CİHÂDDAN GERİ KALANLARA…
Yüce Allah bu hususta
Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:"Ey inananlar! Size ne oldu
ki, "Allah yolunda savaşa çıkın" dendiği zaman yere çöküp kaldınız?
Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimi,
âhirete göre pek az bir şeydir." (Tevbe sûresi, âyet: 38)
Cihâd, namaz ve oruç ibadetleri gibi müslümanlara farzdır. Müslümanların
düşmanlarının sayıları, kendi sayılarından kat kat fazla olsa bile yüce
Allah'ın yardım ve desteği ile onlar, her zaman üstün gelip düşmanlarını
yeneceklerdir. Müslümanlardan bir kişi, düşmandan on kişiye bedeldir.
Bazı durumlarda bu, daha da kat kat fazlalaşır.
Buna göre cihâdın müslümanlara farz kılınması,düşmanın sayı bakımından
çokluğuna ve güç yönünden üstün olmasına bakılmaz. Müslümanlar için emredilen
husus, düşmanlarına karşı ellerindeki bütün imkânlarla hazırlık içinde
olmalarıdır. Gerekli hazırlığı, yaptıktan sonra Allah'a güvenip sığınmaları,
cihâd emrine tam olarak uymaları ve Allah'ın yardımı ile üstün geleceklerine
inanmalarıdır. Sabır ve sebatla düşmanlarına karşı bütün güçleriyle direnmeye
çalışmalarıdır. Gerisini yüce Allah'a bırakıp, sadece ondan zaferi beklemeleridir.
Yüce i ' h onlara, maddi güçlerinin yanında manevi güç ve desteğini de
ihsan buyuracaktır.
Cihâd emrinden geri kalanlara, oturup çökenlere ve düşmanlarından korkanlara
yüce Allah Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
"Ey inananlar! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın"
denildiği zaman yere çöküp kaldınız? Ahireti bırakıp dünya hayatınamı
razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimi, âhirete göre pek az bir şeydir.
Eğer cihâd için çıkmazsanız, Allah size can yakıcı azaplarla azap eder
ve yerinize başka bir millet getirir. Ona bir şey de (zarar yönünden)
yapamazsınız. Allah'ın her şeye gücü yeter." (Tevbe sûresi, âyet:
38-39.)
Peygamber efendimiz (S.A.V.) Medine'de, Bizans ordusunun Şam'da toplandığı
ve Hırakliyus'un Arap yarımadasından topladığı büyük bir ordu ile Medine
üzerine yürümeye hazırlandığı haberi ulaştı. Bizans ordusuna Lalım, Cezzâm,
Amile ve Gassân gibi Arap kabilelerinin de katıldığı, bir yıllık yiyecek
temin ettikleri ve böylece büyük bir güç meydana getirdikleri duyulup
yayıldı. Bu haberin duyulması üzerine münafıklar harekete geçtiler, dedi
kodu yaptılar ve müslümanlar arasında fitne ve bozgunculuk çıkardılar.
Şüphe ve tereddüt uyandıracak ve onları bu sefere çıkmaktan caydıracak
olan asılsız haberler yaymaya başladılar.
Bu haberleri işitenler, bu büyük Bizans ordusuna karşı savaşmaktan çekindiler.
Peygamber efendimiz (S.A.V.) çıkacağı bütün savaşlar için önce bu savaş
haberini gizler ve öylece hazırlığını yapardı. Ancak, bu savaş için hiç
bir haberi gizlememiş ve bunu açıkça bildirmişdir. Çünkü bu savaş, (Bu
savaşa İslâm tarihimle Tebuk savaşı denir.) çok zor ve uzaktı. Mevsim
yaz ve sıcaktı. Kum taneleri ateş kesilmişti. Gölgeler, insanlara çok
tatlı geliyordu. Hasat zamanı idi.
Meyveler dallarda ve ürünler toprakta bekliyordu. Bu yüzden de insanlar,
evde oturmayı tercih ediyorlardı.
Münafıklar, düşmanın hazırladığı gücün üstünlüğünden, mevsimin sıcaklığından,
bu yolculuğun zorluğundan söz ederek müsiümanları korkutmaya çalışıyorlardı.
Bu yıkıcı ve korkutucu propagandalardan dolayı bazı müslümaniar, bu savaşa
çıkmaktan geri kaldılar. Münafıkların yaptıkları propagandaların tesirinde
kaldılar...
