YAHUDİ İLE OLAN SAVAŞIMIZ
Yüce Allah, Kur'an-ı
Kerim'de şöyle buyurmaktadır:
"Ey Muhammed! inananlara en şiddetli düşman olarak, insanlar arasında
Yahudileri ve Allah'a eş koşanları bulursun..." (Mâide suresi, âyet:
82).
İslâm dini ve müslümanlar, ilk günden başlayarak gönümüze kadar daima
yahudilerin hile, fitne, desise ve bozgunculuklarına maruz kalmış ve bundan
pek çok. zarar görmüşlerdir. Ne yazık ki, müslüman olarak bunlardan gereken
dersleri almış değiliz. Oysa Kur'an-ı Kerimde, yahudilerin tarih boyunca
inananlara karşı takındıkları taktikler ve uyguladıkları plânlar birer
birer anlatılmakta ve bu hususta bizleri uyarmaktadır. Kur'an-ı Kerimde,
bu konuda şöyle buyurulmaktadır:
"Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa, onlardan bir takım
kimseler, Allah'ın kelâmım (sözünü) işitiyor ve ona akılları yattıktan
sonrada bile bile tahrif edip değiştiriyorlar. Onlar, inananlarla karşılaştıkları
zaman, biz de "inandık" derler. Birbirleriyle yalnız kaldıklarında:
"Rabbinizin katında size karşı hüccet göstersinler diye mi Allah'ın
size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz? Bunu, hiç düşünmüyor musunuz?'
derlerdi. Allah'ın onların gizlediklerini de ve açığa vurduklarını da
bildiğini bilmiyorlarmı?" (Bakara sûresi, ayet: 75-77.)
Eğer günümüzün müslümanları, bulundukları her yerde yahudilerin hile,
desise, plân ve bozgunculuğuna karşı uyanık olmaz ve Medine'de Peygamber
(S.A.V.) in yahudilere ve onların çevirdikleri dolaplara karşı aldığı
tedbirlerin aynısını almaz ise, içinde bulundukları perişanlık ve dağınıklıktan
kurtulamayacaklardır. Emperyalizmin ve siyonizmin kölesi olarak, kendi
ülkelerinde esir kalmakta devam edeceklerdir.
Şayet akıllarını başlarına alır, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in Medine'de
İslâm'ın ilk olarak yayılmaya başladığı bir dönemde, yahudilerin hile
ve desiseleri ile karşılaştığı zaman aldığı tavır ve tedbirlerinin aynısını
alıp uygularlarsa, ülkelerini emperyalizmin ve siyonizmin dipçiği altında
ezilmekten kurtaracaklardır. Yahudinin çevirdiği hile ve desise dolaplarından
kurtulup, huzur ve güven içinde kalacaklardır...
Yahudilerin tarih boyunca, müslümanlar için baş, vurduğu taktik, hile
ve desiselerden biri de şudur: Müslümanların ilham aldıkları kaynakları
kurutmak, din ve Kur'an esaslarından uzaklaştırmaktır Şerefli geçmişinden
koparmak ve manevi değerleriyle kendisi arasında engel duvarlarını örmek
ve böylece inancından yoksun bırakmaktır. Bunun sonunda müslümanları her
yönden zayıf düşürüp, rahatlıkla onları yönetmeye çalışmaktır. Yahudiler,
her zaman bu taktiğe baş vurmuşlardır. Müslümanları, bu noktadan yenmeyi
denemişlerdir.
Bu milleti, dininden ve Kur'an'dan uzaklaştırmaya çalışanlar bilseler
veya bilmeseler, isteseler veya istemeseler yahudilerin dostu ve yardımcısıdır.
Onlar, Yahudinin bu ülkede her türlü kötülüğünü ve bozgunculuğunu sürdürmeye
fırsat veriyorlar.
Bu millet, din ve Kur'an'ından uzaklaşmış, olarak bulunduğu sürece, yahudi
bu ülkede huzur ve güven içinde at koşturacak ve istediği oyunu oynatabilecektir.
Yahudinin, bu ülkede olmasını istediği ortam budur. Çünkü o, böyle bir
ortamda ellerini, kollarını sallayarak yürüyecek ve istediği gibi her
şeyi yapabilecektir. Zaten yahudinin bütün çabası, böyle bir ortamı oluşturmaktır.
Yahudinin hayatta tek korktuğu nokta ise, bu ülkede din ve inancın yeniden
yaşanması ve müslüman halkın yeniden Kur'an'ın etrafında toplanmasıdır.
Yahudinin, bundan korktuğu kadar dünyada başka hiç bir şeyden korktuğu
görülmemiştir. Çünkü yahudi, tarih boyunca bu dinî inancın ve uyanışın
daima karşısında yenilmiş ve zarar görmüştür...
İşte, bu yüzden yahudi, bu ülkede dini uyanışı istemez ve bütün gücü ile
böyle bir uyanışın karşısında dikilmeye çalışır. Ne zaman islâm adına
bu ülkede bir uyanış ve diriliş olmuş ise, hemen yan kuruluşlarını harekete
geçirir ve bu uyanışın önüne geçmeye ve bunu anında söndürmeye çalışır.
Bu, yahudinin tarih boyunca değişmeyen ve İslâmî uyanışlara karşı uyguladığı
birinci taktiğidir.
Yahudinin bu oyununu bozmanın tek yolu, yeniden İslâm'a ve Kur'an'a dönmek
ve onların esaslarına sımsıkı sarılmaktır. Bu, yahudinin sonu demektir.
Müslümanlar için ise bu, zaferin başlangıcı, hürriyet ve bağımsızlığın
tam olarak sağlanması ve düşmana karsı üstün gelmenin sevincidir. İşte,
kurtuluşumuzun tek yolu budur. Bu yolda uyulacak işaretler ise, iman ve
cesarettir...
Yahudiler, Medine'de ekonomik yönden çok güçlü idiler. Bu yüzden, Medine
halkı ile çok sıkı bağlantı kurmuşlar ve her alanda onlarla ekonomik ilişkiler
içinde bulunmuşlardır. Medine halkı ile çelişen ve onların çıkarlarına
dokunacak her hangi bir problemleri yoktu. Ancak, müslümanlar Medine'ye
geldikleri zaman, yahudiler huzursuz olmuş ve bundan sonra hile ve desiselere
baş vurmuşlardır. Çünkü müslümanlar, inançlarının yayıldığı her yeri,
kendileri için vatan kabul ediyorlar ve inançların yayılmadığı yerde ise,
orada sonsuz kalmanın mümkün olamayacağına inanıyorlardı.
İşte, Yahudiler, bu noktadan şüphe ve fitne ateşini yakmayı başardılar.
Müslümanlar arasında, onları dinleyen ve söylediklerine inanan kimseler
de vardı. Yahudiler, bunları kendi çıkarları için kullanıyor, söylemek
ve yapmak istedikleri bir çok şeyleri de onlara söyletip yaptırıyorlardı.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in, (Hicretin ikinci yılı, Şevval ayında.
Peygamber (SAV.)'in yaptığı bu savaşa İslâm tarihinde: "Beni Kaynukâ"
Savaşı adı verilir. Beni Kavnukâ Savaşı. Hazreti peygarnberin Medine yahudileriyle
yaptığı ilk savaştı. Resul-i Ekremle yaptıkları ilk antlaşmayı, yahudilerden
ilk bozan Beni Kaynukâ yahudilerl oldu: Beni Kaynukâ savaşı, büyük Bedir
savaşı ve Uhud savaşı arasındaydı.
Müslümanlar Bedir savaşını kazanmış olması, yahudilerin hoşuna gitmedi.
Esasen yahudilerle münafıklar. müslümanların aleyhinde gizli qizli çalışıyorlardı.
Bedir'den önce Kureyşliler,müslümanlar aleyhinde münafıkları nasıl teşvik
etmişlerse, yahudileri de tehdide kalkışmışlardı. Yahudilerin müslümanlara
karşı siyasi durumu hiç de yahudiler için aldığı bir çok kararlar hususunda
bunlar, onları savunup ve alınan bu kararlardan vaz geçirmeye çalışırdı.
Meselâ: Münafıkların başkam Abdullah İbm. Übeyy, Beni Kaynukâ savaşında
iyi değildi. Hatta Resul-i Ekremin hayatı bile tehlikedeydi. Yahudiler
müşriklerle birlikte peygamber (SAV)'i ortadan kaldırmayı tasarlıyorlardı.
Bedir savaşı üzerinden henüz bir ay geçmişti. Yahudilerin en yüreklisi
sayılan Beni Kaynukâ yahudileri ilk defa, Ensârla yapılan vatandaşlık
sözleşmesini bozarak savaşa karar verdiler. Kendilerinin, Kureyşliler
gibi olmadıklarını da ileri sürdüler.
Beni Kaynukâ savaşına, bir müslümanla bir yahudi arasında çıkan kavga
sebep olmuştur. Ensar'dan bir müslüman kadını, bir kuyumcu dükkânında
Yahudiler tarafından hakarete uğruyor. Kadını kurtarmaya kalkışan bir
müslüman, yahudilerin hücumuna uğruyor, Bu hareketi yapan yahudi de kadına
taraftarlık eden müslümanda öldürülüyor. Bu sebepten müslümanlarla Beni
Kaynukâ yahudilerinin arası açıldı.
