Kur' andan Bir Nur Fatiha Suresi

 
 
 

Gazabına Uğrayanlardan Eyleme

 
 

Allahım, bizleri nîmetine erişenlerin yolu olan Sırât-ı Müstekîme hidâyet eyle) Aman!Allahım, gazabına uğrayanlardan eyleme.

Korku ile ümit arasında yalvarış. Allah'ın gazabından rızasına, kahrından lûtfuna ve Cehennemden Cennete kaçış.

Gazab :Maddesel varlığımız olan bedensel yapımızın özü olan nefsin bir sıfatıdır. Nefsin en güçlü duygularından biri olan gazab, şeytanın yaratıldığı ateş (ısı) ile eş orandadır.

Canlıların cesaret ve güç kaynağı olan gazab, bedensel yapımızın en güçlü savunma silahıdır. Ancak, yerinde ve bilinçli olarak kullanılmazsa geri teper. Îman, hâya ve korku gibi karşı duygularla ânında önlenemez ise, akıl ve iradenin denetiminden çıkar. Aşırı fırtınalı bir ortamda kontrolden çıkan yangın gibi, ne olacağı ve nerede duracağı bilinemez.

Madde ötesi varlıklar olan meleklerde nefis olmadığı için, gazab ve şehvet gibi duygular yoktur. Bu nedenle günah işleyemez, Allah'a isyan edemez ve aralarında tartışma yapamazlar.

Hiç kuşkusuz tüm âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, bu gibi duygulardan kesinlikle münezzehtir. Ancak, Allah'ın gazabı, Allah'ın merhameti ve Allah'ın sabrı gibi kavramlardan, bu sıfatların neticesinin gereği anlaşılmalıdır. Örneği :Allah'ın gazabına uğradı demek, suçları af edilmeden ve âhirete ertelenmeden dünyada cezalandırıldılar demektir.

Kesinlikle ve hâşâ!. Maddelerin yapısal(yaradılış) özelliğinden kaynaklanan ve nefsin bir sıfatı olan bu gibi duyguların etkisi ile, Allah kızdı ve sinirlendi demek değildir.

Kesinlikle hiç bir şey Allah'ı etkileyemez. Her şey Allah'ın etkisinde, emrinde, denetiminde ve sonsuz ve sınırsız kudreti ve hâkimiyetindedir. Yüce Rabbimiz : "Fitneden (günahlardan) sakınınız. (gelecek azab) Sizlerden yalnız zalimlere gelmez. (topluma gelir)" buyuruyor. Enfâl - 25

Sevgili Peygamberimiz :"Günahlar gizlice işlenirse, zararı ve sorumluluğu günahı işleyenlerindir. Açıkça işlenip yaygınlaşırsa zararı tüm topluma gelir." buyurmuştur.

Gizlice işlenen ve başkalarını etkilemeyen günahlar, baş, diş ve böbrek ağrıları gibi kişilerle sınırlıdır.

Açıkça işlenip yaygınlaşan ve toplumsal hayata yerleşen günahlar, en tehlikeli salgın hastalıklardan daha tehlikelidirler. Bu durumda ilâhî gazabın belirtileri başlar.

Doğal yerlerinden ve yörüngelerinden ayrılan varlıkların hem kendi dengeleri bozulur ve hem diğer dengelerin bozulmasına neden olurlar.

Dinsiz yaşam, dengesiz ve düzensiz yaşamdır. Dînî çizgiden ayrılanların kendi denge ve düzenleri bozulduğu gibi, toplumsal dengelerin ve düzenlerin bozulmasına da neden olurlar.

İnsan, et ve kemik yığınını oluşturan bilinçsiz hücreler toplumundan oluşan bir varlık değildir. Bunların ötesinde insanlığın özünü ve gerçeğini oluşturan duygular vardır. Bu duygular dinsiz yaşama dayanamazlar.

Gönül darlığı ile başlayan sıkıntı, huzursuzluk, tedirginlik ve gerilim ruhsal bunalıma dönüşür.

Kişilerdeki sıkıntı ve bunalım topluma yansıyınca, sevgi, kardeşlik, hoşgörü, huzur ve güven ortamı kalmaz ve yerine kargaşa gelir.

Yürüyen niçin yürüdüğünü, bağıran, slogan atan, ne dediğini ve vuran, kıran bunları neden yaptığını bilmeyecek kadar akıl ve irade dışı anarşik bir ortam meydana gelir.

Tarihsel belgeler ve ilmi araştırmalar kesinlikle kanıtlamıştır ki, devletlerin çöküşleri, iç çekişmeler ve ahlâki çöküntülerle orantılıdır. Hepimiz aynı vatan gemisinde yaşamaktayız. Vatan gemisinin batışı, hepimizin batışıdır. Bu gemiyi kurtarmak, milletini ve vatanını seven herkesin kutsal görevidir.

