ŞEHİTLİK
"Allah, mü'minlerden
mallarını ve canlarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır.
Allah yolunda savaşırlar, öldürürler. Bu söz Allah'ın üzerine bir borçtur.
Gerek Tevrat'ta, gerek İncil'de ve gerekse Kuran'da (Allah yolunda çarpışanlara
cennet vereceğini vaad etmiştir.) Allah'tan daha çok ahdini yerine getirebilen
kim olabilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alış-verişten ötürü sevinin.
Gerçekten bu, büyük bir başarıdır." (Tevbe Suresi, 111)
Bu ayet mü'minleri Allah'a bağlayan ilginin ve müslüman olarak Allah'a
verdiği biatin gerçek yönünü açıklıyor. Kim bu biati verdikten sonra
içeriğine uygun hareket ederse o, gerçek manada bir mümindir. Çünkü
ancak imanın hakikati belli bir şekle girmektedir. Aksi halde imanın
şahısta kesinleşip kesinleşmediğini araştırmak gerekecektir.
Bu biatin içeriği Allah'ın bize belirttiği gibi Hak Teala'nın mü'minlerin
mallarını ve canlarını satın almış olmasıdır. Böylece mü'minler her
şeylerini Allah'a vermişlerdir. Artık mü'minin Allah yolunda herhangi
bir şeyini feda etmemesi söz konusu olamaz. Aslında almak veya vermek
mü'minin iradesi dışında meydana gelmektedir. Bu böyle bir satın alma
olayıdır. Alış-veriş bitmiştir. Bundan sonra satın alan kişi dilediği
gibi tasarrufta bulunabilir. Satılan kimse için ise artık söz hakkı
yoktur. Sadece belirlenen plana uygun olarak yolda yürümek, sağa sola
bakmadan, hangisini seçeceğim demeden münakaşa ve mücadeleye dalmadan
yürümek düşer. Her emre; "Başımla gözüm üstüne" diyerek itaat
etmek düşer. Bütün bunların bir karşılığı vardı; Cennet. Gidilecek yol
ise cihad yolu, ölmek ve öldürülmek yoludur. Sonuç ise; ya zafer ya
da şahadet.
Kim bu şartları kabul ederek kendisini satar ve bu bedeli beğenip gereklerini
yerine getirirse işte o mü'mindir. Mü'minler onlardır ki, kendilerini
Allah yolunda satmışlardır. Bu alış-verişe bir karşılık göstermesi de
Allah'ın fazlu keremidir. Yoksa, canlarını da, mallarını da veren O
değil midir? Ne var ki Allah kişioğluna bir irade gücü vermiş ve bu
irade ile alış-verişlerin yürümelerini sağlamıştır. Yine Allah kendi
insanıyla kişioğlunun hayatını birtakım antlaşmalarla düzenlemiş ve
bunlara bağlı kalmasını istemiştir. Bu ölçülerden ayrılmayı da insanlık
derecesinden düşüp hayvanlık derecesine bir inme olarak değerlendirmiştir.
Hatta hayvanlığın en kötüsü olarak... "Gerçekten de Allah indinde
yürüyen canlıların en kötüsü küfredenlerdir. Onlar iman etmezler. Onlar
ki sen kendilerinden söz almıştın da sonra her defasında ahidlerini
bozar olmuşlardı. Ve onlar sakınmazlar da." Nitekim ceza ve mükafat
noktası olarak da bu anlaşmaya uymayı veya uymamayı ölçü olarak almıştır.
Şüphe yok ki bu biat son derece ürkütücü bir biattir. Bunca ürkütücülüğüyle
o, her mü'minin boynunun borcudur. Gücü yettiği sürece ve iman ortadan
kalkmadan bu biatin ortadan kalkması söz konusu olmaz. İşte ben şu satırları
yazarken aynı korkuyu ve ürkütücülüğü bizzat hissediyorum. Ve şu noktadan
geliyor endişem:
Allah, şüphesiz Allah yolunda öldüren ve öldürülen mü'minlerin canlarını
ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kur'an da söz verilmiş bir hak olarak-
cennete karşılık olarak satın almıştır.
Sen bize yardım et Allah'ım... Bu sözleşme çok zor ve gayet müthiş...
