Allahım, bizleri
nîmetine erişenlerin yolu olan Sırât-ı Müstekîme hidâyet eyle)
Aman!Allahım, gazabına uğrayanlardan eyleme.
Korku ile ümit arasında yalvarış. Allah'ın gazabından
rızasına, kahrından lûtfuna ve Cehennemden Cennete kaçış.
Gazab :Maddesel varlığımız olan bedensel yapımızın
özü olan nefsin bir sıfatıdır. Nefsin en güçlü duygularından biri
olan gazab, şeytanın yaratıldığı ateş (ısı) ile eş orandadır.
Canlıların cesaret ve güç kaynağı olan gazab,
bedensel yapımızın en güçlü savunma silahıdır. Ancak, yerinde
ve bilinçli olarak kullanılmazsa geri teper. Îman, hâya ve korku
gibi karşı duygularla ânında önlenemez ise, akıl ve iradenin denetiminden
çıkar. Aşırı fırtınalı bir ortamda kontrolden çıkan yangın gibi,
ne olacağı ve nerede duracağı bilinemez.
Madde ötesi varlıklar olan meleklerde nefis olmadığı
için, gazab ve şehvet gibi duygular yoktur. Bu nedenle günah işleyemez,
Allah'a isyan edemez ve aralarında tartışma yapamazlar.
Hiç kuşkusuz tüm âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah,
bu gibi duygulardan kesinlikle münezzehtir. Ancak, Allah'ın gazabı,
Allah'ın merhameti ve Allah'ın sabrı gibi kavramlardan, bu sıfatların
neticesinin gereği anlaşılmalıdır. Örneği :Allah'ın gazabına uğradı
demek, suçları af edilmeden ve âhirete ertelenmeden dünyada cezalandırıldılar
demektir.
Kesinlikle ve hâşâ!. Maddelerin yapısal(yaradılış)
özelliğinden kaynaklanan ve nefsin bir sıfatı olan bu gibi duyguların
etkisi ile, Allah kızdı ve sinirlendi demek değildir.
Kesinlikle hiç bir şey Allah'ı etkileyemez. Her
şey Allah'ın etkisinde, emrinde, denetiminde ve sonsuz ve sınırsız
kudreti ve hâkimiyetindedir. Yüce Rabbimiz : "Fitneden (günahlardan)
sakınınız. (gelecek azab) Sizlerden yalnız zalimlere gelmez. (topluma
gelir)" buyuruyor. Enfâl - 25
Sevgili Peygamberimiz :"Günahlar gizlice işlenirse,
zararı ve sorumluluğu günahı işleyenlerindir. Açıkça işlenip yaygınlaşırsa
zararı tüm topluma gelir." buyurmuştur.
Gizlice işlenen ve başkalarını etkilemeyen günahlar,
baş, diş ve böbrek ağrıları gibi kişilerle sınırlıdır.
Açıkça işlenip yaygınlaşan ve toplumsal hayata
yerleşen günahlar, en tehlikeli salgın hastalıklardan daha tehlikelidirler.
Bu durumda ilâhî gazabın belirtileri başlar.
Doğal yerlerinden ve yörüngelerinden ayrılan varlıkların
hem kendi dengeleri bozulur ve hem diğer dengelerin bozulmasına
neden olurlar.
Dinsiz yaşam, dengesiz ve düzensiz yaşamdır. Dînî
çizgiden ayrılanların kendi denge ve düzenleri bozulduğu gibi,
toplumsal dengelerin ve düzenlerin bozulmasına da neden olurlar.
İnsan, et ve kemik yığınını oluşturan bilinçsiz
hücreler toplumundan oluşan bir varlık değildir. Bunların ötesinde
insanlığın özünü ve gerçeğini oluşturan duygular vardır. Bu duygular
dinsiz yaşama dayanamazlar.
Gönül darlığı ile başlayan sıkıntı, huzursuzluk,
tedirginlik ve gerilim ruhsal bunalıma dönüşür.
