Yüce
Rabbimiz, mahşer yerinde kurulacak olan Mahkeme-i Kübrâ (en büyük
mahkeme) denen sorgulama gününün tek ve eşsiz mâlikidir.
Dünya meliklerinin (devlet başkanlarının) süklüm,
püklüm olacağı ve korkudan tir tir titreyeceği günde, yalnız Allah'ın
emirleri ve kanunları geçerli olacak ve ilâhî adâlet kesinlikle
yerine gelecektir.
Fatiha Sûresinin ilk âyeti insanlığın ilk mebde'ine
(başlangıcına)ve ikinci âyeti dünya yaşamına işaret ettiği gibi,
bu âyeti de insanlığın meâdına (geleceğine) işaret etmektedir.
Geçmişini unutamayan ve geleceğini düşünen tek
varlık insandır. Günlerce aç kalan kedi, bolca bulduğu ciğerden
doyuncaya kadar yer, ama artanını yarınlara saklamaz.
İnsanlarda geleceğini düşünme ve yarınlara hazırlanma
duygusu vardır. Gelecekte rahat edebilme ümîdi ile sıkıntılara
seve, seve katlanabilen tek varlık insandır.
İncir çekirdeğinin özünde, incir ağacının özü
ve gerçeği vardır. İnsanın özünde de âhirete imanın özü ve gerçeği
vardır.
Ruhlar âleminden ana rahmine ve oradan da dünyaya
gelen insan, burada kalıcı olmadığının bilincindedir.
Oyuncakları ile oynayan çocukların, sonunda oyuncaklarını
atıp kırmaları fıtratlarından gelen doğal duygularının tepkisidir.
Ben, bunun için mi yaradıldım? dercesine, çocuğun kendini sorgulamasıdır.
Kör ebe oyunu gibi şehvet, öfke, ihtiras ve aşırı
dünya sevgisi peşinde koşan yetişkinlerin de, sonunda tatsız olaylara
neden olmaları aynı duyguların etkisidir.
Gerçek vatanı olan Cennetten sürgün olarak dünyaya
gönderilen insan, Cenneti unutamamış ve dünyaya uyum sağlayamamıştır.
İncir çekirdeğinin özünde, incir ağacının gerçeği olduğu gibi,
insanların hayâl duygularının özünde de Cennetin gerçeği ve özlemi
vardır.
Ahireti inkâr eden dinsiz ve kitapsız ateistler
bile, hayâlî güzelliklere "Cennet gibi" yakıştırmasını yaparlar.
Kümes, tavukların bedenlerine oranla çok büyük,
duygularına oranla ise çok küçük ve sıkıcıdır. Tavukların duygularında
toz, toprak, yeşillik ve çöplük gibi açık yerlerin özlemi vardır.
Tavuklar için yeterli olan bu yerler ördekleri
tatmin edemez. Onların duygularında da sulak ve bataklık yerlerin
özlemi vardır.
Hayvan türlerinin duygularında ve beyinsel yapılarında
ayrı, ayrı yerlerin özentileri vardır. Ancak, hayvanlara dünyayı
aşan duygular verilmemiştir. Bu dünya hayvanların gerçek vatanıdır
ve hayvanlar için yeterlidir. Yeter ki, doğal yaşam şartlarına
uygun yerlerde özgürce yaşayabilsinler.
Hayvanlar için yeterli olan dünya, insanların
beklentileri, özentileri ve duyguları açısından çok dar ve sıkıcı
kümes gibidir.
Bir yerde durmayıp sürekli gezen ve dönen dünya,
ayrıca güneşin, ayın ve yıldızların etkisindedir. Bu nedenle dünyadaki
tüm varlıklarda istikrar olamaz. Tüm varlıklar sürekli değişim
sürecine ve kevn-ül fesâd (oluşup-bozulma) kanununa tâbîdirler.
Hayvanlar ve bitki türleri için doğal olan bu yaşam, insanlar
için doğal olmayıp ürperticidir.
Bu dünyada hiç kimse yarınından emin olamaz. Kader
denen ilâhî kuralın gereği her şey zıddı ile değişecektir. Gençlik
yaşlılıkla, sağlık hastalıklarla ve hayat ölümle nöbet değiştirecektir.Ayrıca
hüzün ve sevinç tüm insanlığın müşterek kaderidir. Dünyanın süper
gücünün başında olanlar da bu ikisini tadacaklardır.
Peki, varlıkların en şereflisi olan insan, bu
vefasız dünyanın kahrını çekmek için mi yaratılmıştır?İnsanlığın
özlemini duyduğu ve tüm duygularını tatmin edecek ölümsüz bir
istikrar yeri yok mudur?
Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah, yarattığı tüm
canlıların duygularına doğal yaşam yerlerinin özlem ve özentisini
vermiş ve ayrıca özlemlerini duydukları doğal yerleri de yaratmıştır.
Hâşâ!(kesinlikle hayır)onları hayâlî bir yaşantı
özlemi ile aldatmamıştır.
En vahşî canavarların duygularını tatmin etmek
için özlemlerini duydukları doğal yaşam yerlerini yaratan Allah,varlıkların
en şereflisi olarak yarattığı insanların da tüm duyguları ile
tatmin olacakları Cenneti de yaratmıştır.
Bu satırları yazarken rûhumun, gönlümün, aklımın
ve bütün duygularımın koro halinde " Cennet vardır" dediklerini
duyar gibi oldum. Ben de bütün duygularımla ve tüm hücrelerimle
yemin ediyorum. Vallahi ve Billâhi Cennet vardır.
Peki, Cennet nedir ve nerededir?
Sekiz Cennet vardır ve Cennetin biri yedi kat
göklerden ve arzdan daha geniştir. Günümüze kadar tesbit edilebilen
ve henüz ışıkları dünyaya yansımayan yıldızların tümü göklerdedir.
Yedi kat göklerden sonra Hazret-i Cebrâîl'in ve
ona bağlı olan meleklerin yeri ve makamı olan "Sidre-i Müntehâ"
vardır. Sidre-i Müntehâ, yedi kat göklerden çok daha geniştir.
Sidre-i Müntehâ'dan sonra Cennetler âlemi başlar.
Sidre-i Müntehâ'ya en yakın olanı Cennet-ül Me'vâ
ve en uzaktaki Firdevs Cenneti'dir.
Cennetlerin genişliği akıl ve hayâl duygularının
çok ötesinde ve matematiksel oranlara ve rakamlara sığmayan büyüklüktedir.
Bu nedenle Cennete en son girenlerin de, dünyanın on katı genişliğinde
yerleri ve makamları olacaktır.
Cennet istikrar yeridir. Gece, gündüz, hafta,
ay ve yıl gibi zaman ölçüleri olmayacak ve her şey sürekli aynı
halde kalacaktır.
Ölüm, yaşlılık, hastalık, sıkıntı ve ruhsal bunalım
gibi haller olmayacak ve insanlar Cennete girerken yaşadıkları
ruhsal ve duygusal zevkleri sürekli ve aynen yaşayacaklardır.
Kadın ve erkek otuz üç yaş görünümünde olup iç
ve dış organlarda hiç bir değişiklik olmayacağı gibi, saç traşı
ve tırnak kesme külfeti de olmayacaktır.
Yalnız, bülûğ çağından önce vefat eden çocuklar,
öldükleri yaşlarındaki görünümde kalacaklar ve Cennette annelerinin,
babalarının yanlarında oynayacaklardır.
Kabileler arası bir çatışmadan kaçarken beş yaşındaki
kızı Selma'sını kaybeden kadın, yirmi yıl geçtikten sonra tekrar
Selma'sına kavuşmuş. Ana, kız biribirlerine sarılıp öpüşmüşler,
kokuşmuşlar ve doyasıya ağlayıp hasret gidermişler. Kızına kavuşan
anne, ara sıra yavrum Selma'm diye sayıklıyormuş.
Bir gün kızı, annesine : "Anneciğim bak! ben kızın
Selma' yım ve yanındayım. Niye yavrum Selma'm diye sayıklıyorsun?"
demiş.
Annesi :"Evet, biliyorum kızımsın ve Selma'msın.
Ancak hayâlimdeki Selma'mın yerini dolduramıyorsun." demiş.
İşte! küçük yaşta yavrularını kaybedenler, Allah'ın
izni ile Cennete girdikleri zaman, hayâllerindeki yavrularını
aynı yaşta ve aynı görünümde bulacaklar ve tüm duyguları ile tatmin
olup ebediyyen birlikte olacaklardır.
Cennette mevsimler, ısı değişikliği, gece ve tabiî
olaylar olmadığı için, hiç bir şeyde değişiklik olmayacak ve her
bir insan hür ve bağımsız olarak yaşacaktır. Toplumsal düzen,
millet ve devlet yapılanmaları da olmayacak, yalnız evlilik hayatı
devam edecektir.
Cennete giren kadın ve erkeklerden hiç biri tek
ve bekâr kalmayacak ve herkesin eşi olacaktır. Eşleri Cehennemde
olan kadınlar başka erkeklerle ve eşleri Cehennemde olan erkekler
de başka kadınlarla evleneceklerdir.
Dünyada uyumlu ve huzurlu yaşayan eşler, birlikte
Cennete girerlerse orada yine beraber olacaktır.
Dünyada uyumsuz, huzursuz ve tartışmalı yaşayan
eşler, Cennete girseler de orada birlikte olmayıp ayrılacaklar
ve her ikisi de gönüllerine göre eşlerle evlenip huzur ve sükûna
kavuşacaklardır.
Cennette kadın ve erkek ruhsal, bedensel ve ahlâk
yönünden eşleri ile tam bir uyum içerisinde olarak biribirlerini
çok seveceklerdir.
Gönül ve hayâllerindeki tüm güzellikleri ve her
türlü beklentilerini fazlası ile eşlerinde bulup, tüm duyguları
ile tatmin olacaklardır. Bu nedenle hiç kimsenin başkasının eşinde
ve yaşamında kesinlikle gözü ve özentisi olmayacaktır.
Altlarından ırmaklar akan ve üzeri Tûba ağacının
dalları ile süslü olan tertemiz ve büyük köşklerindeki yemyeşil
Cennet yataklarına yaslanıp eşleri ile sohbet edeceklerdir.
Cennet, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği
ve hayâl edilemeyecek kadar bambaşka bir âlemdir. Oradaki yaşam
şartlarının dünyadaki yaşam şartları ile hiç bir benzerliği yoktur.
İnsanlar ister yürüyecek ve isterlerse uçacaklar.
Ağaçların dalları ve akar sular insanların irade gücüne bağlı
olacaktır.
Denizler mürekkep olsa ve tüm canlılar yazıcı
olsa, Cennet nîmetlerinden bir meyvenin renginin, kokusunun ve
tadının zevkini yazamazlar. Ancak, bizler bu bedensel yapımızla
Cennette yaşayamaz ve Cehennemin ateşine bir saniye dayanamayız.
Bunun için bedensel yapımızda ve bedensel yapımızı
oluşturan maddelerde kökten bir değişiklik gerekmektedir.Bu köklü
ve temel değişikliğin gerçekleşmesi için, iki kıyametin kopması
gereklidir.
Birincisi :Küçük kıyamettir. Bu da insanın ölümü
demektir. Ruhla ilgisi kesilen beden bir et parçası gibi çürüyüp
aslına (toprağa) dönüşür. Azapta olmayan ruhlar, kafeslerden kurtulan
kuşlar gibi hür ve serbestçe ve ruhsal huzur ve coşku ile uçsuz,
bucaksız Berzah âleminde dolaşırlar. Biribirleri ile görüşüp konuşurlar.
İkincisi :Büyük kıyamettir. Bütün canlıların ölümü,
yerin ve göklerin kökten değişip, yeni bir düzenin ve dengenin
kurulmasıdır.
Yüce Allah buyuruyor :"O gün, arz (dünya) başka
bir arza dönüştürülecek ve gökler de (başka düzene dönüştürülecek)"
İbrahîm - 47
Eritilerek aynı kalıplara dökülen maddelerde sonuç
yine aynı olur. Ölümsüz yeni bedenlerin oluşması için, bugünkü
bedenlerin ölüp, çürümesi ve toprağa dönüşerek sıfırlanması lâzımdır.
Ayrıca yeni bedenleri oluşturacak maddelerde ve bu maddeleri etkileyen
göklerde köklü bir değişiklik gereklidir.
Dünyanın maddesel ve fiziksel yapısının kökten
değişip başka bir dünya oluşması ve dünyayı etkileyen göklerin
de değişip yeni bir denge ve düzenin kurulması için KIYAMET olayının
gerçekleşmesi gereklidir.
Kıyametin kesin vaktini yalnız Allah bilir. Ancak
gerek Kur'ân-ı Kerîm'de ve gerek hadîs-i şerîflerde kıyametin
alâmetleri bildirilmiştir. Bu alâmetlerden bazılarını kısaca anlatalım.
Alâmetlerden biri ve en tehlikelisi kadınlardan
hayânın kalkmasıdır. Hayâ ile iman, yapışık ikiz kardeş gibidir.
Birinin olmadığı yerde diğeri olamaz. Erginlik çağına erişen bir
kızın, dizlerini ve üst tarafını annesine ve babasına bile göstermesi
haramdır. Kısa şortlarla ve kısa yırtmaç eteklerle dışarılarda
dolaşanlar her halde ikisinden de yoksundurlar.
Kadının örtünmesi farzdır. Bu ilâhî emirdir ve
fıtrî (doğal) kanundur. Toplumdaki cinsel denge, huzur ve aile
yapısı buna bağlıdır.
Çıplaklık cinsel gerilimi arttırır. Cinsel gerilimden
tatminsizlik ve tatminsizlikten cinsel bunalım meydana gelir.
Her türlü bunalımın sonu sapıklık ve kargaşadır.
Bu tür sapıklıklar vatanın temel taşı olan aile
yapısını sarsar. Aile içinde huzur, istikrar, güven ve sevgi kalmaz.
Tartışma, güvensizlik ve aşırı geçimsizlikten aile yuvaları yıkılır.
Din düşmanlığını ilke edinen art niyetli bazı
medya organları çağdaşlık ve eşitlik saçmalamaları ile gençliğin
cinsel duygularını istismar ederek toplumsal dengeyi bozmaktadırlar.
Gerçek çağdaşlık, çağın teknolojisini yakalamak
ve hatta öncülük etmektir. Eğer çıplaklık çağdaşlık ise, cahiliyye
devrinin müşrîke kadınları ve günümüzdeki Afrika'lı zenci kadınlar
dünyanın en çağdaş insanlarıdır.
Kadınların erkeklerle birlikte çalışmaları çağdaşlığın
ve eşitliğin gereği ise, lütfen Anadolu'muzun yolu, suyu ve elektriği
olmayan köylerine gitsinler ve tarlalarda erkeklerle birlikte
çalışan kadınları görsünler.
Evet, kadın-erkek eşittir. Bu eşitlik "min vechin"
dir, "min külli vechin" değildir. Bazı konumlarda eşit, ama her
konumda eşit değillerdir. Hatta erkekler kendi aralarında ve kadınlar
da kendi aralarında bile her konuda eşit değillerdir. Bir kadının
yaptığı el işlerini veya hamur işlerini her kadın yapamaz. Erkeklerin
de güç, beceri ve yetenekleri ayrı ayrıdır. Bu ilâhî iradenin
gereğidir. Fıtrî ve doğal kanundur ve toplumsal denge ve düzenin
gereğidir.
Genelde her şeyin iç ve dış yapısı vardır. Dış
yapılar daha güçlü ve dirençli olup, iç yapıların korunması görevini
de üstlenirler. Kabuğu soyulan meyve kararır ve kısa zamanda bozulur.
Doğal gıdaların tümünde geçerli olan bu fıtrî kural, sun'î ambalajlarda
da geçerlidir. Amabalajları açılan veya yırtılan maddeler kısa
zamanda bozulurlar.
Kadın, aile yapısının içi, erkek ise dışıdır.
Eşyanın tabiatı, fıtratın gereği ve doğal olanı budur.
Aşırı duyarlı, çok merhametli, ruhsal ve fiziksel
açıdan ince yapılı olan kadın, sert ve kaba olan dış etkenlere
dayanamaz. Direnme gücü zayıf olduğu için, kabukları soyulan veya
ambalajı açılan maddeler gibi çabuk bozulur.
Fıtratını kaybeden kadın, başta analık ve eşine
bağlılık duygusu olmak üzere her şeyini yitirir. Yörüngesinden
ayrılan varlıklar gibi dengesi ve düzeni bozulur. Tatminsizlik,
sıkıntı, stres ve gerilim derken ruhsal bunalımda boğulur.
Devletlerin anayasalarında kadın, erkek eşitliği
kalın harflerle ve altı çizilerek yazılsa da, uygulamada fıtrat
kanunları geçerlidir. Spor karşılaşmalarında ve emeklilik yaşlarında
tüm ülkeler fıtrat kanunlarını uygularlar. Kadın polisler ve üniformalı
askerler vurucu timlerde ve ön cephelerde görevlendirilmeyip,
fıtrat kanunlarının gereği geri hizmetlerde istihdam olunurlar.
İslam'da kadın, kocasının eşi ve doğal arkadaşıdır.
Peygamberlerin, velîlerin ve şehîdlerin annesidir. Bu nedenle
tüm hayırların kaynağıdır. "Cennet, anaların ayağı (rızası) altındadır."
Kadın, eştir, anadır, bacıdır, kızdır, gelindir,
sevilen, sayılan, korunan ve gerektiğinde namusunun korunması
için uğrunda can verilip şehîd olunan kutsal emanettir.
Yollara döşenip ayaklar altında çiğnenen taşlar
gibi kaldırım yosması değildir.
Alkollü içkilerin ve kullananların çoğalması.
"Balık baştan kokar ve kuş yuvada gördüğünü yapar" derler. Devletin
tepesindekiler resmî gezi ve toplantılarında devletin kasasından
su gibi alkol tüketirlerse ve aile reisleri çocuklarının yanında
alkol kullanırlarsa sağlıklı bir nesil ve temiz toplum beklemesinler.
Tüm kötülüklerin anası olan alkol, hayâyı, imanı
ve sağlığı zedeler. İş dengesinin bozulmasına, iflâslara, ekonomik
sarsıntılara ve inançsız bir neslin yetişmesine neden olur.
Aile geçimsizliklerinin, boşanmaların, fuhşun,
trafik kazalarının ve pek çok cinayetlerin başında alkol vardır.
Alâmetlerden biri : Cariyeler (analar)efendisini
doğuracak. Kıyamete yakın anaların saygınlığı gidecek ve analar
doğurup büyüttükleri yavrularının kölesi olacaklardır.
Alâmetlerden biri : Belirsiz (asaletsiz)deve çobanları,
şehirlerde yüksek binalar yapmada biribirleriyle yarışacaklar.
Kıyamete yakın çöllerden ve köylerden büyük şehirlere
akın edilecek. Hızlı ve çarpık şehirleşme toplumsal huzurun, düzenin
ve dengenin bozulmasına sebep olacaktır. Bu arada artan işsizlik
ve ahlâkî çöküntü bunalıma ve kargaşaya neden olacak ve anarşik
olaylar artacaktır.
Alâmetlerden biri:Çalgı âletlerinin çoğalmasıdır.
Dinleri bozulan ve inançları sarsılanlar ruhsal zevklerden yoksun
kalınca, nefsin gıdası olan müziklere yönelirler. Günümüzdeki
hristiyan papazları kiliseleri konser salonlarına çevirmişler
ve yaptıkları müziksel proğramlara âyin-i rûhânî adını vermişlerdir.
İslam'da çalgı âletleri yasaklanmıştır. Kalpte
nifak bitiren ve Cehennem'de kulaklarına erimiş kurşun dökülerek
cezalandırılacak olan müzikperestler, Cennet'te de rûhânîlerin
tatlı seslerinden mahrum olacaklardır.
Asr-ı Saadet"te evlenmeler çok kolay, sessizce
ve çok defa âniden olduğu için, fitneye ve zina töhmetine maruz
kalınmasın diye, düz deflerle îlânı uygun görülmüştür.
Peygamberimizden ve Hulefâ-i Raşidîn (dört halife)den
sonra çıkan kötü bid'atları örnek alıp kıyas kabul etmek, "Kıyas-ı
fâsîd" dir.
Tasavvuf mûsikîsi veya dîni mûsikî diye bir şey,
kesinlikle dinimizde yoktur. Kalplerinde hristiyanlık özentisi
olanların uyguladıkları yalanlardır.
Dînimizde temel hüküm ve genel kâide, ibadet amacı
dâhi olsa kâfirlere ve fasıklara benzemekten kaçınmaktır.
Çıplak dansözleri ve alkolik seyircilerini eğlendirmek
için, sahnelerde çalınan müzik âletlerinin eşliğinde ilâhî söylemek
bid'at ve haramdır. Bu işleri dîne hizmet ve Allah rızası için
yapmak dalâlettir.
Alâmetlerden biri:Buharî ve Müslim'deki hadîste
bildirilen. Fırat suyu üzerinde çok kanlı bir savaş olacaktır.
Bu savaş, Fırat'ın kaynağında veya yataklarında çok zengin altın
madenlerinin bulunmasından veya temiz içme suyunun Altın'a eş
değerde olmasından kaynaklanacaktır.
Alâmetlerden biri: Buhâri ve Müslim'deki hadîste
bildirilen.
Müslümanlarla yahudiler arasında büyük bir savaş
çıkacak ve bu savaş yahudiliğin, siyonizmin ve masonluğun sonu
olacaktır.
Alâmetlerden biri: Rûm sûresi 41. âyetinde bildirilen
:Karada ve denizlerde fesâdın (bozulma - kirlenme) başlamasıdır.
İnsanlar aslî görevleri olan ibadetleri terk edip,
haramlara yönelince ve özellikle Allah'ın büyük nîmetlerinden
olan deniz sahilleri çırılçıplak hayâsızların istilâsına uğrayınca
ve yemyeşil alanlar ve ormanlar günahkârların buluşma yerleri
ve alkoliklerin eğlence yerleri olunca, Allah'ın gazabına ve kahrına
uğramaları kaçınılmaz bir sondur.
Yüce Rabbimiz madde âleminde her şeyi sebepler
kuralına bağlamıştır. Gazaba uğrayan ve lânetlenen insanlar kendi
elleri ile yapacakları yanlış işlerle denizlerin, havanın ve toprağın
kirliliğine ve bozulmasına sebep olacaklardır.
Havanın, suların ve toprağın kirlenmesi tüm canlıları
etkileyecek ve pek çok bitki ve hayvan türünün yok olmasına ve
doğal dengenin bozulmasına neden olacaktır. Bu arada doğal gıda,
temiz hava ve temiz içme suyu sıkıntısı başlayacaktır.
Doğal dengenin bozulması, dengesiz tabiî olaylara,
aşırı soğuk ve aşırı sıcaklara, dengesiz yağışlara ve tabiî âfetlerin
çoğalmasına sebep olacak ve Hac Sûresi'nin başında bildirilen
büyük zelzeleler başlayacaktır.
İslam'dan kopan toplumlar temiz havadan, temiz
sulardan ve temiz doğal gıdalardan yoksun kalınca, fıtratlarına
(doğal yaşamlarına)uygun olmayan şartlar altında sersemleyip,
sarhoş gibi olacaklardır. Huzurları kaybolan, gönülleri daralan
ve ruhsal bunalıma girenler ya! Teskin edici ilaçlarla uyuşturucu
bağımlısı olacaklar veya cinci ve bakıcı denen yalancıların kapılarında
cin ve büyü hikâyeleri ile sürüneceklerdir.
Alâmetlerden biri: İnfitâr Sûresi'nde:Semânın
yarılacağı, yıldızların dağılacağı ve denizlerin taşacağı bildiriliyor.
Bu âyet-i kerîme'de "Semâ" tekildir. Semâdaki
Lâm-ı târif ahd içindir. Semânın sözlük anlamı da, üst, yukarı
demektir.
Dünya'nın üstünü, yani çevresini kuşatan ve Kur'an'da
"Sakfen Mahfûzen" denen tabaka (ozon) da yarılmalar olacağına
işaret edilmektedir.
Yüce Rabbimiz madde âleminde gelişen olayları
zincirleme sebeplere bağlamıştır. İnsanlar tevbe edip İslâm'a
dönmezlerse, doğal dengelerin bozulması hızlanacak ve ozon tabakasında
yarılmalar başlayacaktır.
Allah'ın izni ve iradesi ile ozon tabakasında
meydana gelecek âni ve hızlı yarılmalar, güneşin aşırı ısısının
dünyaya yansımasına ve dünyanın aşırı ısınmasına sebep olacaktır.
Aşırı ısı ile kutuplardaki buzlar ve yüksek dağlardaki
karlar birden bire eriyince, Rabbimizin koyduğu su dengesi, Rabbimizin
izni ile bozulunca, dereler, göller ve denizler taşacak ve dünyanın
pek çok yerleri sular altında kalacaktır.
Alâmetlerden biri: Tekvîr Sûresi 6. âyetinde :Denizlerin
tescir (kaynayıp, kuruma) olunacağı bildiriliyor.
Denizlerin taşmasından sonra aşırı ısı ile denizler
ısınıp kaynamaya başlayacak ve buharlaşarak havaya yükselince
yeryüzünde su kıtlığı başlayacaktır.
Aşırı ısı ile yanan ve susuz kalan dünyadaki yeraltı
ve yer üstü madenler ve gazlar etkilenip infilâka hazır bir duruma
geleceklerdir.
Çağımızda baş döndürücü bir hızla gelişen teknoloji,
ne rastlantı ve ne günümüz insanının başarısıdır.
Peygamberlik ve mûcize devri kapandığı için, Yüce
Rabbimiz sonsuz kudretinin eserini göstermek ve yaklaşmakta olan
Kıyamet olayının daha iyi anlaşılması için, insanoğluna ilim ve
teknoloji kapısını aralamıştır. Bu arada maddenin en küçüğü olan
atom âlemindeki esrar perdesini de hafifçe kaldırmıştır.
İlk olarak 1939 yılında atomun çekirdeğini nötronla
vurarak parçalamayı başaran insanoğlu, atomdaki güç ve enerjiyi
gördü.
Ayrıca, ilâhî iradenin gereği, kendiliğinden kabukları
çatlayan bazı atom çekirdeklerinin radyoaktif şualar saçarak başka
maddelere dönüştükleri ilmî bir gerçektir.
Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah, dilediği anda
yerdeki ve göklerdeki tüm atom çekirdeklerini aynı anda çatlatarak
saniyeler içerisinde yerleri ve gökleri başka âlemlere çevirir.
Yeni bir âlem, yeni bir düzen ve yeni bir denge kurar.
Vaktini yalnız Allah'ın bidiği an gelince, Hazret-i
İsrafil "SÛR" a üfürecek ve KIYAMET denen olay meydana gelecektir.
Yüce Allah buyuruyor :"Sûra üfürülünce, Allah'ın
diledikleri (bazı melekler) hariç göklerdeki ve yerdeki bütün
canlılar korkarak düşüp öleceklerdir." Zümer - 68
O gün (sûr üfürülünce) arz (dünya) başka bir arza
ve gökler de (başka şekle) dönüştürüleceklerdir." İbrâhîm - 48
Sonsuz ve sınırsız kudret sahibi olan Allah'ın
İsrafil'in nefesine ve sûrdan çıkan sese (infilâka) verdiği kutsal
güç ile tüm maddeler etkilenecek ve dünyanın maddesel ve fiziksel
yapısı kökten değişip, başka bir dünya oluşacaktır. Göklerde de
kökten bir değişiklik olacak, maddesel ve fiziksel yapıları, yer
ve yörüngeleri değişip, yeni bir düzen ve yeni bir denge kurulacaktır.
Bütün âlemlerin kayıtsız, şartsız ve tek Rabbi
olan Allah, dilerse "KÜN" emri ile yoktan var eder. Dilerse kendi
koyduğu kurallar doğrultusunda yaratır. Dilerse koyduğu kuralları
ve düzenleri kaldırıp, yeni kurallar ve düzenler koyar. Mülk O'nundur.
Mülkünde dilediğini yapar.
İlk insan olan Hazret-i Adem'in bedeni, madde
âleminde geçerli olan kuralların başka bir yöntemi ile yaratılmıştır.
Toprak, tüm madde âleminin birleştiği odak noktasıdır.
Toprak, madde âleminin özü ve üzerinde yaşayanların anasıdır.
İnsanın bedeni için gerekli tüm ham maddeler toprakta mevcuttur.
Ancak, kuvveden fi'ile çıkışı (gerçekleşmesi) için, güneşin, ayın
ve yıldızların şualarının etkisi gereklidir.
Hazret-i Adem'in toprağı, yerden kürekle alınıp
çapa ile yoğurulmadı. Bitki köklerinin incecik damar uçlarının
nemli topraklardan kendileri için gerekli maddeleri emerek aldıkları
gibi, Hazret-i Azraîl de dünyanın her tarafından ve çeşitli topraklarından
insanın bedensel yapısı için gerekli maddeleri cazibe gücü ile
emer gibi topladı. Hazret-i Adem'in, "Min sülâletin min tıyn"
devresi tamamlandı.
Hazret-i Adem'in ham maddeleri (çamuru) güneşin,
ayın ve yıldızların etki ve şuaları ile, Tıyn-i lâzibe, Hame-i
mesnûna ve Sâlsâla dönüşüp rûhu ile birleşecek hâle geldi.
Allah dilese idi, bütün insanları bu kurallar
doğrultusunda yaratırdı. Eğer dilese idi, ot bitirir gibi tüm
insanları aynı anda yerden bitirirdi.
İrade-i ilâhî sonsuz kudretinin, ilminin ve hikmetinin
gereği, ruhların tedrîcen ve sebepler yolu ile dünyaya gelmelerini
dilemiş ve dengeyi, düzeni öylece kurmuştur.
Âhiret âleminde ise, çoluk, çocuklu bir aile yapısına,
yakın akrabalık bağlarına, karşılıklı yardımlaşmalara, toplumsal
yaşama, millet ve devlet yapılanmalarına gerek yoktur. Âhiret
âlemi bambaşka bir âlemdir. İlim öğrenme ve ibadet etme yeri de
değildir. Bu nedenle insanların sıra ile ve uzun bir sebepler
devranından geçmesine gerek olmadan hepsi birden yaratılacaklardır.
Allah' ın emri ile İsrafîl tekrar Sûr'a üfürünce,
bütün canlılar tekrar dirilip ayağa kalkacaklar, korku ve dehşetle
etrafa bakınacaklardır.
Yer ve göklerin yeni düzeninde güneş dünyaya çok
yakın olacak ve kabirlerinden kalkanlar, güneşin altındaki mahşer
yerinde toplanacaklardır.
Ahh! vahlar! Nefsî, nefsî denen ve ananın yavrusundan
kaçtığı gün. Herkes kendi derdinde, herkes kendini kınamada ve
herkes pişman. Hayâl gibi geçen dünya yaşamında haktan sapanlar,
tapanlar ve tapılanlar. İslam'dan ve Kur'an'dan kopup taşa, leşe
tapanlar.
Bugünkü bedensel yapımızın bir dakika dayanamayacağı
güneşin aşırı ısısı, pişmanlık ateşi ve vicdan azabı içlerini
cayır, cayır yakacak ve katran gibi koyu ve kapkara terler dökecekler.
Uzun bir bekleyişten sonra amel defterleri dağılacak
ve mîzan kurulup hesaplar başlayacak.
İlk sorgulama imandan sonra beş vakit namazdan
olacak. Bülûğ çağından ölünceye kadarki beş vakit namazından teker,
teker sorgulanacak. Kıldığı namazlar mîzanın sevap bölümüne ve
kılmadığı namazlar da günah bölümüne konulacak.
Zerre kadar sevaplar ve zerre kadar günahlar gizli
kalmayıp mîzana konacak ve sonra sıra kul haklarına gelecek.
Mahşer yerinde hiç kimse haklarını en yakınlarına
bile bağışlamayacak ve karşılığını sevap olarak alacaktır. Sevapları
yoksa veya yetersiz kalırsa, alacaklılarının günahından alınıp
onlara yüklenecektir.
Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah, mahşer yerinde
kullarını hangi kanun ve kurallara göre sorgulayacak?
Afrika'nın ormanlık bölgelerinde ilkel hayatı
yaşayan kabilelerin de kendileri için geçerli olan kanunları ve
kuralları vardır.
Tüm devletlerin yasaları ve anayasaları yalnız
kendi ülkelerinde geçerlidir.
Bir Türk yargıcı verdiği kararına, Almanya'nın
veya İtalya'nın kanunlarını gerekçe gösterirse, karar derhal üst
mahkemece bozulur ve eleştirilere neden olur?
Diğer bir Türk yargıcı verdiği kararına, Kur'an'ın
filân âyetine göre diye gerekçe gösterirse, karar üst mahkemece
bozulmakla kalmaz, Ezana, Kur'an'a saygılıyız diye siyasî edebiyat
yapanlar başta olmak üzere, tüm Kur'an düşmanları şeriatçı diye
adamın başına kıyameti koparırlar.
Devletler, diğer devletlerin kanunlarını tanımaz
ve Allah'ın kanunlarına şeriata karşıyız diye katı ve düşmanca
bir tavır takınırlarsa, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah kullarının
kanunlarını tanır mı?
İşte! Mahşer yerinde yalnız Allah'ın kanunları
geçerli olacak ve her ümmet kendi şeriatına göre sorgulanacaktır.
Yunanistan'da Türk bayrağını yırtmak ve yakmak
suç değildir. Bir avuç vatan haini Türk vatandaşı Atina'nın merkezinde
Türk bayrağını yırtıp, yaksalar, haklarında hiç bir soruşturma
açılmaz. Hatta bazı Yunanlılardan teşvik ve destek de görebilirler.
Bazı kameramanlar bunları görüntüleyip seyircilerine zevkle izletirler.
Ancak, bu suçu işleyenler günün birinde Türkiye'ye
geri dönmek zorunluluğunda kalırlarsa, hemen gümrük kapısında
tutuklanıp mahkemeye sevk edilirler ve gereken cezaya çarptırılırlar.
Yurdumuzun her yerinde yarı çıplak dolaşmak serbesttir.
Gazinolarda aşırı içki içip avuçları patlayıncaya kadar çıplak
dansözleri alkışlamak da serbesttir. Namaz kılmamak, zekât vermemek
ve Ramazan günlerinde kalabalıkların en yoğun olduğu yerlerde
içki ve sigara içmek de serbesttir. Plajlarda bir parmak genişliğindeki
mayolarla çırıl, çıplak dolaşmak ve vesikalı kadınların zina etmeleri
de serbesttir.
Kahrolsun şeriat diye Allah'ın kanunlarına ve
Kur'an'a hakaret etmek ve yollarda bağırıp çağırmak da serbesttir.
Ancak.. Bu tür suçları işleyenler âhirete gitmek
zorunluğunda kalırlarsa ki, kalacaklardır. Âhiretin gümrük kapısı
olan kabir kapısında hemen tutuklanıp mahşere kadar kabir azabını
çekerler ve mahşer yerindeki Mahkeme-i Kübrâ'da yargılanıp, cezalarını
çekmek üzere Cehenneme atılırlar.
|