CİHÂDDAN GERİ KALANLARA…

Yüce Allah bu hususta Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:"Ey inananlar! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın" dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimi, âhirete göre pek az bir şeydir." (Tevbe sûresi, âyet: 38)
Cihâd, namaz ve oruç ibadetleri gibi müslümanlara farzdır. Müslümanların düşmanlarının sayıları, kendi sayılarından kat kat fazla olsa bile yüce Allah'ın yardım ve desteği ile onlar, her zaman üstün gelip düşmanlarını yeneceklerdir. Müslümanlardan bir kişi, düşmandan on kişiye bedeldir. Bazı durumlarda bu, daha da kat kat fazlalaşır.
Buna göre cihâdın müslümanlara farz kılınması,düşmanın sayı bakımından çokluğuna ve güç yönünden üstün olmasına bakılmaz. Müslümanlar için emredilen husus, düşmanlarına karşı ellerindeki bütün imkânlarla hazırlık içinde olmalarıdır. Gerekli hazırlığı, yaptıktan sonra Allah'a güvenip sığınmaları, cihâd emrine tam olarak uymaları ve Allah'ın yardımı ile üstün geleceklerine inanmalarıdır. Sabır ve sebatla düşmanlarına karşı bütün güçleriyle direnmeye çalışmalarıdır. Gerisini yüce Allah'a bırakıp, sadece ondan zaferi beklemeleridir. Yüce i ' h onlara, maddi güçlerinin yanında manevi güç ve desteğini de ihsan buyuracaktır.
Cihâd emrinden geri kalanlara, oturup çökenlere ve düşmanlarından korkanlara yüce Allah Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
"Ey inananlar! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın" denildiği zaman yere çöküp kaldınız? Ahireti bırakıp dünya hayatınamı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimi, âhirete göre pek az bir şeydir. Eğer cihâd için çıkmazsanız, Allah size can yakıcı azaplarla azap eder ve yerinize başka bir millet getirir. Ona bir şey de (zarar yönünden) yapamazsınız. Allah'ın her şeye gücü yeter." (Tevbe sûresi, âyet: 38-39.)
Peygamber efendimiz (S.A.V.) Medine'de, Bizans ordusunun Şam'da toplandığı ve Hırakliyus'un Arap yarımadasından topladığı büyük bir ordu ile Medine üzerine yürümeye hazırlandığı haberi ulaştı. Bizans ordusuna Lalım, Cezzâm, Amile ve Gassân gibi Arap kabilelerinin de katıldığı, bir yıllık yiyecek temin ettikleri ve böylece büyük bir güç meydana getirdikleri duyulup yayıldı. Bu haberin duyulması üzerine münafıklar harekete geçtiler, dedi kodu yaptılar ve müslümanlar arasında fitne ve bozgunculuk çıkardılar. Şüphe ve tereddüt uyandıracak ve onları bu sefere çıkmaktan caydıracak olan asılsız haberler yaymaya başladılar.
Bu haberleri işitenler, bu büyük Bizans ordusuna karşı savaşmaktan çekindiler. Peygamber efendimiz (S.A.V.) çıkacağı bütün savaşlar için önce bu savaş haberini gizler ve öylece hazırlığını yapardı. Ancak, bu savaş için hiç bir haberi gizlememiş ve bunu açıkça bildirmişdir. Çünkü bu savaş, (Bu savaşa İslâm tarihimle Tebuk savaşı denir.) çok zor ve uzaktı. Mevsim yaz ve sıcaktı. Kum taneleri ateş kesilmişti. Gölgeler, insanlara çok tatlı geliyordu. Hasat zamanı idi.
Meyveler dallarda ve ürünler toprakta bekliyordu. Bu yüzden de insanlar, evde oturmayı tercih ediyorlardı.
Münafıklar, düşmanın hazırladığı gücün üstünlüğünden, mevsimin sıcaklığından, bu yolculuğun zorluğundan söz ederek müsiümanları korkutmaya çalışıyorlardı. Bu yıkıcı ve korkutucu propagandalardan dolayı bazı müslümaniar, bu savaşa çıkmaktan geri kaldılar. Münafıkların yaptıkları propagandaların tesirinde kaldılar...