Resulüllah, yahudilerin başkanlarıyla görüştü: Yahudilere: "Allah'tan
korkunuz! Yoksa, müşriklerin Bedir'de uğradıkları felâkete sizde uğrarsınız"
dedi. Bunları hem tehdit etti hem de sulhu bozmak istemiyordu. Kendilerine,
sözleşmenin yenilenmesini teklif etti. Yahudiler, peygamberimizin fikrine
yanaşmadıkları gibi: "Ey Muhammed! Sen bizi, savaşın ne olduğunu
bilmeyen Kureyşliler mi sanıyorsun? Bizimle bir defa harp edersen, o zaman
savaşın tadını anlarsın!" diyecek kadar cüretlerini artırmışlardı.
Esasen yahudiler, sözleşmeyi bozmuş oldukları için, müslümanlara karşı
savaş açmışlar, peygamber (S.A.V.) de bu savaşa katılmışlardı...
Yahudiler, kalelerine kapandı. Kendilerini müdafaya başladı. Diğer yahudi
kabileleriyle münafıklardan yardım geleceğini umuyorlardı. Müslümanlarda
bunların mahallelerini kuşattı. Çarpışma onbeş gün sürdü. Beni Kaynukâ,
beklediği imdadı göremedi. Dara düştü. Teslime karar verdi. Sözlerinde
durmayarak, sözleşmeyi bozdukları için Peygamber Efendimiz (S.A.V.)in
vereceği cezaya boyun eğdiler. O zamanın örf ve adeti gereğince, teslim
olanlar öldürülüyorlardı. Fakat. Beni Kaynukâ yahudileri Hazrec kabilesinin
himayesinde bulunuyorlardı. Münafıkların reisi Ahdullah İbn. Übeyy, Hazrec
eşrafındandı. Yahudilerin affını Hz. Peygamberden diledi. Bu sebepten,
yediyüz kişiden ibaret olan yahudilerln affını Hz. Peygamberden diledi.
Bu sebepten, yediyüz kişiden ibaret olan yahudilerin hayatı kurtuldu.
Medine'den çıkıp gitmeleri sağlandı. Suriye'ye sürüldü. Ele geçen ganimet
malının beşte biri, hâzine için ayrıldı. Geri kalanı gazilere teslim edildi.
Topraklarıda topraksız müslümanlara verildi. Beni Kaynukâ kabilesinden
sonra. Hz. Peygamber artık yahudl katibi kullanmamaya karar verdi. Neccaroğullarından
Zeyd İbn. Sâbit'I yanına katip aldı. Suriye. Irak, Mısır'ın resml dili
olan "Aramiceyi" öğrenmesini Zeyd'e tembih etti. Medine yahudilerlnden,
vatandaslık sözleşmesini ilk bozan, Beni Kaynukâ kabilesiydi. Medine'den
sürülen ilk kabile de Beni Kaynukâ kabilesi oldu.) Yahudilere şefaatçi
olmaya kalkışmış ve bu hususta Peygamber (S.A.V.) ile konuşmuş ve sözünün
dinlenmediğini görünce de öfkelenmiştir. En sonunda Beni Kaynukâ yahudilerinin
sürgün edilmesi şartı ile münafıkların başkanı Abdullah İbn. Übeyy'in
koruyuculuğu kabul edilir.
Şüphesiz, bu gün müslüman topluluğunun düşmanları, artık onlarla savaş
meydanlarında kılıç, ok, silâhla savaşmıyorlar. Müslümanların düşmanları,
sadece onların inançlarıyla savaşıyorlar. Ellerindeki bütün imkânları
ile onları inançlarından uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Müslümanların kalbine
dinlerine karşı şüphe, tereddüt ve inkâr tohumlarını ekiyorlar...
Çünkü, müslüman topluluğunun düşmanları, müslümanlan ayakta tutan, güçlü
kılan, onları cihâd meydanlarına koşturan, hürriyet ve bağımsızlıklarını
elde etmek için emperyalizme karşı savaşmayı telkin edenin din ve inanç
duygulan olduğunu çok iyi biliyorlardı, İslâm dininin temelinde, haksızlığa
ve düşmanlarına karşı cihâd için son nefesine kadar mücadele etme ruhunun
var olduğunu da çok iyi anlamışlardı, İşte bu yüzden, önce müslümanları
içten yıkmayı, inançlarını ellerinden almayı ve cihâd ruhunu söndürmeyi
plânladılar. Yüce Allah'a, Peygamber (S.A.V.) e, Kur'an ve İslâm dininin
temel esaslarına karşı iftira etmeye, şüpheler saçmaya ve aleyhinde propaganda
yapmaya başladılar. Müslümanları, dinî inançlarından uzaklaştırmak için
ne gerekli ise onu yaptılar. İslâm ve Kur'an'a karşı korkunç propagandalarda
bulundular. Gazete, kitap, dergi, radyo, okul, eğitim ve açıktan verilen
konferans'ar la bu fitne ve bozgunculuklarını körüklemeye çalıştılar.
(Siyonizm ve emperyalizm, bu noktadan başlayarak çok şeyler elde etmiş
ve büyük işler başarmıştır. 1967 yılı savasından önce, Mısır askerleri
arasında inançsızlık propagandasını yapmış ve onu manen yenmeyi başarmıştı.
Bu ruhî çöküntü ve manevî yenilgiden bir kaç hafta sonra da savaşı başlatmış
ve Mısır ordusunu rahatlıkla hezimete uğratmıştı. Bu günde aynı metotlarla
müslümanları, Filistin'den uzaklaştırmaya çalışmaktadır...)
Anlaşıldığı gibi, dün emperyalistlerin yaptığı gibi bugün de Siyonistler
müslümanları içten yenmeyi deniyorlar. Bütün saldırılarını, sadece dini
inançlarına yöneltiyorlar. Gerek yakın ve gerekse uzak hedeflerine ulaşmak
için aynı metodu kullanıyorlar.
Bugün, müslüman topluluğunun gerek yer altı ve gerekse yer üstü bütün
hammaddeleri ve ekonomik ürünleri, onlara düşmanlık yapanların ellerinde
bulunmaktadır. Müslümanlar, kendi elleriyle bunları onlara vermekte ve
daha sonra verdiklerinin aleyhlerine kullandığını da görmektedirler. Fakat,
bütün bunlara rağmen müslüman topluluğunun düşmanları, durmadan ve usanmadan
İslâm dini hakkında başlattıkları propagandalara devam etmekte, inkâr
ve şüphe tohumlarını ekmeye çalışmaktadırlar. Çünkü onlar, bu ülkede emperyalist
emellerini sürdürmeleri ve istedikleri her şeyi gerçekleştirmeleri için
en uygun ortamın, müslümanlan dinî inançlarından uzaklaştırmak ve ruhen
çökertmek olduğunu çok iyi biliyorlar. Elde ettikleri yüzlerce deneyler
de bunu ispat etmiş, müslumanları yenmenin ve ülkelerinde tutsak olarak
tutmanın, onları kul ve köle olarak kendi yararlarına çalıştırmanın tek
yolunun bu olduğunu da çok iyi anlamışlardır.
Onun için durmadan bütün güçleriyle, müslümanların inancına yükleniyorlar.
Yeni yeni vasıta ve metotlarla müslüman topluluğun inancına saldırıyorlar.
Yüce Allah'ın varlığı ve İslâm dininin hak olması yönünden müslümanlar
arasında oluşan birliği ve bütünlüğü bozmaya ve böylece onları parçalamaya
çalışıyorlar. Böylece, müslüman topluluğunun düşmanları, her gün yeni
şüpheler ortaya atarak müslümanları inanç yönünden sarsıyorlar, parçalıyorlar
ve parçaladıklarını da kolayca yutabiliyorlar...
Müslüman topluluğuna karşı yürütülen bu düşmanlık şekli (inançlarıyla
savaşma şekli), yeni değildir. Eskiden de bu yola baş vurulmuştur. Ancak,
Kur'an-ı Kerim müslüman topluluğunu uyarmış, bu düşmanlık şekline karşı
uyanık olmalarını ve düşmanlarının bu hususta yaptıkları propagandalara
kanmamalarını istemiştir. Kur'an-ı Kerimde bu hususta şöyle buyurulmaktadır:
"Kendilerine kitap verilenlerden bir takım kimseler, sizi sapıtmak
isterler..." (Al-i İmrân suresi. âyet: 69.)
Hak ve doğru yoldan sapıtmak, her çağda geçerli olan bir düşmanlık şeklidir.
Kur'an-ı Kerim, bu yüzden müslümanları uyarmakta ve onlara çevrilen bu
zehirli silâhı geri tepmektedir. Düşmanların sinsi plânlarını da böylece
açığa vurmaktadır...
Kur'an-ı Kerim, müslüman
topluluğunun üzerinde bulunduğu hak dinin temel esaslarım birer birer
tesbit ederken, diğer yanda "Kendilerine kitap verilenlerden bir
takım kimselerin inkâr ve şüphe propagandalarıyla onları saptırmak istediklerini"
haber vermekte, yeryüzünde büyük emaneti omuzlarında taşıyıp, insanlık
tarihinde yeni bir devir açabilmeleri için bu hususta uyanık olmaları
gerektiğini buyurmaktadır. Böylece, açık ve kesin olarak müslüman topluluğunun
önünde kurulan tuzakları bildirmekte, düşmanın pis ve çirkin emellerine
ulaşmak için hangi tehlikeli plânlara baş vurduğunu öğretmektedir. İslâm
ye müslüman topluluğunun düşmanları, onlarla savaşmak için önce bu hilelere
baş vuruyor, inkâr ve şüphe yolu ile onları hak dinlerinden uzaklaştırmayı
plânlıyorlar...
