GERÇEK İSLÂM KİTLESİ
(Seyyid Kutub'un bu
makalesi. 22.4.1952 tarihinde "Ed-Dava"adlı dergide yayınlanmıştır.)
Çağrısında bulunduğumuz İslâmî kitleyi tanımamız, hedeflerini anlamamız
pek yerinde olur. Çünkü, onu iyice kavramamız, ona doğru olarak yol almamızı
sağlayacak ve yönümüzü aydınlatacaktır.
Böyle bir konuyu işlememe, geçtiğimiz perşembe günü "El-Ahram"
gazetesinde, başbakan Fuad'ın birinci hükümeti devrinde ilmi araştırma
başkanı Dr. Ahmed Zeki'nin yayınlanan makalesi sebep oldu. Dr. Ahmed Zeki,
adı geçen makalesinde bir ay müddetle Pakistan ve Hindistan'ı gezdikten
sonra özetle şöyle diyordu:
"Hintliler, Mısır'ın iç politikasını Mısırlılardan çok daha iyi bilmektedir.
Bizden daha çok Pakistan olayı ile ilgileniyor ve bu hususta İngilizlerle
birlikte plânlı çalışmalar içinda bulunuyorlar. Bu gezi sırasında Hintliler,
benden sık sık şu soruyu soruyorlardı: "Acaba, İslam konferansının
bir amacı var mıdır?" Ben ise, şu cevabı verdim: "İslâm konferansının
amacı, dinî değil politikdir. Çin'den Atlantik okyanusuna kadar uzanan
topraklar üzerinde bir çok İslâm devleti ve ülkesi bulunmaktadır. Araplar,
tek başına küçük bir kitledir.
Dünyanın diğer kitleleri karşısında, maddi ve manevi varlığını korumasına
imkân yoktur. Bu yüzden de Araplar, daha büyük bir kitle ile birleşmek
ve onlarla birlikte dünyada büyük ve güçlü bir kitle meydana getirmek
ve böylece emperyalist devletlere karşı varlıklarını ve bağımsızlıklarını
korumayı istemişlerdir.
İşte, bu kitlenin adı İslâm kitlesidir. Bu kitlenin tek amacı, emperyalizme
karşı maddi ve manevi varlıklarını korumaktır. Meselâ: Asya ve Afrika
birliği de bu amaçla kurulmuştur. Bu kitleleşmenin dinle hiç bir ilgisi
yoktur. Bu kitleleşmenin amacı, yalnız politik olup emperyalizme karşı
koymak için güç birliğine varmaktır..."
Dr. Ahmed Zeki'nin bu makalesinde, din ve politika hakkında ne demek istediği
açık ve kesin olarak anlaşılmaktadır. Artık, gerek Mısır'da ve gerekse
diğer İslâm ülkelerinde bilgisi olan ve bilgisi olmayan herkes, din ve
devletin birbirinden ayrılmasının ne demek olduğunu çok iyi bilmektedir.
Bunun ardında, hangi gizli elin bulunduğunu da öğrenmiş bulunmaktadır...
Bu sebepten dolayı bu fırsattan yararlanarak İslâm kitlesinin ne demek
olduğunu, kısa ve özet olarak anlatmayı uygun bulduk.
Din ve devletin birbirinden ayrılmasını isteyen düzen ve sistemlerin,
İslâm dini ile hiç bir ilgisi yoktur. İslâm dini böyle bir şeyi ne tanır
ve ne de kabul eder. Bu sistem ve düzen, Batıdan bize getirilmiştir. Çünkü
Batıda, Hıristiyanlık dininde din ile devlet ayrı ayrı olarak varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Hıristiyanlık dininde, - teorik olsa bile- ekonomi, kanun,
sosyal düzen, devlet idaresi ve benzeri düzenlerle ilgili hiç bir görüş
yoktur. O, sadece vicdanlarda gizli olarak taşınan bir inançtır. Onun
hayatla ilgili hiç bir düzen ve şekli mevcut değildir. Ekonomi, kanun,
sosyal hayat ve devlet düzenleri ile ilgili belli hiç bir görüş ve düşüncesi
bulunmadığı için de Batıda din ile devlet ayrı ayrı olarak ele alınmıştır.