Şu yeryüzünün doğusunda ve batısında "Müslüman" olduklarını
sanan insan yığınları. Oturmuşlar ve yeryüzünde Allah'ın uluhiyetini
hakim kılmak için cihad nedir bilmiyorlar. Kulların hayatına musallat
olan ve Allah'ın hakkını gasbetmiş bulunan putları yıkmak için çalışmıyorlar.
Ölmüyor ve öldürülmüyorlar. Birbirlerini kırmalarını ise cihadla ilgili
olmayan ölümlerdir. Sen bize yardım et Allah'ım...
Gerçekten de şu sözler onları ilk duyanların kalbinde bir yankı uyandırıyor
ve mü'min gönüllerde derhal yaşamaya başlayan bir gerçek oluyordu. Bu
sözler onların zihninde soyut manada öğrenilmeye çalışılan söz yığını
değildi. Sadece duygular dünyasında yaşayan soyut his yığını halinde
de kalmıyordu bu sözler. Onlar bu mübarek sözleri hemen harekete geçip
ona göre amel etmek için dinliyorlardı. Gözle görülen bir eylem haline
döndürmek içindi tüm bu uğraşları. Yoksa düşünülen ve zihinde şekiller
olarak kalması için değildi. İkinci Akabe biatında Revaha oğlu Abdullah
(r.a.) bu mübarek sözü böyle kavramıştı. Muhammed İbn Ka'b ve diğerleri
naklederler ki; İkinci Akabe biatinin yapıldığı gece Revaha oğlu Abdullah
(r.a.) Allah'ın Resulüne der ki: "Hem Rabbin, hem de kendin için
dilediğin şeyleri şart koş" bunun üzerine Resulullah buyurur: "Rabbim
için koyduğum şart; O'na kulluk etmeniz ve O'na başkasını ortak koşmamanızdır.
Kendim için ileri sürdüğüm şart ise; kendi canınızı ve malınızı koruduğunuz
şeylerden beni de korumanızdır" bunun üzerine Revaha oğlu Abdullah
der ki: "Biz bunları yerine getirdiğimiz zaman elimize ne geçecek?"
Allah'ın Resulü: "Cennet" diye buyurur. Orada bulunanlarda
hep birlikte: "Bu elbetteki kârlı bir kazanç. Ne azaltır ne de
vazgeçeriz" derler.
İşte böyle... "Ne azaltırız ne de vazgeçeriz." Onlar bu sözü
bir pazarlık ve el sıkışma olarak kabul etmişlerdi. Artık mesele bitmiş
anlaşma tamamlanmıştı. Ve bundan bir daha geri dönmenin imkanı kalmamıştı.
Bu alış-verişin karşılığı ise cennettir. Ancak bu karşılık vaad edilen
değil doğrudan doğruya alınan karşılıktır. Çünkü bu vaad ediş Allah'ın
vaadi değil mi? Ve O'nun daha önceki semavi kitaplarında da geçerli
olan vaadidir.
"Tevrat, İncil ve Kur'an da söz verilmiş bir hak olarak."
"Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır?"
Gerçek şudur ki cihad, doğrudan doğruya her müminin omuzuna yüklenmiş
bir biattir. Peygamberlik müessesesi kurulduğundan ve Allah'ın dini
yeryüzünde görüldüğünden beri bu durum böyledir. Aslında bu Allah'ın
değişmez bir kanunudur. Bu kanun olmadan ne hayatın düzenli bir şekilde
devam etmesi ne de kurtuluş imkanının olması düşünülebilir? Çünkü:
"Şayet Allah insanların bir kısmını bir kısmıyla def etmemiş olsaydı
bütünüyle yeryüzü fesada uğrardı."
"Şayet Allah insanların bir kısmını bir kısmıyla def etmemiş olsaydı,içinde
Allah'ın adı çokça anılan mescidler,mabedler,kilise ve havralar yıkılırdı."
