Kur' andan Bir Nur Fatiha Suresi

 
 
 

Bizleri Sırât-ı Müstekîme Hidâyet Eyle

 
 

Ey!Bütün âlemlerin ve tüm duygularımızın Rabbi olan Allahım, bizleri de emir buyurduğun ve razı olduğun Sırât-ı Müstakîm yoluna eriştir ve o yolda sabit kıl.

Sonsuzluk âleminin yolcusu olan insanın ruhlar âleminden başlayan yolculuğu, Cennet veya Cehennem'den biri ile noktalanacaktır.

Dünyayı aşan ve sonsuzluğa uzanan bir yaşam için yaratılan insanın, diğer canlılardan çok farklı özellikleri vardır.

Taş devrinde yaşayan bir avuç insan, koskocaman ve bomboş bir dünya ile tatmin olamayıp, yıldızlarla ilgilenmişler ve başka bir hayatın özlemini sergilemişlerdir.

Bugünün insanı gerçekten dünyayı aşmış ve taş devri insanlarının hayâlen dolaştığı yerlerde uydularla dolaşmaya başlamıştır.

Eğer, yakında kıyamet kopmaz ve insanlığın başına büyük bir felâket gelmezse, yarının insanı daha ileri teknoloji ile, daha ileri gidebilir ve bazı gezegenlerde yaşayan canlılarla karşılaşabilir.

Ancak, insanoğlunu bunlar tatmin edemez. Elde edilen yeni bilgiler ve ilginç keşifler, çocukların yeni ve değişik oyuncaklara karşı olan ilgi ve tutkusu gibidir.

Gündeme gelen yeni olaylar, yeni bilgiler ve yeni keşifler, yepyeni bir oyuncak gibi insanlığın ilgisini çekebilir ve biraz oyalayabilir. Ama kesinlikle tatmin edemez. Ancak, Allah'ın zikri ile tatmin olan kalplerin doğal yer ve yörüngeleri, Allah'ın yolu olan ve kişiyi Cennete taşıyacak olan Sırât-ı Müstakîm yoludur.

Sırât-ı Müstakîm denen Kur'an yolunu, sapık ve yapay yollarla ve yabancı ideolojilerle değiştirmeye kalkışmak, insanın doğal inancına ve doğal yaşamına terstir. Bu yoldaki baskı ve zorlamalar, ruhsal bunalımlara, sapıklıklara, toplumsal dengesizliklere ve kargaşalara neden olurlar.

İslâm dışı yaşantıya ve inanca, insanların bedensel ve ruhsal yapıları elverişli değildir. Allah'ın haram kıldığı her şeyin, rûh ve bedende onarılamayacak kadar büyük zararları vardır.

Sevgili Peygamberimiz, elindeki âsa (değnek) ile dosdoğru bir yol çizdi. Anlamını soran sahabelerine :"Bu dosdoğru yol, Allah yolu olan Sırât-ı Müstakîm yoludur. Etrafındaki eğri ve çıkmaz yollar ise, sapık yollardır. Sapık yolların başlarında birer şeytan vardır ve her şeytan insanları kendi sapık yoluna çağırır" buyurdu.

İşte!Sırât-ı Müstakîm yolu da, Sırat Köprüsü gibi kıldan ince ve kılınçtan keskindir. Ama dosdoğrudur, çok kolay, çok rahat ve tehlikesizdir ve dünyadan Cennete giden tek yoldur. Allah'ın îmanlı, ihlâslı ve âşık kulları, binbir zevkle bu yolu aşıp Cennete veCemalullah'a kavuşurlar.

Bir hükümdarın (devlet başkanının)çok sevdiği biricik kızı varmış. Kız, evlenme çağına gelince, dünürlüğe gelenlerle saray dolup taşmaya başlamış.

Hükümdar bazı damat adaylarını olumlu karşılamakla birlikte, kızını bir türlü evlenmeye razı edememiş. Canı sıkılan hükümdar, kızına neden evlenmek istemediğini sorunca, kız:"Babacığım, ben bir çobanın kızı olsaydım bu adaylar bana talip olmazdı. Onların amacı ben değil, sana damat olmaktır. Bu tür menfaata dayalı gönülsüz evlilikler renksiz ve tatsız karpuza benzer" demiş.