Bunun üzerine, cihâddan geri kalanları tehdit eden âyet-i celile indi.
Yüce Allah'ın kendilerine bahşettiği nimet ve kuvveti hatırlattı. Eğer,
bu savaşa çıkmaktan geri kalırlar ise, onların dünyada ve âhiratte azap
ve alçalmanın beklediğini haber verdi. Peygamber (S.A.S.) e vaad edilen
zaferin elde edilmesi için savaşa çıkılması gerektiğini ve savaşa çıkılmadığı
takdirde bu vaad edilen savaşı elde edemeyeceklerini emir etti.
Evet, müslümanlarda ve bütün insanlarda tarih boyunca, cihâd ruhunu söndüren
ve savaştan geri.kalmalarını sağlayan sebep mal ve can sevgisi, hayatı
ve nefsî zevkleri, rahat ve huzuru cennete tercih etmeleri duygusudur.
Et ve kandan oluşan maddi vücuduna tapmak, geçici ve sınırlı gayelere
gözünü dikip sonsuz gayeleri unutmaktır.
Cihâd emrini dinlemeyen ve bunu hatırlamak istemeyenler, imanın aydınlattığı
ruh ve kalpten yoksun, et ve kan yükünün verdiği ağırlık altında ezilen
ve nefsi arzularına köle olan korkak kimselerdir. Allah yoluhda savaşmayı
bırakanlar, basit ve alçaltıcı hayata ve maddi duruma razı olan köle ruhlu
kimselerdir.
İmanı olan kişi, asla cihâddan kaçamaz. İmanında zafiyet ve şüphe bulunanlar
ise, cihâddan kaçarlar. Peygamber efendimiz (S.A.V.) bir hadislerinde
şöyle buyurmuşlardır:
"Allah yolunda savaşmadan ölen veya savaşmaya niyet etmeden ve nefsini
ona hazırlamadan ölen kimse, nifâkın (Nifak: içten inanılmadığı halde,
dıştan inanılmış gibi görünme durumudur. Bu, bir hastalıktır, inancın
kesin olmamasından doğar.) bir bölümü üzere ölmüş olur."
Ölümün, hayatın, ecelin, açlık ve tokluğun, darlık ve genişliğin yüce
Allah'ın kudret elinde olduğuna inanan bir kişi, cihâda çıkmaktan korkar,
evlerde oturanlarla birlikte otursa, bu kişinin kalbinde de mutlaka nifaktan
bir iz vardır. Çünkü dünya hayatı, âhiretin ebedi nimet be saadeti yanında
yok denilecek, kadar azdır.
Yüce Allah cihâd emrinden kaçan ve oturmaya razı olanlara karşı Kur'an-ı
Kerimde şöyle buyurmaktadır:
"Eğer savaş için çıkmazsanız, Allah size can yakıcı azapla azap eder
ve yerinize başka bir millet getirir. O'na hiç bir şey de yapamazsınız.
Allah'ın gücü her şeye yeter." (Tevbe sûresi, âyet: 39.)
Bu âyet, belli bir savaş (Tebuk savaşı) ve belli bir topluluk için inmiştir.
Fakat, Allah'a inanan bütün insanlara hitap etmektedir. Allah yolunda
savaşmaktan kaçınanlar için hem dünyada ve hem de âhirette azap vardır.
Dünyada alçalma ve horlanma, ağır vergiler ve benzeri eziyet ve zararlarla
karşılaşacaklardır. Âhirette ise, yüce Allah'ın şehit ve mücahit kulları
için hazırladığı nimet ve cennetten mahrum kalacaklardır...
