Kur' andan Bir Nur Fatiha Suresi

 
 
 

(Âlemlerin Rabbi Olan Allah) Rahmandır-Rahîmdir

 
 

Esma-i Hüsnâdan olan bu isimler, acıyan, koruyan ve bağışlayan anlamındadırlar. Ayrıca, Rahîm ismi yalnız mü' minlere hâs (özel) olmakla birlikte, Rahman ismi tüm canlıları kapsar.

Mün'im-i hakîki (gerçek rızık verici) anlamında da olan Rahman ismi, inananların ve inanmayanların ve tüm canlıların rızkını vericidir.

Hayat ve rızık biribirlerinden ayrılamazlar. Birinin olmadığı yerde diğeri de olamaz. Bir tek canlının yaratılması için ne gibi şartlar gerekli ise, o canlının rızkının yaratılması için de aynı şartlar gereklidir.

Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah, Âlem-i mülk denen madde âleminde, her şeyi zincirleme cereyan eden sebepler kuralına bağlamıştır.

Hayat ve rızkın temel maddeleri, toprak, su, hava ve ısıdır. Bu maddeleri etkileyerek dengeli karışımlarını ve kimyasal ve fiziksel değişiklikleri sağlayacak olan tabiî olayların, mevsimlerin ve gece ile gündüzün meydana gelişi, dünyanın, güneşin, ayın ve yıldızların takdir olunan yer ve yörüngelerindeki dengeli ve disiplinli hareketlerine bağlıdır.

Canlı türlerinin en aşağısı olan bir tek bitkinin yetişmesi için, Âlem-i mülk denen madde âleminin önceden yaratılması gerekli olduğu gibi, bir tek karıncanın yaşamını sürdürebilmesi için de, madde âleminin aynı denge ve düzen içinde olması gereklidir.

Ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkaran Allah, sonsuz ve sınırsız kudreti ile ölü topraklardan bitkileri ve yenilen bitkilerin özünden kanı ve kanın özünden nutfeyi ve nutfenin özünden insan ve hayvan türü canlıları yaratır.

Yaratılan canlılar takdir olunan yaşamlarını tamamlayınca, tüm canlıların müşterek kaderi olan ölümü tadarlar ve sonra geriye sayım işlemleri başlar. Her biri yaratıldıkları aslî maddelerine (toprağa) dönüşünce bu işlem tamamlanmış olur.

Canlılar yaratılmadan önce ömürleri ve rızıkları takdîr edilmiş ve Kitâb-ı Mübîn' e yazılmıştır.

Yer ve gökler gıda üretimi yapacak bir fabrika gibi düzenlenmiştir. Dünya, ay, güneş ve yıldızlar otomatik makinalar gibi yörüngelerine yerleştirilmiş ve bu fabrikanın meleklerden oluşan personelinin başına Hazret-i Mîkâil genel müdür tayin edilmiştir.

Dünya, ay, güneş ve yıldızlardan oluşan otomatik makinaların devreye girmesi ile meydana gelen gece, gündüz, mevsimler, tabiî olaylar, ısının iniş ve çıkışları, rüzgârların hız ve yönleri, bulutların oluşumu, yağmur taneciklerinin sayı ve niteliği ile kar taneciklerinin şekil ve sayıları, ezelde takdîr olunan ilâhî plân ve programın Hazret-i Mîkâil'in denetiminde uygulanmasıdır.

Toplumlar, İslâmî çizgide ve Kur'ân'ın emrinde yaşarlarsa, tüm bu olaylar Allah'ın lûtfu ile nîmete dönüşür ve toplumda refah, bolluk, bereket, huzur ve emniyet olur.

Aksi halde, İslâmî çizgiden ayrılan ve Kur'an'dan kopup haramlara yönelen toplumlar, Allah'ın kahrına uğrarlar ve bu nîmetler felâkete dönüşürler.

Havaların anormal seyri, rüzgârların şiddetli fırtınaya ve kasırgaya dönüşmeleri, aşırı ve sert yağışlar ve sel felâketleri gibi olaylar, lûtfun kahra dönüşmesinin işaretleridir.

