SEYYİD KUTUB VE AİLESİ
Seyyid Kutub 1906'da
Arap yarımadasının kuzeyinde, Mısır'ın iklim yönünden en katı ve toprak
bakımından en verimli olan Nil vadisinin kıyısında kurulu bulunan Asyot
kasabasında dünyaya geldi. Babası ibrahim efendi, dini malumatı ve inancı
köklü ve sağlam bir kimseydi. Oğluna bu hususta gereken dinî terbiyeyi
önce kendileri vermişti. Annesi, yüksek ve kültürlü bir aileye mensuptu.
Dedesi ve anneannesi Kahire'de, uzun yıllar oturmuş ve çocuklarını Ezher'de
okutmuş aydın kimselerdi.
Kutub ailesi, gerçekten her yönden olgun ve disiplinli bir aileydi, iman,
takva, zühd ve ibadet bu ailenin süsü ve temeli idi. Bu ailenin birinci
çocuğu Hamide Kutub, ikincisi ise Seyyid Kutub idi. Emine Kutub bu ailenin
üçüncüsü, Muhammed Kutub ise bu ailenin en küçüğü ve dördüncüsüdür. Kutub
ailesinin bu dört çocuğu da sağlıklı, zeki, bilgili, imanlı idi. İslâm'ın
terbiyesi, bu ailede adeta güneş gibi parlamış ve İslâm'ın ahlâkı bütün
ilkeleri ile yerleşmiştir, ilâhî takdirin bir cilvesidir ki, Kutub ailesinin
bu dört ferdi de İslâm davasının uğrunda cihâd yaparak bu yolda, her türlü
baskı ve işkencelere maruz kalmışlardır.
Seyyid Kutub, İslâm uğrunda başını verdi. Hamide, Emine ve Muhammed Kutub'lar
da bu uğurda ondan geri kalmadılar. Hepsi, işkence ve baskı altında tutuldular.
Fakat, bunların hiç biri, kalemlerini susturmadı. Bugün Hamide, Emine
ve Muhammed Kutub Medine'de Resulüllah (S.A.V.) in civarında yaşıyorlar.
Bu davanın birer eri olarak çalışmaktadırlar, İslâm dünyasında Seyyid
Kutub ve ailesini işitmeyen ve onların bâtıla ve haksızlığa karşı verdikleri
mücadeleyi bilmeyen pek az insan vardır. İslâm davası için bu aile, adeta
bir numune olmakta ve bu uğurda atılan ilk adım olma şerefini teşkil etmektedir.
İşte, Seyyid Kutub ilk ve dinî tahsilini böyle bir ailenin atmosferinde
bitirdikten sonra Kahire'ye gider.
Kahire'de, dayısının evinde kalır. Orta ve lise tahsilini bitirdikten
sonra, Ezher Üniversitesinin Edebiyat Fakültesine girer. Bu sırada bütün
aile fertleri köyden göç ederek Kahire'ye gelip yerleşirler. 1937'de Ezher'i
birincilikle bitiren Seyyid Kutub, başarısından dolayı Ez, her'de hoca
olarak Edebiyat derslerini okutur.
1941'de Amerika'ya, sosyoloji doktorası yapmak için gider. Seyyid Kutup
Amerika'da doktorasını yaptıktan sonra, tekrar Mısır'a döner. Fakat, bu
dönüşü çok büyük bir davanın ağır yükünü, omuzlarında taşımanın dönüşü
olur. Batının ve özellikle Amerika'nın bütün çirkinliklerini ve kötülüklerini
yakından görür. Emperyalist devletlerin, İslâm ülkeleri hakkındaki gizli
emellerini, yerinde araştırarak çok iyi öğrendikten sonra, İslâm ve müslümanların
kurtulması için Hakka ve Kur'an'a yönelişin dönüşüdür bu...
Seyyid Kutub, emperyalist İngiliz ordusuna karşı Müslüman Kardeşler Cemiyetinde
faaliyete başlar. Bütün müslüman kardeşleriyle birlikte Kur'an-ı Kerim
üzerine yemin ederek, Allah yolunda mücadeleye başlarlar. Seyyid Kutub,
daha sonra bu cemiyetin "Dâvâ ve İrşâd" kolunun başkanlığına
getirilir. Seyyid Kutup,' bundan sonra açık hava toplantıları düzenliyor,
müslümanları uyanmaya ve Kur'an-ı Kerimin etrafında toplanmaya çağırıyordu.