Daha sonra Kur'an-ı Kerim, bunların (yahudile-rin) bu iftira ve şüpheleri
yaymak hususunda yaptıkları propagandayı derinleştiriyor, inceliyor, iç
yüzünü açığa vuruyor, akıl ve vicdan ölçüleriyle bu iftira ve şüphelerin
karşılaştırılmasını istiyor. Yahudilerin, tarih boyunca Allah'a, Allah'ın
peygamberlerine ve buyruklarına karşı geldiklerini, hakkı dinlemedikleri
için de Allah'ın lanetine uzadıklarını haber vermektedir. Allah'ın hükmünü
ve hak dinin temel esaslarını inkâr edip değiştirmeleri ve kendilerine
gönderilen hak peygamberleri öldürmeleri dolayısıyla da bu lanet ve azabın
kendileri üzerinde daha da güçlendiğini açıklayıp bildirmektedir.
Bütün bu kesin bilgi ve açıklamalardan sonra yüce Allah müslümanlara,
yahudilerden korkup sinmemelerini, üstün gücün sahibi, yer ve göklerin
tek egemeni yüce Allah'ın yardım ve desteğinin onlarla beraber olduğunu
buyurmaktadır. Her şeye gücü yeten, ortağı ve eşi bulunmayan yüce Allah'ın,
daha önce müşrikleri yenilgiye uğrattığı gibi yahudileri de müslümanların
eliyle yenilgiye uğratacağını, dünyâ ve âhirette azabın en şiddetlisini
tatdıracagını bildirmektedir...
Bildirilen bu âyetlerden sonra Müslüman topluluğu, yahudiden hile ve desisenin
her türlüsünü öğrenmiş, artık söylediklerine inanmamaya başlamış ve yüzlerine
karşı Peygamber (S.A.V.) e gelen şu emirle şöylece haykırmaya başlamışlardır:
"Ey kitap ehli! Niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı
gizliyorsunuz." (Ali- İmrân sûresi. âyet: 71)
. Hakkı bâtıla karıştırmak, yahudilerin her zaman baş vurdukları bir taktiktir.
Müslümanların bu taktiğe karşı da uyanık olmaları gerekir.
Yahudilerin Tarih
Boyunca Başvurdukları Hile Ve Desiseler :
Kur'an-ı Kerimin inmeye
başladığı günlerden itibaren yahudiler, müslümanlara karşı amansız bir
savaşa girişmişler, her türlü hile ve desiselere baş vurmuşlardır. Yahudiler,
daima perde arkasında döğüşmeyi hile ve dolap çevirmeyi isterler. Tarih
boyunca izledikleri yol budur.
Müslümanları sapıtmak, doğru yoldan ayırmak, aralarında fitne ve bozgunculuk
çıkarmak, müslümanları bölmek, parçalamak ve daha sonra birbirine düşman
yapmak gibi hile ve desiselere ilk baş vuranlar, yahudiler ve onların
gizli emellerini gerçekleştirmeye çalışan dünya Siyonist birliğidir. Daha
sonra misyonerlerin faaliyetleri de gelir. Esasen misyonerler, siyonizmin
birer maşası olarak islâm dünyasında faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
Islama ve müslümanlara karşı bu iki azgın düşman, elele vererek amansız
bir mücadeleye girişmişlerdir, İslâm kültürünü, müslümanlar arasında yok
etmek veya bu kültürün etkisini azaltmak için ne gerekli ise onu yaptılar.
Hakkı batıla karıştırdılar ve müslümanları, kendi ülkelerinde şaşkına
çevirdiler. Ancak, yüce Allah'ın korumasını üzerine aldığı Kur'an-ı Kerime
el uzatamadılar. Yüce Allah'a, binlerce kere şükürler olsun ki, Kur'an-ı
Kerim sonsuza dek, elimizde bâki kalacak ve daima bize doğru yolu, sönmez
aydınlığı ile gösterecektir. Bu, yüce Allah'ın bize olan nimet, fazilet
ve kereminin en büyüğüdür.
Yahudiler, İslâm tarihini karıştırdılar. Haktan ve doğruluktan ayırdılar.
Bu hususta akıl almaz hikâyeler ve yalanlar uydurdular. Gerçeği örtbas
etmeye çalıştılar. İslâm'ın, tarih! olaylarıyla ve tarihî kahramanlıklarıyla
alay etmeye ve onları küçük düşürmeye kalkıştılar.
Peygamber Efendimi" (S.A.V.) in hadislerini de karıştırdılar. Müslümanları
aldatmak için yalandan hadisler uydurdular. Fakat, Yüce Allah bu ümmete
büyük hadis âlimlerini ihsan buyurdu. Yahudilerin açtığı hadis uydurma
gediğini, yazdıkları ve içine sadece, sahih ve makbul hadisleri topladıkları
değerli hadis kitapları ile kapattılar. Bu hususta, insan üstü bir çalışma
gösterdiler.
Kur'an-ı Kerimin tefsiri hakkında da çok ileri derecede karıştırmalarda
bulundular. Tefsir kitaplarını, gerçekle hiç bir ilgisi olmayan safsatalarla
doldurdular...
İslâm'la ve Müslümanlıkla hiç bir ilgisi bulunmayan bir çok kimseleri
de birer İslâm bilgini ve kahramanı olarak tanıttılar. Kendi yararlarına
kullandıkları bazı sahte kişileri de birer önder olarak takdim ettiler.
Bu sahte ve yalanlarını da birer gerçekmiş gibi göstermeye çalıştılar...
Bugün, İslâm dünyasında Siyonizm ve misyonerlerin iş birliği ile yapılan
yüzlerce ve binlerce İslâm dini aleyhindeki propagandalar sonucu, müslüman
ülkelerde yeni yetişen nesil arasında islâm düşüncesi ve ideali zayıflamaya
başlamıştır. Bu propagandalar, o kadar ileri gitmiştir ki, bu ülkelerde
artık gerçek bir İslâm düşüncesinden söz edilemez olmuştur.
Bu islâm ülkelerinde, siyonizmin dostu ve söz birlikcisi binlerce kişi
lider, önder, düşünür, yazar, kumandan ve kahraman olarak ilân edilmiş
ve en önemli işlerin başına getirilmiştir. Geçmişleri kirli ve karanlık
olan bu kişilere ( Siyonizmin onuncu protokolünde aynen şöyle denilmektedir:
Pek yakın bir zamanda devletin en kilit noktalarına ve devlet başkanlığına
kendi taraftarımız olanları getirmeliyiz. Başkanlığa getireceğimiz, içişinin,
geçmişi kiril ve karanlık olmalıdır, çünkü böyle kişiler, kiril geçmişlerinin
bilinmesini istemezler. Bu yüzden de daima bize boyun eğer ve dediğimiz
her şeyi yerine getirirler...") devletin yönetimini teslim etmişler
ve istedikleri her şeyi bunlara yaptırmışlardır. İslâm'ın bu düşmanları,
açık olarak yapamadıkları bir çok işleri ve görevleri de bunlar vasıtası
ile gizli olarak yaptırmış ve başarmışlardır. (Yüce Allah'ın izni ile,
pek yakın bir zamanda müslümanların eliyle bu başarılan kırılacaktır.
O günlerin ümidi içinde bütün müs-lümanlar için kurtuluş bekliyoruz.)
Yahudinin ve diğer İslâm düşmanlarının (ki bunların hepsi, yahudinin yan
kuruluşlarıdır) müslümanlann aleyhinde başlattıkları yalan ve iftira propagandaları,
hâlâ bütün İslâm ülkelerinde aynı hız ve aynı tempo ile devam etmektedir.
Bizim için ve yer yüzünde yasayan bütün insanlık için tek kurtuluş ve
huzur yolu, Kur'an ve İslâm esaslarına sımsıkı sarılmak ve gereğince amel
etmektir. Çağımızın buhran ve huzursuzluğunun kaynağı, hiç şüphesiz siyonizmdir.
İnsanlığın ve huzurun düşmanı Siyonizm, bulunduğu her yerde huzursuzluk
ve anarşi çıkarmakta, dünyanın dengesini bozmakta ve barış çabalarını
engellemektedir. İnsanlık bu büyük düşmanından kurtulduğu gün, huzur ve
barışa tamamı ile kavuşabilir...
İslâm ümmeti arasında şek ve şüpheleri yaymak ve onları şaşırtmak hususunda
yahudilerin baş vurdukları taktikler hakkında, Kur'an-ı Kerimde şöyle
buyurulmaktadır:
"Kendilerine kitap verilenlerden bir takım kimseler şöyle dedi: İnananlara
indirilene, günün hasında inanın, fakat günün sonunda bunu inkâr edin
ki. belki dinlerinden dönerler. Dininize uymayanlardan başkasına inanmayın."
( Al-İ İmrân sûresi, ayet: 72.)
Evet, yahudilerin baş vurdukları bu taktik ve hile yolu, gerçekten çok
korkunç ve çirkindir. Bu taktik, zayıf imanlılar üzerinde büyük tesirler
meydana getirir. Çünkü onların, günün başlangıcında inandıklarını ve İslama
girdiklerini söylemeleri ve daha sonra da dinden çıktıklarını söylemeleri,
inancı zayıf olan, İslâm inancı hususunda kesin ve derin bir bilgisi olmayanlar
üzerinde büyük bir yan etki yapar. Onların ruhen, sarsılmasına sebep olur.
Meselâ: Bu devirde zayıf imanlılar, yahudilerin önce iman ettiklerini
ve daha sonra dinden çıktıklarını görünce şüpheye düşüyor ve kendi kendine
şöyle düşünüyor: İslâma giren ve onun temel esaslarını kabul eden bu kişiler,
acaba onda bir eksiklik ve saçmalık mı gördüler ki, daha sonra ondan döndüler?