Savaştan kaçmakla kayıp edecekleri, savaşmakla kayıp edeceklerinden daha
kat kat fazladır. Savaştan kaçıp sinmeleri sonucu elde edecekleri zarar,
hiç bir maddi değerle giderilemeyecek kadar büyüktür. Tarih; dinlerini,
vatan ve namuslarını savunmayanların nasıl acı çektiklerini ve düşmanlarının
dipçiği altında nasıl ezildiklerini, maddi ve manevi her türlü kutsal
değerlerini nasıl yitirdiklerini ibret dolu olaylarla anlatmakta ve bizi
bu hususta uyarmaktadır. Kur'an-ı Kerim ise, cihâd emrini yerine getirmekten
geri kalanlara şöyle seslenmektedir:
"İsteyen, istemeyen, hepiniz topluca savaşa çıkın. Allah yolunda
mallarınızla, canlarınızla cihâd edin. Eğer bilirseniz bu, sizin için
daha hayırlıdır. Ey Muhammed! Kolay bir kazanç, normal bir yolculuk olsaydı,
hiç şüphesiz sana uyarlardı. Fakat, çıkılacak yolculuk, onlara zor ve
uzak geldi. Bunlar, kendilerini helak ederek, "eğer buna gücümüz
yetseydi, sizinle beraber bu yolculuğa çıkardık" diye Allah'a yemin
edeceklerdir. Allah onların yalancı olduklarını elbette biliyor."
(Tevbe sûresi, ayet: 41-42.)
Evet, bu ayetlerde açıkça anlaşılıyor ki, yalancılar ve münafıklar cihâd
emrinden hoşlanmazlar. Zorluğa ve yokluğa dayanamazlar. Ancak, kolayca
elde edilecek bir kazanç veya normal bir yolculuk olsaydı, hiç kimseye
fırsat vermeden hemen yola çıkarlardı. Onların gaye ve maksatları sadece,
dünyanın geçici çıkarıdır. Allah yolunda, her türlü zorluk ve yokluğa
ancak, kalbi imanla dolu olan kimseler katlanabilir. Cihâd emrine uymak
veya uymamak böylece, iman derecesini belirtmek hususunda bir ölçü ve
derece oluyor.
Dünyada, dıştan görünen rahat ve huzuru tercih edip, yükselme ve her türlü
yüceliği bırakıp savaştan geri kalanların ve miskin miskin oturanların,
her zaman ve her yerde nasıl rezil olduklarını hepimiz çok iyi bilmekteyiz.
Bunlar, en değerli varlıklarını bile basit ve değersiz şeylere değiştiren
beyinsiz kimselerdir.
Cihâd emrini yerine getirmekten geri kalanların bazılan da gösteriş için
harcamalarda bulunurlar. Cihâd emri gelip çatınca da bundan geri kalırlar.
Yüce Allah, sevgili peygamberine, bunların yalancı ve gösterişçi olduklarını
ve bunların yaptıkları harcamaların yüce Allah katında kabul edilmeyeceğini
bildirmiştir. Allah'a imanı ve güveni bulunmayan kimse, cihâddan hoşlanmaz
ve cihad anı gelip çatınca da geri durur...
Cihâd emrini yerine getirmekten korkup kaçanlar, şeref, namus ve her türlü
üstünlüğü elde etmeyi istemeyenler köleliğe, alçalmaya, dünya ve âhirette
rezil olmaya razı olan kimselerdir. Bunlar, düşmanları tarafından horlanan
ve dünyada her türlü haktan yoksun bırakılan tutsaklardır. Bu tutsaklığı,
bizzat kendileri istediği için dünyada hiç kimse onlara acımaz ve yardım
elini uzatmaz. Şerefle yaşamaya niyeti olmayan kimselere, yüce Allah da
yardım etmez...
Bütün davalar; hiç bir şeyden korkmayan, uğrunda seve seve canını, malını
ve her şeyini harcamaya, feda etmeye hazır olan inançlı, davasına bağlı,
yolunda sabit, görüşünde kararlı, darlıkta ve zorlukta sabırlı ve fedakâr
kişilere muhtaçtır. Böyle fedakâr kişilere sahip olan bir dava, başarı
ile hedefine erişebilir. Çünkü, davasını seven ve ona yürekten bağlı olan
bir kişi, onun uğrunda her şeyini harcamaktan ve gerektiğinde canını feda
etmekten asla geri durmaz. Bu uğurda kendisinden neler isteniyorsa, onu
seve seve yerine getirir.
İslâmın ilk devirlerinde, bu söylediklerimizin hepsi meydana gelmiş ve
İslâm davası bu gibi olaylarla karşılaşmıştır. Ancak, imanlı ve fedakâr
müslümanların başarısı ile arzulanan hedeflere ulaşmıştır. Müslümanların
nefsinde, İslâmî şahsiyet her gün biraz daha gelişmiş ve olgunlaşmaya
başlamıştır. Gerek müşriklerin baskıları, hile ve desiseleri ve gerekse
müslüman topluluğunun arasında çıkan bozgunculuk olayları, onların uyanık
ve dikkatli olmalarını sağlamış ve her türlü tecrübeye sahip kılmıştır...