Batıdaki bu uygulama, böylece dinlerinin bir gereği olarak ortaya çıkmıştır.
İslâm dininde ise, durum farklıdır, İslâm dininin inanç sisteminde devlet
vardır. Ekonomik, sosyal, ve.ahlâki düzenler vardır. Kanun ve ibadet sistemi
vardır. Bu sistem ve düzenler, Islâmın inanç ve esaslarıyla öye bitişik
ve birlikte bulunuyor ki, onları birbirinden ayırmanın imkânı yoktur.
Bu durum, çok kesin ve açıktır. öyle pek derin inceleme ve araştırma sonucu
anlaşılacak zor bir mesele değildir, İslâm'ın, inanç ve sistem olarak
böyle bir durumda bulunduğunu, herkes çok iyi bilmektedir...
İslâm'a ve onun temel esaslarına inandıklarını söyliyenlerin, din ve devletin
birbirinden ayrı olmasını savunmaları çok tuhaftır. Bu kimseler, İslâm'ın
ahlâk, ekonomik, sosyal ve kanuni düzenlerinin bulunduğunu kabul ettikleri
halde, ondan yüz çevirip başka düzen ve sistem peşinde koşmaları ne acıdır!
Gene bunlar, her hangi bir islâm ülkesinin varlığından söz eder ve halkının
müslüman olduğunu söyer, fakat bu devletin politik düzeninin İslâmî olmadığını
açıkça anlatırlar... Bu açıklamalarına gerekçe olarak da din ve devletin
ayrı ayrı olması gerektiği hususunu gösterirler.
Buna göre Dr. Ahmed Zeki'nin makalesi ve cevabı şöyle olmalıydı: "Bu
konferansın gayesi İslaradır. İslam'da, sosyal ve politik bütün meseleler
vardır. Yer. yüzünde yaşayan bütün müslümanlar tek bir millettir. İslâm'ın
bütün toprakları, bu milletin mukaddes vatanıdır. Her hangi bir İslâm
ülkesine veya toprak parçasına yapılan bir saldırı, bütün İslâm vatanına
saldırılmış sayılır. Bir tek müslüman ferde bile haksızlık yapılsa, bütün
müslümanlara haksızlık yapılmış olur."
İslâm ve İslâm düşüncesine sahip çıkanların ve insanları buna çağıranların
İslâmî anlayışları budur. İslâm kitlesinden kast ettikleri anlam da budur.
Bunu, bu şekilde bütün insanlara duyurmalı ve anlatmalıdırlar. İslâm kitlesini,
dar ve sınırlı politik gaye ve hedeflerin içinde anlatmaya çalışmak yanlış
olur.
İslâm kitlesinin amaçlarından biri de hiç şüphesiz, emperyalizm ile savaşmak
ve onu İslâm ülkelerinden kovmaktır. Ancak bu, sadece amaçlarından biridir.
Yoksa, bazı kimselerin yanlış olarak sandığı gibi İslâm kitlesi, yalnız
bu amaçla oluşmuş ve bir araya gelmiş değildir. Çünkü, İslâm'ın sosyal
hayatla ilgili görüş ve düşünceleri de ona gönül verenleri, böyle bir
kitleleşmeye doğru yönelmelerini zorunlu kılmaktadır...
Eğer müslümanlar, yeryüzünde yeni bir blok ve yeni bir kitle meydana getirmek
istiyorlarsa, mutlaka inançlarından kaynaklanan, özel sosyal bir düzen
ve kanunî sistemlerinin bulunması gerekmektedir. Bu özel düzen ve sistem
ise, çağlar boyu müslümanlar tarafından uygulana gelen İslâm dininin temel
esaslandır.. Müslümanlar, bunu her çağda uygulamışlardır. Onlar, bu düzen
ve sisteme asla yabancı değildir.
