İSLAM DÜNYASINDA UYUYANLARA!.
Biz Mısır'da, ayılmayacak
kadar gaflet uykusu ile meşgulüz. Bundan dolayı bir türlü kendimize gelemiyoruz.
Yahudi'nin haçlı dünyası ile birlikte, aleyhimizde hazırladığı komploları
düşünecek kadar vaktimiz yoktur. Biz, bakanlıklarda yeni değişiklikler
yapmakla meşgulüz. Seçimlerin, listelerle mi, ölçülerle mi, yapılması
lâzım geldiğini araştırmakla, müstesna haklar - dokunulmazlıklar- hikâyesini
ve acaba bunların sahiplerine iade edilip edilmeyeceğini, kimlere bu hakkın
fazlası ile tanınıp, kimlerin ellerinden alınacağını araştırmakla meşgulüz.
Bu işler - görüldüğü gibi - o kadar önem kazanmışlardır ki, bize başka
konularda düşünmek için ne vakit bırakmış ne de güç...
Biz bu işlerle meşgul olurken, İsrail gun be gün Mısır'ın nazlı Sina'sının
sınırlarında yığınak yapmakta ve onu elimizden nasıl alacağını planlamaktadır.
Fakat Mısır, onun bu plânı hakkında hiç bir şey bilmez, çünkü, Yahudi
- İngiliz müşterek politikası onu. sömürge yılları boyunca, Mısır'dan
ayırmıştır. Bu ayırma, maksatsız ve geçici bir şey değil, dünya yahudiliğinin
ihtirasları ile bağdaşan uzun mesafeli bir politikaya uygun olarak yapılmıştır.
Sina yarım adası, Yahudilerin mukadder; değerlerinin toplandığı bir merkez
durumundadır. Burada, Tur dağının sağ tarafında Hz. Musa, Yüce Allah'ın
emri ile çağrılmıştı. Burada kendisine levhalar üzerinde yazılı "On
Büyük Emir" indirilmişti. "Ahid kayası" da buradadır. Sina
çölü, onların kayıp topraklarıdır. Bu bakımdan yahudilerin tarihî ihtirasları,
bu çölde ve bu bölge etrafında toplanmıştır. Onlar, yeniden doğan çocuklarına,
Sina'nın kendilerine vaad edilen yurdun kalbi olduğunu, Filistin'i, Ürdün'ün
doğusunu, Suriye'nin, Irak'ın bir kısmını hatta Mezapotamya'yı bile içine
alan kısmın sadece Sina'ya ek olduğunu ve asıl yurtlarının ufak bir bölümünü
teşkil ettiğini öğretirler ve onları bu inançla yetiştirirler.
Bu anlayışın temel esasına göre onlar, yüzyıllardır çalışıyorlar. 1960
yılında İngiliz yahudilerinden bir heyet, Mısır'a gelerek Sina çölünde,
beş yıl araştırma yaptı. Yer altı sularını, ekime elverişli topraklarını,
madenlerini ve tabii ideolojik zenginliklerinin genel durumunu, iklimini
ve stratejik yollarını her yönden incelediler. En sonunda Sina'nın bir
milyon nüfusu almaya ve geçindirmeye elverişli olduğunu ispat eden açık
raporlarını, beraberlerinde götürdüler.
İngilizler, Sina'yı Mısır hükümetinin bütün nüfuzundan tecrit etmeye önem
verdiler. Sina valisi ingiliz "Garphes", yarım adanın bekçisi
idi. Yarım adadan Mısır'lı gözlerin dönmesine engel oluyor ve bu hususta
bekçilik yapıyordu. Mısır'lılara bu araziden ümit olmadığını; ona önem
vermenin faydasız olduğunu, yer altı sularının istikrarlı bir hayat için
kifayet etmeyeceği düşüncesini telkin ediyordu. (Kıbrıs olayında bütün
batı dünyası, Türkiye'ye karşı aynı tavrı takındılar. Doğuda bile Batı
yanlısı bazı Arap ülkeleri, Türkiye'nin aleyhinde olarak batılıların yanında
yer aldılar. Ancak, samimi ve gerçek dost olan İslâm ülkeleri Türk devletini
ve Kıbrıs Federe Devletini maddi ve manevi bütün güçleri ile desteklediler.
Batı ve Batı yanlısı bütün Arap ülkelerinin bütün tehdit ve düşmanlıklarına
rağmen bunlar, (dost İslâm ülkeleri) halkı müslüman olan Türk devletinin
yanında yer aldılar. Kıbrıs olayında da "Müslümanın gerçek dostunun,
müslüman olduğu" bir daha ortaya çıkmış oldu. Müslümanlara dost olduğunu
savunan Batı cephesinin dostluğu ise, sadece menfeate dayanır. Bu gerçeği
çok iyi bilmek ve ona göre hareket etmek gerekir. İngilizler, Mısır'da
İsrail devletinin bekçiliğini yapmış ve ona yardımcı olmuşlardır. İsrail
devletinin kuruluşunda, İngilizlerin rolü ve yardımı büyüktür. Tarih boyunca
İngilizler, daima İslâm düşmanlığını yapmışlardır.)