Elbette hak,hak yolunda seyrine devam edecek,batıl da hakkın yolunu
kesip seyrine engel olmaya çalışacaktır.Her iki harekette gayet normaldir.Ve
elbette Allah'ın dini yeryüzünde kulları kula kul olmaktan kurtarıp
yalnızca Allah'a kul ederek gerçek hüviyetlerini vermeye çalışacaktır.Elbette
O yoluna devam ederken putlar ve şeytanlar dikilecektir.Hatta putların
ve şeytanların hakkın yolunu kesmesi gerekecektir.Ve bunu yanı sıra
Allah'ın dini elbette insanların gerçek hüviyetlerine ulaşmaları için
harekete geçecek.Hakkın hak yolunda azimle ilerlemesi ve batıla yol
vermemek için bir an bile durmaması işte bunun için gereklidir.Yeryüzünde
küfür ve batıl bulunduğu sürece ve insanın insanlık şerefini ayaklar
altına alan Allah'tan başkasına kulluk sürüp gittikçe Allah yolunda
cihada sürüp gidecektir.Allah'a karşı verilen söz, her müminin yüklendiği
zorunlu bir yükümlülüktür. Aksi halde imandan söz edilemez "Her
kim ki savaşmadan ve kendisini savaşa hazırlamadan ölürse münafıklıktan
bir şüphe içinde ölmüş olur"
"Öyleyse yaptığınız alış-verişe sevinin.İşte bu en büyük saadettir."
Sevinin…Kendinizi ve mallarınızı Allah'a adadığınız için sevinin…Ve
Allah'ın söz verdiği gibi karşılık için cenneti aldığınız için sevinin.Burada
müminin kaybettiği nedir?.. Kendi nefsini ve malını Allah'a adayan,
teslim eden ve bunun karşılığında cenneti satın alan ne kaybetmektedir?
Allah'a yemin ederim ki mümin hiçbir şey kaybetmemektedir.Gün gelecek
mutlaka ölecektir. Ve bir gün malı da kaybolacaktır. Bunları ister Allah
yolunda harcasın ister başka yolda harcasın... Ama karşılık olarak alınan
gerçek bir kazançtır. Ki aslında cennete karşılık verilen şeyler nasıl
olursa olsun bir gün kendiliğinden yok olacaktır zaten.
Allah için yaşayan insanın yüceliğini de bir kenara bırakalım. Allah
için yaşayan kişi üstün olursa, Allah'ın sözünü üstün kılmak, dinini
yerleştirmek ve O'nun kullarını O'ndan başkasına kulluk etmek alçalışından
kurtarmak için üstün olur. Canını verdiği zaman da Allah yolunda şehid
olur. Şehid olarak Allah'ın vadettiği hayatın kendi hayatından daha
iyi olduğunu görüp yaşamaya başlar. Dünyada Allah için yaşayan insan
zaten her adımında, her hareketinde kendisinin bütün yeryüzü kuvvetlerinden
güçlü olduğunu ve yeryüzünün her türlü bağlarından serbest bulunduğunu
hisseder.
Doğrusu sadece budur büyük kazançların kazancı. İnsana insanlığının
gerçek manasını sağlayan kazanç bu kazançtır. İnsanı zorunlulukların
baskısından ve kirliliğinden kurtaran, imanı acılardan üste getiren
ve inancı hayata tercih ettiren kazanca, birde cennet eklenince artık
tartışmasız bu sevindiren bir kazanç olur. Kâr üstüne kâr. Tartışma
konusu olmayan ve şüphe belirtisi bulunmayan bir kazançtır.
Allah yolunda cihad edenlere Allah'ın kararlaştırılmış sözü Kur'an'ın
birçok yerinde tekrar edilmiş ve üzerinde kapsamlı bir şekilde durulmuştur.
Kur'an, Allah yolunda cihadın Rabbani düzenin tabiatında yer almış önemli
bir öğe olduğunu şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde açıklamıştır.
Çünkü cihad, yalnız yer ve zamana göre değil, bizzat insan ve realitesine
cevap verilmesi için başvurulması gereken tek yoldur. Madem ki cahiliyet
sadece teori halinde ortaya çıkmıyor, aksiyon halinde belirip kendisini
maddi kuvvetlerle savunup ve böylelikle İslam'ın "evrensel birlik
emri"nin yayılmasının önüne dikiliyor ve bu emre kulak vermek isteyenlere
engel oluyor. Ve İslam'ın yeryüzünde kulları kullara kulluktan kurtarma
icraatına mani oluyorsa ona sadece birtakım teorik düşüncelerle cevap
vermek manasız olur. Bu evrensel emre engel olduğu gibi İslam cemiyetine
katılacaklara engel olan cahiliyyenin karşısına soyut birtakım düşüncelerle
çıkma olamaz. İşte bunun için İslam, kullara kul olmayıp kulların yaradanına
kul olmayı hedef edinen ve putperestlikten kurtulup gerçek hürriyetine
ulaşan, insanın "Hürriyet fermanı" olan bildirisini bütün
cihana yaymak yolunda kesin bir harekete geçmiştir. Yaygın cahiliyet
cemiyetlerini koruyan maddi güçlere karşı da maddi kuvvetiyle mücadeleye
girişmek zorundadır. Evet müslüman, kendi mantığı gereği kulların kullara
kulluğunun devamını sağlamak ve evrensel İslamî diriliş hareketini bastırmak
için faaliyet gösteren sistemlere maddi güçlerle karşı koymak zorundadır.