Bu devirde, meydana gelen bozgunculuk olayında, altın külçesinin eritilip
özünün ortaya çıkarılması gibi, müslüman şahsiyetlerin ortaya çıkmasına
ve münafıkların belirlenmesine sebep oldu.
Bu devirde, meydana gelen bu gibi olaylırdan önce veya sonra mutlaka Kur'an-ı
Kerimden bir ayet inmiş, bu olayı tasvir etmiş, gizli sebeplerini anlatmış,
neticelerini bildirmiştir. Gerek bu olaylardan ve gerekse önceki milletlerin
başına gelen benzeri olaylardan öğüt almamızı istemiş, kalplerimizi iman
ve tecrübe aydınlığı ile doldurmuştur. Böylece, iman noktasında kalpler
arasında gizlilik meydana getiren bütün duvarları kaldırmış ve İslâm gerçeğini
ve ona yürekten sahip çıkanları apaçık olarak ortaya koymuştur.
Kur'an-ı Kerimin emir ve yasakları, hep böyle bir sınavın sonunda buyurulmuştur.
İnsan oğlu zayıf yaratıldığından dolayı bazı gerçekleri kayrayamaz. Bunların,
sosyal hayatta bir olayla pekiştirilmediği zaman, doğruluğunu ve gerçekliğini
anlama yönünden insanoğlunun güçlük çekeceğinden, ilâhî kanunun bir gerçeği
olarak böyle tecelli buyurulmuş ve kalplerinde bunun doğruluk ve gerçekliği
yerleşmiş oldu. Her fitne ve bozgunculuk olayından sonra, mutlaka bir
İslâmi hüküm konulmuş ve bunun doğrulğu böylece kesin olarak ispat edilmiştir...
Yüce Allah, insanları İslâm konusunda eğitime tabi tutarken, onları sadece
kendi vicdan ve duyguları ile baş başa bırakmıştır. Hayatın gerçeklerinden
onlara tecrübeler sunmuş ve İslâmî hükümlerin üstünlüğünü böylece kanıtlamıştır.
Bu, insanı yoktan var kılan, ona her türlü duyguları bahşeden ve onu herkesten
daha çok iyi bilen yüce yaratıcının insan eğitimi için buyurduğu önemli
noktalardır.
Bu ilâhî hikmet üzerinde, derin derin düşünmemiz ve bu yüce metodu iyice
inceleyip kavramaya çalışmamız gerekmektedir. Çünkü, bu ilâhî hikmet ve
metotda hayatın bütün gerçekleri bulunmaktadır. Bunların aracılığı ile
her şeyin iç yüzü, kendiliğinden kolayca anlaşılmaktadır.
Allah Yolunda Cihâdın
Hikmeti Ve Bu Hususta İzlenilen Eğitim Metodu :
İyi bil ki, yüce Allah
her şeyin ecelini ve ömrünü sınırlı ve ölçülü kılmıştır. Meydana gelecek
bütün olayları, sebep ve sonuçları ile birlikte daha önceden bilmekte
ve ezelî takdirine bağlı olarak yaratmaktadır. Ölmek veya öldürmek de
bu ilâhî takdire bağlıdır. Bu ilâhî takdirde yer ve zaman da tayin edilmiştir.
Kaçmanın veya korkmanın ecele hiç bir faydası yoktur. Ölçülen ve takdir
edilen ecel, ne bir saniye öne ve ne de bir saniye geriye alınamaz.
Dünya hayatı geçicidir. Geçimi ve zevkleri pek azdır. Ömür, son derece
kısadır. Her şey rüzgâr hızı ile gelip geçmektedir. Allah'ın takdir ve
ifadesinin dışında hiç bir kuvvet, insana ne zarar ve ne de yarar dokundurmaz.
Yardım, zafer ve başarı sadece, O'nun kudret elindedir.
Evet, insanda beşerî bir zafiyet duygusu vardır. Bundan tam olarak kurtulmak
veya bunu tam olarak yenmek hiç kimsenin elinde değildir. Esasen, beşeri
duygularının sınırını bütün olarak aşmaları da kendilerinden istenmemektedir.