İslâm adına kitleleşen bu yenik ülkelerin, sadece emperyalizme karşı direnmek
gayesi ile bir araya gelmeleri yeterli değildir. Asya ve Afrika kıtalarında
bulunan bu İslâm ülkeleri, gerek sosyal ve gerekse devlet hayatlarında
İslâm dininin temel esaslarını yaşamak, yaşatmak ve uygulamak üzere bir
araya gelmeleri ve bu niyetle emperyalizme karşı direnmeleri gerekir.
İslâm'a inanan bir millet, onu yaşamak ve sosyal hayatına uygulamak zorundadır.
İslâm'ın dışında, başka herhangi yabancı bir düzeni, kabul edemez. Onu
bir bütün olarak alır ve öylece sosyal hayatına uygular.
İslâm düzeninin egemen olduğu yerde, müslüman olmayan azınlıklar, onun
yüce bayrağının gölgesinde huzur ve güven içinde yaşarlar. Bu azınlıklar,
bugün var olmuş değildir. Bunlar, İslâm düzeninin ne demek olduğunu herkesten
daha çok iyi bilirler. Bu düzenin yabancısı değildirler. Bunlar, cağlar
boyunca, bu yüce düzenin kendilerine sağladığı her türlü hak ve hürriyyet
içinde yaşamış kimselerdir.
İslâm dini; bütün insanlara din, ibadet, mal ve can güvenliği ve diğer
gerekli olan bütün hak ve hürriyetleri tanır ve bunları korumaya çalışır.
Her türlü haksızlığa ve baskıya karşı direnir. Adalet ve eşitliği, egemen
kıldığı düzeni için vaz geçilmez iki temel ilke olarak kabul eder.
Bütün insanları, egemen kılmaya çalıştığı bu yüce düzeninin çatısı altına,
hür ve her türlü hakları korunmuş olarak girmeye çağırır. Huzur, güven,
eşitlik, hak, adalet ve hürriyetin temel esaslarının gerçek anlamda kurduğu
düzenin çatısında bulunduğunu açıkça bildirir...
Din işleri ile dünya işlerini birbirinden ayırmaya çalışanlar, ya hain
veya korkak kimselerdir. Diplomasi gereği olsa dahi her yerde İslâm'ı
olduğu gibi anlatmak ve açıklamak gerekir. Gerçeği saklamak veya bunu
yanlış olarak anlatmak ise, asla doğru bir şey değildir.
Bu kısa açıklamadan sonra rahatlıkla bu beylere şöylece seslenebiliriz:
Ey beyler! Sizin aldatma döneminiz çoktan bitmiştir. Bu ülkede, artık
size hiç kimse inanmıyor. İslâm, her yerde aynı İslâm'dır. Bunu değiştirmeye,
hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. İslâm, kanun ve düzen olarak açık ve
kesindir. Her insan, onu rahatlıkla anlayabilir. Bu hususta herhangi bir
şüphe, gizlilik ve tereddüt yoktur. İslâm, inanç ve sosyal düzenleri ile
birlikte bir bütündür. İslâmın bu bütünlüğü, asla bölünemez.
İslâm kitlesinin oluşması için bu kitleye giren bütün ülkelerin, yüce
Allah'ın boyası ile boyanması ve bunun dışında başka bir boya aramamaları
gerekir. Yüce Allah bu hususta Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın verdiği renge uyun. Boyası Allah'ın boyasından daha güzel
olan kim vardır?" (Bakara sûresi, âyet: 138.)
Biz bu hususta hiç kimse ile tartışmak veya onları kandırmak niyetinde
değiliz. İsteyen bizim bu görüş ve inancımızı kabul eder, hak ve doğru
yol üzerinde bulunur. Bu gerçeklerden yüz çevirmek isteyenler ise, bu
hususta bizimle ayrılık içinde olabilirler. Başkalarının düşmanlıkları
ve bizimle ayrılık içinde bulunmaları sadece, kendilerine zarar verecektir.
Allah bizimle beraberdir. Yalnız Onun yardım ve desteğini diliyoruz...
Bizim onlara karşı cevabımız, Kur'an-ı Kerimin şu âyeti olacaktır:
"Allah, işinde hâkim olandır. Fakat, insanların çoğu bunu bilmezler."
(Yusuf sûresi. ayet: 21.)
|
|
 |
|