Hükümdar kızına hak vermiş ve bu soruna bir çözüm bulmaları için gönül ehli âlimleri sarayına dâvet etmiş.

Âlimlerden biri, Al-i imran sûresinin 14. ve 15. âyetlerinden aldığı feyiz ve mânevî işaretle, "Hükümdarım :Sarayın bahçesini ve özellikle sarayın giriş bölümünü çok ilgi çekici, göz kamaştırıcı, çok renkli ve çok sesli bir dekorasyonla donatın. "Kızımla evlenmek isteyenler filân günü saraya gelsinler. Kızım, kimi isterse onunla evlendireceğim" diye, fermân-ı umûmiye (genel bildiri) yayınlayın. Kızını gerçekten seven kişi veya kişiler belli olur." demiş.

Bu görüş hükümdarın ve kızının çok hoşuna gitmiş ve hemen uygulamaya geçmişler.

Randevu günü dış kapıdan sarayın bahçesine alınan damat adayları, dört gözle ve şaşkınlıkla etrafı izlerken fakir bir delikanlı kalabalığın arasından sıyrılıp doğruca saraya gitmiş ve başı önünde ümitsiz bekleyişe başlamış. Bir hükümdar kızı ile evlenebilmesinin hayâl ve rüyaların da ötesinde olduğunu ve gizli aşkının yine gizli kalacağını düşünürken, damatlık müjdesini alınca, hemen ağlayarak şükür secdesine kapanmış.

Allah'ın gerçek, âşık ve ihlâslı kulları, Sırât-ı Müstakîm yolunun etrafındaki şeytan tuzaklarına ve çok renkli ve çok sesli görüntülere aldanmazlar. Barlar, pavyonlar, gazinolar ve plajlar bunları yollarından ayıramaz.

Hükümdarın kızına gerçekten âşık olan ve ona kavuşmaktan başka bir emeli olmayan fakir delikanlı gibi, bunlar da Allah'tan başka bir şeyle tatmin olamazlar. Allah'ın yolu olan Sırât-ı Müstakîm'den ayrılmayıp Cennete ve Cemalullah'a kavuşurlar.

Hazret-i Muhammed son peygamberdir. Kendisine indirilen Kur'an'daki ilâhî emirler kıyamete kadar yürürlükte kalacak ve dünyaya başka peygamber gelmeyecektir.

İleride müslümanların başlarına gelebilecek her türlü olayların bir benzerinin Asr-ı Saadet'te yaşanması ve gelecek kuşaklara dîni belge ve örnek olması gerekiyordu.

Asr-ı Saadet'in Mekke devrinde İslâmi faaliyetler gizlice yapılabiliyordu. "Allahtan başka ilâh yoktur" diyen Hazret-i Muhammed'e ve sahabelerine, insanlık ve hukuk dışı baskı, zulüm ve işkence uygulanıyordu. Mekke'ye hâkim olan müşrikler, putlarını ve rejimlerini korumak için devlet terörü estiriyorlardı.

Mekke müşriklerinin uzantıları olan putçular, dünyanın hangi ülkesinde olurlarsa olsunlar ve hangi çağda yaşarlarsa yaşasınlar, aynı yöntemlerini hiç acımasızca uygulamaya koyarlar. Yeter ki, kendilerini güçlü hissetsinler.

Fatih Sultan hazretleri İstanbul'u fethettiği zaman, 21 yaşlarında çok genç, çok dinamik ve çok hızlı bir padişahtı. Dünyanın en büyük devletinin ve en güçlü ordusunun başında idi. Karşısında kendisini sorgulayabilecek bir güç ve kuruluş yoktu. Bütün kiliseleri yıktırır, papazları katleder ve Rum halkını zorla ve baskı ile müslüman yaptırabilirdi.

Azınlık statüsü, insan hakları sözleşmeleri, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Hristiyan Birliği gibi, iç işlerimize karışacak ve bizi denetlemeye kalkışacak kuruluşlar olmadığı halde, dîni inançlarında, dîni kıyafetlerinde, dîni eğitimlerinde, ibadetlerinde ve her türlü dînî ve sosyal faaliyetlerinde bugün 21. yüzyılda öz yurdumuzda bizlere tanınmayan haklar, orta çağlarda onlara tanınmıştı.