Ancak.. Ne yazık ki, İslâm düşmanlığını ilke edinen bir sistemle yetiştirilen zavallı ve mâsum gençler, daha çocuk yaşlarında iken sigaranın dumanında bir şeyler aramaya başlıyorlar. Gerçek kimliklerini orada bulamayınca, bira ve daha sonra alkolün kurbanı oluyorlar.

İnsanın fıtratına, doğal ve dengeli yaşamına ve eşyanın tabiatına ters düşen bu yollardan kurtuluşu, ellerinde gerçek adres olmadığı için, yanlış adreslerde aramaya devam ediyorlar.

Gönül darlığından, bunalımdan ve tatminsizlikten kurtulmak için, elindeki oyuncakları atıp değişik tür oyuncaklar için ağlayan çocuklar gibi, akıl, vicdan ve irade ötesi çılgınca yaşamın bataklıklarında kendilerini buluveriyorlar.

Sınırsız, sorumsuz ve hayasız bir yaşantıyı çağdaşlık diye algılayıp, kız arkadaşları ile çılgınca eğlenmeye başlıyorlar. Bira, alkol, uyuşturucu ve seks derken her şeylerini yitiriyorlar.

Zavallı anneleri, babaları evlâdımız okusun da adam olsun diye, ucuz ekmek kuyruğunda beklerken, bu çılgın gençler paralı ve pahalı olan çağdaş! yaşamı sürdürmeye çalışırlar.

Aile bütçeleri yetersiz kalıp parasal sorunları çıkmaza girince, gayri meşrû yolların kurbanı oluyorlar. Genç kızlar kadın tüccarlarının veya terörist örgütlerin ellerinde ve emrinde ölesiye köle, tutsak olurken, erkek arkadaşları da uyuşturucu mafyasının, terörist örgütlerin veya yer altı dünyasının elemanları oluyorlar.

Bu gençleri kullanan karanlık güçler, ikbal koltuklarında ve beş yıldızlı otellerde eğlenirken, olan yine gençlere oluyor. Bir kısmı çıkan çatışmalarda ölürken, bir kısmı sakat kalıyor ve diğerleri de yaşamlarının en tatlı baharlarını cezaevlerinde tüketiyorlar.

Çok acı ve utanç verici bir gerçeğin altını çizelim. Tüm kanun dışı örgütler eleman ihtiyaçlarının çoğunluğunu eğitim câmiâsından temin ediyorlar. Peki, eğitimde söz ve yetki sahibi olanlar bunlara karşı bir önlem almıyorlar mı?

Almasına alacaklar ama, daha önemli işleri var. Yurdumuzda Kur'an kursları var. İmam hatip okulları var. Üniversitelerde başlarını örten kızlar var. Beş vakit namazını kılan öğrenciler ve eğitim görevlisi hocalar var. Hangi gezegenlerden geldikleri bilinmeyen ve her gün sayıları çoğalan bu öğrenciler, sorumlu ve sorumsuzların uykularını kaçırıyorlar.

Peki. bu öğrenciler birileri tarafından niye istenmiyorlar?

Efendim, öncelikle hocalarına karşı çok saygılı olan bu öğrenciler, sokaklara dökülüp, bağırıp çağırmıyorlar, taş ve sopalarla biribirlerine saldırmıyorlar, okullarını işgâl ve boykot adı altında tahrip etmiyorlar, eğitim özgürlüğünü engellemiyorlar ve devletin polisine, askerine kurşun sıkmıyorlar.

Açıkçası çağa ayak uyduramayan! bu gençler, uyuşturucu mafyasının, yeraltı dünyasının, terörist örgütlerin ve kadın tüccarlarının işlerine de yaramıyorlar.

Daha önemlisi, gelecekte devletin üst kademelerinde yetki sahibi olurlarsa, her türlü yolsuzlukları ve rüşvetleri önlemeye çalışırlar.

Lütfen deve kuşu gibi başımızı kuma sokup, gerçeklere karşı gözlerimizi kapamayalım. Sağ duyumuzla ve ön yargısız hareket edelim ve beynimize saplanan din karşıtı görüşü söküp atalım.

Avrupa canavarı öyle istiyor diye halkımıza, vatanımıza ve devletimize ihanet etmeyelim. Kendi kalemize gol atmayalım ve kendi cephemize ateş açmayalım.

"Kurtlar sisli havayı sever" derler. İç ve dış düşmanların yurdumuzu kargaşa ve anarşi ortamına çevirmeye çalışmaları doğaldır. Devletler arası ilişkilerde merhamet değil, menfaat gözetilir.

Osmanlı devletini bölen, parçalayan ve sömüren hristiyanlar, Avrupa'nın yanında halkı müslüman olan güçlü bir Türk devleti istemezler.