Özel uçağı ve özel yatı ile yolculuk edenlerin ve lüks yalılarda ikamet edenlerin rızkı da Allah'ın takdîrine bağlıdır. Canavar yavruları analarının göğüslerini şapur, şupur emerken ve meyve kurtları yattıkları yerlerde karınlarını tıka, basa doyururken, dünyanın bazı sayılı zenginleri açlıktan uyuyamazlar.

Kalp rahatsızlığı, damar sertliği, tansiyon ve şeker gibi rahatsızlıklar takdîr olunan rızkı dengeleyen sebeplerdir.

Ancak, mal ile rızkı biribirine karıştırmayalım. Yenilen, içilen ve bedende kalıp yararlı hâle dönüşen gıdalara rızık denir.

Menkûl ve gayr-ı menkûl gibi mallar rızık olmayıp kişinin rahatça yaşamına neden olabilirler. Gerçi bazı mallar hayırsız olup kişinin kendisinin ve aile fertlerinin felâketine de sebep olabilirler.

Canlılar yaratılmadan önce rızıkları takdîr olduğuna göre, çalışıp çabalamayanların ve tembel, tembel yatanların rızıkları ayaklarına gelir mi?

Tüm varlıklarda asıl olan hareketliliktir. Atomun çekirdeğinin etrafında dönen elektronlardan kalp atışına, derelerden, denizlerden kan dolaşımına ve mikroplardan yıldızlara kadar tüm varlıklar hareket halindedirler.

Kâinatta (evrende) ki denge ve düzen bu hareketliliğe bağlıdır. Durgun sular ve durgun hava kirlendiği gibi, aşırı tembellik nedeni ile hareket etmeyen canlıların da sağlıkları bozulur.

Havayı hareket ettirerek, dereleri akıtarak ve denizleri dalgalandırarak temizleyen Rabbimiz, insanları ve hayvanları da sağlıklı yaşamları için rızıklarının peşlerinde koşturmaktadır.

"Kasap et derdinde, koyun can derdinde"derler. Yer altındaki haşerattan, uçan kuşlara ve denizlerde yaşayan balıklardan, ormanlarda yaşayan tüm hayvanlara kadar her biri ya et derdi ile veya can derdi ile koşuşurlar.

İnsanlar da ihtiras duygusunun etki ve itimi ile, gerek kendi rızıkları ve gerek diğer insanların rızıklarının sağlanması için ve toplumsal denge ve düzenin oluşması için, çeşitli iş kollarında gece, gündüz didişip dururlar.

Peki, âcizliğinden, hastalığından, küçüklüğünden veya yaşlılığından dolayı rızkının peşinde koşamayan ve çalışıp çabalayamayanların rızıkları ayaklarına gelir mi?

Bir anne, 6 aylık bebeğinin yiyeceğini biberonla ağzına götürür. 5 yaşındaki yavrusunu hazırlanmış sofraya çağırır. On yaşındaki oğlunu fırına veya markete gönderirken, aynı yaşlardaki kızına da sofranın hazırlanmasında yardım etmesini söyler.

Bütün âlemlerin Rabbi olan ve her şeyi bilen, gören ve dilediği gibi yönlendirme gücüne sahip olan Yüce Mevlâmız da, yarattığı varlıkların içinde bulundukları hâl ve şartlar gerektiğinde rızıklarını ayaklarına ve hatta ağızlarına gönderir.

Karnı aç olan ana kuş, bulduğu yemi kendisi yemeyip yuvadaki yavrusuna getirir. Yavru kuş ağzını açar ve ana kuş ağzındaki yemi yavrusunun ağzına atar. Bir kaç defa gidip, geldikten ve yavrusunu doyurduktan sonra ağız dolusu su ile gelir ve suyu yavrusunun ağzına azar, azar akıtır. Yavrusunu doyurup, suladıktan sonra kendi karnını doyurmak için uçup gider.

Materyalist felsefe gözü ile bakılacak olursa, aylarca karnında taşıdığı cismin ağırlığından ve sıkıntısından doğum sancısı çekerek kurtulan canavarların, yavrularını derhal ezip, parçalamaları veya yemeleri gerekir.

