz, nasihatlere kulak vermeyiz."
İkinci hâsiyet, hasırdır. Bu hasırdan dahi, onların salâhlarına hiçbir fesadın karışmamış olduğuna bir remiz vardır ki, bu remizden onların salâhlarına fesat karışıyor diye mü'minlere bir tariz vardır.
Sebat ve devamı ifade eden ism-i fail sigasıyla nin
ye
tercihen zikredilmesi, salâhlarının sabit ve daimî bir sıfat olduğundan şimdiki
halleri de ayn-ı salâh olduğuna işarettir. Sonra onlar, bu kelâmlarında da
münafıklık ediyorlar. Zira, batınen fesatlarını salâh addettikleri gibi, zahiren
"Bu amelimiz mü'minlerin salâh ve menfaatleri içindir" diye mürâilik
yapıyorlar.
: Bu âyetin makabliyle vech-i irtibatı:
Evvelki âyette münafıklardan hikâye edilen bazı mânâlar ve iddialar vardır. Meselâ münafıklar mesleklerini terviç ve teşvik etmişlerdir. Salahı kendilerine ispat ve salâhın daimî bir sıfatları olduğunu iddia etmişlerdir. Ve amellerinin salâha münhasır olduğu ve salâhlarına hiçbir fesadın karışmamış olduğu ve bu hükmün malûm hükümlerden bulunduğu iddiasında bulunmuşlardır. Ve mü'minlere târizde bulunarak mü'minlerden kendilerine nasihat edenleri teçhil etmişlerdir.
Kur'ân-ı Kerim dahi münafıkların şu mezkûr iddialarını cerh ve akslerini ispat etmek üzere şu cümlede bazı hükümler serdetmiştir. Ezcümle:
Fesat, münafıklara isnat ve ispat edilmiştir. Ve onların, müfsitlerin hakikatiyle ittihat ettiklerine işaret edilmiştir. Ve fesadın münafıklara münhasır olduğuna ve bu hükmün sabit bir hakikat bulunduğuna işaretler yapılmıştır. Ve onların muzır olmalarıyla halk ikaz edilmiştir. Ve onların hisleri nefyedilmekle teçhil edilmişlerdir.
Evet, fena birşeye düşmemek için kullanılmakta olan ikaz âleti denilen ile
onların dâvâları halkın nazarında tezyif ve iptal edilmiştir. Tahkiki ifade eden
ile,
dâvâlarında iddia ettikleri hakkaniyet ve malûmiyet reddedilmiştir. Hasrı ifade eden
onların
ve
ile mü'minlere karşı yaptıkları târizi cerh edici bir
mukabeledir. Cins ve hakikati ifade eden
deki harf-i tariften anlaşılır
ki, onlar müfsitlerin hakikatıyla ittihat etmişlerdir. Şuurdan mahrum olduklarını
ifade eden
cümlesi, onların zu'umlarınca dâvâlarının malumiyeti dolayısıyla
nasihate ihtiyaçları olmadığına ve nasihat edenleri tezyif ettiklerine karşı bir
müdafaadır.
Yani, "Halkın imana geldikleri gibi siz de imana geliniz, diye imana dâvet edildikleri zaman, 'Süfeha takımının imana geldiği gibi biz de mi imana geleceğiz?' diye cevapta bulunurlar. Fakat süfeha takımı ancak ve ancak onlardır; lâkin bilmiyorlar."
Bu âyeti makabliyle rapt ve nazm eden cihetlere gelince: Bu iki âyet münafıkların cinayetlerini hikâye ettiği gibi, onlara hem nasihat, hem irşad vazifesini de görüyor. Binaenaleyh, bu iki âyetin arasındaki atıf, ya onların mü'minlere isnat ettikleri sefahet cinayetini kendilerinin arzda yaptıkları ifsat cinayetine atıftır, veyahut emr-i bilmârufu tazammun eden ikinci âyet, nehy-i anilmünkeri ifade eden birinci âyete atıftır. Demek bu iki âyet arasındaki cihetü'l-vahdet, ya cinayettir veyahut irşaddır.
Bu âyetteki cümlelerin arasındaki cihet-i irtibat ise:
Vakta ki cümlesiyle farz-ı kifâye olan nasihat vazifesi ifa edilmek üzere kâmil
insanlardan ibaret olan cumhur-u nasa ittibaen, hâlis bir imana dâvet edildikleri zaman,
onların enaniyet-i cahiliyeleri heyecana gelerek
deyip gurur ve inatlarında
ısrar ettiler ve "Dâvâmız haktır ve bizler hak üzereyiz" diye bâtıl ve
inatçıların âdeti gibi bâtıl dâvâlarını hak ve cehaletlerini ilim iddia ettiler.
Çünkü onların nifakla kalpleri fesada uğramıştır. Şüphesiz fâsit olan bir kalb,
gururlu olur ve ifsadata meyleder. Binaenaleyh, onlar kalblerinin fâsid olmasından
temerrüt ve inat ediyorlar. Ve hedef ittihaz ettikleri ifsat iktizasıyla yekdiğerlerine
halkı idlâl etmeyi tavsiye ediyorlar. Ve gururlarının hükmüyle,