Kişilerdeki sıkıntı ve bunalım topluma yansıyınca,
sevgi, kardeşlik, hoşgörü, huzur ve güven ortamı kalmaz ve yerine
kargaşa gelir.
Yürüyen niçin yürüdüğünü, bağıran, slogan atan,
ne dediğini ve vuran, kıran bunları neden yaptığını bilmeyecek
kadar akıl ve irade dışı anarşik bir ortam meydana gelir.
Tarihsel belgeler ve ilmi araştırmalar kesinlikle
kanıtlamıştır ki, devletlerin çöküşleri, iç çekişmeler ve ahlâki
çöküntülerle orantılıdır. Hepimiz aynı vatan gemisinde yaşamaktayız.
Vatan gemisinin batışı, hepimizin batışıdır. Bu gemiyi kurtarmak,
milletini ve vatanını seven herkesin kutsal görevidir.
Ancak.. Ne yazık ki, İslâm düşmanlığını ilke edinen
bir sistemle yetiştirilen zavallı ve mâsum gençler, daha çocuk
yaşlarında iken sigaranın dumanında bir şeyler aramaya başlıyorlar.
Gerçek kimliklerini orada bulamayınca, bira ve daha sonra alkolün
kurbanı oluyorlar.
İnsanın fıtratına, doğal ve dengeli yaşamına ve
eşyanın tabiatına ters düşen bu yollardan kurtuluşu, ellerinde
gerçek adres olmadığı için, yanlış adreslerde aramaya devam ediyorlar.
Gönül darlığından, bunalımdan ve tatminsizlikten
kurtulmak için, elindeki oyuncakları atıp değişik tür oyuncaklar
için ağlayan çocuklar gibi, akıl, vicdan ve irade ötesi çılgınca
yaşamın bataklıklarında kendilerini buluveriyorlar.
Sınırsız, sorumsuz ve hayasız bir yaşantıyı çağdaşlık
diye algılayıp, kız arkadaşları ile çılgınca eğlenmeye başlıyorlar.
Bira, alkol, uyuşturucu ve seks derken her şeylerini yitiriyorlar.
Zavallı anneleri, babaları evlâdımız okusun da
adam olsun diye, ucuz ekmek kuyruğunda beklerken, bu çılgın gençler
paralı ve pahalı olan çağdaş! yaşamı sürdürmeye çalışırlar.
Aile bütçeleri yetersiz kalıp parasal sorunları
çıkmaza girince, gayri meşrû yolların kurbanı oluyorlar. Genç
kızlar kadın tüccarlarının veya terörist örgütlerin ellerinde
ve emrinde ölesiye köle, tutsak olurken, erkek arkadaşları da
uyuşturucu mafyasının, terörist örgütlerin veya yer altı dünyasının
elemanları oluyorlar.
Bu gençleri kullanan karanlık güçler, ikbal koltuklarında
ve beş yıldızlı otellerde eğlenirken, olan yine gençlere oluyor.
Bir kısmı çıkan çatışmalarda ölürken, bir kısmı sakat kalıyor
ve diğerleri de yaşamlarının en tatlı baharlarını cezaevlerinde
tüketiyorlar.
Çok acı ve utanç verici bir gerçeğin altını çizelim.
Tüm kanun dışı örgütler eleman ihtiyaçlarının çoğunluğunu eğitim
câmiâsından temin ediyorlar. Peki, eğitimde söz ve yetki sahibi
olanlar bunlara karşı bir önlem almıyorlar mı?
Almasına alacaklar ama, daha önemli işleri var.
Yurdumuzda Kur'an kursları var. İmam hatip okulları var. Üniversitelerde
başlarını örten kızlar var. Beş vakit namazını kılan öğrenciler
ve eğitim görevlisi hocalar var. Hangi gezegenlerden geldikleri
bilinmeyen ve her gün sayıları çoğalan bu öğrenciler, sorumlu
ve sorumsuzların uykularını kaçırıyorlar.