Bilindiği gibi İsrailliler, 1948'de Mısır sınırlarına tecavüz ederek Sina
çölüne ayak bastığında, hemen yere kapanıp toprağı öpmek, dua ve ibadet
etmek ilk işleri oldu. Ondan sonra kutsal topraklarda, ilerlemek için
adım atmaya başladılar.
Bu gün ise onlar, sınır boylarında güçlü savunmalar yapmakta, buralara
fedai gençleri, aileleri ile birlikte yerleştirmekte, onlara toprak dağıtıp
yerin altında - üstünde değil - mesken temin etmektedir. Bunların onarımı
için gereken mali yardımı da bol bol vermektedir.
Onların önlerinde, Mısır kesiminde binlerce kilometre kare toprak boş
durmaktadır. Eğer onlar, bu topraklarda, istihkâmlarından çıkarak ilerlemek
isterseler, serbestçe ilerleyeceklerdir. Çünkü, gerilerinde imkân vardır.
Şayet biz, böyle bir şey yapmaya kalkarsak, - hatta kendimizi savunmak
istesek bile- ordularımız gerilerinde binlerce susuz, cansız ve iskândan
yoksun boş bir çölün önünde kalacaklardır.
Bütün bunlar neden? Çünkü, biz, ayılmayacak kadar derin gaflet uykusu
ile meşgulüz. Bakanlıklarda değişiklikler yapmak, seçimlerin, listelerle
mi, ölçülerle mi, tartılarla mı olması gerektiğini araştırmak, müstesna
hakların - dokunulmazlıkların - kimlere verilip, kimlere verilmeyeceğini
karara bağlamak gibi basit işlerle oyalanıyoruz.
Biz böylece, yahudinin yahut başka tehlikelerin meşgul etmeyeceği kadar
büyük işlerle uğraşırız. Bakanlıkların hava tertibatlı salonları, lüks
koltukları, geniş odaları yanında kuru Sina nedir ki!.. (Bu makale, 10
Eylül 1952 seçimleri dolayısı ile kaleme alınmıştır.)
Bu sırada bir bakarsınız ansızın, -bütün bu şartlar altında - Mısırda,
kaynağını ve çıkış sebebini Allah'tan, Hıristiyan ve Yahudi âlimlerinden
başka hiç kimsenin bilmediği bir doğum kontrolü çıkar... (Her ne sebeb!e
olursa olsun, rızık ve geçim korkusu ile çocukları öldürmek, İslamda Kesin
olarak yasaklanmıştır. Doğumı kontrolü, sadece çağımızda uygulanan veya
ortaya çıkan bir yeni mesele değildir. Eski çağlarda da özellikle İslâmdan
önceki cahiliyet devrinde geçim korkusu ile çocuklarını çeşitli yollarla
öldüren ve nesl'n çoğalmasını önlemeye çalışan kimseler vardı. Hz. İbrahim
zamanında Nemrut ve Hz. Musa zamanında Firavun'un erkek çocukları öldürmeye
kalkışmaları, doğum kontrolünün başka bir çeşididir. Buğün ise, bu daha
modern usullerle yapılmakta ve yapılan bu canavarlığa da medeniyet adı
verilmektedir.
Yüce Allah bu hususta Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
"Doğrusu senin rabbin, dilediği kimselerin rızıklarını genişletir
ve bunu bir ölçüye göre verir.O, kullarını görür ve yaptıkları işlerden
de haberdardır. Sakın çocuklarınızı yoksulluk korkusu ile öldürmeyiniz.Biz,
onlara da size de rızık veririz. Şüphesiz, onları öldürmek büyük günahtır."
(El-İsra sûresi, âyet: 30-31).)
Bu doğum kontrolü neden? Çünkü Mısır, nüfus bakımından sıkıntı çekmekte,
yerleşme bölgeleri daralmakta, gıda kaynakları nüfus artışına paralel
olarak gelişmemekte ve ziraate elverişli topraklar sınırlı kalmaktadır.
Güzel! Bir ülkenin gelir kaynakları, o ülkenin nüfusunu geçindirmekten
aciz kalırsa, o ülkenin nüfus artışını durdurmak gerekir. Bu konuda bir
dereceye kadar biz de sizinle beraberiz.