Bunun üzerine, cihâddan geri kalanları tehdit eden âyet-i celile indi. Yüce Allah'ın kendilerine bahşettiği nimet ve kuvveti hatırlattı. Eğer, bu savaşa çıkmaktan geri kalırlar ise, onların dünyada ve âhiratte azap ve alçalmanın beklediğini haber verdi. Peygamber (S.A.S.) e vaad edilen zaferin elde edilmesi için savaşa çıkılması gerektiğini ve savaşa çıkılmadığı takdirde bu vaad edilen savaşı elde edemeyeceklerini emir etti.
Evet, müslümanlarda ve bütün insanlarda tarih boyunca, cihâd ruhunu söndüren ve savaştan geri.kalmalarını sağlayan sebep mal ve can sevgisi, hayatı ve nefsî zevkleri, rahat ve huzuru cennete tercih etmeleri duygusudur. Et ve kandan oluşan maddi vücuduna tapmak, geçici ve sınırlı gayelere gözünü dikip sonsuz gayeleri unutmaktır.
Cihâd emrini dinlemeyen ve bunu hatırlamak istemeyenler, imanın aydınlattığı ruh ve kalpten yoksun, et ve kan yükünün verdiği ağırlık altında ezilen ve nefsi arzularına köle olan korkak kimselerdir. Allah yoluhda savaşmayı bırakanlar, basit ve alçaltıcı hayata ve maddi duruma razı olan köle ruhlu kimselerdir.
İmanı olan kişi, asla cihâddan kaçamaz. İmanında zafiyet ve şüphe bulunanlar ise, cihâddan kaçarlar. Peygamber efendimiz (S.A.V.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Allah yolunda savaşmadan ölen veya savaşmaya niyet etmeden ve nefsini ona hazırlamadan ölen kimse, nifâkın (Nifak: içten inanılmadığı halde, dıştan inanılmış gibi görünme durumudur. Bu, bir hastalıktır, inancın kesin olmamasından doğar.) bir bölümü üzere ölmüş olur."
Ölümün, hayatın, ecelin, açlık ve tokluğun, darlık ve genişliğin yüce Allah'ın kudret elinde olduğuna inanan bir kişi, cihâda çıkmaktan korkar, evlerde oturanlarla birlikte otursa, bu kişinin kalbinde de mutlaka nifaktan bir iz vardır. Çünkü dünya hayatı, âhiretin ebedi nimet be saadeti yanında yok denilecek, kadar azdır.
Yüce Allah cihâd emrinden kaçan ve oturmaya razı olanlara karşı Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
"Eğer savaş için çıkmazsanız, Allah size can yakıcı azapla azap eder ve yerinize başka bir millet getirir. O'na hiç bir şey de yapamazsınız. Allah'ın gücü her şeye yeter." (Tevbe sûresi, âyet: 39.)
Bu âyet, belli bir savaş (Tebuk savaşı) ve belli bir topluluk için inmiştir. Fakat, Allah'a inanan bütün insanlara hitap etmektedir. Allah yolunda savaşmaktan kaçınanlar için hem dünyada ve hem de âhirette azap vardır. Dünyada alçalma ve horlanma, ağır vergiler ve benzeri eziyet ve zararlarla karşılaşacaklardır. Âhirette ise, yüce Allah'ın şehit ve mücahit kulları için hazırladığı nimet ve cennetten mahrum kalacaklardır...
Savaştan kaçmakla kayıp edecekleri, savaşmakla kayıp edeceklerinden daha kat kat fazladır. Savaştan kaçıp sinmeleri sonucu elde edecekleri zarar, hiç bir maddi değerle giderilemeyecek kadar büyüktür. Tarih; dinlerini, vatan ve namuslarını savunmayanların nasıl acı çektiklerini ve düşmanlarının dipçiği altında nasıl ezildiklerini, maddi ve manevi her türlü kutsal değerlerini nasıl yitirdiklerini ibret dolu olaylarla anlatmakta ve bizi bu hususta uyarmaktadır. Kur'an-ı Kerim ise, cihâd emrini yerine getirmekten geri kalanlara şöyle seslenmektedir:
"İsteyen, istemeyen, hepiniz topluca savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihâd edin. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Ey Muhammed! Kolay bir kazanç, normal bir yolculuk olsaydı, hiç şüphesiz sana uyarlardı. Fakat, çıkılacak yolculuk, onlara zor ve uzak geldi. Bunlar, kendilerini helak ederek, "eğer buna gücümüz yetseydi, sizinle beraber bu yolculuğa çıkardık" diye Allah'a yemin edeceklerdir. Allah onların yalancı olduklarını elbette biliyor." (Tevbe sûresi, ayet: 41-42.)
