CİHAD EDENLER VE EVİNDE OTURANLAR
"İnananlardan,
özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda
cihad edenler bir değildir. Allah mal ve canlarıyla cihad edenleri,
derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah
her ikisine de cennet vaad etmiştir. Fakat Allah oturanlara nispetle
cihad edenlere daha büyük bir mükafat vermiştir. Allah kendi katından
dereceler, mağfiret ve rahmet vermiştir. Allah Gafurdur, Rahimdir."
(Nisa Suresi, 95-96)
Bu ayet, özellikle Müslümanların ve onların etrafında bulunan diğer
bazı insanların durumlarını açıklıyor. Toplumun ilerlemesine engel olan
bazı yanlış kullanımları ayrıntılarıyla açıklıyor. Malla ve canla yapılacak
mücadele ile ilerlemenin sürekli devam edeceğini ve istikrarın mümkün
olacağını ifade ediyor. İnsanların hedef ve gayeleri ne olursa olsun,
bu kuralların değişmeyeceğini kesin bir şekilde açıklığa kavuşturuyor.
Medine'ye hicret etmekten kaçınan insanların bu hareketleri ister mallarını
korumaya dayanmış olsun ister hicretin zorluk ve yorgunluğundan kurtulmak
gibi bir maksada atfedilmiş olsun neticeyi değiştirmeyecektir. Hicretten
yüz çeviren kişilerin gayesi hatta bizim görüşümüze göre mal ve cihaddan
zevk almayan hatta Resulullah'a karşı olmayan ve münafıklardan da olmayan
Medine'deki bazı Müslümanların da maksadı ne olursa olsun; ne küfür
diyarında ne de İslam diyarında mal ve canla cihadı sevmeyen bu insanlar
Allah'ın hiç bir kanununu değiştiremeyeceklerdir. İlahi kanun dışında
bir olay asla meydana gelmeyecektir.
Ayet-i kerime bu özel duruma değinirken Kur'an'ın takip etmiş olduğu
üslup, onu genel bir kural haline getiriyor. Zaman ve mekana bağlılıktan
kurtarıyor. Malla ve canla cihad eden müminlerle, cihadı terk eden Müslümanların
eşit olamayacâğı kuralı. Nefisle cihad etmeye engel acizlik gibi bir
özre veya hem nefis, hem de malla mücadeleye engel fakirlik ve acizlik
gibi bir özre sahip olmadıkları gibi cihaddan yüz çeviren o insanlarla,
mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad eden mü'minlerin eşit olamayacâğı
kuralı... Kesin ve genel bir kural.
Bütün bunlar şu iki hakikati ortaya çıkarır.
1- Bu ayetler, İslam toplumunda meydana gelen birtakım problemleri ve
onların tedavisine ait hükmü ortaya koyuyor. Hiç şüphe yok ki bu metod
insan ruhunun ve toplumların yapısını daha iyi anlayabilmek imkanı sağlıyor.
Toplumlar; iman ve ilerlemenin hangi konumunda bulunurlarsa bulunsunlar,
yine de problemleri halletmeye, toplum bünyesinde ortaya çıkan cimrilik,
ihtiras, kusur ve zaaf illetlerini tedavi etmeye mecburdurlar. Özellikle
Allah yolunda mal ve canla yapılacak cihadın zorluklarına karşı bu ihtiyaç
daha çok kendini belli eder. Cimrilik, ihtiras, kusur ve zaaf gibi beşeri
illetlerin ortaya çıkması, hiçbir zaman fert ve toplumu ümitsizliğe
mahkum etmeyi, bu illetlere kapılmış fert ve toplulukları hakir görmeyi,
kaderi ile baş başa bırakmayı da gerektirmez. Çünkü ihlas ve ciddiyetin,
birlik ve Allah'a hesap verme gerçeği bu gibi olaylarda daha çok somutlaşır.
Fakat bu hiçbir zaman insan ruhunun veya toplumunun bu hastalıkları
bünyesinde taşıması gerektiği anlamına gelmemelidir. Bütün bunlar insan
nefsini ve toplumda her zaman ortaya çıkabilecektir diye fert ve toplumun
zaafa uğraması anlamına gelmemelidir. Aksine insan nefsini alçaklıktan
ulvi makamlara çıkarma gibi derin bir anlam taşımalıdır. İşte ilahi
sistemde bu manayı görmekteyiz.
2- Allah'ın ölçüsünde ve İslam'ın sistematiğinde, mal ve canla ehemmiyetini
ifade etmektedir. Hiç şüphesiz ki bu ehemmiyetin kaynağı İslam sisteminin
de o yüce akidenin yapısında bulunmaktadır. Yüce Allah, İslam dinini
ve insan tabiatını açıkladığı gibi her zaman ve mekanda İslam'a düşman
olan sapıklıkların tabiatını da açıklamıştır.