Eğer onlar, bu dini tam, doğru ve hak olarak bulmuş olsalardı, ondan asla
çıkmazlardı...
Bu hile ve taktik yolu, yahudiler tarafından günümüze kadar uygulana gelmiştir.
Her çağa uygun bir biçimde düzenlenmiş fakat, prensip olarak bu taktik
ve hile yolu devamlı olarak uygulanmıştır. Yahudilerin bu eski hile ve
taktik yolu, İslâma karşı olan diğer düşmanları tarafından da bazen baş
vurulmuş ve aynı şekilde uygulanmıştır.
Çağımızda bu taktik ve hileler, profesör, doktor, araştırmacı, bilgin,
şair, yazar, gazeteci ve sanatçılar tarafından daha güzel ve daha ustaca
kullanılmaktadır. Bunlar, sözde müslüman geçinirler ve her fırsatta müslüman
olduklarını ileri sürerler. Fakat bunlar, İslâmla ve müslümanlıkla hiç
bir ilgisi olmayan iş ve faaliyetlerde bulunurlar. Kendilerinin iş ve
davranışları, asla Islama uymaz. Konuşmalarında, araştırmalarında, şiir
ve yazılarında islâm dışı yorum ve açıklamalarda bulunur ve müslümanları
böylece doğru yoldan şaşırtırlar. Bu yanıltma ve şaşırtmalar öyle bir
dereceye geliyor ki, bunlar arasından doğru yolu ve gerçeği bulabilmek
son derece zorlaşıyor.
Siyonizm tarafından kiralanan bu satılmış kalemler, müslümanların kalbinde
inanç birliğini bozdular, felsefi ve ebedi ekoller halinde. saldırılarda
bulunarak İslâm dünyasının birlik ve beraberliğini parçaladılar. (Siyonizmin
on dördüncü protokolünde bu hususta aynen şöyle denilmektedir: "Bulunduğunuz
her yerde, sadece dininizin (yahudiliğin) temel esaslarını uygulamaya
çalışın. Açık veya gizli bu görevi, mutlaka yerine getirin. Başka dinlerle
savaşın, insanları. dinsiz ve inançsız bırakmak için ne gerekli ise yapın.
Çünkü dinsiz ve inançsız bir topluluğa, istediğiniz her şeyi yaptırmanız
kolay olur. Böyle kişiler, en küçük bir maddi çıkarla satın .alınabilir.
İyi bilin ki, kendi dininizin inanç esaslarından başka, her hangi bir
ideolojiye bağlanmak asla doğru olmaz...")
Bu satılmış kimseler, yahudiden aldıkları talimat üzerine dinde, anlam
ve anlayış yönünden değiştirmelere başladılar. Dinin ayrıntılarına .daldılar
ve temel esaslarını unutturmaya çalıştılar. Müslümanları, kendilerinden
uzaklaştırmak için akıl ve mantığın kabul edemeyeceği yalan ve yanlış
açıklamalarda bulundular. Dini zorlaştırmaya kalkıştılar. İslâmın temel
esaslarını, sosyal hayatın gerçeklerini göz önünde bulundurmayarak, Kur'an
ve Sünnetin esasları kaynak kabul edilmeyerek sadece, kendi kişisel düşüncelerine
dayanarak anlatmaya çalıştılar.
Bütün bu yorum ve açıklamaların sonunda sosyal hayattan uzak, akıl ve
mantık ölçülerine uymayan çok tuhaf bir dini inanış kavramı ortaya çıktı.
Ortaya çıkan bu cimi anlayış kavramını da kendilerine yanaşılmaz bir biçimde
tasvir edildi.
Böylece bunlar, İslâmın temel esaslarını, tarihini ve kaynaklarını, anlayış
ve uygulama yönünden değiştirmeyi - bir dereceye kadar - başardılar. Bunu
yapanlar, bunu İslâm ve müslümanlık adına yaptıklarını söylediler. Bunlar,
eski yahudilerin "günün başlangıcında müslümanlığını ilân edip, günün
sonunda ise ondan döndüklerini söylemeleri" gibi taktik ve hilelere
baş vurarak aynı metodu, başarı ile yürütmüş oldular. Bunu, gizli protokollerinde
karara bağlayıp öylece uyguladılar, işin gerçek yüzünü, müslümanlardan
gizli tuttular. Kur'an-ı Kerimde buyurulan: "Dininize uymayanlardan
başkasına inanmayın..." (Al-i İmrân sûresi, âyet: 73.) ilkesine bağlı
kaldılar. Sadece dinlerinin inanç esaslarını, bütün dünyada uygulamaya
çalıştılar.
Bu gün, dünyada Siyonizm adına çalışanların hepsi, aynı inanç ve aynı
gayretle çalışmakta ve belirtilen hedefler doğrultusunda faaliyetlerim
sürdürmektedirler. Bunların çalışma ve faaliyetleri, son derece gizli
tutulmaktadır. Açıklamasında hiç bir yaran olmayan herhangi bir faaliyeti,
açıklamaya kalkışmazlar. Bütün çalışmalarını, karar ve toplantılarını
gizlilik içinde yürütürler. (Siyonizmin on üçüncü protokolünde aynen şöyle
denilmektedir: "Üyelerimizden hiç kimse, karar vs faaliyetlerimizi
açıklayamaz ve başkasına bu hususta bilgi veremez. Bu hususta yeteri derecede
güvenme duyusunu vermeyenler, saflarımızda yükselmesine imkân verilmez...
")
Siyonistler, sadece kendi localarının üyelerine açılırlar. Yapacakları
işler hakkında, kendi aralarında gizlice danışır ve bunu gene gizlice
karara bağlarlar. Kararlaştırdıkları her işi, zamanında yapmaya çalışırlar.
Bu hususta, birbirlerinden yardım ve destek görürler.
Ortamı müsait buldukları zaman, hemen plân ve taktiklerini uygulamaya
çalışırlar. Bu hususta, ellerine geçen herhangi bir fırsatı asla kaçılmazlar.
İnsanları yanıltmak için ellerinde bulunan modern araçlarla hemen harekete
geçerler. Gerçeğin bilinmesi hususunda, ortada var olan bütün delilleri
kaldırıp yok ederler. Gerçeği bilen kimseleri ise, ya zararsız hale getirir
veyahut da ortadan silerler...
Kur'an-ı Kerimin bir çok sure ve âyetlerinde, yahudilerin tarih boyunca
baş vurduğu her çağda uygulaya geldiği hile ve desiselerden söz edilmektedir.
Bunlara aldanmamak ve bunlardan öğüt almak için birer birer açıklanıp
anlatılmaktadır. Kur'an-ı Kerimde bu hile ve desiselerin anlatılması,
hiç şüphesiz boşuna değildir. Bütün insanlık için ve inananlar için büyük
bir önem taşımamış olsaydı, bu hile ve desiseler Kur'an-ı Kerimde, bu
kadar büyük bir önemle açıklanıp anlatılmazlardı.
Dünya tarihinde hiç bir millet, İsrail Oğulları gibi zulüm yapmamış, fitne
ve bozgunculuk çıkarmamış, hile ve desiselere baş vurmamış, hakka ve doğru
yola çağıranlara işkence yapmamış ve peygamberlerini öldürmemiştir. Yeryüzünde,
inkâr ve isyan bakımından da İsrail Oğullan gibi hiç bir millet, yaşamış
değildir. Tarihi vesikalar, bunun birer şahidi olarak durmaktadır.
İsrailoğulları, çıkardıkları bu fitne ve bozgunculuk hareketleriyle daima
yer yüzünü kana bulamışlardır. Kur'an-ı Kerimde, yahudilerin bu çirkin
davranışlarından söz edilirken, onların iyi, güzel, yararlı ve hayırlı
olan her şeye düşmanlıkları şu tuhaf tutumlarıyla anlatılıyor:
"Ey Muhammed! Onlara de ki: "Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a
düşman olur. Çünkü o, Allah'ın izniyle Kur'an-ı, kendinden önce gelen
kitapları tastik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin
kalbine indirmiştir. Hiç şüphesiz Allah'a, meleklerine, peygamberlerine,
Cebrail'e ve Mikâil'e düşman olan kimse inkâ etmiş olur. Doğrusu Allah,
inkâr edenlerin düşmanıdır." (Bakara sûresi, ayet: 97-98.)
Kur'an-ı Kerimin anlattığı bu ayetteki mesele, yahudilerin inkâr hususunda
ortaya koydukları hile ve desiselerin başka bir taktiğidir. Yahudiler,
Yüce Allah'ın kendi bağışından ve kereminden peygamberliği ve vahyi, kendi
kullarından dilediği kimselere vermesinden dolayı çılgına döndüler. Buna
karşı çıkmak için akıl almaz yollara baş vurdular. Bir çok hile ve desise
yollarını uydurdular, bununla inananları şaşırtmaya çalıştılar. İnananlara
ve hak peygamberlere karşı içlerinde gizledikleri kin ve düşmanlığı kustular.
Hak peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.) in, yüce Allah'tan vahyi getirdiğini
işitince şu akıl almaz hikâyeyi uydurdular:
"Cebrail, İsrâiloğullarının düşmanıdır. Çünkü, Cebrail İsrailoğullarını
helak etmek için daima Allah'tan azap ve felâket getirmiştir. Eğer, Hz.
Muhammed'e vahyi Mikâil getirmiş olsaydı, biz de inanırdık. Çünkü Mikâil,
bolluk, yağmur, rahmet, bereket ve bağış meleğidir. Cebrail ise, azap
ve felâketi getirmekle görevli bir melektir. Ve İsrailoğullarına düşmandır.
Bu yüzden de O'nun getirdiklerine, inanmayacaklarını ileri sürdüler..."