Evet, bu ayetlerde açıkça anlaşılıyor ki, yalancılar ve münafıklar cihâd emrinden hoşlanmazlar. Zorluğa ve yokluğa dayanamazlar. Ancak, kolayca elde edilecek bir kazanç veya normal bir yolculuk olsaydı, hiç kimseye fırsat vermeden hemen yola çıkarlardı. Onların gaye ve maksatları sadece, dünyanın geçici çıkarıdır. Allah yolunda, her türlü zorluk ve yokluğa ancak, kalbi imanla dolu olan kimseler katlanabilir. Cihâd emrine uymak veya uymamak böylece, iman derecesini belirtmek hususunda bir ölçü ve derece oluyor.
Dünyada, dıştan görünen rahat ve huzuru tercih edip, yükselme ve her türlü yüceliği bırakıp savaştan geri kalanların ve miskin miskin oturanların, her zaman ve her yerde nasıl rezil olduklarını hepimiz çok iyi bilmekteyiz. Bunlar, en değerli varlıklarını bile basit ve değersiz şeylere değiştiren beyinsiz kimselerdir.
Cihâd emrini yerine getirmekten geri kalanların bazılan da gösteriş için harcamalarda bulunurlar. Cihâd emri gelip çatınca da bundan geri kalırlar. Yüce Allah, sevgili peygamberine, bunların yalancı ve gösterişçi olduklarını ve bunların yaptıkları harcamaların yüce Allah katında kabul edilmeyeceğini bildirmiştir. Allah'a imanı ve güveni bulunmayan kimse, cihâddan hoşlanmaz ve cihad anı gelip çatınca da geri durur...
Cihâd emrini yerine getirmekten korkup kaçanlar, şeref, namus ve her türlü üstünlüğü elde etmeyi istemeyenler köleliğe, alçalmaya, dünya ve âhirette rezil olmaya razı olan kimselerdir. Bunlar, düşmanları tarafından horlanan ve dünyada her türlü haktan yoksun bırakılan tutsaklardır. Bu tutsaklığı, bizzat kendileri istediği için dünyada hiç kimse onlara acımaz ve yardım elini uzatmaz. Şerefle yaşamaya niyeti olmayan kimselere, yüce Allah da yardım etmez...
Bütün davalar; hiç bir şeyden korkmayan, uğrunda seve seve canını, malını ve her şeyini harcamaya, feda etmeye hazır olan inançlı, davasına bağlı, yolunda sabit, görüşünde kararlı, darlıkta ve zorlukta sabırlı ve fedakâr kişilere muhtaçtır. Böyle fedakâr kişilere sahip olan bir dava, başarı ile hedefine erişebilir. Çünkü, davasını seven ve ona yürekten bağlı olan bir kişi, onun uğrunda her şeyini harcamaktan ve gerektiğinde canını feda etmekten asla geri durmaz. Bu uğurda kendisinden neler isteniyorsa, onu seve seve yerine getirir.
İslâmın ilk devirlerinde, bu söylediklerimizin hepsi meydana gelmiş ve İslâm davası bu gibi olaylarla karşılaşmıştır. Ancak, imanlı ve fedakâr müslümanların başarısı ile arzulanan hedeflere ulaşmıştır. Müslümanların nefsinde, İslâmî şahsiyet her gün biraz daha gelişmiş ve olgunlaşmaya başlamıştır. Gerek müşriklerin baskıları, hile ve desiseleri ve gerekse müslüman topluluğunun arasında çıkan bozgunculuk olayları, onların uyanık ve dikkatli olmalarını sağlamış ve her türlü tecrübeye sahip kılmıştır... Bu devirde, meydana gelen bozgunculuk olayında, altın külçesinin eritilip özünün ortaya çıkarılması gibi, müslüman şahsiyetlerin ortaya çıkmasına ve münafıkların belirlenmesine sebep oldu.