İslâmı öcü gibi göstermeye çalışan din düşmanları, lütfen Fatih'in ve diğer İslâm büyüklerinin uygulamalarından, din ve vicdan hürriyetinin, azınlık haklarının, insanlık haklarının, adaletin ve hukukun üstünlüğünün ve tüm özgürlüklerin tek standartlı uygulamasının yalnızca İslâmda olduğunu görsünler.

Osmanlı devleti şeriatla yönetilen bir İslâm devleti idi. Allah'ın adaleti ve Allah'ın nizamı uygulanıyordu. Osmanlı hudutları içinde yaşayan müslim ve gayr-i müslim bütün insanlar, inançlarında, ibadetlerinde, dînî eğitimlerinde, kılık, kıyafetlerinde ve dilediği yerde, dilediği işi yapmalarında, dünyanın en özgür insanları idiler. Bu nedenle dünyanın dört bir bucağında ezilen, sömürülen ve aşağılanıp yurtlarından sürülenlerin ve başta yahudiler olmak üzere tüm azınlıkların Cenneti idi.

Asr-ı Saadet'in Medine devrinde de, Abdullah bin Ubey'in başını çektiği münafıklar grubu vardı. Mekke müşrikleri ile ve Yahudilerle gizlice iş birliği yaparak, İslâm'ın ve müslümanların aleyhinde çok sinsice faaliyetlerde bulunuyorlardı.

Medine münafıklarının uzantısı olan dış bağlantılı ajanlar da tüm İslâm ülkelerinde çok sinsice ve kurnazca faaliyetlerde bulunmaktadırlar.

Konuşmalarında ve yazılarında evvelâ sûret-i hak görünümünü ve izlenimini sergileyip gizlice öldürücü zehirlerini kusmaktadırlar.

İnanç ve yaşamları açısından İslâmla hiç bir ilgileri olmayan hristiyan özentisi bu sapık ajanlar, doçent ve profesör gibi resmî ünvanların ve belirli fakültelerin gölgesinde bilinçli ve programlı olarak İslâmın temel yapısını sarsmaya ve yıkmaya çalışmaktadırlar.

Peygamberimizden, sahabelerden ve müctehid imamlarımızdan kopuk ve uydurma bir din oluşturmaya çalışmaktadırlar. Yazılı ve görüntülü medyadaki yandaşları da bu sapık görüşlerin yaygınlaşmasına çalışmaktadırlar.

Ayrıca bir gerçeği önemle belirtelim. İlâhi kitaplar ve şer'i hükümler, yalnız Resul makamındaki peygamberlere verilir.

Nebiy makamındaki peygamberler ise, kendilerinden önceki Resullerin şeriatlarına ve o Resule indirilen Kitaba tabidirler.

Günümüzdeki bazı sapıkların Nebiy makamındaki peygamberlere verilmeyen yetkileri aşarak, dinin temel ibadetleri olan namaz, oruç ve hac ile oynamaya kalkışmaları ve bazı haramları değiştirmeye çalışmaları sapıklığın en aşağı sapıklığıdır.

Peki, kişinin niyeti iyi olduğu halde, sapıklara aldanırsa suçu nedir?

Canlı ve cansız tüm varlıklar, ancak kendi cinsleri ile uyum sağlayıp, bütünleşirler. Aynı cins atomlar birleşerek elementleri ve aynı cins hücreler birleşerek organları ve aynı cins hayvanlar birleşerek sürüleri oluştururlar.

Kedi ile köpeğin, karga ile güvercinin, kurt ile ayının ve tavuk ile ördeğin birlikte ve uyum içinde yaşadıkları görülmemiştir.

İnsanlar da ruhsal yapılarına, inanç ve yaşamlarına uygun kişilerle dostluk ve arkadaşlık kurup uyum içinde yaşarlar.

İmanlı, ihlâslı ve İslam'ı bilinçli yaşayan bir müslüman, aynı oranda olmayan müslümanlarla tam uyum sağlayamaz.

Ülkesinin bir ucundan, diğer ucuna giden müslümanlar, ruhsal ve mânevi derecelerine yakın kişilerle hemen kaynaştıkları gibi, abdestsiz, namazsız, alkol ve uyuşturucu bağımlıları da, kendileri gibi fasıkları bulup onlarla kaynaşırlar.