Bu gülünç iddia, ahmaklıktan başka bir şey değil. di. inkâr ve inadın
son derecesine varmış bir hile şekliydi. Ordan bu ahmaklığa iten sebep,
onların içine yerleşen kül ve düşmanlık duygusudur. Çünkü yahudiler, bütün
insanlığa karşı acımasız davranan bir millettir. Yüreklerinde kin ve düşmanlık
olduğu için Cebrail (A.S.) a bile düşmanlık yapmakta ve içindeki kötü
niyeti açığa vurmaktadırlar. Yoksa, Cebrail onların ticaretlerini ellerinden
alan ve onların çıkarlarına karşı gelen bir beşer değildir. O, Allah'ın
meleğidir. Sadece, Yüce Allah'ın buyruğunu yerine getirmekle görevlidir.
Yüce Allah'ın buyruğuna karşı gelemez.
Kara vicdanlı yahudilerin Cebrail (A.S.) a olan düşmanlığı, Hz. Peygamber
(S.A.V.) e kadar uzanmaktadır. Çünkü yahudiler, Yüce Allah'ın Hz. Muhammed
(S.A.V.) i peygamber olarak göndermesini kıskandılar ve bu kıskançlıklarını
Cebrail (A.S.) a düşmanlık sekime - hile yolu ile- dönüştürdüler.
Evet, kin, düşmanlık, çekememezlik, kıskançlık. fitne ve bozgunculuk yahudi
ruhunun değişmeyen birer özelliğidir. Ruhuna yerleşen bu çirkin özelliklerinden
dolayı, bütün insanlığın başına belâ olmakta, huzur ve barış imkânlarını
ortadan kaldırmaktadır. Kendisinden başka hiç kimseye yaşama hakkı tanımamaktadır.
İşte, bu yüzden yahudiler, bütün insanlıktan tecrit edilmiş (soyutlanmış)
olarak tek başına yaşamaya zorunlu kalmışlardır. Kendilerini, diğer insanlardan
üstün olarak kabul ettikleri için daima insanlara tepeden bakmış, onları
hor görmüş ve bu yüzden de onların nefretini kazanmıştır.
Yahudiler, en küçük bir çıkan için dahi olsa, binlerce ve hatta milyonlarca
insanın ölümü pahasına olsa bile gözünü kırpmadan ve kalbini sızlatmadan
savaş çıkarır ve yeryüzünü kana bulaştırır. İnsanların rahat, huzur ve
barış içinde yaşamalarından huzursuz olur. Başkasına, iyiliğin dokunmasını
istemezler. Kur'an-ı Kerimde, bu hususta şöyle buyurulmaktadır:
"Allah, kullarından dilediğine, bol ihsanından indirmesini çekemeyerek,
Allah'ın indirdiğini inkâr etmekle, kendilerini çok kötü bir şey karşılığında
sattılar." (Bakara sûresi, ayet: 90.)
Kara vicdanlı yahudinin, peygamber (S.A.V.) e ve ona gelen kutsal kitap
Kur'an-ı Kerime karşı kin ve düşmanlıkları, bu noktadan kaynaklanmaktadır.
Onlar, her şeyin sadece onlara gelmesini ve yalnız her şeyin onların olmasını
isterler. Hatta bu istek ve arzularında o kadar ileri gitmişlerdir ki,
Yüce Allah'a eş koşmuşlar ve O'nun gönderdiği hak peygamberleri bile inkâr
etmişlerdir.
İslama ve hak dine olan düşmanlıklarından dolayı her türlü hile ve desise
yolunu mubah görürler. Onlar için her hangi belli bir sosyal veya siyasi
düzen önemli değildir. Onlar, sadece kendilerinden ve çıkarlarından yana
olan düzenleri destekler. Meselâ: Bugün, islâm ülkelerinde İslâmdan yana
bir uyanma hareketini gördüğü için komünizmi yaymaya ve onu desteklemeye
çalışmaktadır. İslâm dini ile savaşmak için her türlü sapık felsefî ekolleri
yaymaya çabalamakta ve müslümanların arasına ayrılık tohumlarını ekmektedir.
(Siyonizmin ikinci ve üçüncü protokolünde aynen şöyle denilmektedir: "Bizim
ilke ve çabalarımızın boşuna olduğunu sanmayın. Yaptığımız her şeyi, planlı
yaparız. Şimdiye kadar planladığımız her şeyi de basarı ile sona erdirmişiz.
Uyguladığımız her ilke ve plânın boşa çıkacağına. sakın inanmayın. Marksizmi
biz planladık ve başarı ile uygulama safhasına getirdik. Komünizmi; eşitlik,
hürriyet ve kardeşlik prensipleri altında daima kanatlarımızın altında
koruyup yaşatmalıyız. Mason localarında bu prensipler kabul edilip uygulanmalıdır..
")
Hendek savaşı hakkında Muhanımed İbn. İshâk şöyle rivayette bulunmuştur:
"Hendek savaşından önce yahudilerden bir heyet Mekke'ye gidip Hz.
Peygamber (S.A.V.) in aleyhinde muhbirlik ve casusluk yapmış ve Kureyş
kabilesine bilgi vermişler ve Medine'ye yapacakları bir sefer ve savaş
hazırlığı hususunda yardımcı olacaklarına dair söz vermişlerdir."
İbn. İshâk, daha sonra bu olayı, şu şekilde rivayet etmektedir: "Beni
Vâil ve Beni Nudayr kabilesinden Selâm İbn. Ebi Hakik Nudari, Hayy İbn.
Ahteb Nudarî, Kenâne İbn. Ebî Hakik Nudari, Havza İbn. Kars Vâilî ve Ebu
Ammâr Vâiliden meydana gelen bir heyet, Medine'den yola çıkarak Mekke'ye
gittiler. Mekke'de Kureyş kabilesinin ileri gelenleri ile görüştüler.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) e ve müslümanlara karşı savaşmak için yeni
bir sefer yapmaya ikna ettiler. Karşılaştıkları her kese, Peygamber (S.A.V.)
in aleyhinde konuştular. İslâm ve müslümanlar hakkında iftira ve yalan
beyânlarda bulundular.
Bu konuşma ve görüşmeler esnasında Kureyşliler, Medine'den gelen bu yahudi
heyetine şöyle dediler: "Ey yahudiler topluluğu! Sizler, kendilerine
kitap verilenlerin ilkisiniz. Bu din hakkında ihtilâfa düştük. Siz bizden,
kitap ve din hakkında daha bilgilisiniz. Söyleyin bakalım, bize: Acaba
bizim atalarımızın dini mi, yoksa Muhammed'in getirdiği din mi daha iyidir?"
Kureyşlilerin bu sorusuna yahudiler, şu cevabı verdiler: "Sizin dininiz,
Muhammed'in dininden daha üstündür. Sizin dininiz uyulmaya daha lâyıktır."
İşte, yüce Allah bu yahudi heyetinin söyledikleri yalan ve iftiralar hakkında,
Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
"Kendilerine kitap verilmiş olanların, puta ve şeytana inanıp, inkâr
edenlere: "Bunlar inananlardan daha doğru yoldadırlar" dediklerini
"görmedin mi? İşte, Allah'ın lanetledikleri onlardır. Ey Muhammed!
Sen, Allah'ın lanetlediği kimseye yardımcı bulamazsın. Yoksa (sandıkları
gibi) onların hükümranlıktan bir payı mı var? O zaman insanlara bir çekirdek
parçası bile vermezler. Yoksa onlar, Allah'ın bol nimetlerinden ihsan
buyurduğu kimseleri mi çekemiyorlar?" (Nisâ sûresi, âyet: 51-54.).
Bu yahudi heyeti, Kureyşlilere bu iftira ve yalanda bulunduktan sonra,
Kureyşliler savaş için hazırlıkta bulundular. Mekke'nin etrafındaki kabilelere,
Yahudi heyetinin verdiği gizli bilgileri yaymaya başladılar..." (Bu
hadiseyi, Muhammed İbn. İshâk'tan Sahih bir senetle "el-Cemâ'a"
rlvayert etmiştir...)
Yüce Allah bu hususta, ezeli kelâmı Kur'an-ı Kerimde, doğru ve kesin olarak
şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammed! İnsanlar arasında inananlara, en
şiddetli düşman olarak yahudileri ve Allah'a eş koşanları bulursun..."
(Mâide sûresi, âyet: 82.)
Bu hitap, Peygamber (S.A.V.) in şahsında bütün insanlığa yapılan bir hitaptır.
Yüce Allah'ın hitabı umumî, ezeli ve ebedidir. Bütün insanlar ve çağlar
için geçerlidir. Her çağda inananlara, insanlar arasından en çok düşmanlık
yapanın yahudi olduğu kesindir. Bu düşmanlık tarihî belgelerle de tesbit
edilmiştir.
Gene bu ayette açık olarak anlatıldığı gibi, inananlara düşmanlık hususunda
yahudiler, Allah'a eş koşan müşriklerden daha önce gelir. Ayette bu yüzden,
önce yahudilerin düşmanlığı ve sonra da müşriklerin (Allah'a eş koşanların)
düşmanlığı anlatılmıştır. Gerek günümüzde ve gerekse tarihimizde yahudiler,
müşriklerden daha çok bize düşmanlık yapmış ve zarar vermişlerdir. Düşünen
ve gerçeği görmeye çalışanlar, bunu açık ve kesin olarak görüp anlayacaklardır...