Bizans hayranı ve Bizans'ı hristiyanlıkla eş anlamda algılayan hristiyan dünyası, Kıbrıs'ı ve batı bölgelerimizi Yunanistan'a ilhak edip ve İstanbul'u Konstantin adı ile Ortodoks dünyasının merkezi yapmak istemektedirler.

Kendileri en katı ve uydurma İncil'e dayanan hristiyanlık kurallarını resmen uygularken, kiliselerine ve papazlarına en üst düzeyde saygınlık gösterirken ve devlet başkanları kiliselerde sakallı ve kara cübbeli papazların huzurunda ve dini âyinlerle İncil'e el basarak yemin ederken, Türkiye'yi din düşmanlığı ilkesine dayanan ve adına lâiklik dedikleri bir rejime zorlamaktadırlar.

Türkiye'yi komşularından ve İslâm ülkelerinden koparıp yalnız bırakmak için, Avrupa Hristiyanlar Birliği kapısında bekletmektedirler.

Hristiyan olan doğu Avrupa halkını ikinci sınıf olarak algılayan batı Avrupa hristiyanları, acaba Türkiye'yi kaçıncı sınıf olarak algılamaktadırlar?

Kıbrısı, İstanbul'u ve batı bölgelerimizi Yunanlılara peşkeş çekip, Bizans'ı hortlatmak için, komşularımızdan Suriye, Irak veya İran ile bizi savaşa sokmak için var güçleri ile çalışmaktadırlar.

Allah korusun, bu plânlarında başarılı olurlarsa bir taşla iki kuşu birden vurmuş olurlar. Amerika'dan pompalanan sun'i hava ile yaşatılmaya çalışılan İsrail devleti! rahatlar ve savaş sonrası askeri ve ekonomik gücünü kaybeden Türkiye'ye Yunan ordularını saldırtırlar.

Amerika'yı ve Avrupa'yı arkasına alan Yunanistan, İsrail aleyhtarı bir politika görünümü sergileyerek bazı komşularımızı da yanına çekmeyi başarmıştır. Türkiye ise yalnızlığa itilmektedir. Doğal yeri olan İslâm dünyasından koparılmış ve Avrupa'dan dışlanmaktadır.

Bu olumsuzluklara ve kapkara tablolara rağmen, işin bir de madde ötesi ve perde arkası vardır. Tüm canlıların değişmez kaderi olan doğum ve ölüm arasındaki yükselme, duraklama ve gerileme devreleri, devletlerin kaderinde de vardır. Hazret-i Süleyman'a kalmayan dünya, kimseye bâki kalmaz. Takdir-i ilâhi denilen bu ilahi kuralı, hiç bir güç değiştiremez ve değiştirilmesini teklif edemez.

Zaman gelmiş, küçücük toplumlar ve kabileler süper güç olmuşlar ve yine zaman gelmiş efsânevi süper güçler bölünüp, parçalanıp tarihin karanlıklarına gömülmüşlerdir.

Bütün mülklerin tek ve gerçek sahibi Allah'tır. Dilediğine mülkü verir ve dilediğinden geri alır. Dilediğini yüceltir ve dilediğini alçaltır.

Atomdan hücreye ve zerreden kürreye kadar bütün varlıklar Allah'ın emrinde, denetiminde ve kesin hakimiyeti altındadır.

Allah'ın gazabına uğrayan kişi, toplum ve devletleri, ilâhî gazabtan hiç bir güç kurtaramaz.

İki defa Allah'ın gazabına uğrayan Avrupa'da, üçüncü gazabın belirtileri başlamıştır. Allah'ın gazabına uğrayan Nuh kavminin, tufandan kırk sene önce nesilleri kesilmeye başlamıştı.

Aşırı hayasızların, alkoliklerin, eroinmanların ve her türlü cinsel sapıklıkların odak noktası olan Avrupa'da, aile mefhumu çökmüş ve doğum oranları çok düşmüştür.

Doğal dengesini kaybeden, ruhsal bunalımda boğulan ve doyumsuz nefsâni duygularını tatmin edemeyen Avrupa'lı gençlerin, her geçen gün çılgınlıkları ve sapıklıkları artmaktadır. Kendilerini uyarması gereken papazlar ise, çılgınlıkta onlarla yarışmaktadırlar.

Freni patlayan ve direksiyon hakimiyetini kaybeden bu sapıklara, ilâhi gazab DUR diyecek ve Avrupa'lı sapıklar haritadan silinecektir.

Geleceğin dünyasında gerçek yerimizi alabilmemiz için ve güzel vatanımızda rahat, huzur ve refah içinde yaşayabilmemiz için, öncelikle aramızdaki kavgaları bırakalım. Milli birlik ve beraberlik ruhunu şahlandıralım.