Peki. bu öğrenciler birileri tarafından niye istenmiyorlar?
Efendim, öncelikle hocalarına karşı çok saygılı
olan bu öğrenciler, sokaklara dökülüp, bağırıp çağırmıyorlar,
taş ve sopalarla biribirlerine saldırmıyorlar, okullarını işgâl
ve boykot adı altında tahrip etmiyorlar, eğitim özgürlüğünü engellemiyorlar
ve devletin polisine, askerine kurşun sıkmıyorlar.
Açıkçası çağa ayak uyduramayan! bu gençler, uyuşturucu
mafyasının, yeraltı dünyasının, terörist örgütlerin ve kadın tüccarlarının
işlerine de yaramıyorlar.
Daha önemlisi, gelecekte devletin üst kademelerinde
yetki sahibi olurlarsa, her türlü yolsuzlukları ve rüşvetleri
önlemeye çalışırlar.
Lütfen deve kuşu gibi başımızı kuma sokup, gerçeklere
karşı gözlerimizi kapamayalım. Sağ duyumuzla ve ön yargısız hareket
edelim ve beynimize saplanan din karşıtı görüşü söküp atalım.
Avrupa canavarı öyle istiyor diye halkımıza, vatanımıza
ve devletimize ihanet etmeyelim. Kendi kalemize gol atmayalım
ve kendi cephemize ateş açmayalım.
"Kurtlar sisli havayı sever" derler. İç ve dış
düşmanların yurdumuzu kargaşa ve anarşi ortamına çevirmeye çalışmaları
doğaldır. Devletler arası ilişkilerde merhamet değil, menfaat
gözetilir.
Osmanlı devletini bölen, parçalayan ve sömüren
hristiyanlar, Avrupa'nın yanında halkı müslüman olan güçlü bir
Türk devleti istemezler.
Bizans hayranı ve Bizans'ı hristiyanlıkla eş anlamda
algılayan hristiyan dünyası, Kıbrıs'ı ve batı bölgelerimizi Yunanistan'a
ilhak edip ve İstanbul'u Konstantin adı ile Ortodoks dünyasının
merkezi yapmak istemektedirler.
Kendileri en katı ve uydurma İncil'e dayanan hristiyanlık
kurallarını resmen uygularken, kiliselerine ve papazlarına en
üst düzeyde saygınlık gösterirken ve devlet başkanları kiliselerde
sakallı ve kara cübbeli papazların huzurunda ve dini âyinlerle
İncil'e el basarak yemin ederken, Türkiye'yi din düşmanlığı ilkesine
dayanan ve adına lâiklik dedikleri bir rejime zorlamaktadırlar.
Türkiye'yi komşularından ve İslâm ülkelerinden
koparıp yalnız bırakmak için, Avrupa Hristiyanlar Birliği kapısında
bekletmektedirler.
Hristiyan olan doğu Avrupa halkını ikinci sınıf
olarak algılayan batı Avrupa hristiyanları, acaba Türkiye'yi kaçıncı
sınıf olarak algılamaktadırlar?
Kıbrısı, İstanbul'u ve batı bölgelerimizi Yunanlılara
peşkeş çekip, Bizans'ı hortlatmak için, komşularımızdan Suriye,
Irak veya İran ile bizi savaşa sokmak için var güçleri ile çalışmaktadırlar.
Allah korusun, bu plânlarında başarılı olurlarsa
bir taşla iki kuşu birden vurmuş olurlar. Amerika'dan pompalanan
sun'i hava ile yaşatılmaya çalışılan İsrail devleti! rahatlar
ve savaş sonrası askeri ve ekonomik gücünü kaybeden Türkiye'ye
Yunan ordularını saldırtırlar.
Amerika'yı ve Avrupa'yı arkasına alan Yunanistan,
İsrail aleyhtarı bir politika görünümü sergileyerek bazı komşularımızı
da yanına çekmeyi başarmıştır. Türkiye ise yalnızlığa itilmektedir.