Burada, yahudilerin kitap ehlinden olmalarına rağmen, inananlara karşı
düşmanlık noktasından, müşrikleri geçmesi bakımından da önemli bir gerçeğe
işaret buyurmaktadır. İnananlara karşı düşmanlık hususunda yahudiler,
müşriklerden (Allah'a eş koşanlardan) farksız davranır ve hatta onların
yapmadıklarını yaparlar. Onların, kitap ehlinden olmaları, yaptıkları
hususlar için hiç bir şeyi değiştirmez...
Eğer, İslâmın doğuşundan itibaren müslümanlar için yapılan düşmanlıkları
incelemiş olursak, en şiddetli düşmanlığın yahudilerden geldiğini görürüz...
Dün olduğu gibi, bugün de aynı ölçüde ve şiddette yahudilerin müslümanlara
karşı olan düşmanlıkları sürmektedir. Medine'de bağlayan bu düşmanlık
savaşı, tam on dört yüz yıldır devam edip gelmektedir. İslâm'a, İslâm
Peygamberine, Kur'an'a ve İslâm ümmetine en büyük iftirayı yahudiler yapmıştır.
Bugün de yahudiler, İslâm ve müslümanlara karsı acık ve kesin olarak bu
düşmanlıklarını ilân etmiş bulunmaktadır. Bugün, yeryüzünde yahudinin
en büyük düşmanı müslümanlardır. Müslümanın da en büyük düşmanı yahudidir.
Yahudi, her fırsatta bu düşmanlığını açığa vurmakta ve müslümanlara karşı
açıkça meydan okumaktadır. (İsrail askerleri 1967 tarihinde Kudüs'e girdikleri
zaman, zafer sarhoşluğu ile İslâm'a, islâm peygamberine ve bütün müslümanlara
olan kin ve düşmanlıklarını kusarak şöyle bağırdılar: "Muhammed,
şimdi öldü ve bize geride müslüman kızlarını bıraktı...")
Bilindiği gibi, İslâm dini daima barıştan yanadır. Barışı sever. Gerekli
kalmadıkça savaşa razı olmaz. İslâm dininde, çözüm için önce barış yolu
aranır. İslâm dininin temel esasları, bu barış ortamında yayılmaya başlanır.
Kur'an-ı Kerimde de bu usul ve esas emredilmiştir. Bu yüzden peygamber
efendimiz (S.A.V.) Medine'ye göç ettikleri zaman, ilk olarak yahudiler
ile bir antlaşma imzaladı, Yahudilerle birlikte Medine'de barış içinde
yaşayacaklarına dair karşılıklı olarak birbirlerine söz verdiler. Bu antlaşma
ve sözleşmeden sonra Peygamber efendimiz (S.A.V.) yahudileri İslama çağırdı.
İslâm'ın ve Kur'an'ın, Hz. Musa'ya Yüce Allah'tan hak kitap olarak indirilen
Tevrat'ı kabul ettiğini ve onun doğruluğunu tastık ettiğini söyledi. Hz.
Musa ve Hz. İsa'nın geleceğini haber verip müjdeledikleri son peygamberin,
kendisi olduğunu ve bu yüzden de kendisine iman etmeleri gerektiğini buyurdu.
Fakat Yahudiler, geçmişte bütün hak peygamberlere karşı yaptıkları isyan
ve azgınlığın aynısını, Peygamber (S.A.V.) in bu çağrısına karşı da gösterdiler.
Yalan beyân ve iftiralarda bulundular. Yüce Allah Kur'an-ı Kerimde bu
hususta şöyle buyurmuştur:
"Ey Muhammed! And olsun ki, sana apaçık âyetler indirdik. Onlan ancak,
doğru yoldan çıkmış olanlar inkâr eder. Onlar, her zaman bir antlaşmada
bulunmuşlarsa, içlerinden bir takımı onu bozmamış mıdır? Fakat, onların
çoğu zaten inanmazlar. Ellerinde olanı (Tevrat ve incil'i) doğrulayan
bir peygamber, Allah katından onlara gelince, kendilerine kitap verilenlerden
bir takımı, bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını arkalarına attılar..."
(Bakara sûresi, âyet: 99-101.)
Yahudiler, İslâm'a ve İslâm peygamberine karşı düşmanlık ilân ettiler.
İslâm'ı ve İslâm peygamberini ortadan kaldırmak için her türlü çareyi
baş vurdular. Müşrikleri kışkırttılar ve onlara her türlü yardım ve desteği
sağladılar. Fakat, Yüce Allah Evs ve Hazrec kabilelerinden büyük bir İslâm
kitlesini ihsan buyurarak, yahudilerin bütün saldırılarını ve hilelerini
etkisiz hale getirdi. Yahudiler, bu iman ve islâm ordusundan oluşan yüce
safı, bir türlü yarıp hedeflerine ulaşamadılar. Hak peygamber Hz. Muhammed
(S.A.V.) in ümmeti ve önderliği karşısında daima yenildiler. Bir türlü,
gaye ve emellerini gerçekleştirme fırsatını bulamadılar...
Yahudiler, gerek Babil (Yahudiler. milattan önce yaklaşık 2000 yılları
arasında tarih sahnesinde görünmüş ve daha sonraları Babil'e sürgün edilmişlerdir.
Mısır'da köle olarak bulundukları tarih ise milattan önce 1600 yıllarıdır.
Yahudinin tarihi için kitabın başında verdiğimiz bölüme bakınız.
) sürgününde ve gerekse Mısır ve Roma'da bulundukları kölelik devirlerinde,
her türlü hile ve desise yollarına alıştılar. Bu devirde, nesilden nesile
anlatılan hileleri metotlaştırıp, siyasî hayatlarında sistem haline getirdiler.
Öğrenmiş oldukları hile ve desise yollarını, böylece, çağlar boyu birbirlerine
aktara geldiler...
İslâm'a karşı yahudiler, ilk günde yenilgiye uğradılar. Fakat, İslâm dini,
zamanla bütün dünyaya yayıldı. Devletinin sınırlan genişledi. Bütün dünyada
sadece, ondan söz edilmeye başlandı. Bu yayılma ve genişleme tarihi boyunca,
bir çok millet ve devlet onu tanımaya ve kabul etmeye başladı. Yahudiler,
bunu çekemediler. Tarih boyunca, bir çok deneylerle öğrenmiş oldukları
bütün hile ve desiseleri, islâm'a karşı kullandılar. Bu savaş için maddi
ve manevi bütün güçleri seferber kıldılar. En sonunda Hıristiyan Devletlerini,
haçlı ordular hazırlayarak islâm dünyası üzerine saldırmaları için ikna
ettiler. Onlara maddi imkânlar sağladılar. İsrail Devletini, yeniden kurmak
için uzun plânlar peşinde koştular...
İslâmın ilk doğuş günlerinde de yahudiler, Arap yarımadasının müşriklerini,
kabile kabile gezip islâm aleyhinde kışkırttılar. Müslümanların aleyhinde
akıl almaz iftiralarda bulundular, onlarla alay ettiler ve müşriklerin
onlara saldırıda bulunmasını sağladılar. Kur'an-ı Kerimde, buna işaret
edilerek şöyle buyurulmaktadır:
"Kendilerine kitap verilmiş olanların, puta ve şeytana inanıp, inkâr
edenlere: "Bunlar inananlardan daha doğru yoldadırlar" dediklerini
görmedin mi?" ( Nisa sûresi, âyet: 21.)
Hakkın ve islâm'ın üstün gelmesi ile yahudiler, mücadele ve savaşma alanlarının
yönünü değiştirdiler. Direk olarak islâm ile baş edemeyeceklerini anlayınca,
bu sefer de yeni müslüman olanların kalbini çelmeye, onlara yanlış bilgiler
öğretmeye, müslümanların saflarını içten bölüp parçalamaya başladılar.
Müslümanları, birbirine düşürdüler, İslâm toplumunun arasına fitne soktular.
Daha sonraki tarihlerde Hıristiyan Misyonerleri'nin gösterdiği faaliyetleri
de kendi emelleri doğrultusunda kullandılar. Yukarda da işaret ettiğimiz
gibi, Haçlı Ordularını, İslâm dünyasına saldırmalarını sağladılar, İslâm
dünyasında, kendilerine bir sürü hizmetçi yetiştirdiler. Bunlar vasıtası
ile bir çok isler başardılar. Sahte ve hain kahramanlar türettiler. Böylece,
Misyonerler ve Siyonistler elele vererek İslâm dünyasını yıkmaya, bölüp
parçalamaya çalıştılar. İslâm dininin temel esaslarını, bir daha dirilmemek
ve anılmamak üzere kökünden söküp atmaya çabaladılar.
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, İslâm tarihinin ilk gününden başlayarak
günümüze gelinceye kadar Kur'an-ı Kerimin şu ayeti: "Ey Muhammed!
İnsanlar arasında inananlara, en şiddetli düşman olarak yahudileri ve
Allah'a eş koşanları bulursun..." (Mâide sûresi, âyet: 82.) her zaman
geçerliliğini korumuştur.
Eğer söylediklerimizi özetleyecek olursak, yahudinin İslam ve müslümanlara
karşı olan düşmanlığını şöylece sıralamamız gerekecektir: Medine'de, yeni
doğmakta olan İslâm devletine karşı, putperest Arap kabilelerini ve Mekke'li
müşrikleri kışkırtan yahudilerdir. Beni Kaynukâ, Beni Kureyza ve Beni
Nudayr kabilelerini (Beni Kaynukâ. Beni Kureyza ve Beni Nudayr adlı kabileler,
Medine'de bulunan Yahudi kabileleridir. Müslümanlar bu üç kabile ile ayrı
ayrı savaşmışlardır.) bir araya toplayıp İslama karşı bir güç meydana
getirmeye çalışan yahudidir.
