Esma-i Hüsnâdan
olan bu isimler, acıyan, koruyan ve bağışlayan anlamındadırlar.
Ayrıca, Rahîm ismi yalnız mü' minlere hâs (özel) olmakla birlikte,
Rahman ismi tüm canlıları kapsar.
Mün'im-i
hakîki (gerçek rızık verici) anlamında da olan Rahman ismi, inananların
ve inanmayanların ve tüm canlıların rızkını vericidir.
Hayat ve
rızık biribirlerinden ayrılamazlar. Birinin olmadığı yerde diğeri
de olamaz. Bir tek canlının yaratılması için ne gibi şartlar gerekli
ise, o canlının rızkının yaratılması için de aynı şartlar gereklidir.
Bütün âlemlerin
Rabbi olan Allah, Âlem-i mülk denen madde âleminde, her şeyi zincirleme
cereyan eden sebepler kuralına bağlamıştır.
Hayat ve
rızkın temel maddeleri, toprak, su, hava ve ısıdır. Bu maddeleri
etkileyerek dengeli karışımlarını ve kimyasal ve fiziksel değişiklikleri
sağlayacak olan tabiî olayların, mevsimlerin ve gece ile gündüzün
meydana gelişi, dünyanın, güneşin, ayın ve yıldızların takdir
olunan yer ve yörüngelerindeki dengeli ve disiplinli hareketlerine
bağlıdır.
Canlı türlerinin
en aşağısı olan bir tek bitkinin yetişmesi için, Âlem-i mülk denen
madde âleminin önceden yaratılması gerekli olduğu gibi, bir tek
karıncanın yaşamını sürdürebilmesi için de, madde âleminin aynı
denge ve düzen içinde olması gereklidir.
Ölüden diriyi
ve diriden ölüyü çıkaran Allah, sonsuz ve sınırsız kudreti ile
ölü topraklardan bitkileri ve yenilen bitkilerin özünden kanı
ve kanın özünden nutfeyi ve nutfenin özünden insan ve hayvan türü
canlıları yaratır.
Yaratılan
canlılar takdir olunan yaşamlarını tamamlayınca, tüm canlıların
müşterek kaderi olan ölümü tadarlar ve sonra geriye sayım işlemleri
başlar. Her biri yaratıldıkları aslî maddelerine (toprağa) dönüşünce
bu işlem tamamlanmış olur.
Canlılar
yaratılmadan önce ömürleri ve rızıkları takdîr edilmiş ve Kitâb-ı
Mübîn' e yazılmıştır.
Yer ve gökler
gıda üretimi yapacak bir fabrika gibi düzenlenmiştir. Dünya, ay,
güneş ve yıldızlar otomatik makinalar gibi yörüngelerine yerleştirilmiş
ve bu fabrikanın meleklerden oluşan personelinin başına Hazret-i
Mîkâil genel müdür tayin edilmiştir.
Dünya, ay,
güneş ve yıldızlardan oluşan otomatik makinaların devreye girmesi
ile meydana gelen gece, gündüz, mevsimler, tabiî olaylar, ısının
iniş ve çıkışları, rüzgârların hız ve yönleri, bulutların oluşumu,
yağmur taneciklerinin sayı ve niteliği ile kar taneciklerinin
şekil ve sayıları, ezelde takdîr olunan ilâhî plân ve programın
Hazret-i Mîkâil'in denetiminde uygulanmasıdır.
Toplumlar,
İslâmî çizgide ve Kur'ân'ın emrinde yaşarlarsa, tüm bu olaylar
Allah'ın lûtfu ile nîmete dönüşür ve toplumda refah, bolluk, bereket,
huzur ve emniyet olur.
Aksi halde,
İslâmî çizgiden ayrılan ve Kur'an'dan kopup haramlara yönelen
toplumlar, Allah'ın kahrına uğrarlar ve bu nîmetler felâkete dönüşürler.
Havaların
anormal seyri, rüzgârların şiddetli fırtınaya ve kasırgaya dönüşmeleri,
aşırı ve sert yağışlar ve sel felâketleri gibi olaylar, lûtfun
kahra dönüşmesinin işaretleridir.