Yüce Allah insanı, melek veya şeytan olarak yaratmamış ve kendisine bahş
edilen bu beşeri duygularının sınırı içinde ölçülü olarak kalmasını istemiştir.
Normal olarak her insan, büyük tehlikeler karşısında korkar ve sarsılır.
Bu, insanın elinde olmayan bir şeydir. Ancak, bu korkuyu yenmek insanın
iradesi dahilindedir.
Yüce Allah'a inanan insanların iradesi, güçlü ve üstün olur. Korku ve
ümitsizlik onları, asla alt edemez. Yüce Allah'ın yardımına olan güvenleri,
hayatın bütün zorluk ve korkuları karşısında dimdik ayakta durmalarını
sağlar. Onlar, topluca her zaman yüce Allah'ın ipine sanlırlar.
Beşerî duygunun yüreğimizi sardığını, içimize mal ve canımıza gelecek
zarar ve tehlike korkusunun düştüğünü, her tarafımıza zorluk, yokluk ve
baskı ağının örüldüğünü ve ileriye doğru bir tek adım bile atacak gücümüzün
kalmadığını gördüğümüz an, sakın ümitsizliğe kapılmayalım. Cihâd emrini
yerine getirmekten geri kalmayalım. Kendimize karşı güvenimiz kırılmasın.
Savaşamam veya bu büyük işi başaramam diye güvensizlik ve ümitsizlik bataklığına
düşmeyelim. Böyle durumlarda, korku ve endişe duygularımızın üzerinde
durup ısrar etmek asla doğru olmaz. Korku ve endişelerimizi dağıtacak
tek çare, Allah'a güvenmek ve onun yardımına.sığınmaktır. Yüce kudretinden
insan oğluna uzanan ipe sarılmak, güven ve inanç içinde emir olunan yolda
yürümektir.
Kur'an-ı Kerimin, öğüt olarak bizim için açıkladığı ve sahabelerin izlediği
doğru ve güçlü yol budur. Peygamber (S.A.V.) in beraberinde bulunan müslümanlar,
bu inanç üzerinde yaşadılar. Cihâd ve sebat hususunda onlar bizim için
birer numunedir. Onlardan kimi, bu yolda seve seve canını feda etti ve
kimi de sırasın: bekledi. Hiç kimse cihâd emrinden geri kalmadı. Kur'ân-ı
Kerimde onlar hakkında şöyle buyurulmuştur:
"Müminlerden, Allah'a verdimi sözü yerine getiren kimseler vardır.
Kimi, bu uğurda canını vermiş ve kimi de beklemektedir. Verdikleri sözü
asla değiştirmemişlerdir." (Ahzâb sûresi, âyet: 23.)
Müminin bu beşerî zafiyetini yenmesi olayı, Kur'an-ı Kerimin şu âyeti
ile açık ve kesin olarak gerçekleşmiştir:
"Şüphesiz Allah, kendi yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen müminlerin
mallarını ve canlarını - Tevrat, İncil ve Kur'an'da verilmiş bir hak söz
olarak - cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha
çok tutan kim vardır? öyle ise, yaptığınız alış verişe sevinin. Bu şüphesiz
büyük bir başarıdır." (Tevbe sûresi. âyet: 111.)
Bu, dünyada eşi bulunmayan müthiş bir alış veriştir. Bu ayet, müminlerin
yüce Allah ile olan bağlantılarını kesin olarak bildirmektedir. Müminlerin,
İslâm dininin temel esaslarını kabul etmekle, hayatlarını Allah'a sattıklarını
ve onun karşılığında cenneti satın aldıklarını anlatmaktadır. Eğer, her
kim bu alış verişte bulunur ve bunun gereklerini yerine getirirse, gerçek
mümin olur. Böyle kimseler imanın en yüce olgunluk derecesine eren kimselerdir.
Bu alış verişin gereğini yerine getirmeyen kimseler ise, imanlarını ispat
etmeye muhtaçtırlar.
Bu alış veriş yüce Allah'ın, kendisine inanan kullarına ihsan buyurduğu
bir nimettir. Yüce Allah'ın inanan kulları, sahip oldukları mallarını
ve canlarını onun emir buyurduğu yolda harcamakta, karşılığına cenneti
satın almaktadır. Bu alış verişte satıcı durumunda olan mümin kişi, kendisine
bildirilen yolda yürümek, sağa sola dönmeden istenilen hedeflere doğru
yol almak ve buyurulan emirlere kayıtsız şartsız boyun eğmek zorundadır.