Yaşayan kişinin kimliği dost ve arkadaşlarından ve musallâda yatan cenazenin kimliği de cemaatinden belli olur.

İnsanları yönlendiren "İrade" gücüdür. Ancak, irade gücü özgür olmayıp aklın, hayalin, vehmin, nefsâni duyguların ve gönlün etkisindedir.

Tüm duyguların irade gücü üzerinde etkileyici özellikleri vardır. Ama en güçlüsü "gönül" duygusudur. Gönülden gelen kesin ve güçlü sinyaller karşısında, diğer duygulardan gelen sinyaller etkisiz kalır.

Çadırda yaşayan bir yörük kızı, kendisini seven sultanın oğlu ile evlenmeyi kabul etmemiş ve kendisi gibi bir yörükle evlenmiş. Kendisini kınayanlara da: "Gönül kimi severse, sultan odur" demiş.

Emr-i Rabbâni olan gönül, insanın özü ve gerçeğidir ve insan oradan yönlendirilir.

Ancak, gönül de melekle, şeytanın arasındadır. Her ikisi de tüm güçleri ile gönül üzerinde etkili olmaya çalışılar.

Nurdan yaratılan melek, gönlü kendi âlemine, yâni nurlar âlemine çekmeye çalışır. Meleğin etkisine giren gönül nurlanır ve melek gibi tertemiz ahlâka erişir. Gönlünde ve genel durumunda genişlik, huzur, sükûn ve rahatlama olur. Elinden ve dilinden kimseye zarar gelmez, haramlardan tiksinip her türlü günahlardan ve kötü arkadaşlarından kopar. Gönlünde ve genel durumunda darlık, sıkıntı ve gerilim olmadığı için, bilinçli olarak ibadetlere yönelir. Mânevi feyizlerle, ruhsal zevklerle ve güçlü imanın nûru ile genişleyen gönlü Cennet bahçesine dönüşür.

Ateşten (ısıdan) yaratılan şeytan da gönlü kendi âlemine çekmeye çalışır. Şeytanın etkisine giren gönüllerde darlık, sıkıntı, gerilim, huzursuzluk ve bunalım başlar. İmanı zayıflar, ibadetlerden kopar ve harama yönelir. Aceleci olur, çabuk kızar, merhameti azalır ve elinden, dilinden her türlü kötülükler gelebilir. Günahlarla kararan gönlü Cehennem çukuruna dönüşür.

Bütün insanlar İslâm fıtratı üzere doğarlar. Gönülleri tertemiz, pırılpırıl ve nur gibi şeffaftır.

Asli fıtratını (doğal yapısını) koruyan bu gibi gönüllerin, nurdan yaratılan melekle uyum içinde olmaları fıtratın gereğidir, doğaldır ve eşyanın tabiatına uygundur.

Melekle bütünleşen gönüllerin, şeytanlardan nefret edip kaçınmaları da fıtrîdir, doğaldır ve eşyanın tabiatına uygundur.

Gönüllerinin fıtratını koruyan imanlı, ihlâslı ve İslâmı bilinçli yaşayan müslümanları, ne içlerindeki şeytanlar ve ne de dışarıdaki şeytan vasıflı sapık ajanlar kesinlikle yanıltamaz ve aldatamazlar.

Mecnun'u Leyla'sından kimse ayıramadığı gibi, gerçek mü'minleri de Mevlâ'dan ve Mevlâ'nın yolu olan Sırat-ı Müstakîm'den kimse ayıramaz.

Peygamberlerden başka hiç kimse mâsum (günahlardan korunmuş) değildir. Bir günahı ilk defa işlemeye yeltenen kişinin gönlü daralır ve eli, ayağı titrer. Pişmanlık duyarak hemen tevbe ederse, günahı işlememiş gibi olur. Gönlü, pırıl pırıl nûrunu ve melekle uyumunu sürdürür.

Aksi halde, yâni günah işlemeye veya namaz gibi farz olan ibadetleri terk etmeye devam ederse, gönlü kararmaya başlar. Kararan gönül doğal olarak melekten uzaklaşır ve şeytana yaklaşır.