Alah'ın Rahman ve Rahîm sıfatları canavarların duygularına yansıyınca, öz yavrularını çöp bidonlarına atan çağdaş! insanlardan çok daha medenî ve insancıl oluyorlar. Kendileri aç ve hasta oldukları halde yavruları ile ilgileniyorlar.

En vahşî canavarlara yavrularını baktırtan, emzirten ve besleten ve yuvalardaki yavru kuşların rızıklarını ağızlarına kadar taşıtan Allah, Ahsen-i Takvîm üzere yarattığı insanları da âciz ve muhtaç durumlarında kesinlikle ihmal etmez.

İnsanın yönlendirilmesinde kanın çok etkin rolü ve baskısı vardır. Bu nedenle helâl lokma yemeğe çok özen gösterilmelidir. Helâl kazanç ve helâl lokma için çırpınış ibadettir. Damarlarında ve kalplerinde haram gıdalardan oluşan kanlar bulunan kişiler, imanın tadını alamazlar ve ibadetlerin ruhsal zevkine erişemezler.

Rüşvet vererek gümrük kapılarından kaçak giriş yapan ajanlar ülkemize zarar verdikleri gibi, tad duygumuza rüşvet vererek bedenin gümrük kapısı olan ağızdan kaçak giriş yapan haram lokmalar da, hem dinimize ve hem sağlığımıza çok zarar verirler.

Yiyeceklerin hazırlığına besmele ile başlamalı, güzel bir hâl ile ve Allah' ın zikri ile devam etmelidir.

Acıkmadan ve çok sinirli veya çok üzgün durumlarda sofraya oturmamalıdır. Müzik dinleyerek ve gafletle yemek yememeli ve İslâm düşmanları gülseler de, gerekli hallerde haremlik ve selâmlık prensibini uygulamalı ve mahremi olmayan kadınlarla bir sofraya oturmamalıdır.

Yemeğin evveli zikir, ortası fikir ve sonu şükürdür

"Bismillâhirrahmanirrahîm" diye başlamak zikirdir. Besmele ile başlanan yiyecek ve içeceklerden şeytanlar uzak kalırlar. Şeytanların aç ve güçsüz kalmaları için, her türlü helâl yiyeceklerde ve helâl içeceklerde Besmele'yi unutmamalıdır.

Acele ederek Besmele'yi unutup başladı isek, aklımıza geldiği an, "Bismillâhi evvelehû ve âhirehû"diyerek şeytanın yediğini yanına kâr bırakmayalım. Bu duayı okuduğumuz an şeytanın içi bulanır ve yediklerini bir kenara gidip kusar.

Şeytanlar bizim gibi lokma, lokma veya tane, tane yiyemezler. Madde âleminin en şeffaf maddesi olan ateş (ısı) ten yaratıldıkları için, gıdaların en şeffaf tarafı olan içini ve özünü yerler.Bu durumdaki gıdaların besleyici, hastalıklara karşı koruyucu ve şifa verici özellikleri gider. Şeytanlarımız ve mikroplarımız güçlenirken, bizlerin bedensel direncimiz zayıflar ve ruhsal açıdan da etkileniriz.

Yemeğin ortası fikirdir. Yemek yerken önümüzdeki nimetlerin bize kadar gelişini düşünmek fikirdir.

Hazret-i Mîkâil'in emrindeki meleklerle başlayan, güneşin, ayın ve yıldızların devreye girmesiyle devam eden ve çeşitli tabiî olaylarla gelişen gıdaların, bizlere kadar gelişinde yüzlerce kişinin görev yaptığını düşünelim.

Kesinlikle hiç bir nîmeti aşağılamayalım. Eğer canımız çekiyorsa yiyelim ve canımız çekmiyorsa yemeyelim. Ayrıca israftan kaçınalım.

Sonsuz ve sınırsız kudret sahibi olan Allah'ın yerleri ve gökleri yaratmazdan önce bizler için takdîr ettiği rızıkların, Hazret-i Mîkâil'in emri ile göklerde başlayıp mutfakta son şeklini alışını ve hanımın servisi ile önümüze kadar gelişini düşünmek fikirdir.