Bu devirde, meydana gelen bu gibi olaylırdan önce veya sonra mutlaka Kur'an-ı Kerimden bir ayet inmiş, bu olayı tasvir etmiş, gizli sebeplerini anlatmış, neticelerini bildirmiştir. Gerek bu olaylardan ve gerekse önceki milletlerin başına gelen benzeri olaylardan öğüt almamızı istemiş, kalplerimizi iman ve tecrübe aydınlığı ile doldurmuştur. Böylece, iman noktasında kalpler arasında gizlilik meydana getiren bütün duvarları kaldırmış ve İslâm gerçeğini ve ona yürekten sahip çıkanları apaçık olarak ortaya koymuştur.
Kur'an-ı Kerimin emir ve yasakları, hep böyle bir sınavın sonunda buyurulmuştur. İnsan oğlu zayıf yaratıldığından dolayı bazı gerçekleri kayrayamaz. Bunların, sosyal hayatta bir olayla pekiştirilmediği zaman, doğruluğunu ve gerçekliğini anlama yönünden insanoğlunun güçlük çekeceğinden, ilâhî kanunun bir gerçeği olarak böyle tecelli buyurulmuş ve kalplerinde bunun doğruluk ve gerçekliği yerleşmiş oldu. Her fitne ve bozgunculuk olayından sonra, mutlaka bir İslâmi hüküm konulmuş ve bunun doğrulğu böylece kesin olarak ispat edilmiştir...
Yüce Allah, insanları İslâm konusunda eğitime tabi tutarken, onları sadece kendi vicdan ve duyguları ile baş başa bırakmıştır. Hayatın gerçeklerinden onlara tecrübeler sunmuş ve İslâmî hükümlerin üstünlüğünü böylece kanıtlamıştır. Bu, insanı yoktan var kılan, ona her türlü duyguları bahşeden ve onu herkesten daha çok iyi bilen yüce yaratıcının insan eğitimi için buyurduğu önemli noktalardır.
Bu ilâhî hikmet üzerinde, derin derin düşünmemiz ve bu yüce metodu iyice inceleyip kavramaya çalışmamız gerekmektedir. Çünkü, bu ilâhî hikmet ve metotda hayatın bütün gerçekleri bulunmaktadır. Bunların aracılığı ile her şeyin iç yüzü, kendiliğinden kolayca anlaşılmaktadır.

Allah Yolunda Cihâdın Hikmeti Ve Bu Hususta İzlenilen Eğitim Metodu :

İyi bil ki, yüce Allah her şeyin ecelini ve ömrünü sınırlı ve ölçülü kılmıştır. Meydana gelecek bütün olayları, sebep ve sonuçları ile birlikte daha önceden bilmekte ve ezelî takdirine bağlı olarak yaratmaktadır. Ölmek veya öldürmek de bu ilâhî takdire bağlıdır. Bu ilâhî takdirde yer ve zaman da tayin edilmiştir. Kaçmanın veya korkmanın ecele hiç bir faydası yoktur. Ölçülen ve takdir edilen ecel, ne bir saniye öne ve ne de bir saniye geriye alınamaz.
Dünya hayatı geçicidir. Geçimi ve zevkleri pek azdır. Ömür, son derece kısadır. Her şey rüzgâr hızı ile gelip geçmektedir. Allah'ın takdir ve ifadesinin dışında hiç bir kuvvet, insana ne zarar ve ne de yarar dokundurmaz. Yardım, zafer ve başarı sadece, O'nun kudret elindedir.
Evet, insanda beşerî bir zafiyet duygusu vardır. Bundan tam olarak kurtulmak veya bunu tam olarak yenmek hiç kimsenin elinde değildir. Esasen, beşeri duygularının sınırını bütün olarak aşmaları da kendilerinden istenmemektedir. Yüce Allah insanı, melek veya şeytan olarak yaratmamış ve kendisine bahş edilen bu beşeri duygularının sınırı içinde ölçülü olarak kalmasını istemiştir.