Şu da bir gerçektir ki cihad, sadece Peygamber efendimizi (s.a.s.)'in
zamanının şartları içinde gerekli olan geçici bir zaruret değildir.
Cihad her zaman zaruridir. İslam önderiyle beraber yürüyen bir unsurdur.
Gerçekte konu, bazı saf Müslümanların düşündükleri gibi değildir. Onlar
İslam'ın, imparatorluk asrında ortaya çıktığını ve çevreden yapılan
alıntılarla insanların düşüncelerine kadar nüfuz ettiğini ve böyle olduğu
içinde dengeyi korumak için yok edici kuvvetin zaruri olduğunu ileri
sürerler. Bu iddia; kanaat ve tahminlerle fikir yürüten fikir adamlarının
kalbinde İslam'ın gerçek tabiatının ne kadar az yer ettiğini göstermekten
başka bir şey ifade etmez.
Gerçekte cihad, Müslümanların hayatında geçici bir zaruret olsaydı,
Allah'ın kitabı büyük bir çoğunlukla hem de en kuvvetli ifadeler kullanılarak
bu konuya ayrılmazdı. Resulullah'ın sünnetinde de en kuvvetli ifadeler
ve en kuvvetli emirler, cihad için ortaya konmazdı. Gerçekte cihad geçici
bir zaruret olsaydı, Allah'ın Resulü, kıyamet gününe kadar gelecek insanları
fert fert içine alan şu hadisi söylemezdi:
"Kim cihad etmeden ve cihada niyet etmeden ölürse, nifaktan bir
şube üzere ölür." Gerçi sahih bir rivayete göre; Resulullah, cihad
etmek için müracaat eden birine şöyle cevap vermişti:
"- Annen, baban hayatta mı?
- Evet.
-Öyleyse, onlar hakkında çalış."
Evet bu sahih bir rivayettir. Fakat bir istisnadır. Ailevi birtakım
sebepler vardır. Ferdi bir hadisedir ki, genel kaideyi bozmaz. Bir tek
ferdi, bütün mücahitlere bağlayan.
Şüphe yok ki Resulullah, fert fert bütün mü'minlerin konumlarını ve
şartlarını biliyordu. Bunun içindir ki, o adama, annesinin babasının
maslahatından dolayı münasip olan en uygun yolu düşünmüş ve bu şekilde
takdir buyurmuştur. Öyleyse bu, ailevi sebeplere ait ferdi bir problemdir.
Umumu bağlamaz. Bu hadise dayanarak hiç kimse iddia edemez ki; cihad
o zamanın şartlarına göre geçici bir zaruret idi. Şimdi ise şartlar
değişti ve cihad zarureti de kendiliğinden ortadan kalktı... İslam;
kılıcını çekip canavar gibi önüne gelenin kellesini uçuran zalim bir
sistem değildir. Fakat sosyal olaylar ve ilahi davetin tabiatı; silahını
daima hazır bulundurmayı ve tetikte durmayı icap ettiriyor.
Allah cihad emrinin kralların hoşuna gitmeyeceğini biliyordu. Yine biliyordu
ki toplumun idaresini ellerinde bulunduranlar bu emir karşısına dikileceklerdir.
Zira onların tuttuğu yol cihad yolundan farklıdır. Onların metodu cihad
metoduna uymaz. Bu gerçek sadece dün böyle değildi, bugün de aynıdır
ve yarın da aynı olacaktır. Her yerde ve her asırda onların bu tutumu
bu şekilde olagelmiştir.
Allah yine bilir ki kötülük kendini daima beğenir ve kendini daima yükseklerde
görür. Onda insaf aranmaz. Hayra imkan verilmesi düşünülemez. Hayrın
gelişmesine müsaade etmez. Soyut manada bile tahammül edemez. Çünkü
hayrın gelişmesi, şerrin yok olması demektir; öyleyse sapıklığı, şerri
koruması lazımdır. Batılı müdafaa etmesi lazımdır. Hidayete hayat hakkı
tanımaması gerekir. Hakkı boğması lazımdır.
Evet bu böyledir. Bu bir fıtrattır, geçici bir durum değil.
Bunun içindir ki cihad zaruridir. Cihad ruhu önce vicdanlarda yeşermelidir.
Sonra* da pratik hayatta kendini göstermelidir. Silahlı delalete karşı
silahlı hidayet dikilmelidir. Delaletten korunmanın başka yolu yoktur!
İmkan ve adet çokluğuyla çoğalan batıla karşı, tedbir alınarak hakkı
korumalıdır. İnsanlık batıla boyun eğmemenin başka bir yolu olmadığını
ve bütün bunlara harfiyyeten uyar veyahut kendi ipini kendi çeker.
Ya hakka teslim olur veya imanla uyuşması mümkün olmayan sefil bir hayata
mahkum olur!..
Bu dava için malını ve canını seve seve feda etmek gereklidir.
|
|
 |
|