Müslümanlar arasında fitne ve bozgunculuk hareketini çıkaran, dedi kodularla
müslümanları birbirine düşüren ve Hz. Osman (R.A.) ın şehit edilmesine
sebep olan Yahudidir.
Peygamber (S.A.V.) in siyer ve hadislerinde yalan ve iftiralı rivayetler
uyduran Yahudidir.
Koca Osmanlı Devletini parçalayan, milliyetçi ve ırkçı hareketlerin ardında
sinsi emellerini gerçekleştirmeye çalışan. Sultan Abdülhamit Han hazretlerini
tahttan indiren ve İslâm halifeliğini sona, erdiren Yahudidir.
Yeryüzünün her bölge ve ülkesinde, İslâm'a karşı savaşan güçlerin arkasında
yahudi vardır. Müslümanlara karşı başlatılan savaşları her yerde destekleyen,
para .ve silâh yardımında bulunan Yahudidir.
Materyalizm felsefesini kuran, maddeyi ilâhlaştıran Yahudidir. Cinsi arzuların
serbest olmasını isteyen, seksi teşvik eden ve cinsi arzunun hayatın temeli
olduğunu savunan Yahudidir. Aile hayatını yıkan ve sosyal ilişkileri bozan
Yahudidir... (Bu üç ayrı felsefe ekolünü kuran, yahudi asıllı kimselerdir.
Bu üç yahudinin isimleri sırayla şöyledir:
1 - Karl Marks.
2 - Fruit.
3 - Dricham,
Daha sonraki çağda ise. din ve ahlâk kurallarını bozmaya çalışan yahudi
asıllı Can Pul Clarther'dir.)
Müşriklerin, putperestlerin ve ateşperestlerin İslâm ile olan savaşları
pek uzun sürmedi. Bu savaşların hepsi, toplu olarak yirmi yılı geçmez.
Bu savaşlar müslümanlar için yahudilerle yapılan savaşlar kadar pek fazla
zararlı da olmamıştır. Hindistan'da ineğe tapanların müslümanlara yaptıkları
zulüm ve haksızlık, Dünya Siyonizminin müslümanların başına ördüğü zulüm
ve haksızlık ağının yanında hiç denilecek kadar azdır. İslâm ülkelerinde
müslümanların başına Marksizmi musallat kılan da Yahudi değil midir?
Kur'an-ı Kerimde, İsrail Oğulları ile ilgili olarak verilen ayrıntılı
bilgilerin bir çok hikmetleri vardır. Boş yere Kur'an-ı Kerim, bu kadar
uzun ve geniş olarak İsrail Oğullarından söz etmemektedir. Kur'an-ı Kerimde,
İsrail Oğullan ile ilgili verilen ayrıntılı ve geniş bilginin hikmetlerini,
şöylece sıralayabiliriz:
1 - Medine'de ve Arap Yarımadasında, İslâmın çağırısına karşı çıkanların,
fitne ve bozgunculuk hareketiyle İslâmın yayılmasına engel olmaya çalışanların,
münafıktan koruyan ve kullananların Yahudi olması.
Bu yüzden yüce Allah, Kur'an-ı Kerimde, israil Oğullarından, tarihlerinden,
çektikleri çileden, başlarına gelen olaylardan ve bunlardan ders almadan
daima hak peygamberlere karşı yaptıkları isyandan uzun uzun söz etmekte
ve müslümanlarla savaşanların kimlikleri hakkında geniş ayrıntılı bilgi
vermektedir. Bunların, daha önce hak peygamberlere karşı takındıkları
tavırları, haksızlıkları, hile ve desiseleri de bu gaye ile birer birer
açıklamaktadır.
Yüce Allah'ın bildirdiği hak dini inkâr eden ve gönderdiği bütün hak peygamberlere
karşı savaşan bu milletin, müslüman topluluğu tarafından da iyi tanınması
ve ona göre tedbirli davranmaları için her şey Kur'an-ı Kerimde, açık
açık bildirilmiştir.
2 - İsrail Oğullan, son din olan Islâmdan önce, kendilerine kitap verilen
hak dinin mensubu olanlardan olması dolayısıyla Kur'an-ı Kerimde, onlardan
söz edilmiş ve onların dinlerinin esaslarını kendi elleriyle nasıl değiştirdiklerini
anlatmış ve müslümanların da böyle yanlış bir yola sapmamaları için uyanda
bulunmuştur. Hak ve doğru yoldan ayrılmakla, din ve ahlâk esaslarından
uzaklaşmakla Yahudilerin başına gelen uzun yıllardaki felâketlerden ders
alınması konusunda,
İsrail oğullarının başına gelen olaylar, Kur'an-ı Kerimin bir çok sûrelerinde,
birer birer açıklanmıştır.
3 - İslâm dini son dindir. Ondan sonra hiç bir din gelecek değildir. Hak
din olarak kıyamet gününe kadar sadece, onun hükmü geçerli olacaktır,
insanlık, bu zaman zarfında onu yaşamak ve ona yürekten inanmak zorundadır.
Onu, her devirde yaşamak ve inkarcılara karşı savunmak için Hz. Musa'nın,
Hz. isa'nın ve diğer hak peygamberin mucize ve mücadelelerinden Kur'ân-ı
Kerimde, uzun uzun söz edilmiştir. Bilindiği gibi İsrail oğullarının tarihi,
hayli eskidir.Bunların tarihinde, geçen olaylardan kazanılan bir çok tecrübeler
vardır. Bunların bilinmesinde hiç şüphesiz, sayılamayacak kadar pek çok
faydalar vardır...
Kur'an-ı Kerimin ve tarihin ışığında yaptığımız bu açıklamalardan sonra,
siz değerli okuyucularımıza diyoruz ki; yahudi ile olan savaşımız dün
olduğu gibi bugün de bütün şiddetiyle devam etmektedir. Yarın da aynı
şiddetle devam edecektir. Çünkü yahudiler, İslâm dinini yeryüzünden silmedikçe,
bu savaşlarına aralıksız olarak devam edeceklerdir. Onlar, her yerde müslümanlan
yenilgiye uğrattıkları ve dinlerinde- uzaklaştırmayı başardıkları halde,
gene de İslâm'a karşı olan savaşlarını bütün güçleriyle sürdürmektedirler.
Bu hususta, milletler arası hile ve desiselere başvurmakta ve müslümanların
aleyhinde kararlar çıkarmaktadır. ( Yahudinln, tek korkusu İslâmdır. İslâm'ın
yeniden dirilmesidir. Yahudinin, gece ve gündüz olarak savaştığı tek düşman
İslâmdır. Yahudi için komünizm ve başka batıl inançların yayılması hiç
bir anlam taşımaz ve önemli bir tehlike teşkil etmez. Onun için tek tehlike,
İslâm'ın uyanmasıdır. Bu yüzden yahudi, İslam'ın uyanmaması için ne gerekli
ise yapmaktadır...)
İsrail, kendi devletini kurduklarım ilân ettikten sonra, İslama ve İslâm
ülkelerine saldırı ve düşmanlıklarını daha da hızlandırmaktadır. Devletinin
sınırlarını genişletmek için yeni plânlar peşinde koşmaktadır. Onun bu
emel ve ihtiraslarının sonu gelmez...
Ancak, müslüman olarak şuna inanıyoruz ki, yahudi devletinin sonu mutlaka
gelecektir. Onun kurduğu devlet, zulüm ve diktatörlük üzere düzenlemeye
çalıştığı egemenlik, pek yakında yıkılacaktır. Kur'an-ı Kerimin İsrâ sûrsinde,
bu hususta inananlara müjdeler vardır...
Yahudiler, Filistin toprakları üzerinde, tarih boyunca bir çok devlet
kurmuştur. Yeryüzünün egemenliğini ellerine geçirmeye çalışmış, hile,
fitne ve bozgunculuk hareketleriyle de bütün dünyanın huzurunu kaçırmış
ve bu yüzden de yüce Allah'ın gönderdiği güçlü kullan vasıtası ile de
yenilgiye uğramıştır. Kurdukları devlet ve egemenliği yıkılmış, Filistin'in
temiz topraklan üzerinden uzaklaştırılmışlardır. Bütün dünya insanları
içki yaktıkları kin, düşmanlık ve savaş ateşi böylece söndürülmüştür.
Tarihin akışı içinde bu olay ve bu sonuç, daima bu şekilde devam edip
günümüze kadar gelmiştir. Yahudiler için bu azap ve yıkılış, yüce Allah'ın
değişmeyen bir kanunu haline gelmiştir. Ezelî kanunun hikmeti, daima bu
şekilde tecelli etmiştir.
Bugün yahudi, gene Filistin topraklan üzerinde yeni bir devlet kurduğunu
ilân etmiştir. Dünyanın bir çok ülke ve bölgesinde bulunan yahudiler,
bu devlete güç katmak için Filistin topraklarına göç etmekte ve burada
yerleşme merkezleri yapmaktadırlar. Bütün dünya insanlarının gözleri önünde,
bu topraklar üzerinde çağlar boyu yaşayan ve bu toprakların asıl sahibi
olan Filistin müslüman halkını, haksız olarak bu topraklardan çıkarıp
sürmektedir. Böylece bugün, bilfiil olarak yahudi ile müslümanın savaşı
başlamış bulunmaktadır. Eğer müslümanlar, bu savaşta bir an önce üstün
çıkmak istiyorlarsa, Kur'an-ı Kerimde İsrail oğulları ile ilgili verileri
bilgileri çok iyi anlamaları gerekir. Bu bilgilerin ışığında hareket ettikleri
zaman, üstün gelmelerinin an ve saatinin pek yakın olduğunu bilsinler.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya Miraç
gecesinde hareket etmesi ve bu olayın Kur'an-ı Kerimde müstakil bir sûrede
(İsrâ sûresinde) anlatılması, hikmetsiz ve anlamsız değildir. Peygamber
efendimiz (S.A.V.) in bu yolculuğu, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'in dinleri
ile İslâmın temel inançları arasını, Kâ'be ile Kudüs'ün arasını birleştirmek
içindi. Müslümanların bu mukaddes emanetlerinin sahibi olduğunu ilân etmek
içindi.