Şüphesiz, Seyyid Kutub'un bu hareketi, Nasır'ı endişe ve kuşkulara sevk
etmişti.
Komünist Ruslardan talimat alan, Mısır'ın azgın diktatörü Nasır, 1952'de
bu cemiyetin kapanmasını emreder ve bütün üyelerini tutuklar. Ceza evinde,
müslüman kardeşler cemiyetinin bir çok üyeleri ortadan kaldırılır. Bazılarım
da mahkeme kararı ile idam cezasına çarptırır. Seyyid Kutub'un idam cezası
henüz kesinleşmeden, kendisine şu haberi gönderir: "Eğer benden özür
diler ve bu davayı bir daha gütmeyeceğine dair söz verir ise, kendisini
bağışlarım" der. Fakat büyük şehidin, ona cevabı kesin ve dehşet
vericidir: "Eğer ben, bu cezayı hak etmiş ve bir suç islemiş isem,
bunu seve seve çekerim. Eğer bu ceza bana, haksız yere verilmiş ise; o
zaman bir münafıktan özür dileyecek kadar küçük değilim..."
Evet, bunun sonunda Mısır Firavunu Nasır, Seyyid Kutub'u idam eder.
Her ne kadar Seyyid Kutub şehid oldu ise de onun fikri, ideali ve bütün
iman gücü halâ yaşıyor...
Bugün, İslâm dünyasının her yerinde eserleri kapışılmakta ve her dile
çevirisi yapılmaktadır.
Biz, acizane Seyyid Kutub'un çeşitli makalelerinden derlenen "Mareketünâ
Ma'l-Yahud" adlı değerli eserini dilimize çevirerek "Yahudi
ile olan savaşımız" adıyla yayınlıyoruz. Bu hususta, yaptığımız bazı
açıklamaları da dip not olarak verdik.
Gerçekten bu kitap, İslâm dünyasının bu günkü durumuna ve gerçeklerine
uygundur. Bu kitabın her satırını okuduğunuzda. Siyonist dünyanın İslâm
ülkeleri üzerindeki gizli emellerini, açıkça görecek ve öğreneceksiniz.
Batının ve Doğunun iki ayrı blok olarak işlediğini ve hepsinin tek amacının;
İslâm ve İslâm kültürünü yok etmek olduğunu, bu kitabın bölümlerinde okuyacaksınız.
Bu kitabın baş kısmı, israil devletini maddî ve askerî gücü ile destekleyen,
Ortadoğu'da ve özellikle Mısır'da bulundurduğu casuslarla istediği siyasî
dolapları çeviren ve insanlığa sığmayan bozgunculuklar yapan emperyalist
ingilizlerin, müslümanlara yaptıkları ihanetleri anlatmaktadır. Çünkü,
İsrail devletini Ortadoğu'da kuran ve onu müslümanlar için bir çıban başı
haline getiren ingilizlerdir. Müslüman Filistin halkını, binlerce yıldan
beri oturduğu yerden çıkaran ve onlara akıl almaz tuzaklar kuran ve katliamlar
düzenleyen yahudilere, her hususta yardımcı olan İngilizlerdir.
Bu yüzden, bu kitabın, Ortadoğu'da ve diğer İslâm ülkelerinde İngilizlerin
bozgunculuk yönünden oynadıkları rolü ve sahneye koydukları oyunların
iç yüzünü anlatmak yönünden tarihe ve tarihî olaylara ışık getirmesi bakımından,
tarih sever her aydın insanın, ibretle okuyacağı çok yararlı bir kitap
olduğuna inanıyoruz. Bu kitabı okuyan siz değerli okuyucularımızın da
bu inancımıza katılacakları kanaatindeyiz. Siyonizm, daima perde arkasında
İngiliz'i ve İngiliz ordusunu piyon olarak kullanmıştır.
Büyük şehid Seyyid Kutup da yazdığı her makalede, bu gerçeği dile getirmiş,
Siyonizm ile emperyalist ingilizlerin emellerine aynı noktadan bakarak
işaret etmiştir. Mısır'ın, ingiliz ordusunun işgali altında bulunduğu
dönemlerde, Siyonizm ve emperyalizm adına dönen gizli dolapları su yüzüne
çıkarmaktadır, ingilizlerin; sosyal, eğitim ve askeri alanda yaptıkları
yıkıntıları
ve emperyalist emellerine ulaşmak için uyguladıkları planlan birer birer
anlatmaktadır...