Doğal yeri olan İslâm dünyasından koparılmış ve Avrupa'dan dışlanmaktadır.
Bu olumsuzluklara ve kapkara tablolara rağmen,
işin bir de madde ötesi ve perde arkası vardır. Tüm canlıların
değişmez kaderi olan doğum ve ölüm arasındaki yükselme, duraklama
ve gerileme devreleri, devletlerin kaderinde de vardır. Hazret-i
Süleyman'a kalmayan dünya, kimseye bâki kalmaz. Takdir-i ilâhi
denilen bu ilahi kuralı, hiç bir güç değiştiremez ve değiştirilmesini
teklif edemez.
Zaman gelmiş, küçücük toplumlar ve kabileler süper
güç olmuşlar ve yine zaman gelmiş efsânevi süper güçler bölünüp,
parçalanıp tarihin karanlıklarına gömülmüşlerdir.
Bütün mülklerin tek ve gerçek sahibi Allah'tır.
Dilediğine mülkü verir ve dilediğinden geri alır. Dilediğini yüceltir
ve dilediğini alçaltır.
Atomdan hücreye ve zerreden kürreye kadar bütün
varlıklar Allah'ın emrinde, denetiminde ve kesin hakimiyeti altındadır.
Allah'ın gazabına uğrayan kişi, toplum ve devletleri,
ilâhî gazabtan hiç bir güç kurtaramaz.
İki defa Allah'ın gazabına uğrayan Avrupa'da,
üçüncü gazabın belirtileri başlamıştır. Allah'ın gazabına uğrayan
Nuh kavminin, tufandan kırk sene önce nesilleri kesilmeye başlamıştı.
Aşırı hayasızların, alkoliklerin, eroinmanların
ve her türlü cinsel sapıklıkların odak noktası olan Avrupa'da,
aile mefhumu çökmüş ve doğum oranları çok düşmüştür.
Doğal dengesini kaybeden, ruhsal bunalımda boğulan
ve doyumsuz nefsâni duygularını tatmin edemeyen Avrupa'lı gençlerin,
her geçen gün çılgınlıkları ve sapıklıkları artmaktadır. Kendilerini
uyarması gereken papazlar ise, çılgınlıkta onlarla yarışmaktadırlar.
Freni patlayan ve direksiyon hakimiyetini kaybeden
bu sapıklara, ilâhi gazab DUR diyecek ve Avrupa'lı sapıklar haritadan
silinecektir.
Geleceğin dünyasında gerçek yerimizi alabilmemiz
için ve güzel vatanımızda rahat, huzur ve refah içinde yaşayabilmemiz
için, öncelikle aramızdaki kavgaları bırakalım. Milli birlik ve
beraberlik ruhunu şahlandıralım.
Bir avuç din düşmanının ve dış bağlantılı ajanların,
devlet güçlerini din düşmanlığına dönüştürme çabalarına ve oyunlarına
gelmeyelim. Öncelikle devlet ve millet bütünleşmesini ve kaynaşmasını
mutlaka gerçekleştirelim. Hiç kimsenin inancına ve inancı doğrultusundaki
yaşamına ve özgürce dinini öğrenme hakkına ve ibadetine karışmayalım.
Temiz toplum, temiz fertlerden (bireylerden) oluşur.
Ahlâki çöküntüyü, alkol ve uyuşturucu bağımlılığını, cinsel sapıklığı,
kanun dışı eylemleri, yolsuzlukları, rüşvetleri, kavga ve döğüşleri
önlemek için, uygulanmakta olan eğitim sistemini âcilen masaya
yatıralım.
Kendilerini milletin ve devletin üzerinde gören
bir avuç azınlığın değil, Türk Milletinin isteği doğrultusunda
köklü tedbirler alalım.
Allah'ın gazab ettiği ve dünyada zilletle cezalandırdığı
günahlardan biri de müslümanlar arasındaki tefrikadır.