Gönlün, şeytanla uyumu ve bütünleşmesi uzun müddet devam ederse, o kişinin işi zorlaşır. Gerçi tevbe kapısı herkese açıktır ama, uzun müddet şeytanla bütünleşenlerin tevbe etmeleri çok güçleşir.

İşte!İslâmda tevbe etmenin gerekçesi budur. İbadetlerin gereği ve önemi budur. Tüm günahlardan titizlikle kaçınmanın gereği de budur.Nefis ile cihadın gerçek anlamı da budur.

Çok tehlikeli düşmanımız olan şeytan, çok akıllı ve çok bilinçlidir. İnsanların yaşamına, bilincine, bedensel ve ruhsal özelliklerine göre hareket eder.

İhlâs ve takva üzere İslâmı yaşamaya çalışan kişiyi, sapık bir yola çekemez ve haram işlemeğe sevk edemez ise, dinin direği olan namazdan koparmağa çalışır. Îmana eş değere yakın olan ve tüm ibadetlerin başı olan namazı ikinci plâna çekmek için, abdest, gusûl ve temizlik gibi konuları titizlikle ve aşırılıkla gündeme getirir.

Özellikle ruhsal açıdan aşırı duyarlı olanları ve beyin yorgunluğu olan kişileri, abdest, gusûl ve temizlikle oyalayıp huzurlu ve feyizli namaz kılmalarını önlemeğe çalışır. Musluktan kopamayan ve banyodan çıkamayan kişilere, hem vaktini ve hem de suyunu israf ettirir.

Namazda da aynı plânını uygulamaya başlayan şeytan, zavallı kişiyi namazdan soğutur.

Beyinde evham ile başlayan gerilim, gönülde sıkıntı, dalgınlık, unutkanlık, baş ağrısı, uykusuzluk, halsizlik ve sinirsel bunalıma dönüşür. Kararsızlıktan ve karamsarlıktan irade gücü sarsılır. Bu duruma gelen kişi tüm ibadetlerden kopar ve yalnızlığa itilir.

Şeytan bu eyleminde başarılı olursa, bunalan ve irade gücünü kaybeden kişinin îmanını soru işaretleri ile sarsmaya çalışır.

Şeytanın inkârcı, şirk ve küfür ile ilgili sözlerini, açık ve net bir şekilde duyan kişi, kâfir olduğu zannı ile korkuya kapılır ve karamsarlığa düşer.

Eğer şeytan bu eyleminde de başarıya ulaşırsa, son eylemine geçer. Aşırı bunalıma düşen kişiyi, "öl de kurtul" diye intihara teşvik eder.

Bu durumda olan kişiler, çok bilinçli davranmalı, banyoda ve musluğun başında kesinlikle oyalanmamalıdır. Usûl-ü Fıkhın "yakîn zan ile bozulmaz" hükmünü uygulamalıdır. Abdest aldığı veya gusül yaptığı kesin iken, acaba şurasını yıkadım mı? veya kaç sefer yıkadım?gibi zanlarla ve varsayıma dayalı vehimlerle kesinlikle musluğa veya banyoya geri dönmemelidir. Bilinçli ve kasıtlı eksiklik yapılmayınca, hata ve unutkanlığın af edileceğine ilişkin Bakara sûresinin son âyetindeki ilâhî fermana ve Peygamberimizin hadîsine kesinlikle inanmalıdır.

Dînin direği namaz ve namazın rûhu da huzurdur. Tüm gücünü ve duygularını namaza verip, huzurlu ve feyizli namaz kılmağa çalışmalı ve sevabına karışmamalıdır. İbadetlerdeki gerçek amaç itaattir.

Yatağından fırlayan ve işini, gücünü bırakıp Allah'ın huzurunda el bağlayıp teslim olan kişi, elinden geleni yapmıştır.

Diğer yandan, gönlüne gelen soru işaretleri ve vehimlerle ilgilenmemeli ve onların üzerinde durup, cevap vermeye uğraşmamalıdır. Atalarımızın:"İt ürür, kervan yürür" sözünü uygulamalı ve kesinlikle şeytana muhatab olmamalıdır.

Yalnızlığını ve sessizliğini bozmalı ve dış duygularını çalıştırmalıdır. Sesli Kur'an okumalı, zikir yapmalı, İlâhî söylemeli ve topluma karışıp günah olmaması kaydı ile boş şeylerle bile oyalanmalıdır.