Daha sonra Seyyid Kutub, islam'ın azılı düşmanı yahudiyi ve kitabın asıl
konusunu teşkil eden "Yahudi ile Olan Savaşımız" adlı bölümü
en güzel bir şekilde ve Kur'an-ı Kerim'in ışığında işlemektedir.
Yahudiye karşı verilecek en büyük savaş, müslümanlann birleşmesi ve İslâm'ın
temel esaslarına topluca sarılmalarıdır. Tek yolun ve doğru yolun, sadece
bu yol olduğunu bildirmektedir. Yer yüzünde zulüm ve bozgunculuğun temsilciliğini
yapan yahudiyi, bu kötü emellerinden vaz geçirmenin tek yolu, müslümanların
birleşmesi ve yahudinin emperyalist emelleri karşısında durması gerektiğine
işaret etmektedir...
Her şeyden önce, yahudiyi ve onun kurumlarını tanımak gerekir. Yahudinin
bütün dünyada gösterdiği faaliyetler, hiç şüphesiz bütün insanlık için
pek zararlı olmuştur. Birinci ve ikinci Dünya Savaşlarının çıkmasına o
sebep olmuştur. Bütün dünya insanlarının yaşadığı, o korkunç günleri başlatan
ve yaşatan odur, onun gizli kurumlandır.
Şimdi ise, bütün dünya insanlarını, üçüncü dünya savaşının eşiğine getirmiş
ve kendi pis çıkartan için başlatacağı günü kollamaktadır. Her yerde,
aynı gaye ve amaca dayalı olarak savaş çıkarmakta ve dünya insanlarını
birbirine düşman yapmaktadır, insanlık böylece, farkına varmadan üçüncü
dünya savaşına sürüklenmektedir. Günün birinde mutlaka patlak verecek
olan bu üçüncü dünya savaşının içinde, - Allah'ın izni ile- önce yahudi
kendisi yanacaktır. Kur'an-ı Kerim'in, İsrâ suresinde verdiği bilgi ve
habere göre, yahudinin sonu pek yalandır.
Yahudi devletinin kurmuş olduğu egemenlik ve gösterdiği üstünlük geçicidir.
Pek yakın bir zamanda, üçüncü dünya savaşını başlatmadan önce -Allah'ın
izni ile - yeryüzünden silinip gidecektir. Yüce Allah'ın vaadi haktır.
Kur'an-ı Kerim'de buyurulan her şey, anı ve zamanı gelince mutlaka gerçekleşecektir.
Yüce Allah'ın yardımı ve zaferi, O'nun yolunda çalışan ve O'na yürekten
inananlarla beraberdir.
İleride Seyyid Kutub'un şahsiyeti, cihâd ruhu ve yazmış olduğu bu kitabının
değeri hakkında, büyük ilim adamı Zeynelabidin Er-Rikâbi'nin, yazmış olduğu
ön 'sözden okuyup anlayacaksınız.
CİHADIN HAKİKATİ
Eğer İslam andığımız
diğer mezhepler (Relikion) gibi bir mezhep ve Müslümanlar da diğer
milletler (Avrupalıların anladığı anlamda) gibi bir milletse kuşkusuz
ki cihad o zaman, bütün ibadetlerin başı olma özelliğini kaybeder.
Ne Müslümanlar ne de İslam Avrupalıların anladığı anlamda değildir.
Yani İslam, Avrupalıların anladığı gibi mezheplerden bir mezhep,
Müslümanlar ise yine onların anladığı gibi milletlerden bir millet
değildir.
İslam, bir inkılab ülküsüdür. İslam, bir inkılab hareketidir. İslam,
yeryüzündeki bütün batıl sistemleri tuz-buz edip yerine kendi ülküsüne
göre düzenlenmiş, yeniden yepyeni ve evrensel kurumlan koymak ister.
Bu nedenledir ki Müslüman; İslam'ın oluşturduğu ve bu ebedi inkılab
düzenini gerçekleştirmek için hizaya getirdiği dünya inkılapçılarının
adıdır. Bu evrensel inkılabı gerçekleştirme savaşı ise cihaddan
başka bir şey değildir. Başka bir ifadeyle; bu evrensel inkılabı
gerçekleştirmek için yorulmak ve dinmek bilmeyen sonsuz bir eylem
işidir cihad."