Allah her kitabında şöyle buyuruyor: "Allah yolunda savaşan, ölen
ve öldürülenlere cennet vardır." Bu ifadeler gerçek anlamıyla,
hem Tevrat'ta, hem İncil'de ve hem de Kur'an da mevcuttur. İşte bu konuda
söylenecek en kesin ve en doğru söz budur. Bunun dışında hiç kimseye
söz söyleme yetkisi yoktur.
Şüphesiz cihad her müminin boynunun borcudur. Bu, Allah tarafından onun
omuzlarına yüklenen bir emirdir. Evet bu emir her müminin risalet müessesesi
kurulduğundan beri üzerine yüklenmiş bir görevdir.
Şu bir gerçektir ki Allah yolunda cihad soyut manada bir savaş atılımından
ibaret değildir. Cihad, eylem, ahlak, duygu ve ibadet şeklinde ortaya
çıkan imanın zirvesini oluşturur. Allah'ın kendileriyle antlaşma yaptığı
mü'minler, iman hakikatini kendi şahıslarında özümlemeye çalışan inanmışlar,
işte bu asil imani gerçeklere sahip olanlardır:
"Allah'a tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, O'nun uğruna
gezenler, rüku ve secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye
çalışanlar ve Allah'ın hükümlerini hakkıyla gözetenler."
İşte Allah'ın kendisinden biat aldığı imanlı cemiyet ve işte o cemiyetin
seçkin vasıfları bunlardır. Kulu Allah'a döndüren, günah işlemekten
alıkoyan ve ameli salihe sevk eden bir tevbe. Allah'a yaklaştıran ve
Allah'ı asıl ilah, hedef ve gaye olarak gösteren bir ibadet. Allah'a
tam teslimiyetin ve rahmetiyle adaletine sonsuz ifadesi olarak gerek
bollukta ve gerekse darlıkta O'na hamd etmek. Yaratılanların temel planında
mevcut olan hak ve hikmeti dile getiren Allah'ın kainattaki delilleriyle
birlikte seyredip kainat mülkünde dolaşmak. Bu yol, insanın bizzat kendisinin
ıslah durumunu geçip diğer kulları ve bütünüyle hayatı ıslah hedefine
yönelen iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak yoludur. Allah'ın sınırlarına
tecavüz edenleri geri çeviren ve başkalarının bu hududu çiğnemesini
engelleyen bir muhafızlıktır.
Allah'ın düzenini düzeltmek için O nün yolunda cihad... Allah'a meydan
okuyan Allah düşmanlarına karşı savaşmak veya hak ile batıl arasında
süren savaşta şehid olmak. İslam ile cahiliyet, Allah'ın şeriatı ile
putçu nizamlar, hidayet ile sapıklık arasındaki bitmez tükenmez çatışmada
can vermek...
Hayat oyun ve eğlenceden, hayvanlar gibi yiyip içip eğlenmekten, alçakça
bir otoriteden, basit bir dinlenmeden ve kolay barışlara gönül bağlamaktan
ibaret değil ki... Hayır! Asıl hayat yolunda savaşmak, cihad etmek,
Allah'ın düzenini yüceltmek ve zafere erdirmek için ter dökmektir. Veya
Allah yolunda şehid olup sonra da cennet ve Allah'ın rızasını kazanmaktır.
İşte Allah'a inananların çağrıldıkları gerçek hayat... "Ey iman
edenler, sizleri size hayat verecek şeylere çağırdıkları zaman Allah'ın
ve O'nun Resulünün davetine icabet edin."
|
|
 |
|