Fakat, bu ülkenin elinde geride kalan topraklar ve yerleşme yerleri var
ise, nüfusunun çoğalması ve bu topraklarını işlemesi gerekir. Böyle yapması
kitleleşen düşmanları karşısında güçlü kalması için bir güven, devlet
iktidarı bakımından da geniş bir imkândır. Çünkü, devletler arası bir
değer ölçüsünün olmasını isteyen ülkeler, rıüfusunu artırma gayretindedir.
İşte, önümüzde Almanya, İtalya, Rusya, Japonya, hatta küçücük İsrail bile
ülkesinde boğucu bir buhran olduğu yaygarasına rağmen; nüfusunu kat kat
artırmak gayretindedir. Bunların hepsi nüfus artırmak için çaba sarf etmektedir.
Acaba Mısır, neden doğum kontrolünü uygular? Mısır'da, bazı yetkililerin
belirttiğine göre, bir mis!i nüfusu geçindirecek kaynaklar ve imkânlar
var. Önünüzde Sina gibi büyük bir imkân daha vardır. Onu işleyecek, hayat
verecek olursak, en azından bir milyon insanı geçindirecek güce sahiptir.
Öyle ise, durup dururken ilk olarak nüfus artışını durdurmayı neden düşünüyorsunuz?
Gene tekrar edelim ki, ileriye sürdüğünüz sebepler dolayısı ile geçim
kaynakları tükenmiş olan bir ülkede nüfus artımının durdurulmasına bir
itirazımız yoktur. Hatta bunun bir dereceye kadar samimi olduğuna inanıyoruz.
Fakat, gelişme ve çoğalma yeterli olduğu ispat edilirse, o ülkede böyle
bir tutum en büyük aptallık olur. Çünkü bunun manası, o ülkenin sadece
nüfus bakımından değil, geçim kaynaklarının üretilmesi bakımından da duraklaması
demektir. Nüfusun artışında doğacak baskı, gaflette olanları ve onları
ülkenin gelir kaynaklarını işletilmesi gayretine düşürür. Nüfusun çoğalması,
kalkınma ve ilerlemek için adeta tabii görevini yapmaktadır.
İyi bir şans eseri olacak ki, nüfus kontrolü yahut artışı meselesi, bütün
derinlikleriyle araştırmayanların bu sathi düşüncelerini görünce, kolay
kolay boyun eğilmemektedir. Köyde nesil çokluğunu muhafaza etmek, ekonomik
ve sosyal bir zaruret halindedir. Şehirlerin ise, bu konuda hiç bir iktidarı
yoktur. Çünkü şehirler vatanın sadece küçük bir bölümünü teşkil etmektedirler.
(Mısır'da, köyde yaşayan nüfus, şehirde yaşayan nüfusun üç mislidir. Mısır'ın
ekonomisi tarıma dayandığı için gene köylü nüfusu çok büyük önem taşımaktadır.
Şehir nüfusuna oranla büyük artış kazanmaktadır.)
Köyde çocuğu olmayanlar, çocuğu olanlardan çok daha aşağı ekonomik seviyede
yaşarlar. Sonra her türlü düşmanlık ve saldırılara karşı çocuk sahibi
olanlar daha güçlüdürler.
İşte, bu sosyal ve ekonomik faktörler, sathi düşüncelerin, nasihatlerin,
dinlenmesine imkân vermiyor.
Şüphesiz bu faktörlerin etkisi, her yere eğitim rolü ile yayıldıkça, toprakta
çalışmaktan başka bir güç elde etmedikçe ne değişir ne de azalır. Bunlar
gerçekleştiği zaman ancak, millet sayı gücünden akıl gücünü elde ederek
kendisini saran düşmanlıklarının yüzüne karşı durabilir.
İnsanın fıtrî yaradılışı, bu konuda kendilerini "kültürlü" sananlardan
daha hakim durumdadır. Bu beylerin olayları, gerçek bir şekilde araştırmaları,
kendilerinin ağırlarına gidiyorsa, baksınlar da insanın fıtri yaradılışına
ve öylece görevini yerine getirsinler. Bizi, yahudi ve haçlıların hile
ve desiselerinden ve ortaya atılan yaldızlı sözlerinden kurtarsınlar.
Son olarak, İslâm dünyasında uyuyanlara, Siyonistlerin Sina üzerindeki
emel ve ihtiraslarını anlamaları için haykırarak uyandırmaya dönelim.
Çünkü, Mısır, şimdi gaflet uykusu ile çok meşguldür. Bakanlıklarda yenilikler
yapmakla; seçimlerin listelerle mi, ölçülerle mi, tartılarla mı yapılması
gerektiğini araştırmakta, müstesna ve müstesna olmayan hakları çekiştirmekle
pek meşguldür. Yüce Allah, bir kişinin içerisinde iki kalp yaratmamıştır,
önce önemli durumların öne alınması gerekir. "La havle velâ kuvvete
illâ billâh" (Bütün güç ve kuvvet de Yüce Allah'tandır!..)
|
|
 |
|