Yemeğin sonu şükürdür. Bazı hayvanlar kokuşmuş leşleri çiğ çiğ yerken, kediler, köpekler çöp bidonlarından yiyecek ararken, tavuklar toz, toprak içinden ve ördekler bataklıklardan buldukları yiyecekleri gagaları ile yere vura vura parçalayıp yemeğe çalışırken..

Bizler en temiz ve en nefis gıdaları bol su ile yıkayıp, kesip, doğrayıp, güzelce pişirip ve sonra tertemiz tabakların içinde huzur ve güvenle yerken, tüm duygularımız ile, "Elhamdülillâh" dememiz şükürdür.

Ancak gerçek şükür, tüm beden ile yapılan fiilî şükürdür. Çünkü yediklerimiz ve içtiklerimiz geçici bir damak tadı ile kaybolup gitmezler. Alınan gıdaların özü kana ve hücreye dönüşerek bedensel yapıda görevler alırlar. Bu nedenle kişinin gıdaların hazmı esnasındaki durumu çok önemlidir. Özellikle hazm-ı sânî (ikinci hazım) denen gıdaların kana dönüşüm süreci daha önemlidir.

Beş vakit namazlarını vaktinde ve huzur içinde kılmağa gayret edenler, hem tüm bedenleri ile fiilî şükür görevini yerine getirirler ve hem hazım süreçlerini ibadet ile geçirirler.

Bir gerçeği unutmayalım! ve altını çizerek belleyelim. Bu dünya hayatı kalıcı değil, geçicidir. Gerçek, kalıcı, sürekli ve huzurlu yaşam, ancak Cennet hayatıdır. Her şeyin karşıtı ile yer değiştiği bu Dünya' da gece ile gündüz gibi doğum ve ölüm de doğaldır.

Çoğulu evham olan vehim duygusunun tabiatı, genelde endişe, korku, ümitsizlik ve karamsarlıktır. Şeytanların cirit atıp rahatça oynadığı karanlık bir meydandır.

Özellikle ölümden korkar, kefen, teneşir, tabut ve mezar gibi kelimelerden hoşlanmaz ve gerçeklerini görünce ürperir. Evinden, eşinden ve yavrularından ayrılıp, mezar denen çukurda yapayalnız kalacağını düşününce deli, divâne olur. Tüm bunlara maddesel sınırları aşamayan gözlerle ve kalp gafleti ile baktığı için, korkar, ürperir ve vehimlere kapılır.

Errahîm isminden yansıyan ilâhî nûr gönlünü aydınlatınca, ona; sen yalnız değilsin, seni yaratan, gören, bilen, seven, acıyan ve koruyan ve aynı zamanda bütün âlemlerin Rabbi olan Allah vardır, der.

Dünyaya gelişinde ve en güçsüz anlarında, annenin şefkatli kolları arasında seni baktıran ve sevdiren Allah, ayrıca annenin göğüslerinden fışkıran âb-u hayat gibi süt ile seni rızıklandırdığı gibi, kabir kapısında da sana daha şefkatli kolları açtırır ve havz-ı kevser ile seni rızıklandırır.

Nemrud'un ateşini Hazret-i İbrahîm'e gülistana çeviren Allah, senin yer altındaki mezarını da Cennet bahçelerine çevirir.

Geçici maddesel duygularımızı tatmin etmek için kara toprağın üzerini yemyeşil otlarla ve rengârenk ve hoş kokulu çiçeklerle donatan Allah, sevdiği kullarının ruhsal duygularını tatmin etmek için, toprağın altını daha güzel mânevî güllerle donatır.

Gerçekte önemli olan maddenin görünümü, yapısı ve özelliği değil, Allah'ın lûtfu veya kahrıdır.

Allah'ın kahrında ve gazabında olan günahkârlar, dünyanın en ünlü ve en zengin kişileri de olsalar, en lüks yalılarda ve villâlarda otursalar, özel uçakları ile havada kuş gibi uçsalar ve özel yatları ile denizlerde balıklar gibi dolaşsalar, ruhsal bunalımdan ve gönül darlığından toprağın üzerinde kabir azabının sıkıntısını yaşarlar.