Ne yazık ki, bu mukaddes tcprakların sahibi ve vârisi olan müslümanlar,
bu gün yahudinin zâlim elleriyle Kudüs'ü ve Mescid-i Aksa'yı ellerine
geçirmek ve burada yeniden egemenlik sürdürmek için çaba sarf etmekte
ve müslümanlara karşı savaş ilân etmektedir. Bu savaş, devam edecektir.
Akıl almaz siyasî dolaplarını tekrar çevirecek, hile ve desiselere baş
vuracak ve yer yüzünü yeniden bozgunluğa döndürecektir. En sonunda yahudinin
bu yeni devleti, güçlü ve inançlı bir ordu vasıtası ile yıkılıp gidecektir...
Bakınız, bu hususta Kur'an-ı Kerimde neler buyurulmaktadır:
"Kitapta İsrailoğullarına: "Doğrusu, yeryüzünde iki kere bozgunculuk
yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz" diye bildirdik. Bu ikisinden
birincisinin vakti gelince, üzerinize kullarımızdan pek güçlü olan kimseleri
salacağız. Bu güçlü kullarımız, ülkenizde her köşeyi kontrolüne alacaklardır.
Bu, mutlaka yerine gelecek bir vaaddir. Bunun ardından tekrar sizi, onlara
üstün kılacağız. Mal ve evlâtlarla size yardım edecek ve sizin sayınızı
çoğaltıp artıracağız. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz.
Kötülük yaparsanız, o da gene kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti
gelince, yüzlerinizi karartarak kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri
gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri yıkmaları için onları tekrar
üzerinize göndereceğiz." (İsrâ sûresi, âyet: 4-7.)
Yahudiler, tarihlerinde çok kere denemiş olarak Filistin'e girip yerleşmiş,
fitne ve bozgunculukları dolayısı ile de çıkarılmışlardır. Onlara iki
vaad verilmiştir. Birincisini; tarihin sayfalan arasında bir çok kere
deneyerek kapatmışlardır. Allah'ın vaadi haktır. Onda, zerre kadar yalan
ve şüphe yoktur. İkinci vaadi ise; - Allah'ın izni ile - müslümanların
elleriyle gerçekleşecektir. Yahudilerin kurdukları her devlet ve egemenlik,
fitne ve bozgunculuklarından dolayı mutlaka yıkılacaktır. Kur'an-ı Kerimde
bu hususta "Bu, mutlaka yerine gelecek bir vaaddir." (İsra sûresi,
âyet: 5.) diye işaret edilmiştir.
İsrailoğulları, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya başladıkları zaman, hemen
başlarına yüce Allah, vaad ettiği kullarını saldırmış ve onların bozgunculuklarına
son vermiştir. Kur'an-ı Kerimde, buna da şu şekilde işaret edilmiştir:
"Umulur ki, Rabbiniz size acır. Fakat, siz (bozgunculuğa) dönerseniz,
biz de döneriz. Cehennemi inkarcılara bir zindan kılmışızdır." (İsra
süresi, ayet: 8.)
Hz. Peygamber (S.A.V.) in devrinde bozgunculuk yaptılar, yüce Allah'tan
ceza görüp Arap yarımadasından kovuldular. Son çağda tekrar bozgunculuk
yapmaya başladılar, Hitler'in gazabına uğradılar ve gerekli cezalarını
gördüler. Bugün, gene bozgunculuk hareketlerini yeniden hortlatmaya çalışıyorlar.
Filistin toprakları üzerinde yerli müslüman halka, akıl almaz işkenceler
yapmakta ve topluca soy kırımına yönelmektedirler. Hile ve desise plânlarını
yeniden uygulamakta ve yeryüzünü bozguna çevirmektedirler. Yüce Allah,
yakın bir zamanda, onların bu zulüm ve baskılarına son verecek, devlet
ve egemenliklerini yıkacak olan kullarını, onların üzerine gönderecektir.
Yüce Allah'ın vaadi haktır. Kur'an-ı Kerimde buyurulan vaadin vakti, mutlaka
bir gün gelecektir. Bekleyenler, vaad edilen vaktin, pek yakın olduğunu
göreceklerdir.
Yahudinin devleti, egemenliği, dünyada oluşturduğu güç, maddi üstünlüğü
ve bu üstünlüğüne güvenerek savurduğu tehditler müslümanları asla korkutmamalıdır..
Yüce Allah'ın vaadına ve Kur'an-ı Kerimin âyetlerine samimi olarak inananlar,
yahudinin savurduğu tehditlerden ürküp sinmezler. Cihâd emrini bırakıp
köleliğe razı olmazlar. Bakınız yüce Allah, Kur'an-ı Kerimde yahudilere
karşı yapılan savaş hakkında, müminlere cesaret yönünden nasıl müjde vermektedir:
"Ey Müminler! Onların (yahudilerin) yüreklerine korku salan Allah'tan
çok sizlersiniz. (Yani; Yahudiler sizden korktuğu kadar Allah'tan korkmazlar.)
Çünkü onlar, anlayışsız kimselerdir. Onlar, sizinle toplu olarak, ancak
surlarla çevrilmiş kasabalar içinde veya duvarlar arkasında savaşmayı
kabul ederler. Kendi aralarındaki çekişmeleri ise şiddetlidir. Sen, onları
birlik içinde olduklarını sanırsın. Oysa onların kalpleri, birbirlerinden
ayrıdır." (Haşr sûresi, âyet: 13-14.)
Bazen dış görünüşler bizi aldatır. Yahudilerin ve münafıkların birbirlerine
karşı gösterdikleri sadakat ve sevgiyi, onlar arasında bir büyük birlik
ve beraberliğin meydanda oluştuğuna bakar ve yanılırız. Bu güce karşı
koymanın ve bu birliği bozmanın zor olduğuna inanır ve böylece ümitsizliğe
kapılırız, Oysa, yüce Allah Kur'an-ı Kerimde bize, onların bu dış görünüşlerine
bakıp, onların birlik içinde olduğunu sanıp kanmamamızı istemekte ve onların
kendi aralarında çıkar çekişmeleri dolayısı ile ayrılık içinde olduğunu
haber vermektedir. Yüce Allah'ın verdiği bilgi ve haberler kesindir. Onlar
ancak, perde arkasında müslümanlarla savaşmayı göze alabilirler. İslâm
kitlesine karşı, göğüs göğüse çarpışacak yürekleri yoktur.
Onların, dıştan görünen üstünlüğü, dünyanın onları desteklemiş olarak
görünmesi, onların bütün dünya insanlarıyla birlik, beraberlik, dostluk
ve destek içinde olduğunu göstermez. Bu dış görünüş, sadece bir aldatmacadır.
Bu sahte yüzün üzerinden çıkar perdesini attığınız zaman, işin iç yüzü
ortaya çıkacak ve Siyonist dünyanın kendi aralarında çıkar ayrılığı içinde
bulunduğunu açık ve kesin olarak göreceksiniz.
Müminler, bir daha dinlerinin temel esaslarına yeniden sarılıp, yüce Allah'ın
vaadına kulak verdikleri vakit, zaferin kapıları onlar için yeniden açılacak
ve düşmanlarına karşı - Allah'ın izniyle - üstün geleceklerdir. Çekişme
ve didişme içinde bulunan yahudiye karşı, yüce Allah'ın yardım ve desteğine
mazhar olacaklardır. Müslümanların iman cesaret, şabır ve sebat ile dünyada
yenemeyeceği hiç bir zorluk yoktur. Allah'ın yardım ve desteği ile her
zaman ve her yerde üstün olacaklar ve düşmanlarını yenilgiye uğratacaklardır...
Filistin'in mukaddes toprakları üzerinde bu son günlerde "Müslüman
Kardeşler" topluluğunun fedaileri ile yahudilerin çarpışmalarında,
bu ayetin verdiği haberin aynısı tecelli etmiştir. Edindiğimiz bilgilere
göre, yahudiler bu fedailer topluluğu ile göğüs göğüse çarpışmaktan çekinmişlerdir.
Ancak evlerinde, siperlerin arkasında ve duvarların ardında savaşabilmişlerdir.
("Müslüman Kardeşler"den bir topluluk, büyük şehit Hasan El-Bennâ'nın
emriyle Filistin topraklarında 1948 yılında yahudiyle savaşmıştır. Bu
konuda geniş bilgi için Prof. Kâmil Es-Şerif'in yazdığı "Filistin
Savaşında Müslüman Kardeşler" adlı eserine bakınız.) En küçük bir
saldırıya karşı bile dayanamayıp kaçmışlardır. Ancak, fedailer topluluğuna,
Mısır'dan ve başka yerlerden yardım ve destek gelmediği için gereken,
sonuç ve basarı - bütün olarak - elde edilememiştir. Müslüman kardeşlerin
bu savaşta gösterdiği basarı, cesaret ve kahramanlık bütün dillerde destan
olmuştur. Yüce Allah'ın Yahudiler hakkında buyurduğu bu âyetin hükmü,
bir daha böylece ortaya çıkmış ve doğruluğu kesinleşmiştir.
|
|
 |
|