Bu alış verişte yapılacak iş; teslim olmaktır. Kazanç; cennettir. Yol;
cihâd, öldürme, öldürülmedir. Sonuç; zafer veya şehit olmaktır.
Ey Allah'ım, sadece senin yardımını diliyoruz! Senin vaadin haktır. Seninle
yapılan sözleşmeye aykırı davrananların vay haline! Yeryüzünün doğusunda
ve batısında "müslüman" olduklarını iddia eden yüzbinlerce kişi,
cihâd ruhundan uzak olarak yaşamaktadır. Gerek kendi ülkelerinde ve gerekse
bütün yeryüzünde putperestlik yaygınlaşırken, onlar oturup buna seyirci
kalmaktadırlar. Yüce Allah'a verdikleri sözü, yerine getirmek hususunda
geri kalmaktadırlar.
Bu sözleşme, her müminin boynunda asılıdır. İmanı olan her kişi, boynunda
asılı duran bu sözleşmenin gereğini yerine getirmeye çalışacaktır.
Bu sözleri yazarken, bu sözleşmenin önem ve yüceliğine inandığımı belirtiyor
ve ona yürekten inanıyorum. Allah yolunda cihâd, her müminin boyun borcudur.
Peygamber (S.A.V.) in yüce Allah'tan getirdiği hak dinde, bu ilâhi emir
farz olarak yazılıdır.
Cihâd emrini dinlemeyenler veya cihâd emrinden geri kalanlar, bu ilâhî
sözleşmeyi boyunlarından çıkarıp atanlardır. Bunlar, Allah'ın dinine yardım
etmeyen ve müslüman olmanın hakkını ödemeyen günahkâr kimselerdir. Onları
koruyan, aziz kılan, iman ve İslâm şerefiyle şereflendiren yüce Allah'a
karşı nankörlük yapan asi kimselerdir. Kur'an-ı Kerimde bu hususta şöyle
buyurulmuştur:
"Allah'a inanın ve peygamberinin yanında savaşın diye bir sûre inmiş
olsa, onlardan savaşa gücü yetenler senden izin isterler ve (Bizi bırak
oturanlarla beraber kalalım) derler. Onlar, geride kalan kadınlarla beraber
bulunmaya razı oldular. Onların kalbi kapanmıştır. Bu yüzden de (cihâd
emrinin gerçek hizmetini) anlayamazlar." (Tevbe sûresi, âyet: 86-87.)
Böyle kimseler, himmet ve gayreti bulunmayan, kadın ve çocuklarla birlikte
evlerde oturmaya razı olan zavallı kimselerdir. Fakat, Allah'a inandığını
söyleyen ve İslâm'a yürekten bağlı olduğunu belirten kişilerin acaba,
cihâd emrini yerine getirmekten geri kalmalarına ne gibi mazeretleri vardır?
Alçaltıcı huzura ve horlatıcı rahata razı olanların aklından zoru olsa
gerek. İradesi başında olan bir kimse böyle bir duruma asla razı olmaz.
Düşmanla birleşen veya onlarla birlikte çalışan hain kimseler ise, zaten
cihâdın aleyhinde bulunacaklar ve evlerde oturanlarla birlikte oturacaklardır.
Cihâd emrinde, iki sınıf insan, karşı karşıya bulunmaktadır: Münafıklarla
müminler. Münafıklar savaştan hoşlanmazlar ve evde oturmayı isterler.
Müminler ise, imanın verdiği kuvvet ve cesaret ile düşmanlarına karşı
her zaman savaş için hazırdırlar. Onlar, daima cihâd emrini yerine getirmeye
çalışırlar.
Cihâdı emreden bir sûre indiğinde münafıklar, hemen fitne ve bozgunculuk
çıkarırlar. Cihâd emrinin aleyhinde propagandaya başlarlar. Allah'ın kendilerine
bahşettiği maddi ve manevi gücü unutur veya bunu görmezler, içlerine korku
düşer ve düşmana boyun eğmeye razı olurlar. Evde, kadın ve çocuklarla
birlikte oturup savaşa çıkmazlar. Bilmezler ki, rahat ve huzuru seçenler,
alçaklığı kabul eden ve köleliğe razı olanlardır.
|
|
 |
|