Özel uçağı
ve özel yatı ile yolculuk edenlerin ve lüks yalılarda ikamet edenlerin
rızkı da Allah'ın takdîrine bağlıdır. Canavar yavruları analarının
göğüslerini şapur, şupur emerken ve meyve kurtları yattıkları
yerlerde karınlarını tıka, basa doyururken, dünyanın bazı sayılı
zenginleri açlıktan uyuyamazlar.
Kalp rahatsızlığı,
damar sertliği, tansiyon ve şeker gibi rahatsızlıklar takdîr olunan
rızkı dengeleyen sebeplerdir.
Ancak, mal
ile rızkı biribirine karıştırmayalım. Yenilen, içilen ve bedende
kalıp yararlı hâle dönüşen gıdalara rızık denir.
Menkûl ve
gayr-ı menkûl gibi mallar rızık olmayıp kişinin rahatça yaşamına
neden olabilirler. Gerçi bazı mallar hayırsız olup kişinin kendisinin
ve aile fertlerinin felâketine de sebep olabilirler.
Canlılar
yaratılmadan önce rızıkları takdîr olduğuna göre, çalışıp çabalamayanların
ve tembel, tembel yatanların rızıkları ayaklarına gelir mi?
Tüm varlıklarda
asıl olan hareketliliktir. Atomun çekirdeğinin etrafında dönen
elektronlardan kalp atışına, derelerden, denizlerden kan dolaşımına
ve mikroplardan yıldızlara kadar tüm varlıklar hareket halindedirler.
Kâinatta
(evrende) ki denge ve düzen bu hareketliliğe bağlıdır. Durgun
sular ve durgun hava kirlendiği gibi, aşırı tembellik nedeni ile
hareket etmeyen canlıların da sağlıkları bozulur.
Havayı hareket
ettirerek, dereleri akıtarak ve denizleri dalgalandırarak temizleyen
Rabbimiz, insanları ve hayvanları da sağlıklı yaşamları için rızıklarının
peşlerinde koşturmaktadır.
"Kasap et
derdinde, koyun can derdinde"derler. Yer altındaki haşerattan,
uçan kuşlara ve denizlerde yaşayan balıklardan, ormanlarda yaşayan
tüm hayvanlara kadar her biri ya et derdi ile veya can derdi ile
koşuşurlar.
İnsanlar
da ihtiras duygusunun etki ve itimi ile, gerek kendi rızıkları
ve gerek diğer insanların rızıklarının sağlanması için ve toplumsal
denge ve düzenin oluşması için, çeşitli iş kollarında gece, gündüz
didişip dururlar.
Peki, âcizliğinden,
hastalığından, küçüklüğünden veya yaşlılığından dolayı rızkının
peşinde koşamayan ve çalışıp çabalayamayanların rızıkları ayaklarına
gelir mi?
Bir anne,
6 aylık bebeğinin yiyeceğini biberonla ağzına götürür. 5 yaşındaki
yavrusunu hazırlanmış sofraya çağırır. On yaşındaki oğlunu fırına
veya markete gönderirken, aynı yaşlardaki kızına da sofranın hazırlanmasında
yardım etmesini söyler.
Bütün âlemlerin
Rabbi olan ve her şeyi bilen, gören ve dilediği gibi yönlendirme
gücüne sahip olan Yüce Mevlâmız da, yarattığı varlıkların içinde
bulundukları hâl ve şartlar gerektiğinde rızıklarını ayaklarına
ve hatta ağızlarına gönderir.
Karnı aç
olan ana kuş, bulduğu yemi kendisi yemeyip yuvadaki yavrusuna
getirir. Yavru kuş ağzını açar ve ana kuş ağzındaki yemi yavrusunun
ağzına atar. Bir kaç defa gidip, geldikten ve yavrusunu doyurduktan
sonra ağız dolusu su ile gelir ve suyu yavrusunun ağzına azar,
azar akıtır. Yavrusunu doyurup, suladıktan sonra kendi karnını
doyurmak için uçup gider.
Materyalist
felsefe gözü ile bakılacak olursa, aylarca karnında taşıdığı cismin
ağırlığından ve sıkıntısından doğum sancısı çekerek kurtulan canavarların,
yavrularını derhal ezip, parçalamaları veya yemeleri gerekir.
Alah'ın Rahman
ve Rahîm sıfatları canavarların duygularına yansıyınca, öz yavrularını
çöp bidonlarına atan çağdaş! insanlardan çok daha medenî ve insancıl
oluyorlar. Kendileri aç ve hasta oldukları halde yavruları ile
ilgileniyorlar.
En vahşî
canavarlara yavrularını baktırtan, emzirten ve besleten ve yuvalardaki
yavru kuşların rızıklarını ağızlarına kadar taşıtan Allah, Ahsen-i
Takvîm üzere yarattığı insanları da âciz ve muhtaç durumlarında
kesinlikle ihmal etmez.
İnsanın yönlendirilmesinde
kanın çok etkin rolü ve baskısı vardır. Bu nedenle helâl lokma
yemeğe çok özen gösterilmelidir. Helâl kazanç ve helâl lokma için
çırpınış ibadettir. Damarlarında ve kalplerinde haram gıdalardan
oluşan kanlar bulunan kişiler, imanın tadını alamazlar ve ibadetlerin
ruhsal zevkine erişemezler.
Rüşvet vererek
gümrük kapılarından kaçak giriş yapan ajanlar ülkemize zarar verdikleri
gibi, tad duygumuza rüşvet vererek bedenin gümrük kapısı olan
ağızdan kaçak giriş yapan haram lokmalar da, hem dinimize ve hem
sağlığımıza çok zarar verirler.
Yiyeceklerin
hazırlığına besmele ile başlamalı, güzel bir hâl ile ve Allah'
ın zikri ile devam etmelidir.
Acıkmadan
ve çok sinirli veya çok üzgün durumlarda sofraya oturmamalıdır.
Müzik dinleyerek ve gafletle yemek yememeli ve İslâm düşmanları
gülseler de, gerekli hallerde haremlik ve selâmlık prensibini
uygulamalı ve mahremi olmayan kadınlarla bir sofraya oturmamalıdır.
Yemeğin evveli
zikir, ortası fikir ve sonu şükürdür
"Bismillâhirrahmanirrahîm"
diye başlamak zikirdir. Besmele ile başlanan yiyecek ve içeceklerden
şeytanlar uzak kalırlar. Şeytanların aç ve güçsüz kalmaları için,
her türlü helâl yiyeceklerde ve helâl içeceklerde Besmele'yi unutmamalıdır.
Acele ederek
Besmele'yi unutup başladı isek, aklımıza geldiği an, "Bismillâhi
evvelehû ve âhirehû"diyerek şeytanın yediğini yanına kâr bırakmayalım.
Bu duayı okuduğumuz an şeytanın içi bulanır ve yediklerini bir
kenara gidip kusar.
Şeytanlar
bizim gibi lokma, lokma veya tane, tane yiyemezler. Madde âleminin
en şeffaf maddesi olan ateş (ısı) ten yaratıldıkları için, gıdaların
en şeffaf tarafı olan içini ve özünü yerler.Bu durumdaki gıdaların
besleyici, hastalıklara karşı koruyucu ve şifa verici özellikleri
gider. Şeytanlarımız ve mikroplarımız güçlenirken, bizlerin bedensel
direncimiz zayıflar ve ruhsal açıdan da etkileniriz.
Yemeğin ortası
fikirdir. Yemek yerken önümüzdeki nimetlerin bize kadar gelişini
düşünmek fikirdir.
Hazret-i
Mîkâil'in emrindeki meleklerle başlayan, güneşin, ayın ve yıldızların
devreye girmesiyle devam eden ve çeşitli tabiî olaylarla gelişen
gıdaların, bizlere kadar gelişinde yüzlerce kişinin görev yaptığını
düşünelim.
Kesinlikle
hiç bir nîmeti aşağılamayalım. Eğer canımız çekiyorsa yiyelim
ve canımız çekmiyorsa yemeyelim. Ayrıca israftan kaçınalım.
Sonsuz ve
sınırsız kudret sahibi olan Allah'ın yerleri ve gökleri yaratmazdan
önce bizler için takdîr ettiği rızıkların, Hazret-i Mîkâil'in
emri ile göklerde başlayıp mutfakta son şeklini alışını ve hanımın
servisi ile önümüze kadar gelişini düşünmek fikirdir.