Bir avuç din düşmanının ve dış bağlantılı ajanların, devlet güçlerini din düşmanlığına dönüştürme çabalarına ve oyunlarına gelmeyelim. Öncelikle devlet ve millet bütünleşmesini ve kaynaşmasını mutlaka gerçekleştirelim. Hiç kimsenin inancına ve inancı doğrultusundaki yaşamına ve özgürce dinini öğrenme hakkına ve ibadetine karışmayalım.

Temiz toplum, temiz fertlerden (bireylerden) oluşur. Ahlâki çöküntüyü, alkol ve uyuşturucu bağımlılığını, cinsel sapıklığı, kanun dışı eylemleri, yolsuzlukları, rüşvetleri, kavga ve döğüşleri önlemek için, uygulanmakta olan eğitim sistemini âcilen masaya yatıralım.

Kendilerini milletin ve devletin üzerinde gören bir avuç azınlığın değil, Türk Milletinin isteği doğrultusunda köklü tedbirler alalım.

Allah'ın gazab ettiği ve dünyada zilletle cezalandırdığı günahlardan biri de müslümanlar arasındaki tefrikadır.

Müslümanlar arasında tefrika yapmak, şarap içmek, domuz eti yemek ve zina yapmak gibi haramdır.

Müslümanların arasındaki tefrika, bölücülük ve düşmanlık devam ederse ve her grup diğerlerini sapıklıkla, nifakla ve küfürle itham etmeye devam ederse, korkulur ki Allah'ın gazabı önce müslümanlara gelir.

Adil hükümdarların, zâlim gardiyanların, elleri ile suçluları terbiye ettikleri gibi, Yüce Rabbimiz de birleşmede ve kaynaşmada inatlaşan müslümanları müşriklerin zâlim elleri ile birleştirir.

Dinin sahibi yalnız Allah'tır. Din, hiç kimsenin tekelinde değildir. Kimseden izin almaya gerek yoktur. İman ve ihlâsla çalışan, dine hizmet eden ve ibadetini yapan herkes karşılığını alacaktır.

Küfrün gelişi önlenemediği gibi, İslâmın gelişi de önlenemez. Dünyanın en güçlü istihbarat örgütlerinin İslâm karşıtı çalışmaları ve aldıkları önlemler, Kader-i ilâhî'de zerre kadar değişikliğe neden olamaz. İslâmın gelişini belirli cemaatlerden ve bu cemaatlerin liderlerinden bekleyip yanlış tedbirler almasınlar.

Bir müslümanın, müslüman olarak yaşayacağı ve müslüman olduğu halde öleceği kesin değildir. Bir kâfirin de, kâfir olarak yaşayacağı ve kâfir olduğu halde öleceği de kesin değildir.

Mekke müşriklerinin Beni Nedve'de aldıkları Hazret-i Muhammed'in öldürülmesi kararını uygulamak üzere yola çıkan Ömer, Peygamberimizin en yakın sahabelerinden biri oluverdi.

Halid bin Velid ve Amr bin As gibi çok tehlikeli düşman kumandanları yıldızlarının en parlak devrinde kendi hür iradeleri ile Medine'ye gelip müslüman oldular.

Ebu Cehil'den sonra müşrik ordularının baş kumandanı olan Ebu Süfyan ve Ebu Cehil'in oğlu İkrime ve Hazret-i Hamza'yı şehit eden Vahşi de müslüman oldular.

Filân şeyhin himmeti ile veya filan hoca efendinin bilinçli ve sistemli çalışması ile İslâm gelecektir inanç ve beklentisi yanlıştır. Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa gibi Ul-ül âzim peygamberler de olsa,

Allah'ın izni ve iradesi olmadan hiçbir şey olmaz. Ufak, tefek başarıları nefsimize, grubumuza ve liderimize atfetmeyelim. Allah'ın izni ve iradesi tecelli edince ve Allah'ın takdir ettiği an gelince, İslâmı engellemek için alınan tüm önlemler yıkılır. Akıl ve hayâl sınırlarını aşan zaman içerisinde dünyayı şaşkına uğratan olaylar gelişir.

Beni Nedve'ye benzeyen mason localarından nice Ömerler fışkırır. İslâma saldıran kalemler kırılıp, İslâma hizmette biri biri ile yarışır .

Yeter ki, müslümanlar aralarındaki utanç duvarlarını yıkabilsinler. Peygamberleri aşan! kişiliklere yücelttikleri liderlerinin meddahlığından kurtulabilsinler.

Yüce Rabbimiz Fatiha Sûresinin ilk âyetinde : "Bütün övgü ve medihlerin yalnız Allah'a mahsus olduğunu ve yalnız Allahın hakkı olduğunu bildirmektedir. Bizleri yoktan var eden ve bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ı tanıyalım. Allah'ı sevelim. Allah için sevelim. Allah için çalışalım. Allah için ve dinimiz için çalışan tüm müslümanları sevelim.