Normal olarak her insan, büyük tehlikeler karşısında korkar ve sarsılır. Bu, insanın elinde olmayan bir şeydir. Ancak, bu korkuyu yenmek insanın iradesi dahilindedir.
Yüce Allah'a inanan insanların iradesi, güçlü ve üstün olur. Korku ve ümitsizlik onları, asla alt edemez. Yüce Allah'ın yardımına olan güvenleri, hayatın bütün zorluk ve korkuları karşısında dimdik ayakta durmalarını sağlar. Onlar, topluca her zaman yüce Allah'ın ipine sanlırlar.
Beşerî duygunun yüreğimizi sardığını, içimize mal ve canımıza gelecek zarar ve tehlike korkusunun düştüğünü, her tarafımıza zorluk, yokluk ve baskı ağının örüldüğünü ve ileriye doğru bir tek adım bile atacak gücümüzün kalmadığını gördüğümüz an, sakın ümitsizliğe kapılmayalım. Cihâd emrini yerine getirmekten geri kalmayalım. Kendimize karşı güvenimiz kırılmasın. Savaşamam veya bu büyük işi başaramam diye güvensizlik ve ümitsizlik bataklığına düşmeyelim. Böyle durumlarda, korku ve endişe duygularımızın üzerinde durup ısrar etmek asla doğru olmaz. Korku ve endişelerimizi dağıtacak tek çare, Allah'a güvenmek ve onun yardımına.sığınmaktır. Yüce kudretinden insan oğluna uzanan ipe sarılmak, güven ve inanç içinde emir olunan yolda yürümektir.
Kur'an-ı Kerimin, öğüt olarak bizim için açıkladığı ve sahabelerin izlediği doğru ve güçlü yol budur. Peygamber (S.A.V.) in beraberinde bulunan müslümanlar, bu inanç üzerinde yaşadılar. Cihâd ve sebat hususunda onlar bizim için birer numunedir. Onlardan kimi, bu yolda seve seve canını feda etti ve kimi de sırasın: bekledi. Hiç kimse cihâd emrinden geri kalmadı. Kur'ân-ı Kerimde onlar hakkında şöyle buyurulmuştur:
"Müminlerden, Allah'a verdimi sözü yerine getiren kimseler vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş ve kimi de beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir." (Ahzâb sûresi, âyet: 23.)
Müminin bu beşerî zafiyetini yenmesi olayı, Kur'an-ı Kerimin şu âyeti ile açık ve kesin olarak gerçekleşmiştir:
"Şüphesiz Allah, kendi yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen müminlerin mallarını ve canlarını - Tevrat, İncil ve Kur'an'da verilmiş bir hak söz olarak - cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? öyle ise, yaptığınız alış verişe sevinin. Bu şüphesiz büyük bir başarıdır." (Tevbe sûresi. âyet: 111.)
Bu, dünyada eşi bulunmayan müthiş bir alış veriştir. Bu ayet, müminlerin yüce Allah ile olan bağlantılarını kesin olarak bildirmektedir. Müminlerin, İslâm dininin temel esaslarını kabul etmekle, hayatlarını Allah'a sattıklarını ve onun karşılığında cenneti satın aldıklarını anlatmaktadır. Eğer, her kim bu alış verişte bulunur ve bunun gereklerini yerine getirirse, gerçek mümin olur. Böyle kimseler imanın en yüce olgunluk derecesine eren kimselerdir. Bu alış verişin gereğini yerine getirmeyen kimseler ise, imanlarını ispat etmeye muhtaçtırlar.
Bu alış veriş yüce Allah'ın, kendisine inanan kullarına ihsan buyurduğu bir nimettir. Yüce Allah'ın inanan kulları, sahip oldukları mallarını ve canlarını onun emir buyurduğu yolda harcamakta, karşılığına cenneti satın almaktadır. Bu alış verişte satıcı durumunda olan mümin kişi, kendisine bildirilen yolda yürümek, sağa sola dönmeden istenilen hedeflere doğru yol almak ve buyurulan emirlere kayıtsız şartsız boyun eğmek zorundadır. Bu alış verişte yapılacak iş; teslim olmaktır. Kazanç; cennettir. Yol; cihâd, öldürme, öldürülmedir. Sonuç; zafer veya şehit olmaktır.