Yemeğin sonu
şükürdür. Bazı hayvanlar kokuşmuş leşleri çiğ çiğ yerken, kediler,
köpekler çöp bidonlarından yiyecek ararken, tavuklar toz, toprak
içinden ve ördekler bataklıklardan buldukları yiyecekleri gagaları
ile yere vura vura parçalayıp yemeğe çalışırken..
Bizler en
temiz ve en nefis gıdaları bol su ile yıkayıp, kesip, doğrayıp,
güzelce pişirip ve sonra tertemiz tabakların içinde huzur ve güvenle
yerken, tüm duygularımız ile, "Elhamdülillâh" dememiz şükürdür.
Ancak gerçek
şükür, tüm beden ile yapılan fiilî şükürdür. Çünkü yediklerimiz
ve içtiklerimiz geçici bir damak tadı ile kaybolup gitmezler.
Alınan gıdaların özü kana ve hücreye dönüşerek bedensel yapıda
görevler alırlar. Bu nedenle kişinin gıdaların hazmı esnasındaki
durumu çok önemlidir. Özellikle hazm-ı sânî (ikinci hazım) denen
gıdaların kana dönüşüm süreci daha önemlidir.
Beş vakit
namazlarını vaktinde ve huzur içinde kılmağa gayret edenler, hem
tüm bedenleri ile fiilî şükür görevini yerine getirirler ve hem
hazım süreçlerini ibadet ile geçirirler.
Bir gerçeği
unutmayalım! ve altını çizerek belleyelim. Bu dünya hayatı kalıcı
değil, geçicidir. Gerçek, kalıcı, sürekli ve huzurlu yaşam, ancak
Cennet hayatıdır. Her şeyin karşıtı ile yer değiştiği bu Dünya'
da gece ile gündüz gibi doğum ve ölüm de doğaldır.
Çoğulu evham
olan vehim duygusunun tabiatı, genelde endişe, korku, ümitsizlik
ve karamsarlıktır. Şeytanların cirit atıp rahatça oynadığı karanlık
bir meydandır.
Özellikle
ölümden korkar, kefen, teneşir, tabut ve mezar gibi kelimelerden
hoşlanmaz ve gerçeklerini görünce ürperir. Evinden, eşinden ve
yavrularından ayrılıp, mezar denen çukurda yapayalnız kalacağını
düşününce deli, divâne olur. Tüm bunlara maddesel sınırları aşamayan
gözlerle ve kalp gafleti ile baktığı için, korkar, ürperir ve
vehimlere kapılır.
Errahîm isminden
yansıyan ilâhî nûr gönlünü aydınlatınca, ona; sen yalnız değilsin,
seni yaratan, gören, bilen, seven, acıyan ve koruyan ve aynı zamanda
bütün âlemlerin Rabbi olan Allah vardır, der.
Dünyaya gelişinde
ve en güçsüz anlarında, annenin şefkatli kolları arasında seni
baktıran ve sevdiren Allah, ayrıca annenin göğüslerinden fışkıran
âb-u hayat gibi süt ile seni rızıklandırdığı gibi, kabir kapısında
da sana daha şefkatli kolları açtırır ve havz-ı kevser ile seni
rızıklandırır.
Nemrud'un
ateşini Hazret-i İbrahîm'e gülistana çeviren Allah, senin yer
altındaki mezarını da Cennet bahçelerine çevirir.
Geçici maddesel
duygularımızı tatmin etmek için kara toprağın üzerini yemyeşil
otlarla ve rengârenk ve hoş kokulu çiçeklerle donatan Allah, sevdiği
kullarının ruhsal duygularını tatmin etmek için, toprağın altını
daha güzel mânevî güllerle donatır.
Gerçekte
önemli olan maddenin görünümü, yapısı ve özelliği değil, Allah'ın
lûtfu veya kahrıdır.
Allah'ın
kahrında ve gazabında olan günahkârlar, dünyanın en ünlü ve en
zengin kişileri de olsalar, en lüks yalılarda ve villâlarda otursalar,
özel uçakları ile havada kuş gibi uçsalar ve özel yatları ile
denizlerde balıklar gibi dolaşsalar, ruhsal bunalımdan ve gönül
darlığından toprağın üzerinde kabir azabının sıkıntısını yaşarlar.
|