Müslümanlar arasında tefrika yapmak, şarap içmek,
domuz eti yemek ve zina yapmak gibi haramdır.
Müslümanların arasındaki tefrika, bölücülük ve
düşmanlık devam ederse ve her grup diğerlerini sapıklıkla, nifakla
ve küfürle itham etmeye devam ederse, korkulur ki Allah'ın gazabı
önce müslümanlara gelir.
Adil hükümdarların, zâlim gardiyanların, elleri
ile suçluları terbiye ettikleri gibi, Yüce Rabbimiz de birleşmede
ve kaynaşmada inatlaşan müslümanları müşriklerin zâlim elleri
ile birleştirir.
Dinin sahibi yalnız Allah'tır. Din, hiç kimsenin
tekelinde değildir. Kimseden izin almaya gerek yoktur. İman ve
ihlâsla çalışan, dine hizmet eden ve ibadetini yapan herkes karşılığını
alacaktır.
Küfrün gelişi önlenemediği gibi, İslâmın gelişi
de önlenemez. Dünyanın en güçlü istihbarat örgütlerinin İslâm
karşıtı çalışmaları ve aldıkları önlemler, Kader-i ilâhî'de zerre
kadar değişikliğe neden olamaz. İslâmın gelişini belirli cemaatlerden
ve bu cemaatlerin liderlerinden bekleyip yanlış tedbirler almasınlar.
Bir müslümanın, müslüman olarak yaşayacağı ve
müslüman olduğu halde öleceği kesin değildir. Bir kâfirin de,
kâfir olarak yaşayacağı ve kâfir olduğu halde öleceği de kesin
değildir.
Mekke müşriklerinin Beni Nedve'de aldıkları Hazret-i
Muhammed'in öldürülmesi kararını uygulamak üzere yola çıkan Ömer,
Peygamberimizin en yakın sahabelerinden biri oluverdi.
Halid bin Velid ve Amr bin As gibi çok tehlikeli
düşman kumandanları yıldızlarının en parlak devrinde kendi hür
iradeleri ile Medine'ye gelip müslüman oldular.
Ebu Cehil'den sonra müşrik ordularının baş kumandanı
olan Ebu Süfyan ve Ebu Cehil'in oğlu İkrime ve Hazret-i Hamza'yı
şehit eden Vahşi de müslüman oldular.
Filân şeyhin himmeti ile veya filan hoca efendinin
bilinçli ve sistemli çalışması ile İslâm gelecektir inanç ve beklentisi
yanlıştır. Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa gibi
Ul-ül âzim peygamberler de olsa,
Allah'ın izni ve iradesi olmadan hiçbir şey olmaz.
Ufak, tefek başarıları nefsimize, grubumuza ve liderimize atfetmeyelim.
Allah'ın izni ve iradesi tecelli edince ve Allah'ın takdir ettiği
an gelince, İslâmı engellemek için alınan tüm önlemler yıkılır.
Akıl ve hayâl sınırlarını aşan zaman içerisinde dünyayı şaşkına
uğratan olaylar gelişir.
Beni Nedve'ye benzeyen mason localarından nice
Ömerler fışkırır. İslâma saldıran kalemler kırılıp, İslâma hizmette
biri biri ile yarışır .
Yeter ki, müslümanlar aralarındaki utanç duvarlarını
yıkabilsinler. Peygamberleri aşan! kişiliklere yücelttikleri liderlerinin
meddahlığından kurtulabilsinler.
Yüce Rabbimiz Fatiha Sûresinin ilk âyetinde :
"Bütün övgü ve medihlerin yalnız Allah'a mahsus olduğunu ve yalnız
Allahın hakkı olduğunu bildirmektedir. Bizleri yoktan var eden
ve bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ı tanıyalım. Allah'ı sevelim.
Allah için sevelim. Allah için çalışalım. Allah için ve dinimiz
için çalışan tüm müslümanları sevelim.
|