İslam diğer inkılab hareketleri ve ideolojik davalar gibi, pratik
metodunu anlatımda, davasını olduğu gibi ortaya koymakta yabancı
kavramları kullanmak istemez. İslam'ın kendine özgü bir terminolojisi
vardır. Böylece başka düşüncelerle, popüler olan düşüncelerle arasında
terminoloji yönünden dahi benzerlik bırakmamıştır. İşte cihad kavramı
da İslam'ın davasını anlatmak için oluşturduğu sözü edilen terminoloji
sözlüğünden alınmış bir kelimedir.
İslam, Arap dilinde kıtal, çarpışma anlamına gelen harp kavramını
almadığı, cehd (didinme), say (çalışma) anlamına gelen cihad kavramım
seçtiği görülmektedir. Cihad'ın İngilizce'deki karşılığı 'struggle'dir.
Ancak anlamın ortaya konması bakımından cihad kelimesi daha derin
ve evrenseldir.
İslam, neden Arapların çok kullandığı harp gibi kelimeleri kullanmadı
da yepyeni bir kavram olan cihadı kullandı?.. Benim görüşüme göre
en önemli neden; terminolojik olarak harp kavramı kişisel çıkarlar
ve birtakım polemik oyunlar için ateşi bir türlü dinmeyen, yangını
çağlar boyu erlerin, milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal
anlamında kullanıla gelmiştir. Bu tür harplerde soyut olarak kişisel
ya da sosyal kinler hakim olmuştur. Onlar da bir düşünce endişesi
ve bir sistemi hakim kılma çabası göze çarpmaz.
İslam'da meşru sayılan savaş, bu tür harplerden olmamakla beraber
'harp' kavramının alınmayışının nedeni nedir? Çünkü; İslam bir milletin
yararı için başka bir milletin yok olmasına karşıdır. Bir toplumu
kalkındırmak için diğerini düşürmez. Dahası, bir azınlığın veya
topluluğun şu veya bu ülkeyi elde etmesini, işgal etmesini gözetmez.
İslam beşeriyetin kurtuluşunu ve mutluluğunu düşünür. Bu kurtuluşu
ve mutluluğu sağlayabilmek için de kendisine özgü pratik metotları,
düşünceleri vardır. İslam, bu kendine özgü metotlardan başka metotlara,
bu düşüncelerden başka düşüncelere dayalı her çeşit otoriteye karşı
koyar, onu kökünden devirmek ister. Milletlerin isteği ile ya da
idare edilenlerin durumu bu konuda İslam'ın ortaya koyacağı tavrı
etkilemez. Çünkü İslam'ın kendi ülküsünü yüceltmek, kendi metodunu
uygulamak ve hakim otoriteleri bu ülkünün temelleri üzerine oturtmaktır.
O, hak ve adalet sancağını elinde bulundurup küfrün belini kıran
kimsenin şahsını dikkate almaz. Çünkü İslam'ın gayesi, yer almak
değildir sadece. O yalnız bir bölge veya kıtayla da yetinmez. İslam,
bütün bir dünyanın huzur ve refahını gözetir. Bunu da gerçekleştirirken
milletlerle dövüşüp onların gelir kaynaklarını elinden alıp sömürmek
için yapmaz. İslam, böyle bir durumu arzulamaz. Ancak, bütün insanlığın
evrensel mutluluğunu gerçekleştirip, İslam'ın beşeri sistemlerden,
diğer semavi dinlerden daha üstün bir sistem olduğunu göstermek
için böyle bir harekete girmek ister. Bu yüce ideali gerçekleştirmek,
bu evrensel inkılabı gerçekleştirmek için, bütün güçlerini seferber
eder. İşte cihad, bu dinmeyen savaşa, bütün bir enerji ile çalışma
eylemine ve bütün meşru yollara başvurma cehdine denir. Cihad bu
çalışma ve azmetme işini bütünüyle kapsayan bir kavramdır.
Bütün bu anlatılanlardan sonra artık şunu söyleyebiliriz: İnsanların
zamanla bakış açılarının değişmesi, arzu ve gereksinimlerinin artmasıyla
bu akıl ve düşünceye dayanan evrensel inkılabı gerçekleştirmek için
alabildiğine kalem kullanmak bir tür cihaddır. Kılıç zoruyla kurulan
düzenleri yıkıp yerine insaf ve adalete dayanan yeni bir düzen getirmek
de bir çeşit cihaddır. Aynı zamanda; İslam davası için malını feda
etmek, zorluklara katlanmak şiddete karşı direnmek de cihaddır.
|
|
 |
|
|