Ey Allah'ım, sadece senin yardımını diliyoruz! Senin vaadin haktır. Seninle yapılan sözleşmeye aykırı davrananların vay haline! Yeryüzünün doğusunda ve batısında "müslüman" olduklarını iddia eden yüzbinlerce kişi, cihâd ruhundan uzak olarak yaşamaktadır. Gerek kendi ülkelerinde ve gerekse bütün yeryüzünde putperestlik yaygınlaşırken, onlar oturup buna seyirci kalmaktadırlar. Yüce Allah'a verdikleri sözü, yerine getirmek hususunda geri kalmaktadırlar.
Bu sözleşme, her müminin boynunda asılıdır. İmanı olan her kişi, boynunda asılı duran bu sözleşmenin gereğini yerine getirmeye çalışacaktır.
Bu sözleri yazarken, bu sözleşmenin önem ve yüceliğine inandığımı belirtiyor ve ona yürekten inanıyorum. Allah yolunda cihâd, her müminin boyun borcudur. Peygamber (S.A.V.) in yüce Allah'tan getirdiği hak dinde, bu ilâhi emir farz olarak yazılıdır.
Cihâd emrini dinlemeyenler veya cihâd emrinden geri kalanlar, bu ilâhî sözleşmeyi boyunlarından çıkarıp atanlardır. Bunlar, Allah'ın dinine yardım etmeyen ve müslüman olmanın hakkını ödemeyen günahkâr kimselerdir. Onları koruyan, aziz kılan, iman ve İslâm şerefiyle şereflendiren yüce Allah'a karşı nankörlük yapan asi kimselerdir. Kur'an-ı Kerimde bu hususta şöyle buyurulmuştur:
"Allah'a inanın ve peygamberinin yanında savaşın diye bir sûre inmiş olsa, onlardan savaşa gücü yetenler senden izin isterler ve (Bizi bırak oturanlarla beraber kalalım) derler. Onlar, geride kalan kadınlarla beraber bulunmaya razı oldular. Onların kalbi kapanmıştır. Bu yüzden de (cihâd emrinin gerçek hizmetini) anlayamazlar." (Tevbe sûresi, âyet: 86-87.)
Böyle kimseler, himmet ve gayreti bulunmayan, kadın ve çocuklarla birlikte evlerde oturmaya razı olan zavallı kimselerdir. Fakat, Allah'a inandığını söyleyen ve İslâm'a yürekten bağlı olduğunu belirten kişilerin acaba, cihâd emrini yerine getirmekten geri kalmalarına ne gibi mazeretleri vardır?
Alçaltıcı huzura ve horlatıcı rahata razı olanların aklından zoru olsa gerek. İradesi başında olan bir kimse böyle bir duruma asla razı olmaz. Düşmanla birleşen veya onlarla birlikte çalışan hain kimseler ise, zaten cihâdın aleyhinde bulunacaklar ve evlerde oturanlarla birlikte oturacaklardır.
Cihâd emrinde, iki sınıf insan, karşı karşıya bulunmaktadır: Münafıklarla müminler. Münafıklar savaştan hoşlanmazlar ve evde oturmayı isterler. Müminler ise, imanın verdiği kuvvet ve cesaret ile düşmanlarına karşı her zaman savaş için hazırdırlar. Onlar, daima cihâd emrini yerine getirmeye çalışırlar.
Cihâdı emreden bir sûre indiğinde münafıklar, hemen fitne ve bozgunculuk çıkarırlar. Cihâd emrinin aleyhinde propagandaya başlarlar. Allah'ın kendilerine bahşettiği maddi ve manevi gücü unutur veya bunu görmezler, içlerine korku düşer ve düşmana boyun eğmeye razı olurlar. Evde, kadın ve çocuklarla birlikte oturup savaşa çıkmazlar. Bilmezler ki, rahat ve huzuru seçenler, alçaklığı kabul eden ve köleliğe razı olanlardır.

Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa