Kur' andan Bir Nur Fatiha Suresi

 
 
 

Ancak Sana Kulluk Ederiz ve Ancak Senden Yardım İsteriz

 
 

Bütün âlemlerde geçerli olan kesin disiplin, düzen ve denge, Allah'ın varlığının, birliğinin, sonsuz ve sınırsız kudretinin ve ilminin açık ve kesin kanıtıdır.

Nefsinin tutsağı olan zavallı insan!. Bütün Âlemlerin Rabbi olan Allah, senin de Rabbindir ve sen O'nun kulusun. Seni yoktan var etmiş ve yaşaman için gereken havayı, suyu ve gıdaları (rızkını) da yaratmıştır. Ayrıca bu nîmetlerden yararlanabilmen için, dışını duygularla ve içini gerekli organlarla donatmıştır.

Doğumun ve ölümün elinde değildir. Bedensel yapını oluşturan trilyonlarca hücreye sözünü geçiremez, kalp atışını ve kan dolaşımını denetleyemez ve organlarını emrin ve denetimin altına alamazsın. Bir bitki gibi belirli süreçlerden geçecek ve toprağın altına gireceksin. Toprağın üzerindeki yaşamın bir hayâl olacak ve sen kendi mülkünde boğaz tokluğuna çalıştığını anlayacaksın.

Allah'a inanan benim sevgili din kardeşlerim. Azraîl'e "şimdi git, yarın gel" diyemeyeceğimize göre, Azraîl gelmeden hazır olalım ve bugünkü ibadetlerimizi yarına bırakmayalım.

Bir gerçeği de unutmayalım!Dünya imtihan alanıdır. İbadetler nefes alıp verme gibi doğal değildir. Kulu Mevlâsından ayırmaya çalışanlar vardır. Ancak, gerçek sevgi ve gerçek iman imtihanlarla netleşir ve daha güçlenir. Uğrunda can verilmeyen davalar, dava değildir ve uğrunda can verilmeyen topraklar vatan değildir.

Ferhat'ın, Şirin'e kavuşmak için dağları delmeğe kalkıştığı gibi gerçek mü'minler de Mevlâya kavuşmak için tüm engelleri aşarlar.

Kulu Mevlâsından ayırmaya çalışanlardan biri; kişinin kendi nefsidir. Hayvansal duygulardan oluşan güçlere NEFİS denir. Şehvet, öfke, ihtiras, benlik, kin ve kibir gibi duygular nefsin sıfatlarıdır.

Nefsânî duygularının etkisinde olanlar tüm güçleri ile bu hayvansal duygularını tatmin etmeğe çalışırlar. Ne yazık ki, hiç kimse nefsânî duygularını doyurup tatmin edemez. Ömür boyu nefislerinin istekleri doğrultusunda koşanlar, âhiret âlemine yorgun, bitkin, doyumsuz ve günahkâr olarak giderler.

Nefislerini bilen velîler, sürekli bu duyguların etkisinden Allah'a sığınırlar. Peygamberimiz de nefisle yapılan savaşa, Cihad-ı Ekber demiştir.

Ruh ve nefisten yaratılan insan, gerçekte melekle hayvansal hayatın birleşimi ile yaratılmıştır.

Aldığımız gıdalar damarlarımızda kana dönüşür. Kanın özü ve buharı ise nefis denen hayvansal hayatın aslıdır. Bedensel hayat nefse bağlıdır. Bu nedenle nefis tamamen öldürülemez.

Ruh ve nefis, gönül âlemine nûr ve zulûmat (karanlık) şeklinde yansırlar. Yan yana gelince aynaya benzerler. Aynanın şeffaf yüzü ruh ve karanlık yüzü de nefistir.

Ruh ihmal edilip nefis aşırı güçlenirse, aynanın parlak yüzüne sarkmağa başlar. Allah korusun! Bu durum hemen önlenemez ise, zamanla gönül tamamen kararır ve kişi sûrette insan sîyrette ise hayvan olur. Yâni görünümünde insan, gerçekte hayvandır.

Gönlün nefsin etkisinden kurtarılıp yeniden nurlanması için ruhsal gücün güçlendirilmesi lâzımdır. Bu da günahlardan kopup rûhun gıdası olan ibadetlerle olur.

İnsanın bedensel hayatı için hava, su ve diğer gıdalar ne derece gerekli ise, insanın gerçek kimliği olan ruhsal hayatı için ibadetler de daha gerekli ve daha önemlidir.

Bütün âlemleri kapsayan bir denge ve düzen kuran Allah, yıldızların yerleri ve yörüngeleri arasında, galaksiler arasında, Dünya ile ayın ve güneşin arasında ve karıncaların iki gözünü oluşturan hücreler arasında da kesin bir denge ve düzen kurmuştur.

Nûr ve zulmet gibi iki zıddın (karşıtın), yâni, melekle hayvansal hayatın birleştirilmesi ile yarattığı insanın gönül âleminde de, ruh ve nefis arasında bir denge kurmuş ve tüm insanları bu fıtrat üzere yaratmıştır.

Ancak, Allah'ın rahmetinin gazabından ziyade olarak tecelli etmesi ile, İslâm fıtratı üzere doğan tüm insanların gönül âleminde, rûhâniyetleri nefislerine oranla daha güçlü yaratılmıştır.

Takdîr edilen bir süreç ile ve imtihan için dünyaya gönderilen insan, bu fıtratını, yâni, rûhunun nefse karşı olan üstünlük oranını koruyarak âhiret âlemine göçerse, mahşer yerinde sevabı ağır gelir ve hiç azap çekmeden Cennete ve Cemalullah'a kavuşur.

Ruh ile nefis arasındaki fıtrî (doğal) dengenin korunabilmesi, İslâm'ın tüm incelikleri (detayları) ile yaşanmasına bağlıdır. İslâm'dan verilecek en ufak tavizler dengenin bozulmasına neden olurlar.

Nefsânî duygular çok çabuk parlayıp, genişleyen gazlardan daha tehlikelidirler. Nefsânî duygulardan biri, örneği :Şehvet veya gazap (öfke) gibi sıfatlardan biri âniden etkilenip genişleyince tüm damarları zorlar. Ayrıca akıl, irade ve gönül üzerinde güçlü bir baskı oluşturur. Dış organlara yansıyıp eyleme dönüşmeden, ruhsal güçten gelen Allah korkusu ile önlenebilirse, kişi hem günah işlemekten kurtulur ve hem sevap alır. Daha önemlisi ise, ruh ile nefis arasındaki dengenin rûhun aleyhine bozulması önlenmiş olur.

Allah korusun.. Eğer ruh ile nefis arasındaki fıtrî (doğal) denge, ruh aleyhine bozulup nefis üstünlük sağlamaya başlarsa ve bu durum biraz devam ederse, fıtrî dengenin yeniden kurulması zorlaşır. Günahlarla kararmaya başlayan gönül, ibadetlerden kopar, imanı zayıflar ve yavaş, yavaş Esfel-i Sâfilîn'e yuvarlanmaya başlar.

Gerçi, can boğaza dayanmadan önce yapılan tevbeler kabul edilir. Ancak, gönülleri tamamen kararan kişilerin tevbe edebilme duygusunu yakalamaları ve gerçek tevbe etmeleri güçleşir.

Bu duruma düşmemek için, nefsânî duyguların freni olan ve kişiyi sonsuzluk âlemine ve Cennete taşıyacak olan ruhsal varlığın güçlendirilmesi şarttır.

Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah, nefislerimizin ve ruhlarımızın da Rabbidir ve her ikisini de o yaratmıştır. Rubûbiyyetinin gereği nefisler ve ruhlar için ayrı ayrı gıdalar yaratmış ve ikisine de zorunlu temel gıdalarını almalarını farz kılmıştır.

İmkânlar elverdiği halde yemeyi ve içmeyi terk ederek açlıktan ölen kişi günahkârdır ve nefsinin katilidir.

Rûhun zorunlu temel gıdaları da, farz olan ibadetlerdir. Bir kişi rûhunun zorunlu temel gıdalarından olan beş vakit namazı terk ederse, rûhunun ölümüne, (gafletine)fıtrî dengenin bozulmasına ve gönlünün kararmasına neden olduğu için günahkârdır ve rûhunun katilidir.

Nefsinin zorunlu gıdalarını elde edebilmek için, çalışan, çabalayan, alıp evine getiren ve pişirip yemeğe vakit bulan kişi, beş vakit namazını da kılmaya vakit ayırabilir.

Nefsinin zorunlu gıdaları ile yetinip aşırılığa gitmeyen ve beş vakit namazını kılıp günahlardan kaçınan kişi, doğal dengesini korumuş olur ve bu hâl üzere ölürse mahşer yerinde sevapları ağır gelir ve Allah'ın izni ile Cennete ve Cemalullah'a kavuşur.

Ancak, zorunlu gıdalarla yetinip aşırılığa kaçmayanlar çok az ve belki azdan da azdır. Genel olarak tüm insanlar çeşitli yiyeceklere ve çeşitli içeceklere düşkündürler. Helâl olma kaydı ile de olsa, bol ve çeşitli yiyeceklerle ve çeşitli içeceklerle nefis güçlenir. Nefsin güçlenişi oranında gönülde kararma ve gaflet başlar. Bu duruma gelen kişilerin gönüllerinde ibadetlere karşı duyarsızlık ve isteksizlik başlar.

Çok merhametli olan Rabbimiz, kullarını bu gibi gafletlerden kurtarmak ve ruhlara takviye gıda olmak üzere, senede bir ay oruç tutmayı da farz kılmıştır.

Yeme, içme ve eşlenme gibi duygular, bir aylık zaman içerisinde başı boşluluktan, denge ve düzensizlikten arındırılıp, kesin bir disiplin altına alınır. Bu müddet içerisinde zayıflayan nefis gerilerken, orucun büyük sevabı ile nurlanan gönülde, ruh üstünlüğü sağlar.

Ayrıca, nefsin ihtiras sıfatından kaynaklanan ve nefsi güçlendiren ve kişiyi dünya işlerine gereğinden fazla bağlayıp ibadetleri engelleyen aşırı para ve mal sevgisinin gönüllerde kökleşmemesi için, yılda bir defa olmak üzere varlıklı kişilere zekâtı da farz kılmıştır.

Zekât niyeti ile ve Allah rızası için kasadan çıkarılarak fakire verilen her kuruş, gerçekte nefisten alınıp rûha verilir ve dünyadan âhirete gönderilir ve gönüldeki karartılar nûra çevrilir.

Fânî ve vefasız olan bu dünyadaki hiç bir şeyin kalıcı olmadığını ve bir gün evinden, eşinden ve çocuklarından ayrılıp yapayalnız veya takdîr-i ilâhînin gereği birlikte bembeyaz kefenlere sarılıp kabristana gideceklerini ve oradan da kızgın güneşin altında kurulacak olan Mahşer yerinde yalın ayak ve başı açık olarak hesaba çekileceklerini unutmamaları için gücü yetenlere Haccı farz kılmıştır.

Nefsin aşırı duygularını frenleyip sakinleştiren ve kişiyi aşırı dünya sevgisinden arındırıp âhirete yönlendiren en güçlü etken ölümü hatırlamaktır.

İnançlı ve bilinçli yapılan Hac ibadetinde, bunun canlı uygulaması vardır. Bundan dolayı Hacc-ı Mebrûr, kişiyi anasından yeni doğmuş gibi temizleyip aslî fıtratına döndürür. Gönlü pırıl, pırıl nurlanırken rûhu güçlenip nefsi çok zayıflar.

Peygamberimizin korktuğu ve ümmetine haber verip uyardığı âhir zamandayız. Doğal dengelerin bozulmaya başladığı ve doğal yaşamın zorlaştığı bir ortamda yaşam savaşı vermekteyiz. Herc-ü merc denen kargaşa içerisinde ve huzursuz bir ortamdayız. Gönüller sıkıntıda, ruhlar bunalımda, sinirler gergin ve insanlar biribirine küskün.

Günahların anlamı, nefsânî duyguların eyleme dönüşmesidir. Madde ötesi nûrânî varlıklar olan meleklerde nefis olmadığı için günah işleyemezler ve işlenen günahlardan etkilenmezler.

Ancak, bedensel yapıları ve nefsânî duyguları eşit oranlarda yaratılan insanların, her türlü haramların açıkça ve kolayca işlendiği bir ortamdan etkilenmemeleri beklenemez ve bu durum eşyanın tabiatına terstir.

Günahların etkisini azaltmak, fıtrî dengeyi korumak ve nefsin karşısında rûhun üstünlüğünü sağlamak için, çok tevbe etmeli ve çok amel-i salih (ibadet) yapmalıyız.

"Kurtlar sisli havayı sever" derler.Lütfen okuduğumuz gazeteyi ve izlediğimiz kanalları bilelim. Din düşmanlığını ilke edinen, Kur'an'a, İslâm'a ve şeriata saldırmayı amaç edinen yazılı ve görüntülü basından çok sakınalım. Ayrıca, bu tür basının desteklediği din adamı! ünvanlı ajanların sapık görüşlerinden kaçınalım.

Aşırı soğuklarda daha güzel giyinme ve daha fazla kalori alma zorunluluğu vardır. Bizler de bu ortamda imanlarımızı daha güçlendirerek sapık görüşlerden korunalım ve ibadetlerimizi çoğaltarak fıtrî dengemizi ve insanlığımızı koruyalım.

Gerçek kulluk ister emir ve ister nehiy (yasaklama) olsun Allah'ın emirlerine kesin itaattir.Allah'ın emirlerine farz ve yasaklarına haram denir.

Bir farzı terk eden kişi ile, bir haramı işleyen kişi günahta eşittir. Bir vakit namazı kılmayan veya Ramazan'da özürsüz bir gün oruç tutmayan kişi, bir haramı işlemiş gibi günahkârdır.

Bir günün beş vakit namazını kılmayanlar, beş büyük haramı işlemiş gibi günahkârdırlar. Örneği :Şarap içmiş, kumar oynamış, domuz eti yemiş, zina etmiş ve yalan yere yemin etmiş gibi günahkârdırlar.

Yalnız bir günün beş vakit namazını kılmayanların günahı, beş büyük harama eş oranda olunca, ya!. aylarca namaz kılmayanların durumu ne olacak?

Mahşer yerinde îmandan sonra ilk sorgulama beş vakit namazdan olacaktır. Bunun anlamı çok önemlidir. İmana en yakın bir ibadettir. Ergenlik çağından ölünceye kadar üzerine farz olan namazların teker, teker hesabını verenlerin diğer sorgulamaları lûtufla ve hafif olacaktır.

Günde beş defa ilâhî emri dinlemeyen fasıklar, namaz engeline takılıp kalacaklar ve diğer sorgulamaları kahır sıfatı ile olacaktır.

Dünyanın neresinde olursa olsun ve dili, rengi ve ırkı ne olursa olsun bütün mü'minler kardeştir. Bu kardeşlik âhiret âleminde de kesintisiz devam edecektir.

Bu kardeşliğin gereğindendir ki, beş vakit namazı kılanların her biri "İyyâke na'budu ve İyyâke nesteıyn" gibi dualarda, BEN yerine BİZ diye tüm namaz kılanlar adına dua etmektedirler.

Dünya'nın kalbi ve müslümanların kıblesi olan KÂBE'nin çevresindeki en yoğun cemaattan, en küçük mescitlerdeki cemaatlara kadar, evlerinde ve iş yerlerinde namazlarını kılanlardan, hastanelerde ve hasta yataklarında teyemmüm ile namazlarını kılan, yüz milyonlarca toplumun içerisinde kutuplar, yediler, kırklar ve ricâlullah gibi sayılarını yalnız Allah'ın bildiği nice velîler vardır.

Abdestini alıp Kıble'ye yönelen ve günde beş vakit namazını kılanlar, bu kutsal toplumu oluşturanlardan biridir ve duaları müşterektir.

İnsan, cism-i basit (saf cisim)olmayıp, cism-i mürekkep (birleşik cisim) dir. Trilyonlarca ayrı özellikleri olan hücrelerden oluşan bedensel yapısında, ruh, nefis, akıl, hayâl, vehîm ve gönül gibi çeşitli duyguları vardır.

Duyguları dağınık ve çelişkili olanların hayatları tatsız, iradeleri kararsız ve ibadetleri huzursuz olur.

Yüzünü kıbleye dönen ve el bağlayıp tam teslimiyetçi bir görünüm sergileyen kişinin gönül, akıl, hayâl ve vehîm gibi iç duyguları da Allah'a yönelirse, iç huzûra ve istikrara kavuşur ve ibadetlerden mânevî feyizler ve ruhsal zevkler alır.

Allahım! Yalnız sana kulluk edebilmek için, yine yalnız senden yardım istiyoruz. Bizleri ve tüm duygularımızı yaratan, gören, bilen ve dilediğin gibi yönlendirme gücüne sahip olan, yalnız sensin. Bizlere yardım eyle ki, bütün duygularımız ile yalnız sana yönelelim ve yalnız sana kulluk edelim.

Kulu, Mevlâsından ayırmaya çalışanlardan biri de, şeytandır. Gözle görülemeyen, elle tutulamayan, rengi ve kokusu olmayan bir varlıktır. Canlıdır, çok akıllı ve çok bilinçlidir. Kalpte ve damarlarda elektrik akımı gibi dolaşır. Vesvese denen sessiz konuşmasını gönüle duyurur ve kişiyi oradan yönlendirmeğe çalışır. Özellikle nefsânî duyguları tahrîk ederek kalpte ve damarlarda elektrikli bir hava oluşturur. Hayâl ve vehîm duyguları üzerinde etkili olabilirse, insanı akıl ve irade dışı yollara sürükleyebilir.

Kulu, Mevlâsından ayırmaya çalışanlardan biri de, İslâm'a uymayan veya İslâm karşıtı olan örf, âdet ve geleneklerdir. Peygamberlere karşı en çetin direnişler bunlardan kaynaklanmıştır. "Babalarımızı biz böyle bulduk" diye putlaşan katı geleneklerinden kopup îman edemediler ve Allah'ın gazabına uğrayıp batıp gittiler.

Gerçek müslüman, "Yalnız Allah'a kulluk ederiz" sözünü titizlikle uygular. Örf, âdet ve batıl gelenekler uğruna kesinlikle dininden taviz veremez.

Eninde, sonunda mezarında yalnız kalacağına inanan kişi, çevreden dışlanma, aşağılanma ve yalnızlığa itilme korkusu ile inancından ve İslâmî yaşantısından taviz veremez. Aksine, İslâmî kişiliğini ve İslâmî yaşantısını onurla savunup, cihad rûhu ile çevrede etkili ve yararlı olmaya çalışır.

Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah birdir.

Gerçek mü'minler, yalnız Allah'a kulluk eder ve yalnız Allah'tan yardım isterler. Çünkü, Allah'tan başka tapınılanlar ve izinden, peşinden gidilip putlaştırılanlar, ya deri ile kaplanmış ve hücrelerden oluşan et ve kemik yığınlarıdır veyaelementlerden oluşan atom yığınlarıdır.